Tag Musab Yasir Özen

Sezai Karakoç

SEZAİ KARAKOÇ

Ahmet Sezai Karakoç (22 Ocak 1933 – 16 Kasım 2021) Türk şair, yazar, düşünür ve siyasetçi.

Hayatı

Babası Yasin Bey olup I. Dünya Savaşı’nda Kafkasya Cephesi’nde çarpışırken Ruslara esir düşmüştür. Babası orta halli bir tüccardı. Dedesi Hüseyin Bey de Plevne Savaşı’na katılmış, Gazi Osman Paşa’nın teşekkürünü kazanmıştır. Annesinin ismi ise Emine idi ve ev hanımıydı. Ahmet Sezai Karakoç İlkokul eğitimini 1938-1944 yılları arasında Ergani’de tamamladı. 1944 yılında sınavlara girip Maraş Ortaokulu’nda parasız yatılı olarak okumaya hak kazandı. 1947-1950 yılları arasında lise eğitimini yine parasız yatılı olarak Gaziantep Lisesi’nde tamamladı. Lise eğitimi boyunca Felsefe dersine ilgi duydu ve Felsefe okumaya karar verdi. Üniversite eğitimi için İstanbul’a geldi. Babası onun ilahiyat fakültesinden mezun olmasını istiyordu. İmkanları dahilinde eğitimine devam edebileceği yatılı tek bölüm Siyasal Bilgiler Fakültesi idi. Üniversite sınavlarına hazırlanırken kazanamama ihtimalini de göz önüne alarak her ihtimale karşı Felsefe bölümüne kayıt yaptırdı.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanarak başladığı yüksek öğrenimini 1955’te fakültenin Maliye Bölümünden mezuniyetle tamamladı. Altan Öymen’le aynı dönemdendi. Mecburi hizmet sebebiyle Maliye Bakanlığında Hazine Genel Müdürlüğü Dış Tediyeler Muvazenesi bölümüne atandı.

Daha sonra Maliye Müfettişliği sınavına girdi ve sınavı kazandı. 11 Ocak 1956’da müfettiş yardımcılığı görevine başladı. 1959 yılında İstanbul’da gelirler kontrolörü oldu. Bir ara Ankara’ya çağrılıp Yeğenbey Vergi Dairesi’nde görevlendirildiyse de kısa bir müddet sonra yine İstanbul’daki görevine döndü. Görevi icabı Anadolu’yu çok gezdi ve birçok il ve ilçeyi inceleme, tanıma fırsatı buldu. 1960-1961 yıllarında yedek subay olarak yaptığı askerlik görevinden sonra İstanbul’daki görevine kaldığı yerden devam etti. 1965’ten 1973’e kadar birçok kez istifa etti. 1973’ten bu yana da hiçbir resmi görev almadı.

Şairin nüfus kaydında doğum günü 22 Ocak olarak görülmekle beraber kendisi gerçek doğum gününün mayıs ayı içerisinde olduğunu belirtmektedir.

İstanbul’da Diriliş Yayınları ve “Diriliş” dergisini kurdu. 1990 yılında “güller açan gül ağacı” amblemiyle Diriliş Partisini kurdu. Yedi yıl partinin genel başkanlığını yürüttü. Ancak bu parti 19 Mart 1997’de üst üste iki genel seçime girmediği için kapatıldı. 2006 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü ile ödüllendirildi. Bakanlığa, ödülün para kısmının kültür sanat işlerine harcanmasını, diğer kısmınınsa posta ile bildirdiği adrese yollanmasını rica ettiği bir mektup yolladı. 2007 yılında Yüce Diriliş Partisini kurdu ve partinin genel başkanlık görevini yürütmüştür. 2007 yılının Nisan ayından ölümüne kadar her cumartesi akşamları, Yüce Diriliş Partisi İstanbul İl Başkanlığında değerlendirme konuşmaları yapmıştır. Bu konuşmalar partinin internet sitesinden canlı olarak yayınlanmıştır. Karakoç, 2011 yılında Cumhurbaşkanlığı Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü fakat kendisine verilen plaket ve para ödülünü reddederek bu ödülü almaya gitmedi.

Sezai Karakoç

Ölümü

16 Kasım 2021’de yaşlılığa bağlı geçirdiği kalp krizi sebebiyle İstanbul’daki evinde öldü. 17 Kasım günü Şehzadebaşı Camisi’nde kılınan ikindi namazına müteakip aynı caminin haziresine defnedildi.

Şiir hayatı-anlayışı

Karakoç, şiirle ilgili görüşlerini yazmaya başladığı dönemlerden itibaren şiir anlayışını da yazmıştır. Bu konudaki düşüncelerini “Edebiyat Yazıları” adını verdiği 3 kitapta toplayan Karakoç’un Türk şiirinde son derece özgün bir yeri vardır. Onun şiiri metafizik bir şiirdir. Türk şiiri geleneksel yapısı itibarıyla aslında metafizik bir şiirdir. Ancak bu özellik Tanzimat’tan sonra değişir. Sadece Abdülhak Hamit’te metafizik bir ürperti söz konusu olur. Onunla tekrar başlayan bu anlayış Cumhuriyet’in ilk yıllarında Necip Fazıl Kısakürek’te ve Ahmet Kutsi Tecer’de kendini gösterir. Bunlardan başka Yahya Kemal ve Asaf Halet Çelebi’de de metafizik anlayış görülür. Fakat bu metafizik unsurlar adı geçen hiçbir şairin şiir anlayışını açıklamaz, anlatmaz.

YTÜ Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Ali Yıldız’ın tespitiyle Türk şiirini metafizik bir esasa oturtan şair Sezai Karakoç’tur. Karakoç bunu modern şiirin diliyle yapmıştır. O, Batı edebiyatını da iyi incelemiş bir şairdir. Modern sanattaki soyutlamanın İslam anlayışına uygun olduğu düşüncesindedir ve şiirlerini bu yönde geliştirmiştir.

“Edebiyat Yazıları I” kitabındaki ilk yazı metafizik ile ilgilidir. Bu, hangi kavramlara önem verdiğini göstermesi bakımından önemlidir.

Karakoç geleneksel şiire de yaklaşır ancak dili farklıdır. O, modern şiirin diliyle şiirlerini yazmıştır. Poetikasını anlattığı ikinci yazı soyutlama ile ilgilidir. Nitekim modern sanat genel anlamda soyutlamaya dayanır. Ona göre şair, şiiri soyutlamada bırakırsa eksik bırakmış olur, tamamlanması için şairin tekrar somutlaştırması yani soyutlaştırdığı şeyi tekrar yeni bir bağlama oturtması gerekir. Bunu da Diriliş kavramına bağlar.

Dostu Cemal Süreya, ona, yarattığı mistik şiir tarzından ötürü “Sezo” diyordu ve onu, “Mehmet Akif ve Necip Fazıl karışımı şair” olarak tanımlıyordu.

Sezai Karakoç, şairin genel çizgilerini, “pergünt üçgeni” dediği üç ilkeyle anlatır. Peer Gynt, Norveçli yazar Henrik İbsen’in en ünlü oyunlarından biridir. Karakoç, Pergünt’ün, hayatında bu ilkeleri yaşadığını belirtir ve bu ilkeleri şiire tatbik eder:

Şair, kendi kendisi olmalı: “Şairin kendi kendisi olabilmesinin biricik yolu, değişmek, başkalaşmaktır.”
Şair, kendine yetmeli: “Eserinin tohumunu ve geliştirecek iklimini, şairin kendi varlığından alması anlamına gelir yeterlilik ilkesi. Yâni fildişi kuleyi biz dışına çeviriyoruz; evren şaire bir fildişi kule olmalı; şafakta kaybettiği güvercinleri, şair, bir ikindide bulabilmeli.”
Şair, kendinden memnun olmalı: “Eserin şairini sevinçle titretmesi demek bu. Şair, eserini sevmeli. Onu okşamalı, ama yaramazlıklarına da göz yummamalı. Beğenmediği davranışlarını gücendirmeden ona anlatmalı onu kendini düzeltmeye kandırmalı ve bunu da inandırmalı. Ona ‘Beni andırıyor, ah, beni o’ demeli.” Memnunluk ilkesinin temeli, sevinçtir. Yaşama sevinci değil “yaşatma sevinci”dir.

Sezai Karakoç

Eserleri

Şiir

  • Şiirler I (Monna Rosa)
  • Şiirler II (Şahdamar-Körfez-Sesler)
  • Şiirler III (Hızırla Kırk Saat)
  • Şiirler IV (Taha’nın Kitabı, Gül Muştusu)
  • Şiirler V (Zamana Adanmış Sözler)
  • Şiirler VI (Ayinler/Çeşmeler)
  • Şiirler VII (Leylâ ile Mecnun)
  • Şiirler VIII (Ateş Dansı)
  • Şiirler IX (Alınyazısı Saati)
  • Gün Doğmadan (Toplu Şiirler)

Çeviri Şiir

  • Batı Şiirlerinden
  • İslâmın Şiir Anıtlarından

Deneme

  • Edebiyat Yazıları I Medeniyetin Rüyası Rüyanın Medeniyeti Şiir
  • Edebiyat Yazıları II Dişimizin Zarı…
  • Edebiyat Yazıları III Eğik Ehramlar

Düşünce

  • Ruhun Dirilişi
  • Kıyamet Aşısı
  • Çağ ve İlham I-II-III-IV
  • İnsanlığın Dirilişi
  • Diriliş Neslinin Âmentüsü
  • Yitik Cennet
  • Makamda
  • İslâmın Dirilişi
  • Gündönümü
  • Diriliş Muştusu
  • İslâm
  • İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü
  • Düşünceler I-II
  • Dirilişin Çevresinde
  • Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi I-II-III
  • Yapı Taşları ve Kaderimizin Çağrısı I-II
  • Samanyolunda Ziyafet
  • Unutuş ve Hatırlayış
  • Varolma Savaşı
  • Çağdaş Batı Düşüncesinden
  • Çıkış Yolu I-II-III

İnceleme

  • Yunus Emre
  • Mehmet Âkif
  • Mevlânâ

Tiyatro

  • Piyesler I
  • Armağan

Hikâye

  • Hikâyeler-I Meydan Ortaya Çıktığında
  • Hikâyeler-II Portreler

Günlük yazılar

  • Farklar
  • Sütun
  • Sûr
  • Gün Saati
  • Gür

Röportaj

  • Tarihin Yol Ağzında
  • Unutuş ve Hatırlayış
  • Çıkış Yolu I
  • Çıkış Yolu II
  • Çıkış Yolu III

Belgesel

  • Gün Doğmadan

Ödüller

  • 2011: Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü
DİRİLİŞ

DİRİLİŞ

Diriliş insanı gelecek zamanı en az şimdiki zaman kadar gerçek kabul eder. O ufukların adamıdır. Somut ve mutlak gelecek zaman şimdiki zamanı içten öz ve anlama kavuşturur. onun için Zihnin zamanı bölmesini yaşantıya uygulamaz. Bu dünyayı yaşarken öteki dünyayı da yaşar. Devrimi aşarak diriliş çekirdeğini yeşertir. Statüko veya devrim onun için gerçeğin iki yüzü yada yüz astarıdır. Dirilişin şartı olarak otokritiği ve çileyi görür Özü olarak ALLAH’a ulaşmanın yeni doğumunu sezer. O hep yeniden doğuş adamıdır. Ölüm onarıcısıdır. Durumalış özdeğişimcisidir.

Hizmet için gelmiş bir konuk olarak bilir kendini Hizmet edişte köktencidir. Vecd ve coşkunluk adamıdır. Bu vecd ve coşkunluk sarhoş düzensizliğinden korur kendini. Geometrik oluşumla bütünlenir. Bu coşkunluk durmaksızın geçici oluşum dönemleri dışında toplum ve tabiat içinde dirilişin gizli açılımını arar. Toplum ona ALLAH’ın açılmış bir penceresidir. Her insan onun için ALAH’ın açılmış bir penceresi bir hikmet remzidir. Hayvanlar bitkiler ve cansız eşya dünyasında bile o şefkatin ve hikmet idrakinin devindiğini görür. Ona göre gurur öldürücüdür. Alçak gönüllülük diriltici. Kendini hep bir tohum olarak görür. Toprağa düşer ve boy vermek için gereken şartların gözükmesini sabırla bekler. Bir muştu gibidir. Klişeci değil özcü lafızcı değil anlamcıdır. Biçime değer verir ama biçimin ötesine geçmek amacını yitirmemek için alınteri döker. Önünde dikili gördüğü meşale yücelik meşalesidir. O ışıkta yorumlar oluşu .Hak Ettikten sonra girmeyeceği bölge yoktur. İyimserdir opürtünist değil. İnceleyici yoklayıcı araştırıcıdır. kötümser değil. Sanıdan çekinir. Ancak bu onun gerçeği görmesine engel olmaz.

Ahlaki hukuku ve estetiği metafiziği ile ilişkilidir. Mümkün olduğu ölçüde geçicinin tutsağı olmamaya çalışır. Ebediye bakar hep. Obje ve sujedeki kötülükle savaşta umutsuz olmaz. O hep savaşta bilir kendini. Dönüşsüz tövbenin eridir.Tövbe bozmanın ve ondan doğma pişmanlığın kendinde gelenekleşmemesine bakar. Hatalardan sürekli olarak yabancılaştırır kendini. Sistem üzerine sistem kor aklı. Ama sistemlerin mahkumu olmamakla şarttır. akıl ve iş düzeninde. Sürekli tazeleniş ve yenileniş içindedir. ama yenilik ir amaç değil bir yöntemdir onun için. Heran yeni arza ayak basmışlık duygusunu duyarlılığını taşır. Yozlaşma ve yobazlaşmanın her türlüsüne karşıdır. Derinleşme bir tutkudur onda saplantı değil Hakikati derinleşme ile arar. Bu onu darlaşmaya götüremez. Vecdiyle vahye gider. Vahy ve vecdle donanmış akılla dünyaya tasarruf eder. Böylece fiziğin son ucuna kadar atar adımını, Ama orada ilk çıktığı noktadaki gibi ALLAH’a yakın öteki alemle iç içedir.

M.Yasir ÖZEN. 01/11/2022

TÜRK İSLAM ŞUURUNDA TESLİMİYET

TÜRK İSLAM ŞUURUNDA TESLİMİYET

Başlangıçta teslimiyeti kabul etmek imanımızın ve inancımızın ve inancımızın en temel prensibidir. Böylesi bir teslimiyet sayesinde benlikler daha sonra islamın yaşama ve yürütme ile ilgili düzenlemelerine gönül hoşluğu ile kabul ederler. Her hangi bir yükümlülükle karşılaştıklarında ona karşı çıkmaz. Yürütmeye sokulmasını engellemezler. Söz gelişi içkinin, faizin, kumarın ve cahiliye dönemine ait bütün alışkanlıkların ortadan kaldırılması işte bu şekilde oldu Bu tür alışkanlıklar, bir kaç Kuran ayeti veya ALLAH elçisinin sözleri ile ortadan kaldırılabildiler. Halbuki düğer dünya düzenleri bütün bunlarla mücadele etmek için topyekûn yasaları ile yaşaması ile düzeni ile başını, ordusu elindeki tm iktidar olanakları ile mücadele ederler, ancak toplum yasaklar ve mükerler tarafından gizliden gizliye kemirilirken onlar sadece görünürdeki olumsuzlukları kontrol altına almaktan öteye gidemezler. Halbuki islami yaklaşım bambaşkadır.

Tek ve net yöntem içerir.Bu dosdoğru yöntem sayesinde, dinin başka bir doğal karakteristiği ortaya çıkarmaktadır. Bu din tamamen aktif harekete dayalı, eylemsel bir dindir. Yaşamın bütün evrelerine, realitelerine hükmetmek için gelmiştir. Bu realiteleri kendi emri ile ya onaylar, ya dönüştürür yada kökünden değiştirir. Bundan dolayı başlangıçta yalnız ALLAH’ın egemeniğini tanıyan toplumlarda fiili bir olayla karşılaşma’sının dışında yasa koymaz. Ancak böyle bir durumla karşılaştığı zaman, söz konusu fiili duruma uyun hükmünü koyar. O sadece ‘varsayımlarla’ uğraşan bir kuramlar dizgesi değildir. Yanlızca vakia ile ilgilenen reel bir yöntemdir o. Bu nedenle öncelikle ALLAH’tan başka ilah olmadığını, hakimiyetin sadece ALLAH’a ait olduğu akidesinin yerleştiği, ALLAH’tan başkasına ait olan egemenliği ve bu temel üzerine kurulmayan tam sistemleri reddeden Müslüman Türk Toplumu kurulmalıdır. Böyle bir toplum fiili olarak kurulduğunda onun yaşama ve düzenlemelere gereksinim duyan, reel bir hayatı olur. Ancak o zaman bu din daha başlangıçta din din dışı kalan tüm sistemleri toptan reddederek kurulacak yeni düzenin yasama ve düzenlemelerinin temelini teslim alan bir topluluk için, kendi sistemi yasama gereğini kurabilir.

Bu sistem ve onun yasalarının böyle bir toplumda uygulanabilmesi için söz konusu akidenin kendisine inanan fertlerin vicdanlarında ve toplumlarda egemenliğini tam olarak kurması lazımdır. Ancak o zaman rejimin bir saygınlığı bir ciddiyeti olabilir. Gelişmeler karşısında ani düzenlemeler ve yasalar geliştirilirse, söz konusu toplumun gerçek hayatı üzerinde egemenliğini tam olarak kuran bir akide sahibi olmasıdır. Esprisi insanların sadece ALLAH’ın önünde eğilmelerinin dışında kalanların koydukları haksızlıklara itibar etmemeleri olan yetkin bir inanç sistemi. İnanç sistemleri u niteliklere sahip olan bir insan topluluğu bulunduğu zaman, toplumun yönetimini de kendi egemenliklerine kaldıklarında ancak o zaman hakikat onarın gerçek ihtiyaçlarına karşı yasal düzenlemelerde bulunmaya başlar, gerçek hayatlarını düzenleyebilir.

İSLAMİ AKSİYON

İSLAMİ AKSİYON

Bu dinin en önemli özelliği erçekçi ve harekete dayalı (aktif)oluşudur. İslami hareket aşamalı bir harekettir. İslamın kendine özgü her aşamaya uygun mücadele araçları vardır. Her aşama yerine kendisini izleyen bir başka aşamaya devreder. İslam erçek olguların çeşitli aşamalarına, hayatiyetini yitirmiş, aktivitede mahrum araç ve gereçlere karşı koymadığı gibi bu tür gerçeklerin sadece soyut teorilerle karşılamaz veya soyut kuramlarla onların karşısına dikilmez. İslam’ın cihat konusunda koyduğu ve uyguladığı yönteme Kur’an i naslardan delil getirme girişiminde bulunan bazı kimseler bunu yaparken cihat konusunu kendine özgü özelliklerini ne yazık ki dikkate almıyorlar.

Bu yüzden islamın cihat konusunda uyguladığı yöntemin geçirdiği aşamaların yapısal özelliklerini değişik Kuran’i nasların bu aşamalardan herhangi birisi ile olan ilişkilerini kavrayamıyorlar. Bundan dolayı söz konusu kimseler cihat konusunda çok büyük yanılgıya düşmekten kendilerini kurtaramıyorlar. Dinin cihat konusunda uyguladığı yöntemi ona aykırı anlaşılmaz ve tanınmaz bir kılığa sokuyorlar. Kuran’i naslara ve temel ilkelere taşınıyorlar. Kuran’i naslara ve temel ilkelere, taşımadıkları anlamları yükleyerek yorumlama sırasında bu nasları zorluyorlar. Onların böylesi bir yanılgıya dönüşmelerinin başlıca nedeni Kuran’i naslardan her birisini islamda nihai kuralların temsil eder nihai nas olarak kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır. İslam’a ağlılıkları sat bir isimden ibaret müslüman kuşakları baskı altına alan ve ümmetleri kılan ve çağdaş gerçekler karşısında akılca ve ruhça yılgınlığa düşmüş bazı kimseler İslam yanlız savunma amacıyla eski yöne yönelir (savaşır) derler. Böylelikle asıl amacı yer yüzündeki tüm toğutları ve toğudi sistemleri ortadan kaldırıp insanların tek ALLAH’a kulluk etmelerine sağlamak onları kula kulluk etme zilletinden kurtarıp Rablerine kulluk etme izzetine eriştirmek olan islamı asıl amacından yönteminden saptırmakla onu başkalarına özellikle karşıtlarına şirin göstereceklerini sanırlar.

Halbuki bu din kendi inanç ve sisteminin benimsesinler diye insanlara baskı uygulamaz. Sadece söz konusu akide sistemi ile insanların arasına girmiş veya girmesi olası engelleri ortadan kaldırır. İnsanların kendi inanç biçimlerini seçmelerine engel olan tatiller ve otoriter sistemleri ya tamamen izole eder yada iktidar koltuğundan uzaklaştırır. Yani insanlar islam akidesini kendi özgür istemleri ile kabul veya reddebilmeleri için onlara bu akide sistemi arasına giren engelleri tamamen izole edip akide ile insanların arası serbest kalıncaya veya söz konusu güçler İslamın gücüne boyun eğdiklerini ilan ederek cizye verinceye dek onlara baskı uygular.

Alkol Bağımlılığı

ALKOL BAĞIMLILIĞI

Alkol bağımlılığının temel belirtileri arasında şunlar yer almaktadır:

Kullanımı kontrol etme kabiliyetinin bozulması,Alkol kullanmayı bırakmak ya da denetim altında tutmak için sürekli bir istek ya da sonuç vermeyen çabalar olması,Alkol kullanımına diğer etkinliklere göre daha fazla öncelik verilmesi,İşte, okulda ya da evdeki konumunun gereği olan başlıca yükümlülüklerini yerine getirememe,Zararlarla veya olumsuz sonuçlarla karşılaşılmasına rağmen kullanıma devam edilmesiyle kendini gösteren güçlü bir alkol kullanma isteği,Alkolün gitgide eski etkisini kaybetmesi (tolerans geliştirilmesi),Çoğu kez, istendiğinden daha fazla ya da daha uzun süreli olarak alkol alınması,Alkolün etkilerinin neden olduğu ya da alevlendirdiği, sürekli ya da yineleyici toplumsal ya da kişiler arası sorunlar olmasına karşın alkol kullanımını sürdürme,Yineleyici bir biçimde, tehlikeli olabilecek durumlarda alkol kullanma,Alkol kullanımının kesilmesi veya azaltılması sonrasında yoksunluk belirtilerinin görülmesi.

Alkol Yoksunluğu Nedir?

Alkol kullanım bozukluğu ile ilgili sıkça karşılaşılan durumlardan biri, alkol yoksunluğudur. Uzun süre yüksek miktarda alkol kullanımının bırakılmasından ya da azaltılmasından sonra kandaki alkol düzeyinin azalmaya başlamasından 6-8 saat sonra, genellikle ilk 24 saat içinde ortaya çıkmaktadır. İki hafta kadar aşağıdaki belirtilerin hepsi veya en az ikisinin gelişmesine alkol yoksunluğu denir. Kısaca yoksunluk; alkol kullanılmadığı zaman dilimlerinde ruhsal ve fiziksel sorunların ortaya çıkmasıdır. Belirtiler hafif şekilde seyredebileceği gibi ölüm riski taşıyan tablolara da dönüşebilmektedir.

Alkol yoksunluk belirtilerinin şiddet düzeyinin değerlendirilmesi ve bireyin risk taşıyan olası zararlardan korunması için bırakma sürecinde bir uzman desteği alması önem arz etmektedir.

Bireyde alkol yoksunluğu sürecinde aşağıdaki belirtiler görülmektedir:

Isı artışı (hipertermi)Kalp ritminde değişiklikler (aritmi)Terlemede ve titremede artışBulantı veya kusmaBaş ağrısıUykusuzlukKaygı, huzursuzluk vb.Bunaltı (iç sıkıntısı)Algı bozuklukları (halüsinasyonlar veya yanılsamalar)Sara nöbetleriTansiyon yüksekliği (hipertansiyon)Dikkat bozukluğu

Alkol Bağımlılığı

Alkol Bağımlılığının Yol Açtığı Sağlık Sorunları Nelerdir?

Alkol riskli kullanımı dünya nüfusunun sağlığı konusunda önde gelen risk faktörlerinden biridir ve birçok hastalığa yol açmaktadır, toplumlar üzerinde sosyal ve ekonomik açıdan pek çok yük oluşturmaktadır. Alkol bağımlılığı sıklıkla farklı psikolojik veya bedensel sorunlarla birlikte görülür. Alkol bağımlılığı tanısı alan kişilerde farklı maddelere bağımlılık riski, duygu durum bozuklukları, depresyon, kaygı sorunları şizofreni, kişilik bozuklukları gibi ruhsal problemler görülürken aynı zamanda bedensel olarak da karaciğerde büyüme, yağlanma, sarılık, kanser ve siroz, yüksek tansiyon, kalpte büyüme ve ani kriz, damar tıkanıkları görülmektedir.

Riskli alkol kullanımı beyin işlevlerinde bozulmalara neden olmaktadır ve buna bağlı olarak dengede bozulma, beceri isteyen uğraşları gerçekleştirmede zorlanma, alkole bağlı bunama, hafızada bozulma gibi süreçlerde çok sık görülmektedir.

Alkol testosteron (erkeklik) hormonunu azaltırken, östrojen (kadınlık) hormonunu yükseltmektedir. Vücutta vitamin dengesini bozar. Susuzluğa yol açar. Yağ depolanmasını arttırdığı için kilo problemine ve ayrıca kas erimesi ve kaslarda zayıflığa neden olur.

Riskli alkol kullanımı sinir sistemine zarar vermektedir, ellerde titreme ve bacaklarda karıncalanma, uyuşma hissine neden olabilir.

Alkol kullanımı bazı süreçlerde cinselliğe olumlu etki ettiği düşünülerek veya cinselliği kolaylaştırıyor sanıldığı için kullanılabilmektedir; ancak bilinenin aksine birçok soruna sebep olmaktadır.

Hamilelikte alkol kullanımı bebekte büyüme ve gelişme sürecinde geriliğe neden olur.

Yapılan araştırmalara göre alkolün riskli kullanımına bağlı olarak dünya çapında 3 milyon ölümün gerçekleştiği bilinmektedir. Alkolden kaynaklanan zararlar, hem alkol kullanan kişiye hem de onun aile üyelerine ve çevresindeki kişilere zarar vermekte; sağlık açısından çeşitli bozukluklar ve sosyal sorunlar yaşamasında neden olmaktadır.

Alkol Kullanımının Çocuk ve Ergenler Üzerindeki Etkileri Nelerdir?

Bireylerin gelişim süreçlerinde belirli aşamalar mevcuttur. Sosyal, fiziksel ve bilişsel gelişim süreçlerinde belirli görevler vardır ve birey bu görevleri tamamlayarak bir sonraki aşamaya geçer. Çocuk ve ergenlik döneminde de benzeri süreçler söz konusudur. Çocukluk ve ergenlik dönemi keşifler, denemeler ve davranışsal değişimler dönemidir. Özellikle ergenlik, özerkliğin arttığı, akran etkisinin önem kazandığı ve ebeveynlerin doğrudan etkilerinin azaldığı bir yaşam evresidir. Ergen için bireysel kimliğini oluşturma çabası gündemdedir. Alkole başlama açısından da kritik bir dönemdir. Ergenlik döneminde düşünme, planlama, karar alma becerilerinden ve sosyal/duygusal gelişimden sorumlu beyin devrelerinin hızlı bir şekilde değişmeye devam ettiği görülmektedir. Alkol kullanımı ile beraber çocuk ve gençlerde, bu gelişimsel değişimleri olumsuz etkilemektedir.

Alkollü Araç Kullanımının Riskleri Nelerdir?

Araştırmalar alkol kullanımı gerçekleştikten sonra, kullanılan alkol limiti fark etmeksizin, alkol kullandıktan sonra araç kullanımının güvenli olmadığını belirtmektedir. Alkollü araç kullanımında;

Karayolu trafik yaralanmaları önemli bir halk sağlığı sorunudur ve dünya çapında meydana gelen ölüm ve yaralanmaların önde gelen sebeplerinden biridir. Buna göre: Her yıl, çoğu düşük ve orta gelirli ülkelerde olmak üzere, trafik kazaları sonucunda yaklaşık 1.2 milyon insan ölmekte ve milyonlarca insan yaralanmakta veya sakat kalmaktadır. Alkolün zararlı kullanımı sürücü, binici ve yayaların kazaya karışma ihtimalini önemli ölçüde etkilemektedir.
Alkollü araç kullanan sürücülerin kazaya karışma oranları, alkollü araç kullanmayan sürücülere kıyasla yüksektir.
Alkol, zayıf muhakemeye, dikkat eksikliğine ve görüş kabiliyetinde azalmaya neden olduğu için kaza olasılığını artırmaktadır. Ayrıca kan basıncını düşürebilmekte; bilinci ve solunumu baskılayabilmektedir.
Kan dolaşımında bulunan alkol miktarı, küçük bir kan veya idrar numunesi test edilerek veya solunan nefesin analizi yoluyla ölçülebilmektedir. (Dünya Sağlık Örgütü Alkollü Araç Kullanma: Uluslararası İyi Uygulama Örnekleri Kılavuzu, 2007)

Biliyor musunuz?

Dünya Sağlık Örgütünün 2018 yılı Küresel Alkol ve Sağlık Durum Raporu’na göre 2016 yılında;

Yaklaşık 3 milyon ölümün, alkolün zararlı kullanımından kaynaklandığı ve bu ölüm oranının, tüm ölümlerin yüzde 5.3’ünü temsil ettiği tahmin edilmektedir.Dünya genelindeki 69 yaş ve altındakiler arasındaki erken ölümlerin yüzde 7.2’sinin alkole bağlı olarak ortaya çıktığı öngörülmektedir. 20-39 yaş arasındaki ölümlerin yüzde 13.5’inden alkolün sorumlu olduğu düşünülmektedir.Alkolün zararlı kullanımı, 200’den fazla sağlık sorunuyla ilişkilidir.Sadece yüksek düzeylerde alkol alımı değil düşük ve orta düzeyde alkol alımı da kalp hastalıkları ve felç, karaciğer sirozu ve bazı kanser türlerinin gelişimi açısından önemli bir risk faktörüdür. (Avrupa Komisyonu ve OECD’nin AB’de Sağlığın Durumu: Bir Bakışta Sağlık, 2020)

Bırakmak Mümkün!

Alkol iyileşebilen bir beyin hastalığıdır. Alkolü bırakmak zor olabilir, ancak bağımlılık üzerine uzman bir ekipten destek alarak bırakma sürecini daha detaylı öğrenebilir ve kolaylaştırabilirsiniz. Alkolü bıraktığınızda yaşadığınız ve gözlemlediğiniz iyileşmeler, bırakma sürecine bağlı kalmanızdaki motivasyonunuzu artıracaktır. Bırakma yöntemleri ve bırakma süreci hakkında bilgi edinmek için YEDAM ile iletişime geçebilirsiniz. 115 numaralı YEDAM Danışma Hattı’mız üzerinden, bir arkadaşınıza, aile üyelerinize veya bir tanıdığınız için alkolü bırakma konusunda uzman psikologlarımız ve sosyal hizmet uzmanlarımızdan ücretsiz destek alabilirsiniz.

Tedavi İçin

Alkol psikoaktif madde olduğu için kötüye kullanımını veya bağımlılığının geliştiğini kabul etmek zaman alabilir. Alkol kullanan birçok kişi sosyal kullanım düzeyinde devam ederken bağımlılığı gelişmektedir. Alkol kullanan ve bırakmak isteyen, bu konudaki problemlerine çözüm arayan kişi ve yakınları Yeşilay Danışmanlık Merkezleri (YEDAM), hastanelere bağlı alkol ve madde bağımlılığı tedavi merkezleri (AMATEM) ile psikiyatri kliniklerine başvurarak destek alabilirler.

Tedavi hastanın ihtiyaçlarına göre seçilmelidir.Hedef hiç alkol kullanımı olmamasıdır. Eşlik eden diğer ruhsal bozuklukların tanısı ve tedavisi için bu önemlidir.Tedaviden sonra uzun süreli izleme gereklidir. Kişi uzun süre hastanede kalsa bile daha sonra izlenmezse tekrar alkol almaya başlaması muhtemeldir. Düzenli aralıklarla psikolojik danışma almak veya yardım gruplarına katılmak tekrar başlama riskini azaltır.Tekrar alkol kullanımına başlama (kayma) süreci ilk 6 ayda sıklıkla görülebilir.Bağımlılık aynı zamanda bir aile hastalığıdır. Aile bireylerinin tedavi sürecine olumlu etki edecek doğru iletişim becerilerini öğrenmeleri ve bağımlılığı iyi tanımaları bağımlı bireyin tedavi sürecine olumlu katkı sağlamaktadır.Alkol bağımlılığı ile ilgili destek almaya hazır olmayan birey tedavi ve destek alması için zorlanmamalıdır. Bağımlılık ve iyileşme ile ilgili bilgilendirilmesi yapılmalıdır. İyileşme sürecini kendisinin talep etmesi beklenmeli, sorumluluk kişiye bırakılmalıdır.

Ne Yapmalı?

Bağımlı kişinin davranışlarının sonuçlarını görmesine yardımcı olun.Alkol probleminin bir hastalık olduğunu unutmayın, değişim zaman alır. Birey ile doğru iletişim kurma şeklini bir öğrenin ve değişim için sabırlı olmaya çalışın.Bağımlılık tedavi metotları hakkında bilgi sahibi olun. Bağımlıya bunlardan bahsedin.Tedavi sürecinde bir merkeze gitme konusunda ona eşlik edebileceğinizi vurgulayarak motive edebilirsiniz.

Ne Yapmamalı?

Nefret, düşmanlık, kötü söz söyleme, lanetleme, ahlak dersi vermek gibi yaklaşımlardan uzak durun ve ona yardım etmeye çalıştığınızı unutmayın.Gizlilikte bağımlılık devam eder ve artması mümkündür. Saklamak, çevreye belli etmemeye çalışmak sorunun daha derinleşmesine neden olacaktır.

Madde Bağımlılığı

MADDE BAĞIMLILIĞI

Psikoaktif madde; merkezi sinir sistemini etkileyerek beynin fonksiyonlarını değiştiren algıda, duyularda, davranışlarda, bilinçte ve ruh halinde değişikliklere neden olan kimyasal maddelerdir. Aralarında belirli ilaçların da bulunduğu psikoaktif maddelerin, tek seferlik kullanımında dahi kullanıma bağlı çeşitli bozukluklar ortaya çıkmaktadır. Bağımlılık yapıcı maddeleri yalnızca psikoaktif maddelerle sınırlandırılmamalıdır. Kimyasal olmayan ancak bağımlılık riski olan ve tıbbi amaçlı olmayan ilaçların zararlı kullanımından kaynaklanan bozukluklar da bu sınıflandırmaya dâhildir. Madde kullanımına bağlı bozukluklar aralarında belirli ilaçların da yer aldığı psikoaktif özellikteki maddelerin, tek seferlik ya da tekrarlanan kullanımından kaynaklanan çeşitli bozuklukları içermektedir. Bununla birlikte psikoaktif olmayan maddelerin tıbbi amaçlı olmayan, zararlı kullanımından kaynaklanan bozukluklar da bu sınıflandırmaya dâhildir. Madde kullanımı beyinde ödül yolaklarını uyarmaktadır. Madde kullanımına bağlı keyif veren ve cazip gelen etkiler beyinde ki dopamin hormonunu bozarken bozulma ile birlikte tekrar kullanımı pekiştirmektedir. Madde kullanımı tekrarlayan kullanımlara dönüştüğünde bağımlılık yapabilmektedir. Aynı zamanda zihinsel ve fiziksel sağlığı tehdit eden birçok zarara yol açabilmektedir.

Amerikan Psikiyatri Birliğinin belirlediği DSM-5 Tanı Ölçütleri Başvuru El Kitabı’na göre madde kullanım bozukluğu aşağıdaki şekilde tanımlanmaktadır.
12 aylık bir süre içinde, aşağıdakilerden en az ikisi ile kendini gösteren, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da işlevsellikte düşmeye yol açan, sorunlu bir madde kullanım örüntüsü:

  • Çoğu kez istendiğinden daha büyük ölçüde ya da daha uzun süreli olarak madde alınır.
  • Madde kullanmayı bırakmak, denetim altında tutmak için sürekli bir istek ya da sonuç vermeyen çabalar vardır.
  • Madde elde etmek, madde kullanmak ya da yarattığı etkilerden kurtulmak için gerekli etkinliklere çok zaman ayrılır.
  • Madde kullanmak için çok büyük bir istek duyma ya da kendini zorlanmış hissetme durumu söz konusudur.
  • İşte, okulda ya da evdeki konumunun gereği olan başlıca yükümlülüklerini yerine getirememe ile sonuçlanan, yineleyici madde kullanımı vardır.
  • Madde etkilerinin neden olduğu yineleyici, toplumsal ya da kişilerarası sorunlar olmasına karşın madde kullanımını sürdürme durumu söz konusudur.
  • Madde kullanımından ötürü önemli birtakım toplumsal, işle ilgili faaliyetlerin, eğlenme-dinlenme etkinliklerinin bırakılması ya da azaltılması söz konusudur.
  • Maddenin tekrar eden bedensel ya da ruhsal bir sorunu olduğu bilgisine karşın madde kullanımı sürdürülür.

Aşağıdakilerden biriyle tanımlanabilecek bir dayanıklılık (tolerans) gelişmiş olması söz konusudur:

  1. A. Sarhoşluk ya da istenen etkiyi sağlamak için belirgin olarak artan ölçülerde madde kullanma gereksinimi
  2. B. Aynı ölçüde madde kullanımının sürdürülmesine karşın, belirgin olarak daha az etki sağlanması.

Aşağıdakilerden biriyle tanımlandığı üzere, yoksunluk gelişmiş olması:

  1. A. Maddeye özgü yoksunluk sendromu
  2. B. Yoksunluk belirtilerinden kurtulmak ya da kaçınmak için madde (veya yakından ilişkili bir madde) alma.

Madde Yoksunluğu Nedir?

DSM-5 Tanı Ölçütleri Başvuru El Kitabı’na göre madde yoksunluğu şu şekilde tanımlanmaktadır:

  1.  Aşırı ölçüde ve uzun süreli (genellikle, en az birkaç ay süresince, her gün ya da neredeyse her gün kullanım) madde kullanımının bırakılması.
  2.  A tanı ölçütünde tanımlanan madde kullanımının bırakılmasının ardından, yaklaşık bir hafta geçtikten sonra, aşağıdaki üç (ya da daha çok) belirti ya da bulgunun gelişmesi:
    • Kolay kızma, öfke ya da saldırganlık
    • Sinirlilik ya da bunaltıUyku sorunu (Örneğin; uykusuzluk, rahatsız edici düşler)
    • Yeme isteğinde azalma ya da kilo verme
    • Huzursuzluk
    • Çökmek
    • Belirgin rahatsızlığa neden olan, şu bedensel belirtilerden en az biri: Karın ağrısı, sarsılma/titremeler, terleme, ateş, ürperme ya da baş ağrısı.
  3. B tanı ölçütündeki belirtiler ve bulgular klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya; toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında düşmeye neden olur.
  4. Bu belirtiler ve bulgular başka bir sağlık durumuna bağlanamaz; başka bir madde zehirlenmesi ya da yoksunluğu olmak üzere, başka bir ruhsal bozuklukla daha iyi açıklanamaz.

Madde Bağımlılığının Yol Açtığı Sağlık Sorunları Nelerdir?

Madde ile ilişkili bozukluklar, madde kullanım bozuklukları ve maddenin yol açtığı bozukluklar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Maddenin yol açtığı durumlar arasında; esriklik (entoksikasyon), yoksunluk ve maddenin/ilacın yol açtığı ruhsal bozukluklar (psikozla giden bozukluklar, iki uçlu ve ilişkili bozukluklar, depresyon bozuklukları, kaygı bozuklukları, takıntı-zorlantı bozuklukları ve ilişkili bozukluklar, uyku bozuklukları, cinsel işlev bozuklukları, deliryum ve nörobilişsel bozukluklar) yer almaktadır.

Madde kullanım bozukluğu olan kişilerin düşünce ve davranışlarında çeşitli problemler meydana gelebilmektedir. Beynin yapısındaki ve işlevlerindeki değişiklikler, insanlarda yoğun istek duygusuna, kişilik değişikliklerine, alışılmadık hareketlere ve diğer davranışlara neden olmaktadır. Beyin görüntüleme çalışmaları, madde kullanımından dolayı beynin yargılama, karar verme, öğrenme, hafıza ve davranışsal kontrol ile ilgili alanlarında değişiklik yaşandığını göstermektedir. Ayrıca bağımlı kadınların bebeklerinde yenidoğan yoksunluk sendromu görülebilmektedir.

Madde kullanım bozukluğu olan kişilerde genellikle akciğer veya kalp hastalığına, felce, kansere veya zihinsel sağlık ile ilgili çeşitli problemlere de rastlanmaktadır. Bu kişilerde ayrıca HIV, Hepatit C gibi bulaşıcı hastalıkların ve erken ölümlerin görülmesi muhtemeldir.

Madde kullanım sıklığı, bir defada alınan madde miktarı, madde kullanımına ya da kullanıldığı bağlama bağlı olarak ortaya çıkan riskli davranışlar, maddenin bedene alınma biçimi veya tüm bunların bileşimi madde kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan fiziksel ve ruhsal sağlık sorunlarını artırmaktadır.

Madde Kullanımının Çocuk ve Ergenler Üzerindeki Etkileri Nelerdir?

Avrupa Komisyonu ve OECD tarafından 19 Kasım 2020 tarihinde yayımlanan AB’de Sağlığın Durumu başlıklı Bir Bakışta Sağlık: Avrupa 2020 raporuna göre;

Ergenlik dönemindeki gençlerde esrar kullanımı oldukça yaygındır.

Ergenlik döneminde sık esrar kullanımı;

  • Uzun vadede bağımlılık riskinin artırmaktadır.
  • Bilişsel işlev sorunları yaratmaktadır.
  • Hafıza kaybına yol açmaktadır.
  • Dikkat eksikliği gibi sorunlara neden olmaktadır.

Madde Bağımlılığı

Biliyor musunuz?

2021 yılı Dünya Uyuşturucu Raporu’na göre;

2019 yılında 15-64 yaş grubundaki yaklaşık 275 milyon kişi, her 18 kişiden 1’i en az bir kere uyuşturucu madde kullanmıştır. Bu bulgu 15-64 yaş grubu arasındaki toplam dünya nüfusunun yüzde 5.5’ini oluşturmaktadır.

Uyuşturucu kullanımının kadınlarda erkeklere nazaran daha düşük olduğu görülmektedir.
Geçen 10 yıl boyunca uyuşturucu madde kullanımına bağlı ölümler 2 kat artmıştır. 2019 yılında madde kullanımına bağlı olarak yaklaşık 500 bin kişi hayatını kaybetmiştir. Bu ölümlerin yarısından fazlası Hepatit C’ye bağlı karaciğer kanseri, siroz ve diğer kronik karaciğer hastalıkları nedeniyle ortaya çıkmıştır.

2021 yılı Avrupa Uyuşturucu Raporu’na göre;

Esrar, en yaygın kullanılan uyuşturucu maddedir.
Esrar, diğer maddelerden yaklaşık beş kat daha fazla kullanılmaktadır.
Avrupa Birliği’nde yaklaşık 83 milyon yetişkinin (15-64 yaş) (veya yetişkin nüfusun yüzde 28,9’u) yaşamları boyunca en az bir kez yasa dışı uyuşturucu madde kullandığı tahmin edilmektedir.

Ne Yapmalı?

Uyuşturucu madde bağımlılığı tedavi edilebilir bir sağlık problemidir ancak tedavisi kolay değildir. Bağımlılık kronik bir hastalık olduğundan, insanlar sadece birkaç gün uyuşturucu madde kullanmayı bırakmakla iyileşememektedir. Çoğu hasta, kullanmayı tamamen bırakmak ve hayatını kurtarmak için uzun süreli ve tekrarlı bir biçimde desteğe ihtiyaç duymaktadır.

Bağımlılık tedavisi ve müdahalesi, kişinin aşağıdakileri yapabilir hale gelmesine yardımcı olmalıdır:

Uyuşturucu maddeyi kullanmayı bırakmasına. Uyuşturucu maddeden uzak durmasına. Ailede, işte ve toplumda üretken olmasına.

Ne Yapmamalı?

Ebeveynler çocuklarının madde kullanımını öğrendikleri süreçte; kabullenememe, süreci inkâr, üzüntü, şok, hayal kırıklığı, öfke, kullanıcıyı sorgulama gibi durumlar yaşayabilirler. Buna bağlı olarak çocuklarına karşı beklenti, davranış ve tutumları değişebilmektedir. Bu davranış ve tutumların getirdiği tepkiler süreci olumlu etkilemek yerine, daha çok olumsuz etkileyebilir ve bu tepkilerden kaçınmak gerekmektedir.

Benim çocuğum asla yapmaz, Bu çocuk senin yüzünden böyle oldu, Daha iyi anne-baba olamadık, Ben seni bunun için mi yetiştirdim, Benim böyle çocuğum olamaz, Senden hiçbir şey olmaz gibi cümleler kurmanın süreci iyileştirmeyeceği unutulmamalıdır.
Öncelikle kişiyi dinlemeli ve yargılamadan anlamaya çalışmak faydalı olacaktır. İçinde bulunulan zor durumla doğru şekilde başa çıkma yöntemlerini öğrenmek için ebeveynlerin bir uzmandan destek alması faydalı olabilir.

Önleyici Faktörler

Madde kullanım bozukluğundan koruyucu ve önleyici bazı faktörler vardır. Bunlar arasında;

Çocuk ile gençlere uyuşturucu maddelerin zararlı etkileri ve bağımlılık konusunda yaşlarına uygun doğru bilgilendirmeler yapma. Aile sistemi içinde güçlü ve pozitif bağlar inşa etme. Ebeveynlerin çocuklarının arkadaş olduğu kişilerden ve sosyalleştikleri ortamlardan haberdar olması. Açık, anlaşılır kurallar koyma ve kurallara uyma konusunda tüm aile üyelerinin hassasiyet göstermesi. Okul, sivil toplum kuruluşu ve kulüp gibi kurum ve kuruluşlarla temas içinde olma.

Madde Kullanım Bozukluğunda İyileşmek Mümkün!

Bağımlılık doğru tedavi ve müdahale ile iyileşebilen bir hastalıktır; ancak iyileşmenin gerçekleşmesi için çaba ve zaman gerekmektedir. Kişinin tedavi olmayı istemesi ve kendini tedaviye hazır hissetmesi en önemli aşamadır. Bu süreçte yakınlarının bağımlı kişiyle sağlıklı bir iletişim içinde olması; bağımlı kişinin de yaşadıklarını yakınlarıyla paylaşması önemlidir. Bağımlılık tedavisi ile müdahalesi, kullanılan maddenin cinsine ve kullanım süresine göre değişkenlik göstermektedir. Madde kullanım bozukluğu olan bir kişinin madde kullanımını bırakması tek başına oldukça zordur. Bu tür durumlarda muhakkak uzman yardımına ihtiyaç vardır.

Madde Kullanımına Zemin Hazırlayan Risk faktörleri

Madde kullanım bozukluğu konusunda birçok farklı risk faktörü vardır. Bu risk faktörleri arasında en öne çıkanları şöyle sıralanmaktadır:

Psikolojik sorunları olan ya da herhangi bir madde bağımlılığı bulunan ebeveynlere sahip çocukların daha fazla risk altında olması muhtemeldir. Ebeveyn-çocuk bağlanmasının güvensiz olması ve ilgi eksikliği (Özellikle ebeveynlerin çocuğun gelişim sürecinde ihmal davranışında bulunmaları)Sınıfta aşırı utangaçlık ya da şiddet içeren davranışlar. Aile içi kuralların açık olmaması ve belirlenmiş kurallara aile üyelerinin uymaması. Okul başarısında düşüş. Biyolojik ve çevresel faktörler.

Önleme Önemlidir!

Toplumda bağımlılık yapıcı maddelerin kullanılmasını ve yayılmasını önleme çalışmaları, bu maddelerin yarattığı bireysel ve toplumsal sorunları en aza indirmek ve toplumda sağlıklı davranışların gelişmesini sağlamak amacıyla yapılmaktadır. Bağımlılık bir anda gelişmeyebilir. Bağımlılık geliştiğinde tedavi zorlayıcı olabilmektedir.

İyileşme bir anda gerçekleşmez, zaman alır. İyileşmeyi tamamlayan etmenlerden biri tıbbi destek ile birlikte psikososyal destek almaktır. Psikososyal destek ile bağımlılık hakkında bilgi sahibi olma ve tekrar kullanıma gitmemek için koruyucu faktörler çalışılmalıdır. Tıbbi destek iyileşme sürecinde tek başına yeterli değildir.

Madde kullanımının insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkisi nedeniyle ülkenin sağlık harcamaları artmaktadır. Her türlü önleme programı maliyetinin, tedavi maliyetinden daha düşük olduğu gözlenmiştir.

Sigara ve Tütün Bağımlılığı

SİGARA VE TÜTÜN BAĞIMLILIĞI

Dünya Sağlık Örgütünün kriterlerine göre bir kişiye “tütün kullanım bozukluğu tanısı” konulabilmesi için, bireylerin en az bir aydır, düzenli olarak sigara kullanması ve diğer belirtileri taşıması gerekmektedir.

En yaygın tütün ürünleri; sigara, sarmalık kıyılmış tütün mamulü, pipo, puro, nargilelik tütün mamulü, enfiye ve çiğnemelik tütündür.

Tütün Yoksunluğu Nedir?

Tütünün özgün maddesi koyu renkli bir sıvıdır ve bahsedilen bu zehirli sıvıya nikotin adı verilmektedir. Nikotinin şiddetli bağımlılık yapıcı etkisi vardır. 90-120 dakika boyunca alınmadığında, yoksunluk belirtileri ortaya çıkmaya başlar. Bu belirtiler tütünün bırakıldığı ilk gün en üst düzeyde hissedilebilir; ancak yoksunluk belirtileri zamanla azalarak yok olmaktadır.

Yoksunluk belirtileriyle baş etmek ve istekle başa çıkmak gibi, bırakma sürecinde kişiyi zorlayabilecek bazı durumlar ortaya çıkabilir. Bu süreci bir uzman desteği alarak kendiniz için kolaylaştırabilirsiniz.

Yoksunluk belirtileri arasında;

  • Kolay kızma ya da öfkelenme
  • Baş dönmesi
  • İştah artışı
  • Kas kasılmaları
  • Tansiyon düşmesi
  • Uykusuzluk gibi belirtiler sayılabilir.
  • Çökkün duygu durum
  • Şiddetli nikotin alma isteği

gibi belirtiler sayılabilir.

Pasif İçicilik ya da İkinci El Tütün Dumanına Maruz Kalma Nedir?

Tütün, yalnızca kullanıcı olanlarda değil, doğrudan kullanıcısı olmayanlarda da sağlık sorunlarıyla birlikte ciddi sonuçlara yol açabilmektedir. Tütün ürünlerinin içindeki toksin (zehir) ve kansere neden olabilecek diğer maddeler yanan sigaradan havaya yayılarak, içen kişinin yakınındakiler için zehirli bir ortam oluşturur. Bu sebeple tütün kullanmadığı halde tütüne maruz kalanların durumu da büyük bir önem arz etmektedir. Bu durum pasif içicilik ya da ikinci el tütün dumanına maruz kalma olarak ele alınmaktadır. İkinci el tütün dumanı, sigara ve nargile gibi tütün ürünlerinin kullanıldığı durumlarda kapalı alanları dolduran dumandır. Bu dumanın solunması pasif içicilik olarak adlandırılmaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü 2020 yılı açıklamasına göre; ikinci el tütün dumanına maruz kalma, özellikle erken yaşta çok daha kritik sonuçlara sebep olmaktadır. Dünya genelindeki çocuk nüfusunun yaklaşık yarısı tütün dumanının kirlettiği havayı solumakta ve bu durum ciddi sağlık sorunlarını ortaya çıkarmaktadır.

Pasif içiciliğin tehlikeleri şu şekildedir:

Yanan bir sigaradan çevreye yayılan duman 50 adeti kanser yapıcı olan 4.000 kimyasal madde ve toksin içermektedir. Bir sigaranın yaklaşık 12 dakikada yandığını ancak sigara içen bir kişinin sigarayı yalnızca 30 saniye içine çektiğini söyleyebiliriz. Geri kalan dumanı çevredekiler içine çekmektedir. Çevreye yayılan sigara dumanı içilenden daha zararlıdır. Çünkü sigara içildiği zaman ısı daha yüksektir; ancak çevreye yayılan duman daha düşük ısıdan yayılmaktadır. Çevreye yayılan sigara dumanı normal olarak içilen sigaradan 3 kat daha fazla nikotin, yüzde 70 oranında daha fazla katran ve 2,5 kat fazla karbon monoksit içermektedir. Sigara dumanına maruz kalan çocuklarda astım, bronşit, soğuk algınlığı, orta kulakla ilgili sorunlar ve akciğer işlevinde azalma gibi solunum sistemine ilişkin sorunların görülme riski de daha yüksektir. Yanan bir sigaranın üçte ikisi havaya gitmektedir.
Sigarayla mücadele ettiğimizde, yalnızca kendi sağlığımızı değil, sevdiklerimizin de sağlığını korumuş oluruz. Çocuklarımız ve gençlerimize, soludukları havayı sağlıkla ciğerlerine çekebilecekleri, tertemiz bir dünya hediye edebiliriz

Tütün Bağımlılığının Yol Açtığı Sağlık Sorunları Nelerdir?

  • Tütün kullanımı aşağıdaki hastalıkların oluşmasında etkilidir:
  • Kanser türleri (akciğer, mide, cilt, rahim ağzı vs.)
  • Kalp ve damar hastalıkları
  • Diyabet
  • Solunum hastalıkları
  • Gastrit, Ülser gibi mide hastalıkları
  • Diş ve diş eti hastalıkları
  • Gebelikte erken doğum, düşük doğum, çocukta gelişim bozuklukları, sütün kesilmesi

Tütün kullanımı, halk sağlığı açısından kritik bir sorundur ve toplumun genel hastalık riskini ve yükünü artırmaktadır. Dünya Sağlık Örgütünün 2019 yılı Avrupa Tütün Kullanım Trendleri Raporuna göre; sigara kullanımı erken ölüm riskini artırmaktadır. Aynı raporda tütün kullanımı dünyadaki erken ölümlerin önde gelen nedenlerinden biri olarak bildirilmektedir ve tüm ölümlerin yaklaşık yüzde 18 üzerinde etkili olduğu belirtilmektedir.

Çocuğunuz sigara kullanıyorsa

Çocuklar ebeveynlerini model alabilmektedir. Ebeveyn olarak bu anlamda olumlu bir model olmanız, bırakma sürecinde çocuğunuza verdiğiniz desteğin etkisini artıracaktır. Çocuğunuzu sigara içerken yakaladığınızda zarar vermeden sadece elindeki paketi alabilir; sigara içilmemesi ile ilgili ev ya da okul kurallarını hatırlatabilirsiniz. Sigara ile her yakaladığınızda aynı tepkiyi vermeniz; tutarlı bir mesaj verebilmek ve sınırlarınızı netleştirebilmek adına önemlidir. Kurallara sizin de uymanız ve çocukların sizi sigara içerken görmemesi, özellikle dikkat edilmesi gereken diğer bir noktadır. Nasihat dilini kullanmadan sigaranın etkileri hakkında konuşabilir ve doğru bilgileri öğrenmesini sağlayabilirsiniz.

Tütün Kullanımının Çocuk ve Ergenler Üzerindeki Etkileri Nelerdir?

Şüphesiz ki tütün kullanımı toplumun tamamını ilgilendiren bir sorun olarak görülmektedir. Öte yandan gelişme çağındaki çocuk ve ergenler üzerinde daha kalıcı etkiler bırakmaktadır. Bu dönemlerdeki etkileri değerlendirdiğimizde şunları söyleyebiliriz:

Çocukluk ve ergenlik dönemleri, gerek tütün tüketimi gerekse yasa dışı uyuşturucu madde kullanımı da dâhil olmak üzere birçok sağlığa zararlı davranışta bulunma eğiliminin ortaya çıkabildiği bir tür deneme dönemidir. Tütün kullanan çocuk ve ergenlerin yetişkinlik döneminde düzenli tütün kullanıcısı olma olasılığı daha yüksektir. Çocukluk ve ergenlik döneminde tütün içmek kısa vadede astım uzun vadede kalp-damar, solunum ve kanser gibi hastalıkların riskini artırmaktadır. (Bir Bakışta Sağlık: Avrupa 2020 Raporu)

Sigara ve Tütün Bağımlılığı

Biliyor musunuz?

Tütün kullanımı bireyin psikolojik, fiziksel ve sosyal yaşamını olumsuz etkilemekte; erken ölüm riskini artırmaktadır.Tütün kullanımından dolayı ortaya çıkan duman, kullanmayan kişiler için de ciddi sonuçlar doğurmaktadır. İkinci el tütün dumanı; kalp hastalığına, kansere ve diğer kronik hastalıklara sebep olabilmektedirSigara şirketleri her yıl 700 milyar dolar kazanmaktadır.Dünyada her yıl 7 milyon kişi sigara sebebiyle hayatını kaybetmektedir.Dünyada bir günde 19.100 kişi sigaradan kaynaklanan hastalıklar sebebiyle hayatını kaybetmektedir.Günde yaklaşık yarım paket sigara içen bir insan her gün beynine 300 nikotin vuruşu gönderiyor.Türkiye’de her yıl 83.100 kişi sigara kaynaklı sebeplerle yaşamını yitirirken 252 bin çocuk ve 14,5 milyon yetişkin tütün ürünü kullanıyor.

Elektronik Sigaralar Diğer Tütün Ürünleri Kadar Sağlığa Zararlıdır

Tütün ve tütün ürünlerinin zararlarına ilişkin mücadeleye son yıllarda yeni nesil tütün ürünleri de dâhil edilmiştir. Bu ürünler Dünya Sağlık Örgütünün 2019 yılı açıklamasına göre Elektronik Nikotin Dağıtım Sistemleri (ENDS) olarak adlandırılmaktadır. En yaygın türleri; e-sigara, vape veya vape kalem, e-nargile, e-pipolar ve e-purolardır. Elektronik sigaralar, sıvı nikotin ve insanların sağlığı için toksik olabilecek diğer kimyasalları içermektedir.

Tütün endüstrisi tarafından bu ürünler sigarayı bırakmak için kullanılabilecek, daha zararsız ürünler olarak tanıtılsa da Dünya Sağlık Örgütünün 2020 yılı açıklamasına göre bu ürünlerin de tütün ürünleri kadar sağlığa zararlı olduğunu bildirmektedir. Bu ürünlerin kullanımı konusunda özellikle çocuk ve ergenler büyük risk altındadır. Beynin gelişimi 20’li yaşların ortalarına kadar devam ettiği için, bu ürünlerin erken yaşta kullanımı beynin gelişimini olumsuz etkilemektedir. Ayrıca e-sigara kullanımının kalp hastalığı ve akciğer rahatsızlıkları riskini artırdığı bilinmektedir. Bu cihazlar büyüyen fetüse zarar verebileceği için onları kullanan hamile kadınlar için de önemli riskler oluşturmaktadır.Bu kimyasalları soluyanlar tıpkı sigara dumanına maruz kalanlar gibi dumandan etkilenerek pasif içici olmaktadır. Pasif içiciliğin, kalp rahatsızlığı, akciğer ve mesane kanseri, astım krizi, çocukluktaki solunum yolu hastalıkları, ani bebek ölümleri ve akciğer yetmezliği gibi ölümcül hastalıklara yakalanma tehlikesini arttırdığını göstermektedir. Bunlara ek olarak, elektronik sigaralara kartuşlarında sızıntı, kartuş değişimi sonrası nikotinin kazara alınması, istem dışı yüksek doz nikotin alma olasılığı gibi birçok risk barındırırken; patlama, yanık ve yaralanmalara da neden olmaktadır.

Tütün Ürünlerini Bırakmak İçin Hiçbir Yaş Geç Değil!

Kişi sigarayı bıraktıktan hemen sonra, herhangi bir dumana maruz kalmazsa vücudunda hemen tamir başlar. Nabız sayısı ve kan basıncı normale döner, koroner arter hastalıklarına yakalanma ihtimali düşer

30’larınızda bırakırsanız beklenen yaşam süreniz 10 yıl artar. 40’larınızda bırakırsanız beklenen yaşam süreniz 9 yıl artar. 50’lerinizde bırakırsanız beklenen yaşam süreniz 6 yıl artar. 60’larınızda bırakırsanız beklenen yaşam süreniz 3 yıl artar.

Bırakmak mümkün!

Sigarayı bırakmanın zor olacağı düşünebilir ve bu süreci ertelemek isteyebilirsiniz. Ancak ilk adımı atmaya karar verdiğinizde ve bu süreçte bir uzmandan destek aldığınızda; sürecin çok daha kolay ilerlediğini görebilirsiniz

Sigarayı bıraktığınız anda sağlığınızda/vücut fonksiyonlarınızda meydana gelen iyileşmeler, bırakma sürecine bağlı kalmanızı sağlayacaktır.

Sigara bırakma tedavisinde psikolojik destek ve ilaç tedavisi büyük önem taşımaktadır. Bırakma yöntemleri ve bırakma süreci hakkında bilgi edinmek için Yeşilay Danışmanlık Merkezi (YEDAM) ile iletişime geçebilirsiniz. 115 numaralı YEDAM Danışma Hattımızda alanda uzman psikologlarımız; size, ailenize ve çevrenize sigarayı bırakma konusunda destek sağlamakta, bağımlılık hakkında merak ettiğiniz soruları cevaplandırmaktadır. YEDAM, 15 yaş ve üzeri tütün ürünlerini bırakmak isteyen kişiler için danışmanlık desteği sağlamaktadır.

Sigarayı Bıraktıktan Sonra Vücudunuzda Bazı Olumlu Değişimler Meydana Gelir

Sigarayı bıraktıktan sonra vücutta birçok olumlu değişim meydana gelir. Bu değişimler şu şekilde sıralanabilir:

Son sigaranızdan;

20 dakika sonra, kalp atış hızınız ve kan basıncınız düşer.12 saat sonra, kanınızdaki karbonmonoksit seviyesi normal düzeye gelir.2 hafta – 3 aylık süre zarfında, kan dolaşımınız düzene girer ve akciğer fonksiyonlarınızda gelişme kaydedilir.1 – 9 aylık süre zarfında, öksürüğünüz ve nefes darlığınız azalır.1 yıl sonra, koroner kalp hastalığı riskiniz, sigara içenlerinkinin yarısı kadar olur.5 yıl sonra, inme riskiniz, 5-15 yıldır sigara içmeyen birininki kadar azalır.10 yıl sonra, akciğer kanserinden ölme riskiniz, sigara içenlerinkinin yaklaşık yarısı kadar olur.Ağız, boğaz, yemek borusu, mesane, böbrek ve pankreas kanseri riskiniz azalır.15 yıl sonra, koroner kalp hastalığı riskiniz, sigara içmeyen birininkinin seviyesine iner. (Dünya Sağlık Örgütü, 2020)

Sigarayı Bırakmak İçin 10 Adım

  • Bırakma gününüzü belirleyin.
  • Çevrenizdeki bütün sigara, çakmak, kibrit ve kül tablalarını uzaklaştırın.
  • Küçük hedefler koyun.
  • Kendinizi oyalayacak uğraşlar bulun.
  • Sık sık dişlerinizi fırçalayın ve duş alın.
  • Beslenmenize dikkat edin, bol su için.
  • Sigara isteğinizi tetikleyecek etkenlerden uzak durun.
  • Sakız çiğneyerek veya bitki çayı içerek sigara içme isteğinizin önüne geçin.
  • Temiz hava alın, hareket edin.
  • Canınız sigara isterse 10 kez derin nefes alıp verin.

YEDAM Danışma Hattını (115) Arayarak, Sorularınızı Uzmanlarımıza Sorabilirsiniz!

YEDAM Danışma Hattı’ndaki çağrılar, alanda uzman kişiler tarafından cevaplandırılmaktadır. Bağımlılık ve bırakma süreci hakkında aklınıza takılan soruları sorabilir, süreçle ilgili uzmanlarımızdan destek alabilirsiniz. Haftanın her günü sabah 09.00 ile gece 00.00 arasında hizmet veren danışma hattımız; bağımlı kişilere, ailelerine ve bağımlılık hakkında bilgi sahibi olmak isteyen herkese destek vermektedir.

Teknoloji Bağımlılığı

TEKNOLOJİ BAĞIMLILIĞI

Oyun Oynama Bozukluğu Nedir?

Dünya Sağlık Örgütüne göre (ICD 11) Oyun Oynama Bozukluğu şu özelliklerle tanımlanmaktadır:

Çevrim içi ya da çevrim dışı oyun oynamanın (buna video oyunları da dâhil) kişinin hayatında öncelikli yer etmesi, her şeyden daha değerli olması.Kişinin dijital oyun oynama davranışı üzerinde kontrolünü kaybetmesi.Fiziksel, zihinsel ve sosyal olarak olumsuz sonuçların varlığına rağmen kişinin uzak duramaması. Okula, işe gidememesi, derslerinde, işinde problem yaşaması ve aile yaşamını aksatması.
Belirtilen özellikler hem çevrim içi (internet üzerinden) hem de çevrim dışı oyun oynama davranışlarına bağlı olarak ortaya çıkabilmekte; kişisel, sosyal, ailevi, eğitimsel, mesleki ve diğer yaşamsal alanlarda dikkat çekici bazı bozulmalara yol açabilmektedir. Bir kişide oyun oynama bozukluğunun varlığından söz edebilmek için bahsi geçen davranışların sürekli ve yineleyici olması ve kişide en az 12 ay boyunca gözlenmesi gerekmektedir. Ancak bahsi geçen belirtilerin tamamı görülüyorsa ve gözlenen belirtiler şiddetliyse oyun oynama bozukluğu tanısının konulması daha kısa sürede olabilmektedir.

Çevrim İçi/Çevrim Dışı Oyun Oynama Bozukluğu

Dünya Sağlık Örgütüne (ICD-11) göre tehlikeli oyun oynama, kişinin kendisinin ya da çevresindekilerin fiziksel ve ruhsal sağlığına zarar verme riskini artıran çevrim içi ya da çevrim dışı oyun oynama olarak tanımlanmaktadır. Kişinin oyunda harcadığı süreyi artırması, oyunun hayatında öncelikli yer etmesi, bununla ilişkili olarak; aile, iş, eğitim gibi sosyal hayatı olumsuz yönde etkilenmesi risk taşımaktadır.

Oyun Oynama Bozukluğunun Yol Açtığı Problemler

Dünya Sağlık Örgütüne göre oyun oynama davranışı ile ilgili sağlık sorunları sadece oyun oynama bozukluğunun kendisi ile sınırlı değildir. Oyun oynama bozukluğuna eşlik eden yetersiz fiziksel aktivite, sağlıksız beslenme, görme ve işitme problemleri; kas/iskelet problemleri, depresyon, sinirlilik, öfke ve can sıkıntısı gibi birçok probleme yol açmaktadır. OECD’nin 2018 yılında yayımladığı Dijital Çağda Çocuk ve Yetişkinlerin Ruh Sağlığı: Geleceği Şekillendirme başlıklı raporuna göre dijital teknolojilerin ve sosyal medyanın aşırı kullanımı özellikle çocuk ve gençler açısından siber zorbalığa uğrama veya beden imajının bozulması gibi sonuçlar da doğurmaktadır.

Çocuk ve Gençler Risk Altında

UNICEF’in 2017 yılında yayımladığı Dünya Çocuklarının Durumu: Dijital Dünyada Çocuk adlı raporda çocukların çevrim içi ortamda karşı karşıya kaldığı riskler üç kategoride ele alınmaktadır: İçerik riskleri, iletişim riskleri ve davranış riskleri.

İçerik riskleri, çocukların istenmeyen ve uygunsuz içeriklere maruz kaldığı durumları kapsamaktadır. Çocukların internette pornografik ve şiddet unsuru içeren videolarla/resimlerle, sağlıksız veya tehlikeli davranışları savunan web siteleri ile karşılaşması tehlike oluşturmaktadır. İletişim riskleri çocukların yetişkinlerle fiziksel, duygusal, cinsel ve ekonomik istismarına yol açacak risk faktörlerini içermektedir. Davranış riskleri ise çocukların riskli içeriğe veya iletişime katkıda bulunacak şekilde davrandığı durumları kapsamaktadır. Çocukların diğer çocuklar hakkında nefret uyandıran materyaller üretmesi, yayımlaması veya dağıtması bu kapsama girmektedir. Tüm bu risk unsurları göz önünde bulundurulduğunda çocukların çevrim içi ortamlarda güvende olmasını sağlayacak bilgi ve becerilerle donatılması önemlidir. Bu bilgi ve beceriler arasında içerik oluşturma ve paylaşım yapmadaki risklerin kavranması, çevrim içi gizliliğin ve kişisel verilerin nasıl korunacağının öğrenilmesi, çevrim içi hoşgörü ve empati becerilerinin geliştirmesi vb. yer almaktadır.

Teknoloji Bağımlılığı

Biliyor musunuz?

Dünya Sağlık Örgütünün 2018 yılındaki yayınlarına göre oyun oynama bozukluğu oranları ülkeden ülkeye farklılık gösterse de genel nüfustaki yaygınlığı yaklaşık yüzde 1.3 – yüzde 9.9 arasında değişiklik göstermektedir.
İçinde yaşanılan dijital çağda teknolojinin bilinçli kullanılması büyük önem kazanmıştır. Bu nedenle bu çağın içine doğan çocuk ve gençlerin teknolojiyle bilinçli bir şekilde temas kurmasına özen göstermek gerekmektedir.

Türkiye Bağımlılıkla Mücadele (TBM) Eğitim Programı kaynaklı, Yeşilay’ın önerdiği ekran süreleri aşağıdaki gibidir:

  • 0-3 yaş: Ekrandan olabildiğince uzak tutulmalıdır.
  • 3-6 yaş: Günlük toplam süre en fazla 20-30 dk.
  • 6-9 yaş: Günlük toplam süre en fazla 40-50 dk.
  • 9-12 yaş: Günlük toplan süre en fazla 60-70 dk.
  • 12+ yaş: Günlük toplam süre en fazla 120 dk.

Amerikan Psikoloji Derneğinin 2019’da yayımladığı Dijital Kılavuz: Çocuklar İçin Sağlıklı Teknoloji Kullanımının Desteklenmesi başlıklı yayında yaş grubu bazında önerilen ekran süreleri ve kullanımları aşağıdaki gibidir:

  • 18 ayın altındaki çocuklarda görüntülü sohbet dışında ekrana dayalı medyadan kaçınılması,
  • 18-24 ay arasındaki çocuklarda nitelikli programlar seçilmesi ve ebeveynlerin bu programları çocuklarıyla birlikte izlemesi,
  • 2-5 yaş arası çocuklarda nitelikli programlar seçilmesi ve ekran süresinin günde bir saatle sınırlı olması,
  • 6 yaş ve üstü çocuklarda, medyayı ve medya türlerini kullanmaya ayrılan sürenin tutarlı sınırlar dâhilinde olması.

Özellikle yetişkinlerde oynanan oyunların içine para katıldığında kumar bağımlılığı riskinin arttığı ve kumar bağımlılığına geçiş yapabildikleri belirtilmiştir. İnternet kumar bağımlılığı; kumar oynama bozukluğu altında yer alır; ancak internet kumar bağımlılığı olan ergen ve gençlerin aynı zamanda internet bağımlılığı oranları da %30.3 olarak bulunmuştur. (Yalçın, Özhan. & Karaçetin, Gül. İnternet Bağımlılığı ve Diğer Teknolojik Bağımlılıklar. 2016. İstanbul.)

Ne yapmalı?

Çocuklarınızı arkadaşları ile doğal yollardan görüşmeleri için yönlendirin, akran grupları içerisinde sosyalleşmesini sağlayın.Çocuklarınızı yetenek ve ilgi alanlarına uygun spor dallarına yönlendirin.Çocuğunuzun arkadaşlık ilişkilerini destekleyin, onları bir araya getirecek aktivite planlayın.Çocuğunuzun bilgisayar kullanımını kontrol edin ve sanal ortamdaki arkadaşlarını tanıyın. Bilgisayarlarınızda güvenli internet uygulamalarının olmasına özen gösterin.Çocuğunuzla birlikte vakit geçirin. Keyif alabileceğiniz aktiviteler planlayın.

Ne yapmamalı?

Akıllı telefon/tablet vb. gibi teknolojik aletleri çocukları teselli etmek, boş zamanlarını değerlendirmek ve susturmak için kullanmayın. Haftalık çizelgeler oluşturarak buna göre teknolojik alet kullanım planı oluşturun.Sadece ekran süresine odaklanmayın, çocukların kontrolsüz ve uzun süre internet kullanmasını denetleyin. İnternet filtrelerinden destek alınabilir.Yemek ve çay saatlerinde bilgisayar başındaki çocuğa servis yapmayın, size katılması için teşvik edin. Sorumluluklarını onun yerine yüklenmeyin.Televizyon veya internet benzeri teknolojik alet merkezli ev düzeni kurmayın. Teknolojik aletler ortak kullanım alanında olabilir. Akıllı telefon/tablet vb. yoğun kullanımı olmaması için ona görevler verin ve aldığı görevleri yerine getirmesi için çocuğunuzu destekleyin.Çocuğunuza internet kullanımının olumsuz süreçleri hakkında çok fazla mesaj vermeye çalışmayın. Çocuk çok fazla verilen mesajları unutur veya karıştırır. Sık sık aynı cümleleri kurmak sürecin önemini azaltacaktır. Az, doğru ve sizin için en önemli mesajı vermeye çalışın. Çocuğunuza ahlak dersi vermeyin, eleştirme/suçlama yapmayın. Onun yaşadığı duyguları inkâr etmeyin, anlamaya çalışın.Yaralayıcı mesajlar kullanmaktan kaçının. Yaralayıcı mesajlar kullanıldığında iletişim bozulur ve iletişimin bozulması ile çocuk kendisini savunmaya başlar. Bu savunmalar sonucu çocuk içine kapanır veya sık sık yalan söyler. Uzun süreli teknolojik alet kullanımını önleyemiyorsanız mutlaka bir uzmandan destek alın.

Büyük Doğu Yazar Kadrosu

BÜYÜK DOĞU’NUN YAZAR KADROSU

Büyük Doğu Mecmuası’nın yazar kadrosu 35 yıllık süreç içerisinde değişiklik gösterir. ‘İptidai’ ve birinci devrede yazarlar ideolojik açıdan çeşitlilik gösterse de, II. Dünya Savaşı sonrası Türk siyasal yaşamında meydana gelen ideolojik ayrışmalar Büyük Doğu’nun yazar kadrosuna da yansır. “Kırklı yılların önemli özelliklerinden birisi de o güne değin bir biçimde aynı paydada duran ve yan yana “yürüyerek” akademizmi ve kültürel anlamda sosyal misyonu/mühendisliği paylaşan entelektüellerin gerilimlerle ayrışmasıdır.”4 Bu sebeple İslamcı-muhafazakâr düşünceye uzak yazarlar mecmuadan ayrılırlar ve Kısakürek müstear isimlerle yazılar yayınlar.

Mecmua, 17 Eylül 1943-5 Mayıs 1944 tarihleri arasında Kısakürek’in kendi tabiriyle ‘iptidai’ devre adı altında ve 30 sayı olarak çıkartılmıştır. Bu devredeki yazarlar, Bedri Rahmi Eyüboğlu, İskender Fikret Akdora, Hüseyin Cahit Yalçın, Burhan Toprak, Salih Murat Uzdilek, Rıza Çandır, Fikret Adil, Sadi Ünal, Reşat Ekrem Koçu, Hilmi Ziya Ülken, Rebi Hikmet Barkın, Sait Faik Abasıyanık, Ziya Şakir, Selahattin Güngör, Vehbi Emre, Behçet Bağdatlıoğlu, Mahmut Yesari, Kazım Zafir, Hatemi Semih Sarp, Zahir Güvemli, Nurullah Berk, Rasih Nuri İleri, Ahmet Adnan Saygın, Selçuk Milar, İhsan Boran, Vecdi Bürün, Suphi Nuri İleri, Nejat Muhsinoğlu, Etem İzzet Benice, Setvan Gizli, M. Faruk Gürtunca, M. Sami Karayel, Eşref Edip, Faik Baysal, Kazım Nami Duru, Prof. Emin Onat, Salih Alaçam, Ömer Besim Koşalay, Şevket Hıfzı Rado, Ekrem Reşit Rey, Oktay Akbal, A. Bülent Kayıkçıoğlu, Sabahattin Kudret, Ali Rıza Pişkin, Orhan Fazıl Kısakürek, Zeki Faik İzer, Nurettin Sevin, Mehmet Turhan Tan, Mustafa Şekip Tunç, Cemal Tollu, Nizamettin Nazif, Hüsnü Hamit Avni Altıner ve Be.De., BAB, İstanbul Çocuğu, BÜYÜK DOĞU, Fa, Tenkitçi, N.F.K., ?, Ne-Mu gibi müstear isimlerle yazıları çıkan
Necip Fazıl Kısakürek’tir.

2 Kasım 1945 ve 2 Mayıs 1948 tarihleri arasındaki birinci devrede5 mecmua 87 sayı çıkartılır. Bu devre Kısakürek’e göre, mecmuanın “asıl başlangıç devresi”dir. Birinci Devre’deki yazarlar arasında BÜYÜK DOĞU, Ahmet Abdülbaki, Hikmet Sahibinin – Abdinin – Kölesi, HA.A.KA., Adıdeğmez, Bankacı, Be-De, Prof. Ş. Ü., Dilci, İstanbullu, Muhbir, Neslihan Kısakürek, Ne-Fe-Ka müstear isimleriyle Kısakürek başta olmak üzere Peyami Safa, Kazım Nami Duru, Mustafa Şekip Tunç, Salih Murat Uzdilek, Burhan Belge, Ömer Rıza Doğrul, Salih Zeki Aktay, Sait Faik Abasıyanık, Mahmut Yesari, Celal Sılay, Cemal Reşit Rey, Reşat Ekrem Koçu, Nejat Muhsinoğlu, Şükrü Baban, Cemal Tollu, Şükrü Hazım Tiner, Oktay Akbal, Ahmet Adnan, Ziya Şakir, Mukbil Özyörük, Abdurrahim Zapsu, Nail Altuncuoğlu, Rıza Çavdarlı, Refi Cevat Ulunay, Fahri Celal Göktulga, İskender Fikret Akdora, Zahir Güvemli, Bülent Tarcan, Kazım İsmail Gürkan, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Mithat Özkök, Özdemir Asaf, Suphi Nuri İleri, Feyzullah Doğruer, Erol Başar, İ. Galip Arcan, Fikret Adil, Abdurrahman Şeref Laç, Vecdi Bürün, Fahri Erdinç, Emin Ülgener, Kenan Harun, Cafer Seno, Kemal Peker, Necla Maraş, Muhittin Dilege, Rıza Peker, H. M. Kafalıoğlu, Kemal Müderrisoğlu, Ziya Osman Saba, Muhittin Diler, Samiha Ayverdi, Ömer Rıza Doğrul, Tevfik Pars gibi isimler yer almaktadır. Üçüncü devre, 11 Mart 1949 ile 26 Ağustos 1949 tarihleri arasında, dört sayfa ve haftalık gazete şeklinde yayınlanır. Kısakürek, bu devre için “İkinci asli devre” ifadesini kullanır ve gazetenin “Hakka ve yeni bir dünya görüşüne bağlı Müslüman Türklerin gazetesi” olduğunu belirtir. Gazetenin az sayıda yazarı olmasından anlaşılacağı üzere Kısakürek bu devreyi hemen hemen tek başına çıkarır. Be.De., M. Sarıçizmeli, Büyük Doğu, Prof. Ş. Ü., Dedektif X Bir, Ha. A. Ka. müstear isimleriyle yazılar yazan Kısakürek’in yanında sadece M. Ali Türksever, Ramiz Simsaroğlu ve Ömer Karagül yazı yazar. Mecmuanın dördüncü devresi, 14 Ekim 1949 ile 29 Haziran 1951 tarihleri arasında 62 sayı olarak çıkartılır.

Büyük Doğu Yazar Kadrosu

Bu devrenin yazarları arasında, Büyük Doğu, Vaiz, M. K., Be. De., Dedektif X Bir, Neslihan Kısakürek, Ahmed Abdülbaki, Prof. Ş. Ü., 5 İkinci devre de bu devrenin içinde yer almaktadır. Fakat Kısakürek bu devreyi Birinci devre olarak isimlendirmiştir. Zabıt Katibi müstear isimleriyle Kısakürek, Esseyit Abdülhakim, M. Işıklı, Mustafa Müftüoğlu, Numan A. Binatlı, İsmail Hami Danişmend, Said-ül-Nursi, Nurettin Topçu, Ömer Karagül, Mekki Üçışık, Doğan Nail Altuncuoğlu, Abdürrahim Zapsu, Osman Yüksel, Abdurrahman Şeref Laç, Z. Fahri Fındıkoğlu, Halil Nüsret Ertüz, Cevat Rifat Atilhan, Celal Sılay, M. Raif Ogan, Münir Süleyman Çapanoğlu, Mustafa Şekip Tunç, M. Rasim Özgen, Ali Rıza Korap, Nahid Sırrı Örik, Kazım Zafir, Emin Onat, Basri Erk, Ramazan Tuncer, İzzet Mühürdaroğlu, Hüseyin Rahmi Yananlı, Firuzan Hüsrev Tökin, Nihal Atsız, Abdürrahim Zapsu, Said Sadi Danişmendoğlu, Burhan Toprak, Reşat Ekrem Koçu, Haluk Nur Baki, Rıza Nur ve Ali Osman Tatlısu yer almaktadır. Beşinci devre, 16 Kasım 1951 ile 30 Kasım 1951 tarihleri arasında günlük gazete şeklinde 27 sayı olarak çıkartılır. Altıncı devre ise, 19 Eylül 1952 ve 16 Kasım 1952 tarihleri arasında yine günlük gazete şeklinde 122 sayı olarak yayınlanır. Yedinci devre, 7 Mayıs 1954 ile 9 Temmuz 1954 tarihleri arasında 10 sayı olarak yayınlanır.

Bu devrenin yazarları arasında Ne. Fe. Ka., Ahmed Abdülbaki, Dedektif X Bir, Be. De., Adıdeğmez, Prof. Ş. Ü. ve Büyük Doğu müstear isimleriyle Kısakürek başta olmak üzere Peyami Safa, Şakir Üçışık, Hüseyin Rahmi Yananlı, Ali Fuad Başgil, Tevfik Nezihi, Asaf Halet Çelebi, Abdülhak Şinasi Hisar, Mustafa Şekip Tunç, Şükrü Baban, Salih Murat Uzdilek, Sezai Karakoç, Doğan Nail Altuncuoğlu, Osman Yüksel Serdengeçti, İbrahim Hakkı Konyalı, Fehmi Varlık, Haluk Nurbaki, M. Halid Bayrı, Sumru Tunç, Niyazi Ahmet Banoğlu, Nahid Sırrı Örik, Muharrem Giray, Nusret Kafdağlı, Hakkı Karakurt, Suat İsmail Gürkan, Eşref Edip, Ömer Öztürkmen ve Mustafa Hilmi Ramazanoğlu yer alır.

Sekizinci devre, 30 Mart 1956 ile 5 Temmuz 1956 tarihleri arasında toplam 35 sayı olmak üzere günlük sayı şeklinde yayınlanır. Dokuzuncu devre, bizim bu çalışmada incelediğimiz son devredir ve 6 Mart 1959 ile 16 Ekim 1959 tarihleri arasında haftalık 33 sayı olarak yayınlanır. Bu sayının yazarları ise, N.F.K., Adıdeğmez, Neslihan Kısakürek, Dedektif X Bir, Prof. Ş. Ü., Ne. Fe. Ka., Ahmed Abdülbaki, Be. De. müstear isimleriyle yazılar yayınlayan Kısakürek, Mustafa Şekip Tunç, Abdurrahman Şeref Laç, Ali Nihat Tarlan, Münir Nurettin Selçuk, Peyami Safa, İsmail Hami Danişmend, Nihal Atsız, Şükrü Baban, Sedat Zeki Örs, İ. Hakkı Konyalı, Nahid Sırrı Örik, Hasan Basri Çantay, Hüseyin Yananlı, İlyas Ketenci, Nurettin Topçu, Fazıl Sarper, Bekir Berk, Şahab Sıtkı, Doğan Nail Altuncuoğlu, Nihat Tekbaş, Haluk Nurbaki, Sadık Yörük, Osman Yüksel Serdengeçti, Vecdi Bürün, Sezai Karakoç, Nizamettin Nazif, Faik Baysal, Vecdi Bürün, Nejat Akgün, Abbas Sayar, Asaf Halet Çelebi, İbrahim Arvas, Muharrem Giray, İbrahim Hakkı Konyalı ve Sedat İsmail’dir. Onuncu devre, 30 Eylül 1964 ile 25 Kasım 1964 tarihleri arasında 9 sayı olarak çıkartılır.

Kısakürek, Rıdvan Balkır, Sezai Karakoç, Selim Karabağ, Hacı Cemal Öğüt, Nedim Evliya, İ. Hakkı Konyalı, Selim Kafdağlı bu devrenin yazarları arasındadır. Bu devrede müstear isimle çok sayıda yazı yayınlanması bu devreyi de Kısakürek’in hemen hemen tek başına çıkardığını göstermektedir. On birinci devre, 22 Eylül 1965 ile 12 Ocak 1966 arasında 17 sayı olarak yayınlanır. Bu devrenin yazarları arasında Kısakürek, İsmail Kazdal, Nedim Evliya, Osman Yüksel Serdengeçti, Ali Haydar Öztürk, A. Fikri Yavuz, İbrahim Hakkı Konyalı, Fethi Tevetoğlu, Süleyman Yalçın, Ahmed Semiz, Osman Turan, Hayri Melih, H. Basri Erk, Ali Biraderoğlu, Sedat Umran, Eşref Edip, Kadir Mısırlıoğlu, H. M. Beyhan, N. Y. Alp, Tahir Büyükkörükçü, Mustafa Yazgan, Sezai Karakoç, Kamil Miras, Rafet Çıngıl, M. S. Bayramaşık, Şemsi Belli, E. E. Fergan, Hüsnü Dikeçligil, Yusuf Demirdağ, Salih Güler, Refik Halid Karay, Engin Uğurlu, Mehmet Fazıl Gökalp ve Vecdi Bürün yer almaktadır. On ikinci devre, 19 Temmuz 1967 ile 10 Ocak 1968 tarihleri arasında toplam 26 sayı yayınlanır. Kısakürek, Tahir Büyükkörükçü, Nebil Fazıl Alsan, Sabahattin Zaim, Refet Çıngıl, Osman Turan, Sezai Karakoç, Mustafa Yazgan, Rıdvan Balkır, M. Raif Ogan, Süleyman Sürmen, Süleyman Arif Emre, Eşref Edip, Hüseyin Arı, M. Said Çekmegil, Vecdi Bürün, Abdullah Saraçoğlu, Fehmi Cumalıoğlu, A. Nihat Tarlan, Hayri Melih, Saffet Solak, Sedat Umran, İ. Hakkı Konyalı, Emin Bilgiç, Burhan Toprak, A. Halim Uğurlu, Ali Biraderoğlu, Neslihan Kısakürek, İsa Yusuf Alptekin, Erdem Beyazıt, Mekki Üçışık, Sedat İsmail, Mustafa Şekip Tunç, Hasan Aksay bu devrenin yazarları arasındadır.

On üçüncü devre, 1 Mayıs 1969 ile 1 Aralık 1969 tarihleri arasında toplam 7 sayıdır. Bu devre aylık olarak yayınlanır ve sayfa sayısı 31’dir. Kısakürek, Arif Emre, Ayhan Songar, Mustafa Yazgan, Said Bilgiç, Emin Bilgiç, Sezai Karakoç, Rıdvan Balkır, Ahmed Semiz, İ. Hakkı Konyalı, Hasan Aksay, Bahri Zengin, Hüseyin Arı, Salih Güler, M. Raif Ogan, Hayri Melih, Mustafa Varlı, A. Halim Uğurlu, Hüsnü Dikeçligil, Refet Çıngıl, Eşref Edip, Esseyid Abdülhakim Arvasi, Ahmet Rasim, Muharrem Feyzi yazıları bu devrede yer alan yazarlar arasındadır. On dördüncü devre, 6 Ocak 1971 ve 28 Nisan 1971 tarihleri arasında toplam 17 sayı olarak yayınlanır. Bu devrenin yazarları arasında, Kısakürek, Süleyman Yalçın, Sabahattin Zaim, Faruk Timurtaş, Hüseyin Arı, Rıdvan Balkır, Emin Bilgiç, Ali Genceli, Bekir Oğuzbaşaran, Hasan Aksay, İ. Mehmet Salihoğlu, Osman Turan, Erdem Beyazıt, Saffet Solak, Mustafa Yazgan, M. Raif Ogan, Ali Başoğlu, Ahmed Hüsnüoğlu, Said Bilgiç, Hayri Melih, Reşat Ekrem Koçu, Salih Zeki Aktay, Ergün Göze, Kadri Demirol bulunmaktadır.

Son devre olan on beşinci devre ise 8 Mayıs 1978 ile 5 Haziran 1978 tarihleri arasında toplam 5 sayı olarak çıkartılır. Kısakürek, Taha Üçışık, Şevket Eygi, Süleyman Yalçın, Sabahattin Zaim, Ayhan Songar, Mustafa Yazgan, Durali Yılmaz, Mehmet Soyak, Ergün Göze, Osman Kısakürek, Abdurrahman Şeref Laç, Ahmed Arvas, Reşat Aksoy, M. Akif İnan, Erdem Beyazıt, Bahri Zengin, A. Ekmel Akkor, Cemil Meriç, Ali Nar, Rasim Özdenören, Taha Akyol, Şahap Ayhan, Ali Biraderoğlu, Fikret Karakaya, Sedat Umran, Vecdi Bürün bu devrede yazıları ile yer almaktadır.

3000 Yıllık mucize

3000 Yıllık Mucize

3000 yıllık bir ceset düşününüz. İlaçlanmamış, mumyalanmamış, dondurulmamış. Fakat buna rağmen vücudu bozulmamış, etler dökülmemiş, tüyler kaybolmamış. Kurân-ı Kerîm’in bir hükmünü teyit etmek için, yüce bir kudret tarafından yüzyıllar boyunca muhafaza edilmiş.

Şu anda İngiltere’deki bir müzede teşhir edilen ve gören gözleri dehşete düşüren bu mûcizenin Türk kamuoyuna ilk defa duyurulmasıyla, önemli bir gerçeği daha sergilemiş olduğumuza inanıyoruz.

3000 Yıllık mucize

Londra’daki ünlü British Müzesi’ni gezenleri dehşet içinde bırakan ve dikkatle izlenen bir bölüm vardır. Mumyalar Bölümü. Bu bölümdeki en dikkat çekici ceset ise, cam bir fanus içinde bulunan ve Cesedin en hayret verici özelliği ise mumyalanmamış oluşudur. Bilindiği gibi mumyalanmış cesetlerin iç organlarından bazıları çıkarılmış ve diğer kısımları ilaçlanmış durumdadır. Oysa ki bu cesede el sürülmemiş ve hiçbir kimyevî muamele yapılmamıştır.

Secde durumunda duran bir insana aittir. Bu cesedin bütün organları tamdır. Hatta başındaki sararmış saçlarıyla sakalları dahi rahatlıkla görülebilmektedir. Acaba cesetlerin birkaç haftada tamamen bozulduğu bilinen bir gerçek iken, bu ceset nasıl olmuş da 30 yüzyıl boyunca çürümemiş ve dağılmamıştır? Mumyaların bile zamanla bozulduğu biliniyorken, dünyada bir eşi daha bulunmayan bu cesedin bozulmamasının sırrı nedir?

Bu sırrın çözümünü kutsal kitabımız Kurân’a bırakıyor ve 1400 yıl öncesinden bildirilen ve günümüzde açıklığa kavuşan bu olayı, âyetlere dayanarak açıklıyoruz.

Olayın anlatıldığı âyetlerin numaraları tek tek verilecek ve bunların mealleri, kelimesi kelimesine aktarılacaktır. Böylelikle kutsal kitabımızın büyük bir mûcize olduğu bir kere daha ispatlanmış olacaktır. Ele alacağımız âyetler, Hz. Musa’nın firavunla olan mücâdelesini, ibretli bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Hz. Musa, M.Ö. 1200’lü yıllarda yaşamış ve hayır ile şer arasındaki mücâdele, onun zamanında da devam. Etmiştir. Bilindiği gibi firavun, onun can düşmanıdır. Bir rüyasında, doğacak bir erkek çocuğun daha sonra kendisini öldürüp saltanatına son vereceğini gören firavun, yeni doğan ve doğacak olan bütün erkek çocukların öldürülmesini emretmiş; fakat Allah, Hz. Musa’yı koruyarak, onu ileri yaşlarda peygamberlikle şereflendirmiştir.

Firavunun Hz. Musa’yla olan mücâdelesi, onun peygamber olmasından sonra daha da hız kazanmıştır. Firavun’un Hz. Musa’yla ona îman eden İsrailoğulları’na karşı büyük bir zulme başlaması üzerine, Hz. Musa ve ona tâbi olanların, Mısır’dan çıkıp gitmelerine Allah tarafından izin verilir. Bundan haberdar olan Firavun, çok kuvvetli bir orduyla onları takibe başlar.

3000 Yıllık mucize

Hz. Musa, bu takipten kurtulmak için, Allah’ın şevkiyle Kızıldeniz kenarına kadar gelmişti. Önlerinde düşman gibi deniz, arkalarındaysa deniz gibi düşman vardı. İşte bu korkunç vaziyette iken Hz. Musa, asasını denize vurmuş ve ordusunu Allah’ın emriyle ikiye ayrılan denizden geçirerek selâmete ulaştırmıştı.

Firavun ve askerleri, Kızıldeniz’i boydan boya kaplayan bu mûcizeyi dehşetle görmüşler, ancak kin ve düşmanlıklarını yenemeyerek takibe devam etmişlerdi. Sözde, kendileri de ikiye ayrılmış olan denizden geçebileceklerdi. Gerçekten de deniz önceleri kapanmadı. Fakat firavunun ordusu, dalgaların duvar gibi çevrelediği yolun ortasına geldiğinde, deniz birleşmeye başladı ve ordu, firavun dâhil tek bir kişi dahi kurtulamadan sulara gömüldü.

Yûnus Sûresinin 90 ve 91. âyetleri, bu olayı şöyle anlatıyor.

İsrailoğulları’nı denizden geçirdik. Firavun ve askerleri, haksızlık ve düşmanlıkla artlarına düştüler. Firavun boğulacağı anda “İsrailoğulları’nın imân ettiğinden başka (Yâni Allah’tan başka) bir ilâh olmadığına inandım, artık ben de Müslümanlardanım.” dedi. Fakat Allah firavunun îmanını kabul etmemiş ve ona Cebrail vasıtası ile şöyle hitap buyurmuştur: Ona: “Şimdi mi inandın, daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin.” dendi.

Aynı surenin 92. âyetinde ise, şöyle buyrulmaktadır. “Felyevme nünecciyke bibedenike…”

Suda gark olan Firavuna der. “Bugün senin gark olan (Boğulan) cesedine necat (Kurtuluş) vereceğim” (Sözler-373)

“Tâ ki, senden geridekilere bir ibret olasın ve şüphe yok ki, nâstan (insanlardan) birçokları bizim âyetlerimizden (Kanıtlarımızdan) elbette gâfillerdir.”

Evet, Kurân, haktır ve gerçektir. Hiçbir hükmü yanlış çıkmamıştır. Âyetlerde gayet bâriz bir şekilde belirtilen firavun olayı da, bunun bir başka örneğidir. Çünkü aradan yüzyıllar geçmiş ve dünyada bir başka eşi daha bulunmayan o ceset, 3000 yıllık bir mûcizeyi gözler önüne sermek üzere çağımızın sahillerine atılmıştır.

Cebelein mevkiinde bulunan ceset, onu kızgın kumlar arasından çıkaran İngiliz araştırma ekibi tarafından ülkelerine götürülmüş ve British Müzesi’ne kaldırılmıştır.

3000 Yıllık mucize

Cesetlerin yaşını tespit etmekte uygulanan metotların, günümüzde kesin bir sonuç vermediği kabul edilmektedir. Fakat Karbon 14 metodunun uygulandığı bu cesedin en az 3000 senelik olduğu, yani Hz. Musa devrinde yaşadığı bilinmektedir.

İlmî araştırmalarla birlikte âyet ve tefsirlerde, olayı teyit eder mahiyettedir.

Örneğin 1144’te vefât eden Zemahşeri, Yûnus sûresinin, 92. âyetinin tefsirini aynen şu şekilde yapmakta ve kendisinden 8 yüzyıl sonra bulunacak olan bu cesedi, âdeta görür gibi betimlemektedir.

“…. Seni, deniz kenarında bir köşeye atacağız… Cesedini tam, noksansız ve bozulmamış halde, çıplak ve elbisesiz olarak, senden yüzyıllar sonra geleceklere bir ibret olmak üzere koruyacağız.”

Ayet ve tefsirlerde, firavuna ait cesedin “tam” olacağının bildirilmesi, onun mumyalanmamış durumda olacağını ispatlamaktadır. Çünkü mumyalanmış, cesetlerin iç organları eksiktir. O halde dünyada bir benzeri dahi bulunmayan bu ceset, âyet ve tefsirlere bu noktadan da uygunluk sunmaktadır.

Evet, bir cesedin 3000 yıl muhafaza edilmesi, kutsal kitabımızın sahibi olan Rabbimizin kudretine, elbette ağır gelmeyecektir. Fakat bizler, o secde durumundaki cesetten ibret almalı ve Rabbimizin kudreti karşısında secdeye varmalıyız.

Evrim Teorisinin Çöküşü

Evrim Teorisinin Çöküşü

Evrim Teorisinin Çöküşü

Evrim, ateizmin varoluş inancıdır. Dolayısıyla tevhidi yani Allah’ın varlığını ve birliğini ana esası yapmış olan İslamiyet ile bağdaşmaz, bağdaştırılamaz. Bilim, pozitivizmin etkisi ve bir ön kabul ile materyalist kabul edildiğinden, bir cihetle alternatifsiz olan evrim, zorunlu olarak kabul edilen bir teori haline gelmiştir. Bilimle uzaktan yakından alakası olmayan bu dogmatik yaklaşım, ateizm temelinde örgütlenen güçlü bir ittifak ve bir çeşit algı yönetimi ve illüzyon (hayal ürünü hikayeler ve teressüm) vasıtasıyla bilimle özdeşleştirilmiş, hatta bilimin temeli olma noktasına kadar getirilmiştir. Halbuki bilim tarihinde evrim teorisi kadar yanlışlığı ispat edilen bir teori daha görülmemiştir. Bu konuda Pierre Paul Grassé’nin (Fransız Bilimler Akademisi Eski Başkanı, Evolution of LivingOrganisms (Canlı Organizmaların Evrimi) isimli kitabın yazarı) şu sözleri çok manidardır: “Bugün, bizim görevimiz, bizden daha önce baş gösteren ve basit, anlaşılır ve açıklanmış bir olgu olarak kabul edilen evrim mitolojisini yıkmaktır. Hile (aldatma) bazen bilinçsiz olur, ama her zaman değil, çünkü bazı insanlar, tarafgirlikleri nedeniyle, amaçlı olarak gerçeği görmezden gelirler ve inançlarının yetersizliğini ve yanlışlığını kabul etmeyi reddederler”. “Rastgele mutasyonların, tüm canlılık aleminin ihtiyaçlarını karşılamış olması imkansızdır. Hayal kurmaya karşı bir yasa yok, ama bilim buna dahil edilmemelidir.”

Madem bilim adamlarının itirafıyla dahi evrim bilimsel değildir, hakikat değildir, eğitim-öğretim müfredatlarımızda da yeri olmamalıdır. Bilimsel verilerle de apaçık görünen, evrensel bir hakikat olan “Yaratılış” ise eğitim-öğretim müfredatlarımızda çekincesiz, eksiksiz, tavizsiz şekilde ve her yönüyle yer almalıdır.

Bilim ilerledikçe akıllarda ve kalplerde güneş gibi parlayan yaratılış hakikatinin aksine ısrarla ve inatla gözlerini kapatıp yol yürüyenler için tutunacak bir dal olarak görülme noktasında alternatifsiz olan evrim teorisi, kendisini objektif olarak niteleyen, hakikatte ise tercih yapma zorunluluğu nedeniyle tarafsızlığı mümkün olmayan bilim adamlarının hayatlarının her safhasına, beklentilerine, dillerine dahi hükmeder olmuştur. Bilim adamı Anthony Standen’in ifadesiyle evrimin hegemonyası altında olan bilim, kendisinden istifade edilen ve tapınılan bir kutsal (!) ineğe dönüşmüştür.

Türden türe veya basitten daha kompleks türe geçişi iddia eden evrim, hakikat ile yani bilimin objektif verileri ile tamamen zıt, bu nedenle ana esasları ve ön kabulleri dahi ciddi manada hatalı, ispatlanamamış ve ispatlanması imkansız olan bir hipotezdir (Sözlük anlamıyla, yani varsayım, faraziye manasında hipotezdir. Yoksa bilimin normlarına göre hipotez dahi değildir.). Benzetmelerden yani anoloji’den yola çıkılarak kurgulanmış, bilimselliğe yakışmayacak şekilde maksatlı ve taraflı şekilde savunulup ısrarla sürdürülen bir ideoloji, yaratılış hakikatinin parlak güneşini üflemekle söndürmeye çalışan boş heves, örtmeye çalışan hayal ürünü bir balçık ve genç zihinleri bulandırıp dinsizleştirerek hatta evrimi adeta din edindirerek yutan bir bataklıktır. Bu bataklıktan çıkmak, gözünü açıp hakikati görmek ve göstermek isteyenler için birkaç delil:

  1. Bilim, gözlem ve deneye dayanır. Halbuki evrim gözlem ve deneyin dışındadır. Ne gözlemlenmiştir, ne de gözlemlenebilir. Ne görülmüştür, ne de gösterilebilir. Deney ortamlarında oluşturulabilmiş de değildir. Dolayısıyla türden türe geçişi iddia eden evrim bilimsel değildir.
  2. Evrim hakikate zıt bir faraziyedir. İspatlanmış birçok kanuna terstir ve o kanunlarla bağdaşmaz.
    1. Bu kanunlardan biri termodinamiğin ikinci yasasıdır. Bu yasa şunu söyler: “Kainatta her mevcud, kendi haline bırakılsa maksimum düzensizlik ve minimum enerjiye gider.”. Evrim ise bunun tam tersini, yani zaman içinde her mevcudun kendiliğinden, basitten komplekse ve daha düzenli daha üstün türlere dönüşe dönüşe var olduğunu iddia eder.
  3. Termodinamiğin ikinci yasası (entropi), doğruluğu deneysel olarak kanıtlanmış bir kanundur. Yüzyılımızın en büyük bilim adamlarından biri olan Albert Einstein, bu kanunu “Bütün bilimlerin birinci kanunu” olarak tanımlamıştır. Sir Arthur Eddington ondan, “bütün evrenin en üstün metafizik kanunu” olarak bahseder. Hatta evrimin temel dayanaklarından olan evcil hayvan teorisi ve tüm teoriler hakkında bu kanunla tezat oluşturması halinde “En derin bir aşağılama ile çökmeye mahkum ve son derece umutsuz” ifadelerini kullanmaktadır. Amerikalı bilim adamı Jeremy Rifkin “Entropi: Yeni Bir Dünya Görüşü” adlı kitabında konuyla ilgili, “Entropi Kanunu, tarihin bundan sonraki ikinci devresinde, hükmedici düzen şeklinde kendini gösterecektir” demektedir. Bunun aksine evrimci bilim adamları, evrimi bilimin birinci kanunu gibi görmekte ve göstermektedir. Öyle görmeyenleri ise dışlamakta, itibarsızlaştırmaktadır.

 

  1. Bu kanunun evrimle çeliştiği ve evrimi çürüttüğü görüşüne karşı evrimcilerin şöyle bir itirazı olmaktadır: “Bu durum (entropi) kapalı sistemler için geçerlidir güneş sistemi gibi dışarıdan enerji alan açık sistemlerde ise geçersizdir”. Bu itirazı şu gerçek geçersiz kılmaktadır: “Açık sistem dediğimiz dışarıdan enerji alan sistemlerde de kapalı sistemlerde de basit yapıdan kompleks yapıya geçiş tesadüfen ve evrimle açıklanamaz, çünkü şuursuz ve kontrolsüz bir enerji yapıcı değildir, her zaman yıkıcıdır. Sanat icra edemez. Açık ve kapalı sayısız sistemlerle donatılmış olan kainat sayısız sanatlarla süslenmiştir. Madem öyledir, bütün bunları yapan, kör kuvvet, akılsız enerji değildir ve olamaz.
  2. Evrimi çürüten bir diğer kanun, tüm türlerin çoğalmalarının, sayılarının kontrol altında tutulması, istilalarına izin verilmemesi ve ölüme mahkumiyetleridir. Halbuki bu durum, yani ölmek ve sınırlandırılmak, canlılar için istenen bir durum değildir ve evrimle bağdaşmaz. Onları geliştiren güçlendiren bir durum değil, aksine zayıflatan bir durumdur. Tüm türlerde, hayatta kalma ve çoğalma temayülü son derece kuvvetlidir. Buna rağmen sayıları hep sınırlandırılır, denge hep korunur. Bu kanun eğer evrim sürecinde gelişmiş olsaydı, daha gelişene kadar, yani bu kanunun olmadığı dönemlerde, bu kanunun evrimleşmesine imkan tanımayacak şekilde denge ve düzen bozulacak, canlılık tükenecek veya bir tür veya birkaç tür kalacaktı. Halbuki bu kanun canlılıkla beraber var olmalıdır ki bu kadar türler ve denge olabilsin. Madem bu kadar canlı türü ve sayılarında bir dengelenme söz konusudur, öyleyse evrim söz konusu olamaz.
  3. Evrimi çürüten bir diğer kanun, değişim yani tebeddülat kanunudur. Neden evrimi çürütür? Çünkü tüm değişimler, türün kendi içerisinde gelişir, türden türe bir geçiş yoktur, olmamıştır. Bu kanun, türün kendi içerisinde gerçekleşen ve genellikle bozulma, yaşlanma, yıkım ve ölüme götüren bir kanundur. Bazen daha iyiye götürücüdür ki bunda dahi türden türe bir geçiş söz konusu değildir. Örneğin bir bakteri daha dirençli bir bakteri halini alır. Ancak dikkat edilirse dirençsizi de dirençlisi de bakteridir. Bakteri virüse, virüs bakteriye dönüşmemektedir. İnsan da bazı mikroorganizmalara direnç geliştirir, yani bağışıklık kazanır. Savunma sistemi iyi yönde değişim geçirir. Ancak bu olumlu değişim insanı farklı bir türe çevirmez. İnsan yine insandır. Üstelik akıllı şuurlu insan dahi, kendi savunma sistemindeki bu olumlu değişikliklerde bir pay sahibi değildir. Kendi asker hücrelerinin komutanı değildir. Kendinde olan bu değişime sadece mazhar olmaktadır, seyircidir, aklı varsa şükredicidir. Kaldı ki bakteri ve benzeri, şuursuz, akılsız canlılar, direnç geliştirmekte pay sahibi olsunlar!. Onlar da ancak mazhardırlar, yapılmakta, yaratılmakta, değiştirilmektedirler.
  4. Kamuflaj ile savunma sistemi gösteren hayvanlara dikkat edelim. Bunu o hayvanın yapabilmesi için, önce akıl, şuur, düşünce, sonra kendini yaşadığı ortama benzetebilmek için kendine bakacağı bir ayna, sonra da kendi vücudunu değiştirebilme, yani atomlarına hücrelerine hükmedebilme gücü ve ilmi lazımdır. Bir de bu savunma sistemini geliştirene yapana kadar, o savunmasız haliyle hayatta kalabilmesi ölmemesi lazımdır. Buna inanmak, akılla hakikatle bağdaşır mı?
  5. Bu değişim kanunu ile gerçekleşen örnekler, hayret verici şekilde evrime delil olarak gösterilmektedir. Halbuki bu değişimlerle bir tane bile türden türe geçiş olmamıştır. Buna ihtiyaç da yoktur. Bir türü yapan ilim, irade, kudret sahibi kim ise, bütün türleri de yapan O’dur ve bunu yapabileceğini ispatlamış, sanatını, yaratma gücünü ortaya koymuştur ki O, Allah’tır.
    1. Ateizmin temel taşı olan ve tesadüfi varoluşun dayanağı kabul edilen evrim, aksi ispat edilemeyen şu kanuna da terstir: Burhan-ı inni diye tabir edilen, eserin müessire, yani eseri yapana delil olma kanunudur. Örneğin duman, ateşe delildir. Ateşin bizzat görülmesi şart değildir. Dumanın görülmesi, ateşin varlığını ispat eder. Bir harf dahi katipsiz, bir iğne dahi ustasız olmaz, olamaz. Bir kitap yazarsız, bir bilgisayar ustasız olabilir mi? İnsan beyni, bilgisayarı yapan en üstün ve organik bir bilgisayardır. Teknolojisine yetişilemeyen çok üstün bir modeldir. İnsan beyni de bilgisayar gibi sonradan meydana gelmiştir ve üzerinde inanılması güç şekilde 100 milyar civarında sinir hücresi (nöron), bunun 10-50 katı kadar gliya hücresi ve sinir hücreleri arası yaklaşık 100 trilyon sinaps, yani hücreler arası bağlantı vardır. Bilgisayarın da, beynin de, kainatın da hammaddesi aynı atomlardır. En basit bir bilgisayar dahi evrim sürecinde atomların yıllarca savrulup çarpışmasıyla tesadüfen oluşamazsa, beyin nasıl oluşur? Beyni yapan; kör tesadüf, şuursuz evrim, akılsız-ilimsiz maddeler ve atomlar olabilir mi? Kanunlar dahi olamaz. Çünkü kanunlar dahi kanun koyucu ve kanunu işletici olmadan işlemez, ürün vermez, işe yaramaz. Anayasanın ve tüm kanunların, hükümet, polis, savcı, hakim olmadan işlemeyeceği, herhangi bir eseri, tesiri, ürünü görünmeyeceği gibi. Kainatta geçerli ve bilimsel olarak ispatlanmış tüm kanunlar dahi, kanunu işlettirecek kanun koyucuya, hükmediciye muhtaçtır, mahkumdur. Kanunlar, bazı canlıların hastalanmasına, ölmesine ve tahrip olmalarına neden olur. Halbuki bu durumu tahrip olan ölen bu canlılar fıtraten hayata meyilli olduklarından istemezler, bu kanuna isyan etmeye uymamaya meyillidirler. Bu da ispat eder ki, kanuna boyun eğdirici bir hakim olmak zorundadır ki kanun işleyebilsin. Bir köy dahi muhtarsız olmaz, nizamını kaybeder, köy kaos yerine döner. Nasıl olur da bu muhteşem kainat hakimsiz, idarecisiz olabilir. Burhan-ı inni’ye göre kainattaki tüm bu orijinal şaheserleri şuursuz evrime vermek, duvarda asılı şaheser bir tabloyu şuursuz fırçaya, boyaya, tuvale vermekten daha büyük bir yanılgıdır ve doğrudan sapmadır. Nihayetinde ressamlar, kainattaki asılları, orjinalleri takliden ve can veremeden sanat icra ederler. Yani bir ağacın iki boyutlu basit bir resmi bile şuursuzlara verilemezken, bir ressam şart iken, canlı olan ve çamurlu suları içip şeker şerbeti meyveleri veren müthiş fabrikalar olan ağaçlar nasıl şuursuz unsurlara, akılsız ve kör evrime verilebilir?
  6. Bilim adamları dünyanın ömrünün yaklaşık 4.5 milyar yıl olduğunu söylemektedir. Dünyada tespit edilmiş 8 milyon 700 bin canlı türü vardır. Her sene yeni 10 bin canlı türü tespit edilmektedir. Yaklaşık 100 milyon civarında canlı türü olduğu düşünülmektedir. İnsanda 100 trilyon hücre vardır. Her bir hücrede binlerce milyonlarca enzim, hormon gibi maddeler iş görürler. Her bir enzim saniyede 40 kez kimyasal reaksiyona girer. Bütün bunlar türün özelliklerini belirleyen sonuçlar ortaya çıkarır. Bütün türlerde, her türün tüm fertlerinde ve her ferdin tüm hücrelerinde bu reaksiyonlar, sistemler, mekanizmalar gelişmiştir ve işlevseldir. Özetle çarpıp böldüğümüz zaman, evrim süreci çok hızlı olmak zorundadır. Her güne, her saate hatta her dakikaya binlerce milyonlarca yeni sistem yeni mekanizma geliştirmek zorundadır ki bu kainat bu haliyle var olabilsin. Halbuki böyle bir durum görünmemektedir. Binlerce yıldır insan yine insan, maymun yine maymundur. Bu kadar faydalı ve gerekli sistemlerin, mekanizmaların, biyolojik makinelerin, reaksiyonların, bu kadar canlı çeşitliliğinin, evrimleşme sonucu meydana gelmesine dünyanın ömrü yetmez. Bir süreç içerisinde oluşumu da kaldıramaz, daha oluşamadan yok olur. Birçok sistem, organik makine ve mekanizmalar, bir anda, her şeyiyle, bütünüyle olmak zorundadır. Örneğin en basit sayılabilecek proteinlerden Sitokrom-C’nin tesadüfle ortaya çıkma olasılığı için gereken zaman, yaşı 15 milyar yıl olan evrenimizin yaşının bile çok üzerindedir. Yani tamamen tesadüflerle dahi evrenin yaşı bir proteinin ortaya çıkışına izin vermemektedir. Basit yapılı her bir hücrede, sayısı 3000’i bulan proteinlerin hücrenin binasında temel taşlar olduğu düşünülürse olasılık kelimesi dahi anlamını yitirmektedir. Evrim, gerçeklerin yanında son derece hantal ve muhal kalmaktadır. Özetle, bu evrenin evrimleşmeyle uğraşacak vakti yoktur.
  7. Dünyada çok açık şekilde varlığı bilinen ve hissedilen bir gerçek vardır ki o da duygulardır, maneviyattır. Evrim ise materyalist zemine oturmuş bir inançtır. Duyguları, maneviyatı, manevi olayları açıklayamaz. Sevgisiz varlıklar, nasıl seven varlıklara dönüşmüştür? Bu ve benzeri sorulara makul bir cevap veremez. Madde, sınırlı ve geçicidir. İnsanların yaşama ve mutluluk arzuları ise sınırsızdır. Evrim düşüncesiyle, siyahi insanlar henüz evrimini tamamlayamamış bir alt sınıf olarak görülmektedir. Dolayısıyla evrim, ırkçılığın, güçlü olanın güçsüzü ezdiği, yok ettiği bir sömürge düzeninin, yani zulmün ve adaletsizliğin temelini teşkil edecek potansiyelde bir dünya görüşüdür ki bu da insanın mahiyetindeki vicdan, adalet, merhamet hakikatleriyle yani fıtrat ile çelişir.
  8. Evrim gerçek olsa idi, milyarlarca, hatta canlılardan daha fazla sayıda ara formlar olması gerekirdi. Halbuki bir tane bile, ara form olduğu ispatlanmış bir varlık söz konusu değildir. Yarı bitki yarı hayvan, yarı hayvan yarı insan bir ara form yoktur ve olmamıştır. Ara form olduğu iddia edilen fosillerin hiçbiri türden türe geçişe delil değildir. Her biri kendine özgü bazı yönleri benzer bazı yönleri farklı yaratılmış birer türdür. Ara formun söz konusu olmadığının bir delili de, evrimcilerin kendilerini dahi aldatarak suni ara formlar oluşturma çabalarıdır. Bunun bir örneği “Nebraska adamı”dır. William Bryan adlı bilim adamının itirazlarına rağmen bu sahte ara form hayal ürünü çizimlerle süslenerek sunulmuştur. Ancak bir diğer bilim insanı Harold Cook, Nebraska adamının maskesini düşürmüştür.
  9. Bir göz (Darwin’in dahi itirafıyla), bir hücre, yapısı itibariyle, tüm parça ve organellerinin aynı anda beraber var olmasıyla birlikte beraber bir fonksiyon görebilir, göz göz olur, hücre de hücre. Yoksa yok olur kaybolur gider. Bu ise evrimin zaman içinde gelişme ve parça parça oluşma hipotezini çürüten bilimsel bir gerçektir. Milyonlarca yıl içinde tesadüflerin elinde, bir göz dokusu oluşana kadar, bir hücre oluşup gelişene kadar çoktan yok olup gitmeye mahkumdur. Bu konu Amerikan Fizikçi Lipson’a şu yorumu yaptırmıştır: “Türlerin Kökeni‘ni ilk okuduğumda Darwin’in genelde sunulan tablonun aksine, kendisinden pek de emin olmadığını fark etmiştim. Örneğin “Teorinin Zorlukları” başlıklı bölüm, çok belirgin bir güvensizlik yansıtmaktadır. Bir fizikçi olarak, gözün nasıl ortaya çıkmış olabileceği yönündeki yorumları karşısında şaşkınlığa düştüm.”. Darwin zamanında hücre, bilinmeyen bir kara kutu idi. Darwinden beri ısrarla tüm teknolojik bilimsel gelişmelere rağmen, hücrenin kendine hayran bırakan özelliklere sahip, adeta bir fabrika, bir mikro şehir gibi işleyişine rağmen, evrim düşüncesi ısrarla inatla sürdürülmeye çalışılmış bunun için her yola başvurulmuş ve gerçekler görmezden gelinmiş, gerçekleri gören bilim adamları ise itibarsızlaştırılmıştır.
  10. Mendelin ispat ettiği ve gözlemlediği deney ve ilkelerine göre yaşam süreci içerisinde kazanılmış olan özellikler genlere ve nesillere aktarılamaz. Örneğin komando eğitimleri ile kasları gelişmiş güçlenmiş bir baba bu özelliklerini çocuğuna aktaramaz. O çocuk kaslı ve güçlü doğmaz. Bir kazada kolu kopan bir annenin çocuğu kolsuz doğmaz. Yaşam süresince kazanılan fiziki değişimler genlere ve nesillere aktarılmaz.
  11. Epigenetik başlığı altında yapılan izahlar, verilen örnekler ise evrimi izah ve ispat etmez. Epigenetik kısaca ve özetle; çevre koşullarının, genleri değil genlerin işleyişini değiştirerek fenotipin değişmesine neden olmalarına verilen isimdir. Fenotipe yansıyan değişimlere modifikasyon denir. Modifikasyonlar kalıtsal değildir. Çünkü meydana gelen değişiklikler sadece vücut hücrelerinden ibarettir. Bu nedenlerle modifikasyonlar evrime delil değildir. Fenotipik değişimler genetik yapıya yansımaz, nesillere aktarılmaz. Sadece üreme hücrelerinde meydana gelen mutasyonlar nesillere aktarılır ki onların da çoğu doğum olmadan düşükle sonuçlanır. Doğanlar ise üreyemeyecek kadar hastadır, üreme fonksiyonları bozuktur ve bu hallerini yine nesillere aktaramaz. Burada da bir hikmet bir denge bir dizayn görünmektedir. Hiçbir dizayn edici olmadan olamayacağına göre, bütün bu dizaynları dengeleri hikmetleri var eden bir ilim sahibi vardır ki O zat bizimle irtibata geçmiş, bize kendini tanıtmış, bütün isimlerini de Allah ismini de öğretmiştir. O yüzden diyoruz ki bütün bu mükemmel işleri yapan yaratan Yüce Allah’tır.
  12. Epigenetik, türden türe geçişe değil, yine türün kendi içinde değişimlere sebep olur. Örnek: Folik asit yedirilen gebe fareler ile yedirilmeyen farelerin farklı renkte fare doğurmaları bir evrim değildir. Tür değişmemiştir. Farklı mekanizmalarla renk değişmiştir. Fare yine faredir. Fare, bir tavşana dönüşmemiştir. Malesef bu hadise dahi evrime delil gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.Evrim Teorisinin Çöküşü
  13. Evrim bir kanun olsa idi tüm varlıklar bu kanundan kaçamaz ve bu kanuna tabi olur idi. Halbuki yeryüzünde halen maymunlar mevcuttur. Bu maymunların, haşa insana dönüşenlerden ne farkı vardır, bunların neyi eksiktir ki insana dönüşememişlerdir. Bunun gibi nice örnekler mevcuttur. Tüm bu canlılar binlerce yıldır halen türlerini korumakta, yeryüzünde yaşamaya ve çoğalmaya devam etmektedirler. Mendelin araştırmaları sonucu genetik programda bir sağlamlık ve kendini koruma özelliği söz konusudur. Eğer bu koruma mekanizması olmasa idi tür özellikleri korunamazdı kolayca yıkıma uğrardı. Her tür kendine has özelliklerini devam ettiren genetik şifrelerini korumaktadır. Elbette ki bu korumayı her şeyden habersiz olan türlerin fertleri yapmamaktadır. Bir yerde plan, program, yazılım varsa onu planlayan programlayan da vardır. DNA’nın, genetik kodların ve bu hayrete düşüren yazılımın planlayıcısı programlayıcısı da o programı adeta bir çeşit organik antivirüs programlarıyla sağlamlaştıran ve korumaya alan da Allah’tır. Eğer bu sağlamlaştırma kararlı kılma ve koruma olmasa idi, anne karnında pankreas hücresi olarak gelişen ve hormon üreten hücreler zaman içerisinde kolayca farklı ve işlevsiz hücrelere dönüşebilecekti. Allah’ın yarattığı sanat eserlerindeki fenotipik ve genotipik genel kararlılık ve istikrar, evrime zıt bir hakikattir. Hem bu kadar tür çeşitliliğiyle birlikte değerlendirildiğinde evrimin imkansızlığını açıkça ortaya koyar. Bu genetik kararlılık, türden türe geçişi, türlerin karışmasını, ebeveyn başka bir tür, yavru başka bir tür olmasını engelleyici bir mekanizmadır. Bu, genetik yapıda bir sağlamlık, türe has özellikleri koruma şeklinde kendini gösterir. Bu mekanizma sayesinde farklı türler birbiriyle çiftleşmezler. Evrime delil bulmak gayesiyle suni ve kasıtlı olarak çiftleştirilenler ise gebe kalamaz. Faraza böyle bir gebelik oluşsa dahi düşük ile sonuçlanır. Çünkü günümüzde de düşük ile sonuçlanan tüm gebeliklerin çoğunda genetik veya kromozom anomalileri tespit edilmiştir. Bu son derece hikmetli ve gereklidir. Yoksa anne yada baba bir hayvan, faraza başka bir tür hayvan olarak doğmuş yada dönüşmüş olan yavrusuna uygun beslenme ve korumayı nasıl sağlayacak, onu nasıl yetiştirecektir? Örneğin, arslan anne babanın başka türden bir yavrusu olsa ve o yavruya arslana has avlanma, korunma, beslenme özelliklerini öğretse, o yavru nasıl hayatta kalabilecektir? Arslanlıktan başka bir şey bilmeyen o anne baba da o yavruya başka bir şey öğretemez. Misaller uzar gider… Allah’tan ki böyle durumların olamayacağı şekilde tedbirler alan kainatın bir Müdebbiri vardır.
  14. İnsanın atası olarak sunulan maymunun insana benzer yönleri olduğu kadar, konuşma açısından bülbülün, sosyalleşme açısından karıncaların maymundan daha fazla insana benzer özellikleri tespit edilmiştir. Bu durumda insanın atası hangi hayvandır? Maymun mu, bülbül mü, yoksa karınca mı ? Benzerlikler, birbirine dönüşmenin birbirinin atası olmanın delili değildir ve olamaz. Üstelik halen yok olmamış olan maymunlar, bülbüller, karıncaların varlığı da bu düşünceyi, evrimin temel tezlerini çürütmektedir.
  15. Hem karada hem denizdeki canlı çeşitliliği de evrime ciddi bir darbe vurmaktadır. Bu kadar çeşitlilik evrimle açıklanamaz, izahı mümkün değildir. Dünyada tespit edilebilmiş 8 milyon 700 bin canlı türü vardır. Bilim insanları son araştırmalarda aslında doğal hayattaki canlı türlerinin 100 milyonu bulabileceğini tahmin etmektedir. 6000 çeşit elma olduğu tespit edilmiştir. Hangi gereklilik hangi zorunluluk üzerine ve hangi evrim mekanizmalarıyla bu kadar çeşitlilik meydana gelmiştir? Bu sorunun makul ve ispatlanabilir bir cevabı yoktur.
  16. Evrimcilerin bel bağlamış olduğu mutasyonlar, tahrip edici yada etkisizdir. Bir canlıyı daha üstün bir canlıya çeviren bir mutasyon gösterilememiştir. Ancak bozan, hasta eden veya etkisiz mutasyonlar gösterilebilmiştir. Gen mutasyonları, üreme hücrelerinde meydana gelirse ancak gelecek kuşaklara aktarılır. Orak hücreli anemi, fenilketonüri, albinizm gibi kalıtsal hastalıklar gen mutasyonu sonucu ortaya çıkar. Ancak dikkat edilirse bunlar insanı hasta eder. Süper insan haline getirmez. Farklı bir tür haline hiç getirmez.
  17. Mutasyon, canlının genetik yapısında meydana gelen değişikliklerdir. Bu değişiklik kromozomlarda olabilir, ya da genlerde olabilir. Kromozomlarda olan değişiklik de, ya kromozomun sayısında olur, ya da yapısında. Her canlının kromozom sayısı sabittir. Kromozom sayısının değişmesi, artma veya eksilme şeklinde olabilir. Sözgelimi, 40 kromozomu olan bir bitkide, üreme esnasında kromozomların uygun bölünememesi veya uygun yere taşınamaması sebebiyle, bazı fertlerde bu sayı değişebilir. Mesela 41 veya 42, ya da 30 veya 38 olabilir. Böyle sayı değişikliğine sahip olan fertler sıhhatli bir hayata sahip olamazlar. Çoğu zaman bunların nesilleri devam etmez ve genelde bu tip değişiklikler canlıların anormalliğine ve ölümüne sebep olur.
  18. Bir başka değişiklik de, kromozom sayısının tam katları veya yarı katları kadar artması şeklinde olabilir. 40 kromozomlu bir bitkinin üremesi esnasında çiçek tozu ve yumurta hücrelerinin teşkili esnasında kromozom sayısının yarıya inmesi gerekir. Çünkü erkek ferdi temsil eden polen ile yumurta hücresi birleşince kromozom sayısı 40 olarak sabit kalacaktır. Hücredeki kromozomların yarıya inmesi esnasında müdahale edilerek bu yarıya inmeye mani olunabilir. Bu yarıya inme, yumurta hücresinde yapılabileceği gibi sperm hücresinde de veya her ikisinde de yapılabilir. Bu durumda kromozom sayısı 40 yerine, 60 veya 80 olan fertler meydana gelir. Bu şekildeki kromozom artışı fertleri öldürmez. Bunların nesilleri de devam eder. İşte bu tip kromozom değişikliğine faydalı mutasyon adı verilir. Özellikle bitki ve hayvan ıslahında bu metottan faydalanılmaktadır. Mesela, kromozom sayısı iki katına veya dört katına çıkmış mısırlar, normal fertlere göre daha büyük koçanlı ve daha iri daneli olmaktadır. Aynı şekilde süt ve et verimini arttırmak için hayvanlar âleminde de benzer uygulamalar vardır. Bunun haricindeki mutasyonlar, ister genlerde olsun, isterse kromozom yapısında veya sayısında olsun zararlı ve genelde öldürücüdürler.
  19. Sonuç olarak, mutasyonların faydalı olanları, kromozom sayısının katları şeklinde artış gösterenlerdir. Bitki ve hayvan ıslahında iri yapılı meylerin elde edilmesinde, et ve süt veriminin arttırılmasında bu metot kullanılmaktadır. Ancak, bunlardan yeni ve farklı bir canlı meydana gelmesi mümkün değildir. Mısırın kromozom sayısını iki kat arttırınca iri daneli ve büyük koçanlı mısır elde edilmekte, mısır yine mısır olarak kalmakta, mısırdan fasulye meydana gelmemektedir.
  20. Bu konudaki şu itiraf çok manidardır: “Ayrıntıya girdiğimizde, tek bir türün bile değiştiğini kanıtlayamayız. Varsayılan değişikliklerin faydalı olduğunu da kanıtlayamayız ki teorinin temeli buna dayanmaktadır.”.
  21. Evrimciler ispattan ziyade bir kabulle hareket etmektedirler. Örneğin “ilk canlı tesadüfen oluştu” derler. Bunun ise bir ispatı yoktur ve olamaz. Cansızdan canlı oluşumunu izah edemeyince de neredeyse canlı ve canlılık kavramını inkara kadar meyletmiş durumdadırlar. Sofestai felsefecilerinin, Yaratıcıyı inkar etmek adına kendi varlıklarını inkar etmeleri gibi. Halbuki muteber bilim adamlarından Pasteur’un dediği gibi “Hayat ancak hayattan gelir”. Kendisinde hayat olmayan başkasına hayat, kendisinde şuur-bilinç-ilim olmayan başkasına şuur-bilinç ve akıl, kendisinde görme olmayan başkasına göz ve görme veremez…
  22. Milyonlarca yıl önce evrim sürecinde tesadüfen hayat oluştu ise, akıllı şuurlu teknolojik imkanları olan insanlar haydi buyursunlar, bir araya gelip akıllarını, bilgilerini birleştirip tüm gerekli elementleri maddeleri kullanarak laboratuar ortamında bir canlı varlık üretsinler. Tesadüfen olanın, şuurlu şekilde olması daha kolay ve makul değil midir? Neden üretemiyorlar? Bu kadar bilim adamının üretemediğinin milyarlar katını; şuursuz, kör, sağır tesadüfler nasıl üretir ve hangi akılla buna inanılır ve bir de şiddetle savunulur? Şayet zihinlere, hayallere “Zamanla belki üretilebilir” düşüncesi gelecek olursa deriz ki: “Milyonlarca yıl önce haşa tesadüfen oluşan bir neticenin milyarda birini, binlerce akıllı ve şuurlu insan yüzlerce yıl çalıştıktan sonra farz-ı muhal meydana getirebilmiş olsa, bundan şu sonuç çıkmaz mı?: “Bizim bu kadar zeka, bilgi ve imkanlarla, yüzyıllarca uğraşıp ancak yapabildiğimizin milyarlar katı muhteşem neticeler, sanatlı ve gayeli canlılar, milyonlarca yıl önce nasıl olur da kör, sağır, şuursuz, ilimsiz tesadüfün ve o tesadüfe bilim kisvesini zorla giydirerek taktığımız bir isim olan evrimin eseri olabilir?” denilmesi gerekmez mi?
  23. Evrimcilerin cevabını veremedikleri birkaç soru da; “İlk hücre nasıl ortaya çıktı? Ya da ilk proteinler ve bu proteinleri kodlayan DNA-RNA ikilisi nasıl ortaya çıktı?” sorularıdır. Proteinler olmadan DNA olamaz, ancak DNA olmadan da proteinler olamaz. İsviçreli ünlü matematik bilgini Charles Eugenie Guye, bir proteinin tesadüfen ortaya çıkma olasılığının 1×10160 ‘da bir olduğunu ortaya koymuştur. Yani böyle bir olasılık yok demektir. Çünkü 1050 ‘de 1 ve sonrası ihtimaller matematikte imkansız kabul edilir. Yani tesadüfi varoluş imkansızdır. Evrim ise tesadüflerin elinde bir süreç ve seçilim (doğal/yapay) üzerine kurulu bir varsayımdır. Evrim ilkleri açıklayamaz. Hele ki bu ilkler olmazsa olmaz ve son derece hikmetli faydalı ise hiç açıklayamaz. Bir proteinin birkaç saniyelik ömrü vardır. Bir hücrede yer alan 3000’den fazla farklı proteinin ve DNA’yı oluşturan binlerce proteinin aynı anda var olması ve sürekli yenilenmesi gereklidir ki bu yapılar oluşabilsin ve işlevlerini yapabilsin. Evrim bu gerçeklerin neresine sığışabilir. Evet her şey de her şeyin ilkleri de kudreti, ilmi, hikmeti sonsuz bir yaratıcı tarafından, Allah tarafından var edilmiştir, düzenlenmiştir ve yönetilmektedir. Buna bilimsel bir delil de bilim insanları Laurent, Schrimpf ve arkadaşlarının çalışmaları ve makalelerindeki ifadeleridir: “Doğanın (!), haberci moleküllerini geri dönüştürmede son derece etkili olduğunu gösterdik: Ortalama olarak, RNA başına yaklaşık 5.000 protein molekülü üretiliyor ve bakteri Escherichia coli’de bir miktar daha az üretiliyor. Bu verimlilik bizim için inanılmaz. Ancak hücre içi protein üretimi çok ince şekilde ayarlanmakta ve hassas ihtiyaçlara bağlı olarak konsantrasyonları düzenlenmektedir. Son zamanlarda, diğer araştırmacılar da, bu muazzam düzenleme potansiyelini başka çalışma ve gözlemlerle doğrulamışlardır. Doğa ise akılsız, şuursuz, kör, sağırdır ve birbirine hem mahkum hem hakim sayısız unsurlardan, aciz sel gibi akan maddelerden müteşekkil ve üzerinde yapılanlara sadece mazhar olan, sonradan olma bir sanat eseridir. Bu sanat eseri (Doğa), kendisi yapılandır yapamaz, yaratılandır yaratamaz Resim gibi, yazı gibi, inşa edilen bina gibi, kalem yada fırça gibdir. Asla bir ressam, bir yazar, bir mimar ve usta değildir, olamaz. Bilim, Allah’ın sanatlarını anlamak ve anladıkça hayran olmak, Onu tanımak içindir, O’nu inkar için, nankörlük için, küfür ve küfran için değildir. Onu inkar edeceğim diye bu kadar uğraşmak ve bir de O’na delil olan O’nun yarattığı muhteşem eserleri, haşa O’nun yokluğuna delil göstermeye çalışmak hem bilimi hem insanlığı utandıracak, hem boş hem çok zararlı bir çabadır.
  24. Balina nostrilinin (Burun/nefes deliği) kafadaki yerinin değiştiği ve bunun evrime açık delil olduğundan bahsedilir. Halbuki ilk resmedilen canlı, arada resmedilen canlılar ve son resmedilen canlı birbirinden farklı türlerdir. Mesela biri balina biri köpekbalığı biri yunus iskeletidir ve farklı böcek türleri gibi, farklı kuş türleri gibi farklı deniz memelisi türleridir. Bunların zaten özellikleri birbirinden farklıdır. Yaratan tarafından farklı özelliklerde ve şekillerde ve vazifelerle yaratılmışlardır. Bu resimlerin arka arkaya konulması ve bir takım zaman dilimlerinde yaşadıkları iddiaları, evrime delil olmaz. Birbirlerine dönüştüklerine delil olmaz. Halen köpekbalığı da balina da yunus da mevcuttur, başka bir forma geçiş yaparak nesli tükenmiş değildir. Burun deliği önde olan hayvan da yaşayabilmiş ve vakti gelince ölmüştür, diğerleri de. Eğer bunlar farklı hayvanlar değil aynı türler olsaydı, zaten türün kendi içindeki değişimleri vardır, olabilir, ancak bu da kastedilen mana itibariyle bir evrim değil, modifikasyondur. Kendi kendineliğe, tesadüfe, tutarsız mesnetsiz hakikatsiz evrim mekanizmalarına nasıl bağlanabilir? Bu değişimler balinayı balinalıktan, yunusu yunusluktan çıkaracak boyutta da değildir. Böyle bir değişim olduğu takdirde bu bir hastalıktır ve yıkımdır. Bunlar sağ kalamaz, nesillere aktarılamaz, ölür. Sendromlu doğan veya sonradan bazı hastalıklara yakalanan insanlar gibi.
  25. “İnsanın su içinde fazla kalması sonucu parmak uçlarının buruşması evrime delildir, evrimin sonucudur” gibi asılsız iddialar hakikatle bağdaşmaz. Çünkü parmakların suda buruşması ozmoz kanunu ile bağlantılıdır. Bu kanuna göre daha sulu bir madde, daha yoğun katı bir maddenin içine girdiğinde su geçirir. Derinin içine geçen su deriyi şişirir. Bunun sonucunda deri büzülür ve yüzeyini genişletir. Sudan çıktıktan bir süre sonra elimiz tekrar eski haline dönmektedir. Çünkü; derimizin altına giren su bir süre sonra buharlaşmaktadır. Bu buruşma sadece ellerimizin ve ayaklarımızın bir kısmında meydana gelmektedir. Diğer bölgelerimizde bu buruşmanın meydana gelmemesinin sebebi kıllarımızın dibinde bulunan yağ bezeleridir. Bununla birlikte bu buruşma olayı, türün kendi içerisinde olan bir değişim olayıdır. Buruşma ile farklı bir türe geçiş olmaz. Üstelik bu kadar hızlı bir evrim ve evrim mekanizması var olsaydı, şimdiye kadar çoktan insanoğlu tamamen farklı bir türe dönüşmüş olurdu. Birkaç dakikada elleri buruşarak farklılaşan bir canlı, binlerce yılda binlerce kez farklı türe dönüşmesi gerekirdi, halbuki binlerce yıldır insan aynı insandır.
  26. Türün kendi içindeki değişimleri, türden türe geçişe delil olmaz. Başka canlılarda benzer değişimlerin olması da türler arası geçişe delil olmaz. Bilakis her canlıda aynı mührün, aynı imzanın bulunduğuna, yani ustalarının yaratıcılarının aynı ve bir olduğuna delildir. Ellerin buruşmasını evrime delil göstermeye çalışan makalelerin tipik ortak özelliklerine ve ifadelerine dikkat edilirse tahminler, yorumlar, zorlamalar ve şahsi çıkarım ve benzetmeler açıkça görülmektedir. Halbuki “olabilir’li ifadeler, bir delili göstermez ve ispat değildir. Bilakis, yönlendirme ve yakıştırmayı ortaya koyar. İlaveten bu yazarların ve dergilerin, evrimci, evrimi mutlak gerçek kabul etmiş, taraflı yazarlar ve dergiler olduğu görülmektedir.

Bu makalede, 16 madde halinde özetlenen hakikatler ve evrimcilere verilecek cevaplar bu kadarından ibaret değildir, rahatlıkla artırılabilir. Her bir iddiaya, delil diye getirilen her bir hayal mahsulüne ve yakıştırmaya rahatlıkla cevap verilebilir. Ancak evrimcilerin iddialarına tek tek cevap vermek de, bunlara cevap bulmaya çalışmak da yersizdir. Genel ve temel sorun anlaşılırsa gerçek görünür. O temel sorun ise akılla, mantıkla, bilimle, ilimle, hakikatlerle bağdaşmayan ideolojik yaklaşımlar ve hayal ürünü yakıştırmalardır. Yaratılışa, tek yaratıcı olan Allah’ın varlığına ve evrim düşüncesinin yanlışlığına sayısız deliller vardır. Tek bir delil dahi bir meselenin ispatında kafidir. Yeter ki yeterince tarafsız şekilde yaklaşım sergilensin.

Son söz; bir bilim adamı olan John C. Lennox’un dediği gibi “Protein fabrikalarının karmaşıklığı ve hassaslığı ile en gelişmiş insan teknolojisi karşılaştırılsa, insan teknolojisi oldukça kaba kalır.”. Madem bu, hem bilimsel hem evrensel bir hakikattir. Tesadüfe verilmesi imkansız olan insan teknolojisinden hadsiz defa üstün olan kainattaki teknoloji ve işleyiş asla tesadüfe verilemez. Madem eser var, müessir (eseri yapan) var. Madem sanat var, Sani (sanatkar) var. Madem kainat var, bizler varız, öyleyse her şeyin yaratıcısı, bir olan Allah var.

Kelebek Etkisi Teorisi

Kelebek Etkisi Teorisi

Kelebek etkisi teorisi

Kelebek etkisi, bir sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişikliklerin büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesine verilen addır. Edward N. Lorenz’in çalışmalarından biri olan Kaos Teorisi ile ilgilidir. Daha sonralarda hava durumu ile ilgili verdiği şu örnek ile ünlenmiştir. Amazon Ormanları’nda bir kelebeğin kanat çırpması, ABD’de fırtına kopmasına neden olabilir. Farklı bir örnekle bu, bir kelebeğin kanat çırpması, Dünyanın yarısını dolaşabilecek bir kasırganın oluşmasına neden olabilir. Kelebek etkisini tam olarak anlayabilmek için kaos teorisini anlamak gerekir. Aralarındaki ilişkiyi bir analoji ile açıklayabiliriz; eğer kaos teorisini yan yana dizilmiş domino taşları olarak düşünürsek, kelebek etkisi birinci taşa dokunulmasıdır. Kaos teorisi, sürprizlerin, doğrusal olmayan ve öngörülemeyenlerin bilimidir. Doğal bilimlerin çoğu fiziksel ve kimyasal reaksiyonlar gibi tahmin edilebilecek olaylarla uğraşırken; kaos teorisi, türbülans, hava durumu, borsa gibi önceden tahmin edilemeyen ve kontrol etmenin imkansız olduğu doğrusal olmayan olaylarla ilgilenir. Kaos teorisi fraktal geometri ile açıklanabilir çünkü temellerinde yatan mantık aynıdır.

Fraktal geometri, doğanın geometrisidir. Doğayı daha iyi anlayabilmemizi sağlar. 20. yüzyıla kadar Öklid geometrisi kullanılmıştır. Doğrusal şekiller, üçgenler, dikdörtgenler ve karelerle doğayı açıklamamız mümkün olmayınca fraktal geometri doğmuştur. Doğadaki ağaçlar, nehirler, bulutlar vs. fraktal şekiller oluştururlar ve doğadaki olaylar kaotik davranışlar sergiler. Doğayı anlayabilmek için fraktal geometriyi ve kaos teorisini anlamak gerekir. Fraktal terimi ilk defa Polonya asıllı matematikçi Benoit Mandelbrot (1924-2010) tarafından 1975 yılında ortaya atılmıştır. Fraktallar, büyükten küçüğe birbirine benzeyen birçok geometrik şeklin oluşturduğu, sonsuzluğa doğru giden, kompleks ve göz kamaştırıcı şekillerdir. Mandelbrot’un geliştirdiği Mandelbrot kümesi, sanal karmaşık sayıların kullanılmasıyla elde edilen fonksiyonları bilgisayar ortamında muhteşem fraktallara dönüştürülebilen kümedir.

Sonuç olarak kelebek etkisi fikri tüm insanlığı etkisi altına alan bir kavram olmuştur. İnsanlar kelebek etkisi analojisini sadece hava durumu gibi bilimsel olaylarda değil, aynı zamanda ekonomi, psikoloji, felsefe ve politika gibi başka alanlarda da kullanmaya başlamıştır. En çok kullanılan örneklerden biri de şudur:

Örneğin atmosferdeki karbondioksit (CO2) miktarının çok az miktarda artması bile büyük etkiler yaratacaktır çünkü karbondioksit gazı bir sera gazı olduğu için Dünya’nın ortalama yüzey sıcaklığının artmasına yani küresel ısınmaya sebep olmaktadır.

Kelebek Etkisi Teorisi

Kriptografide kelebek etkisi

Kriptografik öz işlevleri, girdinin boyutundan bağımsız olarak sabit değerli özler üretecek biçimde hazırlanırlar ve veri bütünlüğünün güvence altına alınmasında kullanılırlar. Bundan ötürü, verideki en küçük değişiklik, sonuç değerinin yarısından fazlasının değişmesine neden olur. Bu etkiye kriptografide “çığ etkisi” adı verilir.

Örnek olarak MD5 algoritmasının verinin bir harfinin değişmesine olan tepkisi şöyle özetlenebilir:

MD5(“vikipedi”)

= 4b09635281e148f0163b041e3582ec74

Değişkenin baş harfini değiştirdiğimizde

MD5(“Vikipedi”)

= 490678766826cc5a898d231a928464aa

error: İçerik korunuyor !!!