GİZLİ NARSİSTLER / SESSİZLİĞİN ARDINDAKİ YÜZ

GİZLİ NARSİSTLER / SESSİZLİĞİN ARDINDAKİ YÜZ

GİZLİ NARSİSTLER / SESSİZLİĞİN ARDINDAKİ YÜZ

-Hepimizin bildiği gibi “Narsist” dendiğinde, son derece öz güvenli, dikkat çekici, her yerde ve her ortamda parlamayı seven kendine aşık insanlar gelir aklımıza. Durum sanılanın tam aksinedir halbuki… Peki ya daha sessiz, daha sakin, daha gizli olanlar? Kendini kamufle etmede usta olanlar?
İşte onlar “Gizli Narsistler”…
Bu yazıda kendini gizlemekte usta olan bu narsist’lerin ilişkilerinde nasıl bir davranış, tutum sergilediğini, karşı tarafa neler bıraktığını ve ondan neler alıp götürdüğünü ele aldım çünkü bu insanlar göstererek değil sessiz ve gizlice ama derin izler bırakarak toplumumuzun görünmez yarası haline dönüşüyor.

GİZLİ NARSİSTİ NASIL TANIYORUZ ?

-Bu kişiler hepimizin bildiği narsist‘lerden çok daha farklı olarak, daha içe dönük, daha kaçıngan ve daha hassas görünürler fakat bu bir maske… İçten içe ilgi alakaya duyulan açlık ve başkalarından gelecek onaylanma ihtiyacı döngüsü içerisinde hapistelerdir. Ancak bunu, kendilerini gizleyerek, açık vermeyerek yaparlar. Son derece pasif agresif ve kırılgandırlar. Dışa vurum olarakta bundan başka bir tutum sergileyemezler.

GİZLİ NARSİSTİN MASKELERİ

-Sessiz bir şekilde bekler ve dargındır,
Mağdur edilmiş ve hakkı yenmiştir,
-Haklı çıkıp, suçlu hissettirmek için kelimelerle oynar. Bu konuda usta bir yeteneğe sahiptir,
-Çekingen, kaçıngan ve durgun davranışlar sergiler ve saatler süren sessizlikle karşısındakini cezalandırır, (Pasif-agresiftir)
-Kendi istek ve ihtiyaçlarından başka herhangi bir şeyin önemi yoktur, başkalarının duygularını önemsemez, o duyguyu anlayamaz ve reddeder. Duyarsız ve katıdır.

GİZLİ NARSİSTELERİN AĞZINDAN DUYABİLECEĞİNİZ CÜMLELER

-“Ben öyle demek istemedim.”
Suçluluğu üstlenmez, duygularınla seni yapayalnız bırakır
-“Sen beni hiç anlamıyorsun.”
Ben bunun için çabalamam, sen bir şeyler yap çabala ve yorul
(Bu sana kendini eksik hissettirmek için bir oyundur aslında ve bunu sık sık tekrar eder)
-“Bunu senin iyiliğin için söylüyorum-yapıyorum.”
Eleştiriyorum ama seni düşündüğüm için… Şimdi sus ve minnet duy
(Masum görüntüsünün altındaki seni ezmenin vermiş olduğu kibirle yukarıdan bakmaya devam eder)
-“Her şeyi kişisel algılıyorsun, büyütüyorsun, abartıyorsun.”
Üzüldüysen bu senin problemin, duygularını önemsemiyorum.
Bu bir Gaslighting…
Bu ve benzeri manipülasyonlarla sınırlarınızı mutlaka deneyecektir…

GİZLİ NARSİSTLERİN PSİKOLOJİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Bu tip bir birey, karşısındaki kişiyi doğrudan incitmeyecektir fakat zamanla kişinin kendini sorgulamasına ve suçlamasına neden olacaktır. Kişi kendini bastırır ve sonrasında Gizli narsisti kırmaktan kaçınır hale gelebilir bir duruma evrilecektir. Günün sonunda suçluluk, yetersizlik, huzursuzluk duygusu bu ilişkinin temeline oturur. Gizli narsistin ihtiyaç ve istekleri karşılanırken kişinin kendi sınırları ihlal edilmiş ve duygusal şiddete maruz kalmış olur.

GİZLİ NARSİSTLERİ NASIL ANLARIZ ?

Gizli Narsist’leri tanımak, Narsist‘leri tanımaktan çok daha zor ve tehlikelidir çünkü onlar son derece içimizden biriymiş gibi davranırlar. Yakın ve uzak çevresinin gözüne girmek isterler. Son derece cömert, centilmen ve naziktirler… Hiçbir zaman bir narsist gibi “Ben buradayım.” demezler. Kendilerini asla göstermezler. Tam aksine mağdur gibi sessiz ve hassas hatta bazen ‘çok düşünceli’ gibi davranırlar…

MAĞDUR ROLÜ

Zaman içerisinde mağdur rolüne bürünür. Herkes ona kötülük yapmıştır. Herkes onu terk etmiştir ve hiç kimse onu sevmemiştir… Duygusal suçluluk yaratarak seni yönetmeyi hedefler ve sadece bundan beslenir. Her tartışmada kırılan ve incinen kendisiyken karşısındakini yıkıcı ve acımasız gibi lanse eder. Bunu hissettirir…

NE YAPILMALI ?

-Kişi kendi duygusal sınırlarını korumalı,
-Gizli narsistin sessizliğinin içinde kaybolmamak ve hatta bu oyundan kendini bularak çıkmayı hedeflemek, farkındalık kazanmaya çalışmak,
-Onun sessiz cezalandırmalarını çözmeye çalışmamak çünkü bu onun manipülasyon aracının ta kendisidir…
-Suçluluk ve yetersizlik duygusunu böylesine derinden hissettiren bu bağdan kopmanın ve kişinin kendi hayatını seçmesinin “bencillik” olmadığı bilincine ulaşması,
-Gerekirse profesyonel destek almak

DÖNGÜYÜ KIRMAK

Bir gizli narsistin gölgesinde bir yaşam sürmek, parmaklıklarla çevrili bir ilişkide debelenmekten ibarettir. Kişi ilişkide kaldığı her gün karşısındakini yaşatmaya çalışırken kendi sonunu hazırlar ve devam ederse kendine ihanet eder. İnsan, en zor tercih anlarında bile kendini seçmeyi bilmelidir. Çünkü kendine saygı, başka hiç kimseden alınmaz; öz benlikten doğar.

www.musabyasirozen.com.tr

İslami açıdan Toplumunun Sosyolojik Yapısı

İSLAMİ AÇIDAN TÜRK TOPLUMUNUN SOSYOLOJİK YAPISI

Dini Yönden Türk Toplum Yapısı

İSLAMİ AÇIDAN TÜRK TOPLUMUNUN SOSYOLOJİK YAPISI

Türkiye toplumunun sosyal yapısı “üzerine türlü teoriler üretilmiştir, bunların bir bölümü resmi tarih ve resmi teorilerdir. Tarih, bu bilgi dalının karakteri gereği hemen her dönemde Siyasal iktidarların eğilimi yönünde toplumu tanımlar. Özellikle ülkedeki 70 yıllık Siyasal rejim adeta öznel tarihini yansıyarak kendini hayatiyet alanı açabilmiştir. Ancak yine de tarih, sıkışınca müracaat edilen bir mekan, merci ve hacet kapısı yerine kullanılmaktadır. Bazen düşmanların gözünü korkutmak için, bazen doğal bir ihtiyaçtan, bazen de sağduyunun çalması sonucu yeniler eskilere sığınır, onları anlar. Tarih en ziyade hatıra getirildiği zaman dilimi, onun kırılma dönemleri, eski deyimle def-İ mefsedet halleri olsa gerekir.

Resmi tarihte elbette her zaman yalan söylemez. Belki küçük rötuşlarla büyük yanılgılara neden olur; makyaj değiştirir, mask tazeler. Bir de kimi tarihsel kareleri dev aynasında gösterir; kiminin fotoğrafını bile çekmez. Tarih kötüdür yahut tarih iyidir türünden yargılar bu yargıya varanların kendi gelecekleri hakkındaki kehanetten başka nedir ki? Günümüzün resmi tarihsel perspektiften görüntüsü herkesçe malum; tarih kötüdür, şimdiyse iyidir. Tarih, bireyi, toplumu, sistemi ile başlangıcından beri halkın yahut halkların karanlıklarda yaşadığı dönemlerdi. Kitaplar yazmıştır ama kamu vicdanında yankısı bulunmadığı için belki de insanlar çabuk unuttular; aslında yeni tarihsel dönemin fikri kurucuları tarafından savunulmuştur, denilmiştir ki İslam, Türkiye toplumunun tarihsel ve geleneksel hızını kesmiştir. Bir resmi tarihsel söylem açısından İslam, orta Asya’dan kopup gelen bu cevval kavmin hem ileriye dönük yönünü değiştirmiştir, hem de onun nizamını alem davasında geri bırakmıştır!

Nerede, ne zaman, hangi delile dayandırıldığı belirtilmeksizin cumhuriyet, demokrasi ve hatta laiklik bu toplumun öznel bünyesinde öteden beri var olan olgular gibi gösterilmiştir. Ülke yönetiminde tek söz sahibi gibi görünen TBMM’ye kadar girmiş nice insanla konuşursanız işitirsiniz, yukarıdaki yargıyı ya da çok yakın bir iddiayı. Ancak delil sormayacaksınız, çünkü bu böyledir. Yani Türkler doğuştan (Orta Asya’dan) demokrat, cumhuriyetçi ve laiktirler. Eski Şamanist Türklerden birkaç eski püskü delil bile gösterebilirler size… Yine resmi teorilere göre düne kadar Türkiye’de Türk’ten başka kavim yoktu. Varsa da kimisi kuzeyde Türk’ün deniz görmüş kısmı, kimisi karda yürüyüp izini hiç kaybetmeyen ve kart kurt sesleri çıkaran dağlı kesimidir. Onlarda herkes gibi özbeöz Türk’türler. Öyleyse “Ne Mutlu Türküm Diyene”… Ayrıca kendini Türk hisseden herkes Türk’tür! Bu ülkede yaşayıp kendini Türk hissetmemek ise hem ayıp hem günahtır.

Ülkede sürdürülen resmi söylemin halkından, halkın düşünce ve yaşama tarzından tamamen kopuk ve tepeden inmeci bir zihniyet olduğu savunulur. Ama bunu bütünüyle paylaşmak bize doğru gözükmüyor. Birtakım dayatmacı yöntemlerle halkın kimi konularda zorla yönlendirildiği, çeşitli dönemler için doğrudur. Ancak halkın tüm bu olup bitenlere çanak tutucu rıza felsefesi, göz yumulduğu yani müstahaklığı da görmezden gelinemez. Zaten eşyanın tabiatına aykırıdır. Kurt ile kuzunun aynı mekanda yıllarca ve kardeşçe yaşaması… Eğer yaşıyorlarsa ya kurt kuzulaşmıştır ya kuzu kurtlaşmış, tabiatları bozulmuştur. Toplum mozaiği hakkında ileri sürülen teorilerin en iyi niyetli ve üslubu düzgün olanı; “uysal ve tepkisiz“ benzetmesidir. Öteki benzetmelerin çoğu bu vasıfları daha çok uç noktalara taşıyan örneklerdir. Örneğin toplumun çoğunluğu en çok bedevi, hala göçebe, köylü, taşralı, kolektif bilinçten yoksun ve en nihayet Aziz Nesin tarafından aptal olarak nitelendirilmiştir.

Üçü de kendi köşesinde birbirinden daha marjinal üç sınıftan söz edilebilir. “ Türkiye Toplumu “içinde: yöneten sınıf (büyük sanayici iş adamları onların ortağı sayılır), yönetilen kitleler ve aydınlar (geniş kitleden kültürü ve yaşam biçimi ile kopmuş ama yöneticilerin dümen suyuna girmemiş olanları sayıyoruz yalnızca, büyük, gittikçe büyüyen medya, gazete patron ve milyarderleri de hariç elbet). Üç sınıfta birçok bakımdan birbirine karşı, birbirinden hazzetmeyen, birbirini götürmek istedikleri yöne inat edip gitmemekte direnen, elinden gelse öteki sınıfları susturacak kadar onlardan uzak düşen duyarlılıklara sahiptirler. Yani aralarında ciddi bir sevgisizlik, kopukluk, soğukluk egemendir. Resmi söylemle her ne kadar kendini Türk hisseden herkes Türk sanılsa da en azından her Türk’ün bir diğerine muhabbet ve sadakatle bağlanacağı bir urvetul vuska yoktur. Son yıllarda toplumun sosyal yapısını belirlemeye yönelik resmi olmayan ama sağlıklı ve derinliklide olmayan çalışmalar, iddialar, değişik görüşler yoğunlaştı. Tarihsel kökleri bulunan bir toplumun bu gününü belirlemede ve kurmada geleneksel yapısına yönetmenin önemi, hiç olmazsa bu kadarı, hem de Müslüman olmayan aydınlarca vurgulanmaya başladı. Tek parti despotizminin neredeyse günümüze dek sürdüğü bir dönemde, tek sesliliğin yerini çok sesliliğe terk etmesi açısından bu bir gelişme olarak görülebilir. Ancak bilim ve gerçeklik uğruna, gerekirse acımasız olundukça hakikat, ne anlaşılır ne de elde edilebilir. Toplumda var diyorsak eğer çöküntüyü yalnızca sömürgecilerin aleyhteki çalışmalarıyla açıklamaya kalkışmak, toplumun kendi kusurlarını göz ardı etmek, yine çözümsüz sonuçlarda sorunları düğümlemekten öte bir işe yaramaz. Türk toplumunda kültür, öteki her şeye benzetilerek adeta bir fors, askeri üniforma gibi kullanılmaktadır. Fiyakasından geçmemektedir çoğu insanın.

Türk Toplumunun Sosyolojik Yapısı

Bizim taşra kentinde bir vakitler bitpazarında Avrupa eskisi giysiler satılırdı. Avrupalılar eski giysilerini güya yardım olsun diye Filistin’e gönderirmiş. Onlar bu yabancı giysileri en yakın ülke olan ve bu giysileri çoktan giymeye alışkın Türkiye’ye Suriye üzerinden kaçak olarak gönderir, yerine kaçak tütün vs. alırlarmış. İşte bu giysilerden bir takım elbiseyi esnaftan bir adam satın almış, giyinmişti. İşin ilginç yanı ceketin iç cebi üzerindeki Avrupai etiket görünmediğinden onu da söktürüp ceketin dışındaki mendil cebinin üzerine rozet gibi diktirmişti. Sanırım hala iftiharla rozet kullanan yegane ülke Türkiye’dir. Her vesile ile profesörlüğünü gündeme getiren hocalar yabancı dil bilgisini kullandığı kelimelerle sergilemeye koşan bilgiçler, din hakkında konuşanları ille de müftü görmek isteyen dindarlar, basit bir haberi veya hakikati hatırlayıp halkı aydınlatmayı amaçlayan yazı ve sözlerdeki ağdalı, gösterişli üslup, her şeyi ille de üniforma gibi kullanma arzusunun göstergesi değilmidir? Ya Batı’dan gelen her şeye karşı o sonradan görme tavrın mazereti de var kuşkusuz. Bir kere gelen nesne (Ve beraberinde gelen ahlak) gerçekten ilk karşılaşılan bir nesnedir. İkincisi, Batı niceden beri icat ve keşiflerin merkezidir. Üçüncüsü ise, üretilen şey bu ülke toplumunun gerçekten yabancısıdır. Zira batı kendine özgü şeyler üretmekle, kendi yaşama standartları ve dünya görüşü çerçevesinde biçim vermektedir. Bunlara şaşırmak da toplum belki haklıdır. Ama bunları topluma taşıyanlara ne demeli? Herhalde bilgi ve görgü artırım denemeleridir, bunlar. Ve bilinçsizce, hiç kritik etmeden, tüm reklam mallarına saldırmanın haklı ve anlamlı bir yanı yoktur. Sonra bütün bunlar feodal kalıntılar, göçebelik, taşralık, köylülük ile izah edilir ve hatta aptallıkla…

Düşünmesi az olan toplumun duygusallıkları yaşantısında daha ağır basar, bu sonuç doğaldır. Türkiye toplumu çoğunluk itibari ile duygusal bir toplumdur. Bu yüzden kolay dönüşen bir toplumdur. Geleneksel yapısında da bu vardır. Salt akıl yürütmek, düşünmek yerine, deyim yerindeyse, filozofiye (hikmet yumurtlama çabası anlamında) eğilim daha ziyadedir. Filozofiye de İslami hikmet kavramıyla örtüştürerek kendince ona meşrutiyet elbisesi giydirmiştir. Bir kere herkesin hayatı romandır.

Hemen herkes filozof yada şairdir. Biraz avam kalanlar halk filozoflarıyla idare eder. Bunların çoğu da veli sanılan delilerdir. Daha kültürlü çevrelerde yaşayanlar en son moda felsefe cereyanlarının erken muhibbidirler. Bakılırsa daha kaynaklarında kim olduklarını iyice anlamadan postmodernist Türkler aramızda dolaşmaktadır. Özgür düşünceden çok filozofiye ve kendince sözlere eğilimi, toplumun, alıştırıldığı ve özendirdiği hoşgörüsünden, tevilci mantalitesinden ve aşırı duygusallığından kaynaklansa gerekir.

Türkiyede Yaşanan İslam

Kur’an‘ın öğrettiği İslam ile halkın yaşadığı İslam arasındaki bariz farkları gözlemlemek de toplumun yapısı hakkında ipuçları, bilgiler veriyor. Örneğin Türkiye toplumunun Kur’an‘a bakışının tipik modeli Osman Gazi’ye yaşatılmış, efsaneleştirilmiş ve bir halk mitolojisi gibi yinelenip durmaktadır. Osman Gazi eğer doğruysa yatmak için girdiği odada duvara asılı Kur’an-ı Kerim i görünce, Kur’an‘ın bulunduğu odada edebinden uyuyamamış, sabaha kadar uykusuz beklemiştir. Evet, bu belki mütevekkil sanılan bir tavırdır ama düşüncesizcedir. Ve tevekkül noksanlığı değil lakin düşüncesizlik Kur’an‘ın nasıl yendiği bir tutumdur. Halkların yanlış tevekkül eğilimine, duygusal bakışına örnek çoktur. Örneğin Kur’an-ı Kerim, insanın kendi başına, bağımsız düşünmesine verdiği önemi, hiçbir tutum ve tavra vermemiştir. Ama bunu görmezden gelen insanlar Kur’an‘da ancak birer defa zikredilen “vesile“ ve “nazar “ kavramları üzerine nice korkunç ve İslam dışı felsefeler bina etmişlerdir. “Vesile“ öne sürülerek, Allah ile kul arasında aracın bile bulunması gerektiği bile savunulmuştur. “ Nazar“ ile de büyücülüğe, sihre, fala, şans oyunlarına neredeyse caizeler üretilmiştir. Her iki telakki Kur’an‘ın başka ayetleri ile tevhidin karşıtı gösterilerek verilse de, ne gam; halk kendi duyarlığına uygun felsefeyi yakalamıştır, üstelik kendince bunun kaynağı Kur’an’dır, gerisi onu pek ilgilendirmemektedir. Elbet kitlelerin bu tavrı, aynı tavrı onaylayan halk hocaları tarafından da sürdürülmüştür. Hatta halkı bu tavra biraz da onlar sevk etmişlerdir. Halk ağzı konuşan vaazlar kürsüde yüzyıllarca yanlışın çığırtkanlığını yapmışlardır. Halkın o kürsülerden işittikleri ile ALLAH’ın sahih dini arasında bazen büyük uçurumlar olmuştur.

Duygusal halkın yaşamı nükte ve fıkralar üzerine bina edilmiştir, adeta. Kuşkusuz bir açıdan bakıldığında bu folklorik ve kültürel bir zenginlik olarak gözükür. Ancak atlanan bir nokta vardır. Kendini İslam’a nispet eden bir halk, ezberlediği yahut ürettiği nükte ve fıkraların onda yahut yüzde biri kadar bile dinlerinin kaynağı olan ilahi vahiy ile temasa geçmemiş, ilişkiye girmemiştir. Yönetenleri memnun bırakan bu tutum, bilenlerin de, başka bilenler çıkmayacağı için işlerine gelmiştir. Halk ozonları, halk nüktedanları hatta halk vaizleri bile bazen günlük namazda okudukları Kur’an ayetlerinin ne demeye geldiğinden habersiz, ömürler tüketmişlerdir. Çünkü böyle gelmiş, böyle gitmektedir. Ve böyle gelip böyle gitmekte olması güya filozofça, şairce bir edadır. Bunca dinine bağlı bir halkın, Türkiye’de hemen büyük çoğunlukta ladini bir hayat sürdüren ve onu dayatan hükümlere nasıl tahammül ettiği zaman zaman hayretle sorunla gelmiştir. Bu sorgulamada iki yanlış var: biri halkın dindarlığı, ikincisi de yönetenlerin dinsizliği. Her iki kesimin de aslında dine bir bakış açıları, dini bir yorumlayış tarzları vardır. Ve o pencereden bakıldığında her iki kesimde aynı ton ve edada bir tür dindarlardır. Bu “ Türk Tipi Müslümanlık” tır. Birazı politikacıların İslamizasyon politikalarının ekmeğine yağ sürmektedir bu tür Müslümanlığın… Bir kısmı halkın düşünme melekesine galebe çalan kökleşmiş duyarlıklarını okşamaktadır… Eh, bir kısımda diğer dinlerden, Budizm, şamanizm, Hristiyanlıktan devşirilmedir.

Türkiye halkları yüzyıllardan biri Müslüman’dır. Güzel, hayırlı Müslümanlık modelleri ortaya koymuşlardır. Büyük bir Müslüman medeniyeti gelecek kuşaklara emanet etmişlerdir. Ne ki halkın dini, hakkın dini ile zaman zaman tashih edilmez, bir tecdide tabi tutulmazsa bulanıklaşır. Hele İslam ilahi, halkın dindarlığa beşeri olduğundan, tecdid yani yenileme, Müslümanlar bakımından dönem dönem büyük bir ihtiyaç olarak belirir. Dervişler, halk arifleri, ozanlar diliyle tümden müteşabih (çok anlamlı) bir üslup kazanan dinsel söylemin ilahi vahiy ile tashihine, tecdidine gerçekten zaruret doğmuştur. Aksi takdir de her an kendisiyle ve her şeyiyle çelişen eceli dinsel söylem, halkın ve yönetenlerin birbirinden razı olduğu bir ortamı var edebilir. Ama bu sonuç çokluk Hakk‘ın memnun olmadığı, daha doğru bir ifadeyle razı olmadığı bir ortamdır. Hakk’ın rıza göstermediği bir son ise kötü akıbettir. Resmi ve gayri resmi herkesin gönlünde yatan, etliye sütlüye bulaşmayan, siyasetten ALLAH’a sığınan, toplumları ve bireyleri yönetmeye kalkmayan belki yalnızca vicdanlara hafif bir korku salan şu “Türk Tipi Müslümanlık” sorgulanmalıdır.

Türk Halkların İslami Yaşantısı

Bir toplum ki düşünme melekesini pek fazla kullanmaz, ama sıra dine geldiği zaman tabir caizse kafasına göre takılır, ne hikmetse o noktada dini keyfine uydurur. Düşünmemek yerine nükteler, fıkralar, maniler, espriler, dervişan öyküler, mitolojiler, platonik ve her türlü aşk masalları, efsun, uğur, şans teraneleri, yani bir cümle çok anlamlılık bazen anlamsızlıklarla ömrünü harcar. O toplumun felahı elbet gecikir. Halkın bütün bu yatkınlığı var gücüyle destekleyen aydınlar bu tutumları bir de milliyetçilik muhafazakarlık sanmazlar mı? Varın hesaplayın erişilen yanlışlığın boyutunu. Bir garip dünyadır bu toplumun dünyası ki yaşarken din ve Allah’a karşı tepkisinin düzeyi hangi şiddette ise ölünce arkasından hem de namazını kılanlar tarafından aynı şiddette “ iyi biliriz” denilir. Sonra inanıp inanmadığı meçhul Allah’ı adına namazı kılınıp defnedilir. Ancak onların içlerinden samimi birisi çıkar, “ benim namazımı kılmayın, ben inanmıyorum” derse herkesin daha çok tepkisini çeker, ne demek namaz kılmamak, diye… Samimiyetsizliğe prim ve ödül dağıtılırken, samimiyetin ödülü horlanmak mı olmalıydı?

Toplumlarında huyları, karakterleri, alışkanlıklar vardır. Huy değiştirmek alışkanlıklardan vazgeçmek zordur. Türkiye toplumu şimdi bu en zor kapının eşiğindedir geleneksel deyişle, eşikte duranı yel çabuk çarpar. Kapıyı kapatıp acilen ya içeri girecek ya yine dışarıda kalacaktır. Bizim aralarında yaşadığımız, birçoğu akrabamız olan kendi toplumumuza önerimiz, Müslümanlık iddiasının sadra şifa verecek biçimde hakikatle örtüşmesi için “Müslümanın yeniden Müslüman olması” gerekmektedir. Yüzyılımızın başında büyük Müslüman düşünür Muhammed İkbal’in ifadesiyle: “Kaç Müslümanlardan sığın Müslümanlığa” sanırız yeni yüzyıllar bu sözü iki şıkkıyla da doğrulayacak Müslümanları beklemektedir. Duygu sömürüsüne değil düşünceye çağrıldığının, kurtuluşun nükte ve fıkralarda değil Allah’ın ayetlerinde yazılı bulunduğunun bu topluma, bu insanlara birileri tarafından söylenmesi artık gerekliydi. Her geçen gün ihtiyaç biraz daha artmaktadır.

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

 

 

Emine Şenlikoğlu

EMİNE ŞENLİKOĞLU’NUN YAZMIŞ OLDUĞU “İDAMLIK GENÇ” İSİMLİ ROMAN’INA DAİR BİR DEĞERLEME / Abdurrahman BAL

Abdurrahman Bal

EMİNE ŞENLİKOĞLU’NUN YAZMIŞ OLDUĞU “İDAMLIK GENÇ” İSİMLİ ROMAN’INA DAİR BİR DEĞERLEME / ABDURRAHMAN BAL

Öncelikle Emine ŞENLİKOĞLU‘nun başyapıtları arasında yer alan “İdamlık GENÇ” isimli Roman‘ın şahsımla buluşmasında katkı sağlayan ve tavsiyeleriyle hayatıma değer katan “Ekrem YILDIZ” abime teşekkür eder, çalışmalarının ve hizmetlerinin başarıyla perçinlenmesini yüce Rabbimden dilerim.

İdamlık GENÇ” İsimli kitaba hücre cezamı infazdaki bir dönem denk gelmem itibari ile benim açımdan manevi değeri bir kat daha fazla değişimle beraber, yaşamış olduğumuz esaret süreçleri benim nezdimde daha bir anlamlı kılmıştır. İdamlık Genç İsimli romanın sürükleyici ve öğrenim anlatımı, beraberinde ilk sayfalarında yer alan komedi vari münasebetler beni bir hayli güldürdü. Taki İdamlık Genç isimli romanın yan kahramanlarından “Ebazer” sahneye kadar çıkana kadar. Ebazer karakterinin anlatımla buluşması sonrasında romanın (idamlık genç) gülümseten anlatımı, yerini melankolik ve duygusal temelli olay ve gelişmelere bırakarak okuyucuyu derinliklerine çekmektedir. Ben de bu satırları okurken manen etkilenerek, gözyaşlarıma hakim olamadım. Ve tahmin ediyorum ki insani değerlere sahip her birey, idamlık genç isimli romanın ilgili satırlarıyla buluştuğunda gözyaşlarına hakim olmakta zorluk çekecektir. Şahsen yanlış bildiğim birçok hususun esasında hakikatini bu kitapta öğrenme fırsatım oldu. Örneğin dünyaca tanınmış ve Türkiye‘deki bütün üniversitelerde (Adana Alparslan Türkeş Bilim ve Teknoloji  Üniversitesi, Adıyaman Üniversitesi, Amasya Üniversitesi, Artvin Çoruh Üniversitesi, Bayburt Üniversitesi, Giresun Üniversitesi, Gümüşhane Üniversitesi, Hitit Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Ordu Üniversitesi, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Samsun Üniversitesi, Sinop Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, Erzincan Binali Üniversitesi) öğretileri anlatılan filozofların kendi inandığı değerler ve ülküler sebebiyle, dinimiz uğruna canlarından vazgeçerek nasıl idama muhatap olduklarını üzülerek bu kitaptan öğrendim. Bunlardan bir kısmı Socrates olup, idam anı bir hayli şöhretlidir. İlgili ana ilişkin bir pasajla yazıma devam edecek olursam;

  • Sokrat idama giderken Platon ağlamaktadır.
  • Ne ağlıyorsun
  • Haksız yere ölüme gittiğine
  • Demek haklı gitseydim, gülecektin öyle mi?

      Son sözleri;

  • Falana bir horoz borcumuz var! Ödeyin!

      Ve bitişik odada kadınların vaveylasına cevabı, 

  • Ben size kadınları buraya sokmayın demedim mi? Onlar yarım mahluklardır, ve çığlık kopmaktan başka bir şey bilmezler.

Sokrat‘ın davasına ve inançlarına ne derece bağlı olduğu bu kıssadan da umarım anlaşılmış olacaktır. Yine ilgili roman (idamlık genç) satırlarında rastladığım ünlü filozof Bacon‘a ait bir sözde “Az ilim bizi ALLAH’tan uzaklaştırır, çok ilim ise ALLAH’a yaklaştırır” der. Yine de idamlık genç de İslam dinine yapılan saldırılar, iftiraları ele alan bir yaklaşım da bulunmaktadır. Emperyal güçlerin dinimizi sürekli olarak bize farklı lanse etmesi ve İslam dininden uzaklaştırma çabaları karşısında Emine ŞENLİKOĞLU gibi yazarlar sayesinde amaçlarına ulaşamayacaklardır. Yıllardır şeriatı kol kesmeden ibaret empoze edenler büyük bir yanılgı içindedirler. Dinimiz öyle bir din ki baştan öğretir ve kişiyi kazanmaya yönelik yönlendirir. Fakat emperyal güçler Türkiye (Adana, Adiyaman, Afyonkarahisar, Agri, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydin, Balikesir, Bartin, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingol, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Canakkale, Cankiri, Corum, Denizli, Diyarbakir, Duzce, Edirne, Elazig, Erzincan, Erzurum, Eskisehir, Gaziantep, Giresun, Gumushane, Hakkari, Hatay, Igdir, Isparta, Istanbul, Izmir, Kahramanmaras, Karabuk, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kirikkale, Kirklareli, Kirsehir, Kocaeli, Konya, Kutahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Mugla, Mus, Nevsehir, Nigde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Sanliurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Sirnak, Tekirdag, Tokat, Trabzon, Tunceli, Usak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak) halklarına şeriatı farklı empoze ederek, insanlarımızı yanılgıya düşürürler. İdamlık genç bu hususta da özellikle Piç Vedat ve Ebazer hoca arasında geçen diyaloglarda bu hususu derinlemesine işleyerek okuyucu gözünde çürütmeyi başarmıştır. İslam dinini “Piç Vedat” karakteri yalnızca bir gün dinleyip, idama mahkum olan Ebazer hocanın yerine kendini koyarak (bulunduğu ortamda eter koklatıp bayıltarak) canını onun yerine feda edebilecek takvaya ulaşabilmiştir. 

Ezcümle “idamlık genç” ülke gençlerimize özellikle mensubu olduğum Diyarbakır (Bağlar, Sur, Yenişehir, Kaya pınar, Bismil, Çermik, Çınar, Çüngüş, Dicle, Eğil, Ergani, Hani, Hazro, Kocaköy, Kulp, Lice, Silvan ) halkının okuması gereken vizyoner bir roman olma özelliği taşımaktadır. Diyarbakır‘ın tüm kıymetli gençlerine tavsiye edip, okumalarını istediğim eseri memnuniyetle sizlerle paylaştım. Siz değerli  Fikir Klübü okuyucuları, özellikle Diyarbakır‘ımızın güzide ilçesi Bağlar bölgesinden değerli yorum ve fikirlerinizi bekliyorum. Kalın sağlıcakla, özgür ve demokratik ortamlarda buluşmak ümidiyle….

“Keşke bir Vedat olsaydım, İslam uğruna feda olsaydım”

 

Abdurrahman Bal        

www.musabyasirozen.com.tr

TÜRKİYE'DEKİ FETÖ (FETULLAHCI TERÖR ÖRGÜTÜ) GERÇEĞİ NEDİR? KRONOLOJİK SIRAYA GÖRE FETÖCÜLERİN GELİŞİM SÜREÇLERİ, ILIMLI İSLAM PROJESİ ADI ALTINDA FETÖCÜLER NASIL ÖRGÜTLENMİŞTİR? FETÖCÜ İŞ ADAMLARININ ÜLKEMİZDEKİ GİZLİ EMELLERİ NEYDİ?

TÜRKİYE’DEKİ FETÖ (FETULLAHCI TERÖR ÖRGÜTÜ) GERÇEĞİ NEDİR? KRONOLOJİK SIRAYA GÖRE FETÖCÜLERİN GELİŞİM SÜREÇLERİ, ILIMLI İSLAM PROJESİ ADI ALTINDA FETÖCÜLER NASIL ÖRGÜTLENMİŞTİR? FETÖCÜ İŞ ADAMLARININ ÜLKEMİZDEKİ GİZLİ EMELLERİ NEYDİ? / Emrah SAĞLIK

TÜRKİYE’DEKİ FETÖ (FETULLAHCI TERÖR ÖRGÜTÜ) GERÇEĞİ NEDİR? KRONOLOJİK SIRAYA GÖRE FETÖCÜLERİN GELİŞİM SÜREÇLERİ, ILIMLI İSLAM PROJESİ ADI ALTINDA FETÖCÜLER NASIL ÖRGÜTLENMİŞTİR? FETÖCÜ İŞ ADAMLARININ ÜLKEMİZDEKİ GİZLİ EMELLERİ NEYDİ?

Değerli Fikir kulübü okuyucularımız öncelikle FETÖ (Fetullahçı Terör Örgütü) ve hayat bulduğu Ilımlı İslam (Modern İslam) projesi ile alakalı kaleme alacak olduğum bu yazımda Fetö (Fetullahcı Terör Örgütü) yapılanmasının gerçek yüzü ortaya çıkana kadar sadece ALLAH rızası için faaliyet gözettiklerini düşünen ve saf temiz duygularla kandırılan suçsuz insanları tenzih ederek başlamak istiyorum.

FETÖ Terör örgütü (Fetöcüler)’nün Teolojiden beslenerek oluşturduğu Fetö ideolojik temel yapısının dayandığı insanları sömürmek, mankutlaştırma amaçlı kullandığı nurculuğa dayanmaktadır. Bediüzzaman Said Nursi’nin başlattığı bu teolojik akımdan beslenerek örgütlenip kendi ve hizmet ettikleri odaklar için yeniden dizayn edip kurdukları Fetö Terör Örgütü’nün başlangıç yılları Said Nursi’nin vefatından sonra 1960 darbesiyle ivme kazanarak başlıyor. 2002 yılına kadar devam eden süreçte Türkiye’de ( Adana, Adıyaman, Afyonkarahisar, Ağrı, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Balıkesir, Bartın, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Hatay, Iğdır, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kırıkkale, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Şırnak,Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Uşak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak) yaşanan tüm siyasi krizler, darbeler, 28 Şubat, Ekonomik krizler, ulusal ve uluslararası sistemdeki yaşanan değişiklikler, bölgesel vekâlet savaşlarında Fetö ( Fetullah Terör Örgütü) örgütünün merkezi Türkiye olmak üzere dünyanın her yerinde örgütlendi ve yaşanan her şeye rağmen güçlenerek büyüdü, ta ki “15 Temmuz “ süreci ne kadar. İslam temelli Fetöcü Terör Örgütü’nün dünyanın her yerinde örgütlenip yaşam alanı bulduğu tüm devlet kadrolarında her mevkide militanlarının olduğu tüm ülke faaliyetlerinde resmi ve gayri resmi her alanda faaliyet gösterdiği bir örgüte dönüştü. 2002 yılındaki Türkiye’deki iktidar değişimi sadece bir iktidar değişimi değildi. Bir devletin teolojik olarak özgür yaşanması ve ideolojik değişimdi. Fetö’cü Terör Örgütü’nünde bu ideolojik değişime hizmet ettiği amacı olduğu bilindiğinden ve bu amaç doğrultusunda faaliyet göstermiş olduğundan bir iktidar ve cemaat adı altında Fetö‘cü bir yapılanma meydana gelerek ittifak oluştu. Okullarında yetiştirdikleri ve ülkemizin her okulundaki zeki öğrencileri radarlarına alarak yetiştirdikleri parlak beyinleri devletin her kadrosuna daha doğrusu en kılcal damarlarına kadar yerleştirdiler. Ülkemiz içinde sınanamaz bir güç haline geldiler. Tüm siyasi kararlar olsun ve diğer sosyolojik, ekonomik, yönetimsel tüm kararlarda Fetö dahili olarak kararlaştırıldı. Devletin tüm mahrem sırlarına vakıf oldular. Bunları arşivleyip okyanus ötelerine taşıdılar. Fetö’cü Terör Örgütü’nün ülkemizde ve dünyada yaptıklarını örgütün yapısını belirtmeden önce eylemlerindeki hareket alanlarının kısıtlanmamasının destek bulmasının hangi proje kapsamında olduğunu yazarak başlamak gerekir. Bu da FETÖ’nün Türkiye’ye sunduğu Ilımlı İslam projesidir.

Etiketler: TÜRKİYE’DEKİ FETÖ (FETULLAHCI TERÖR ÖRGÜTÜ) GERÇEĞİ NEDİR? KRONOLOJİK SIRAYA GÖRE FETÖCÜLERİN GELİŞİM SÜREÇLERİ, ILIMLI İSLAM PROJESİ ADI ALTINDA FETÖCÜLER NASIL ÖRGÜTLENMİŞTİR? FETÖCÜ İŞ ADAMLARININ ÜLKEMİZDEKİ GİZLİ EMELLERİ NEYDİ?, Fikir Klübü, Fetö, Fetullahçı Terör Örgütü, ALLAH, İdeoloji, 15 Temmuz, Bediüzzaman Said Nursi, 1960 Darbesi, Türkiye, Siyasi krizler, darbeler, ekonomik kriz, 28 şubat, ideolojik, iktidar, cemaat, siyasi kararlar, örgüt yapısı, Ilımlı islam projesi, Fetöcü İş Adamları

FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ (FETÖ)’NÜN TÜRKİYE’YE EMPOZE ETMEYE ÇALIŞTIĞI ILIMLI İSLAM PROJESİ NEDİR?

FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ (FETÖ)’NÜN TÜRKİYE’YE EMPOZE ETMEYE ÇALIŞTIĞI ILIMLI İSLAM PROJESİ NEDİR?

Fethullahçı Terör Örgütü’nün Türkiye ayağını oluşturan 1987’de Amerika Birleşik Devletleri’nde ABD’de yayınlanan Yeşil Kuşak Doktorini ile komünizme karşı sözde radikal olmayan cemaatleri ve grupları destekleme projesi olan bu doktorin’dir. Fetöcü Terör Örgütü’nün Dünya sistemini yöneten ülkeler tarafından sınırsız desteğe kavuşturulmuştur. Müslümanları canavarlaştıran, radikal İslam propagandası ile İslam’la değil biz teröristlerle savaşıyoruz, kılıfıyla asıl amaçlarını her zamanki gibi gizlemeye çalıştılar. Komünizm‘in yıkılışıyla tek kalan düşmanlarının radikal İslam unsurları olarak dünyaya deklare ettiler. Bu proje ile de bizim sorunumuz Müslümanlar da değil deyip Müslüman ülkelerdeki Müslüman’lara ve İslam’ı yönetmek kontrolde tutmak, kendi amaçları ve politikaları doğrultusunda hizmet ettirmek Siyaseti yapılmıştır. Bu projeyle İslam ülkeleri‘ndeki FETÖ’cü cemaat adı altındaki örgütlerle devlet adamlarının kendileri ve çocukları dahil hepsini kendilerine hizmet eder vaziyette tuttular. Ki çoğu da bunun farkına çok sonraları farkına vardılar, tabii ki bu farkındalık iş işten geçtikten sonra oldu.
Türkiye’deki farkındalıksa 15 Temmuz ihanet gecesi’nde kimlik buldu. Türkiye halkının ve devletinin tarihi direnişi olmasaydı. Darbe gerçekleşseydi, vay ülkemizin haline. Irak’ın işgalinde Kesnizani’nin yaptığının sonuçları ortada, hafızalarda hala tazedir. Saddam’ın zulmüne karşı canilerin katliamlarını yaşayan Müslüman halkının hali o yılları yaşayanlar çok net hatırlamaktadır. Saddam canileri çölde suyla boğar, şöyle yapar, böyle yapar… Bir çok savaş analistlerinin ve yorumcularının söylemleri vardı. Netice ne oldu, tek mermi atılmadan Irak ( Hüseyin Sarı, Uzman Çavuş , Sedat Yabalak, Polis Memuru Semih Özbey, Jandarma Astsubay Çavuş Adil Kavaklı, Tankçı Er Vedat Kaya, Polis Memuru, Süleyman Sungur, Er, Mevlüt Kahveci, Jandarma Uzman Çavuş, Müslüm Altıntaş, Topçu Er, Sedat Sorgun, Er, Ümit Gıcır, Uzman Jandarma, Kademeli Çavuş, Aydın Köse, Muhammet Salih Kanca, Sivil Cotyar Muhsin, Sivil) düştü. %80 bunun nedeni Kesnizani’dir. Üst düzey komutanların ve devlet kademesinin bir kısmı bu örgütün mensubuydular. Sahte şeyhten talimat gelince mankutlaştırıldıkları için ona uydular, itaat ettiler. Şeyh’ede talimat verenler, o canileri oraya gönderenlerdi. Diğer dünyadaki Müslüman ülkelerde de ister ufak çapta olsun ister büyük çapta olsun bu proje kapsamında o ülkeye mensup bir hoca çıkartılıp parlatıyorlar zaten bizdeki Fetö‘cü üst düzey hainler ülkemizin İslam dünyasındaki liderliğini ve sevilmesini çok iyi kullanıp diğer İslam ülkelerinde de örgütlenip devlet ve ticari alanda faaliyet gösterdiler. Bu Ilımlı İslam projesi ile radikal olmayan eğitim seviyesi yükselen ilimi, bilimi idrak etmeye başlayan yeni nesil Müslüman gençlerin sömürüp kullanılması amaçlı dini duygulara olan bağlılığını kullanıp kendilerine hizmet ettirdiler, kritik alanlarda her türlü faaliyeti yaptırıp işlerini yürüttürdüler. Adeta ateşi maşa ile tuttular maşanın bile hangi elin onu tuttuğunu bilmediği bir yapı oluşturdular.

Fetö ve Fetö’cü Militanların devletimize ve dinimize ettiği ihanetin parametrelerine, bu ihanet öyle bir ihanet ki dinimize düşmanlık yapan odaklara Müslüman ahaliyi dini vecibelerini ve aidiyetini İslam’a hizmet amaçlı yapıyorlar diye kandırıp düşmanlarımıza hizmet edip ettiler. Ülkemize sosyolojik, ekonomik birliğimize beraberliğimize yapılan ihanetlerin haddi hesabı yoktur. Bu ihanetlerin gerçekleşmesi için 2002 yılına kadar ki Türkiye’nin kötü rejimi, yönetimi devletin kurumlarının çökmüş rüşvet iş halledilmez adeta 3. değil 4. dünya ülkesi statüsündeki yaşayışını çok iyi kullandılar. Türkiye halkından taban bulmalarının doğruluk, dürüstlük, ilim irfan sahipleri dinimiz için Türkiye için mücadele ediyorlar, rüşvet yemezler adaletsizlik yapmazlar, eski rejime karşılar, ehli sünnet ışığında hedefe ilerleyip nesil yetiştiriyorlar, altın nesil deyip hizmet ehliler olarak maskelenip insanları peşinden sürükleyip, kendilerine yeni Fetö Terör Örgütü’ne katılmalarını sağladılar. Bu katılımlardan sonraki süreçlerde beyin yıkama ve mankutlaştırma aşamaları ile adeta ne yapılırsa, ne emir gelirse gelsin, en zeki ilim irfan sahibi olanları bile dahil yıkanmış beyinlerle itaat ettirdiler. Şu unutulmamalıdır ki en etkili afyon dindir. İnsanları kandırmak için. Tarihe baktığımızda da bu net bir şekilde gözlemlenmektedir. Hak dinimiz dahil 3 semavi dinin tarihi ve diğer batıl inançların tarihi incelendiğinde insanların teolojik duyguları kullanılarak kandırılıp neler yaptırıldığı tarihi olaylar ve vakalarla sabittir. Ki ister radikal olsun ister ılımlı olsun adları yöntemleri kişiler değişse de bu oyunu kurup fitneyi yayanlar, yönetenler bu süreci çok iyi bilip, kullanıyorlar. Fetö Terör Örgütü ve Fetöcü’lerin derinliğini anlamak için bunları çok iyi analiz etmek lazım. Türkiye’nin eski rejim yıllarında kurdukları banka ilk beş içinde olması bile başlı başına bir kitap konusudur. O yıllarda bile sınırsız bir şekilde destek ve hareket alanına sahiplermiş, ama halka bunu öyle bir yansıtıyorlardı ki çok büyük bir baskıya karşı savaş verip, başarıyorlar. İmkansızlıklarla mücadelede çabası olarak belirtip sürekli yardım yapılması lazım. Ticari her alanda faaliyet lazım ve çeşitli Fetö propagandalarıyla tabanlarına ve halka yayılmak taydı, tabii ki işin aslı öyle değildi. Fetö Terör Örgütü ( Fetöcü)’nün hizmet ettikleri düşmanlarımızın sınırsız destekleri mevcutken bizim halkımızın ve ülkemizin tüm imkanlarının kendilerine verilmesini sağladılar öyle aileler vardı ki çoluk, çocuğunun rızkından kesip Fetö‘cü kurumlara kutsal bir amaca hizmet ediyorlar propagandasına kanıp bağışlarda bulunmuşlardır.

Fetö (Fetullahçı Terör Örgütü)’nün liderinin ve diğer terör örgütü olan PKK’nın liderlerinin değişen konjöktör ve politika gereğince yapılan değiş tokuş işlemini bile profesyonelce yaptıkları örgüt propagandaları ile lehlerine çevirmişlerdir. PKK terör örgütünün liderlerinin özgür olarak kullanım süresi bitti diye teslim edip, diğer baş hainin kullanım süresi hedefleri çok büyük olduğunun ve pür, pak (o dönemde) temiz kılıflara sarılmış olan Fetullah Gülen’in kendi yanlarına almaları tüm Müslüman ülkelerinde (Afganistan, Arnavutluk, Azerbaycan, Bahreyn, Bangladeş, Benin, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bruney Darüsselam, Burkina Faso, Cezayir, Cibuti, Çad, Endonezya, Fas, Fildişi Sahili, Filistin, Gabon, Gambiya, Gine, Gine Bissau, Guyana, Irak, İran, Kamerun, Katar, Kazakistan, Kırgızistan, Komorlar, Kuveyt, Libya, Lübnan ) en önemlisi de ülkemizdeki her kademeye devasa sınırsızca kolu olan bir ahtapotu kontrol altında tutup her anını faaliyet aşamalarını takip edeceği ve olurda hesapta olmayan bir şey olur, proje sekteye uğrar, başına bir şey gelir diye rahat yönetim ve mağdur edebiyatı yapabileceği yere aldılar. Hatta Fetöcü Terör Örgütleri altın çağını sürerken niye gelmiyorlar diye sorgulanmalar olduğunda orayı Müslümanlaştırıyor cevabına şahit olanlar çoktur. Rahmetli Ecevit‘in bir sözü vardır. Öcalan’ı teslim alınca bunu bize niye teslim ettiler, hala anlamadım demiştir. Bunu söyleyen ülkenin başbakanı olduğundan dolayı kurulan oyunda o zamanlarda ne derece piyon olduğumuzu göstermektedir.

Fetö Terör Örgütü (Fetöcüler) Türkiye’de 2002 yılında yaşanan iktidar değişimi ile başlayan süreçte devlet içindeki tasfiyelerle en yoğun şekilde her kademede teşkilatlanmaya başladı. Kurulan kumpaslarla, farklı yöntemlerle tasfiyeler gerçekleştirip, atamalar yaptırıldı. En alt makamlardan en üst makama kadar sıfırdan dizayn edildi. Fetöcüler siyasi ve askeri alanda en ücra taşralardaki devlet kurumlarında hizmet adı altında faaliyetler gerçekleştirildi. Devlet içi faaliyetlerden ziyade iş dünyası (Fetö’cü iş adamı), spor, eğitim medya yani bir ülkenin tüm faaliyet alanlarına sorumlu imamlar atanarak bu imamları kimi resmi görevde kimisi ise bir şekilde kurumlarla ilişkili bireyler olurdu. Sınırsız güç destek olarak ve karşı müdahale olmayarak yapılan muhalefet bile onların yani Fetö‘cülerin ve Fetö’cü iş insanları’nın değirmenine su taşıdı. Ele geçirilen devlet ve devlet dışı alanların en öncelikli olanlarından tek tek ayrı ayrı başlıklar altında analiz etmek gerekmektedir.

Etiketler: FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ (FETÖ)’NÜN TÜRKİYE’YE EMPOZE ETMEYE ÇALIŞTIĞI ILIMLI İSLAM PROJESİ NEDİR?, ABD, Fetullahçı Terör Örgütü, Amerika Birleşik Devletleri, Yeşil Kuşak Doktrini, Fetöcü Terör Örgütü, Dünya, Radikal islam, Kominizm, İslam Ülkeleri, Devlet, Fetöcü cemaat, Türkiye, 15 Temmuz, Darbe, Irak, Kestinazi, Saddam, Şeyh, Ilımlı İslam Projesi, Fetö ve Fetöcü Militanlar, sosyolojik, ekonomik, 4.dünya ülkesi, ehli sünnet, beyin yıkama, hak din, semavi 3 din, batıl inançlar, tarihi, teolojik, savaş, fetö propogandası, pkk, örgüt, propogandası, pkk terör örgütü, fetullah gülen, öcalan, ecevit, fetöcü iş adamı, fetöcü iş insanları, M.E.K

FETÖ (FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ)'NÜN EYLEMLERİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN ELE GEÇİRİP, DİZAYN ETTİĞİ FAALİYET ALANLARI.

FETÖ (FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ)’NÜN EYLEMLERİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN ELE GEÇİRİP, DİZAYN ETTİĞİ FAALİYET ALANLARI.

1- FETÖ’NÜN DEVLET YAPILANMASINDAKİ SİYASİ OLUŞUMU

Fetö yapılanması hakkındaki yazımın başında da belirttiğim gibi teolojik ve ideolojik olarak iktidar ile aynı hedefi şiar edinmiş olduğundan dolayı uluslararası ulus içindeki suç ortaklarının eğilimleri birlikte hareket edilmesi telkinleri iktidara gelin diyalog neticesi ile kurulan ittifakın sınırsız hareket alanı ve korunma elde edilmesi, ilerleyen zamanda da Başbakanlıktan, Cumhurbaşkanlığı’ndan önce Pensilvanya’dan icazet alınmaya başlanması millet vekilliği ya da siyasi kadrolaşmalardaki faaliyet alanlarında devletin siyasi yönetimdeki belli kişiler hariç yani lideri ve bir kaç kişi hariç herkesin biat ettiği döneme getirildi. Fetöcü iş insanlarının dershane olayı patlak verene kadar ki yönetim lider kadrosu daha önce ittifakın bozulduğunun Fetöcü‘lerin gerçek amaçlarının ortaya çıktığının kesinlikle farkındadırlar. Ama Türkiye öyle bir güç kazanmıştı ki ve gelinen noktada ipler tamamen koparılmayıp üst kadrolarda iktidar savaşı olarak kalması gerekmekteydi. Bu gücü kim yönetecek, iplerin tamamen kopması demek ülkenin Fetö‘cüler nazarında çöküş demekti. Örneğin iki öz kardeşin devletin en üst kadrolarında görevliyken biri iktidarı, diğeri Fetö’cü hain örgütü desteklemekteydi. O dönemde Fetö’cüler ile topyekün savaşın başlatılmasının neticesinin nelere sebep olacağı, bu örnekle net bir şekilde ortaya konulmaktadır. Nitekim Fetö Terör Örgütü ile alakalı 15 Temmuz’a kadar top yekün temizlik yapılmadı. Çünkü her yerde akıl almaz şekilde kriptolarından, mahremlerine ve Fetöcü iş adamları kadar vardılar. Örneğin C.başkanı‘nın yaveri silahla yanına girebilen kişi Fetö Terör Örgütü’ne mensuptu. Karlov suikasti bizlere çok şey anlatır. Mankutlaştırılmış özel yetiştirilmiş, devlet başına yaver yapılan, emir geldiği zaman o silahı devlete de doğrulturdu, neticede alırdı. Ama ALLAH işte tuzak kuranların en hayırlısıdır, onların da tuzaklarını başlarına çaldı.. Netice itibari ile Fetö Terör Örgütü’nün Siyasal alandaki faaliyetleri ile ülkedeki tüm gündemi ve sistemi yıllarca yönettiler. Devlet‘teki her faaliyet alanlarında birbirleriyle sıkı sıkıya bağlı, ayrılmaz ilişki içinde amaçlarını gerçekleştirdiler. Fetöcü iş adamları bunu da yapabilmelerinin en önemlisi siyaseti ele geçirmekti. Neticede alıp yıllarca yönettiler. Hem de bunlara ideolojik olarak düşman olan siyasi kişiler bile bilmeden hain Fetö Terör Örgütü’nün amaçlarına hizmet edici politikalar üretip muhalefet edip siyaset yaptılar. Toplumca bilinen en belirgin birkaç örneğine değinmek gerekirse… MİT tırları, MİT başkanının ifadeye çağrılması, açılım sürecinin sabote edilmesi, Ergenekon, balyoz davalarındaki süreçte yaşananlar, Hrant Dink Suikasti, Danıştay saldırısı, Rus uçağının düşürülmesi, Uludere faciası… Bu yaşanan olaylardaki yapılan muhalefet bu hainler sözde ve Özde düşman olanların yaptıklarına bugün arşivleri açıp bakın nasıl onların amaçları doğrultusunda planlarının gerçekleştirilmesi için zemin hazırlamıştır. Bu da aleni bir şekilde görülecektir, böyle olunca Fetöcü hainlere de hamleler yapıp Siyaseti dizayn edip, politikaları yönetmek kalmıştır. Sonuç olarak devlet büyüklerimiz farkına varana kadar. Teolojik, ideolojik yapı olarak da siyasi olarak da düşmanları da dahil o adamların emellerine gerçekleştirmelerine zemin hazırlayıp, fırsat alanları sundular. Devletlerde Siyaseti yöneten ülkedeki her şeyi herkesi yönetir. Siyasetin anlamı ve tarihine baktığımızda insanları yönetme sanatı olduğunu görmekteyiz. Düşmanlarımız da bu sanatı çok iyi icra ediyorlar. İçimizden devşirdikleri uşaklar bile bu sanatı uygulamayı öğretiyorlar.

Etiketler:FETÖ (FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ)’NÜN EYLEMLERİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN ELE GEÇİRİP, DİZAYN ETTİĞİ FAALİYET ALANLARI, Fetö yapılanması, teolojik, ideolojik, iktidar, başbakanlık, c. başkanlığı, pelsilvanya, milletvekilliği, devletin siyasi yönetimi, fetöcü iş insanı, fetöcüler, 15 temmuz, karlov suikastı, ALLAH, fetö örgütü, fetöcü iş adamları, mit tırları, mit başkanı, ergenekon, balyoz, hrant dink suikastı, danıştay saldırısı, rus uçağı düşürüldü, uludere faciası, fetöcü hainler, insanları yönetme sanatı, FETÖ’NÜN DEVLET YAPILANMASINDAKİ SİYASİ OLUŞUMU

FETÖ (Fetö Terör Örgütü) YAPILANMASINDA ORDU VE EMNİYET TEŞKİLATI

FETÖ (Fetö Terör Örgütü) YAPILANMASINDA ORDU VE EMNİYET TEŞKİLATI

Fetö Terör Örgütü’nün en basit tabiriyle devlet içerisindeki silahlı kanadını oluşturmaktadır. Malesef ki içeriği bu kadar basit değil, terör örgütleri tarihinde örgütlerin silahlı kanatları dağ da, şehirdeki gettolarda, finans kuruluşlarında Fetöcü iş adamı kılığında, yabancı ülkelerde çeşitli örgüt kalıplarındadır. Fetö Terör Örgütü’nde ise devletin bizzat içindeydi. Bunun nasıl bir şey olduğunu 15 Temmuz bize acı bir şekilde yaşayarak anladık. Bu acıyı ve ülkenin ipten dönüşünü bize yaşatanların bu kurumlarda nasıl örgütlendiğini çok iyi bakıp anlamak lazım. Yıllarca şanlı ordumuzun %80’i halkın %80’inden dini, ideolojik, güven veren, benim ordum, mehmetçiğim dedirtip dört elle sarılacağı yapıda olmayıp halkın ordusu politikaları üretmeyip halktan kopuk yönetilmesi Fetö Terör Örgütü’nün çok silahlı kanadının oluşmasını sağladı. Şöyle ki peygamber ocağı dediğimiz, ALLAH ALLAH nidaları ile Savaşan atalarımızdan bu yana İslam Sancağının Sancaktar olan ordumuz da yemekten sonra ALLAH’ımıza hamdolsun bile denilmemekteydi. Aylarca yıllarca ister zorunlu ister kadrolu askerlik olsun yemekten sonra Allah’ımıza hamdolsun diyenlerin üstlerinin onlara neler yaptığı çok iyi bilinmektedir. Zorunlu askerlikte 18 ay veya dönemlerde süre farklı olsa da ordu’ya katılan Mehmetçik‘e neler yapıldığını o dönemleri yaşayan herkes biliyor. Teskere alınıp sivile döndü mü bunun etkileride çok iyi biliyor. Namaz bile kıldırılmayan bir ordumuz vardı. Kadrolu olarak katılıp, halktan gelenler de aynı şiddette baskı görüyordu. Yıllarca Ordu’nun ülke yönetimindeki etkisi yaptıkları darbe zamanları olsun normal seçimle başa gelen halkın istediği siyasetler olsun uzun yıllarca yaptıklarından dolayı ailelerde yetişen asker olmak isteyen yeni nesillerde de fetönün bürünmüş olduğu kılıftan dolayı katılımlar da örgüte (Fetö) yoğunlaştı. Ordu’nun müslümanlaştırılması ateistlerden halkına zulmedenlerden tavizleri olarak lanse edilen Fetönün (Fetö Terör Örgütü) ordu içindeki silahlı kanadını oluşturma amacı başarıya ulaştırıldı. Ordu’nun her kademesine nüfus edip mankutlaştırıldıkları militanlar girmiş oldu. Mankutlaştırılmamış olanlar ise yukarıda belirtmiş olduğum nedenlerden dolayı kutsal bir amaca hizmet ediyorlar kılıfıyla destek oldular. Ve halkın politize olmamış ideolojik olarak aşırılaşmamış kesimi olan %60’lık halk kesiminin bir kısmından destek bir kısmından sempati alındı. Ufak bir kısmı ise kötünün iyisi denilerek sadece izlendi. Fetö Terör Örgütü’nede her istediğini yapma fırsatı doğdu. Böylece siyaset, ordu, emniyet, yargı, iş adamları (Fetöcü) birleşmesi ile var olan eski rejim zihniyetine sahip ve eski zulümlere imza atan kadrolar temizliği gerçekleşti. Ve bir kısmı da cezalandırdılar. Operasyonlarına başlanınca bunlara karşı olan ve amaçlarını gerçekleştirmek istedikleri makam mevkide olanları da bu operasyonlara katarak Türkiye’de (Adana, Adıyaman, Afyonkarahisar, Ağrı, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Balıkesir, Bartın, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Hatay, Iğdır, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kırıkkale, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Şırnak,Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Uşak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak) %10’luk kesim hariç hiçbir tepki de almıyorlardı. Çok ufak eleştiriler olsa da, etkili değildi. Halkın bezmiş olduğu yıllarca gitmelerini istedikleri kişilerin rejim yanlılarını temizliyorlardı gerçi işin aslı eski zulmü yapanlar da fetöyü yönetenler de aynı kişiler. Tavşana kaç, Tazıya tut diyen asli düşmanlarımız. Bu kişiler bunları bildikleri halde en büyük hizmetkarınız biziz demekten vazgeçmiyorlar. Güç hırsı böyle bir şey büyük şeytanın hizmetkarı olup, aynı yatağı paylaşanlar finalde kaybedeceklerini bildikleri halde kendilerini büyük şeytanın hizmetine sunan FETÖ ve üst düzey Fetöcüler sırf güç desteği için en aşağılık şeyleri dahi yapıyorlardı. Ordu içindeki subayların Fetöcü olduklarının anlaşılmaması için yaptırdıkları takiye olarak adlandırılan aslında İslam’ın kalbine soktukları bir hançerdi. Yapılan bu aşağılık taktikler, tüm toplumca da bilinmektedir. İçimin yandığı en üzüldüğüm konuda bu aşağılık eylemlerini ülkenin en parlak masum temiz genç beyinliler ve güzel Anadolu’nun şerefli haysiyetli ailelerinin duygularını sömürerek yapmalarıdır. Hala da az da olsa devam etmektedirler. Neticede kanayan yara olan geçmiş rejimin oligarşik bir yapı tarafından yönetilmesinin halkımızda açtığı yarayı iyileştireceğiz diyerek aslında oligaşik yapının kullanımı dolduğunda bunların hizmet ettiği aynı odağa hizmet amaçlı faaliyet gösteren, bu hain örgütün ordumuzun içinde silahlı kanat olarak, her kademesinde hatta devlet başkanı yaverine kadar mevkileri sızmasıyla ordumuzun ele geçirilme projesi başarılmaya çalışılmıştır. Önemli oranda Fetö Terör Örgütü’nün iç işlerindeki emellerini gerçekleştirmek herkese her yere sınırsız operasyon yapabilecekleri emniyet teşkilatının ele geçirilmesi eski rejimde olan işkence olmayacak rüşvet dönmeyecek suçsuz insanlara suç yıkılmayacak ve diğer iç işlerinde emniyette dönen yozlaşmış düzen düzeltilecek ve düzeltiliyor propagandası ile emniyet teşkilatının ele geçirilerek ülke gündemine oturan tüm operasyonları gerçekleştirdiler. Bunların başına yansıyan gündeme gelen herkesçe bilinmektedir. Ya afişe olmamış, bilinmeyenleri ise daha can alıcıdır. Bu ülkede dokunulmaz olanlara operasyon yapılamayacakları cezaevlerine (Ankara 1 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara 2 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara Çocuk ve Gençlik (Genç erkek), Ankara Kadın Kapalı (Kız çocuk), Antalya E Tipi ceza infaz kurumu, Antalya L Tipi ceza infaz kurumu, Ardahan Kapalı ceza infaz kurumu, Artvin Kapalı ceza infaz kurumu, Aydın Kapalı ceza infaz kurumu, Bafra Kapalı ceza infaz kurumu, Bakırköy Kadın Kapalı  (Kız çocuk), Balıkesir Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (E) Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (H) Kapalı ceza infaz kurumu, Ceyhan Kapalı ceza infaz kurumu, Çanakkale Kapalı ceza infaz kurumu, Çankırı Kapalı, ceza infaz kurumu,  Hatay Kapalı ceza infaz kurumu, Hınıs Kapalı ceza infaz kurumu, Iğdır Kapalı ceza infaz kurumu, Isparta Kapalı ceza infaz kurumu, İnebolu Kapalı ceza infaz kurumu, İskenderun Kapalı ceza infaz kurumu, Kahramanmaraş Kapalı ceza infaz kurumu, Karabük Kapalı ceza infaz kurumu, Karaman Kapalı ceza infaz kurumu, Karataş Kadın Kapalı  (Kız çocuk) ceza infaz kurumu, Kars Kapalı ceza infaz kurumu, Kartal Kapalı ceza infaz kurumu, Kastamonu Kapalı ceza infaz kurumu, Kayseri Kapalı ceza infaz kurumu, Maltepe 2 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Maltepe 3 No lu L tipi ceza infaz kurumu, Manisa Kapalı ceza infaz kurumu, Mardin Kapalı ceza infaz kurumu, Mersin Kapalı ceza infaz kurumu, Metris 1 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Metris 2 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Midyat Kapalı ceza infaz kurumu, Muğla Kapalı ceza infaz kurumu, Muş Kapalı ceza infaz kurumu, Nazilli Kapalı ceza infaz kurumu, Nevşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Niğde Kapalı ceza infaz kurumu, Oltu Kapalı ceza infaz kurumu, Ordu Kapalı ceza infaz kurumu, Osmaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Ödemiş Kapalı ceza infaz kurumu, Paşakapısı Kapalı  (Memur) ceza infaz kurumu,  Şebinkarahisar Kapalı ceza infaz kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Boyabat Kapalı ceza infaz kurumu, Burhaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Çarşamba Kapalı ceza infaz kurumu, Develi Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Tunceli Kapalı ceza infaz kurumu, Yalvaç Kapalı ceza infaz kurum.) arttılar. Devleti yönetenlerin bile bazen müdahale edemediği operasyonlar tutuklamalar gerçekleştirildi. Genelkurmay başkanının tutuklanması, başbakanlığın dinlenmesi, Mite operasyon çekilmesi, ve sayısızca operasyon yapanlar normal halka fetöcülerin ele geçirmek istedikleri alanlarda faaliyet gösteren iş insanı olsun, memur olsun, legal, illegal olanlar da olsun. Neler yapmadılar ki, Karlov suikasti bizlere çok şeyler anlatır. 15 Temmuz hain darbe gecesi sonrası olması özellikle hala tek emirle devletin silahlı güçlerinin içinde kendisini ölüm fedaisi yapacak millitanrılarının olduğu göstergesinin ispatıdır ki Hükümetin 15 Temmuz gecesi emniyet teşkilatının içindeki Fetöcüler’in %70’inin temizlenmiş olmasına rağmen ki öyle olmamış olsaydı, 15 Temmuz gecesi yaşananların seyri çok farklı gelişirdi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün önündeki hainlerin tankının içinden çıkan eski polis mensubunun olması bunu bize net bir şekilde göstermektedir. Bunlar gibileri emniyetten temizlenmeseydi müdürler, amirler olarak görevde olsalardı o zaman kayıplarım da devletin aldığı hasar da çok çok daha ağır olurdu. 15 Temmuz sonrasındaki top yekün temizlikten sonra bile adamlar rus büyükelçisini polis görevlisine öldürttüler. Bu suikastın şifrelerinin mesajını amacını net bir şekilde ortalama zekaya sahip herkes anlamaktadır. Emniyet teşkilatı ile ilgili başlığımızdan sonra devletten çok halkın her kesiminin canının yandiği yargı organına geçerken Fetöcü polislerin siyasi ve devlet kurumları ile ilgisi olmayan normal halktan yüzlerce kişinin üzerlerine ne suçlar yakılıp mahkumiyetler verilip, hayatlar tarumar edilip, cezaevlerinde (Ankara 1 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara 2 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara Çocuk ve Gençlik (Genç erkek), Ankara Kadın Kapalı (Kız çocuk), Antalya E Tipi ceza infaz kurumu, Antalya L Tipi ceza infaz kurumu, Ardahan Kapalı ceza infaz kurumu, Artvin Kapalı ceza infaz kurumu, Aydın Kapalı ceza infaz kurumu, Bafra Kapalı ceza infaz kurumu, Bakırköy Kadın Kapalı  (Kız çocuk), Balıkesir Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (E) Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (H) Kapalı ceza infaz kurumu, Ceyhan Kapalı ceza infaz kurumu, Çanakkale Kapalı ceza infaz kurumu, Çankırı Kapalı, ceza infaz kurumu,  Hatay Kapalı ceza infaz kurumu, Hınıs Kapalı ceza infaz kurumu, Iğdır Kapalı ceza infaz kurumu, Isparta Kapalı ceza infaz kurumu, İnebolu Kapalı ceza infaz kurumu, İskenderun Kapalı ceza infaz kurumu, Kahramanmaraş Kapalı ceza infaz kurumu, Karabük Kapalı ceza infaz kurumu, Karaman Kapalı ceza infaz kurumu, Karataş Kadın Kapalı  (Kız çocuk) ceza infaz kurumu, Kars Kapalı ceza infaz kurumu, Kartal Kapalı ceza infaz kurumu, Kastamonu Kapalı ceza infaz kurumu, Kayseri Kapalı ceza infaz kurumu, Maltepe 2 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Maltepe 3 No lu L tipi ceza infaz kurumu, Manisa Kapalı ceza infaz kurumu, Mardin Kapalı ceza infaz kurumu, Mersin Kapalı ceza infaz kurumu, Metris 1 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Metris 2 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Midyat Kapalı ceza infaz kurumu, Muğla Kapalı ceza infaz kurumu, Muş Kapalı ceza infaz kurumu, Nazilli Kapalı ceza infaz kurumu, Nevşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Niğde Kapalı ceza infaz kurumu, Oltu Kapalı ceza infaz kurumu, Ordu Kapalı ceza infaz kurumu, Osmaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Ödemiş Kapalı ceza infaz kurumu, Paşakapısı Kapalı  (Memur) ceza infaz kurumu,  Şebinkarahisar Kapalı ceza infaz kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Boyabat Kapalı ceza infaz kurumu, Burhaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Çarşamba Kapalı ceza infaz kurumu, Develi Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Tunceli Kapalı ceza infaz kurumu, Yalvaç Kapalı ceza infaz kurum.) insanlar çürütülmekteydi.

Etiketler: 2-FETÖ (Fetö Terör Örgütü) YAPILANMASINDA ORDU VE EMNİYET TEŞKİLATI, Fetö Terör Örgütü, Devlet, Terör Örgütleri Tarihi, fetöcü iş adamları, fetöcü iş insanları, 15 temmuz, şanlı ordu, peygamber ocağı, ALLAH, Zorunlu askerlik, Fetö, ideoloji, emniyet, yargı, Türkiye, Şeytanın hizmetkarı, fetöcü üst düzeyler, oligarşik, devlet başkanı, ülke, karlov suikasti, mit operasyonları, 15 temmuz gecesi, emniyet teşkilatı, Fikir Klübü

TERÖR ÖRGÜTÜ'NÜN TÜRKİYE YARGI SİSTEMİNDEKİ HAİN FAALİYETLERİ

TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN TÜRKİYE YARGI SİSTEMİNDEKİ HAİN FAALİYETLERİ

Adalet herkese bir gün lazım olacak kurumdur. Bu organ toplumun kanayan en çok acıtan yarasıdır. Eski rejimdeki sistem olsun fetöcülerin dönemindeki haksızlıkları yaşayanlar bu acıları bilir. Bir devlette halkın canını en çok acıtan yerin yargı olmasının nedeni ister suçlu olsun ister suçsuz olsun, herkes o kapıya adaletin sağlanacağı umudu ile ve bu yöndeki tarifsiz hislerle gider. Netice itibari ile oradaysa bekledikleri adaleti bulamayınca ve orada güçlülerin lehine hükmedildiğini görünce umutları ve inancı yıkıma uğrar acısı da her şeyden çok ağırdır. Şöyle ki: Yargıya gitmeden öncesindeki hareket işitse ve bu tarzda tüm olumsuz şeyleri yaşamış dahi olsa hiçbir şeyin etkisi tam hissedilmez. Çünkü adaletin sağlanacağa yere gitmeyi bekliyordur. Orada yıkılınca o devletin ve halkın haline Fetöcüler’in yargısı da işte böyle çok büyük acılara imza attılar. Verdikleri kararlarla suçsuz kişileri hayatlarını geleceklerini çaldılar. Ailelerin perişan olmasına sebep oldular. Suçlu olanlarınsa hak ettiklerini kat ve kat fazla cezalar vererek zalimce kararlarla hayatlarını bitirdiler. Gerçekten de suçlu olup ta kendilerinden olanlara veya kullandıkları kişiler olsun yakınları olsun Fetö Terör Örgütü’nden icazet almış olanlara ise çok büyük suçları bile yanlarına kar kaldı. Bunu da bu haksızlıkları adaletsizlikleri yaşayanlar iyi bildikleri için. Daha çok acı verdi. İronik olacak bir örnek var. Ülkemize mal olmuş bir film senaryosu var. Pardon filmi isminde, suçsuz yere yıllarca hapis yatıp pardon demişti, bu filmde asıl can alıcı nokta sistemin nasıl olduğudur. Adeta yıllarca bu filmin biraz daha değiştirilmiş halini yaşadık ülkece. Ve tüm medyada da izledik. Pardon filminde eski rejimdekiler tarafından yönetenlere atıf yapılarak işkence, cezaevi (Ankara 1 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara 2 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara Çocuk ve Gençlik (Genç erkek), Ankara Kadın Kapalı (Kız çocuk), Antalya E Tipi ceza infaz kurumu, Antalya L Tipi ceza infaz kurumu, Ardahan Kapalı ceza infaz kurumu, Artvin Kapalı ceza infaz kurumu, Aydın Kapalı ceza infaz kurumu, Bafra Kapalı ceza infaz kurumu, Bakırköy Kadın Kapalı  (Kız çocuk), Balıkesir Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (E) Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (H) Kapalı ceza infaz kurumu, Ceyhan Kapalı ceza infaz kurumu, Çanakkale Kapalı ceza infaz kurumu, Çankırı Kapalı, ceza infaz kurumu,  Hatay Kapalı ceza infaz kurumu, Hınıs Kapalı ceza infaz kurumu, Iğdır Kapalı ceza infaz kurumu, Isparta Kapalı ceza infaz kurumu, İnebolu Kapalı ceza infaz kurumu, İskenderun Kapalı ceza infaz kurumu, Kahramanmaraş Kapalı ceza infaz kurumu, Karabük Kapalı ceza infaz kurumu, Karaman Kapalı ceza infaz kurumu, Karataş Kadın Kapalı  (Kız çocuk) ceza infaz kurumu, Kars Kapalı ceza infaz kurumu, Kartal Kapalı ceza infaz kurumu, Kastamonu Kapalı ceza infaz kurumu, Kayseri Kapalı ceza infaz kurumu, Maltepe 2 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Maltepe 3 No lu L tipi ceza infaz kurumu, Manisa Kapalı ceza infaz kurumu, Mardin Kapalı ceza infaz kurumu, Mersin Kapalı ceza infaz kurumu, Metris 1 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Metris 2 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Midyat Kapalı ceza infaz kurumu, Muğla Kapalı ceza infaz kurumu, Muş Kapalı ceza infaz kurumu, Nazilli Kapalı ceza infaz kurumu, Nevşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Niğde Kapalı ceza infaz kurumu, Oltu Kapalı ceza infaz kurumu, Ordu Kapalı ceza infaz kurumu, Osmaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Ödemiş Kapalı ceza infaz kurumu, Paşakapısı Kapalı  (Memur) ceza infaz kurumu,  Şebinkarahisar Kapalı ceza infaz kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Boyabat Kapalı ceza infaz kurumu, Burhaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Çarşamba Kapalı ceza infaz kurumu, Develi Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Tunceli Kapalı ceza infaz kurumu, Yalvaç Kapalı ceza infaz kurum.) yönetimleri, ve adaletsizlikler anlatılmaya çalışılmıştır. Bunlarda ise çok az kişilere yapılanlar hariç işkence yoktu. Cezaevi şartları belki yaşamsal olarak biraz daha iyileştirilmişti. Ama daha beteri vardı “Kalem” bu dünyadaki en büyük silah, bu silahın da kendi emelleri doğrultusunda Fetöcüler çok güzel kullandılar. İstedikleri gibi suçlar üretip, deliller yapıp, bir A4 kağıdı bir adet kalemle hayatlar bitirildi. Topluma mal olmuş büyük davalar herkesçe bilinmektedir. Özel yetkililer, süper savcılar, yıllarca sadece kurguyla tutuklu yatırılıp hayatını bitirip o da tiplerin de yoğun baskıda kafayı yedirtip insanları mağdur ettiler. Bunlardan birisi de merhum dava adamı ehlisünnet‘in Cumhuriyet sonrası, ilk ve son çileli sesi kumandan Salih MİRZABEYOĞLU‘dur. F tiplerinde yaklaşık 17-18 yıl tek kişilik hücrelerde yıpratılmaya ya ve kutsal Büyük Doğu hareketini engellemeye çalıştılar. Ağırlaştırılmış müebbetlerle, binlerce yıllarla insanlar sindirilerek kapatılan dosyalar infaz edildi. Hala binlerce suçsuz yere yatanlar daha da cezaevlerinde yatmaktalar. Fetöcülerin yargı ayağı topluma mal olmuş güçlü kişilere binlerce sayfalık iddianamelerle hükümlerle veya üç kişinin bile bir araya getirilip Çete yapılmasına kendilerine karşı olan herkesin finalinin ya terör örgütü ya da Çete kapsamında zindanları boylamalarına az çok herkesçe bilinmektedir. Sadece yaşayan kişiler ve ailelerinin bilebilecekleri topluma mal olmamış gölgede kalan yapılanları belirtmek istiyorum.

Fetö (Fetö Terör Örgütü)’nün polis, jandarma, yargı üçgeninde normal halktan kişilere yaptıkları bu kişiler ister görevli ister suç dünyası’nda faaliyet göstermiş kişiler olsun Fetöcü Polislerin çok şahıs yakalayıp işlem yapmak rütbe ve ödül almak ve siyasetin devletin içinde üst düzey toplantılarda yakalamak verilerini göstererek toplumu suçtan koruyoruz huzurlu toplum tarzında söylemlerle her devlet yöneten yöneticilerin olmasını istediği söylemlerle düzenlerini sürdürdüler. Bu düzende de yapılanlardan birkaç örnek vermek istiyorum. Resmi polis arabası ile gezen üç Fetöcü Polislerin ister daha önceden suçlu olsun, olmasın emniyet teşkilatındaki tabirle kaplama yapmaları özellikle varoş suç yoğunluğunun çok olduğu bölgelerde, yolda gidiyorsunuz sizi “asayiş uygulaması“ için durdurdular. Üst araması GBT sorgu derken suç atıyorlar. Siz istediğiniz kadar feryat edin bu da memura mukavemetten bir dosya daha olmuş oluyor. Çok sinirlendirirseniz ilk önce rüşvet teklif etti bırakmamız için, kabul etmeyince karşı geldi diyerek toplamda üç dosyanız olmuş oluyor. Karakola götürüyorsunuz, bir A4 kâğıt bir adet tükenmez kalemle her şey bitiyor. Karakoldaki amirin de Fetöcü olup olmaması fark etmiyor. Potansiyel suçlusunuz. Sizi gözaltına alanlar tutanağı tutup karakol teslimini yapıp tekrar görevine gidecekler. Sözde hakkımızı koruyorlar. Tutanaklarda yazılanlara gelirsek gözaltına alındığı saat, tarih, yer, adreste asayiş uygulaması yaptığımız sırada daha önce o bölgede suç işlendiği ihbarlarındaki tariflerdeki şahıslara benzediğimizden dolayı şu isim-soy isim şahsı durdurmamız neticesinde yapılan aramada saklamaya çalıştığı ama yakaladığınız hangi suç eşyası ise belirtilerek ve parada katılması gerekiyorsa yine üzerinde bulunan suçtan elde edildiği düşünülen denilerek falanca miktardaki paraya el konulmuştur. Bu parayı da bize rüşvet olarak teklif etmiştir. Kabul etmememiz neticesinde de mukavemete başladığı sözlü orantılı güç kullanılmak zorunda kalındığı derdest edildiğiniz yazılıyor. Orantılı güçte ilk alındığınız yerdeki üzerinize suç yıkıldığını anladığınız da verdiğiniz tepkiden dolayı yediğiniz dayağın hastane raporlarında belirli olacağından dolayı yasal bir kılıftır. Netice itibari ile biraz daha yaşanılanları süsleyip bir adet A4 kağıdında hayatınızdan çok uzun yıllar çalınıp, tüm düzeniniz yıkılıyor, böylelikle de sizi karakola teslim edip, gidiyorlar sonrası karakol prosedürü başlıyor. Avukatlar, ifade yani olayın haticesi ertesi gün savcıya çıkartılıyorsunuz, ne anlatırsanız boş işler Fetöcü olsun ister Fetöcü olmasın istisnalar hariç potansiyel suçlusunuz. Ülkemizin adaletli, şerefli savcısıyla garibim tutuklamaya sevk etse adaletine sığmaz, etmese her gün böyle yüzlercesi geliyor. Hangi birini bırakacak, açığa alıp makamından ederler. Tutuklamaya sevk ettiği kişiler ise Sulh ceza Mahkemesi içinde yukarıda söylediklerim aynen geçerlidir. İstisnalar hariç böyle dosyalarda geceyi cezaevi karantinasında sonlandırıyorsunuz. Yani sonun başlangıcı evresine geçiyorsunuz. Ölümden önceki son durak. Genel yargılama aşamasıysa avukat tutmak, delil sunmak sadece prosedür gereği, çok güçlü kuvvetli yerlerde kimseniz yoksa geçmiş olsun. Bu tür dosyaların %80’i o dönemlerde mahkumiyetle sonuçlanmıştır. Şöyle ki yargılayan Fetö Terör Örgütü mensubu, Yargıtay’da cezayı onaylayan Fetöcü cezayı yatsan da halkın gariban avam tabakası, açıklanan hüküm ise çok uzun yıllar mahkumiyet. Bu sistemin başka işleyiş yönleri de var ama genel olarak budur. Müştekili suçlarda biraz daha değişik oluyor. Önceden bu tarzda suçlardan sabıka varsa önceki tarihlerde yapılan faili meçhullerin müştekileri çağırılıyor. Yönlendirme ile teşhis ettiriliyor. Kaleme almış olduğum yaşanan olayların ispati ise yıllardır Türkiye’de (Adana, Adıyaman, Afyonkarahisar, Ağrı, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Balıkesir, Bartın, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Hatay, Iğdır, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kırıkkale, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Şırnak,Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Uşak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak) yaptıkları ve yaşananlardır. İkincisi ise bir gecede beş bin hakim, savcının ihraç edilmesi ve sonradan alınan kriptolar, açığa alınan asker ve polislerdir. Bir de darbeden sonra Türkiye (Ankara 1 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara 2 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara Çocuk ve Gençlik (Genç erkek), Ankara Kadın Kapalı (Kız çocuk), Antalya E Tipi ceza infaz kurumu, Antalya L Tipi ceza infaz kurumu, Ardahan Kapalı ceza infaz kurumu, Artvin Kapalı ceza infaz kurumu, Aydın Kapalı ceza infaz kurumu, Bafra Kapalı ceza infaz kurumu, Bakırköy Kadın Kapalı  (Kız çocuk), Balıkesir Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (E) Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (H) Kapalı ceza infaz kurumu, Ceyhan Kapalı ceza infaz kurumu, Çanakkale Kapalı ceza infaz kurumu, Çankırı Kapalı, ceza infaz kurumu,  Hatay Kapalı ceza infaz kurumu, Hınıs Kapalı ceza infaz kurumu, Iğdır Kapalı ceza infaz kurumu, Isparta Kapalı ceza infaz kurumu, İnebolu Kapalı ceza infaz kurumu, İskenderun Kapalı ceza infaz kurumu, Kahramanmaraş Kapalı ceza infaz kurumu, Karabük Kapalı ceza infaz kurumu, Karaman Kapalı ceza infaz kurumu, Karataş Kadın Kapalı  (Kız çocuk) ceza infaz kurumu, Kars Kapalı ceza infaz kurumu, Kartal Kapalı ceza infaz kurumu, Kastamonu Kapalı ceza infaz kurumu, Kayseri Kapalı ceza infaz kurumu, Maltepe 2 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Maltepe 3 No lu L tipi ceza infaz kurumu, Manisa Kapalı ceza infaz kurumu, Mardin Kapalı ceza infaz kurumu, Mersin Kapalı ceza infaz kurumu, Metris 1 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Metris 2 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Midyat Kapalı ceza infaz kurumu, Muğla Kapalı ceza infaz kurumu, Muş Kapalı ceza infaz kurumu, Nazilli Kapalı ceza infaz kurumu, Nevşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Niğde Kapalı ceza infaz kurumu, Oltu Kapalı ceza infaz kurumu, Ordu Kapalı ceza infaz kurumu, Osmaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Ödemiş Kapalı ceza infaz kurumu, Paşakapısı Kapalı  (Memur) ceza infaz kurumu,  Şebinkarahisar Kapalı ceza infaz kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Boyabat Kapalı ceza infaz kurumu, Burhaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Çarşamba Kapalı ceza infaz kurumu, Develi Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Tunceli Kapalı ceza infaz kurumu, Yalvaç Kapalı ceza infaz kurum.) yaşanan içler acısı durum vardır. Yakalanma ve mahkumiyet aşamasına kadar ki kişilerin hepsi Fetö Terör Örgütü Mensubu olmasına rağmen bu kişilerle beraber mahkum edilen kişiler aynı cezaevlerinde yatmaktadırlar. Fetö Terör Örgütü’nün bu yaptıkları hukuk ve konularla ilgili akademik bir makale yazmak gerekir ki yeniden yargılanma olsun, hukuki tüm konular anlaşılsın.

Fetö Terör Örgütü’nü başımıza bela edenlerin ülkesinde ise bir polis şefinin soruşturma ile ilgili sahte delil ürettiği anlaşılınca 30 yıllık görevinde tüm müdahil olduğu dosyalar yeniden incelemeye alınıp yeni yargılama yapılmaktadır. Bizde ise ayyuka çıkmış adaletsizlikler, yargı sistemi çöker, veya başka parametrelerden dolayı göz ardı ediliyor. Netice itibari ile Fetö Terör Örgütü’nün yargı yapılanmasının ülkemize yaptıklarının bir kısmını kaleme almaya çalıştım. Ülkemizin adalet sisteminin ne derece yara aldığının siz değerli Fikir Klübü okuyucularının takdirlerine sunarım.

Etiketler: TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN TÜRKİYE YARGI SİSTEMİNDEKİ HAİN FAALİYETLERİ, adalet, yargı, suçlu, fetöcüler, pardon filmi, hapis, ceza infaz kurumları, cezaevi şartları, özel yetkili süper savcılar, dava adamı, kumandan salih mirzabeyoğlu, büyük doğu hareketi, çete, terör örgütü, infaz, polis, jandarma, suç dünyası, asayiş uygulaması, gbt, sulh ceza mahkemesi, fetö terör örgütü mensubu, yargı sistemi, fikir klübü

FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ'NÜN MEDYA YAPILANMASININ TÜRKİYE TOPLUMUNU, DİZAYN ETMEK İÇİN YAPTIKLARI PROPAGANDALARIFETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN MEDYA YAPILANMASININ TÜRKİYE TOPLUMUNU, DİZAYN ETMEK İÇİN YAPTIKLARI PROPAGANDALARI

Fetö Terör Örgütü (P.Y.D)’nün medya yapılanması herkesçe bilinen Samanyolu TV ve Zaman gazetesi ile başlarsak, siyaset, askeriye, emniyet, yargı yapılanmalarını yapmış olduğu tüm faaliyetleri toplama yaptıkları yayınlarla haklı doğru gösterip, çeşitli propaganda teknikleri ile desteklenmesini ses çıkarılmamasını sağladılar. Bu ülkede kitleleri normal halkın özellikle bizim gibi ülkelerde politize olmamış %70 halk kesimini beyinlerini düşüncelerini yönlendirip etkileyebileceğin alan medyadır. Fetöcüler bunu da yaptılar. Örneğin zaman gazetesi Fetöcü olanlar veya sırf ona yardım etmek isteyenler abone oluyorlardı. Ama adamlar ücretsiz olarak adreslere bırakıyorlardı. Metropol’de Anadolu’da 81 ilimizde (Adana, Adıyaman, Afyonkarahisar, Ağrı, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Balıkesir, Bartın, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Hatay, Iğdır, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kırıkkale, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Şırnak,Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Uşak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak ) bunu yaptılar. Hafta sonu hariç normal halk kesiminden olan kaç kişinin evine gazete alınıyor. Ki düşünün siyasi gündemi takip ediyor. Veya politika ve devlet yönetimini iktidar güç savaşı’nın oyunlarının bilincinde. Hal böyle olunca da her gün kapınıza kadar gelmiş olan içinde ülkenizin örf, adet ve ahlakına aykırı olmayan gazeteyi evinize alıp okursunuz. Ev ahalisinden gazeteyi gören herkes bir göz gezdirir. Yapılan yayınlardan da etkilenir. En düşük seviyede olsa bile. Bir de başka kanallardan yönlendirici doğru haber iletimi alınmıyorsa o propagandaya inanıp beynine işler. Bir de diğer yapılanmalar da bahsettiğim üzere eski rejime savaş açmış çürümüş devlet yapılanması ile savaş veren olarak kendilerini lanse ettiler. Zamanla o yayınlarda yapılan diğer örgüt propagandalarına da kanarsınız. Tabi günümüzde teknolojik gelişmeler sosyal medya ve diğer platformlar gelişimi çok az diye bilgiye erişim kısıtlıydı. Bir de ana akımı medya içinde de olan TV kanallarındaki yayınlar ( haber, dizi, belgesel, tartışma programları) olsun herkes o dönemde bu kanalı açıp izlemişizdir. İlgimizi çeken bir yayınsa izlemişizdir. İster bağımsız TV olsun, ister siyasi amaçlı bir yayın yapan TV kanalı olsun hiçbir program istisnalar hariç sadece reyting ve reklam geliri için yapılmaz, hepsi özellikle çalışılmış izleyici yönlendirme, beyne gönderme düşünceleri etkileme amaçlıdır. O program izleyen herkesin neyi düşünmesi hedefleniyorsa o yönde yayın yaparak, istedikleri konuyu kitlelere düşündürüyorlar, nasıl düşüneceği ise kişinin kendisini ilgilendirir. Türkiye’deki TV kanallarında yapılan yayınlardan sadece birisinden örnek verirsek konu anlaşılır. Meşhur Hollywood filmlerinden adamların 90’larda yaptığı filmler bile hala ülkemizde üst sınırlarda izleyici bulabilmektedir. Bu filmlerle ABD’nin üst düzey propagandası, algı operasyonları yapılmaktadır. Çoğu da CIA ve diğer şer yapılanmalarının tek elinde ve desteğinde çekilmiştir. Bunlar da sayısızca ilgilenmesine rağmen ülkemizde hala 30 yıl önceki filmleri üst sıralarda izleyici bulabilmektedir. Yani adamlar da tarihe karışan propagandaları bile biz de hala devam etmekte, o kadar ki geri kalıp yönetiliyoruz. Beyniniz ve zihniniz ele geçirilmiş. Kendi ülkelerinde ise bunların hiçbiri yayınlanmaz, yeni nesil versiyonları olsa yine gam yemeyeceğim güncel bazı şeyler içermesinden onları bile hiç yoktan izleyicinin bilgi edinme aracı göreceğim. Bizde durum böyleyse diğer gelişmiş ve gelişmemiş olan Müslüman ülkelerinin vay haline Fetö Terör Örgütü’nün medya yapılanmasında yaptıklarında bilinmesi gereken bir hususta onlardan olmadığı zannedilen aslında onların propaganda yayınlarını yapan sözde tamamen aykırı ideolojik görüşte oldukları bilinen yazılı ve görsel medya platformlarında yapılan ve ülke gündemine oturan yayınlar herkes tarafından Hatırlanmaktadır. 15 Temmuz hain saldırı sonrasında belgelerle ifşa olan platformlar öğrenince toplumun çoğunluğu şok yaşamıştır. Sözde düşman ideolojilerde oldukları bilinenlerin aslında danışıklı, dövüşüklü oldukları anlaşılmıştır. Fetö Terör Örgütü olsun, başka örgütler olsun veya devletlerin istihbarat örgütlerinin medya yapılanmalarında yaptırdıkları yayınları çok iyi analiz ederek bakmak lazım. Toplumumuzu bunlardan da korumamız gerekir.

Etiketler: FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN MEDYA YAPILANMASININ TÜRKİYE TOPLUMUNU, DİZAYN ETMEK İÇİN YAPTIKLARI PROPAGANDALARI, fetö terör örgütü, PYD, Samanyolu tv, zaman gazetesi, siyasi, askeri, Emniyet yapılanması, propaganda, fetöcüler, gazete, devlet yönetimi, devley yapılanması, savaş, örgüt, sosyal medya platformu, tv. kanalları, abd, cia, müslüman ülkeler, 15 temmuz hain saldırısı, istihbarat

FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ'NÜN TÜRKİYE'DEKİ EĞİTİM ÖĞRETİM YAPILANMASI

FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN TÜRKİYE’DEKİ EĞİTİM ÖĞRETİM YAPILANMASI

Değerli “Fikir Klübü” okuyucularımız bir terör örgütünün can damarını oluşturan varoluşunun devamını ayakta kalmasının prometizlerinin ilk sırasında olanı milîtanrıları mankutlaştırma radikal örgüt ideolojisinin inşasına başladıkları alandır eğitim. Ve bu eğitime, resmi eğitim katarak istedikleri gibi eğitim tamamlanmış kalifiye nitelikli radikal örgüt mensubu yetiştirilmiş oluyor, bunların da istedikleri alanlarda devlet veya devlet dışı sektörlere hizmetli olarak yerleştirip eylemlerini gerçekleştirmektedirler. Temel eğitimin ilk etabından son etabı olan üniversite eğitimi de dahil kurdukları eğitim kurumlarıyla çok uzun yıllar yeni nesil örgüt mensubu yetiştirdiler. Bu kurumlar yetmeyip dershanelerle kendilerininkinin dışındaki kurumlarda eğitim gören düşük başarıya sahip olanları da burada eğittiler özellikle dershanelerde kendi kurumlarının dışında eğitim alanlara ayrı özen gösterip başarılı olmaları sağlandı ve örgüt ideolojisi oluşturuldu, bu da kendilerinde ailelerinde çevrelerinde de örgüte katılma da pozitif yönde yetki oluşturuldu örneğin Yks sınavına katılmış başaramamış kişilere çaldıkları soruların cevaplarını normal ders yapılıyormuş gibi o soruların cevaplarının konularını yoğun olarak çalıştırmaları neticesinde gelen başarıdır. Ve kendi kurumlarında radikal örgüt ideolojisi ile yetiştirdikleri kişileri ister ÖSM‘nin sınavları olsun ister görev yaptıkları yerdeki kurum içi sınavların cevapları olsun. Gizlilik yeminleri ettirerek, başarılı olmaları sağlandı. Bu kişilerin başarılı olduğunu gören kişiler de örgüt artı başarı demek algısı oluştu. Her kesimden de katılımlar sağlandı maddi durumu olmayanlar da orta derecede desteklerle, bir nevi Fetö Terör Örgütü nüfusuna geçirildi. Bağlı oldukları örgüt (Fetö) abileri izin vermeden dahi aileleri ile görüşemediler. Kolejlerle, özel üniversitelerle gelir seviyesi yüksek kişilerin çocuklarını örgüt üyesi yapıldı. Bir nevi iş dünyasındaki faaliyet gösteren ailelerin çocuklarını ele geçirerek ailelerin içlerindeki yönetime ortak oldular. Adamlar eğitim sistemini öyle bir ele geçirdiler ki ülkede yetişecek parlak zekalar olsun yeni nesil çekirdekler başlayarak kendileri için yetiştirdiler. Bu kişileri ülkemizin devlet ve devlet dışı alanlarının hepsinde örgüte hizmet ettirdiler. Sınırsız kalifiye eleman yetiştirme alanı buldular. Atalarımızdan bu yana kurulan devletimizin hiç birindeki örgütler böyle militan yetiştirme razkanına sahip olamadılar. Fetö Terör Örgütü’nün temelini de bu oluşturmaktadır. Zaten iktidar örgüt savaşının perde arkasında devam ederken iktidarın dershaneler kapatılacak kararı savaşın patlak vermesine neden olmuştur. Fetö Terör Örgütü’nün ve gelecekte kurulacak örgütlerle mücadelenin başarıya ulaşması için eğitim alanının devlet tarafından çok çok iyi yönetilmesi ülkemizin evlatlarının çok iyi eğitilip yetiştirilmesi gerekmektedir.

Etiketler: FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN TÜRKİYE’DEKİ EĞİTİM ÖĞRETİM YAPILANMASI, Fikir Klübü, terör, örgütü, radikal örgüt ideolojisi, devlet, üniversite, eğitim, yeni nesil örgüt mensubu, iş dünyası, iş insanı (fetöcü), fetöcü iş adamı

FETÖCÜ İŞ ADAMI, FETÖNÜN TİCARİ YAPILANMASI, FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜNE HİZMET EDEN İŞ İNSANLARI (FETÖCÜ İŞ İNSANLARI)

FETÖCÜ İŞ ADAMI, FETÖNÜN TİCARİ YAPILANMASI, FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜNE HİZMET EDEN İŞ İNSANLARI (FETÖCÜ İŞ İNSANLARI)

Fetöcü İş Adamları (Fetöcü İş İnsanı) Fetö Terör Örgütü’nün adeta hiç kurumadan çağlayan gibi akan para musluklarının ana kaynağı olan ticari alanlardaki faaliyetlerinin şah damarını oluşturan (Fetöcü İş Adamları)’dır. Kurulduğu yıllardan bu yana Türkiye’de ticareti yapılan her alanda ekonomik faaliyet göstermişlerdir. Mahalle arasındaki bakkaldan tutun da, uluslararası ticaret yapan holdinglere kadardır. En alttan yazarak başlarsak ülkemizin her kesiminden esnafın öğrenci okutup, İslam davasına neferler ülkemize parlak gençler yetiştiriliyor diye yardımlar yapıldı. Bir de örgüte katılan kişilerin ailelerinin ticari alandaki faaliyetlerine destek oluyorlardı. Bankalardan krediler verip, diğer Fetöcü ailelerin ve örgütün kendi bünyesinde yaptırdığı ticaret ağlarından network kurulması sağlanıyor. Böylece 15 Temmuz gecesine kadar her ticari alanda büyüyerek sınırsız sıcak para getirisi sağlandı. Fetö Terör Örgütü’nün ticari faaliyet kademesi üç aşamalıdır.
1- Belirttiğim üzere esnaf kısmı.
2- Bir üst aşama şirketleşmiş, kurumsal faaliyet alanına geçiş yapan elit kesimden gelip, beyaz ve mavi yakalıları bünyesinde barındıran kesimdir.
3- Holding olan patronlar kesimidir. En tehlikeli kesim de bunlardır. Parayı götüren Sefa‘yı süren tüm dünya ile ticaret yapıp, faaliyet gösteren Fetöcü iş insanı (Fetöcü iş adamları) ve uluslararası çevreleridir.

Fetö Terör Örgütü uluslararası alanda faaliyet gösteren Fetöcü iş insanı (Fetöcü iş adamları) finansal olarak bu kadar büyük bir kitleyi yönetmelerini ana nedeni de Yahudilerin sistemini çağırmaktadır. Şöyle ki Yahudi ırkı tarih boyunca hep yerlerinden sürülmüş dünyanın dört bir yanına dağılmışlardır. Bu da onlara dünya ticaretinin yönetilmesinin kapılarını açmıştır. Akrabalarıyla yaptıkları ziyaretler sırasında bulundukları ülkeler arasındaki ticareti yapılacak emtiaların farkına varıp, ve bu ticareti adeta sıfır risksiz yapmışlardır. Birbirlerine olan aidiyetlerinden dolayı sağlıklı net neticelenmiştir. İşte Fetöcü iş insanı (Fetöcü iş adamları) da aynı bu şekilde büyümüşlerdir. Örgütün dünyanın her yerine dağılan örgüt üyelerinin (Fetöcüler) aracılığı ile adeta dünya ticaretini network ağına kurmuşlardır. Örgüt bağından dolayı da normal kişinin karşılaşabileceği sorunları minimum derecede olmuştur. Bir de uluslararası sistemi yöneten güçlerin, nasıl ki sınırsız Yahudilere destek verdilerse, fetö terör örgütüne de aynı şekilde köstek olmayıp, destek olmuşlardır. Fetö Terör Örgütü mensupları da Yahudiler gibi nasıl ki Yahudiler yaptıkları her ticarette bulunduğu ülkede çok İsrail’e siyoniz’me vergi verdilerse Fetöcü iş adamları’da ülkemizden çok fetöye vergi verdiler. Hatta bazı Fetöcü iş insanı (Fetöcü iş adamları) tüm gelen parayı fetöye akıttılar. 15 Temmuz (hain darbe) gecesinden sonra kayyum atanan holdinglerde el üstünkörü bir göz bile gezdirmek bile yetmektedir. Ticari boyutun ne kadar büyük evrelere ulaştığının anlaşılması için yeterlidir. Bunun da madalyanın görünen yüzü olduğunu unutmamak lazımdır. Çok uzun yıllarca bu ulusal ve uluslararası ticaret getirisinin Fetö terör örgütü tarafından kullanılarak sınırsız para gücü ve Fetöcü iş insanı (Fetöcü iş adamları) ile kendilerine hareket alanı kurdular bu paranın miktarını hesaplamak imkansızdır. Ama bir devletin gayrisafi milli hafızasına eşdeğer seviyelerde olduğu aşikardır. Bir de Fetö Terör Örgütü’nün diğer terör örgütlerinden avantajı da sınırsız resmi ticaret yapılabilmeli ve gelen paraların da üst kesim ve bir alt kademesi hariç minimum derecede harcanması, herkes de örgütün parasını harcamak kullanmak yerine örgüte destek sağlama amacı vardır.
Hal böyle olunca da nasıl bir maddi gücü yönettiklerini anlamak zor olmasa gerek. Fetö Terör Örgütü’nün mali yapısının en büyük bir kısmını oluşturan ticaret alanı ile ilgili yapısının bir kısmı böyledir sadece çok özel bir ehil kişilerden ekip kurulup bu alanın çok iyi araştırılıp deşifre edilmesi lazımdır. Araştırma sırasında siyonizm ve Yahudilerin, meşhur 13 ailenin uluslararası sistemin parasını yöneten güçlerin sistem sistemler ile Fetö Terör Örgütü’nün sisteminin çok çok benzerlikler olduğunu bazılarının da bağlantılı olduğu tespit edilecektir.

Etiketler: FETÖCÜ İŞ ADAMI, FETÖNÜN TİCARİ YAPILANMASI, FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜNE HİZMET EDEN İŞ İNSANLARI (FETÖCÜ İŞ İNSANLARI), Fetöcü iş adamları, fetöcü iş insanları, fetö terör örgütü, uluslararası ticaret, fetöcüler, yahudi ırkı, network, hain darbe 

FETÖ (PYD) TERÖR ÖRGÜTÜ'NÜN SPOR CAMİASINI ELE GEÇİRME PROJESİ

FETÖ (PYD) TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN SPOR CAMİASINI ELE GEÇİRME PROJESİ

Fetö Terör Örgütü’nün Türkiye’de popüler olan ve halktan gelen her kesimin yapabileceği spor branşlarının hepsindeki futbolcuların dini aidiyetlerini kullanarak bir şekilde onlardan destek yardım Fetö Terör Örgütü’ne pasif üye olarak Fetöcü iş adamları ile katılımları sağlandı. Spor branşlarıyla ilgili devlet kurumlarına kendi Fetöcü iş insanı yerleştirdiler, özellikle spor kulüplerine kendi işadamlarının yönetici olmaları sağlandı. Esnaf kesimi ise üye ve kongre üyesi yaparak örgütlenme sağlandı yönetici olanlarla devlet kurumlarındaki militanlarla aktif olarak görüşüp spor camiasında yapmak istediklerini yaptılar. Özellikle futbol camiasında TFF ve diğer branşların resmi kurumlarında ele geçirilip sahte şike operasyonlarına imza attılar. Operasyonlar neticesinde kulüp yönetimleri komple ele geçirilip tamamen spor camiası Fetö Terör Örgütü’ne bağlandı. Hatta Fenerbahçe Spor Başkanı’nın yapılan şike operasyonundan sonra veciz bir sözü vardır. “Ne şikesi kardeşim ülke elden gidiyor.” Demiştir. Kimsenin söyleyemediği sözü söylemiştir. Türkiye’nin en büyük spor kulüplerinin yönetimini ele geçirmek futbol ekonomisini yönetmek camiaya gönül vermiş üst düzey kişilerle sürekli iletişimde olarak, taraftar gruplarından sempatizanlar devşirmek aynı zamanda Türkiye’nin en güçlü STK’ları olan futbol kulüplerinin ele geçirilip, her yönüyle konvoyu oluşturabilecek olan bu gücü hedefleri doğrultusunda kullanmak, diğer alanlara nazaran örgüt burada başarılı olamadı. Spor camiasının ileri gelen kesiminin eğitim ve ekonomileri ve çeşitli nedenlerden dolayı belli bir sosyal çevreden geldikleri içindir ki tam örgütlenip ele geçiremediler, netice itibari ile Fetö Spor Faaliyetlerinde örgütün amaçları doğrultusunda yıllarca eylemde bulundular. Başarılı oldukları da oldu hüsrana uğradıkları da.

Etiketler: FETÖ (PYD) TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN SPOR CAMİASINI ELE GEÇİRME PROJESİ, Fetö Terör Örgütü, şike operasyonu, fetöcü iş adamı, fetöcü iş insanı, devlet kurumları, spor camiası, futbol camiası, Fenerbahçe spor klübü, Türkiye

ORGANİZE SUÇ ÖRGÜTLERİ, MAFYA, YERALTI DÜNYASI, ÇETELER, ÇIKAR AMAÇLI SUÇ ÖRGÜTÜ MAFYA BABALARI, MAFYA GRUPLARI, İLLEGAL SUİKAST TİMLERİNİN FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ’NDEKİ BAĞLARI

ORGANİZE SUÇ ÖRGÜTLERİ, MAFYA, YERALTI DÜNYASI, ÇETELER, ÇIKAR AMAÇLI SUÇ ÖRGÜTÜ MAFYA BABALARI, MAFYA GRUPLARI, İLLEGAL SUİKAST TİMLERİNİN FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ’NDEKİ BAĞLARI

Fetö (PYD) Terör örgütünün siyasi terör örgütleri dışında kalan ( organize suç örgütleri, mafya grupları, yeraltı dünyası, çeteler, çıkar amaçlı suç örgütleri, mafya babaları, illegal suikast timleri) yer dünyasıyla ilgili bağlantıları yeri geldiği zaman siyasi bağlantı olmadan Türkiye’nin gündemini belirleyici siyaseti ve siyasi dosyaları etkileyebilecek suikast girişimlerinde bulunduğu organize suç örgütleri, mafya grupları, illegal yapılar kime neye hizmet ettiğini bilmeden her eylemi yaptırabilecekleri kullanıma elverişli mafya tetikçilerinin buldukları yerdir suç dünyası… Şu da unutulmamalıdır ki kayıt dışı ekonominin ana damarıdır suç dünyası. Örgütte olan parada fazla önemi olmasa da ama militanrıları için çok büyük bir posta sektörüdür, yeraltı dünyası öncelikle bilinmesi gereken bir şey daha Fetö Terör Örgütü’nün suç dünyası ile ilişkili olduğu çok uzun yıllar boyunca hiç bilinmedi. Aksine tamamen karşı oldukları biliniyordu. Örgüt mensuplarının ve sempatizanlarının çoğu bile böyle bilmekteydi. Ama gerçek çok farklıydı. tipik fetö taktiği bu alanda da kendini gösterdi. İnsanlar gerçeği anlayana kadar, geçmiş olsun her şey bitmiş oluyordu. Suç dünyasını iki aşamalı olarak belirtmek gerekir. Birincisi siyasetin ülke gündeminin suç dünyasıyla nasıl etkilenlendirilip, dizayn edildiği. Örneğin Hrant Dink Suikasti işlendiği andan itibaren Türkiye gündemine oturan siyasi otoriteye etkisi ve devletteki sonuçları çok iyi bilinmesi gerekir. O dönemi yaşayan bu makamdaki ve bürokrasideki kişilerin gerçekten yaşananları anlatırlarsa gerçekler anlaşılır. 17 yaşında neyi niçin yaptığını kime hizmet ettiğini bile bilmeyen bir çocuğa İstanbul’un göbeğinde siyasi cinayet işletenler suç dünyasından kullandıkları kişilerle bunları yaptırdılar bunun gibi bilinen bilinmeyen ne cinayetler işlendi. Kimlere ne mesajlar verildi, özel mesajlar içeren ne eylemler yaptırdılar ve Hrant Dink Suikasti’nde olduğu gibi kimsede bunlarla yani Fetöcüler’le ilişkilendirmedi. O dönem kaç kişi diyebilirdi ki Fetöcü’lerin parmağının olduğunu aksine, bunlarla mücadele ediyorlar diye bilinmekteydi. FETÖ’nün suç dünyasındaki ikinci ilişkisi ise çeteler, organize suç örgütleri, uluslararası uyuşturucu baronlarına verdikleri gizli dokunulmazlık zırhıdır. Şöyle ki özel yetkili savcıların haber alma elemanı diye sisteme kaydettirilip, kendi mallarını yakalatıp, devlete çalışıyor dedikleri baronlar aslında özgürce uluslararası uyuşturucu ticareti yapılmasını sağladılar. Fetöcü’lerden özel kurulmuş polis ve jandarma ekiplerinin bu baronlarla yaptığı işbirliği neticesinde, yakaladıkları uyuşturucunun kendi adamlarından ihbarcı göstererek yakalanan malın değeri üzerinden aldıkları ikramiyenin meblağları çok yüksek derecelerdedir. Ayrıca süsleme haber alma elemanı olarak kaydettirmedikleri kişilerin veya kayıtlı kişilerin olsun besledikleri çetelerin, mafyaların, suç örgütlerinin ve yeraltı dünyasına mensup kişilerin rakiplerini de piyasadan temizleyerek hem kendi adamlarına hareket alanı, hem de rant alanlarını genişlettiler. Hem de halka devlete hizmet ediyoruz, kılıflarını cila çektiler algısal olarak… Fetö (PYD) Terör Örgütü’nün suç dünyasında yaptıklarının bir kısmı belirttiğim gibidir. Bu örneklerden yola çıkarak sayısızca yaptıkları suikastleri tahmin etmek zor olmasa gerekir.

Değerli “Fikir Klübü” okuyucularımız Fetö Terör Örgütü’nün yapısının ve yaptıklarının faaliyet alanlarının bir kısmını kaleme aldığım bu yazımda dinimiz, halkımız, vatanımız, devletimiz ve tüm Müslüman ülkelerde (Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Fas, Irak, Cibuti, Katar, Kuveyt, Libya, Lübnan, Mısır, Moritanya, Somali, Sudan, Suriye, Suudi Arabistan, Tunus, Türkiye, Umman, Ürdün, Yemen Arap Cumhuriyeti ve Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti.) halklar için oynanan oyunların kurucularının ve yapılarının ne boyutlarda olduğunun içimizden kimleri devşirip kullandıklarını bir nebze de olsa yazmaya çalıştım, bunların farkında olarak, geleceğimizi inşa etmemiz lazımdır, bunu başarmak için yapılması gereken ise en başta eğitim, bilim ve diğer parametrelerin en iyi şekilde kullanılıp, yeni nesiller yetiştirilmelidir. Yoksa uşakların isimleri yapıları değişir, bugün Fetö ve Işid var, yarın bir başka örgüt yine bize yapmak istediklerini yaparlarsa sonuç yine aynı olacak son olarak İslam ümmeti için kurulması elzem olan ehl-i sünnet ışığında siyaset üstü bir hilafet makamının kurulması şarttır. Şöyle ki: dinimize sokulmaya çalışılan bidatların Işid, Fetö ve diğer saygısızca kurulan örgütlerin dinimizi kullanarak insanların dini inançlarını aidiyetlerini sömürüp kullanmalarının önüne geçmek için doğru İslam’ı anlatıp İslam Birliği’nin sağlanması için bu makam şarttır. Tüm İslam ülkelerindeki gerçek alim zatlar bir araya getirilip bir şura kurularak aynı zamanda beraber yönetilen sistemli yapı kurulacak, tamamen siyaset dışı olup sadece dini emirleri hak olarak söyleyip bağımsız bir şekilde İslam’a hizmet edip, bu iblislere de fırsat vermeyecektir. Bu konu başlı başına bir makale ve akademik çalışma konusu olduğundan dolayı kısaca değinmek istedim. Tüm “Fikir Klübü” okuyucularına saygı ve sevgilerimle.

 

Emrah Sağlık              

www.musabyasiozen.com.tr

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yasir

AMMAR B. YASİR

AMMAR B. YASİR

Eğer cennette doğup orada yetişip, sonra da bir nur ve ziynet olarak yeryüzüne gönderilen insanlar olsaydı, bunlar Ammar B. Yasir annesi Sümeyye, babası Yasir olurlardı herhalde…

Fakat niçin “olsaydı” diyoruz ki… Böyle bir varsayım da niçin bulunuyoruz ki, Yasir ailesi gerçekten cennet halkındandır.

Hz. Peygamber onlara:

“Sabredin, ey Yasir ailesi! Varacağınız yer cennettir “! Derken teselli olsun diye konuşmuyor, bilakis bildiği ve gördüğü bir gerçeği dile getiriyordu.

Ammar B. Yasir’in babası Yasir Bin Amir, memleketi olan Yemen’den ayrılmış, bir dost ve kardeş bulma ümidiyle yollara koyulmuştu…

Mekke‘yi beğenmiş ve oraya yerleşmişti. Ebu Hüzeyfe Bin Muire’nin himayesinde orayı vatan edinmişti.

Ebu Hüzeyfe onu cariyelerinden Sümeyye Bin ti Hayyat ile evlendirmişti. Daha sonra bu kutlu evlilikten Ammar B. Yasir dünyaya gelmişti…

Yasir ailesi erken dönemde Müslüman olmuş ve Allah‘ın hidayete erdirdiği o kutlular kervanına katılan ilklerden olma şerefine ermişti. Ve ilk müslümanların başına gelen, Kureyş’in o acıklı azabından paylarına düşeni fazlasıyla almıştı… O sıralar Kureyş, Müslümanları sindirmek için her türlü çareye başvuruyordu.

Eğer Müslüman olan kişi zengin ise, onu tehditle sindirmeye çalışıyorlardı. Ebu cehil zengin bir Müslümana rasladığında: “senden daha hayırlı olan babalarının dinini terk ettin… Seni akılsızlıkla suçlayacağız. Şerefini beş paralık edeceğiz… Ticaretine engel olacağız, iflas edeceksin .” şeklinde sözler söyleyerek psikolojik savaş yapıyordu…

Öte yandan eğer Müslüman olan kişiler, Mekke’nin fakir, zayıf ve köle insanlarıysa, bunlara karşı daha şiddetli sindirime hareketleri uygulanıyordu…

Ammar b. yasir

YASİR ailesi bunlara işkence etme görevi, Mahzumoğulları’na verilmişti…

Bu insanlar, Yasir ailesini her gün Mekke’nin yakıcı sıcağına çıkarırlar ve akla, hayale gelmeyecek işkenceler yaparlardı.

Bu azap işkenceden Sümeyye‘nin payına düşen, gerçekten korkunç ve akıllara durgunluk verecek şiddetteydi. Sümeyye‘nin o vakit gösterdiği azim ve kararlılıktan, ileride Müslüman kadınların durumunu anlatırken bahsedeceğiz. Şimdilik şu kadarını söyleyeyim ki, İslam şehidi Sümeyye‘nin o gün gösterdiği cesaret, abartısız beşer tarihinde bir eşi ve benzeri daha görülmemiş değerdeydi.

Bu azim ve kararlılığı sayesindedir ki, Sümeyye her asır ve zamanda müminlerin gönlünde şerefli bir anne olarak taht kurmuştur.

Resulullah (S.a.v) Yasir ailesinin işkence edildiği yere gelir, bakar; fakat o gün için elinde onları kurtaracak bir güç olmadığından çaresiz kalırdı.

Bu tamamen Allah‘ın bir kaderi ve takdiri idi… Bayrağını Hz. Muhammed’in dalgalandırdığı bu yeni din, -Hanif olan İBRAHİM’in dini- arızi ve geçici bir ıslah hareketi değildi.

Bilakis inananlar için bir düsturu ve yaşam biçimiydi…

O halde müminlerin, bu dini, kahramanlıkları ve fedakarlıklarıyla birlikte gelecek nesillere aktarmaları gerekmektedir. Zira din ve akide’nin ayakta durabilmesi, bu şerefli ve yüce fedakarlıklara bağlıdır.

Bu mücadele ve fedakarlıkların her biri, müminlerin kalplerine sürur, gıpta ve sadakat tohumları eken ve onları dinin hakikat’ına erdiren birer nümune-i imtisaldir.

Evet, İslam için kendisini feda edenler vardı ve olmak zorundaydı… Nitekim Kur’an-ı Kerim bir çok ayetinde bu manaya işaret etmiştir:

“İnsanlar, inandık demekle bırakı verileceklerini, imtihana tabi tutulmayacaklarını sandılar?”

“Yoksa siz, Allah içimizden Savaşanlarla savaşmayanları belli etmeden, sebat edenlerle etmeyenleri belirlemeden cennete geri vereceğinizi mi sandınız. “

İlk karşılaştığı gün size gelen musibet, Allah‘ın emriyle idi. Bu, Allah‘ın müminleri ayırt etmesi, münafık olanları da açığa vurması içindi.”

Allah, müminleri sizin üzerinde bulunduğunuz şu halde bırakacak değildir. Nihayet mirası temizlen ayıracaktır.“

“Yoksa siz kendi halinize bırakı verileceğinizi, içinizden cihat edenleri Allah‘ın bilmediğini mi sandınız?”

“And olsun biz onlardan evvelkileri de imtihan etmişizdir. Allah elbette sadık olanları da bilir, yalancı olanları da bilir.”

İşte Kur’an müminlere, fedakarlığın, imanın cevheri ve Özü olduğunu bu şekilde anlatıyor… Ve zalimlerin zulmüne, sabır, sebat ve inatla karşı konulması neticesinde imanın faziletlerinin birer birer ortaya çıkıp şekilleneceğini haber veriyor. Bu şekilde Allah‘ın dini, temellerini sağlamlaştırarak kökleşiyor ve kendisini bu yolda feda ederek nefsini tezkiye eden Allah erlerinin hayatlarından çarpıcı tablolar sunar ve gelecek nesillere yol gösteriyor, ışık tutuyor… İşte Sümeyye, Yasir ve  Ammar B. Yasir‘de kendilerini Allah yoluna adamış, bu mübarek, yüce ve örnek şahsiyetlerindendirler…

Yasir kimdir

Hz. Peygamber’in her gün YASİR ailesinin işkence edildiği yere gidip, onların sebat ve cesaretlerine tanık olduğunu söylemiştik… Onların bu içler acısı durumu karşısında Resulullah’ın yüce kalbi şefkat ve merhamet dolardı. Ama o gün için elinden bir şey gelmezdi

Yine böyle bir günde, Resulullah dönüp gideceği sırada Ammar B. Yasir; “Ya Resulullah! Artık dayanamıyoruz; takatimiz kalmadı!” Diye seslendi. Resulullah da, “sabır! Ey Yasir ailesi! Muhakkak ki varacağınız yer cennettir.” Buyurdu.

Ammar B. Yasir ‘e uygulanan azabı arkadaşları şöyle anlatıyorlar:

Amr B. El-Hakem: “Ammar B. Yasir’e ne dediğini bilmeyinceye kadar işkence edilirdi.” Amr B. Meymun: “ müşrikler Ammar B. Yasir’i ateşle yaktılar. O sırada Resulullah oradan geçmekteydi. Yapılanları görünce elini başına koydu ve “ey ateş! Ammar B. Yasir için serin ve emin ol! Tıpkı İbrahim’e olduğun gibi. “Buyurdu.

Bütün bu işkenceler karşısında Ammar B. Yasir bedenen bir acı ve Istırap duymaktaydı: fakat ruhen rahat ve huzur içindeydi.

Evet… Ammar ruhen rahat ve huzur içindeydi… Ta ki müşriklerin eziyet ve işkencelerin son haddine vardığı o güne kadar. O gün müşrikler, Ammar’a akla hayale gelmedik işkenceler yapmışlar ve Ammar şuurunu kaybetme noktasına gelmiştir. Bu sırada müşrikler ondan kendi ilahlarını hayırla yâd etmesini istediler. Ammar da kendinden geçmiş, şuurunu kaybetmiş bir halde onların dediklerini tekrarladı… Aklı başına gelip durumu fark edince “ben ne yaptım?!“ Diyerek, daha büyük bir acı ve ızdırapla kıvranmaya başladı… İşte o gün bu durumun verdiği azap, müşriklerin tüm işkencelerinden daha ağır gelmişti Ammar B. Yasir’e.

Ammar B. Yasir, “ben böyle bir şeyi nasıl söylerim, bunu nasıl affettirebilirim?!” Düşüncesiyle adeta kahrolmaktaydı. Zira daha önceki eziyet ve işkenceler bedenine dokunurken, bu defa ruhu acı ve israf içindeydi… Zor olan da buydu..

Fakat Allah‘ın lütuf ve merhameti genişti… Nitekim zorlama anında söylenen bu tür sözlerin af olunacağı hakkındaki ayeti kelimeyi inzal ederek Ammar B. Yasir’ ve onun durumunda olanların kalplerine adeta su Serpmişti…

Allah Resulü Ammar B. Yasir’le karşılaştı, Ammar B. Yasir ağlıyordu… Resülullah onun gözyaşlarını sildi ve ona: “müşrikler seni yakaladılar, suya batırdılar, neredeyse nefesin kesilecekti, sen de şöyle şöyle dedin.“ Diyerek onları görmüşcesine anlattı.

Ammar B. Yasir’de cevaben: “Evet, ya Resülullah… “Dedi Allah Resulü de ona: “eğer seni aynı şeye tekrar zorlarlarsa yine onlara aynı şeyi söyleyebilirsin.“ Buyurdu ve şu ayeti kerimeyi okudu.

… ancak kalbi imanla dolu olduğu halde ( kelime-i küfrü söylemeye) zorlanan kişi hariç…

Bu ayetle Ammar B. Yasir rahatladı. Kalbi sükuna erişti. Ruhunu ve imanını yeniden kazandı. Bunun ötesi onun için önemli değildi.

AMMAR B. YASİR’in sebatı karşısında müşrikler çaresiz kaldılar. İstediklerini elde edemeyip, zelil bir halde geri çekildiler…

Hicretten sonra müminler Medine’ye yerleştiler ve İslam toplumunun ilk temelleri burada atılıp, yerleşmeye başladı bu toplum içerisinde Ammar B. Yasir’in müstesna bir yeri vardı..

Allah Resulü onu çok sever, Ashabına onun imanı ve ahlakı ile ilgili övücü sözler söylerdi…

Resülullah onunla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

“Ammar B. Yasir , ağzına kadar, imanla dolu bir insandır.” 

Halid B. Velid ile Ammar B. Yasir arasında cereyan eden üzücü bir olay sebebiyle de Allah Resulü: “Ammar B. Yasir’e düşmanlık eden, Allah’a düşmanlık etmiştir, Ammar B. Yasir’e buğz eden, Allah’a buğz etmiştir. “ buyurmuştu.

Bunun üzerine İslam kahramanı Halit B. Velid, derhal Ammar B. Yasir ‘in yanına gitmiş, özür dileyerek affını istemişti…

Medine’ye hicretlerinin akabinde Müslümanlar hemen bir mescid inşa etmeye koyulmuşlardı. Ashab bir yandan çalışıyor, bir yandan da Ali’nin söylediği şu şiiri tekrar ediyordu

Ayakta ve oturarak

Yahut toz toprak içinde kalarak

Allah’ın mescitlerini onaranlar

Hiç bu şekilde olmayanlarla bir olurlar mı?

Ammar B. Yasir’de mescidin bir tarafında çalışıyor, bir yandan da yüksek sesle bu şiiri okuyordu… Arkadaşlarından birisi, Amar B. Yasir‘in bu sözlerle kendisini ayıpladığını zannetti ve onun hakkında ileri geri konuşarak, ona buğz etti. Bu durum karşısında Allah Resulü: “ Ammar B. Yasir’le ne alıp veremediğiniz var?. O sizi cennete davet ediyor, size de onu cehenneme çağırıyorsunuz. Muhakkak ki Amar B. Yasir bendedir. ( benden bir parçadır).” Buyurdu.

Ammar bin yasir

Resülullah’ın bu derece sevdiği bir insanın, iman, sadakati ve dostluğu da şüphe yok ki kemal noktasında olmalıydı… Nitekim Ammar B. YASİR bu meziyetlere sahip bir kişiydi.

Allah, hidayet ve nimeti ona bolca ihsan etmişti, öyle ki hidayet ve yakındaki derecesi sebebiyle Allah Resulü ona imanını tezkiye etmiş. Ashabına onu örnek göstermiş ve: “benden sonra Ebu Bekir ve Ömer’e tabi olun… Ammar B. Yasir’in ahlakıyla ahlaklanın. “Buyurmuştu…

Raviler onu şu şekilde vasfetmektedirler:

“Uzun boylu, maviye çalan siyah gözlü, omuzları arası geniş, çoğunlukla susan, az konuşan bir insandı.”

Bu vasıflara sahip bir insanın hayatı acaba nasıl geçti?… Muallimi ve önderi Resülullah ile tüm savaşlara katılmıştı. Bedir, Uhud, Hendek, Tebuk ve diğerleri.

Allah Resül’ünün vefatından sonra da Gazvelere iştirak etmişti… İran‘lılarla, Rumlarla ve daha önceki ridde savaşlarında AMMAR B. YASİR hep en ön saftaydı… Allah yolunda cesur, gayretli ve kararlı bir asker… Takva ve vefa sahibi kutlu bir Müslüman…

Müminlerin emri Ömer B. Hattab, Müslümanlar üzerine tayin edeceği valilerini büyük bir dikkat ve titizlikle seçerken, gözleri öncelikle Amar B. Yasir’i arıyordu…

Onu Küfe’ye vali tayin etmiş ve beytülmal’in gözetimini de İbn Mes’ud’la beraber ona bırakmıştı

Sonra da Küfe ehline şu müjdeli mektubu yazmıştı:

“Size Ammar B. Yasir’i vali olarak, Abdullah B. Mes’üd’unda öğretmen ve vezir olarak gönderiyorum. Bu ikisi Muhammed ümmetinin şereflilerinden ve bedir ehlindendirler…”

Ammar B. Yasir, Valiliği sırasında dünya ehline zor gelen bir yönetim takip etti, hatta bazıları kendisine karşı bile geldiler…

Valilik, Amar B. Yasir’in tevazu, zühd ve takvasını artırdı ve o, bu ölçülerden kesinlikle ayrılmadı…

Küfe’de kendisinin çağdaş’ı olan  Ebü’l Huzeyl onunla ilgili olarak şöyle diyor:

Ammar B. Yasir’i valiliği sırasında Küfe çarşısından salatalık satın alıp, sırtına yükleyerek, evine götürürken gördüm… “

Yine Valiliği sırasında halktan biri kendisine: “Ey kulağı kesik! “ diye seslenmişti. ( Ammar B. YASİR Yemame Savaşında bir kulağını kaybetmişti.) elinde güç ve kuvvet olmasına rağmen adama bir şey yapmamış, sadece “beni en hayırlı kulağımla ayıpladın. Zira ben onu Allah yolunda kaybettim…” demekle yetinmişti…

Evet… Yemame Amar B. Yasir’in büyük ve şerefli günlerinden biriydi… O gün Müseylime’nin askerleri ile kıyasıya mücadele etmiş, aslanlar gibi çarpışmış ve bu arada bir kulağını’da kaybetmişti…

Ammar B. Yasir, bir ara müslüman’ların zaafa düştüklerini görmüş ve onların toparlanmaları için elinden geleni yapmıştı. Bu durumu, Abdullah B. Ömer (r.a) şöyle anlatıyor:

“Ammar B. Yasir Yemame günü bir kayanın üzerine çıkmış şöyle bağırıyordu: “Ey müminler, cennetten mi kaçıyorsunuz? İşte ben Ammar B. Yasir‘im, benimle gelin…!” Bu arada Ammar B. Yasir’e baktım, bir kulağının kesilmiş olduğunu gördüm. O ise hâlâ tüm şiddetiyle vurmaya devam ediyordu. “

Evet, Resül-i Azam Muallim-i Kamil Hz. Muhammed (S.a.v)’in büyüklüğünden şüphe eden varsa, onun bu güzide ashabına baksın ve kendi kendine şu soruyu sorsun: “bu derece yüce şahsiyetleri, o büyük muallim ve Resülden başka kim yetiştirebilir?“

Savaşa daldıklarında zaten kazanmaktan öte ölüme gülerek gidiyorlardı…!

Halife ve yönetici oldukları vakit de yetimlerin koyunlarını sağıp, hamurlarını yoğuracak kadar mütevazi ve alçakgönüllü idiler… Ebu Bekir ve Ömer gibi…!

Vali olduklarında da kendi yiyeceklerini kendi sırtlarında taşımışlardı… Ammar B. Yasir gibi… Veya rütbelerini bir yana bırakıp, hurma yapraklarından yaptıkları sepet ve zembil gibi şeylerle geçimlerini temine çalışıyorlardı selman gibi…

O halde gelin, onlara bu şerefi bahşeden dini ve onları terbiye eden Resül‘ü selamlayalım… Öncelikle de onları seçen, hidayete erdiren ve yeryüzünde insanlar için çıkarılmış en hayırlı Ümmet olan bizler için onları Öncü ve rehber kılan yüce Allah’a hamdi ü senalarda bulunalım.

Ashâbın önde gelenlerinden, kalplerin esrarına vukufiyet ile meşhur Huzeyfe B. Yeman ölüm döşeğinde iken, etrafındakiler ona;

“İnsanlar ihtilaf ettikleri vakit kime müracaat etmemizi tavsiye edersin?“ Dedikleri vakit Huzeyfe son nefesi ile beraber şu kelimeleri mırıldandı: “Sümeyye oğlu‘na tutununuz. Muhakkak ki o, ölene kadar haktan ayrılmayacak bir insandır.”

Evet, hak neredeyse, Ammar B. Yasir de oradaydı…

Gelin şimdi hep birlikte onun hayatını biraz daha yakından inceleyelim…

Müslümanların Medine’ye hicretin ilk günleriydi… Müminler vakit kaybetmeden bir mescidin inşasına başlamışlardı. Kalpleri iman ve sevinçle doluydu. Büyük bir aşk ve şevkle çalışıyorlardı. Rablerine karşı hamd ve şükran duyguları içerisindeydiler.

Bir kısmı taş getiriyor, bir kısmı çamur katıyor, bir kısmı da binayı inşa ediyordu. Guruplar halinde arılar gibi çalışıyorlardı. Bir yandan da yüksek sesle şiir okuyorlardı.

“Oturmak yakışmaz bize

Nebi (S.a.v) çalıştığı halde “

Sonra başka bir şiire geçiyorlardı:

“Gerçek hayat ahiret hayatıdır, Allah’ım! Muhacir ve ensar‘a merhamet et!”

Bir başka şiirde de şöyle diyorlardı:

“Ayakta veya oturacak yahut toz toprak içinde kalarak,

Allah’ın mescitlerini onaranlar hiç bu şekilde olmayanlarla bir olurlar mı?”

İnşa edilen Allah‘ın beytiydi… onlar ise sancağı taşıyan ve beyti inşa eden Allah‘ın askerleriydiler.

Allah Resulü de onlarla birlikte taş taşıyor, var gücüyle çalışıyordu… Neşe içinde söyledikleri şiirler, bu işin ne kadar arzu ve istekle yaptıklarını gösteriyordu… Ve gökyüzü adeta bu kutlu insanları taşıyan yeryüzünü kıskanıyordu… Hayat, en güzel bayramlarından birine şahit oluyordu.

Ammar bin yasir kimdir

Ammar B. Yasir‘de ağır taşlar taşıyarak, bu coşkulu topluluk içerisinde üzerine düşen vazifeyi hakkıyla ifa etmekteydi..

Rahmet ve hidayet kaynağı Muhammed (S.a.v), Amar B. Yasir’in bu gayretini yakından izliyor, şefkatle ona yaklaşıyor ve mübarek eliyle, Ammar B. Yasir‘in toz dumana bulanmış başını sıvazlayarak tozlarını silmeye çalışıyordu. Bir yandan da onun nur yüzüne bakarak, etrafındakilerine alçak bir sesle şöyle diyordu:

“Vah Sümeyye’nin oğluna! onu azgın bir topluluk öldürecektir “ önsezi ve ileri görüşlülük bir kez daha kendini gösteriyordu. Bu sırada altında çalışmakta olduğu duvar Amar B. Yasir’in üzerine yıkıldı. Bazı arkadaşları onun öldüğünü zannettiler. Ve acaba biz mi sebep olduk diye endişe içerisinde durumu Hz. Peygamber‘e bildirdiler. Fakat Hz. Peygamber emin bir şekilde onlara şu cevabı verdi:

“Amar B. Yasir ölmedi. Onu azgın bir topluluk öldürecektir. “

Kim bu azgın topluluk? Ne dersiniz? Nerede ve ne zaman öldürecekti Ammar B. Yasir’i?

Amar B. Yasir bu haberi can kulağıyla dinliyordu. Fakat korkmuyordu. Zira o Müslüman olduğu günden beri her an, her vakit, gece gündüz şehadete hazırlıklıydı..

Günler geçti. Devirir döndü. Topluluklar gelip geçti. Hz. Peygamber Refik’i A’la’ya yükseldi ( vefat etti.) yerine Hz. Ebu Bekir geçti. Sonra Ömer halife oldu. Ömer’in akabinde de “zinnureyn” Osman B. Affan hilafete geçti. Bu sıralar İslam karşıtı isyan hareketleri artmış, fitne ve fesat ortalığı kaplamıştı. Bu isyan hareketlerinin ilk kurbanı, Hz. Ömer olmuş ve bu vakitten itibaren de İslam’ın içerisinde yerleşip kök saldı Peygamber şehri Medine’den yükselen fitne ve fesat rüzgârları bütün İslam dünyasını kaplamıştı.

Belki de Hz. Osman’ın yönetim işlerine gereken önemi verememesi ve olayları iyi takip edip değerlendirmemesi sonucu olsa gerek, olayların önü alınamadı ve bu arada Hz. Osman da şehit oldu. Ve Müslümanlar aleyhine fitne kapıları açıldı. Muaviye, Hz. Ali ile hilafet tartışmalarına girdi.

Bu olaylar karşısında ashab farklı guruplara ayrıldı. Bir kısmı bu ihtilaflardan elini eteğini çekerek, evine çekildi ve İbn Ömer’in şu tavsiyesine uydu:

“Haydi namaza diyene uyarım. Haydi feraha diyene de uyarım. Fakat her kim “haydi Müslüman kardeşini öldürmeye ve malını almaya derse, hayır ben yokum!” 

Bir kısmı muaviye tarafını tuttu. Bir kısmı ise, kendisine biat edilen müminlerin emiri Ali’nin tarafına geçti.

O gün Ammar B. Yasir kimin safına katıldı dersiniz?

Resülullah’ın hakkında “Ammar B. Yasir’in ahlakı ile ahlaklanınız.” buyurduğu bu adam, kimin tarafından tutmuştu?

Nebi (S.a.v)’in hakkında, “Ammar B. Yasir’e düşmanlık eden, Allah’a düşmanlık etmiş olur.” Buyurduğu bir insan hangi guruba katılmıştı?

Evinin kenarında sesini işittiği Allah Resul’ünün onun için “merhaba ey temiz, güzel insan! Ona izin verin girsin.” buyurduğu bu kutlu sahâbi o gün kimin safına katılmıştı?

Ali B. Ebu Talib’in…

Evet, o gün Amar B. Yasir, Ali’nin yanında yer almıştı… Taassubundan veya önyargısından değil. Sadece hakka ve ahde olan bağlılığından dolayı.

Ali müminlerin halifesiydi. Kendisine biat edilmişti. Bu işe ehil ve layık olduğu için hilafet makamına getirilmişti.

Ali halifeliğinden önce de sonra da yüksek meziyetlere sahipti. Öyle ki Hz. Peygamber katında onun yeri, Musa’nın katında Harun’un yeri mesafesindeydi .

Haktan bir an bile ayrılmayan Ammar B. Yasir, o gün basiret ve ileri görüşlülüğü ile, hak ve hakikati Ali’nin yanında görmüş ve onun tarafını tutmuştu

Bu durum karşısında Hz. Ali de ferahladı. Zira hak ve hakikat aşığı Ammar B. Yasir kendi tarafındaydı. Demek ki haklı olan kendisiydi.

Ve o korkunç sıffin günü gelip çattı. Hz. Ali bir isyan hareketi olarak telakki ettiği muaviye’ye karşı harekete geçti.

Ammar B. Yasir de yanındaydı.

O gün Ammar B. Yasir doksan üç yaşındaydı. Savaşa gidiyordu. Onun için yaşın önemi yoktu. Savaşı bir sorumluluk ve görebildiği sürece kaç yaşında olursa olsun çıkar, delikanlılar gibi sonuna kadar çarpışırdı. Ammar B. Yasir genelde suskun bir insandı. Fazla konuşmaz, konuştuğu vakit de ancak birkaç kelime söylerdi. Bu da genelde “fitneden Allah’a sığınırım” sözleri olurdu.

Allah Resul’ünün vefatının hemen akabinde de Amar B. Yasir’in bu tazarru ve yakarışları devam etti.

Günler geçtikçe Ammar B. Yasir‘in yakarışları da artıyordu. Sanki ömrünün sonunda, kalb-i pakiyle, gelmekte olan tehlikeyi adeta seziyordu.

Nihayet tehlike çattığında, fitne zuhur ettiğinde Sümeyye‘nin oğlu, o gün nerede duracağını, hangi safta yer alacağını gayet iyi biliyordu. Evet, sıffin Amar B. Yasir doksan üç yaşında olmasına rağmen, inandığı, gönül verdiği hakkın ikamesi uğruna kılıcını çekmiş, yola çıkmıştı

Bu savaşla ilgili fikrini de şu sözleriyle açıklamıştı.

“Ey insanlar. ! Osman’ın intikamını almak için ortaya çıktıklarını iddia eden şu insanlara karşı bizimle birlikte olun. Vallahi onların maksadı, Osman’ın hakkını aramak değildir. Onların tek gayeleri, alıştıkları dünya lezzetlerinden kopmamak ve şehvetleri peşinde koşmaktır. Bunların İslam’da bir öncelikleri yoktur ki, Müslümanlar onlara ne diye itaat etsinler?. Müslümanlar üzerinde velayetleri de yoktur. Bunların kalpleri Allah korkusu nedir bilmez. Allah’a itaat da etmezler.“  Osman’ın intikamını almak istiyoruz.” Diyerek insanları aldatıyorlar. Bunlar ancak zorba ve melik olmak istiyorlar.

Sonra Ammar B. Yasir sancağa eline aldı. İnsanların başları üzerinde dalgalandırdı ve şöyle dedi:

“Nefsim, kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki. Bu sancak altında Resülullah’ın yanında savaştım. İşte bugün yine aynı sancakla savaşa çıkıyorum. Allah’a yemin olsun ki onlar bizi mağlup etseler de kesinlikle biliyorum ki, biz hak, onlar da batıl üzereler. “

Oradakiler Amar B. Yasir’e tabi oldular. Ona inandılar

Ebu Abdurrahman  es-sülemi şöyle diyor:

“Hz. Ali (r.a.) ile birlikte sıffin’e katıldım. O gün Ammar B. Yasir’in tüm savaş alanını dolaşarak çarpıştığını gördüm. Diğer Müslümanlar da ona tabi olmuşlardı. O adeta onlar için bir sancak gibiydi.” 

Amar B. Yasir, bu savaşta öylesine gayret gösteriyordu ki, sanki bu savaşın şehitlerinden birisinin de kendisi olacağını biliyordu.

Hz. Peygamber’in sözleri gözlerinin önünde büyük harflerle dolaşıyordu:

“Ammar B. Yasir’i azgın bir topluluk öldürecektir.” 

Bu nedenle, sesi ufku çınlatıyor, var gücüyle bağırıyordu.

“Bugün Muhammed ve Ashabına sevgi günüdür.”

Bir ara Muaviye’nin bulunduğu alana yaklaştı ve şöyle dedi:

“Sizinle daha önce kuran için çarpışmıştık. Bugünse onun te’vili için çarpışıyoruz. Ve hak yerini buluncaya kadar da çarpışmaya devam edeceğiz.”

Sümeyye

Ammar B. YASİR bu sözleriyle, daha önce Allah Resulü ve asabının, Ebü Süfyan komutasındaki müşriklere karşı yaptıkları savaşı kastediyordu.

O gün onlarla savaşmışlardı. Çünkü Kur-an açıkça müşriklere karşı savaşmayı emrediyordu.

Bugün ise, her ne kadar onlar Müslüman olsalar da, Kur-an‘ı açıkça onlarla savaşmayı emretse de, Ammar B. Yasir‘in içtihadına göre, onlarla savaşmak ve fitne ateşini ebediyen söndürmek gerekiyordu.

Yani dün onlarla dini ve Kur’an ı yalanladıkları için savaşıyorlardı .

Doksan üç yaşındaydı ve ömrünün son savaşına katılıyordu. Muaviye’nin askerleri, “azgın topluluk “ tan olmak istemedikleri için Ammar B. Yasir’den çekiniyorlar, ondan uzak duruyorlardı. Fakat Ammar B. Yasir tek başına adeta bir ordu gibiydi. Bu durum karşısında Muaviye’nin ordusundan bazı askerler onu öldürmek için fırsat kollamaya başladılar. Ve neticede onu öldürdüler.

Ammar B. Yasir’in ölüm haberi kısa sürede etrafa yayıldı. Müslümanlar Medine mescidinin inşası sırasında Hz. Peygamber’in söylediği şu sözleri hatırladılar:

“Vah Sümeyye’nin oğluna!. Onu azgın bir topluluk öldürecek”

Bu azgın topluluğun kim olduğu şimdi anlaşılmıştı: muaviye ordusu.

Bu durum karşısında Ali ve ashabının imanları bir kat daha ziyadeleşti.

Muaviye’nin ordusu ise, Ali’ye katılma eğilimi içerisine girdi. Bu durum karşısında muaviye derhal öne çıktı ve şunları söyledi:

“Evet, Hz. Peygamber’in sözü, Ammar B. Yasir’i azgın bir topluluk öldürecektir. Fakat şunu iyi düşününüz: Ammar B. Yasir’i kim öldürdü? Biz mi? Hayır! Bilakis onu kendi arkadaşları yani birlikte savaştıkları kişiler öldürdü! “

Bu yalan ve yanlış tevil, kalplerinde heva ve heves dolu olan bir kısım insanları etkiledi. Ve savaş bilinen seyri üzere devam etti.

 

Ammar B. Yasir kanlı elbiseleriyle birlikte oraya defnedildi.

Müslümanlar Ammar B. Yasir’in kabri başında şaşkın ve üzgün bir şekilde sıralanmış Amar B. Yasir’in adeta vatanına hasret duyan bir bülbülün sedası gibi söylediği şu sözleri hatırlıyorlardı:

Allah Resulü‘ne ve Ashaba sevgi günüdür.”

Ashabtan biri diğerine, “Medine’de oturduğumuz bir sırada Allah Resul’ünün: cennet Amar B. Yasir’e müştaktı, onu özlemektir.” dediğini duydun mu? Diye sordu. Arkadaşı da “evet, duydum dedi aynı olayı Ali, selman ve Bilal de anlattı. “

Öyleyse cennet Amar B. Yasir‘e  müştaktı. Onu bekliyordu. Ammar B. Yasir ise ahdini ve emanetini en güzel şekilde yerine getirmiş, Allah yolunda üzerine düşen görevi hakkıyla ifa etmiş olarak, gıpta edilecek bir ölümle cennete, o ebedi istirahatgaha doğru yola çıkmıştı.

 

 

 

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

Necip Fazıl

NECİP FAZIL

NECİP FAZIL

Yaşadığımız zamanlar, sonrası ve öncesi… Geçmiş ve gelecek… Şimdi bulunduğumuz anları anlıyoruz, biliyoruz az çok. Ama öncesini bilemiyoruz. Sadece tahminlerimiz var. Bu yüzden geçmiş ve gelecek arasındaki köprülerden faydalanmamız, onların yaşadıklarından ders almamız ve Fikirlerini gelecek için değerlendirmemiz lazım. Hiç kuşkusuz ki en güvenilir ve zamanına göre en dayanıklı köprülerden biri Necip Fazıl Kısakürek’tir.

Yaşadığı zamandan günümüze ışık tutmuştur sanki ve bugünlerde ne olacağının tahmin ve tahlilini o zamanlardan yapmıştır. Şiirlerin‘de ahir Zaman fitnelerini ve ahlak yoksunluğu kinayeli anlatımla dile getirmiştir. Hiç kuşkusuz “iğreniyorum” adlı yazısında yine memleketin o zamanki halinden bahsetmiş ve bize geçmişteki insanlarında gerçek yüzünü göstermiştir. Derinlemesine bakacak, inceleyecek olursak eğer, şimdiki zaman insanlarının o zamandan farkının olmadığını görürüz. Her yılda “ Görmedim, duymadım, bilmiyorum” u oynayan insanlar olduğunu fark ederiz.
Necip Fazıl bu yazısında diyor ki : “Gördüğü şeyi nasıl görebildiğini izahtan acizken gözüyle görmediği için Allah’ı inkar eden maddeciden iğreniyorum!” Her kelimesine, her cümlesine ayrı anlamlar yükleyen Necip Fazıl yine anlatmış işte sapıtmışların biz inananlar gözünde nasıl olduklarını. Tutarsız davranışlar sergileyip maddeci tavırlarıyla maddeyi de ispat edemiyorlar. “ Ağlayamam, anlayamam, içini kanatamayan, yumruğunu sıkamayan, insandan… İğreniyorum” diyor Necip Fazıl. Duygularını gerçek anlamda yaşamayan ve bir nevi iki yüzlü insanlardan, içine ise dışı olduğundan farklı durandan iğreniyor.

Zamanımızda da böyle değil midir bu? İçi farklı dışı farklı. Kalbi kinle kinle, şefkatle dolu ama bunu yine insanlara yansıtamıyorsa gönül evinde sorun var demektir. Gönül evini temizlemeden misafir çağıramazsın. Öyle basit ve üzerinde düşünülmeyesi konular değil bunlar. Necip Fazıl’ki en duru en pak şekilde anlatmış insanların iç dünyasını. Aslında bütün insanlığın görüş ve düşüncelerini kelimelere çok iyi aktarmış ustaca kullanmış ve arkasından gelen çıraklara son derece başarılı, güçlü bir Önder olmuştur.

Biz ki yarım sayfalık bir sayfalık yazılarla Necip Fazıl’ı anlatamayız, asla onun kadar usta olamayız ama çırağı olmak son derece onur ve gurur meselesidir. Necip Fazıl’ın ne söylediklerini, ne anlatmak istediklerini tek bir kişi anlatamaz tahlil Edip sentezleyemez. O yüzden Necip Fazıl’ı kendi dilinden dinlemeli, kendi dilinden okumalıyız. İyi ki Necip Fazıl Kısakürek üstadımızın çırağıyız vesselam.

 

Musab Yasir Özen 

www.musabyasirozen.com.tr

Musab

MUSAB B. ÜMEYR

MUSAB B. ÜMEYR

Musab B.Ümeyr Kureyş gençlerinin gözbebeği, güzellikte, gençlikte onların en Kusursuzu. Tarihçiler onu tavsif ederken: “Mekke halkının en hoş insanıydı.” Derler. Varlıklı bir ortamda dünyaya geldi. O varlık içinde yetişti gençliğini geçirdi. Musab B. Ümeyr, hiçbir Mekke‘linin görmediği müsamahayı ailesinden gördü. Çiçeği burnunda, her türlü varlık içinde yetişmiş, Mekke’nin güzelliği, meclislerin incisi, böyle bir gencin imana yönelmesi, İslam’a koşması mümkün müydü?
Allah’a yemin olsun ki, Musab B. Ümeyr’in veya müslüman’ların arasındaki lakabıyla Mus’abul- hayr’ın hikayesi, en ilginç hikayedir.
İslam’ın rengini verdiği, Muhammed (S.a.v)’in terbiye ettiği kimselerden biridir.

Ama hangisi?

Onun hayat hikayesi insanlık içinde bir şeref tablosudur. Bu genç bir gün Mekke halkının Muhammed’e el-Emin’den işittiği şeyi işitti.
Muhammed, Allah‘ın kendisini müjdeleyici, sakındırıcı ve bir olan Allah’a ibadete çağıran olarak gönderildiğini söylüyordu. Mekke bütün problemlerini, uğraşlarını bir tarafa bırakmış, sadece Allah Resulü ve onun getirdiği din ile meşgul oluyordu. Refah içindeki bu genç de insanlar içinde bulunan en çok ilgilenenlerdendi.

Musab Bin Ümeyr

Gençliğine rağmen meclislerin vazgeçilmez insanı olan MUSAB her mecliste bulunması istenen bir şahsiyet olmuştu. Sözlerinin güzelliği ve aklının üstünlüğü kendi kendisine bütün kalpleri ve kapıları açıyordu.

İşitti ki, Allah’ın Elçisi ve ona inananlar Kureyş’in erişemeyeceği ve eziyet edemeyeceği uzaklıkta bir yerde toplanıyordu. Burası safa tepesinde Erkam’ın eviydi. Hiç tereddüt ve duraksama göstermeksizin bir akşam Dâru-l Erkam’a gitti.

Orada Allah’ın elçisi vardı ashabıyla karşılıklı oturmuşlar, onlara Kur’an okuyor, onlarla beraber Allah için namaz kılıyorlardı.
Musab adeta yerinde duramıyordu. Resulullah’ın kalbinden fışkırıp, dudaklarından akan ayetler, kulaklara ve gönüllere yollanıyordu. Öyle ki MUSAB’ın gönlü, o akşam dolu dolu olmuştu.

Öylesine huzurla dolmuş sanki yerden kopup kanatlar üzerinde uçuyordu. O sırada Allah Resulü mübarek sağ ellerini uzattılar ve kalbi çarpan gencin omuzuna dokundular. İşte o an Okyanus derinliğindeki sakinliğe ermişti. İman nuruyla aydınlanan ve İslam ile şereflenen genç, adeta olgunlaşmış, hayatının akışı değişmişti.

MUSAB’ın annesi Hunn as bint. Malik, korkunç güçte bir şahsiyete sahipti. MUSAB müslüman olduğunda, yeryüzünde korktuğu yegane kimse annesiydi. Bütün Mekke ileri gelenleri ona baskı yapsalar veya üzerine gelselerdi ona daha hafif gelirdi. Annesinin düşmanlığı bütün bunların yanında güç yetemeyecek korkunçluktaydı. O anda hemencecik düşündüğü ve Allah’ın hükmü yerine gelinceye kadar Müslümanlığını gizlemeye karar verdi.
Dâru-l Erkam’a artık sürekli gidip geliyor. Resulullah’ın dizi dibine oturuyordu. İman ettiği ve imanını annesinden gizlemekle öfkesinden kurtulduğu için son derece mutluydu. Fakat özellikle bugünlerde Mekke’de bir sırrın gizli kalması olanaksızdı. Kureyş’in gözü, kulağı inananların üzerinden eksik olmuyordu.

Musab B. Ümeyr

Daru-l Erkam’a gizlilikle giren Osman B. Talha ilk olarak gördü. Bir seferinde de onu Muhammed ( S.a.v) gibi namaz kılarken gördü. Adeta Çöl rüzgârları birbiriyle yarış etti de hemen haberi Musab’ın annesine yetiştirdiler.
MUSAB, annesi, kabilesi ve bütün Mekke uluları huzurunda dimdik durmuş, hakka olan kesin bağlılığını ve sebatını onlara Kur’an dan ayetler okuyarak gösteriyordu.

Allah Resulü o Kur’an‘la onların kalplerini yıkıyor, Hikmet, Şeref, adalet ve takva ile dolduruyordu. Annesi Kur’an okuyan Musab‘ı susturmak için harekete geçtiyse de onun güzelliği, yumuşaklığı karşısında pek bir şey yapamadı. Annelik duygusu ağır bastı, dövmek ve işkence etmek gibi şeylerden vazgeçti. Ama ilahlarına dil uzatmasından dolayı da başka bir cezalandırma usulüne başvurdu. Böylelikle Musab’ı evinin direklerinden birine bağladı. Kapıyı da üzerine kilitledi. Bu durum Müslümanlardan bir kısmının Habeşistan’a hicret haberini alıncaya kadar sürdü. Bunu duyar duymaz çareler aramaya koyulan MUSAB, bir gün annesi ve muhafızını gaflete getirip, Habeşistan‘a muhacir olarak gitti.

Habeşistan‘da diğer muhacir kardeşleriyle birlikte bir zaman kaldılar, sonra tekrar Mekke’ye döndüler. Resulullah’ın emri üzerine ikinci defa Habeşistan‘a hicret ettiler.

MUSAB için Habeşistan‘da Mekke’de eşitti. Her yer ve zamanda iman’i tecrübesini arttırarak sürdürüyordu. Muhammed (S.a.v)’in tavsiye ettiği ibadetleri yaparak hayatının rengini koruyordu. Rabb‘ine olan yakınlığı arttıkça kalbindeki huzur da artıyordu.

Bir gün Resulullah’ın etrafında oturan müslüman’ların yanına gitti. Ansızın onu gören Müslüman’lar şefkatle başlarını kaldırıp baktılar, sonra bakışlarını indirdiler, bazılarının gözleri yaşarmıştı. Onun eski, döküntü bir elbise içinde görmüşlerdi. Halbuki onun imandan önceki hayatı refah ve bolluk içindeydi. Allah Resulü bakışlarını ona çevirdi ve mübarek dudaklarından şu sözler döküldü: “Musab’ı böyle görüyorum onun kadar ailesinin bolluk içinde gark ettiği kimse yoktur Mekke’de. Ama o bütün bu bolluğa ve varlığı Allah ve Resul’ünün sevgisi uğruna terk etti.” Annesi onun dinini terk etmesinden dolayı mal varliğin’dan faydalanmayı yasakladı. Oğlu bile olsa ilahlarını terk eden, onların aleyhinde konuşan bir kimseye asla yiyecek vermezdi.

Son olarak annesi, Habeşistan dönüşü onu tekrar hapsetmek istedi. Hapsetmeye yardımcı olan herkesi öldüreceğini dair yemin edince annesi onun ne kadar kararlı olduğunu bildiği için bıraktı. Hem annesi hem kendisi bu esnada ağlıyorlardı. Bu son veda anı: annenin küfürde açılacak direnişini, oğlun da imanda şaşılacak sebatını sergiliyordu. Anne oğlunu evinden kovdu ve şöyle haykırdı: “istediğin yere git. Artık ben senin annen değilim.” MUSAB Annesine yaklaştı ve: Ey anneciğim! Sana yardımcı olmak istiyorum ve senin adına endişe ediyorum! Allahın bir olduğuna ve Muhammed’in Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna şahadet getir.” dedi. Annesi cevaben: “Parlayan yıldıza yemin olsun ki, senin dinine asla girmem. Aklım zayıf, görüşüm kıt değil.”


Böylelikle MUSAB rahatı ve bolluğu bir tarafa itip, eski elbiselere ve bir gün tok bir gün çok aç kalmaya razı oldu. Çünkü onun ruhu yüce inanç aydınlığı ve Allah’ın nuruyla dopdolu olmuştu. Adeta o başka bir insan olmuş, gözü cilalanmış, ruhu aydınlanmıştı.

İşte o sırada Resulullah, onu mühim bir görev için seçti. Medine’ye elçi olarak gönderecek, Akabe’de Allah Resulü’ne biat Edip iman şerefine eren en sonra İslam’ı öğretecek, başkalarının da Allah’ın dinine girmelerini sağlayacak ve Medine’yi büyük hicret günü için hazırlayacaktı.

Halbuki yaşça, makamca, Allah Resul’üne yakınlık bakımından ondan daha önde olanları vardı Ashâb içinde. Ama Allah elçisi Mus-ab’ul-Hayr-ı tercih etmiş, onu seçmişti en ağır yükü, ona bırakıyor, hicret yurdu olacak olsa Medine’de İslam’ın geleceği ellerine teslim ediliyordu. Az bir zaman sonra bütün bir dava adamları, savaşçılar, mücahitler orada bulunacaktı.
MUSAB Allah‘ın kendisine bahşettiği üstün akıl ve yaratılışla emaneti yüklendi. Onun Zühtü, yüceliği ve İhlası ile karşılaşan Medine ehli dalga dalga İslam’a girdiler. MUSAB Medine’ye geldiğinde Akabe’de Allah Resul’üne biat eden 12 kişi vardı. Onlar da Allah ve Resulü’ne icabet edeli ancak birkaç ay olmuştu.

Bir sonraki hac mevsiminde yapılan akabe biat’ın da Medine’liler Mekke’ye Resulullah ile buluşmak için temsilciler gönderdiler. MUSAB’ın önderliğinde gelen müslüman’ların sayısı yetmiş kişiydi. MUSAB dehası ve zekasıyla Allah Resul’ünün ne kadar isabetli bir tercih yaptığını ispatlamıştı.

MUSAB verilen elçilik görevini tam olarak ifa etmişti. Böylelikle, Allah’a Davetçi, Allah‘ın din ile insanları hidayete Çağıran mübaşirdi. Kendisine inandığı Allah Resulü gibi sadece Hakk’ın rızasını düşünüyordu.

Es’ad B. Zürare’nin yanında misafir olarak kalıyordu. İkisi birlikte kabileleri, toplantı yerlerini, dolaşıyorlar, yanlarında bulunan Allah‘ın kitabından insanlara okuyorlar. Onları Allah, tek bir ilahtır. Kelime-i İlahi’sine davet ediyorlardı. Öyle durumlar meydana geliyordu ki davet esnasında, eğer zekası ve ruh yüceliği olmasa hem kendisi hem de beraberinde olanlar helak olabilirdi.

Mekke

Bir gün vaaz ederken ansızın Üseyd B. Hudayr çıkageldi. Bu adam Medine’nin ileri gelenlerindendi. Kızgınlık ve öfke ile kavmi arasında alışmadıkları dini ile fitne çıkaran, ilahlarını terke Çağıran ve daha önce hiç duymadıkları, alışmadıkları bir tek ilah’dan söz eden kişiye doğru yürüdü.

Onların ilahları hep belli yerlerde duruyordu. Bir kimse ilahlarına ihtiyaç duyduğunda yerini biliyordu, o tarafa yönelir ve o ilah da onun zararını giderir. Duasını kabul ederdi. Muhammed’in ilahına gelince, MUSAB’ın davet etmiş bu ilahın ne yeri belliydi, ne de kimse onu görebiliyordu!
MUSAB’la oturup sohbet eden Müslümanlar Üseyd’in ansızın gelişini görmemişlerdi. Fark ettiklerinde dağıldılar, sadece MUSAB dimdik ayakta kalmıştı. Onu yumuşaklıkla İslam’a çağırıyordu. Üseyd , önünde durdu ve şöyle dedi: “ sizi bölgemize getiren nedir? Zayıf akıllı kimseler mi? Eğer hayatta olarak çıkmak istiyorsan derhal buradan ayrıl.” MUSAB ise bütün duruş ve yumuşaklığını koruyarak: “ Oturup dinlemez misin? Eğer davammızı beğenirsen kabul edersin. Eğer beğenmezsen, istediğin şeyi sana zorla kabul ettirmeye çalışmayız.”

Üseyd, akıllı ve zeki bir kimseydi. MUSAB’ın sadece kendine olanı sunma gayretini gördü ve MUSAB onu sadece dinlemeye çağırıyordu. Eğer kabul ederse ne ala değilse MUSAB onun bölgesini terk edecek, başka bir kimse, bölge ve kabileye zarar ziyan vermeksizin gidecekti.

Üseyd, tamam diyerek kılıcını yere koydu ve oturdu. Daha MUSAB Kur’an dan az bir ayet okuyup tefsir etmişti ki, Üseyd’de bir takım değişikliklerin olduğu görülmeye başladı. MUSAB daha sözünü bitirmedin Üseyd: “ Ne doğru ve ne güzel bir söz! Bu dine girmek isteyen ne yapmalıdır?” dedi. Bunun üzerine MUSAB ona yöneldi ve “ sadece elbise ve bedenini temizler, Allah’tan başka ilah olmadığına dair şehadet getirirsin.” dedi Üseyd, az bir süre onlardan ayrıldı ve tertemiz su damlaları saçlarından dökülür bir vaziyette yanlarına geldi: “ Allah’tan başka ilah olmadığına. Allah’ın Resulü Hz. Muhammed olduğuna şehadet ederim.” Diyerek inancını ilah etti.

Haber, ışık hızıyla Medine’ye yayıldı. Sa’d B. Muaz, Musab’a geldi, dinledi ve Müslüman oldu. Sonra onu Sa’d B. Ubade ‘ye okudu, o da İslam nimetine erdi. Medine ehli birbirlerine “ Üseyd B. Hudayr, Sa’d B. Muaz ve Sa’d B. Ubade Müslüman olmuşlar biz ne duruyoruz. Haydi MUSAB’a gidelim ve iman edelim…“ Diyorlardı.

ALLAH

Böylelikle Allah Resul’ünün ilk elçisi benzersiz bir şekilde başarılı olmuş, bu işe ne kadar ehil olduğunu da kanıtlamıştı. Günler ve yıllar birbirini kovalar, ulu Resul ve sahabe esi Medine’ye hicret eder. Kureyş’in kini, düşmanlığı ise, kat kat artar, hatta müslüman’ların Mekke’den ayrılışını batıl inançlarının zaferi sayarlar. Ve Bedir Savaşı olur. Müşriklere iyi bir ders verilir arkasından Uhud’a Müslümanlar bir iyi hazırlanırlar. Saf olmuş müslüman’ların arasında durur Resulullah, tek tek yüzlerini inceler, sancağı teslim edeceği şahsı araştırır. Ve Mus’abul Hayr’a seslenir. MUSAB öne çıkar, sancağı yüklenir. Savaş Kızışır, çarpışma şiddetlenir, Allah Resul’ünün emrine muhalefet eder okçular. Müşriklerin Bozguna uğramış halini görerek bulundukları dağın en yüksek yerini terk ederler. Böylece inananların lehine gelişen savaş, bir anda aleyhlerine döner. Ansızın dağın boş bırakılan geçidinden gelen müşrikler, Müslümanları arkadan kuşatır. Resulullah’ın bulunduğu yeri zorlamaya başlar ve sonunda ona ulaşırlar.

Bunu fark eden MUSAB, sancağı alabildiğince yukarı kaldırır, yüksek sesle tekbir getirir. Bütün müşrikler ona yönelirler. Böylelikle onları kendi tarafına çekip, Allah Resulü’nden uzaklaştırmış olur. MUSAB bir ordu gibi savaşır.

BİR ELİ MUKADDES SANCAĞI TUTUYOR.
BİR ELİ DÜŞMANA KARŞI KILIÇ SALLIYOR.

Fakat düşmanlar üzerine çullanır. Onu geçip Allah‘ın elçisine ulaşmak için var güçleriyle ona yüklenirler. Bırakalım MUSAB‘ın şu son anı bize kendisini anlatsın. İbn Sa’d şöyle der: İbrahim B. Muhammed B. Şurahbil el-Abderi babasından naklen bize şunu haber verir: Uhud günü, sancağı taşıdı. Müslümanlar dağıldıklarında, o dimdik durdu. Atın üzerinde olan İbn Kamie ona saldırdı. Sağ eline vurdu ve onu kesti. MUSAB o sırada “ MUHAMMED ancak Resüldür. Ondan önce de Resuller gelmiştir.” Diyordu. Sancağı sol eline alır ve yükseltir. Düşman onu da keser. Bunun üzerine MUSAB sancağı iki pazusuyuyla göğsüne sıkıştırır. Aynı zamanda da: “MUHAMMED ancak Resüldür. Ondan önce de Resuller gelmiştir” der. Düşmanın üçüncü hamlesinde mızrak göğsünün saplanır ve MUSAB yere düşer, sancak yere düşer. MUSAB DÜŞER, SANCAK DÜŞER.”

Şehadet şerbetini içer, şehitlerin yıldızlarına bir tane daha eklenir. İman ve Allah Resulü uğruna kendini feda ederek kahramanca mücadelesinin neticesinde şehit oldu. Zannetti ki, kendisini veya sancak düşerse, müşrikler korumasız, yalnız kalan peygamberi öldürmeye yol bulurlar. Evet, o böyle düşünerek, Allah Resul’üne olan sevgisinin ve ona bir zarar gelmesinin endişesiyle kendisine ortaya attı. Her bir kılıç darbesiyle “ Muhammet ancak Resüldür, ondan önce de Resuller gelmiştir. ( AL-İ imran, 144) ayetini okuyordu

Musab B. Ümeyr

Savaş bittikten sonra bu yüce şehidin cesedi bulundu. Yüzü kanıyla sakınmış toprağın içine gizlenmişti. Sanki Resulullah’a bir kötülük ulaşmasını görmekten korkuyordu. Yüzünü gizliyor ta ki korktuğuna şahit olmasın. Sanki Resulullah’ın kurtulduğunu tam olarak görmeden ve üzerine gereken koruma ve savunmayı yerine getirmeden şehit düştüğü için utanıyordu. Allah sana yeter ya MUSAB, ay hatırası hayatın kokusu olan…

Allah Resulü ve Ashâb-ı savaş alanını incelemek ve şehitleri tespit etmek için geldiler. MUSAB’ın cesedinin yanında gözleri dolu dolu oldu. Habbab B. Eret şöyle der: “ Allah Resulü ile birlikte Allah yolunda hicret ettik. Sadece Allah’ın rızasını umduk. Allah ecrimizi elbet verecektir. Bizden bir kısmı öte dünyaya göçtü. Ecrin‘den dünyada hiçbir şey yemedi. Musab B. Ümeyr onlardandır. Uhud günü şehit edildi. Onu kefenleyecek çizgili bir bez parçasından başka bir şey yoktu. Başını örttüğümüzde ayakları açıkta kalıyordu. Ayaklarını örttüğümüzde başı açılıyordu. Allah Resul’ü bize şöyle buyururdu: “ Başından itibaren örtün, ayaklarından açık kalan yeri de ızhır otuyla örtersiniz.” nasıl üzülmesin Resulullah? Hz. Hamza’nın ölümüyle karşılaşmış, yetmiyormuş gibi bir de müşrikler onun burnunu kulağını kesmişler, kalbini yerinden sökmüşlerdi. Resulullah’ın gözü yaşlı dolar, kalbi parçalanır.

Nasıl üzülmesin Resulullah? Savaş meydanında dostlarının arkadaşlarının cesetleri. Her biri müşriklerce tahrip edilmiş.

Nasıl üzülmesin Resulullah? İlk elçisinin cesedinin başına durmuş, onu ötelere uğurluyor.
Evet… Resulullah (S.a.v) MUSAB’ın başında durmuş: “ müminlerden öyle erkekler vardır ki, Allah’a verdikleri sözde dururlar” ayetini (Ahzab,23) okudular, sonra kefenlendiği gömleğine baktılar: “ işte sen… Gömleğin içinde saçları dağınık…” buyurdu. Savaş alanına uzun uzun bakıp Resulullah şöyle seslendi: “ Allahın Resulü size şahitlik ediyor ki, sizler kıyamet günü Allah’ın katında şehitlersiniz.”

Sonra etrafındaki sağ kalan Ashabına dönüp, “ Ey insanlar! Onları ziyaret edin, onların yanına gidin, selam verin, nefsim, kudret elinde olana yemin ederim ki, onlara bir Müslüman kıyamet gününe kadar selam vermez ki, o selamı iade edilmesin.”

Selam üzerine olsun Ey MUSAB… selam üzerinize olsun ey şehitler topluluğu… Selam üzerinize olsun…
Alla’hın rahmeti ve bereketi …

 

 

Abdülaziz Çekirge          

www.musabyasirozen.com.tr

Yasir

AMMAR BİN YASİR

AMMAR BİN YASİR

Kimsesiz, fakir, Yemenli bir aileye mensuptu. İslam tarihinde “Yasir Ailesi” adıyla anılan bu aile, müşriklerin en büyük zulüm ve işkencelerine maruz kaldı. Bu işkencelerin tek bir sebebi vardı: Yasir Ailesinin İslam nuruna bağlanmaları. Müslümanların sayısı arttıkça müşrikler endişeye kapılıyordu. Bedevi, vahşi müşriklerin elinde müminleri caydırmak için işkence silahından başka bir şey yoktu. Caydıramayınca da çılgına dönüyorlardı.

Yasir Ailesinin genç evladı Hz. Ammar’ı gönlü, İslamiyet’le çarpıyordu. Mutlaka gidip Resulullah’ı görmeli, İslamiyet’i ondan öğrenmelidir. Resul-i Ekrem efendimiz İslam’ın tebliğ merkezi olan Dârü’l Erkam‘da idi. Burada, gelenlere İslam’ın hakikatlerini anlatıyor, nazil olan ayetleri öğretiyordu. Hazreti Ammar B. Yasir doğruca Darü’l Erkam’a vardı. Resulullah’ın huzuruna gitti. Kur’an-ı Kerim ‘ in yüce hakikatlerini dinledi. Orada hemen İslamiyet’i kabul etti. Bu sırada yeryüzünde müslümanların sayısı bir elin parmağı kadardı. Rivayete göre ilk Müslüman olan yedi kişiden biride Hz.Ammar B. Yasir’dir.

YasirAilesinin tamamı İslamiyetle müşerref oldu. Fakat, müşriklerin korkularından bunu gizliyordu. Çünkü, bu aile Mekke’ye dışarıdan gelmişti. Mutlaka güçlü bir kabilenin himayesinde bulunmaları gerekirdi. Yasir ailesinin hamisi Mekke müşriklerinin kuvvetli kabilelerinden Mahzumoğulları idi. Bu kabile YasirAilesinin her şeyini kabul edebilirlerdi, fakat Müslüman olmalarına asla. Önce mükafatlarlarla vazgeçirmek istedilerse de muvaffak olamayınca işkencelere giriştiler. Böylece İslam tarihinin ilk işkenceli hayatını bu ilk Müslümanlar yaşadı.

Yasir Ailesinin üç ferdi Hz. Yasir, Hz. Sümeyye ve Hz. Ammar kızgın kumlar üzerine yatırarak Mekke’nin dehşetli sıcağında aç ve susuz bırakılmışlardı. Müşriklerin bu işkencelerini gören ve engel olamayan Resulullah Efendimiz (S.a.v) buna çok üzülüyor ve yüce Allah’a şöyle yalvarıyordu: “ Allah’ım, Yasir Ailesinden rahmetini esirgeme, onları affet.”

Hz.Yasir, Resulullah’ı görünce dayanamayarak gözyaşları içinde “Ya Resulullah, bu işkenceler ne zamana kadar devam edecek?” Diye sordu.

Resulullah EFENDİMİZ, “sabredin ey Yasir Ailesi, sabredin bu sabrınızın ve sebatınızın mükâfatı cennettir” buyurarak onları teselli etti.

Yasir Ailesi, gerçekten İslam tarihinin en üstün sabır örneğini göstermişti. Müşriklerin isteklerine ise asla boyun eğmemişlerdi.

Onlar Kur’an ‘ ın nuruna aşık olmuşlardı. Ailenin büyüğü Hz. Yasir işkenceler altında İslam’ın izzetini muhafaza etti, zalimlere asla boyun eğmeyerek, ruhunu Cenabı Hakk’a teslim etti. Cesedi işkenceler altında ezilirken, ruhu şehit olarak cennete uçtu.

Hanımı Hz. Sümeyye imanda Sebahat’ın zirvesindeydi. Ona işkence yapmayı üzerine alan İslam’ın en büyük düşmanı Ebu Cehil’di. Fakat Hz. Sümeyye, Ebu Cehil’in bütün zorlamalarına beş para ehemniyet vermiyordu. Ebu Cehil onun bu ısrar ve sebahatini anlamıştı. Sonunda mızrağını çekti şehit etti.

Böylece Yasir İslam’ın ilk erkek şehidi, Hazreti Sümeyye de İslam’ın ilk kadın şehidesi oldu. Onlar bu ağır imtihanları başarıyla verdiler, İslamiyet’in kökleşmesi için hayatlarını feda ettiler. O büyük peygamberin Müjdesine mazhar olarak ebedi saadete girdiler.

Sıra artık oğulları Yasir‘e gelmişti. Gözü önünde anne ve babası acımasızca şehit edilmişti. Kendisi de ağır işkenceler altında halsiz kalmıştı. Müşrik gurubun Ammar B. Yasir’den istedikleri, Resulullah’ın aleyhinde konuşmasıydı. En azından imanından vazgeçtiğini. LAT ve UZZA putların “Muhammed’in dininden “ iyi olduklarını belirtmesiydi. HZ.AMMAR B.YASİR metanetini yitirmemişti. Fakat, kurtuluş çaresi yoktu. Ya öldürülecekti veya istedikleri şeyleri söyleyecekti. HZ.AMMAR B.YASİR İslamiyet’in yücelmesi için hangisi daha iyi olacağını düşünüyor, bir türlü karar veremiyordu onların istediklerini söylemek ölümden daha ağır geliyordu. Nihayet yine Resulullah’a konuşmak için isteklerim yerine getirdi. ” Diliyle” dininden vazgeçtiğini bildirdi. Müşrikler de onu serbest bıraktılar.

YASİR kalben söylememişti, ama yine de endişeliydi. Kalbi tir tir titriyordu. Ellerinden kurtulur kurtulmaz doğru Resulullah’a koştu. “ Helak oldum, İmanımı inkar ettim, ya Resulullah” dedi ve her şeyi baştan sona anlattı. Resulullah (S.a.v) “Kalbin Nasıl?” Diyerek, sözle söylediklerini kalbinin iştirak Edip etmediğini sordu. “Kalbim imanla doludur” diyen Hz.Ammar B.Yasir’e Resulullah’ın cevabı şu oldu: “AMMAR B.YASİR” tepeden tırnağa imanla doludur şayet sana tekrar böyle işkenceler yaparlarsa, tekrar aynı taktik ellerinden kurtulmanda bir mahsuru yoktur.”

Ammar Bin Yasir

Hz.AMMAR B.YASİR daha sonra Medine’ye hicret etti. Resulullah onu Ensar’dan Huzeyfe bin Yeman ile kardeş yaptı. Mekke’de ona en ağır işkenceleri reva gören müşrik Huzeyfe Bin Muğire’ye karşı yüce Allah ona en iyi dost ve kahraman kardeş olan Hz. Huzeyfe Bin Yeman’ı vermişti. Bu saadeti tadan Hz. Ammar B.Yasir daima Allah’a şükrederdi.

İslam tarihinde ilk mescit fikrini ortaya atan Hz.Ammar B.Yasir’dir. Resulullah efendimiz Medine’ye hicret ettiklerinde, Resulullah bir ibadetgah istirahat’gah lazım diyerek ilk olarak bir mescit yapılmasını teklif etti. Kuba mescidi onun bu fikrinden doğdu. Hz.Ammar B.Yasir, bu mescidin bizzat inşaatında çalışmış, omuzlarında taş taşımıştır.

Hz.Ammar B.Yasir Bedir ve Hendek harb’lerine katıldı. Büyük kahramanlıklar gösterdi. Yalancı peygamber müseylime karşı savaştı. Harb esnasında Müslüman mücahitlerin morallerini devamlı yüksek tuttu.

Sevgili peygamberimizin çok sevdiği sahabe’lerden birisi şüphesiz Hz.Ammar B.Yasir’di Resulullah Hz.Ammar B.Yasir’i görünce yüzü sevinçle dolardı. “Hz. Ammar B. Yasir’e düşman olan Allah’a düşman olur.” Ona kin besleyen ve onu kızdıran Allah’ı kızdırmış olur” Cennet Ali, Ammar, Selman ve Bilal’i şiddetle arzu etmektedir“ şeklindeki hadis-İ şerifler, peygamberimizin Hz.Ammar B.Yasir’i ne derece sevdiğini göstermesi bakımından manidardır.

Şu hadisede bunun canlı bir misalidir: birgün Hz. Halid Bin Velid ile Hz.Ammar B.Yasir arasında bir tartışma çıktı. Tartışmada Hz. Ammar B.Yasir haklıydı. İkisi de birbirlerini Resulullah’a şikayet ettiler. Resulullah Efendimiz yukarıda zikrettiğimiz Ammar B.Yasir’i kızdırmamalarını istedi. Hz Halid derki: Yemin ederim Resulullah’ın huzurundan ayrıldığımda Hz.Ammar B.Yasir’i nasıl memnun edeceğimden başka bir şey düşünemiyorum.

Zühd ve sadelik içinde bir hayat geçiren Hz.Ammar B.YASİR, Hicri 37 senesinde sıffİn Harbinde şehid oldu.
                                                                                                                                                                     ALLAH ONLARDAN RAZI OLSUN…

 

Abdülaziz Çekirge          

www.musabyasirozen.com.tr

 

 

Musab

MUSAB

MUSAB

İftar için tatlı bir telaş vardı. Abdurrahman B. Auf önündeki iftar sofrasına şöyle bir bakiverdi. Nedendir bilinmez aklına birden MUSAB gelmişti. “MUSAB şehit edildi. Halbuki o benden daha hayırlıydı.” Dedi sonra. Uhud Savaşı’nda şehit düşen Musab‘ın hali bir türlü gözünün önünden gitmiyordu. Öylesine yokluk içindeydi ki bedenine kefen yapılacak doğru dürüst bir örtü bile bulunamamıştı. Zorlukla elde edilen bir bürdeyle kefenlendi. MUSAB lakin o onunla da başı örtüldüğünde ayakları örtüldüğünde başı açıkta kalıyordu. MUSAB yokluk içinde bu dünyadan göçüp gittiği halde, kendisi dünyada türlü türlü nimetlere nail olmuştu. O günü hatırladıkça gözyaşlarına hakim olamıyordu. Uzanamadı eli sofraya bir türlü, kalktı gitti.

ABDURRAHMAN B. AUF gibi adını işiten herkes hayırla yâd ediyordu MUSAB B. UMEYR’i. Müslüman olmak uğruna hiçbir Kureyş’linin yapamayacağı bir fedakarlıkta bulunmuş, sahip olduğu konforlu hayatı ve zenginliği hiç tereddüt etmeden elinin tersiyle iti vermişti. Halbuki Mekke’de onun gibisi yoktu. Genç ve yakışıklıydı. Saçının güzelliği, kıyafetlerinin gösterişi, kullandığı koku hatta giydiği ayakkabının kalitesi herkesin dilindeydi, anne babası onu çok seviyor, bir dediğini iki etmiyordu. Herkes nasıl da imreniyordu onun ihtişamlı yaşantısına. Musab B. Ümeyr

Meraklı bakışların kuşatması altında olan MUSAB o günlerde gizliden gizliye Erkam‘ın evine gidiyordu. Kimsenin haberi yoktu Allah’a ve Resul’üne iman ettiğinden. Bir gün kabilesinden Osman Ö. Talha onu namaz kılarken gördü ve hemen ailesine giderek durumu haber verdi. Oğullarının Müslüman olmasına çok öfkelenen anne ve babası, onu vazgeçirmeye kararlıydılar. Günlerce hapsettiler, baskı altında tuttular ama döndüremediler gittiği yoldan. Genç MUSAB Allah ve Resul’ünün uğruna sahip olduğu her şeyi terk etti. Hem de hiç tereddüt etmeden. Onların sevgisi bir yana, dünya ve dünyaya dair ne varsa hepsi bir yanaydı.

İslam davetinin açıktan yapılmasıyla birlikte müşriklerin baskılarını artırmaları nedeniyle Musab B. Umeyr beraberindeki bir grup Müslüman ile Habeşistan’a hicret etti. Bir müddet orada kaldıktan sonra tekrar Mekke’ye döndü. Birinci akabe biatında medine’li müslüman’ların isteği üzerine Allah Resulü onu Medine’ye öğretmen olarak gönderdi. Genç ve yetenekli MUSAB Resulullah’ın tebliğ metodunu iyi biliyordu. Bunun yanı sıra o zamana kadar inen Kur’an ayetlerini ezberlemesi ve etkili konuşma tarzıyla da dikkat çekiyordu. Kısa sürede bir çok insanın gönlünü kazanan Musab, başka Sa’d B. Muaz ve Üseyd çok sayıda medine‘linin önde gelenleri olmak üzere çok sayıda Medinelinin Müslüman olmasına vesile oldu. Onun çabası sayesinde artık her ensar evinde mutlaka bir Müslüman vardı. Bir yılın ardından beraberinde yetmiş beş müslüman’la ikinci Akabe Biatı için Mekke’ye gelen MUSAB, Allah Resul’ünün verdiği görevi hakkıyla yerine getirmiş ve onun haddini kazanmıştı.

Musab Bin Ümeyr

MUSAB B. UMEYR ilmi ve ahlakının yanı sıra cesareti ve azmi ile de örnek bir sahabiydi. Hz. peygamber Bedir ve Uhud savaşlarında Sancaktarlık görevini ona vermişti. Uhud’da savaşın en zor anında dahi bir an olsun Resulullah’ı yalnız bırakmadı MUSAB. Daha önce Allah ve Resulü uğruna sahip olduğu her şeyi feda eden, Ensar‘ın ilk öğretmeni artık elinde kalan tek şeyi, canını feda etmek üzere savaş meydanındaydı. Zira Allah’a verilen sözün gereğiydi bu ve Mus’abü’l Hayr’ın verdiği sözden geri dönmeye hiç niyeti yoktu. İbn Kamie’nin kılıç darbeleriyle önce sağ el ardından da sol eli koptu. Yine de sancağı düşürmedi kollarıyla tutarak göğsüne bastırmaya devam etti. En sonunda mızrakla yaralanarak şehit düştü. Savaşın ardından Allah Resulü’nü ölümüyle en çok hüzünlendirenlerden biri o oldu. Resulullah Musab’ın yüzüstü düşmüş bedeninin başında durduktan sonra o ve beraberindeki diğer şehitlere hitaben Allah katında şehitler olduklarına kıyamet günü bizzat şahitlik edeceğini söyledi. İslam’la şereflenmeden önce asaleti ve zenginliği dilden dile dolaşan MUSAB B. UMEYR’in şehit olduğunda bedenini tamamen örtecek bir kefeni bile yoktu. Bunun üzerine Hz. Peygamber, başının örtülmesini, ayaklarının üzerine ise İzhir otu konulmasını istedi.

Hicretten sonra yüce Allah’ın mükafatıyla ashab çeşitli nimetlere nail olmuşken MUSAB B. UMEYR bunların hiçbirini göremeden yokluk içinde şehadet’e yürümüştü. Fakat onun nezdinde Allah ve Resul’ünün sevgisi yanında malın, mülkün, şöhretin hiçbir kıymeti yoktu. Onun gerçek serveti İMANIYDI…

 

Hıdır Akkaşoğlu         
www.musabyasirozen.com.tr

Necip Fazıl Kısakürek

NECİP FAZIL KISAKÜREK / Abdülaziz Çekirge

NECİP FAZIL KISAKÜREK

Sancısı tutmuştu yine zihnimin… Ve sancısı tutunca zihnimin, rahatlatıcı alıyordum bir doz… Belki birkaç doz… Gerçekten de fayda ediyordu ama mülahazalarım yoluna giriyor, düşlerin ferahlıyordu. Sancısı tuttuğunda zihnimin, derdimle dertlenmiş ama aynı zamanda fikri heyecanın zirvesine ermiş, beyni zonk zonk sızlayan bir değerin fikirlerine, fikirlerinin kelimelere dökülüşüne, mana ikliminde süzülüşüne ve gönlüme müthiş haz verişine bırakıyordum kendimi. Günlük koşturma ve düşünce telaşı ve endişelerden sıyrılıp bir anlamda Kendimi tecrit Edip hakikatin manayla bütünleşen sözlerdeki ahengi ile kendime geliyordum. Bana kendimi, bana Özü, bana O’nu hatırlatıyordu.

Necip Fazıl Kısakürek

 

Necip Fazıl okumak işte böyle bir hissiyatı benim için,
Necip Fazıl okumak ve anlamak…

Yol onun varlık onun kelimeleri işlemişti içime önce. Anneciğimi her okuyuşumda içim sızlıyordu. Kaldırımlardan geçerken düşüncelerim yoğunlaşıyordu zaman, mekan, insan ilişkisinin nasıl anlam kandırıldığını görmüştüm. Necip Fazıl da… ve zirve haliyle fikri bir bütün olarak ve bir amaç doğrultusunda kalarak yaşamayı …

Üstadın eserleri, ortaya koyduğu düşünce iklimi ve savunduğu görüşleri yan yana koyduğumuzda elbette’ki hepsi birer kıymet olan üretimlerinden, şiirleri daha bir etkiliyordu beni. Üstat da zaten ; şiir bir cemiyetin top yükün his ve fikir hayatını tefahhus ve nura Kabe eden başlıca Rasat merkezidir diyordu. Ve şiirlerinde düşünmekten uzak geçirdiğimiz yıllarımızda, düşünce adamı olarak lanse edilenlerin, hayatlarında hiç tanımadığı Çile kavramını ve garbın eğreti taklidi ile ahkam kesenlerin acziyetini ortaya koyuyordu.

Şarkımızın dudaklarda hep kalacağını söylüyordu. ÜSTAD gençliğin olması gereken duruş noktasını belirliyor ve belirlenen bu yolda nasıl yürüyeceğini de yol haritasını çıkarıyordu; bugün komik üniversitesi, Hokkabaz profesörü yabancı ders kitabı, demagog politikacısı, çıkartma kağıdı şehri, müzahferat kanalı sokağı, takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi, mümin Zindanı mabedi, temeli yıkık ailesi, hasılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden atabilecek kendi öz talim ve terbiyesini memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan Savaşı içinde ve bu savaşı mutlaka kazanmakta vazifeli bir gençlik… Diye de çerçeveyi tutuyordu.

Necip Fazıl’ın 1934 yılına kadar ürettigi eserleri, büyük bir hayranlık uyandırmış ve beğeni toplamıştı ama 34’ten sonrakilerde başka bir mana boyutunda etkiliyordu insanı. Necip Fazıl da zaten kendi içindeki hesapla sonucunda daha önce yazdığı şiirlerinden bir kısmını artık benimsemedi gerekçesiyle yok sayıyordu.

Tek parti döneminde, hakikatleri ;

“Ey akıl, nasıl delinmez Küfen? Ebedi oluşun Urbası kefen! Kursa da boşluğa asma köprü, fen, Allah derim, başka hiçbir şey demem! düsturu ile yazılar yazması ve dönem dönem çıkardığı dergilerin bu nedenle kapatılması düşündürüyordu beni. Geçmişi sorgulatıyor anı anlamlandırıyor, geleceği ışık oluyordu. Özellikle 1943 yılında çıkarmaya başladığı Büyük Doğu’nun 1947’de toplatılması, fikri mücadelesine meşru yolla cevap veremeyenlerin çaresizliğini ispatlıyordu. Siyasi baskılara rağmen söz ve mana dehası Necip Fazıl Büyük Doğu’lara devam etmişti. Bahtiyarım ki, yaş olarak yetişemezsem de rahmetli amcamın büyük bir özenle her sayı sayısını biriktirip koruduğu orijinal Büyük Doğu’lar şimdi benim kütüphanemde duruyordu. Ve zaman zaman bana önderlik ediyordu.

Büyük Doğu gençliğinin bir parçası bile olmasam da Üstad, fikri örnekleme karşımda öylece duruyor ve her zaman kulağıma bir şeyler fısıldıyordu.

Sancısı ne zaman tutsa zihnimin, rahatlatıcı birkaç doz alıyordum. Bunun için okuyor, okudukça ferahlıyordum. Üstadın fikri dairesinde yoğrularak ve gösterdiği yolda yürümeye çalışarak hayratı örüyordum.

 

Abdülaziz Çekirge          

www.musabyasirozen.com.tr

 

 

Üstad

ÜSTAD / Abdülaziz Çekirge

ÜSTAD

Abdülaziz Çekirge

Bir kitabı şöyle dursun, bir hikayesinin, bir şiirinin ucundan tutsam şimdi; sayfalarca anlatır kendini o şiir yahut hikaye.

Lakin bir rüyada demleneceği varmış kelimelerin. Bir rüyanın harflerini dizeceğim cümleden iplerime. Rüya dediysem, hayali bir hal değil, saf bir gerçek. Üstadın ses renginde bir tını, Necip sözlerden örme bir teselli…

Cihat zaferin yolculuğuna azık ettiği rüyasını resmetmeye talip bu fakirin kelimeleri.

Buyurun düşünelim bu Hülya’nın içine…

Arabalı vapurun istikameti Eski hisar. Vakit gece vapurdaki otobüsün yolcularından biri uyarıyor. Nabzı bir çarpıntı halinde seyrediyor, zihni darmadağın, korkusu da eksik değil sağında ve solunda geziniyor telaşlı bakışları. Kendinde olsa kendine soracak: ÜSTAD nerede? Çünkü yolcu emin az evvel burada olduğundan. Koltuğundan kalkıyor, otobüsten vapura biniyor.

Suyun ve göğün seyrine dalıyor. Gördüğünü tarifine duruyor dili :

ÜSTAD

“Sabah olmak üzere, o açık lacivert semaya, kahveye süt karıştırır gibi, ALLAH günün aydınlığını katıp duruyor, denizde Sütliman “
Tarifine fon oluyor vapurun gürültüsü. Martıların çığlığı ekleniyor sonra. Yolcunun korkusu hala taze içinde bir heyecan tortusu, durulmuyor. Yolculuğun durgun bir suda olması, yolculuğu dindirmiyor. Aslında ilk kez olmuyor bu daha evvel de Necip Fazılı görmüştür rüyasında. Ama bu defa farklı, sesi , nefesi hâlâ kulağında; “ Korkma gemidesin pas pas da olsan gemidesin” . Yol boyu bu üç kısa cümle zihninin duvarını dövüp duruyor. Evine varır varmaz uyuyakalıyor. Uykusunun ömrü telefon çalana dek. Henüz sekiz olmamış saat. Telefondaki ses Ömer Kısakürek‘e ait “ Babam seni çok sever cihat.” Diyor ve aynı cümleyi tekrarlıyor Ömer Kısakürek. Sesinde tuhaf bir tını. Sanki biraz evvel Necip Fazıl‘dan da işitmiş gibi.

Yolcuyu bir ürperti kuşatıyor, vapurdaki gibi. Kelimeleri tutuluyor, diyemiyor içindeki o susarken, Ömer Kısakürek‘ten bir davet geliyor: “Hemen bana gel” Bir “peki” ye sığdırıyor bütün cevaplarını ve yine yola düşüyor yolcu.

Yeni taşınılmış bir evin alt katında, yorgunluk emareleri görülen bembeyaz yüzüyle koltukta oturuyor Ömer Kısakürek. ”Bak sakın korkma, ipek gibisin cihat, babam seni çok sever. Sakın korkma, yem desin pas pas da olsan gemidesin” Yolcu cihat “Tesadüfmü” sorusunu geçiriyor aklından. Ve saatlerce susuyorlar, yalnızca ara sıra çay bardaklarının sesi duyuluyor.

Sonra;

Sana söylemedi mi babam? Bana söyledi. Gemidesin cihat bu gece söyledi babam bana manada. Seni çok sever babam.
Çay faslına geçiliyor yine. Çay… Çay… Çay… süküt yarenlik, çayın buharına. Ve Ömer Kısakürek’e düşüyor;

Haydi git.

Yine yola düşüyor yolcu. Yolcuya yine yollar düşüyor şaşkın değil. Biliyor artık, sahiden bir irtibat var üstadı ile arasında. Biliyor, rüyalar bazen hakikatten ibaret. Çay şahit, buharlarında tüten sükut şahit…

 

 

Abdülaziz Çekirge          

www.musabyasirozen.com.tr

error: İçerik korunuyor !!!