BİR ADAM VE BİR GENÇLİK NECİP FAZIL KISAKÜREK

BİR ADAM VE BİR GENÇLİK NECİP FAZIL KISAKÜREK

BİR ADAM VE BİR GENÇLİK NECİP FAZIL KISAKÜREK 

Musab Yasir ÖZEN

Hakikat ışığının içeri girmesine müsaade etmeyen bir pencere ve o pencerenin ardında çırpınan, çile çeken, boşluğun farkında olan ama neyin boş olduğunu bilmeyen kavrayabilmek adına beyni yırtılırcasına düşünen bir adam

Fikir paltosuyla bir tutmuş batılı eriten ve bir su gibi akıllardan akıp gitmesini sağlayan, emekleyen, sürüklenen bir adam

Bir Fikir adamı,
Bir dava adamı Necip Fazıl Kısakürek.

Ömrünün çeyrek asırdan biraz fazlasını hakikat ışığından yoksun geçirmiş, her bitkinin yaşadığı sonbahar evresini o ilkbaharında yaşamış ve beynini yarıp içerisinden öz beynini çıkartana kadar; ileride gideceği ve nesilleri sürükleyeceği istikametin tam zıddı yönde hareket etmiştir.

Evdeki Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri ile tanışıncaya dek. Onunla tanışıncaya kadar bohem hayatı yaşayan şair, büyük zat ile beraber kendisini büyük bir inkılabın içerisinde bulmuştur.

Göz aynı göz ama artık görülen farklı,

Kulak aynı kulak ama artık duyulan farklı,

El, kol, ayak dışta,

Beyin, kalp, akıl içte.

Hepsi olduğu yerinde duruyor ama artık hepsi farklı çalışmakta. Hepsi eski hayatlarını çöpe atmakta ve yeni bir yolculuğa çıkmakta. Hepsi farkın esrarını yaradanın farkına varmakta.

Öncesinde şair sonrasında ÜSTAD.
ÜSTAD beyninde çakan şimşek ve efendisinin kendisinde bıraktığı ilk izlenimi şu satırlarla ifade ediyor.

“Bana yakan gözlerle, bir kerecik baktınız;

Ruhuma büyük temel çivisi çaktınız!”

Çakılan çivi ruh inşasının ilk kademesini oluşturmaktadır. Artık bambaşka bir Eda’ya bürünen üstad hakikat ışığını engelleyen pencereyi söküp atmış, o ışıktan olanca gücüyle faydalanmaya çalışmış ve de bu ışığı tarife girişmeye kendisine borç edinmiştir.

Değişim kendini gösteriyor, Fikir yerinde durmuyor. Sanat kuşunu ustalıkla evcilleştiren üstad istediği dala konduruyor. Sanat arısıyla istediği çiçekten bal alıyor. Sanat onun elinde inceliklerin inceliğine ulaşmak maksadıyla kullanılan bir araç, kendileri ifade ediyor;

“Anladım işi sanat Allah’ı aramakmış, Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış”

Dava, dava ve dava
Davanın kalesi Büyük Doğu. Düşünce kıyafetlerinde ilericilikte gerici bedeni kullanan, isimlerini düşündüğüm an aklımın bana cephe aldığı, isimlerini yazma niyetine giriştiğim an parmaklarımın yazının devamını getirmeyeceğini belirttiği, netice itibari ile alçaklığın bile yanlarında yüksek kaldığı kişiler defalarca Büyük Doğu’yu bombardımana tutmuş, yapılmak istenen çalışmalara set kurmaya çalışmış, adi ideoloji kıyafetlerini giymelerine engel olan ve çırılçıplak ortada kalmalarına sebebiyet veren üstadı engellemeye çalışmışlardır. Bazen kendilerince başarıya ulaştıklarına dair ipuçları elde etseler de nihai olarak amaçlarına ulaşamamış ve üstadı susturamamışlardır.

Musab Yasir ÖZEN

Davası olan insan dertsiz olmaz cümlesinin birebir izlerini taşıyan üstad yanlış yolda bulundukları her halinden belli olan dönemin siyasilerini çekinmeden eleştirmiştir. Eleştirdikleri arasında yalnızca siyasi kişilikler değil edebiyat dünyasının önde gelen isimleri de mevcuttur. Onun için önemli olan hakikat ve hakikate ters düşen en yakın dostuna bile göz kırpmadan tenkit. Bu yüzdendir ki hakkında bir çok dava açılmış yıllarca hapsi istenmiş bazı dönemlerde kendisi alıkonulsa da Fikri asla hapse atılmamış, alıkonmamıştır.

O geleceğin inşasında kilit taşın gençlik olduğunun farkındadır.

Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin ,kininin, kalbinin davacısı bir gençlik

“Kim var?” Diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert ben varım!“ Cevabını verici, her ferdi almadığım yerde kimse yoktur!“ Fikrini besleyici bir dava ahlakına kaynak bir gençlik

Necip Fazıl’ın istediği ve tutmaya başlayan gençlik mayası budur. Budur ki o maya ileride yani günümüzde tuttuğunu ispatlarcasına karşımızda tazahür etmektedir, etmeye de devam edecektir.

Onu tanıma gayretine dahi girişmeyen, o mükafata erişenler sadece şairane yönünde bildikleri bilgiler hem büyük bir onur ve kazanç hem de büyük bir ayıp ve kayıptır.

Kazançtır ki; üstada ait bir şiirin bile sırrına varabilmek kişiye çok şey katabilir ve farklı ufuklarda kendisine yardımcı olabilir.

Kayıptır ki; Necip Fazıl şiirin haricinde bir çok farklı türlerde eser vermiştir ve kişi o eserlerden mahrum kalmıştır.

Necip Fazıl’ı anlamak zordur, anlatmak daha da zordur. Bu yazı onu anlama ve anlatma noktasında yetersizin yetersiz ve buz dağının sadece görünen kısmıdır. Cahit Zarifoğlu diyor ya “Buz dağının görünmeyen kısmını yazmaya çalışıyorum” diye, asıl mesele de budur. Görünmeyeni anlatabilmek…

Necip Fazıl Kısakürek bir yol açmıştır ve o yolda yürümesi gereken gençler hayal etmiştir. Bizim yapmamız gereken o yolda yürümek, yoldaki tuzakları ortadan kaldırmak ve ardımızda tertemiz bir yol bırakmaktır. Dertlenmek, düşünmek, fikir paltosuyla gezinmektir yapmamız gereken..

Ne diyor ÜSTAD;
“Surda bir gedik açtık Mukaddes mi Mukaddes, Ey kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen es!”

 

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

 

 

 

 

 

Musab Yasir Özen

Büyük Doğu Necip Fazıl KISAKÜREK / Tarkan Balcı

Büyük Doğu Necip Fazıl KISAKÜREK

Tarkan Balcı

Bir şair için en kötü şey sadece birkaç şiiri ile tanınması, bu şiirler dışında şair ile ilgili hiçbir şey bilmediğimiz. “Düşüncesi ne? Amacı ne? “ gibi sualleri kendimize sormadan “bu şiir güzelmiş“ deyip üstü kapalı bir şekilde hissiyatlardan uzak durmamız, şairin birkaç şiiri ile yetinmemize sebep oluyor. Acaba bu zamana kadar herhangi bir şair’i en ince detaylarına girecek şekilde inceledik mi? İşte bizim eksiklerimiz burada başlıyor. Bu düşüncelerde şairleri etkisi altına alıyor ve kendilerini kanıtlama düşüncesine giriyor. Şairler bir toplumun haykıran sesi, gören gözü, duyan kulağıdır. Ve en önemlisi de vicdan aynasıdır. Bazıları bunun dışında kalsa bile hassas ruhlarıyla farklı âlemlerden aldıklarını, bize şiir diliyle aktarırlar. Bu mana çerçevesine giren şairler birkaç şiire hapsedilmeyerek bir bütün olarak değerlendirilmelidir.

Cumhuriyet devri Türk şiirine nefes olmasını sağlayan Necip Fazıl Kısakürek, son dönemde yapılan çalışmalarla hak ettiği yeri almışsa da, onun halk tarafından tanınması Sakarya türküsü, zindandan Mehmet’e mektup ve kaldırımlar olmuştur. Necip Fazıl’ı bu üçgende tanıyıp, belli bir kalıba hapsetmek, şairin diğer fikirleri hakkında bilgi sahibi olmamızı engeller. Bizce Necip Fazıl’ı esas sanatkâr ruhunu aksettiren diğer şiirleri ile değerlendirmek icap eder.

Ben’ki Toz Kanatlı Bir Kelebeğim

Toz kanatlı bir kelebek edasıyla Kaf Dağı’nı omuzlayan şairimiz 1905’te kocaman bir konakta doğar, ilk öğrenimini yaptıktan sonra Fransız mektebi ve Amerikan koleji gibi okullara devam eder. Orta öğreniminden sonra Mekteb-i Fünuni Bahriye’ye kaydolur. Öğrenim gördüğü bu okul bir yıl uzatılınca burayı bırakarak Darü-l Fünün’un Felsefe bölümüne kayıt yaptırır. Bu yıllarda şair ruhu, onu şiir yazmaya zorlar. Yazdığı şiirlerin bir kısmını dönemin edebiyat Necip Fazıl’ı Yakup Kadri’ye gösterir. Bir taltif olarak şiirleri bir süre sonra devrin sanat ve edebiyat alanında nabzını tutan Yeni Mecmua’da yayımlanır. Aslında Necip Fazıl’ın şairliği kendi ifadesiyle 12 yaşında, tuhaf bir bahaneyle başlamıştır.

Şairliğim 12 yaşında başladı. Bahanesi tuhaftır. Annem hastanedeydi ziyaretine gitmiştim beyaz yatak örtüsünde siyah kaplı küçük ve eski bir defter, bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde, haberi veren annem bir an gözlerimin içini tarayıp “senin” dedi, şair olmanı ne kadar isterdim! Annemin bu dilediği bana, içimde besleyip de 12 yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Varlık hikmetimin taa kendisi… gözlerim, hastane odasının penceresinde, savrulan kan ve uluyan rüzgâra karşı, içimden kararımı verdim. Şair olacağım! Ve oldum. O gün bugün, şairliği küçük ve adi hissiliklerin üstünde gören, onu idrakin en ileri merhalesi sayan ben, bu küçük ve adi bahaneyi hiç unutmadım. Aslında patlamaya hazır bir duygunun ortaya çıkması için sürenin dolması anlamındadır. Annesinin isteği zaten şair bir ruha sahip olan, şiiri bir ihlas olarak gören Necip Fazıl için şiirin ve şairliğin ortaya çıkmasıdır bu küçük bahane.

Zamanın Milli Eğitim Bakanlığı, yurt dışına burslu olarak talebe göndermek için bir imtihan açar. Kazananların gideceği yer, edebiyatın kalesi olarak nitelendirilen Paris’tir. Edebiyatın kalesi olan Paris’e gitmek için Necip Fazıl’da bu imtihana girer. Yıl 1924 Paris’e geçen şairimiz, meşhur Sorbonne Üniversitesi’ne kaydolur. Yaşamış olduğu fikir bunalımları neticesinde düzensiz bir hayat yaşayan şairimiz okula devam edemez. Fransa’nın gece hayatında bulur kendini. Bu şartlar altında bütün parasını kumarda kaybeden şair, devletin dönüş için verdiği bileti bile aynı şekilde kaybeder. Başarısız geçen bu tahsil dönemi neticesi devlet bursu kesilir. İstanbul yolu görünür şairimize.

Yıl 1925’tir. Bu dönüş onun için yeniden doğuş’un ilk tohumları olacaktır. İleriki yıllarda. Şairin ruhundaki fırtınalar, varlık ve yokluk arasındaki gelgitlerden kurtulamamıştır henüz.

Bir arkadaşının vasıtasıyla Felemenk bahri Sefid bankasında işbaşı yapar. Bir süre sonra Osmanlı Bankası’nın çeşitli şubelerinde çalışır. 1934’e kadar içindeki gelgitlerle yaşayan şair, bir tevafuk eseri durgunlaşmanın ilk yansımalarıyla tanışır. Bir gece çalıştığı bankadan evine vapurla dönerken karşısında oturan ve gözlerini ondan ayırmayan “Hızır” tavırlı bir adam ona kurtuluş reçetesi yazacak bir hekimin adresini verir. Bu hekim, şairin içindeki iniş çıkışları düzlüğe çevirecek, gelgitleri yutacak, ruhunu sakinleştirip onun hakikat ilmini çevirecek bir zattır; Abdulhakim Avrasi.

Şairin, “EFENDİM! Benim efendim, benim güzeller güzeli efendim!” diye hayranlık ve aşk derecesinde bağlı olduğu Abdulhakim Arvasi; tam 30 yıl şairin ufkunda bir hakikat güneşi gibi doğar.

YARAM VAR, HAVANLAR DÖVEMEZ MERHEM

Yaram Var, Havanlar Dövemez Merhem

Artık, yeni bir hayat başlar Necip Fazıl için . Hayat bakış tarzı değişir. Yeni bir isim arayışı içindedir bu yeni haline çünkü heybesi hayat doludur bundan böyle. Tek meselesi sonsuza varmak olur. Artık eskilerde barınamayan şair.

“KAÇIR beni ahenk, al beni birlik!” der yalvarırcasına birilerinin çok değer verdiği şairliği, sanatkârlığı dahi istemez:

“ Ver cüceye onun olsun şairlik şimdi gözüm büyük sanatkârlıkta”

mısralarıyla bu dönemde şiirdeki gaye ve anlayışını belirler. Artık şiir, mutlak hakikati aramakta kullanılan bir vasıtadır onun için.

Necip Fazıl’ın bu dönüşü hazmedemeyenlerin taarruza geçtikleri görülür. Bir zamanlar Türk edebiyatı‘nın gelecek vaat eden genç şairi olarak takdim edilen Necip Fazıl, bu dönüşten sonra sabık şair diye resmedilir bir süre. Fakat şairimizin tenkitlere değer vermez ve kendini hakikat arayisi içerisine sokar. Değişmenin önünde direnmek veya insanı sabit fikirlerle yaşamaya alıştırmaktan daha büyük bir yobazlık var mıdır yeryüzünde? Ama şunu unutmamak gerekir ki, bu karşı duruşların, altında yatan temel düşünce aydınımızın tarihi ile ve kültürüyle olan yakınlaşmasından duyulan rahatsızlıktır. “ Kendi geçmişini bilmeyenler, başka milletlerin şikarı (avı) olmaya mahkumdur.” Sözüyle zıtlaşma, bizim aydınlarımızın en bariz vasfı haline gelmiştir. Son dönem Türk edebiyatında.

Bütün bu tepkilere kendi çapında göğüs geren Necip Fazıl için, artık yeni bir dünyada bulmuştur kendini. Bu değişim sürecinde Türk fikir ve edebiyat dünyasında yabancı fikir akımlarının sesi çıkmaktadır. Buna bir nebze de olsa “Dur!” Demek için, 1936’da “Ağaç” dergisini çıkarır Necip Fazıl. Devrin bir çok yazarını bünyesinde barındıran bu dergi bir çok sanat ürününün de tanınmasında vesile olur. Mücadelelerle geçen bu dönem akabinde 1943’te Büyük Doğu dergisini de yayın hayatına hediye eder. 35 yıl yayımlanan bu dergi, edebiyat ve fikir tarihi açısından ayrı bir öneme sahiptir. Dergilerde çıkan yazıları, kalem kavgaları Necip Fazıl’ın isminin yurdun her tarafında duyulmasını sağlıyordu. Konferanslar bütün yurdu dolaşarak Sinesindeki hakikatleri nesne boşaltma imkanı veriyordu şaire. Hemen hemen yurdun dört bir yanını dolaşan şair, konferanslarıyla geniş bir kitleye ulaşma imkanı bulur. Konferansları sürerken kendini şiir ve yazıdan da uzaklaştırmayan Necip Fazıl, 1980 yılına kadar 13 yıl süren ve siyasi, kültür ağırlıklı olan meşhur “Rapor” larını fikir hayatımıza armağan eder.

26 Mayıs 1980’de Türk edebiyatı Vakfınca “sultânu’ş-şu’arâ” (Şairler sultanı) seçilir. Bunu, 1982 yılında ‘Batı tefekkürü ve İslam tasavvufu’ eseri vesilesiyle aldığı yılın fikir ve sanat adamı mükafatı takip eder. Artık hayatının son demlerini yaşayan şair, kendini tamamıyla çok önem verdiği eserleri yazmaya adar. Cemiyetteki aksiyoner kişiliği yerini bir tasavvuf dervişine bırakır. İnzivaya çekilir, bir daha çıkmamak üzere küçücük odasına kapanır. Kendisinden fikir almak için yanına gidip gelenleri kabul eder.                                                                                              Ömrünün son günlerinde 25 Mayıs 1983 gecesinde şu mısralar dökülür dilinden ;

“ Ben ölünce etsin dostlarım bayram,

üst üste tam kırk gün kırk gece düğün!”

“ Açı doyurmaksa kabirde meram,

yemeğim Fatih’a, günde beş öğün.”

Necip Fazıl da son randevusunun hazırlığı içerisindedir. Ama bilsem nerede, saat kaçta Tabumun tahtası, bilsem hangi ağaçta diyerek bu randevunun ölüm olduğunu fısıldar kulaklarımıza.

Her şeye küsmüştür şair. Bu dünyada ne varsa renk, nakış, lezzet, ne varsa küstür. Gözündeki son marifet, Azrail’e tebessümdür. Yahya Kemal’in Sessiz gemi şiirinde ifade ettiği gibi, Artık demir almak günü gelmiştir zamandan. Meçhule giden bir gemi kalkmaktadır hayat limanından. Yolcusunu almaya kararlıdır. Son gidişte ne mendil sallanır ne de kol. Çok kimse gitmiştir bu sefere, ama seferinden dönen olmamıştır. Sessiz gemiye bu sefer de Necip Fazıl binmiştir, ve dilinde şu mısralarla bize el sallayarak mutluluk diyarına doğru yol almıştır:

“Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber… Hiç güzel olmasaydı ölürmüydü peygamber?!“

 

Ver Cüceye Onun Olsun Şairlik

Ver Cüceye Onun Olsun Şairlik

Osmanlı’nın son dönemlerini yaşamış cumhuriyetin ilk dönemlerini idrak etmiş Necip Fazıl, tam bir kültür buhranının ortasında kendisini bulmuştur. Bir taraftan Trablusgarp Savaşları, bir taraftan meşrutiyet, bir taraftan Çanakkale ve milli mücadele… Cemiyetin en hassas ferdi olan şairlerimizin ruh dünyalarında bir nevi şok tesiri yapmıştır bu tarihi hadiseler.

Fikirleriyle olduğu kadar şiirleri ile de Türk edebiyatında farklı bir yere yerleşen Necip Fazıl, Cumhuriyet sonrası Türk şiirinin kurulmasında temel fonu teşkil etmiştir. Bir yandan halk şiiri bir yandan da batı şiiri ölçülerini aynı potada eriterek şiiri, basit hislenmelerden kurtarıp insanın kendi ‘ben’ ini arayan bir vasıta haline getirmiştir. Türk şiirinde yeni bir oluşumu sessiz ve derinden yapmıştır.

Onu sadece bir şair olarak görmemek gerekir, tiyatroları, nesirleri, romanları, hikayeleri, anıları ve kalem kavgalarıyla da bir devre ışık tutmaktadır Necip Fazıl. Bu mevzuda mutlaka söylenecek çok söz vardır. Necip Fazıl’ı en iyi tanıyan ve yorumlayanlardan olan son dönem Türk edebiyatının şair ve mütefekkirlerinden Sezai Karakoç’un şu nefis yorumuna kulak verelim bir de:
Necip Fazıl’ın şiirinin asıl özellik, gerçeği arama ve ona vararak üstün ruh erginliğine, ebedi iyilik tadına varma olunca ‘Çile’ şiirinin tahlili, bütün şiirinin anahtarı olabilecek demektir. Çile şiirinin Necip Fazıl’ın daha önceki şiirlerine bakan bir yüzü, daha sonraki şiirlerine bakan bir başka yüzü vardır. Daha doğrusu sanki dört bölümlü olan şiirin birinci ve ikinci bölümleri yer yer daha önceki şiirleri benliğinde, belli belirsiz özetlemiştir. Son bölümü de gelecek şiirlerinin bir habercisi, bir proloğudur. Çile‘nin birinci bölümünde içinde bulunulan ve sanki hakikatmiş gibi benimsenen peşin hükümler ve alışkanlıklar dünyasının yıkılması ve bu yıkılıştan duyulan acı anlatılmaktadır. İkincide bunalıma düşen ruh, artık eşyanın, varlığın varoluşun sırlarını aramakta ve bu arayışın ölümden beter azabını dillendirmektedir. Üçüncü bölümde şair hakikati bulmanın ve bunalımdan kurtulmanın metot ve çarelerini arar gibidir. Mesafeler ve yolların insanı aldatışı, büyücünün hıncı, aynaların geçen zamana eş verdiği ızdırap, lügat kavramıyla sembolize edilen bilginin yetersizliği, tabiatın insanın içindeki iniş ve çıkışlardan daha basit bir yapıda oluşu, yani insan girişliliğinin dış dünyayı aşması, umudun bunlarda olmadığını bize göstermektedir. Fakat son bölüm bir var oluş bunalımına sürükleyen galiplerden gelme sesin bu kez aydınlıklarla ansızın ‘ben’i sardığını ve ezel fikrin ve ebedi duygusuna götürdüğünü, ansızın mavera perdelerinin yırtılarak insanın hakikatin kucağına düştüğünü, artık insanın saman yollarından daha ötesi ile deniz dibindeki incilere sahip çıkarcasına en değerli tutanak olan ebedi olmaya yönelmesi gerektiğini, yani ALLAH’ı bulmak ve ondan asla ayrılmamak için yeni, büyük ve ulu hayatına başlamasıyla kurtulabileceğini Türk şiir tarihinde unutulmaz bir poetik bütünlükteki kıtalarla anlatmaktadır.

Halk şiiri motiflerinden, eşyanın ötesinde bekleyen mesaja giden ve ondan yeniden topluma dönen Necip Fazıl şiiri, uygarlığından soyulmuş bir toplum için, uzun vadede yeni bir kurtuluş umudunun kaybolmadığını, eşyanın ezildiği yerden mistik, tarihin koptuğu yerden metafizik kurtuluş çizgilerinin fışkırdı ruhun uyanışı şiiri oluyor.

Necip Fazıl, şiiri merkez alınmadığı için Cumhuriyet sonrası şiirimizin gerçek yorumu yapılamamıştır. Toplumdaki ekmek kavgası, ne Orhan Veli şiirini ne de Nazım Hikmet özentisi şiiri kurtarabilmiştir. Çünkü toplumumuz ekmek derdini bile lirik ve daha doğrusu poetik planda, en soylu dolaylı anlatıma kavuşturacak bir mizaçtadır.
Bin yıldır varoluş davasına ekmek kavgasının çok üstünde yaşamış bir toplumu, tarihsiz, geçmişsiz, onursuz bir toplummuşçasına dile getirmeye imkan yoktur. İsterse o toplum gerçekten aç olsun. Onun açlığında tarihin sıkıntısı vardır. O, ekmeğin içinde bile tarihe acıkmışken, tarihini bile ekmeğe acıkma şeklinde anlatma, bu toplumu anlamama ve onun ruhuyla gerçek bir bağ kuramama demektir. Hatta böyle bir bağ kurabilmenin bütün imkanlarını da kaybetmek demek.

 

Tarkan Balcı                

www.musabyasirozen.com.tr

 

 

Necip Fazıl

NECİP FAZIL

NECİP FAZIL

Yaşadığımız zamanlar, sonrası ve öncesi… Geçmiş ve gelecek… Şimdi bulunduğumuz anları anlıyoruz, biliyoruz az çok. Ama öncesini bilemiyoruz. Sadece tahminlerimiz var. Bu yüzden geçmiş ve gelecek arasındaki köprülerden faydalanmamız, onların yaşadıklarından ders almamız ve Fikirlerini gelecek için değerlendirmemiz lazım. Hiç kuşkusuz ki en güvenilir ve zamanına göre en dayanıklı köprülerden biri Necip Fazıl Kısakürek’tir.

Yaşadığı zamandan günümüze ışık tutmuştur sanki ve bugünlerde ne olacağının tahmin ve tahlilini o zamanlardan yapmıştır. Şiirlerin‘de ahir Zaman fitnelerini ve ahlak yoksunluğu kinayeli anlatımla dile getirmiştir. Hiç kuşkusuz “iğreniyorum” adlı yazısında yine memleketin o zamanki halinden bahsetmiş ve bize geçmişteki insanlarında gerçek yüzünü göstermiştir. Derinlemesine bakacak, inceleyecek olursak eğer, şimdiki zaman insanlarının o zamandan farkının olmadığını görürüz. Her yılda “ Görmedim, duymadım, bilmiyorum” u oynayan insanlar olduğunu fark ederiz.
Necip Fazıl bu yazısında diyor ki : “Gördüğü şeyi nasıl görebildiğini izahtan acizken gözüyle görmediği için Allah’ı inkar eden maddeciden iğreniyorum!” Her kelimesine, her cümlesine ayrı anlamlar yükleyen Necip Fazıl yine anlatmış işte sapıtmışların biz inananlar gözünde nasıl olduklarını. Tutarsız davranışlar sergileyip maddeci tavırlarıyla maddeyi de ispat edemiyorlar. “ Ağlayamam, anlayamam, içini kanatamayan, yumruğunu sıkamayan, insandan… İğreniyorum” diyor Necip Fazıl. Duygularını gerçek anlamda yaşamayan ve bir nevi iki yüzlü insanlardan, içine ise dışı olduğundan farklı durandan iğreniyor.

Zamanımızda da böyle değil midir bu? İçi farklı dışı farklı. Kalbi kinle kinle, şefkatle dolu ama bunu yine insanlara yansıtamıyorsa gönül evinde sorun var demektir. Gönül evini temizlemeden misafir çağıramazsın. Öyle basit ve üzerinde düşünülmeyesi konular değil bunlar. Necip Fazıl’ki en duru en pak şekilde anlatmış insanların iç dünyasını. Aslında bütün insanlığın görüş ve düşüncelerini kelimelere çok iyi aktarmış ustaca kullanmış ve arkasından gelen çıraklara son derece başarılı, güçlü bir Önder olmuştur.

Biz ki yarım sayfalık bir sayfalık yazılarla Necip Fazıl’ı anlatamayız, asla onun kadar usta olamayız ama çırağı olmak son derece onur ve gurur meselesidir. Necip Fazıl’ın ne söylediklerini, ne anlatmak istediklerini tek bir kişi anlatamaz tahlil Edip sentezleyemez. O yüzden Necip Fazıl’ı kendi dilinden dinlemeli, kendi dilinden okumalıyız. İyi ki Necip Fazıl Kısakürek üstadımızın çırağıyız vesselam.

 

Musab Yasir Özen 

www.musabyasirozen.com.tr

Üstad

ÜSTAD / Abdülaziz Çekirge

ÜSTAD

Abdülaziz Çekirge

Bir kitabı şöyle dursun, bir hikayesinin, bir şiirinin ucundan tutsam şimdi; sayfalarca anlatır kendini o şiir yahut hikaye.

Lakin bir rüyada demleneceği varmış kelimelerin. Bir rüyanın harflerini dizeceğim cümleden iplerime. Rüya dediysem, hayali bir hal değil, saf bir gerçek. Üstadın ses renginde bir tını, Necip sözlerden örme bir teselli…

Cihat zaferin yolculuğuna azık ettiği rüyasını resmetmeye talip bu fakirin kelimeleri.

Buyurun düşünelim bu Hülya’nın içine…

Arabalı vapurun istikameti Eski hisar. Vakit gece vapurdaki otobüsün yolcularından biri uyarıyor. Nabzı bir çarpıntı halinde seyrediyor, zihni darmadağın, korkusu da eksik değil sağında ve solunda geziniyor telaşlı bakışları. Kendinde olsa kendine soracak: ÜSTAD nerede? Çünkü yolcu emin az evvel burada olduğundan. Koltuğundan kalkıyor, otobüsten vapura biniyor.

Suyun ve göğün seyrine dalıyor. Gördüğünü tarifine duruyor dili :

ÜSTAD

“Sabah olmak üzere, o açık lacivert semaya, kahveye süt karıştırır gibi, ALLAH günün aydınlığını katıp duruyor, denizde Sütliman “
Tarifine fon oluyor vapurun gürültüsü. Martıların çığlığı ekleniyor sonra. Yolcunun korkusu hala taze içinde bir heyecan tortusu, durulmuyor. Yolculuğun durgun bir suda olması, yolculuğu dindirmiyor. Aslında ilk kez olmuyor bu daha evvel de Necip Fazılı görmüştür rüyasında. Ama bu defa farklı, sesi , nefesi hâlâ kulağında; “ Korkma gemidesin pas pas da olsan gemidesin” . Yol boyu bu üç kısa cümle zihninin duvarını dövüp duruyor. Evine varır varmaz uyuyakalıyor. Uykusunun ömrü telefon çalana dek. Henüz sekiz olmamış saat. Telefondaki ses Ömer Kısakürek‘e ait “ Babam seni çok sever cihat.” Diyor ve aynı cümleyi tekrarlıyor Ömer Kısakürek. Sesinde tuhaf bir tını. Sanki biraz evvel Necip Fazıl‘dan da işitmiş gibi.

Yolcuyu bir ürperti kuşatıyor, vapurdaki gibi. Kelimeleri tutuluyor, diyemiyor içindeki o susarken, Ömer Kısakürek‘ten bir davet geliyor: “Hemen bana gel” Bir “peki” ye sığdırıyor bütün cevaplarını ve yine yola düşüyor yolcu.

Yeni taşınılmış bir evin alt katında, yorgunluk emareleri görülen bembeyaz yüzüyle koltukta oturuyor Ömer Kısakürek. ”Bak sakın korkma, ipek gibisin cihat, babam seni çok sever. Sakın korkma, yem desin pas pas da olsan gemidesin” Yolcu cihat “Tesadüfmü” sorusunu geçiriyor aklından. Ve saatlerce susuyorlar, yalnızca ara sıra çay bardaklarının sesi duyuluyor.

Sonra;

Sana söylemedi mi babam? Bana söyledi. Gemidesin cihat bu gece söyledi babam bana manada. Seni çok sever babam.
Çay faslına geçiliyor yine. Çay… Çay… Çay… süküt yarenlik, çayın buharına. Ve Ömer Kısakürek’e düşüyor;

Haydi git.

Yine yola düşüyor yolcu. Yolcuya yine yollar düşüyor şaşkın değil. Biliyor artık, sahiden bir irtibat var üstadı ile arasında. Biliyor, rüyalar bazen hakikatten ibaret. Çay şahit, buharlarında tüten sükut şahit…

 

 

Abdülaziz Çekirge          

www.musabyasirozen.com.tr

Abdülaziz Çekirge

NECİP FAZIL KISAKÜREK / Abdülaziz Çekirge

NECİP FAZIL KISAKÜREK

Abdülaziz Çekirge

Yaşadığımız zamanlar, sonrası ve öncesi… Geçmiş ve gelecek… Şimdi bulunduğumuz anları anlıyoruz. Biliyoruz az çok. Ama öncesini bilemiyoruz. Sadece tahminlerimiz var. Bu yüzden geçmiş ve gelecek arasındaki köprülerden faydalanmamız, onların yaşadıklarından ders almamız ve fikirlerini gelecek için değerlendirmemiz lazım. Hiç kuşkusuz ki en güvenilir ve zamanına göre en dayanıklı köprülerden biri Necip Fazıl Kısakürek tir. Yaşadığı zamandan günümüze ışık tutmuştur, sanki ve bu günlerde ne olacağının tahmin ve tahlilini o zamanlardan yapmıştır. Şiirlerin de ahir zaman fitnelerini ve ahlak yoksunluğu kinayeli anlatımla dile getirmiştir. Hiç kuşkusuz “iğreniyorum“ adlı yazısında yine memleketin o zamanki halinden bahsetmiş ve bize geçmişteki insanların da gerçek yüzünü göstermiştir. Derinlemesine bakacak, inceleyecek olursak eğer, şimdiki zaman insanlarının o zamandan farkının olmadığını görürüz. Her yılda  “görmedim, duymadım, bilmiyorum“ u oynayan insanlar olduğunu fark ederiz. Necip Fazıl bu yazısında diyor ki: “gördüğü şeyi nasıl görebildiğini izahtan acizken gözüyle görmediği için Allah’ı inkar eden maddeciden iğreniyorum” Her kelimesine, her cümlesine ayrı anlamlar yükleyen Necip Fazıl yine anlatmış işte sapıtmışların biz inananlar gözünde nasıl olduklarını. Tutarsız davranışlar sergileyip maddeci tavırlarıyla maddeyi de ispat edemiyorlar. “ Ağlayamam, anlayamam, içini kanatmayan, yumruğunu sıkmayan insandan… İğreniyorum” diyor Necip Fazıl. Duyguların gerçek anlamda yaşamayan ve bir nevi iki yüzlü insanlardan içine ise dışı olduğundan farklı durandan iğreniyorum.

Zamanımızda da böyle değil midir bu? İçi farklı farklı dışı farklı. Kalbi kinli, nefretle dolu ama bunu insanlara yansıtamıyor: kalbi sevgi ve şefkatle dolu ama bunu yine insanlara yansıtıyorsa gönül evinde sorun var demektir. Gönül evini temizlemeden misafir çağıramazsın. Öyle basit ve üzerinde düşünülmesi konular değil bunlar. Necip Fazıl ki En duru en pak şekilde anlatmış insanların iç dünyasını. Aslında bütün insanlığın görüş ve düşüncelerini kelimelere çok iyi aktarmış ustaca kullanmış ve arkasından gelen çıraklara son derece başarılı, güçlü bir önder olmuştur. Biz ki yarım sayfalık bir sayfalık yazılarla Necip Fazıl’ı anlatamayız, asla onun kadar usta olamayız ama çağı olmak için son derece onur ve gurur meselesidir. Necip Fazıl’ın ne söylediklerini, ne anlatmak istediklerini tek bir kişi anlatamaz tahlil Edip sentezleyemez. O yüzden Necip Fazıl’ı kendi dilinden dinlemeli, kendi dilinden okumalıyız. İyi ki Necip Fazıl Kısakürek üstadımızın çırağıyız vesselam.

 

 

Abdülaziz Çekirge          

www.musabyasirozen.com.tr

Necip Fazıl Kısakürek

NECİP FAZIL KISAKÜREK’TEN BİZLERE / Musab Yasir Özen

NECİP FAZIL KISAKÜREK’TEN BİZLERE

Musab Yasir Özen

Üstad’ı kaleme almak eserleri, kişiliği, inancı, edebi ve siyasi hayatı hakkında yazmak düşünceleri bir kalıba sıkıştırmak ve sunmak oldukça zor. Üstelik kelimelerin ustası… Uzun süren kalem ve kağıdın birbirine bakışması ardından vazgeçmek ve akışına bırakmaktı saatleri,

Mekanı cennet olsun….

Kalem erbabı olan kelimeleri bir araya getirdiğinde herkese payına düşeni farklı ölçülerde aldıran Üstad Necip Fazıl’ın “Kaldırımlar” içinde yaşanmışlığı anlatarak başlamıştı. Uzun ve Çileli yolu, görüntüyü kaleme alıyordu. Çoğu zaman nefes alan kelimelerdi her biri, kimi şiir oluyor kimi yazı, kimi okkalı bir cevap halinde sunuyordu her defasında ince çizgileri ile okuyucuyu hayret içinde bırakarak kendinden emin attığı adımlarla yazmayı yaşamakla özleştiren kimi zaman siyasi kimi zaman edebi ve dini yönleriyle bildiği doğrulardan boyun eğerek ilerliyordu. Üstad en çok edebi yönüyle şiirleri ile anılıyor iz bırakan sözleri duvarlara resim oluyordu. “ Saatim işlemiş ben durmuşum, gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum”

Zindandan iki hece diyerek başlayan “ mektuplar “ bir çok kişiye ilham vermiş hislerine tercüman olmuştur. Gecelerin hüzün olduğunu öğrendik. Ne zaman ne mekan tanıdık üstad sayesinde sevgi için. Bir çok eseri tiyatro ve sinema sahne’lerine taşındı. Şiirleri ile bazen sevgiliye bazen gökyüzüne kuşlara sunduk o ince elenen satırları.

Kimi zaman anladık, kimi zaman içinden çıkamadık yine de inandık yoluna sevdasına inandık. Usta şairin ölümü sadece ona inanan sevenleri değil, karşısında duranları dahi hüzünlü bir şaşkınlığa uğrattı. Ve bir üstad ancak bu kadar iz bırakabilirdi giderken bıraktığı o ince düşünülmüş vasiyetiyle, çizgisini değiştirmeden yolundan dönmeden boyun eğmeden çileli hayatı son bulmuştu .

Onu ilk “ Bir adam yaratmak” adlı eseriyle tanımış ve o kadar etkilenmiştim ki ardı arda tiyatroya ve sinema sahnelerini uyarlanmış halini izlemiş hayranlığım artmıştı. Daha sonra şiirleri girdi hayatıma. “ Kaldırımlar” da kaldı aklım her daim, “ peygamber halkası” adlı eseri ile aydınlandım. “ çöle inen nur” ve diğer eserleri ile sırayla tanıştım ve ben üstadı tanımaya çalıştıkça tanımanın dahi uzun bir yol olduğunu öğrendim.

Necip Fazıl Kısakürek KALDIRIMLAR

               Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında,
               Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
               Yolumun karanlığa karışan noktasında
               Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

               Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık,
               Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
               Bu gece yarısında iki kişi uyanık:
               Biri benim, biri de uzayan kaldırımlar.

               İçimde damla damla bir korku birikiyor,
               Sanıyorum her sokak başını kesmiş devler.
               Simsiyah camlarını üzerime dikiyor
               Gözleri çıkarılmış bir ama gibi evler.

               Kaldırımlar, ızdırap çekenlerin annesi,
               Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
               Kaldırımlar, duyulur ses kesilince sesi,
               Kaldırımlar, içimde uzayan bir lisandır.

               Bana düşmez can vermek bir kucakta,
               Ben bu kaldırımların istediği çocuğum.
               Aman, sabah olmasın bu karanlık sokakta,
               Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum.

               Ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin,
               İki yanımdan aksın bir sel gibi fenerler.
               Tak… tak… ayak sesimi aç köpekler işitsin.
               Yolumun takı olsun zulmetten taş kemerler.

               Ne ışıkta gezeyim, ne göze görüneyim,
               Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları.
               Islak bir yorgan gibi iyice bürüneyim,
               Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

               Uzanıverse gövdem taşlara boydan boya,
               Alsa bu soğuk taşlar alnımdaki ateşi.
               Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya
               Ölse kaldırımların kara sevdalı eşi.

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

 

 

 

 

Musab Yasir Özen

NECİP FAZIL KISAKÜREK VE BÜYÜK DOĞU / Musab Yasir Özen

 

NECİP FAZIL KISAKÜREK VE BÜYÜK DOĞU

Musab Yasir Özen

Baharın ilk çiçeğiydi o, kardelen’ di. Karı deldi, soğuk rüzgâr ve tipiye rağmen dimdik ayakta durdu ve büyüdü. Yeni Kardelen’ler için zemin hazırladı, gecenin karanlığında Necip Fazıl‘dan bahsediyoruz, ilk defa İslam diye haykıran milletin bilinçaltına hapsettiği değerleri ortaya koyan ilk ve en cesur şair ve yazardır. İslam adına kaybettiğimiz ne varsa hepsine gönülden talip bir şair. Kılıçtan keskin kalemi ile zehir gibi diliyle küfrün buz dağlarını nefesiyle eritmeye başlayan şairdir. Bütün çilesi ve derdi bu milletin “OH” diyebil baharı başlatmaktı. O kalabalıklar coşturmakla memurdu. O zamanın ihtiyacı da zaten o idi insanların ilimden ziyade fikre ve dava şuuruna ihtiyacı olduğu bir dönemdi.

Musab Yasir Özen

Necip Fazılın zamanı tam bir adam kıtlığının yaşandığı zamandı. Zira milletin çoğu Avrupa tarzında akımları benimsemiş, İslam’ı benimseyen az bir kısım insan ve Anadolu’nun bilinçsiz ve şuursuz köylü evlatlarından ibarettir. Necip Fazıl bu hakikati şöyle ifade edecektir, sen yürü! Arkamdan kimler gelecek! Bu kinaye söz aslında arkasından az kişinin geldiğini göstermektedir. bu sıkıntısı yaşadığı bir dönemde mahkemeye düşmektir. Onu dinlemek için gelen üç üniversite öğrencisi olduğunu görür. Eve dönmeyi beklemeden mahkeme koridordaki telefondan eşi Neslihan Hanım‘ı arayıp koridorları inleten bir çığlıkla neslihan görmeliydin, bütün üniversite öğrencileri arkamdaydı. İfadesi aslında insanın ne kadar az olduğunun bir ifadesi, Necip Fazıl’ın o gençleri çok büyük telakki etmesi bunun göstergesidir. Herkeste olduğu gibi Necip Fazıl’ın da insan olması hasebiyle ve kötü akımlara maruz kalması sebebiyle hataları çöktü Rabbimiz affetsin. Ama o günahlarım var deyip durmadı, yılmadı, hapis gördü ama yine de bırakmadı. Çocukları Mehmet ve Ömer’e süt parası dahi alamadığı günler oldu ve yine bıkmadı. Hala yaptığı işler, yazdığı kitaplar ve şiirler okunmaya devam ediyor.

Necip Fazıl

Müslümanlara hep imanı aksiyoner bir şekilde yaşamayı karşılayan temasıyla müslüman‘ların ezilmesini ya da kendilerini kenarda kalmış hissetmelerini önlemiştir. O, sessizliğe Boğulan müslüman‘ların sesi olmuş, kenarda kalan ve pısırıklaşan müslüman‘ların ayağa kalkıp cesaretlenmesine vesile olmuştur. Eğer araştırırsanız göreceksiniz ki Necip Fazıl gece gündüz ibadet eden değil, tam aksine ibadetlerini  tam bir kimlik olarak Ortaya çıkmaktadır. Bu ahlak yapısı onun davası savunmasını hiç ama hiç aksatmamıştır. Ayrıca bizim de bir ön yargı sahibi olmamızı gerektirmez. Zira ibadet kul ile Rabbi arasındadır. ayrıca vefatına yakın beni sevenlerin adıma iki rekat namaz kılsınlar. Şafii mezhebinde caizdir. Dediği rivayet edilir. Bu üstadın günahlarından pişman olduğunun açık bir beyanıdır.

Necip Fazıl Kısakürek

Takriben 30 yaşına kadar hayat üstü bir hayat arayışıyla ve birini arayarak ömrünü geçirmiş ama ne bahem’likte Ne Arap atına binmede ne de evindeki dekor da bunu bulmuştu. Nihayet bir gün çalıştığı bankadan çıkıp hayriye vapuruna bindi ve bir adam karşısına oturmuş gözlerini ondan hiç ayırmıyordu, ve kalkıp giderken ona büyük vaadin randevu adresini veriyordu. Ağa cami her cumaya gitti ve o adamı hayatı boyunca bir daha hiç görmedi. Hızır tavırlı bu adam, onu dehlizlerden beraat ettirip güneşin sımsıcak özgürlüğüne giden istasyonun adresini vermişti. O camiye gidip ilk karşılaştığında gözlerinin içine bakmış ve görünenin ötesini gören o gözlerinin içindeki Derya’ya kendini bırakıvermişti. İşte İslam’a namzet oluşu ve kendini İslam’a adayışı işte böyle başlamıştı. Kendini Abdulhakim Arvasi hazretleri’nde bulmuştu. O zamana kadar geçip giden hayatı işte bu buluşma anını beklemenin doğum sancılarıyla dolu bir hayat ruhunun putları bir Sarsılış’ta yerle bir olmuş ve her şeyi kaybetmiş ama Allah’ı kazanmıştı.       

Diz çök ey nefis önümde diz çök

Heybem hayat dolu deste ve yumak,

Sen bütün dalların birleştiği kök

Biricik meselem sonsuzu bulmak.

İşte şiir‘inde yazdığı sonsuzu bulmak aslında onu 30 yaşında bulmuştu. Bundan sonra çıkardığı Büyük Doğu dergisi rejimin tüm putlarına kafa tutmaktadır, ve yine hapis ve özlem geri kalan acılarla dolu hayatının neredeyse tamamını hapiste geçirir. Düşündükçe insanın içini burkan bir evlat ve bir eş acısı zindanlarda geçen bir hayat. hayatını İslam’ın baharı uğruna kısa kısa çeviren bir adamdır.

 

  Musab Yasir Özen 

www.musabyasirozen.com.tr

 

error: İçerik korunuyor !!!