Tag M.Y.Özen

AKIL VE AŞK

AKIL VE AŞK

Bu bahse Nakib el-Attas’tan bir alıntıyla başlayalım: “Akıl bir anlamda kalp ile eş anlamlıdır. Aslında Gazali’nin de gösterdiği gibi akıl, kalp, Nefs, ruh terimleri eninde sonunda aynı realiteyi gösterdiklerinden birbirleriyle çok sıkı bir şekilde bağlıdırlar. Aklın gerçek mahiyeti Ruhi bir cevher oluşudur… İnsan tanımının altında yatan hakikatte işte söz konusu bu ruh’i cevherdir. İslam dünyasında geleneksel olarak iki ana caddeden farklı sloganlar atarak geçen iki tür kalabalık hep dikkatleri çekmiştir. Bu kesimin sloganları şunlardır:

Akıl bir kılın bile Hakikat-ını anlayamaz”

Aşk küfürden de yücedir imandan da “

“Aşk imiş her ne var alemde ilim, bir kıyl ü kal imiş ancak “

Öteki caddede yürüyenlerin ise sloganları şöyle;

“Dini hakkın mahalli akıl sahipleridir”

İman, aklın müteradifir”

Aklı olmayanın dini yoktur”

Akıl için yol birdir”

Yatay bir bakışla, bir yumuşak başlılıkla düşünürsek bu iki kesimi birbirine yaklaştırmanın yollarını aramamız gerekecektir. Nasıl Edip de onlar arasında ülfeti sağlamalıyız? Yahut bu mümkün müdür? Tarih boyunca sürekli muarız iki caddenin kalabalıklarını birleştirmek bizim ne haddimize? Aşk taraftarları ve akıl taraftarları diye kabaca niteleyebileceğimiz bu iki kesimin birbirine uzaklığı, hezeyanın düşünceye uzaklığı gibi gözüküyor. Akıl taraftarları kavramları ve onların tanımını mümkün olduğunca nassa yahut kendilerince elde ettikleri kati yada zanni bir delile dayandırmaya özen gösterirler. Zaten aklın işleyiş biçimi budur.

AŞK

Aşk taraftarları ise felsefi yorumlarla karşımıza çıkarlar. Şeriatın ya da nassın katı kurallarını yumuşatma savıyla kendilerini gösterirler. İslam aleminin en özgür düşüncelerini tasavvuf yetiştirmiştir denilir. Ancak bizce buradaki özgürlük vahye uzak düşmek yahud onu uzun emellilikle tevil etmek, vahyin sınırlarını tevsi etmekle Özdeş anlaşılmaktadır. Bu telakki arzuların fikir suretini giyerek karşımıza çıkmasıdır! Özgürlüğün yanlış yorumudur. Zira özgürlük bizim anlayışımıza göre, önce de değindiğimiz gibi, Allah’tan başkasının buyruğuna eğilmemektir. Felsefe adına zırva üreten insan en azından kendi hevasının buyruğuna boyun eğme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Aşk taraftarlarının kalkış noktasını oluşturan kavramların tanımları dış kaynaklıdır. Akıl ve kalp insanın özüdür, içidir. Zırva ise fehmetmez belki vehmeder. Vehim insana içinden çok dışarıdan, kendinden çok şeytandan ilk edilendir. Heva, heves ve ihtiras da dışı açık, daha doğrusu dışa dönük etkilenmelerdir. İnsan, içini, özünü, fıtratını, elbabanı, aklını ve kalbini kapatırsa, kendini şeytana ve onun elemanlarına teslim etmiş demektir. Zaman zaman isabet etse bile isabeti makbul sayılmaz. Çünkü yanlış caddede, yanlış yöne doğru, yanlış sloganlar atarak ilerlemektedir. Akıl taraftarlarının da her zaman isabet ederek yürüdüklerini savunmak mümkün değildir. Ne var ki yol ve yöntem yönünden, kavramları aldıkları ve tanımladıkları kaynak yönünden onlar sağlamcıdırlar. Sağlamcıdırlar, çünkü Kuran’ı dinlemişlerdir. Kuran derki mealen: “Allah için ikişer ikişer ve teker teker ayağa kalkın, sonra da düşünün. Arkadaşınız mecnun değildir. (Araf, 184) onlar artık iyice bilmektedirler ki mecnunlukla düşünmek bir arada barınmaz. Ya aşık olacaklardır ya akıllı. Akıllı olmayı seçmek en akıllı yoldur. Çünkü insanları ancak zırvacı filozoflar cinnete çağırırlar. Oysa Resuller mecnun olmadıkları gibi kulları da cinnete,  aşka çağırmazlar, akıllığa düşünceye çağırırlar.

 

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

Kibir

Kibir

Kibir lehçemizde mana olarak kendini büyükleme hastalığı, kendi kendine tapınma, kendini şahsi iş dünyasında putlaştırma, bir nevi ruhsal takıntı, ahlaki zaafiyet, dinsel açıdan kendini “Rab”leştirme küfür tohumu…

İlahi huzurda işlenen ilk günah (Şeytanın Adem (a.s)’a secde etmeme olayı) Olan kibir, 20. yüzyılda da toplumları ve fertleri etkisi altına almış, kendini kontrol edemeyen (otokontrolü zayıf) bireylerde bir ruh hastalığı olarak karakterize olmuştur. İç dünyalarında kendi kendilerine yetemeyen ve bunun yoksunluğunu hisseden şahsiyetler, bir nevi iç dünyalarındaki buhranı bastırma ve dışa tersi istikamette yansıtma güdüsüyle kibirli davranmak mecburiyeti hissederler. Tıpkı güçsüz insanların güçsüzlüklerini gurur duygusu ile örtmeye çalıştıkları gibi…

İnsanı diğer varlıklardan ayıran ayırt edici tek özellik akıl (işleyen, düşünen, kıyaslayan) olarak bilinir. Akıl yerinde kullanılmadığında, insanın gücünü aşan bir çok hususta rehber olur, bugün onlarca kat yapılan gökdelenler, yüzlerce metre inşa edilen gemiler, uzay yolculukları teknolojik olarak icat edilen süpersonik cihazlar…gibi Bir çok harikulade eseri mihmanlarıdır, aklını kullanan insan. Konumuza dönecek olursak akıl beraberinde düşünmeyi düşünmekte bir fikri ortaya çıkardığına göre, kişinin ahlaki hastalıklarından kurtulmak sürecinde kendi nefis muhasebesini yaparak bu kötü huylardan kurtulması gayet tabi mümkündür. Ayette “daima kendini kınayan nefse and olsun ki” cümlesi geçer, burada verilmek istenen mesaj kişinin her daim o mükemmel aklını kullanarak kendini, tavırlarını, hareketlerini sorgulayarak en doğru olanı bulma yolunda göstermesi gereken çabadır. Düşünen ve ayırt edebilmeyi iyi yapan insan profili her daim değişmeye ilerlemeye ve gelişmeye müsaittir. Aksi olarak kendisini her şeye kapatmış tekdüze yaşayan insanların fikirlerine önem vermeyen kibir abidesi şahsiyetler hayatları boyunca bir gelişim gösteremeyecekleri gibi sadece yerlerinde sayacaklardır.

Dört büyük dinde olduğu gibi İslam dininde de tefekkürün (ilahi düşünüş biçimi) Önemi çok yerde vurgulamaktadır. Burada düşünmeden kasıt kişinin içsel yolculuğunda güzel ahlak ile ahlaklanması, geçmiş hatalardan ders alması sürekli olarak bir yenilenme sürecinde olmasıdır. İnsan oğlunun Beşikten mezara kadar fiziksel ve ruhsal gelişim sürecinde olduğu bir gerçektir. Bu bağlamda ahlaki gelişimi de doğru orantılı olarak ilerlemeli sürekli yenilenerek gelişmelidir. Ahlaki ve ruhsal hastalıkların başında gelen kibir duygusu dengeli bir şekilde törpülenmez ise gerek sosyal gerek iş gerekse aile hayatında ciddi problemlere zemin hazırlayacaktır. Bu bağlamda her bireyin kendi ruhsal dünyasını analiz ederek en küçükten büyüye ahlaki zafiyetlerden kendini arındırarak ruhsal gelişim sürecini en üst seviyelere taşımalıdır. Unutulmamalıdır ki hayatta tek değişmeyen şey Değişimin ta kendisidir.

Musab Yasir Özen

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

MUSAB YASİR ÖZEN - SALİH MİRZABEYOĞLU

Salih Mirzabeyoğlu’nun Yayınlanmış Eserleri

Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in tabiri ile “Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk çilesi sesi” cennet mekan Salih Mirzabeyoğlu’nun hem vasiyeti hem de manevi mirası bakımından “büyük doğucu “her gencin okuması ve okunmasına vesile olması gereken çok kıymetli eserler.

Musab Yasir Özen

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

Salih Mirzabeyoğlu’nun Kitapları

  1. Bütün Fikrin Gerekliliği/Fikir
  2. Aydınlık Savaşçıları/Destan
  3. İdeolocya ve İhtilal/Fikir
  4. Yaşamayı Deneme/Roman
  5. Münseat/Münseat
  6. Tarihten Bir Yaprak/Fikir
  7. Kültür Davamız/Fikir
  8. Damlaya Damlaya/Fikir
  9. Anafor/Şiir
  10. Necip Fazıl’la Başbaşa/Fikir
  11. Müjdelerin Müjdesi/ Hikayeler
  12. İslama Muhatap Anlayış
  13. Kayan Yıldız Sırrı/Şiir
  14. İstikbal İslamındır/Fikir
  15. Gölgeler/Roman
  16. İbda Diyalektiği/Fikir
  17. Dil ve Anlayış/Fikir
  18. Kökler/Menakıb
  19. Marifetname/Fikir
  20. Kavgam/Fikir
  21. Kavgam 2 /Fikir
  22. İktisat ve Ahlak/Fikir
  23. Hakemiyat/Fikir
  24. Şiir ve Sanat Hakemiyatı/Fikir
  25. Hukuk Edebiyatı/Fikir
  26. İşkence/Gözlem
  27. Tilki Günlüğü 1 / Ruhi Roman
  28. Tilki Günlüğü 2 / Ruhi Roman
  29. Tilki Günlüğü 3 / Ruhi Roman
  30. Tilki Günlüğü 4 / Ruhi Roman
  31. Tilki Günlüğü 5 / Ruhi Roman
  32. Tilki Günlüğü 6 / Ruhi Roman
  33. Hakikat-ı Ferdiyye/Fikir
  34. Sahabilerin Rolü ve Manası/Fikir
  35. Başyücelik Devleti/Fikir
  36. Yağmurcu/Fikir
  37. Üç Işık/ Fikir
  38. Adımlar/ Fikir
  39. Paratuka/ Fikir
  40. Hırka-i Tecrid/ Fikir
  41. Büyük Muztaribler2/ Fikir
  42. Sefine/ Fikir
  43. Telegram/ Fikir
  44. Büyük Muztaribler 3/ Fikir
  45. Elif/ Fikir
  46. Büyük Muztaribler 3/ Fikir
  47. Furkan/Lügat
  48. Berzah/ Fikir
  49. Büyük Muzdaribler 4/ Fikir
  50. Erkam/ Fikir
  51. Madde Nedir?/V

“Salih Mirzabeyoğlu’na ait eserlerin temini için İbda Yayınları internet sitesini ziyaret edebilir, (0212)528 33 07 telefon numarasından irtibat kurabilirsiniz”

Çatalçeşme sok üretmen han no:29 kat:3/316 Cağaloğlu/İSTANBUL

Düşünmek

Düşünmek

Düşünmek konuşulan neden merak sardık? Oradan başlamak gerek. Hatırlarsanız bizleri küçükken,” fazla düşünmek akla zarar” diye örgütlerlerdi. “Fazla düşünürsen aklını yitirirsin“ derlerdi. Bir de anımsarsanız, eli şakağında oflayıp oflayarak oturan, acı çektiğini gösteren, dert yüklü kimseleri “efkarlı“ diye adlandırırlardı. Efkarlı mana olarak yani çok fikirli, çok düşünen. Düşünmek çok zaman Hüzünle, yorgunlukla bazen de her türlü sıkıntıyla özdeştirildi. Uygunsuz durumlara kullanılan bu sözcük hiçbir zaman “kendisi” niteleyemezdi Günümüzde durum çok farklılaşmış sayılmaz. Sıradan insanların her gün yinelediği, Bir çok aydının, seçkin insanlar üzerinde düşünmeden sayıp döktükleri hep aynı terennümlerdir. Özellikle bizim doğu toplumlarında, düşünmeyi zarar saymak, hüzün saymak, acı saymak, ama kendisi saymamak modası geçmeyen bir olgudur. Bölge, söz konusu düşün alanı, Adeta bir tünelidir. Ne zaman hangi tarihte ne tür bir şekilde Müslüman çoğunluklar düşünmeyi böyle anlamaya ve ondan korkmaya başlamışlardır? Düşünmekten korkmayı, bütünüyle itaat etmedikçe iman etmiş sayılmayacakları İslam’ın vahyi nass’ları öğretmiş olabilir mi? Eğer ilahi vahye bakmayı biliyor onu iyi anlıyorsanız çok çabuk fark edeceğiniz ilk özellik, vahyin insana düşünmeyi ön plana çıkaran bir yaşama biçimini Önerdiğini görmek olmalıdır. Kendi toplumu arasında, tüm insanlığa model olsun diye, Kuran’ı ahlak edinerek yaşayan Resulullaha bakalım. Onun günün birinde insanların herhangi bir hususta düşünmesini yasakladığını yahut birtür düşünmeye engel olduğunu duyup bilen var mıdır?

Aradığımız konuda tek bir ima tek bir söz, tek bir fiil bulamıyoruz. Ama şunu biliyoruz. Örneğin ilmihal yazarı merhum Ömer Nasuhi bilmen gibi dikkatli bir müellif, büyük İslam ilmi hali adlı eserinin daha ilk sayfalarında, her ne hikmetse hiç kaynak göstermeyi bile ihtiyacı hissetmeden peygamber sözü diye şu ifadeye yer vermektedir; “La ibadete ke tefekkür” Türkçesi: tefekkür gibi ibadet yoktur. Bizim Kur’an‘dan edindiğimiz izlenime göre insan için mücerret düşünmek ve düşünerek yaşamak farzı ayındır. İlginçtir, düşünmek üzerine merakımız arttıkça Müslümanlar arasında küçük istatistikler yaptık. Gerçi istatistiklerle ne tür Yalanlar söylendi yine bolca tanık olduğumuz çağı da yaşıyoruz. Ama içimizi kemiren meraka engel olmak kolay değildi. Kime “Düşünmek farzdır” dediysek, ondan “aksini söyleyen mi var?” Türünden peşin, pişkin ve bizi hayli şaşırtan yanıtlar aldık. Peki şu çevremizdeki düşüncesizlikler neyin nesiydi?

Sathi Bir bakış açısından bakıldığında, sorunun yanıtını, emperyalizm de bulmak mümkün. Denebilir ki, belki bir tarihsel dönemden sonra başka dinlere mensup insanların İslam’a ihtida etmesiyle, Önceki din ve kültürlerinden taşıyıp getirdiklerini, bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek İslam dünyasında yaygınlaştırmaları, eleştirdiğimiz sonucu doğurmuş olabilir. Yine kültürel gelişime, okuryazarlığının çoğalması, başka dillerden müslümanların kullandığı dillere yapılan çeviriler, öteki din ve felsefelerin eserleri söz konusu sonuçta basat etken olmuştur, denilebilir. Bu bir açıdan bakış tarzıdır belki, saygı duyulabilir, haklı payı onaylana bilir, ama olayın mevcut vahametini izah etmeye hiç yetmez. Zira emperyalist yayılmacılığın koskoca kitleyi böylesine derinden etkilemesi demek, o kitlenin topyekün yeni bir dini yeni bir kültüre mensubiyeti demektir ki, kabul edilebilir bir açıklama olamaz bu. Emperyalistlerin bu insanların topraklarını, mallarını hatta cesetlerini teslim almaları, esir etmeye deli belki mümkündür. Ancak insanların kafalarını ve kalplerini esir almak, toptan büyülemek O kadar kolay bir iş değildir. İnsan teki, eğer kendisi gönülden razı değilse, onun bilincini hiç kimseyi seyredemez, rehin tutamaz. Bu onun doğuştanlığına aykırıdır. Yalnız bir cereyan var ki, İslam dünyasında son peygamberden çok sonraları ortaya çıkmıştır. Yeni bir tarzdır. Yeni bir bakış açısıdır. Yeni bir düşünme biçimidir ki, son peygamber ile irtibatlandırmak yahut onun arkadaşlarından birisini dayandırmak mümkün olmayan korkunç bir Zandır.Burada akıl ile naklin çatışma ihtimali olduğunu sanmaktır, söylemektir.

Tefekkür

Ne garip tecellidir ki İslam dünyasında, ilk özgür düşünce ekolünü sanılan, aslında Müslüman filozoflardan başkası olmayan öncülerin açtığı bir çığır, yani aklın nakille çalışabileceğini sanma çağrısı, çağımızdaki yepyeni bir felsefeye Hipotezlik etmiştir. Özgürlüğü sahili kaynaktan uzaklaşmak olarak anlarsak belki haklı görülebilecek bu yorum, ekolün son sempatizanlarıdan birisi olan Cemil Meriç’in ifadelerinde şöyle özetlemektedir. Batı felsefesinin, doğu vahyin kaynağıdır. Batı aklın, doğu gönlün vatanıdır. Şu bir cümlecik anlatıdan anladığımız, mefhumun muhalifinden çıkacağımız sonuç, akıl ile vahyin karşı karşıya getirilişi, yine akıl ile gönlün kalp çatışmasıdır. Vahyi elbette epeyce uzak düşen bir görüştür sözü edilen. Belki Cemil Meriç bu sözünde mazurdu. Zira o da referansını önceki Müslüman filozoflardan aldı. Ancak ilahi vahyin espirisinden böylesine uzak bir yorumun, Kur’andan habersiz yahut onu göz ardı eden bir zihniyetin ürünü olabileceğini işaret etmek gerek. Nakib el Attas’ın, Cürcaniden Naklettiği bir alıntıyla yanıtlamaya çalışalım. “ Akıl, Kalp (gönül) ” İle eş anlamlıdır, idrakin ruh’i algılama ruh’i algılama organı olan kalp dediğimiz şey de aynı şekilde akıl ile özdeştir. Akılın gerçek doğası akleden nefsin onunla hakkı batıldan ayırdı bir Ruhi cevher olmasıdır.

Doğu batı ayrımını bir kenara bırakarak düşünmek zorundayız, bu prodoksa yanıtımız nedir? Yanılgısı nerededir? İlk çözümlenmesi gereken sorun herhalde vahyi ile fikir arasındaki fark ve ilişkiye bir çözüm bir çare üretmektir. Öncelikle vahyi, ilahidir, mutlaktır, tartışılmaz ve yanılmasızdır, bunu biliyoruz. Oysa fikir beşeridir, özneldir, tartışılabilir ve yanılır. Elbette Allah’ın vahyi karşısında ve ona rağmen Bir fikir vahyi ile boy ölçüşemez. Tabii bu noktada hatıra bir soru takılıyor. Doğuştanlığını bozmamış bir akıl ( Elbette kalp demek istiyoruz) Yani Selim kılıp vahye aykırı bir fikre iman edilebilir mi? Dikkat edilmesi gereken bir başka noktada fikri ihmal etmekle ona iman etmek arasındaki ince farktır. Evet insan aklederek her türlü fikri imal edebilir. Ancak her fikre iman etmesi, yani yakin kesbetmesi muhâldir. Şöyle düşünelim; İnsan vahyin Allah’tan geldiğini bilecek, ona inanacak, akletmenin Allahın fıtratımıza yerleştirdiği kerametli bir melek olduğunu da bilecek… Sonra bize bu Kerametli nimetle birlikte söz konusu bu yetimize hitap eden teklifler gönderdiğini öğrenecek… Yani akıl etmenin de teklifinde Allah’tan geldiğine inanan bir Müslüman olacak… Bütün bu varsayımlardan sonra kişi, akıl ile naklin, Allah’tan gelen bu iki nimetin birbiriyle çatıştığını savunacak… İşte bizce muhal olan böylesi bir sonuçtur.

Fazlurrahman’ın “Bin yıllık kutsal ahmaklık” dediği sanırım İslam dünyasındaki bu bulanık zihinlerde. Ki onlar çok zaman söz konusu dünyaya egemen diler. Yahut Siyasal güçlerin gölgesinde sürdürülen tahribatlarını Sözlerimize başlarken alıntıladığımız ayeti kerime ile bir başkasını zikredelim, mealen; “Dinleseydik veya akıletseydik ateşin yarını olmazdık”.(Mülk süresi 10) “Allah‘ın ayetlerini düşünerek reddetmek mümkün değildir. “Vahyi yani nakil dediğimiz, düşünen insana bir göndermedir, hitaptır, tekliftir. Düşünmesine rağmen insanoğluna bir dayatma değildir. İlkin Kalplerden bu yanlış niyetin kökten silinip atılması umulur. Akla yapılan teklif yani seçimlik bir teklif, akla nasıl aykırı olabilir? Nasıl düşünebilir ki, bir hitap, hem hangisini seçiyorsun diye uysallık ve doğallıkla insana yaklaşacak, hem de onun için anlamayacağı yahut doğuştanlığının asla kabul edemeyeceği bir dayatmayı burnunun dibinde dikte ettirecektir. Hem hak ile batılı birbirinden ayır, Allah’a ait olanla İblis’inkini Fark et denilecek, hem de bu fark edici yetenek fark etmesi gereken ve kavgalı olacak. Reyini lehimize kullanmasını istediğimiz bir organa, kendisine menfur gelen bir koku sürünerek yaklaşmamız bilmem doğru olur muydu? Burada yine köklü bir yanlış anlayışın, bir yanlış yönlendirilişin İzlerini görebiliriz. maalesef ileride ayrıntılarıyla tartışmaya çalışacağımız bir bakış açısından akıl, insanın içinde muzır bir şeytan gibi telakki edilmiştir. Eğer bu gözlükten soruna bakarsanız elbet o muzır şeytan Allah’ın temiz vahyi ile barışık yaşayamaz. Yanılgı nerede demiştik? Neydi insanların büyük bir kısmını yanıltan? Evet, Allahın vahyi temizdi. Ama Allahın nimeti olan akıl yani kalbin bu melekesi de tertemizdir. O halde kirli olan nedir? Yeryüzünde yaşarken kimi düşünenlerin ilahi vahyin karşısında, vahye itirazları olan öğretilen ürettiklerini görüp durmakdayız. Öyle ya insanlar Allah’ın vahyine, Allaha, başka neleri ile, neleri ile itiraz edebilirler ki? İlk hatıra gelen elbet akıl olacak. Zira itaatte de ilk hattına gelen, bunu her zaman itiraf etmeseler de yine akletme işidir. madem ki insan düşünerek Allah’a itirazda edebiliyor, isyanda, öyleyse suçlu olan düşünme melekesidir öyle mi?

Allah

Atlanmaması, bu noktada ısrarla vurgulanması gereken husus bu Meleke’nin, kullanırken, fıtratından, tabiyatından, kaydırıp kaydırılmadığına dikkat edilip edilmediği hususudur. Öyle ya eşyanın bir tabiyatı vardır. Eşyayı tabiatının zıddına kullanırsanız, en azından beklenen umulan verimi alamaz, amacı araca kurban etmiş olursunuz. Elbet insan yaratılırken özgür bırakılmıştır, ona özgürlüğü sağlayan da düşünme yetisinden başkası değildir. Çünkü seçim yeteneği, oyunu kullanma yeteneği özgürlüğünün gereğidir. Bir düşünme mekanizması, ilahi vahyin karşısında ona aykırı fikir üretiyorsa o artık sapmış, doğuştanlığından kaymış demektir. Çünkü ilahi vahyin Kaynağıyla, İleride göreceğimiz gibi, akl etmenin kaynana aynıdır. Ve birbiri için var edilmişlerdir. Çünkü din yani ilahi vahyi aynı zamanda fıtrattır, Allahın fıtratıdır.

Düşünen insandan istenen de bu fıtrat üzere yürümesinden başka bir şey değildir. Öyleyse insanın söz konusu paralelliği bozması akıllılık sayılamaz. Yeteneği doğrultusunda özgürlüğünü kötüye, fıtratının adına kullanan insan, artık addeden olmaktan çıkmıştır. Şeytanların iğvasına aldanmış, Kendini müstağni görmüş, raydan sapmıştır. Şimdi raydan çıkmış bir insanın da üretimleri vardır diye akletmenin ilahi vahiy le çalıştığına İnanmak sağlıklı bir anlayış mıdır? Her yoldan çıkmış insanın ilahi vahye itiraz nedenleri değişiktir. Ama çok yinelenen bir neden var ki onu kuranı kerim, indirilen ilk Suresinde, ilk ayeti kelimelerin de bize özellikle anımsatmaktadır. Düşündürmektedir yoldan çıkmayı, fıtratını bozmayı kendisine hak kabul edenlere yönelik uyarıcı mealen yeniden okuyalım, alak suresinin başında buyurulur. “İnsan, kendini kendine yeter, görerek azgınlaşır “şimdi hangi Müslüman insanın, ayette sözü edilen azgınlaşmasını, aklı kullanmak, akıllılık olarak görebilir? Biz, aklılık derken nasıl olurda böylesi bir sonucu anlayabiliriz? Bizce yanılgının ilk düğün noktası yukardaki sanırlardır.

Musab Yasir Özen

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

ÇAR NİCHOLAS

Başa Bela Dil

1825’te yeni Çar Nichalas Rusya’da Tahta çıktı. Ülkenin modernleşmesine, sanayide ve sivil yapıların, Avrupa’yı yakalamasını talep eden liberallerin başlattığı bir ayaklanma çıktı hemen. Bu ayaklanmayı zalimce bastıran 1. Nicolas liderlerinden birini, Konraty Ryleyev’i Ölüme mahkûm etti. Ryleyev İdam edileceği gün boynunda iple sehpada dikiliyordu. Alttaki kapak açıldı, ama Ryleyev asılırken ip koptu ve Ryleyev yere çakıldı. O zamanlar bu tür olaylar tanrısal bir istek olarak görülür ve idamdan bu şekilde kurtulan insanlar genellikle bağışlanırdı. Ryleyev Yara bere ve kir pas içinde ama kellesinin kurtulduğundan emin olarak ayağa kalkıp, “Görüyorsunuz ya Rusya’da hiçbir şeyi doğru dürüst yapmayı bilmiyorlar, bir ip yapmayı bile!” Dedi.

Bir görevliye asılmanın başarısızlıkla sonuçlandı haberi ile Kış sarayı’na ulaştı hemen. Bu haberle canı sıkılan Nicholas Yine de af belgesini imzalamaya başladı. Ama sonra “Ryleyev Bu mucizeden sonra bir şey söyledi mi?” Diye sordu haberciye”Elbette” Diye yanıt verdi. “Rusya’da bir ipi yapmayı bile beceremediklerini söyledi” “Bu durumda” dedi Çar” aksini Kanıtlayalım.“Ve af belgesini yırttı. Ertesi gün Ryleyev görkemli bir şekilde tekrardan asıldı. Bu kez ip kopmamıştı.

Musab Yasir Özen

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

error: İçerik korunuyor !!!