Büyük Doğu

BÜYÜK DOĞU (DAVAMIZ) Musab Yasir Özen

BÜYÜK DOĞU (DAVAMIZ)

Musab Yasir Özen

Anlaşılırlık
Biz insanlara, amacımız apaçık sunmayı, sistemimizi gözlerinin önüne sermeyi ve onları güneşten daha parlak, sabahın beyazlığından daha açık, gündüzlerin aydınlığından daha aydınlık olan davamıza açıkça ve mertçe davet etmeyi severiz.

Masumluk
Yine aynı şekilde milletimizin bütün müslümanlar’ın Büyük Doğu” davasının masum ve saf bir dava olduğunu bilmelerini isteriz. Davamızın saffiyeti öylesine berraklaşmıştır ki, davetçilerimiz şahsi arzularını aşmış, maddi menfaatleri değersiz görerek bırakmış, arzu ve heveslerini arkasına atmış. Hak Tebareke ve Teala’nın davetçileri için belirlediği yolda ilerlemeye başlamışlardır.

De ki, bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar apaçık bir şekilde insanları ALLAH’a davet ederiz. O ALLAH ne yücedir. Ben asla O’na şirk koşanlardan olamam. (Yusuf, 108)

Biz insanlardan bir şey istemiyoruz. Bize mal vermelerini şart koşmuyoruz, mükafat da beklemiyoruz. Onların bizi övmelerini beklemiyoruz. Ne bir karşılık ne de bir teşekkür umuyoruz.

Karşılıksız Sevgi
Yine milletimizin bilmesini isteriz ki onlar bizlere kendi nefsimizden daha sevimlidirler. Bilinmelidir ki bu insanlar feda edilecek bir şeyleri varsa onu bu ümmetin izzeti için feda etmeye can atanlar, eğer bir mal varlıkları varsa onu bu milletin varlığı, saygınlığı, dini ve amaçları için sarf etmeyi arzularlar. Bizi bu konuma getiren şey kalplerimizi saran, hislerimize hakim olan sevgimiz, uykularımızı kaçıran ve gözlerimizden kan yaşları akıtan endişemizdir. Milletimizi bu halde gördükten sonra yine tembelliğe devam etmemiz, gevşekliğe ve ümitsizliğe boyun eğmemiz bizim için asla mümkün değildir. Biz kendi nefsimiz için çalıştığımızdan çok ALLAH yolunda insanlar için çalışıyoruz. Bizlerin varlığı türküm ve Müslümanım diyenler içindir.

“Üstünlük Ve Başarı Yalnızca ALLAH’ındır.”

Biz, hiçbir şeyi kendi başarımız olarak görmüyor, kendimizde bir üstünlük hissetmiyoruz. Biz sadece ALLAH‘ın şu sözüne iman ediyoruz.

“Aksine, sizi hidayete erdirmek suretiyle en büyük işi ALLAH yapmıştır. Eğer doğrulardansanız.” (Hucurat, 17)

Eğer dilediğimiz fayda verirse, dileriz ki ALLAH ümmetimizin kalplerini açsın da görsün ve işitsinler, baksınlar ki acaba “Büyük Doğu İdeolocyası na samimi olarak gönül vermişlerdi, milletin ıslahı için gayret göstermekten başka hiçbir his var mı? Biz de içine düştükleri bu hale üzülmemizden başka bir şey bulabilecekler mi? Fakat bize ALLAH yeter. O bunların hepsini biliyor. Bizi hak yoldan ayırmamak için onun kefaleti yeterlidir. Kalplerimizin bağları ve anahtarları onun elindedir.

ALLAH kimi hidayete erdirirse o artık sapmaz. Kimi de saptırırsa o artık doğru yolu bulamaz” (Zumer, 36-37)

“ O, bize kafidir, o ne güzel yardımcıdır.”

“ALLAH , kuluna yeterli değil midir? “ (Zumer, 36)

Büyük Doğu’nun İstediği Dört Sınıf

İnsanlardan istediğimiz yegane şey karşımızda şu dört sınıftan biri olmalıdır.

Salih Mirzabeyoğlu

1. İnananlar

Büyük Doğu” davasına inanan, sözümüzü doğrulayan ve prensiplerimizi beğenen, onda bir hayır gören, kalben tatmin olan ve faydasına inanan kişi. Biz bu kişiyi derhal bize bağlanmaya ve bizimle beraber çalışmaya çağırıyoruz. Ki böylece mücahitlerin sayıları artsin ve davetlilerin sesleri yükseltsin. Çalışmaya katılmadıkça inanmanın hiçbir anlamı yoktur. Sahibini onu gerçekleştirmeye ve uğurun da fedakarlık yapmaya sevk etmeyen bir inancın da hiçbir faydası yoktur. Kalplerine ALLAH‘ın hidayetini yerleştirmesi ile hayırda öne geçen Sahabeler de böyle davranmış, peygamberlerine tabi olmuş, onun getirdiklerine iman etmiş, ve onun yolunda hakkıyla cihad etmişlerdi. Bu kişiler için ALLAH en güzel mükafatı verecektir. Onların sevabı tıpkı tabi oldukları kişinin sevabı gibi olacak ve asla ondan eksik kalmayacaktır. 

2. Tereddütler

Bu kişi, henüz, hakkı tespit edememiş, sözlerimizdeki samimiyeti ve faydayı anlamamış olan kişidir. O, henüz kararsız bir şekilde bocalamak ta’dır. Bu kişiyi tereddütle baş başa bırakır ve ona şöylece tavsiyede bulunuruz:

– Bizimle bol bol ilişki kur, uzaktan ve yakından faaliyetlerimizi takip et, kitaplarımızı oku, cemiyetlerimizi ziyaret et, kardeşlerimizle tanış, inşallah bundan sonra bizim hakkımızda senin kalbine güven gelecektir. Daha önce de peygamberlere uyanlar arasında evvela böyle tereddütlü şekilde davrananlar olmuştur.

3. Menfaatperestler

Kendisine bir menfaat kazandıracağından emin olmadıkça destek vermeyi istemeyen ve ancak bir ganimet karşılığı gayret gösteren kişilerdir. Onlara deriz ki:
– Kusura bakma. Bizim yanımızda, ancak samimi davrandığın takdirde ALLAH‘ın sana vereceği sevap ve hayırla davranışlara devam ettiğinde kazanabileceğin bir cennetten başka bir şey yoktur. Biz, şeref yönünden üstün mal yönünden ise fakir kimseleriz. Bizim işimiz, beraberimizdeki insanlar için fedakarlık etmek, elimizdeki bütün malımızı dağıtmaktır. Tek dileğimiz de en güzel dost ve yardımcı olan ALLAH‘ın rızasıdır. Eğer Allah’ü Teala onun kalbini hırsın baskısından kurtarırsa, ALLAH indinde olanın hayırlı ve ebedi olduğunu bilecek, bu dünyaya ait bütün varlığını, ALLAH‘ın ahirette vereceği sevaba nail olmak için feda etmek üzere ALLAH ordusuna katılacaktır.

“Sizin yanınızdaki şeyler tükenir, ALLAH’ın yanındakiler ise bakidir.” (Neml, 96)

Eğer bu kişi, uzak durur, nefsine, malına, dünyasında, ahiretin de, ölümünde ve yaşamında evvela ALLAH‘ın hakkı olduğunu kabullenmez ise hiç şüphesiz ALLAH ondan ve hakkı görmeyen her kişiden münezzehtir. Resulullah (S.a.v)’a biat ederken de onun vefatından sonra da kendilerine amirlik verilmesini isteyenler de aynen bunlar gibiydiler. Fakat Resulullah, onlara sadece şunu bildirmekle yetindi.

“Arz Allah’a aittir. Onu kullarından dilediğine verir. Akıbet müttakilerindir.” (Araf, 123)

4. Karşı Çıkanlar

Bunlar, bizim hakkımızda kötü düşünen, şüphe ve tereddütten kurtulamayan kimselerdir. Bunlar bize koyu siyah bir gözlükle bakanlar. Bizden şüpheyle ve dışlayarak söz ederler. Gurur da inat etmekten sakınmaz, şüpheleri gidermeye çalışmaz ve evhamlarıyla birlikte yaşarlar. Bu durumda ALLAH’ın ona ve bize hakkı hak gösterip ona tabi olmamızı, batılı batıl gösterip ondan sakınmamızı sağlamasını niyaz ederiz. Çünkü her şey onun elindedir, hidayete erdirmek de ona aittir. Eğer çağrıya kulak verenlerden ise onu davet eder, söz dinleyenlerden ise ona nasihat ederiz. Yegane ümit kaynağımız olan ALLAH’a onun hayrı için dua ederiz. ALLAH’u Teala bu insanların bir kısmı hakkında peygamberlerine şu ayeti kelimeyi indirmiştir.

“Sen sevdiklerini hidayete erdirmezsin, fakat Allah dilediğini hidayete erdirir. “ (Kasas, 80)

Bu nedenle onları seveceğiz ve onların bize meyletmelerini, davamıza güven duymalarını temenni edeceğiz. Onlar hakkında efendimiz Muhammed Mustafa’nın bize bildirdiği şu sözü söylemekle yetineceğiz.

“Allah’ım kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar. “

Artık insanların bize karşı bu dört sınıftan biri olmayı tercih etmelerini diliyoruz. Artık müslümanların amaçlarını anlamalarının, yönlerini tayin etmelerinin ve bu yolda amaçlarına erinceye kadar çalışmalarının vakti çoktan geçmiştir. Bu şaşırtıcı gaflete, eğlenceli oyalanmalarla, aldatılmış kalplere, kör yönelişlere ve her konuşanın peşine takılmaya, stadyumları doldurup, Semt hoklabazları’na, akıllarını kiraya vermeye, uyuşturucu bataklıklarında çırpınmaya ve bu tip şeylere yer yoktur.

“Delikanlı hala ne diye oyunda oynaştasın, Fatih’in İstanbul’u fetih ettiği yaştasın.“

Kendi Varlığından Vazgeçmek

Milletimizin bilmesini isteriz ki ancak her yönüyle uyum sağlamayı kabullenenler, canından, malından, vaktinden ve sıhhatinden sorumlu olduğu oranda fedakarlık yapabilirler bu davaya layık olabilirler.

“De ki; eğer, babalarınız, evlatlarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretleriniz, kazandığınız mallarınız, kesat gitmesinden korktuğunuz alışverişiniz, ve hoşlanmadığınız evleriniz size Allah’tan, Resulü’nden ve onun yolunda cihad etmekten daha sevimli geliyorsa, Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyiniz. Allah fasıklar kavmini hidayete erdirmez” (Tevbe, 24)

Büyük Doğu’nun daveti asla şirki kabullenmeyen bir davettir. Tevhid, onun karakteridir. Kim bu esası kabullenirse Büyük Doğu davasını yaşar ve yaşatır. Bu temel esası ihmal ederler ise mücahitlerin sevabından mahrum kalır, geride kalanlara denk olur ve oturanlarla beraber otururlar. O zaman ALLAH çağrısını başka bir kavme yöneltir.

“O, müminlere karşı şefkatli, kâfirlere karşı şiddetlidir. Müminler, ALLAH yolunda cihad eder ve kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, ALLAH’ın dilediğine verdiği bir mükafattır. (Maide, 52)

Büyük Doğu Davasının Açıklığı

Biz insanları bir takım prensiplere davet ediyoruz. Bu prensipler, açık, belirli ve insanların bir çoğunu teslim olduğu İslam’ın prensipleridir. Bütün müslüman ülkeleri (Afganistan, Arnavutluk, Azerbaycan, Bahreyn, Bangladeş, Benin, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Brunei Darüsselam, BurkinaFaso, Cezayir, Cibuti, Çad, Endonezya, Fas, Fildişi Sahili, Filistin, Gabon, Gambiya, Gine, Gine Bissau, Guyana, Irak, İran, Kamerun, Katar, Kazakistan, Kırgızistan, Komorlar, Kuveyt, Libya, Lübnan, Maldivler, Malezya, Mali, Mısır, Moritanya, Mozambik, Nijer, Nijerya, Özbekistan, Pakistan, Senegal, Sierra Leone, Somali, Sudan, Surinam, Suriye*, Suudi Arabistan, Tacikistan, Togo, Tunus, Türkiye, Türkmenistan, Uganda, Umman, Ürdün, Yemen.) bu prensipleri tanır, gereğine iman eder ve bu prensiplerin mutluluk ve rahatlığı için yegane reçete olduğuna samimiyetle inanırlar. Bu prensipler, ebedi iyilik ve varlık âlemini ıslah edebileceğini bizzat tarihi tecrübelerince ispatladığı prensiplerdir.

Bu prensiplere iman etmek noktasında birleştikten sonra kavmimizle bizim aramızda kalan yegane fark onların imanı ; kalplerde uyuklayan, miskin ve tembel bir duygu olarak algılamalar, hükmünü uygulamayı ve gereğini yerine getirmeyi istemeleri, Büyük Doğu’cuların ise imanı, nefislerinde alevli ve canlı, kuvvetli ve uyarıcı bir şekilde kabullenmeleridir. Biz doğulularda söyle acayip bir psikolojik hal vardır; inandığımız şeyden bahsedilince öyle heyecanlanırız ki bizi gözetleyen insanlar bu inanç uğurun da başarıncaya dek dağları devireceğimizi, canimizi, malımızı feda edeceğimizi, her türlü zorluklara katlanacağımızı ve kahramanlıklar göstereceğimizi zannederler. Fakat sözün tesiri geçip topluluk dağılınca, imanımızı tamamen unutur ve fikrimizden uzaklaşırız. Bu yolda en basit bir mücadeleye gelişmeyi bile aklımıza getirmeyiz. Bu unutkanlık ve gaflet o derece büyür ki bazen fikrimizin tam zıddını kasten veya gayri ihtiyari isteriz. Fikir, amel veya düşünce adamlarından birisinin aynı günün iki yakın saatinden birinde inkarcılarla ikarcı, ötekisinde ise ibadet edenlerle beraber abid olduğunu görseniz şaşırarak gülmez misiniz? İşte bu gevşeklik, unutkanlık, gaflet ve uyuşukluk bizi, davamızı anlatmaya sevk etmiştir. Bu dava, sevgili milletimizin ana esaslarına zaten iman etmiş olduğu Büyük Doğu İslam Davasıdır.

Davalar, Davetçiler Ve Araçlar

Sözümüzün başına dönerek diyoruz ki, Büyük Doğu Davası, esaslı prensipleri olan bir davadır. Bugün doğuda ve batıda insanların akıllarını işgal eden ve kalplerini karıştıran ideolojiler, prensipler, fikirler, mezhepler, münakaşalar vardır. Bunlardan her birini öven taraftarları, yaymaya çalışan evlatları, aşıkları ve mürşitleri vardır. Onlar davalarının meziyet ve güzelliklerini anlatır, davalarını insanlara güzel, şaşaalı ve parlak bir şekilde sunmaya çalışırlar.

Günümüzdeki davetliler eskiye oranla özellikle batı’da daha iyi eğitilmiş, hazırlanmış ve donatılmış kişilerdir. Her fikir kendi karanlık yönlerini açıklayan, güzelliklerini ortaya seren, insanların kalplerine en kolay yoldan sızması ve onları tatmin etmesi için bütün reklam ve propaganda yollarını kullanan bir davetçi ordusuna sahiptir.

Davetçilerin kullandığı araçlara gelince bunlarda eskiye oranla son derece farklıdır. Eski davetliler ancak topluma söyleyebildikleri veya eserleri geçirebildikleri birkaç sözle davalarını anlatabilirlerdi. Şimdiyse yayın organları, dergiler, gazeteler, kitaplar, tiyatro ve filmler, radyo ve televizyon propaganda aracı olarak kullanılmakta, bu fikirlerinin kadın-erkek bütün insanların kalplerine, evlerine, ticarethanelerine, fabrikalarına ve tarlalarına ulaştırılması için bütün vesilelere başvurulmaktadır. Bu nedenle davetlilerin arzuladıkları amaca ulaşıncaya kadar bu araçların tamamını en güzel şekilde kullanmaları gerekmektedir. Bu açıklamaları neden yapıyoruz? Burada, ikinci kez geriye dönerek diyeceğim ki; dünya şu anda siyasi, milliyetçi, ırkçı, ekonomik, askeri ve barışcı ideolojilerin arasında sıkışıp kalmıştır. Büyük Doğu mensuplarının güttüğü bu kutsal davanın bu karmakarışık ortamda konumu nedir?

Büyük Doğu

Büyük Doğu Işığında İslam Anlayışımız

Büyük Doğu Davasını tüm yönleriyle ifade eden tek kelime İslam’dır. Bu kelimede insanların anladigi dar manalardan başka çok geniş manalar gizlidir. Biz inanıyoruz ki; İslam, hayatın bütün safhalarını düzenleyen, bütün problemlere çözüm yolu gösteren, her konuda en hassas hükümleri veren, hayati problemler karşısında eli kolu bağlı kalmayan ve insanların ıslah etmesi mümkün olan yegane nizam olarak çok geniş manalar içermektedir. Bazı insanların İslam’ı sadece, bazı ibadet biçimleri ve ruhi haller olarak dar bir alana sıkıştırmaları büyük bir hatadır. Onlar, islam hakkındaki bu dar anlayışları nedeniyle yaşamlarını ve iradelerini çok dar bir çerçeveye sıkıştırmışlardır. Fakat biz İslam‘dan bundan başka, dünya ve ahiret işlerini düzenleyen geniş ve derin bir anlam çıkarıyoruz. Biz bunu kendimiz iddia etmiyor veya uydurmuyoruz. Aksine bu bizim ALLAH‘ın kitabı olan ve ilk müslümanlar’ın yaşayış tarzlarından çıkardığımız bir sonuçtur. Bizle alakadar olanlar “Büyük Doğu Davası” olan İslam kelimesinin ifade ettiği en geniş manayı anlamak istiyorsa, nefsini, heva ve ön yargılarından arındırdıktan sonra Mushaf-ı Şerif-i eline alsın ve Kur’an ‘ ın ne demek olduğunu anlatsın. Bu takdirde Büyük Doğu Davası’nı kolaylıkla anlayacaktır. Evet davamız İslam davasıdır. Bu kelimenin ifade ettiği bütün özelliklere sahiptir. ALLAH’ın kitabı islamın esasları ve temelidir. Resulullah’ın sünneti kitaba dayanır. ve onu açıklar. Selefi Salih’in yaşam tarzları ise ALLAH‘ın emirlerine uymaları ve doğrudan doğruya Resul’ünün öğretisinden haberdar olmaları nedeniyle İslam’ın pratikteki öğretisidir.

ÇEŞİTLİ DAVALARA KARŞI BÜYÜK DOĞU TAVRI

Bu asırda insanların kalplerini ayıran fikirlerini karmakarışık eden davaları, davamızın terazisinde tartarız. Uygun düşenleri hoşlukla kabul eder, aykırı olanlardan ise uzak dururuz. Biz inanıyoruz ki davamız genel ve kapsamlı bir davadır. Hangi davada olursa olsun, hayırlı olan şeyleri asla dışlama, alır ve kabulleniriz.

1. Vatanseverlik

İnsanların bazen vatanseverlik, bazen de milliyetçilik davalarına sarıldıkları görülmektedir. Doğuda, özellikle doğulu milletlerin batılıların kendilerine yaptıkları kötülükleri, şereflerine, üstünlüklerine ve istiklallerine el uzattıklarını, mallarını aldıklarını ve kanlarını akıttıklarını görmelerinden sonra bu milletler batının içlerinde yaktığı bu ateşle tutuşmuşlar, vatanseverliği ihmali mümkün olmayan bir görev saymışlar, bütün güçlerini, gayretlerini ve imkanlarını harcayarak batının boyunduruğundan kurtulmaya koşmuşlardır. Liderlerin dilleri, gazetelerin sahifeleri, hatiplerin konferansları ve insanların sloganları vatanseverlik ve milliyetçiliğin önemini haykırmaya koyulmuştu. Bütün bunlar güzeldi. Fakat güzel olmayan şey doğulu müslümanlar’ın, bu fikirlerin Avrupalıların söylediklerinden ve yazdıklarından daha güzel, daha etraflı, daha hassas ve daha arınmış bir şekilde İslam’da ifadesini bulmasına rağmen İslam‘dan kaçınmaları, Avrupalıları kör bir şekilde taklide dalmaları ve İslam’la bu fikirlerin karşıt iki tarafı temsil ettiğini zannetmeleridir. Hatta, bazıları İslami düşüncenin milletin birliğini parçalayacağını ve gençler arasındaki bağları zayıflatacağını sanmışlardır. Bu hatalı kuruntu doğulu milletler için her yönden zararlı olmuştur. İşte bu yanlış kuruntu nedeniyle şimdi sizlere Büyük Doğu’nun vatanseverliğe yönelik bakışının ne olduğunu belirtmekte fayda var. Bu tavır Büyük Doğu’cuların kendilerinin kabul ettikleri ve insanlara yaymak için gayret gösterdikleri tavırdır.

a) Duygusal Vatanseverlik

Eğer vatanseverler davalarından bu toprakları sevmeyi, bağlanmayı, ona karşı arzulu olmayı ve vatana derin duygularla bağlanmayı kastediyorlarsa bu hem insan fıtratında bulunan hem de İslam tarafından emredilen bir husustur. İşte, her şeyini dini ve inancı uğruna feda eden Bilal (r.a) hicret yurdu Medine’de vatanı olan Mekke’ye ince ve hassas duygularıyla şöyle hitap ediyor:

“Mekke vadilerinde bir gece kalabilecek miyim?
Çevremdeki güzel otlar ve çiçekler arasında …
Bir gün meccane suyuna varabilecek miyim?
Same ve Tufeyl dağlarını görebilecek miyim?”

Yine Resulullah (S.a.v) şair Useyl’in Mekke’yi anlatışını dinlerken hasretle gözlerinden yaşlar akarak:

“-Dur ey Useyl dur ki kalplerimiz durulsun.” Demiştir.

b) Hürriyet ve Şeref Açısından Vatanseverlik

Eğer onlar, vatanseverlikten vatanın işgalcilerin elinden kurtulmasını, istiklâlini kavuşturulmasını ve vatan evlatlarının kalbine hürriyet ve şeref duygularının yerleştirilmesi için elden gelen bütün gayretin sarf edilmesini kastediyorlarsa bu husus da, biz onlarla müttefikiz. Bu konuda İslam son derece sert ve tavizsiz bir tavır takılmıştır;

“Şeref ALLAH içindir, Resulü içindir ve müminler içindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler. “ (Münafikun, 8)

“Allah, kâfirlerin eline, müslümanların aleyhine bir fırsat vermeyecektir. (Nisa, 141)

c) Sosyal Açıdan Vatanseverlik

Eğer onlar, vatanseverlikle aynı ülkenin insanları, arasındaki bağların kuvvetlendirilmesini, fertlerin faydaları gereği olan bu bağı kuvvetlendirmek için aydınlatılmalarını kastediyorlarsa bu hususta da aynı şekilde onları destekleriz. Bunu bizzat gerekli bir vecibe olarak görmüş ve İslam peygamberleri şöyle buyurmuştur :

“Ey ALLAH’ın kulları, kardeşler olunur.” Kur’an ise şöyle demektedir:
“ Ey iman edenler, sizden olmayanları dost edinmeyiniz. Onlar sizi helak etmek isterler, sizin sıkıntıya düşmenizi dilerler. Kinleri ağızlarına, dökülmüştür. Kalplerinde gizledikleri ise daha fazladır. Bu ayetleri size açıkladık, umulur ki akıl erdirirsiniz.” (Ali İmran, 13)

d) Fetihçi Vatanseverlik
Eğer vatanseverlikten, ülkelerin feth edilmesini ve dünyada üstünlük kurulmasını kastediyorlarsa zaten İslam’ın farz kıldığı ve fetihlerin en mübarek ve en faziletlisine teşvik ettiği yol budur. Bu hususta Allahu Teala şöyle buyurmuştur :

“Yeryüzünde hiçbir fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın “ (Bakara, 193)

e) Bölücü Vatanseverlik
Eğer vatanseverlikten maksat, milletimizi çeşitli gruplara ayırıp aralarına çekişme, kin, iftira düşürmek, birbirlerine sövüp itham ederek tuzaklar kurmalarını sağlamak, şahsi menfaatleri için kurulan partilere sımsıkı bağlanan taraflar haline getirmekse bu anlayış, toplumdaki ateşi alevlendirmekten ve onları Haktan ayırıp batıla bağlamaktan başka bir iş göremez. Bu anlayış, insanların birbirleri arasındaki bağları koparır, birbirleriyle yardımlaşmalarını Önler. Onların çekişme ve iftiralar ile uğraşmasını sağlar. Bu tip bir vatanseverliğin ne insanlara ne de davetlilere bir faydası vardır. İşte gördüğünüz gibi biz de vatanseveriz. Fakat biz ancak vatanımız ve milletimiz için hayırlı olan yönleri kabulleniyoruz. Yine gördüğünüz gibi uzun uzun anlattığımız bu vatanseverlik davası da esasında İslam’ın öğretilerinin bir bölümünden başka bir şey değildir.

Necip Fazıl Kısakürek

Vatanseverliğin Amacı Ve Birlik

Vatanseverler bugün Avrupalıların yaptığı gibi önce vatanlarını kurtarmayı, ardından da maddi açıdan yükselmeyi hedef edinmişlerdir. Biz, ise müslümanların boynunda canlarını, kanlarını ve mallarını feda ederek yapmaları gereken bir görevlerinin olduğuna inanıyoruz. Bu görev, insanlığın İslam nuruyla aydınlatılması ve İslam bayrağının yeryüzünün her tarafına yükseltilmesidir. Bu görev yerine getirmek için ne mala ne şöhrete ne saltanata ne de bir millet üzerine sömürge kurmaya ihtiyaç vardır. Bunun için yalnızca Allah‘ın rızasını gaye edinmek yeryüzünü onun diniyle saadete erdirmek ve onun ismini yüceltmek yeterlidir. İşte bu metod, Mukaddes fetihleriyle dünyayı dehşete düşüren, sürat, adalet ve fazilet yönünden tarihin şahit olduğu bütün harikalara aşan Selefi Salih’inin (Allah onlardan razı olsun) metodudur.

İslam dini birlik ve eşitlik dinidir. Karşılıklı hayırda yardımlaşmaya devam ettikleri müddetce diğer dinlerin bağlılarıyla Müslümanlar arasındaki bağları korumayı garanti altına almıştır.

“Allahü Teala sizin, din hususunda sizinle savaşmayanlara ve sizi vatanınızdan sürüp çıkarmayanlara yardımda bulunmanızı ve iyilik etmenizi yasaklama. Allah iyilik yapanları sever.” (Mümtehine,8)

O halde ayrımcılık nereden kaynaklanmaktadır?
Görmüyor musunuz, bir vatan için ülkemizin hayrı için, kurtuluşu ve yükselmesi için, Cihad yolunda insanların ifratta en şiddetli gidenleri ile bile ittifak ediyoruz bu uğurda samimiyetle çalışan herkesi destekliyor ve onlara yardım ediyoruz. Onların gayretleri vatanın kurtulması ve maddi açıdan ilerlemelerini sağlanmasıyla sınırlı kalıyor. Fakat bütün bunlar Büyük Doğu nazarında yolun bir kısmı veya mücadelenin sadece bir aşaması olarak kabul ediliyor. Bunun ardından yeryüzünün diğer bölgelerindeki İslam ülkelerinin ilerlemesini sağlamak ve Allah hitabının, bayrağının oralara da yükselmesini gerçekleştirmek görevi gelir.

2. Milliyetçilik
Büyük Doğu İdeolocyası’nın milliyet karşısındaki tavrına değinecek olursak;

a) Ecdad Milliyetçiliği
Eğer bu tip milliyetçilik fikrini kabullenenler bununla yeni nesillerin ilerlemek, hızlı bir şekilde yükselmek ve başarı kazanmak için atalarının metod’larını takip etmelerini en güzel örnek olarak onları almalarını, evlatların da aynen babalarının yücelttikleri ve zafer kazandıkları yollarla yücelteceklerini kastediyorlarsa bu çok güzel bir metod’dur. Biz bu metodu alır ve destekleriz. Şuanki milletimizi uyarma da, atalarımızdan aldığımız derslerden faydalanmakta değil miyiz? Resulullah (S.a.v)’de şu sözünde büyük bir ihtimalle buna işaret etmektedir:
“İnsanlar madenler gibidirler. Cahiliyye devrinde hayırlı olanları derin anlayışlı davrandıkları takdirde İslam döneminde de hayırlılardan olurlar.”
Görüldüğü üzere milliyetçilik bu faziletli ve değerli şekli ile İslam’da yasaklanmamaktadır.

b) Ümmet Milliyetçiliği
Eğer milliyetçiler, milliyetçilikten kişinin iyilik etmesine ve yardımına en layık olanların, içinde büyüyüp geliştiği kendi kavmi ve milleti olduğunu kastediyorsa bunda hiçbir mahzur yoktur.

c) Teşkilatçı Milliyetçilik
Eğer milliyetçilikten hep birlikte çalışıp cihad etmemizi, her milletin kendine düşen görevi yapması ve Allah’a kavuşuncaya kadar zafer yolunda yürümesi kast ediliyorsa bu çok güzel bir amaçtır. Hürriyet ve istiklal amacıyla doğulu milletlerden hep birisi kendi alanında teşkilatlanarak mücadeleye atılırsa biz onları desteklemekten başka bir şey yapmayız. Bu ve benzeri manalarda milliyetçilik, yegane ölçümüz olan İslam’ın yasaklanmamadığı, üstelik kalplerimize yerleştirdiği ve teşvik ettiği güzel ve hayranlık duyulacak bir fikirdir.

 

Büyük Doğu (Davamız)

d) Cahili Milliyetçilik
Eğer milliyetçilikten eskimiş cahili adetlerin diriltilmesini, geçmiş masalların canlandırılması, yerleşmiş faydalı medeniyetin silinmesini, İslam inancıyla milliyetçilik davası arasındaki ilişkinin koparılması, bazı devletlerin isimlere, yazının harflerine ve konuşmanın kelimelerine varıncaya kadar her yerde İslam’ın ve Türklüğün izlerini silmeye kalkıştıkları gibi saçmalıklara ve yıkılıp gitmiş cahiliyye adetlerini dönmeyi kastediyorlarsa bu tip bir milliyetçilik çirkin, aptalcasına ve akıbeti kötü bir milliyetçiliktir. Bu milliyetçilik, doğulu milletleri şiddetli bir husumete götürür. Bununla birlikte maddi varlıklarının yok olmasına, değerlerinin azalmasına en mühim özelliklerinin şeref ve asaletlerinin en mukaddes görüntülerini kaybetmesine yol açar. Onların böyle davranması Allah‘ın dinine bir zarar vermez.

“Eğer siz yüz çevirirseniz sizin yerinize başka bir milleti getiririz ve onlar sizin gibi dönek de olmazlar.” (Kıtal, 38)

e) Kinci Milliyetçilik
Eğer milliyetçilikten diğer milletleri küçümseyerek onlara düşmanlık yapıp onların aleyhine kendi milletlerinin yücelmesi için daha önce Almanya’nın ve İtalya’nın yaptığı gibi mücadelede bulunmayı kastediyorlarsa ki her millet bu manada kendi üstünlüğünü iddia eder. Bu çirkin bir iddiadır, insanlıkla alakası yoktur. Bunun manası hakikatle alakası olmayan ve hiçbir hayır getirmesi mümkün olmayan insanların birbirleriyle çekişmeleri demek demektir.

Büyük Doğu İdeolocyası’na mensup bireyler bu anlamda ve benzeri noktalarda milliyetçiliğe inanmazlar. Firavunculuk, araççılık, Kürtçülük, Türkçülük, fenikecilik iddiasında bulunmazlar. İnsanların birbirleriyle çekişmek için kullandıkları isim ve lakapları kullanmazlar. Onlar insanların en mükemmeli ve insanlara hayrı öğreten muallim Resulullah (S.a.v)’in şu sözüne kulak verirler:
“Allahu Teala cahiliyyetle Övünmeyi ve atalarla kibirlenme size yasakladı. İnsanlar Adem’dendir. Adem ise topraktandır. Arabın aceme, üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir. “ (Veda Hutbesinden)
Ne doğru, ne güzel ve ne gerçek bir söz… insanlar Adem’den yaratılmışlardır. Bu noktada bütün insanlar eşittir. İnsanlar amellerle fazilet kazanabilirler. Bu nedenle onlara gereken şey hayırda yarışmaktır. İşte iki sağlam prensip. Eğer insanlık bu iki prensip üzerine dayanırlarsa en yüksek derecelere ulaşırlar. İnsanlar Adem’dendir ve birbirlerinin kardeşleridir. Bu nedenle birbirleri ile yardımlaşmaları, birbirlerini desteklemeleri, birbirlerine merhamet etmeleri, hayır yolunda birbirlerine yol göstermeleri amellerde yarışmaları ve insanlık iyice ilerleyinceye kadar her alanda gayret göstermeleri gerekir. İnsanlık için bundan daha kapsamlı bir anlayış, daha faziletli bir terbiye var mıdır?

Yaşasın Büyük Doğu Bizlerden Doğarak.

BAŞIBOŞ

Vatanımda sular akar başıboş;
Herkes birbirini kakar, başıboş.

Bozkırlardan topal bir tren geçer;
Çocuk, merkep, öküz bakar, başıboş.

Yanmaz da yürekler, ateşe atsan!
Bir kibrit bir orman yakar, başıboş.

Tarih, kutuplara kaçmış bir fener,
Buz denizlerinde çakar başıboş.

Yirmi dokuz harflik sözde aydınlar,
Yafta yazar, isim takar, başıboş.

Allah’ım, sen acı bu saf millete!
Aksam yatar, sabah kalkar, başıboş.

                                                                                                                                                                                          Necip Fazıl Kısakürek (1964)

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

 

İslami açıdan Toplumunun Sosyolojik Yapısı

İSLAMİ AÇIDAN TÜRK TOPLUMUNUN SOSYOLOJİK YAPISI

Dini Yönden Türk Toplum Yapısı

İSLAMİ AÇIDAN TÜRK TOPLUMUNUN SOSYOLOJİK YAPISI

Türkiye toplumunun sosyal yapısı “üzerine türlü teoriler üretilmiştir, bunların bir bölümü resmi tarih ve resmi teorilerdir. Tarih, bu bilgi dalının karakteri gereği hemen her dönemde Siyasal iktidarların eğilimi yönünde toplumu tanımlar. Özellikle ülkedeki 70 yıllık Siyasal rejim adeta öznel tarihini yansıyarak kendini hayatiyet alanı açabilmiştir. Ancak yine de tarih, sıkışınca müracaat edilen bir mekan, merci ve hacet kapısı yerine kullanılmaktadır. Bazen düşmanların gözünü korkutmak için, bazen doğal bir ihtiyaçtan, bazen de sağduyunun çalması sonucu yeniler eskilere sığınır, onları anlar. Tarih en ziyade hatıra getirildiği zaman dilimi, onun kırılma dönemleri, eski deyimle def-İ mefsedet halleri olsa gerekir.

Resmi tarihte elbette her zaman yalan söylemez. Belki küçük rötuşlarla büyük yanılgılara neden olur; makyaj değiştirir, mask tazeler. Bir de kimi tarihsel kareleri dev aynasında gösterir; kiminin fotoğrafını bile çekmez. Tarih kötüdür yahut tarih iyidir türünden yargılar bu yargıya varanların kendi gelecekleri hakkındaki kehanetten başka nedir ki? Günümüzün resmi tarihsel perspektiften görüntüsü herkesçe malum; tarih kötüdür, şimdiyse iyidir. Tarih, bireyi, toplumu, sistemi ile başlangıcından beri halkın yahut halkların karanlıklarda yaşadığı dönemlerdi. Kitaplar yazmıştır ama kamu vicdanında yankısı bulunmadığı için belki de insanlar çabuk unuttular; aslında yeni tarihsel dönemin fikri kurucuları tarafından savunulmuştur, denilmiştir ki İslam, Türkiye toplumunun tarihsel ve geleneksel hızını kesmiştir. Bir resmi tarihsel söylem açısından İslam, orta Asya’dan kopup gelen bu cevval kavmin hem ileriye dönük yönünü değiştirmiştir, hem de onun nizamını alem davasında geri bırakmıştır!

Nerede, ne zaman, hangi delile dayandırıldığı belirtilmeksizin cumhuriyet, demokrasi ve hatta laiklik bu toplumun öznel bünyesinde öteden beri var olan olgular gibi gösterilmiştir. Ülke yönetiminde tek söz sahibi gibi görünen TBMM’ye kadar girmiş nice insanla konuşursanız işitirsiniz, yukarıdaki yargıyı ya da çok yakın bir iddiayı. Ancak delil sormayacaksınız, çünkü bu böyledir. Yani Türkler doğuştan (Orta Asya’dan) demokrat, cumhuriyetçi ve laiktirler. Eski Şamanist Türklerden birkaç eski püskü delil bile gösterebilirler size… Yine resmi teorilere göre düne kadar Türkiye’de Türk’ten başka kavim yoktu. Varsa da kimisi kuzeyde Türk’ün deniz görmüş kısmı, kimisi karda yürüyüp izini hiç kaybetmeyen ve kart kurt sesleri çıkaran dağlı kesimidir. Onlarda herkes gibi özbeöz Türk’türler. Öyleyse “Ne Mutlu Türküm Diyene”… Ayrıca kendini Türk hisseden herkes Türk’tür! Bu ülkede yaşayıp kendini Türk hissetmemek ise hem ayıp hem günahtır.

Ülkede sürdürülen resmi söylemin halkından, halkın düşünce ve yaşama tarzından tamamen kopuk ve tepeden inmeci bir zihniyet olduğu savunulur. Ama bunu bütünüyle paylaşmak bize doğru gözükmüyor. Birtakım dayatmacı yöntemlerle halkın kimi konularda zorla yönlendirildiği, çeşitli dönemler için doğrudur. Ancak halkın tüm bu olup bitenlere çanak tutucu rıza felsefesi, göz yumulduğu yani müstahaklığı da görmezden gelinemez. Zaten eşyanın tabiatına aykırıdır. Kurt ile kuzunun aynı mekanda yıllarca ve kardeşçe yaşaması… Eğer yaşıyorlarsa ya kurt kuzulaşmıştır ya kuzu kurtlaşmış, tabiatları bozulmuştur. Toplum mozaiği hakkında ileri sürülen teorilerin en iyi niyetli ve üslubu düzgün olanı; “uysal ve tepkisiz“ benzetmesidir. Öteki benzetmelerin çoğu bu vasıfları daha çok uç noktalara taşıyan örneklerdir. Örneğin toplumun çoğunluğu en çok bedevi, hala göçebe, köylü, taşralı, kolektif bilinçten yoksun ve en nihayet Aziz Nesin tarafından aptal olarak nitelendirilmiştir.

Üçü de kendi köşesinde birbirinden daha marjinal üç sınıftan söz edilebilir. “ Türkiye Toplumu “içinde: yöneten sınıf (büyük sanayici iş adamları onların ortağı sayılır), yönetilen kitleler ve aydınlar (geniş kitleden kültürü ve yaşam biçimi ile kopmuş ama yöneticilerin dümen suyuna girmemiş olanları sayıyoruz yalnızca, büyük, gittikçe büyüyen medya, gazete patron ve milyarderleri de hariç elbet). Üç sınıfta birçok bakımdan birbirine karşı, birbirinden hazzetmeyen, birbirini götürmek istedikleri yöne inat edip gitmemekte direnen, elinden gelse öteki sınıfları susturacak kadar onlardan uzak düşen duyarlılıklara sahiptirler. Yani aralarında ciddi bir sevgisizlik, kopukluk, soğukluk egemendir. Resmi söylemle her ne kadar kendini Türk hisseden herkes Türk sanılsa da en azından her Türk’ün bir diğerine muhabbet ve sadakatle bağlanacağı bir urvetul vuska yoktur. Son yıllarda toplumun sosyal yapısını belirlemeye yönelik resmi olmayan ama sağlıklı ve derinliklide olmayan çalışmalar, iddialar, değişik görüşler yoğunlaştı. Tarihsel kökleri bulunan bir toplumun bu gününü belirlemede ve kurmada geleneksel yapısına yönetmenin önemi, hiç olmazsa bu kadarı, hem de Müslüman olmayan aydınlarca vurgulanmaya başladı. Tek parti despotizminin neredeyse günümüze dek sürdüğü bir dönemde, tek sesliliğin yerini çok sesliliğe terk etmesi açısından bu bir gelişme olarak görülebilir. Ancak bilim ve gerçeklik uğruna, gerekirse acımasız olundukça hakikat, ne anlaşılır ne de elde edilebilir. Toplumda var diyorsak eğer çöküntüyü yalnızca sömürgecilerin aleyhteki çalışmalarıyla açıklamaya kalkışmak, toplumun kendi kusurlarını göz ardı etmek, yine çözümsüz sonuçlarda sorunları düğümlemekten öte bir işe yaramaz. Türk toplumunda kültür, öteki her şeye benzetilerek adeta bir fors, askeri üniforma gibi kullanılmaktadır. Fiyakasından geçmemektedir çoğu insanın.

Türk Toplumunun Sosyolojik Yapısı

Bizim taşra kentinde bir vakitler bitpazarında Avrupa eskisi giysiler satılırdı. Avrupalılar eski giysilerini güya yardım olsun diye Filistin’e gönderirmiş. Onlar bu yabancı giysileri en yakın ülke olan ve bu giysileri çoktan giymeye alışkın Türkiye’ye Suriye üzerinden kaçak olarak gönderir, yerine kaçak tütün vs. alırlarmış. İşte bu giysilerden bir takım elbiseyi esnaftan bir adam satın almış, giyinmişti. İşin ilginç yanı ceketin iç cebi üzerindeki Avrupai etiket görünmediğinden onu da söktürüp ceketin dışındaki mendil cebinin üzerine rozet gibi diktirmişti. Sanırım hala iftiharla rozet kullanan yegane ülke Türkiye’dir. Her vesile ile profesörlüğünü gündeme getiren hocalar yabancı dil bilgisini kullandığı kelimelerle sergilemeye koşan bilgiçler, din hakkında konuşanları ille de müftü görmek isteyen dindarlar, basit bir haberi veya hakikati hatırlayıp halkı aydınlatmayı amaçlayan yazı ve sözlerdeki ağdalı, gösterişli üslup, her şeyi ille de üniforma gibi kullanma arzusunun göstergesi değilmidir? Ya Batı’dan gelen her şeye karşı o sonradan görme tavrın mazereti de var kuşkusuz. Bir kere gelen nesne (Ve beraberinde gelen ahlak) gerçekten ilk karşılaşılan bir nesnedir. İkincisi, Batı niceden beri icat ve keşiflerin merkezidir. Üçüncüsü ise, üretilen şey bu ülke toplumunun gerçekten yabancısıdır. Zira batı kendine özgü şeyler üretmekle, kendi yaşama standartları ve dünya görüşü çerçevesinde biçim vermektedir. Bunlara şaşırmak da toplum belki haklıdır. Ama bunları topluma taşıyanlara ne demeli? Herhalde bilgi ve görgü artırım denemeleridir, bunlar. Ve bilinçsizce, hiç kritik etmeden, tüm reklam mallarına saldırmanın haklı ve anlamlı bir yanı yoktur. Sonra bütün bunlar feodal kalıntılar, göçebelik, taşralık, köylülük ile izah edilir ve hatta aptallıkla…

Düşünmesi az olan toplumun duygusallıkları yaşantısında daha ağır basar, bu sonuç doğaldır. Türkiye toplumu çoğunluk itibari ile duygusal bir toplumdur. Bu yüzden kolay dönüşen bir toplumdur. Geleneksel yapısında da bu vardır. Salt akıl yürütmek, düşünmek yerine, deyim yerindeyse, filozofiye (hikmet yumurtlama çabası anlamında) eğilim daha ziyadedir. Filozofiye de İslami hikmet kavramıyla örtüştürerek kendince ona meşrutiyet elbisesi giydirmiştir. Bir kere herkesin hayatı romandır.

Hemen herkes filozof yada şairdir. Biraz avam kalanlar halk filozoflarıyla idare eder. Bunların çoğu da veli sanılan delilerdir. Daha kültürlü çevrelerde yaşayanlar en son moda felsefe cereyanlarının erken muhibbidirler. Bakılırsa daha kaynaklarında kim olduklarını iyice anlamadan postmodernist Türkler aramızda dolaşmaktadır. Özgür düşünceden çok filozofiye ve kendince sözlere eğilimi, toplumun, alıştırıldığı ve özendirdiği hoşgörüsünden, tevilci mantalitesinden ve aşırı duygusallığından kaynaklansa gerekir.

Türkiyede Yaşanan İslam

Kur’an‘ın öğrettiği İslam ile halkın yaşadığı İslam arasındaki bariz farkları gözlemlemek de toplumun yapısı hakkında ipuçları, bilgiler veriyor. Örneğin Türkiye toplumunun Kur’an‘a bakışının tipik modeli Osman Gazi’ye yaşatılmış, efsaneleştirilmiş ve bir halk mitolojisi gibi yinelenip durmaktadır. Osman Gazi eğer doğruysa yatmak için girdiği odada duvara asılı Kur’an-ı Kerim i görünce, Kur’an‘ın bulunduğu odada edebinden uyuyamamış, sabaha kadar uykusuz beklemiştir. Evet, bu belki mütevekkil sanılan bir tavırdır ama düşüncesizcedir. Ve tevekkül noksanlığı değil lakin düşüncesizlik Kur’an‘ın nasıl yendiği bir tutumdur. Halkların yanlış tevekkül eğilimine, duygusal bakışına örnek çoktur. Örneğin Kur’an-ı Kerim, insanın kendi başına, bağımsız düşünmesine verdiği önemi, hiçbir tutum ve tavra vermemiştir. Ama bunu görmezden gelen insanlar Kur’an‘da ancak birer defa zikredilen “vesile“ ve “nazar “ kavramları üzerine nice korkunç ve İslam dışı felsefeler bina etmişlerdir. “Vesile“ öne sürülerek, Allah ile kul arasında aracın bile bulunması gerektiği bile savunulmuştur. “ Nazar“ ile de büyücülüğe, sihre, fala, şans oyunlarına neredeyse caizeler üretilmiştir. Her iki telakki Kur’an‘ın başka ayetleri ile tevhidin karşıtı gösterilerek verilse de, ne gam; halk kendi duyarlığına uygun felsefeyi yakalamıştır, üstelik kendince bunun kaynağı Kur’an’dır, gerisi onu pek ilgilendirmemektedir. Elbet kitlelerin bu tavrı, aynı tavrı onaylayan halk hocaları tarafından da sürdürülmüştür. Hatta halkı bu tavra biraz da onlar sevk etmişlerdir. Halk ağzı konuşan vaazlar kürsüde yüzyıllarca yanlışın çığırtkanlığını yapmışlardır. Halkın o kürsülerden işittikleri ile ALLAH’ın sahih dini arasında bazen büyük uçurumlar olmuştur.

Duygusal halkın yaşamı nükte ve fıkralar üzerine bina edilmiştir, adeta. Kuşkusuz bir açıdan bakıldığında bu folklorik ve kültürel bir zenginlik olarak gözükür. Ancak atlanan bir nokta vardır. Kendini İslam’a nispet eden bir halk, ezberlediği yahut ürettiği nükte ve fıkraların onda yahut yüzde biri kadar bile dinlerinin kaynağı olan ilahi vahiy ile temasa geçmemiş, ilişkiye girmemiştir. Yönetenleri memnun bırakan bu tutum, bilenlerin de, başka bilenler çıkmayacağı için işlerine gelmiştir. Halk ozonları, halk nüktedanları hatta halk vaizleri bile bazen günlük namazda okudukları Kur’an ayetlerinin ne demeye geldiğinden habersiz, ömürler tüketmişlerdir. Çünkü böyle gelmiş, böyle gitmektedir. Ve böyle gelip böyle gitmekte olması güya filozofça, şairce bir edadır. Bunca dinine bağlı bir halkın, Türkiye’de hemen büyük çoğunlukta ladini bir hayat sürdüren ve onu dayatan hükümlere nasıl tahammül ettiği zaman zaman hayretle sorunla gelmiştir. Bu sorgulamada iki yanlış var: biri halkın dindarlığı, ikincisi de yönetenlerin dinsizliği. Her iki kesimin de aslında dine bir bakış açıları, dini bir yorumlayış tarzları vardır. Ve o pencereden bakıldığında her iki kesimde aynı ton ve edada bir tür dindarlardır. Bu “ Türk Tipi Müslümanlık” tır. Birazı politikacıların İslamizasyon politikalarının ekmeğine yağ sürmektedir bu tür Müslümanlığın… Bir kısmı halkın düşünme melekesine galebe çalan kökleşmiş duyarlıklarını okşamaktadır… Eh, bir kısımda diğer dinlerden, Budizm, şamanizm, Hristiyanlıktan devşirilmedir.

Türkiye halkları yüzyıllardan biri Müslüman’dır. Güzel, hayırlı Müslümanlık modelleri ortaya koymuşlardır. Büyük bir Müslüman medeniyeti gelecek kuşaklara emanet etmişlerdir. Ne ki halkın dini, hakkın dini ile zaman zaman tashih edilmez, bir tecdide tabi tutulmazsa bulanıklaşır. Hele İslam ilahi, halkın dindarlığa beşeri olduğundan, tecdid yani yenileme, Müslümanlar bakımından dönem dönem büyük bir ihtiyaç olarak belirir. Dervişler, halk arifleri, ozanlar diliyle tümden müteşabih (çok anlamlı) bir üslup kazanan dinsel söylemin ilahi vahiy ile tashihine, tecdidine gerçekten zaruret doğmuştur. Aksi takdir de her an kendisiyle ve her şeyiyle çelişen eceli dinsel söylem, halkın ve yönetenlerin birbirinden razı olduğu bir ortamı var edebilir. Ama bu sonuç çokluk Hakk‘ın memnun olmadığı, daha doğru bir ifadeyle razı olmadığı bir ortamdır. Hakk’ın rıza göstermediği bir son ise kötü akıbettir. Resmi ve gayri resmi herkesin gönlünde yatan, etliye sütlüye bulaşmayan, siyasetten ALLAH’a sığınan, toplumları ve bireyleri yönetmeye kalkmayan belki yalnızca vicdanlara hafif bir korku salan şu “Türk Tipi Müslümanlık” sorgulanmalıdır.

Türk Halkların İslami Yaşantısı

Bir toplum ki düşünme melekesini pek fazla kullanmaz, ama sıra dine geldiği zaman tabir caizse kafasına göre takılır, ne hikmetse o noktada dini keyfine uydurur. Düşünmemek yerine nükteler, fıkralar, maniler, espriler, dervişan öyküler, mitolojiler, platonik ve her türlü aşk masalları, efsun, uğur, şans teraneleri, yani bir cümle çok anlamlılık bazen anlamsızlıklarla ömrünü harcar. O toplumun felahı elbet gecikir. Halkın bütün bu yatkınlığı var gücüyle destekleyen aydınlar bu tutumları bir de milliyetçilik muhafazakarlık sanmazlar mı? Varın hesaplayın erişilen yanlışlığın boyutunu. Bir garip dünyadır bu toplumun dünyası ki yaşarken din ve Allah’a karşı tepkisinin düzeyi hangi şiddette ise ölünce arkasından hem de namazını kılanlar tarafından aynı şiddette “ iyi biliriz” denilir. Sonra inanıp inanmadığı meçhul Allah’ı adına namazı kılınıp defnedilir. Ancak onların içlerinden samimi birisi çıkar, “ benim namazımı kılmayın, ben inanmıyorum” derse herkesin daha çok tepkisini çeker, ne demek namaz kılmamak, diye… Samimiyetsizliğe prim ve ödül dağıtılırken, samimiyetin ödülü horlanmak mı olmalıydı?

Toplumlarında huyları, karakterleri, alışkanlıklar vardır. Huy değiştirmek alışkanlıklardan vazgeçmek zordur. Türkiye toplumu şimdi bu en zor kapının eşiğindedir geleneksel deyişle, eşikte duranı yel çabuk çarpar. Kapıyı kapatıp acilen ya içeri girecek ya yine dışarıda kalacaktır. Bizim aralarında yaşadığımız, birçoğu akrabamız olan kendi toplumumuza önerimiz, Müslümanlık iddiasının sadra şifa verecek biçimde hakikatle örtüşmesi için “Müslümanın yeniden Müslüman olması” gerekmektedir. Yüzyılımızın başında büyük Müslüman düşünür Muhammed İkbal’in ifadesiyle: “Kaç Müslümanlardan sığın Müslümanlığa” sanırız yeni yüzyıllar bu sözü iki şıkkıyla da doğrulayacak Müslümanları beklemektedir. Duygu sömürüsüne değil düşünceye çağrıldığının, kurtuluşun nükte ve fıkralarda değil Allah’ın ayetlerinde yazılı bulunduğunun bu topluma, bu insanlara birileri tarafından söylenmesi artık gerekliydi. Her geçen gün ihtiyaç biraz daha artmaktadır.

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

 

 

TÜRKİYE'DEKİ FETÖ (FETULLAHCI TERÖR ÖRGÜTÜ) GERÇEĞİ NEDİR? KRONOLOJİK SIRAYA GÖRE FETÖCÜLERİN GELİŞİM SÜREÇLERİ, ILIMLI İSLAM PROJESİ ADI ALTINDA FETÖCÜLER NASIL ÖRGÜTLENMİŞTİR? FETÖCÜ İŞ ADAMLARININ ÜLKEMİZDEKİ GİZLİ EMELLERİ NEYDİ?

TÜRKİYE’DEKİ FETÖ (FETULLAHCI TERÖR ÖRGÜTÜ) GERÇEĞİ NEDİR? KRONOLOJİK SIRAYA GÖRE FETÖCÜLERİN GELİŞİM SÜREÇLERİ, ILIMLI İSLAM PROJESİ ADI ALTINDA FETÖCÜLER NASIL ÖRGÜTLENMİŞTİR? FETÖCÜ İŞ ADAMLARININ ÜLKEMİZDEKİ GİZLİ EMELLERİ NEYDİ? / Emrah SAĞLIK

TÜRKİYE’DEKİ FETÖ (FETULLAHCI TERÖR ÖRGÜTÜ) GERÇEĞİ NEDİR? KRONOLOJİK SIRAYA GÖRE FETÖCÜLERİN GELİŞİM SÜREÇLERİ, ILIMLI İSLAM PROJESİ ADI ALTINDA FETÖCÜLER NASIL ÖRGÜTLENMİŞTİR? FETÖCÜ İŞ ADAMLARININ ÜLKEMİZDEKİ GİZLİ EMELLERİ NEYDİ?

Değerli Fikir kulübü okuyucularımız öncelikle FETÖ (Fetullahçı Terör Örgütü) ve hayat bulduğu Ilımlı İslam (Modern İslam) projesi ile alakalı kaleme alacak olduğum bu yazımda Fetö (Fetullahcı Terör Örgütü) yapılanmasının gerçek yüzü ortaya çıkana kadar sadece ALLAH rızası için faaliyet gözettiklerini düşünen ve saf temiz duygularla kandırılan suçsuz insanları tenzih ederek başlamak istiyorum.

FETÖ Terör örgütü (Fetöcüler)’nün Teolojiden beslenerek oluşturduğu Fetö ideolojik temel yapısının dayandığı insanları sömürmek, mankutlaştırma amaçlı kullandığı nurculuğa dayanmaktadır. Bediüzzaman Said Nursi’nin başlattığı bu teolojik akımdan beslenerek örgütlenip kendi ve hizmet ettikleri odaklar için yeniden dizayn edip kurdukları Fetö Terör Örgütü’nün başlangıç yılları Said Nursi’nin vefatından sonra 1960 darbesiyle ivme kazanarak başlıyor. 2002 yılına kadar devam eden süreçte Türkiye’de ( Adana, Adıyaman, Afyonkarahisar, Ağrı, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Balıkesir, Bartın, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Hatay, Iğdır, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kırıkkale, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Şırnak,Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Uşak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak) yaşanan tüm siyasi krizler, darbeler, 28 Şubat, Ekonomik krizler, ulusal ve uluslararası sistemdeki yaşanan değişiklikler, bölgesel vekâlet savaşlarında Fetö ( Fetullah Terör Örgütü) örgütünün merkezi Türkiye olmak üzere dünyanın her yerinde örgütlendi ve yaşanan her şeye rağmen güçlenerek büyüdü, ta ki “15 Temmuz “ süreci ne kadar. İslam temelli Fetöcü Terör Örgütü’nün dünyanın her yerinde örgütlenip yaşam alanı bulduğu tüm devlet kadrolarında her mevkide militanlarının olduğu tüm ülke faaliyetlerinde resmi ve gayri resmi her alanda faaliyet gösterdiği bir örgüte dönüştü. 2002 yılındaki Türkiye’deki iktidar değişimi sadece bir iktidar değişimi değildi. Bir devletin teolojik olarak özgür yaşanması ve ideolojik değişimdi. Fetö’cü Terör Örgütü’nünde bu ideolojik değişime hizmet ettiği amacı olduğu bilindiğinden ve bu amaç doğrultusunda faaliyet göstermiş olduğundan bir iktidar ve cemaat adı altında Fetö‘cü bir yapılanma meydana gelerek ittifak oluştu. Okullarında yetiştirdikleri ve ülkemizin her okulundaki zeki öğrencileri radarlarına alarak yetiştirdikleri parlak beyinleri devletin her kadrosuna daha doğrusu en kılcal damarlarına kadar yerleştirdiler. Ülkemiz içinde sınanamaz bir güç haline geldiler. Tüm siyasi kararlar olsun ve diğer sosyolojik, ekonomik, yönetimsel tüm kararlarda Fetö dahili olarak kararlaştırıldı. Devletin tüm mahrem sırlarına vakıf oldular. Bunları arşivleyip okyanus ötelerine taşıdılar. Fetö’cü Terör Örgütü’nün ülkemizde ve dünyada yaptıklarını örgütün yapısını belirtmeden önce eylemlerindeki hareket alanlarının kısıtlanmamasının destek bulmasının hangi proje kapsamında olduğunu yazarak başlamak gerekir. Bu da FETÖ’nün Türkiye’ye sunduğu Ilımlı İslam projesidir.

Etiketler: TÜRKİYE’DEKİ FETÖ (FETULLAHCI TERÖR ÖRGÜTÜ) GERÇEĞİ NEDİR? KRONOLOJİK SIRAYA GÖRE FETÖCÜLERİN GELİŞİM SÜREÇLERİ, ILIMLI İSLAM PROJESİ ADI ALTINDA FETÖCÜLER NASIL ÖRGÜTLENMİŞTİR? FETÖCÜ İŞ ADAMLARININ ÜLKEMİZDEKİ GİZLİ EMELLERİ NEYDİ?, Fikir Klübü, Fetö, Fetullahçı Terör Örgütü, ALLAH, İdeoloji, 15 Temmuz, Bediüzzaman Said Nursi, 1960 Darbesi, Türkiye, Siyasi krizler, darbeler, ekonomik kriz, 28 şubat, ideolojik, iktidar, cemaat, siyasi kararlar, örgüt yapısı, Ilımlı islam projesi, Fetöcü İş Adamları

FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ (FETÖ)’NÜN TÜRKİYE’YE EMPOZE ETMEYE ÇALIŞTIĞI ILIMLI İSLAM PROJESİ NEDİR?

FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ (FETÖ)’NÜN TÜRKİYE’YE EMPOZE ETMEYE ÇALIŞTIĞI ILIMLI İSLAM PROJESİ NEDİR?

Fethullahçı Terör Örgütü’nün Türkiye ayağını oluşturan 1987’de Amerika Birleşik Devletleri’nde ABD’de yayınlanan Yeşil Kuşak Doktorini ile komünizme karşı sözde radikal olmayan cemaatleri ve grupları destekleme projesi olan bu doktorin’dir. Fetöcü Terör Örgütü’nün Dünya sistemini yöneten ülkeler tarafından sınırsız desteğe kavuşturulmuştur. Müslümanları canavarlaştıran, radikal İslam propagandası ile İslam’la değil biz teröristlerle savaşıyoruz, kılıfıyla asıl amaçlarını her zamanki gibi gizlemeye çalıştılar. Komünizm‘in yıkılışıyla tek kalan düşmanlarının radikal İslam unsurları olarak dünyaya deklare ettiler. Bu proje ile de bizim sorunumuz Müslümanlar da değil deyip Müslüman ülkelerdeki Müslüman’lara ve İslam’ı yönetmek kontrolde tutmak, kendi amaçları ve politikaları doğrultusunda hizmet ettirmek Siyaseti yapılmıştır. Bu projeyle İslam ülkeleri‘ndeki FETÖ’cü cemaat adı altındaki örgütlerle devlet adamlarının kendileri ve çocukları dahil hepsini kendilerine hizmet eder vaziyette tuttular. Ki çoğu da bunun farkına çok sonraları farkına vardılar, tabii ki bu farkındalık iş işten geçtikten sonra oldu.
Türkiye’deki farkındalıksa 15 Temmuz ihanet gecesi’nde kimlik buldu. Türkiye halkının ve devletinin tarihi direnişi olmasaydı. Darbe gerçekleşseydi, vay ülkemizin haline. Irak’ın işgalinde Kesnizani’nin yaptığının sonuçları ortada, hafızalarda hala tazedir. Saddam’ın zulmüne karşı canilerin katliamlarını yaşayan Müslüman halkının hali o yılları yaşayanlar çok net hatırlamaktadır. Saddam canileri çölde suyla boğar, şöyle yapar, böyle yapar… Bir çok savaş analistlerinin ve yorumcularının söylemleri vardı. Netice ne oldu, tek mermi atılmadan Irak ( Hüseyin Sarı, Uzman Çavuş , Sedat Yabalak, Polis Memuru Semih Özbey, Jandarma Astsubay Çavuş Adil Kavaklı, Tankçı Er Vedat Kaya, Polis Memuru, Süleyman Sungur, Er, Mevlüt Kahveci, Jandarma Uzman Çavuş, Müslüm Altıntaş, Topçu Er, Sedat Sorgun, Er, Ümit Gıcır, Uzman Jandarma, Kademeli Çavuş, Aydın Köse, Muhammet Salih Kanca, Sivil Cotyar Muhsin, Sivil) düştü. %80 bunun nedeni Kesnizani’dir. Üst düzey komutanların ve devlet kademesinin bir kısmı bu örgütün mensubuydular. Sahte şeyhten talimat gelince mankutlaştırıldıkları için ona uydular, itaat ettiler. Şeyh’ede talimat verenler, o canileri oraya gönderenlerdi. Diğer dünyadaki Müslüman ülkelerde de ister ufak çapta olsun ister büyük çapta olsun bu proje kapsamında o ülkeye mensup bir hoca çıkartılıp parlatıyorlar zaten bizdeki Fetö‘cü üst düzey hainler ülkemizin İslam dünyasındaki liderliğini ve sevilmesini çok iyi kullanıp diğer İslam ülkelerinde de örgütlenip devlet ve ticari alanda faaliyet gösterdiler. Bu Ilımlı İslam projesi ile radikal olmayan eğitim seviyesi yükselen ilimi, bilimi idrak etmeye başlayan yeni nesil Müslüman gençlerin sömürüp kullanılması amaçlı dini duygulara olan bağlılığını kullanıp kendilerine hizmet ettirdiler, kritik alanlarda her türlü faaliyeti yaptırıp işlerini yürüttürdüler. Adeta ateşi maşa ile tuttular maşanın bile hangi elin onu tuttuğunu bilmediği bir yapı oluşturdular.

Fetö ve Fetö’cü Militanların devletimize ve dinimize ettiği ihanetin parametrelerine, bu ihanet öyle bir ihanet ki dinimize düşmanlık yapan odaklara Müslüman ahaliyi dini vecibelerini ve aidiyetini İslam’a hizmet amaçlı yapıyorlar diye kandırıp düşmanlarımıza hizmet edip ettiler. Ülkemize sosyolojik, ekonomik birliğimize beraberliğimize yapılan ihanetlerin haddi hesabı yoktur. Bu ihanetlerin gerçekleşmesi için 2002 yılına kadar ki Türkiye’nin kötü rejimi, yönetimi devletin kurumlarının çökmüş rüşvet iş halledilmez adeta 3. değil 4. dünya ülkesi statüsündeki yaşayışını çok iyi kullandılar. Türkiye halkından taban bulmalarının doğruluk, dürüstlük, ilim irfan sahipleri dinimiz için Türkiye için mücadele ediyorlar, rüşvet yemezler adaletsizlik yapmazlar, eski rejime karşılar, ehli sünnet ışığında hedefe ilerleyip nesil yetiştiriyorlar, altın nesil deyip hizmet ehliler olarak maskelenip insanları peşinden sürükleyip, kendilerine yeni Fetö Terör Örgütü’ne katılmalarını sağladılar. Bu katılımlardan sonraki süreçlerde beyin yıkama ve mankutlaştırma aşamaları ile adeta ne yapılırsa, ne emir gelirse gelsin, en zeki ilim irfan sahibi olanları bile dahil yıkanmış beyinlerle itaat ettirdiler. Şu unutulmamalıdır ki en etkili afyon dindir. İnsanları kandırmak için. Tarihe baktığımızda da bu net bir şekilde gözlemlenmektedir. Hak dinimiz dahil 3 semavi dinin tarihi ve diğer batıl inançların tarihi incelendiğinde insanların teolojik duyguları kullanılarak kandırılıp neler yaptırıldığı tarihi olaylar ve vakalarla sabittir. Ki ister radikal olsun ister ılımlı olsun adları yöntemleri kişiler değişse de bu oyunu kurup fitneyi yayanlar, yönetenler bu süreci çok iyi bilip, kullanıyorlar. Fetö Terör Örgütü ve Fetöcü’lerin derinliğini anlamak için bunları çok iyi analiz etmek lazım. Türkiye’nin eski rejim yıllarında kurdukları banka ilk beş içinde olması bile başlı başına bir kitap konusudur. O yıllarda bile sınırsız bir şekilde destek ve hareket alanına sahiplermiş, ama halka bunu öyle bir yansıtıyorlardı ki çok büyük bir baskıya karşı savaş verip, başarıyorlar. İmkansızlıklarla mücadelede çabası olarak belirtip sürekli yardım yapılması lazım. Ticari her alanda faaliyet lazım ve çeşitli Fetö propagandalarıyla tabanlarına ve halka yayılmak taydı, tabii ki işin aslı öyle değildi. Fetö Terör Örgütü ( Fetöcü)’nün hizmet ettikleri düşmanlarımızın sınırsız destekleri mevcutken bizim halkımızın ve ülkemizin tüm imkanlarının kendilerine verilmesini sağladılar öyle aileler vardı ki çoluk, çocuğunun rızkından kesip Fetö‘cü kurumlara kutsal bir amaca hizmet ediyorlar propagandasına kanıp bağışlarda bulunmuşlardır.

Fetö (Fetullahçı Terör Örgütü)’nün liderinin ve diğer terör örgütü olan PKK’nın liderlerinin değişen konjöktör ve politika gereğince yapılan değiş tokuş işlemini bile profesyonelce yaptıkları örgüt propagandaları ile lehlerine çevirmişlerdir. PKK terör örgütünün liderlerinin özgür olarak kullanım süresi bitti diye teslim edip, diğer baş hainin kullanım süresi hedefleri çok büyük olduğunun ve pür, pak (o dönemde) temiz kılıflara sarılmış olan Fetullah Gülen’in kendi yanlarına almaları tüm Müslüman ülkelerinde (Afganistan, Arnavutluk, Azerbaycan, Bahreyn, Bangladeş, Benin, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bruney Darüsselam, Burkina Faso, Cezayir, Cibuti, Çad, Endonezya, Fas, Fildişi Sahili, Filistin, Gabon, Gambiya, Gine, Gine Bissau, Guyana, Irak, İran, Kamerun, Katar, Kazakistan, Kırgızistan, Komorlar, Kuveyt, Libya, Lübnan ) en önemlisi de ülkemizdeki her kademeye devasa sınırsızca kolu olan bir ahtapotu kontrol altında tutup her anını faaliyet aşamalarını takip edeceği ve olurda hesapta olmayan bir şey olur, proje sekteye uğrar, başına bir şey gelir diye rahat yönetim ve mağdur edebiyatı yapabileceği yere aldılar. Hatta Fetöcü Terör Örgütleri altın çağını sürerken niye gelmiyorlar diye sorgulanmalar olduğunda orayı Müslümanlaştırıyor cevabına şahit olanlar çoktur. Rahmetli Ecevit‘in bir sözü vardır. Öcalan’ı teslim alınca bunu bize niye teslim ettiler, hala anlamadım demiştir. Bunu söyleyen ülkenin başbakanı olduğundan dolayı kurulan oyunda o zamanlarda ne derece piyon olduğumuzu göstermektedir.

Fetö Terör Örgütü (Fetöcüler) Türkiye’de 2002 yılında yaşanan iktidar değişimi ile başlayan süreçte devlet içindeki tasfiyelerle en yoğun şekilde her kademede teşkilatlanmaya başladı. Kurulan kumpaslarla, farklı yöntemlerle tasfiyeler gerçekleştirip, atamalar yaptırıldı. En alt makamlardan en üst makama kadar sıfırdan dizayn edildi. Fetöcüler siyasi ve askeri alanda en ücra taşralardaki devlet kurumlarında hizmet adı altında faaliyetler gerçekleştirildi. Devlet içi faaliyetlerden ziyade iş dünyası (Fetö’cü iş adamı), spor, eğitim medya yani bir ülkenin tüm faaliyet alanlarına sorumlu imamlar atanarak bu imamları kimi resmi görevde kimisi ise bir şekilde kurumlarla ilişkili bireyler olurdu. Sınırsız güç destek olarak ve karşı müdahale olmayarak yapılan muhalefet bile onların yani Fetö‘cülerin ve Fetö’cü iş insanları’nın değirmenine su taşıdı. Ele geçirilen devlet ve devlet dışı alanların en öncelikli olanlarından tek tek ayrı ayrı başlıklar altında analiz etmek gerekmektedir.

Etiketler: FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ (FETÖ)’NÜN TÜRKİYE’YE EMPOZE ETMEYE ÇALIŞTIĞI ILIMLI İSLAM PROJESİ NEDİR?, ABD, Fetullahçı Terör Örgütü, Amerika Birleşik Devletleri, Yeşil Kuşak Doktrini, Fetöcü Terör Örgütü, Dünya, Radikal islam, Kominizm, İslam Ülkeleri, Devlet, Fetöcü cemaat, Türkiye, 15 Temmuz, Darbe, Irak, Kestinazi, Saddam, Şeyh, Ilımlı İslam Projesi, Fetö ve Fetöcü Militanlar, sosyolojik, ekonomik, 4.dünya ülkesi, ehli sünnet, beyin yıkama, hak din, semavi 3 din, batıl inançlar, tarihi, teolojik, savaş, fetö propogandası, pkk, örgüt, propogandası, pkk terör örgütü, fetullah gülen, öcalan, ecevit, fetöcü iş adamı, fetöcü iş insanları, M.E.K

FETÖ (FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ)'NÜN EYLEMLERİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN ELE GEÇİRİP, DİZAYN ETTİĞİ FAALİYET ALANLARI.

FETÖ (FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ)’NÜN EYLEMLERİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN ELE GEÇİRİP, DİZAYN ETTİĞİ FAALİYET ALANLARI.

1- FETÖ’NÜN DEVLET YAPILANMASINDAKİ SİYASİ OLUŞUMU

Fetö yapılanması hakkındaki yazımın başında da belirttiğim gibi teolojik ve ideolojik olarak iktidar ile aynı hedefi şiar edinmiş olduğundan dolayı uluslararası ulus içindeki suç ortaklarının eğilimleri birlikte hareket edilmesi telkinleri iktidara gelin diyalog neticesi ile kurulan ittifakın sınırsız hareket alanı ve korunma elde edilmesi, ilerleyen zamanda da Başbakanlıktan, Cumhurbaşkanlığı’ndan önce Pensilvanya’dan icazet alınmaya başlanması millet vekilliği ya da siyasi kadrolaşmalardaki faaliyet alanlarında devletin siyasi yönetimdeki belli kişiler hariç yani lideri ve bir kaç kişi hariç herkesin biat ettiği döneme getirildi. Fetöcü iş insanlarının dershane olayı patlak verene kadar ki yönetim lider kadrosu daha önce ittifakın bozulduğunun Fetöcü‘lerin gerçek amaçlarının ortaya çıktığının kesinlikle farkındadırlar. Ama Türkiye öyle bir güç kazanmıştı ki ve gelinen noktada ipler tamamen koparılmayıp üst kadrolarda iktidar savaşı olarak kalması gerekmekteydi. Bu gücü kim yönetecek, iplerin tamamen kopması demek ülkenin Fetö‘cüler nazarında çöküş demekti. Örneğin iki öz kardeşin devletin en üst kadrolarında görevliyken biri iktidarı, diğeri Fetö’cü hain örgütü desteklemekteydi. O dönemde Fetö’cüler ile topyekün savaşın başlatılmasının neticesinin nelere sebep olacağı, bu örnekle net bir şekilde ortaya konulmaktadır. Nitekim Fetö Terör Örgütü ile alakalı 15 Temmuz’a kadar top yekün temizlik yapılmadı. Çünkü her yerde akıl almaz şekilde kriptolarından, mahremlerine ve Fetöcü iş adamları kadar vardılar. Örneğin C.başkanı‘nın yaveri silahla yanına girebilen kişi Fetö Terör Örgütü’ne mensuptu. Karlov suikasti bizlere çok şey anlatır. Mankutlaştırılmış özel yetiştirilmiş, devlet başına yaver yapılan, emir geldiği zaman o silahı devlete de doğrulturdu, neticede alırdı. Ama ALLAH işte tuzak kuranların en hayırlısıdır, onların da tuzaklarını başlarına çaldı.. Netice itibari ile Fetö Terör Örgütü’nün Siyasal alandaki faaliyetleri ile ülkedeki tüm gündemi ve sistemi yıllarca yönettiler. Devlet‘teki her faaliyet alanlarında birbirleriyle sıkı sıkıya bağlı, ayrılmaz ilişki içinde amaçlarını gerçekleştirdiler. Fetöcü iş adamları bunu da yapabilmelerinin en önemlisi siyaseti ele geçirmekti. Neticede alıp yıllarca yönettiler. Hem de bunlara ideolojik olarak düşman olan siyasi kişiler bile bilmeden hain Fetö Terör Örgütü’nün amaçlarına hizmet edici politikalar üretip muhalefet edip siyaset yaptılar. Toplumca bilinen en belirgin birkaç örneğine değinmek gerekirse… MİT tırları, MİT başkanının ifadeye çağrılması, açılım sürecinin sabote edilmesi, Ergenekon, balyoz davalarındaki süreçte yaşananlar, Hrant Dink Suikasti, Danıştay saldırısı, Rus uçağının düşürülmesi, Uludere faciası… Bu yaşanan olaylardaki yapılan muhalefet bu hainler sözde ve Özde düşman olanların yaptıklarına bugün arşivleri açıp bakın nasıl onların amaçları doğrultusunda planlarının gerçekleştirilmesi için zemin hazırlamıştır. Bu da aleni bir şekilde görülecektir, böyle olunca Fetöcü hainlere de hamleler yapıp Siyaseti dizayn edip, politikaları yönetmek kalmıştır. Sonuç olarak devlet büyüklerimiz farkına varana kadar. Teolojik, ideolojik yapı olarak da siyasi olarak da düşmanları da dahil o adamların emellerine gerçekleştirmelerine zemin hazırlayıp, fırsat alanları sundular. Devletlerde Siyaseti yöneten ülkedeki her şeyi herkesi yönetir. Siyasetin anlamı ve tarihine baktığımızda insanları yönetme sanatı olduğunu görmekteyiz. Düşmanlarımız da bu sanatı çok iyi icra ediyorlar. İçimizden devşirdikleri uşaklar bile bu sanatı uygulamayı öğretiyorlar.

Etiketler:FETÖ (FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ)’NÜN EYLEMLERİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN ELE GEÇİRİP, DİZAYN ETTİĞİ FAALİYET ALANLARI, Fetö yapılanması, teolojik, ideolojik, iktidar, başbakanlık, c. başkanlığı, pelsilvanya, milletvekilliği, devletin siyasi yönetimi, fetöcü iş insanı, fetöcüler, 15 temmuz, karlov suikastı, ALLAH, fetö örgütü, fetöcü iş adamları, mit tırları, mit başkanı, ergenekon, balyoz, hrant dink suikastı, danıştay saldırısı, rus uçağı düşürüldü, uludere faciası, fetöcü hainler, insanları yönetme sanatı, FETÖ’NÜN DEVLET YAPILANMASINDAKİ SİYASİ OLUŞUMU

FETÖ (Fetö Terör Örgütü) YAPILANMASINDA ORDU VE EMNİYET TEŞKİLATI

FETÖ (Fetö Terör Örgütü) YAPILANMASINDA ORDU VE EMNİYET TEŞKİLATI

Fetö Terör Örgütü’nün en basit tabiriyle devlet içerisindeki silahlı kanadını oluşturmaktadır. Malesef ki içeriği bu kadar basit değil, terör örgütleri tarihinde örgütlerin silahlı kanatları dağ da, şehirdeki gettolarda, finans kuruluşlarında Fetöcü iş adamı kılığında, yabancı ülkelerde çeşitli örgüt kalıplarındadır. Fetö Terör Örgütü’nde ise devletin bizzat içindeydi. Bunun nasıl bir şey olduğunu 15 Temmuz bize acı bir şekilde yaşayarak anladık. Bu acıyı ve ülkenin ipten dönüşünü bize yaşatanların bu kurumlarda nasıl örgütlendiğini çok iyi bakıp anlamak lazım. Yıllarca şanlı ordumuzun %80’i halkın %80’inden dini, ideolojik, güven veren, benim ordum, mehmetçiğim dedirtip dört elle sarılacağı yapıda olmayıp halkın ordusu politikaları üretmeyip halktan kopuk yönetilmesi Fetö Terör Örgütü’nün çok silahlı kanadının oluşmasını sağladı. Şöyle ki peygamber ocağı dediğimiz, ALLAH ALLAH nidaları ile Savaşan atalarımızdan bu yana İslam Sancağının Sancaktar olan ordumuz da yemekten sonra ALLAH’ımıza hamdolsun bile denilmemekteydi. Aylarca yıllarca ister zorunlu ister kadrolu askerlik olsun yemekten sonra Allah’ımıza hamdolsun diyenlerin üstlerinin onlara neler yaptığı çok iyi bilinmektedir. Zorunlu askerlikte 18 ay veya dönemlerde süre farklı olsa da ordu’ya katılan Mehmetçik‘e neler yapıldığını o dönemleri yaşayan herkes biliyor. Teskere alınıp sivile döndü mü bunun etkileride çok iyi biliyor. Namaz bile kıldırılmayan bir ordumuz vardı. Kadrolu olarak katılıp, halktan gelenler de aynı şiddette baskı görüyordu. Yıllarca Ordu’nun ülke yönetimindeki etkisi yaptıkları darbe zamanları olsun normal seçimle başa gelen halkın istediği siyasetler olsun uzun yıllarca yaptıklarından dolayı ailelerde yetişen asker olmak isteyen yeni nesillerde de fetönün bürünmüş olduğu kılıftan dolayı katılımlar da örgüte (Fetö) yoğunlaştı. Ordu’nun müslümanlaştırılması ateistlerden halkına zulmedenlerden tavizleri olarak lanse edilen Fetönün (Fetö Terör Örgütü) ordu içindeki silahlı kanadını oluşturma amacı başarıya ulaştırıldı. Ordu’nun her kademesine nüfus edip mankutlaştırıldıkları militanlar girmiş oldu. Mankutlaştırılmamış olanlar ise yukarıda belirtmiş olduğum nedenlerden dolayı kutsal bir amaca hizmet ediyorlar kılıfıyla destek oldular. Ve halkın politize olmamış ideolojik olarak aşırılaşmamış kesimi olan %60’lık halk kesiminin bir kısmından destek bir kısmından sempati alındı. Ufak bir kısmı ise kötünün iyisi denilerek sadece izlendi. Fetö Terör Örgütü’nede her istediğini yapma fırsatı doğdu. Böylece siyaset, ordu, emniyet, yargı, iş adamları (Fetöcü) birleşmesi ile var olan eski rejim zihniyetine sahip ve eski zulümlere imza atan kadrolar temizliği gerçekleşti. Ve bir kısmı da cezalandırdılar. Operasyonlarına başlanınca bunlara karşı olan ve amaçlarını gerçekleştirmek istedikleri makam mevkide olanları da bu operasyonlara katarak Türkiye’de (Adana, Adıyaman, Afyonkarahisar, Ağrı, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Balıkesir, Bartın, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Hatay, Iğdır, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kırıkkale, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Şırnak,Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Uşak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak) %10’luk kesim hariç hiçbir tepki de almıyorlardı. Çok ufak eleştiriler olsa da, etkili değildi. Halkın bezmiş olduğu yıllarca gitmelerini istedikleri kişilerin rejim yanlılarını temizliyorlardı gerçi işin aslı eski zulmü yapanlar da fetöyü yönetenler de aynı kişiler. Tavşana kaç, Tazıya tut diyen asli düşmanlarımız. Bu kişiler bunları bildikleri halde en büyük hizmetkarınız biziz demekten vazgeçmiyorlar. Güç hırsı böyle bir şey büyük şeytanın hizmetkarı olup, aynı yatağı paylaşanlar finalde kaybedeceklerini bildikleri halde kendilerini büyük şeytanın hizmetine sunan FETÖ ve üst düzey Fetöcüler sırf güç desteği için en aşağılık şeyleri dahi yapıyorlardı. Ordu içindeki subayların Fetöcü olduklarının anlaşılmaması için yaptırdıkları takiye olarak adlandırılan aslında İslam’ın kalbine soktukları bir hançerdi. Yapılan bu aşağılık taktikler, tüm toplumca da bilinmektedir. İçimin yandığı en üzüldüğüm konuda bu aşağılık eylemlerini ülkenin en parlak masum temiz genç beyinliler ve güzel Anadolu’nun şerefli haysiyetli ailelerinin duygularını sömürerek yapmalarıdır. Hala da az da olsa devam etmektedirler. Neticede kanayan yara olan geçmiş rejimin oligarşik bir yapı tarafından yönetilmesinin halkımızda açtığı yarayı iyileştireceğiz diyerek aslında oligaşik yapının kullanımı dolduğunda bunların hizmet ettiği aynı odağa hizmet amaçlı faaliyet gösteren, bu hain örgütün ordumuzun içinde silahlı kanat olarak, her kademesinde hatta devlet başkanı yaverine kadar mevkileri sızmasıyla ordumuzun ele geçirilme projesi başarılmaya çalışılmıştır. Önemli oranda Fetö Terör Örgütü’nün iç işlerindeki emellerini gerçekleştirmek herkese her yere sınırsız operasyon yapabilecekleri emniyet teşkilatının ele geçirilmesi eski rejimde olan işkence olmayacak rüşvet dönmeyecek suçsuz insanlara suç yıkılmayacak ve diğer iç işlerinde emniyette dönen yozlaşmış düzen düzeltilecek ve düzeltiliyor propagandası ile emniyet teşkilatının ele geçirilerek ülke gündemine oturan tüm operasyonları gerçekleştirdiler. Bunların başına yansıyan gündeme gelen herkesçe bilinmektedir. Ya afişe olmamış, bilinmeyenleri ise daha can alıcıdır. Bu ülkede dokunulmaz olanlara operasyon yapılamayacakları cezaevlerine (Ankara 1 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara 2 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara Çocuk ve Gençlik (Genç erkek), Ankara Kadın Kapalı (Kız çocuk), Antalya E Tipi ceza infaz kurumu, Antalya L Tipi ceza infaz kurumu, Ardahan Kapalı ceza infaz kurumu, Artvin Kapalı ceza infaz kurumu, Aydın Kapalı ceza infaz kurumu, Bafra Kapalı ceza infaz kurumu, Bakırköy Kadın Kapalı  (Kız çocuk), Balıkesir Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (E) Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (H) Kapalı ceza infaz kurumu, Ceyhan Kapalı ceza infaz kurumu, Çanakkale Kapalı ceza infaz kurumu, Çankırı Kapalı, ceza infaz kurumu,  Hatay Kapalı ceza infaz kurumu, Hınıs Kapalı ceza infaz kurumu, Iğdır Kapalı ceza infaz kurumu, Isparta Kapalı ceza infaz kurumu, İnebolu Kapalı ceza infaz kurumu, İskenderun Kapalı ceza infaz kurumu, Kahramanmaraş Kapalı ceza infaz kurumu, Karabük Kapalı ceza infaz kurumu, Karaman Kapalı ceza infaz kurumu, Karataş Kadın Kapalı  (Kız çocuk) ceza infaz kurumu, Kars Kapalı ceza infaz kurumu, Kartal Kapalı ceza infaz kurumu, Kastamonu Kapalı ceza infaz kurumu, Kayseri Kapalı ceza infaz kurumu, Maltepe 2 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Maltepe 3 No lu L tipi ceza infaz kurumu, Manisa Kapalı ceza infaz kurumu, Mardin Kapalı ceza infaz kurumu, Mersin Kapalı ceza infaz kurumu, Metris 1 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Metris 2 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Midyat Kapalı ceza infaz kurumu, Muğla Kapalı ceza infaz kurumu, Muş Kapalı ceza infaz kurumu, Nazilli Kapalı ceza infaz kurumu, Nevşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Niğde Kapalı ceza infaz kurumu, Oltu Kapalı ceza infaz kurumu, Ordu Kapalı ceza infaz kurumu, Osmaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Ödemiş Kapalı ceza infaz kurumu, Paşakapısı Kapalı  (Memur) ceza infaz kurumu,  Şebinkarahisar Kapalı ceza infaz kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Boyabat Kapalı ceza infaz kurumu, Burhaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Çarşamba Kapalı ceza infaz kurumu, Develi Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Tunceli Kapalı ceza infaz kurumu, Yalvaç Kapalı ceza infaz kurum.) arttılar. Devleti yönetenlerin bile bazen müdahale edemediği operasyonlar tutuklamalar gerçekleştirildi. Genelkurmay başkanının tutuklanması, başbakanlığın dinlenmesi, Mite operasyon çekilmesi, ve sayısızca operasyon yapanlar normal halka fetöcülerin ele geçirmek istedikleri alanlarda faaliyet gösteren iş insanı olsun, memur olsun, legal, illegal olanlar da olsun. Neler yapmadılar ki, Karlov suikasti bizlere çok şeyler anlatır. 15 Temmuz hain darbe gecesi sonrası olması özellikle hala tek emirle devletin silahlı güçlerinin içinde kendisini ölüm fedaisi yapacak millitanrılarının olduğu göstergesinin ispatıdır ki Hükümetin 15 Temmuz gecesi emniyet teşkilatının içindeki Fetöcüler’in %70’inin temizlenmiş olmasına rağmen ki öyle olmamış olsaydı, 15 Temmuz gecesi yaşananların seyri çok farklı gelişirdi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün önündeki hainlerin tankının içinden çıkan eski polis mensubunun olması bunu bize net bir şekilde göstermektedir. Bunlar gibileri emniyetten temizlenmeseydi müdürler, amirler olarak görevde olsalardı o zaman kayıplarım da devletin aldığı hasar da çok çok daha ağır olurdu. 15 Temmuz sonrasındaki top yekün temizlikten sonra bile adamlar rus büyükelçisini polis görevlisine öldürttüler. Bu suikastın şifrelerinin mesajını amacını net bir şekilde ortalama zekaya sahip herkes anlamaktadır. Emniyet teşkilatı ile ilgili başlığımızdan sonra devletten çok halkın her kesiminin canının yandiği yargı organına geçerken Fetöcü polislerin siyasi ve devlet kurumları ile ilgisi olmayan normal halktan yüzlerce kişinin üzerlerine ne suçlar yakılıp mahkumiyetler verilip, hayatlar tarumar edilip, cezaevlerinde (Ankara 1 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara 2 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara Çocuk ve Gençlik (Genç erkek), Ankara Kadın Kapalı (Kız çocuk), Antalya E Tipi ceza infaz kurumu, Antalya L Tipi ceza infaz kurumu, Ardahan Kapalı ceza infaz kurumu, Artvin Kapalı ceza infaz kurumu, Aydın Kapalı ceza infaz kurumu, Bafra Kapalı ceza infaz kurumu, Bakırköy Kadın Kapalı  (Kız çocuk), Balıkesir Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (E) Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (H) Kapalı ceza infaz kurumu, Ceyhan Kapalı ceza infaz kurumu, Çanakkale Kapalı ceza infaz kurumu, Çankırı Kapalı, ceza infaz kurumu,  Hatay Kapalı ceza infaz kurumu, Hınıs Kapalı ceza infaz kurumu, Iğdır Kapalı ceza infaz kurumu, Isparta Kapalı ceza infaz kurumu, İnebolu Kapalı ceza infaz kurumu, İskenderun Kapalı ceza infaz kurumu, Kahramanmaraş Kapalı ceza infaz kurumu, Karabük Kapalı ceza infaz kurumu, Karaman Kapalı ceza infaz kurumu, Karataş Kadın Kapalı  (Kız çocuk) ceza infaz kurumu, Kars Kapalı ceza infaz kurumu, Kartal Kapalı ceza infaz kurumu, Kastamonu Kapalı ceza infaz kurumu, Kayseri Kapalı ceza infaz kurumu, Maltepe 2 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Maltepe 3 No lu L tipi ceza infaz kurumu, Manisa Kapalı ceza infaz kurumu, Mardin Kapalı ceza infaz kurumu, Mersin Kapalı ceza infaz kurumu, Metris 1 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Metris 2 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Midyat Kapalı ceza infaz kurumu, Muğla Kapalı ceza infaz kurumu, Muş Kapalı ceza infaz kurumu, Nazilli Kapalı ceza infaz kurumu, Nevşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Niğde Kapalı ceza infaz kurumu, Oltu Kapalı ceza infaz kurumu, Ordu Kapalı ceza infaz kurumu, Osmaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Ödemiş Kapalı ceza infaz kurumu, Paşakapısı Kapalı  (Memur) ceza infaz kurumu,  Şebinkarahisar Kapalı ceza infaz kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Boyabat Kapalı ceza infaz kurumu, Burhaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Çarşamba Kapalı ceza infaz kurumu, Develi Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Tunceli Kapalı ceza infaz kurumu, Yalvaç Kapalı ceza infaz kurum.) insanlar çürütülmekteydi.

Etiketler: 2-FETÖ (Fetö Terör Örgütü) YAPILANMASINDA ORDU VE EMNİYET TEŞKİLATI, Fetö Terör Örgütü, Devlet, Terör Örgütleri Tarihi, fetöcü iş adamları, fetöcü iş insanları, 15 temmuz, şanlı ordu, peygamber ocağı, ALLAH, Zorunlu askerlik, Fetö, ideoloji, emniyet, yargı, Türkiye, Şeytanın hizmetkarı, fetöcü üst düzeyler, oligarşik, devlet başkanı, ülke, karlov suikasti, mit operasyonları, 15 temmuz gecesi, emniyet teşkilatı, Fikir Klübü

TERÖR ÖRGÜTÜ'NÜN TÜRKİYE YARGI SİSTEMİNDEKİ HAİN FAALİYETLERİ

TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN TÜRKİYE YARGI SİSTEMİNDEKİ HAİN FAALİYETLERİ

Adalet herkese bir gün lazım olacak kurumdur. Bu organ toplumun kanayan en çok acıtan yarasıdır. Eski rejimdeki sistem olsun fetöcülerin dönemindeki haksızlıkları yaşayanlar bu acıları bilir. Bir devlette halkın canını en çok acıtan yerin yargı olmasının nedeni ister suçlu olsun ister suçsuz olsun, herkes o kapıya adaletin sağlanacağı umudu ile ve bu yöndeki tarifsiz hislerle gider. Netice itibari ile oradaysa bekledikleri adaleti bulamayınca ve orada güçlülerin lehine hükmedildiğini görünce umutları ve inancı yıkıma uğrar acısı da her şeyden çok ağırdır. Şöyle ki: Yargıya gitmeden öncesindeki hareket işitse ve bu tarzda tüm olumsuz şeyleri yaşamış dahi olsa hiçbir şeyin etkisi tam hissedilmez. Çünkü adaletin sağlanacağa yere gitmeyi bekliyordur. Orada yıkılınca o devletin ve halkın haline Fetöcüler’in yargısı da işte böyle çok büyük acılara imza attılar. Verdikleri kararlarla suçsuz kişileri hayatlarını geleceklerini çaldılar. Ailelerin perişan olmasına sebep oldular. Suçlu olanlarınsa hak ettiklerini kat ve kat fazla cezalar vererek zalimce kararlarla hayatlarını bitirdiler. Gerçekten de suçlu olup ta kendilerinden olanlara veya kullandıkları kişiler olsun yakınları olsun Fetö Terör Örgütü’nden icazet almış olanlara ise çok büyük suçları bile yanlarına kar kaldı. Bunu da bu haksızlıkları adaletsizlikleri yaşayanlar iyi bildikleri için. Daha çok acı verdi. İronik olacak bir örnek var. Ülkemize mal olmuş bir film senaryosu var. Pardon filmi isminde, suçsuz yere yıllarca hapis yatıp pardon demişti, bu filmde asıl can alıcı nokta sistemin nasıl olduğudur. Adeta yıllarca bu filmin biraz daha değiştirilmiş halini yaşadık ülkece. Ve tüm medyada da izledik. Pardon filminde eski rejimdekiler tarafından yönetenlere atıf yapılarak işkence, cezaevi (Ankara 1 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara 2 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara Çocuk ve Gençlik (Genç erkek), Ankara Kadın Kapalı (Kız çocuk), Antalya E Tipi ceza infaz kurumu, Antalya L Tipi ceza infaz kurumu, Ardahan Kapalı ceza infaz kurumu, Artvin Kapalı ceza infaz kurumu, Aydın Kapalı ceza infaz kurumu, Bafra Kapalı ceza infaz kurumu, Bakırköy Kadın Kapalı  (Kız çocuk), Balıkesir Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (E) Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (H) Kapalı ceza infaz kurumu, Ceyhan Kapalı ceza infaz kurumu, Çanakkale Kapalı ceza infaz kurumu, Çankırı Kapalı, ceza infaz kurumu,  Hatay Kapalı ceza infaz kurumu, Hınıs Kapalı ceza infaz kurumu, Iğdır Kapalı ceza infaz kurumu, Isparta Kapalı ceza infaz kurumu, İnebolu Kapalı ceza infaz kurumu, İskenderun Kapalı ceza infaz kurumu, Kahramanmaraş Kapalı ceza infaz kurumu, Karabük Kapalı ceza infaz kurumu, Karaman Kapalı ceza infaz kurumu, Karataş Kadın Kapalı  (Kız çocuk) ceza infaz kurumu, Kars Kapalı ceza infaz kurumu, Kartal Kapalı ceza infaz kurumu, Kastamonu Kapalı ceza infaz kurumu, Kayseri Kapalı ceza infaz kurumu, Maltepe 2 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Maltepe 3 No lu L tipi ceza infaz kurumu, Manisa Kapalı ceza infaz kurumu, Mardin Kapalı ceza infaz kurumu, Mersin Kapalı ceza infaz kurumu, Metris 1 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Metris 2 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Midyat Kapalı ceza infaz kurumu, Muğla Kapalı ceza infaz kurumu, Muş Kapalı ceza infaz kurumu, Nazilli Kapalı ceza infaz kurumu, Nevşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Niğde Kapalı ceza infaz kurumu, Oltu Kapalı ceza infaz kurumu, Ordu Kapalı ceza infaz kurumu, Osmaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Ödemiş Kapalı ceza infaz kurumu, Paşakapısı Kapalı  (Memur) ceza infaz kurumu,  Şebinkarahisar Kapalı ceza infaz kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Boyabat Kapalı ceza infaz kurumu, Burhaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Çarşamba Kapalı ceza infaz kurumu, Develi Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Tunceli Kapalı ceza infaz kurumu, Yalvaç Kapalı ceza infaz kurum.) yönetimleri, ve adaletsizlikler anlatılmaya çalışılmıştır. Bunlarda ise çok az kişilere yapılanlar hariç işkence yoktu. Cezaevi şartları belki yaşamsal olarak biraz daha iyileştirilmişti. Ama daha beteri vardı “Kalem” bu dünyadaki en büyük silah, bu silahın da kendi emelleri doğrultusunda Fetöcüler çok güzel kullandılar. İstedikleri gibi suçlar üretip, deliller yapıp, bir A4 kağıdı bir adet kalemle hayatlar bitirildi. Topluma mal olmuş büyük davalar herkesçe bilinmektedir. Özel yetkililer, süper savcılar, yıllarca sadece kurguyla tutuklu yatırılıp hayatını bitirip o da tiplerin de yoğun baskıda kafayı yedirtip insanları mağdur ettiler. Bunlardan birisi de merhum dava adamı ehlisünnet‘in Cumhuriyet sonrası, ilk ve son çileli sesi kumandan Salih MİRZABEYOĞLU‘dur. F tiplerinde yaklaşık 17-18 yıl tek kişilik hücrelerde yıpratılmaya ya ve kutsal Büyük Doğu hareketini engellemeye çalıştılar. Ağırlaştırılmış müebbetlerle, binlerce yıllarla insanlar sindirilerek kapatılan dosyalar infaz edildi. Hala binlerce suçsuz yere yatanlar daha da cezaevlerinde yatmaktalar. Fetöcülerin yargı ayağı topluma mal olmuş güçlü kişilere binlerce sayfalık iddianamelerle hükümlerle veya üç kişinin bile bir araya getirilip Çete yapılmasına kendilerine karşı olan herkesin finalinin ya terör örgütü ya da Çete kapsamında zindanları boylamalarına az çok herkesçe bilinmektedir. Sadece yaşayan kişiler ve ailelerinin bilebilecekleri topluma mal olmamış gölgede kalan yapılanları belirtmek istiyorum.

Fetö (Fetö Terör Örgütü)’nün polis, jandarma, yargı üçgeninde normal halktan kişilere yaptıkları bu kişiler ister görevli ister suç dünyası’nda faaliyet göstermiş kişiler olsun Fetöcü Polislerin çok şahıs yakalayıp işlem yapmak rütbe ve ödül almak ve siyasetin devletin içinde üst düzey toplantılarda yakalamak verilerini göstererek toplumu suçtan koruyoruz huzurlu toplum tarzında söylemlerle her devlet yöneten yöneticilerin olmasını istediği söylemlerle düzenlerini sürdürdüler. Bu düzende de yapılanlardan birkaç örnek vermek istiyorum. Resmi polis arabası ile gezen üç Fetöcü Polislerin ister daha önceden suçlu olsun, olmasın emniyet teşkilatındaki tabirle kaplama yapmaları özellikle varoş suç yoğunluğunun çok olduğu bölgelerde, yolda gidiyorsunuz sizi “asayiş uygulaması“ için durdurdular. Üst araması GBT sorgu derken suç atıyorlar. Siz istediğiniz kadar feryat edin bu da memura mukavemetten bir dosya daha olmuş oluyor. Çok sinirlendirirseniz ilk önce rüşvet teklif etti bırakmamız için, kabul etmeyince karşı geldi diyerek toplamda üç dosyanız olmuş oluyor. Karakola götürüyorsunuz, bir A4 kâğıt bir adet tükenmez kalemle her şey bitiyor. Karakoldaki amirin de Fetöcü olup olmaması fark etmiyor. Potansiyel suçlusunuz. Sizi gözaltına alanlar tutanağı tutup karakol teslimini yapıp tekrar görevine gidecekler. Sözde hakkımızı koruyorlar. Tutanaklarda yazılanlara gelirsek gözaltına alındığı saat, tarih, yer, adreste asayiş uygulaması yaptığımız sırada daha önce o bölgede suç işlendiği ihbarlarındaki tariflerdeki şahıslara benzediğimizden dolayı şu isim-soy isim şahsı durdurmamız neticesinde yapılan aramada saklamaya çalıştığı ama yakaladığınız hangi suç eşyası ise belirtilerek ve parada katılması gerekiyorsa yine üzerinde bulunan suçtan elde edildiği düşünülen denilerek falanca miktardaki paraya el konulmuştur. Bu parayı da bize rüşvet olarak teklif etmiştir. Kabul etmememiz neticesinde de mukavemete başladığı sözlü orantılı güç kullanılmak zorunda kalındığı derdest edildiğiniz yazılıyor. Orantılı güçte ilk alındığınız yerdeki üzerinize suç yıkıldığını anladığınız da verdiğiniz tepkiden dolayı yediğiniz dayağın hastane raporlarında belirli olacağından dolayı yasal bir kılıftır. Netice itibari ile biraz daha yaşanılanları süsleyip bir adet A4 kağıdında hayatınızdan çok uzun yıllar çalınıp, tüm düzeniniz yıkılıyor, böylelikle de sizi karakola teslim edip, gidiyorlar sonrası karakol prosedürü başlıyor. Avukatlar, ifade yani olayın haticesi ertesi gün savcıya çıkartılıyorsunuz, ne anlatırsanız boş işler Fetöcü olsun ister Fetöcü olmasın istisnalar hariç potansiyel suçlusunuz. Ülkemizin adaletli, şerefli savcısıyla garibim tutuklamaya sevk etse adaletine sığmaz, etmese her gün böyle yüzlercesi geliyor. Hangi birini bırakacak, açığa alıp makamından ederler. Tutuklamaya sevk ettiği kişiler ise Sulh ceza Mahkemesi içinde yukarıda söylediklerim aynen geçerlidir. İstisnalar hariç böyle dosyalarda geceyi cezaevi karantinasında sonlandırıyorsunuz. Yani sonun başlangıcı evresine geçiyorsunuz. Ölümden önceki son durak. Genel yargılama aşamasıysa avukat tutmak, delil sunmak sadece prosedür gereği, çok güçlü kuvvetli yerlerde kimseniz yoksa geçmiş olsun. Bu tür dosyaların %80’i o dönemlerde mahkumiyetle sonuçlanmıştır. Şöyle ki yargılayan Fetö Terör Örgütü mensubu, Yargıtay’da cezayı onaylayan Fetöcü cezayı yatsan da halkın gariban avam tabakası, açıklanan hüküm ise çok uzun yıllar mahkumiyet. Bu sistemin başka işleyiş yönleri de var ama genel olarak budur. Müştekili suçlarda biraz daha değişik oluyor. Önceden bu tarzda suçlardan sabıka varsa önceki tarihlerde yapılan faili meçhullerin müştekileri çağırılıyor. Yönlendirme ile teşhis ettiriliyor. Kaleme almış olduğum yaşanan olayların ispati ise yıllardır Türkiye’de (Adana, Adıyaman, Afyonkarahisar, Ağrı, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Balıkesir, Bartın, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Hatay, Iğdır, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kırıkkale, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Şırnak,Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Uşak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak) yaptıkları ve yaşananlardır. İkincisi ise bir gecede beş bin hakim, savcının ihraç edilmesi ve sonradan alınan kriptolar, açığa alınan asker ve polislerdir. Bir de darbeden sonra Türkiye (Ankara 1 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara 2 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara Çocuk ve Gençlik (Genç erkek), Ankara Kadın Kapalı (Kız çocuk), Antalya E Tipi ceza infaz kurumu, Antalya L Tipi ceza infaz kurumu, Ardahan Kapalı ceza infaz kurumu, Artvin Kapalı ceza infaz kurumu, Aydın Kapalı ceza infaz kurumu, Bafra Kapalı ceza infaz kurumu, Bakırköy Kadın Kapalı  (Kız çocuk), Balıkesir Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (E) Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (H) Kapalı ceza infaz kurumu, Ceyhan Kapalı ceza infaz kurumu, Çanakkale Kapalı ceza infaz kurumu, Çankırı Kapalı, ceza infaz kurumu,  Hatay Kapalı ceza infaz kurumu, Hınıs Kapalı ceza infaz kurumu, Iğdır Kapalı ceza infaz kurumu, Isparta Kapalı ceza infaz kurumu, İnebolu Kapalı ceza infaz kurumu, İskenderun Kapalı ceza infaz kurumu, Kahramanmaraş Kapalı ceza infaz kurumu, Karabük Kapalı ceza infaz kurumu, Karaman Kapalı ceza infaz kurumu, Karataş Kadın Kapalı  (Kız çocuk) ceza infaz kurumu, Kars Kapalı ceza infaz kurumu, Kartal Kapalı ceza infaz kurumu, Kastamonu Kapalı ceza infaz kurumu, Kayseri Kapalı ceza infaz kurumu, Maltepe 2 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Maltepe 3 No lu L tipi ceza infaz kurumu, Manisa Kapalı ceza infaz kurumu, Mardin Kapalı ceza infaz kurumu, Mersin Kapalı ceza infaz kurumu, Metris 1 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Metris 2 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Midyat Kapalı ceza infaz kurumu, Muğla Kapalı ceza infaz kurumu, Muş Kapalı ceza infaz kurumu, Nazilli Kapalı ceza infaz kurumu, Nevşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Niğde Kapalı ceza infaz kurumu, Oltu Kapalı ceza infaz kurumu, Ordu Kapalı ceza infaz kurumu, Osmaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Ödemiş Kapalı ceza infaz kurumu, Paşakapısı Kapalı  (Memur) ceza infaz kurumu,  Şebinkarahisar Kapalı ceza infaz kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Boyabat Kapalı ceza infaz kurumu, Burhaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Çarşamba Kapalı ceza infaz kurumu, Develi Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Tunceli Kapalı ceza infaz kurumu, Yalvaç Kapalı ceza infaz kurum.) yaşanan içler acısı durum vardır. Yakalanma ve mahkumiyet aşamasına kadar ki kişilerin hepsi Fetö Terör Örgütü Mensubu olmasına rağmen bu kişilerle beraber mahkum edilen kişiler aynı cezaevlerinde yatmaktadırlar. Fetö Terör Örgütü’nün bu yaptıkları hukuk ve konularla ilgili akademik bir makale yazmak gerekir ki yeniden yargılanma olsun, hukuki tüm konular anlaşılsın.

Fetö Terör Örgütü’nü başımıza bela edenlerin ülkesinde ise bir polis şefinin soruşturma ile ilgili sahte delil ürettiği anlaşılınca 30 yıllık görevinde tüm müdahil olduğu dosyalar yeniden incelemeye alınıp yeni yargılama yapılmaktadır. Bizde ise ayyuka çıkmış adaletsizlikler, yargı sistemi çöker, veya başka parametrelerden dolayı göz ardı ediliyor. Netice itibari ile Fetö Terör Örgütü’nün yargı yapılanmasının ülkemize yaptıklarının bir kısmını kaleme almaya çalıştım. Ülkemizin adalet sisteminin ne derece yara aldığının siz değerli Fikir Klübü okuyucularının takdirlerine sunarım.

Etiketler: TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN TÜRKİYE YARGI SİSTEMİNDEKİ HAİN FAALİYETLERİ, adalet, yargı, suçlu, fetöcüler, pardon filmi, hapis, ceza infaz kurumları, cezaevi şartları, özel yetkili süper savcılar, dava adamı, kumandan salih mirzabeyoğlu, büyük doğu hareketi, çete, terör örgütü, infaz, polis, jandarma, suç dünyası, asayiş uygulaması, gbt, sulh ceza mahkemesi, fetö terör örgütü mensubu, yargı sistemi, fikir klübü

FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ'NÜN MEDYA YAPILANMASININ TÜRKİYE TOPLUMUNU, DİZAYN ETMEK İÇİN YAPTIKLARI PROPAGANDALARIFETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN MEDYA YAPILANMASININ TÜRKİYE TOPLUMUNU, DİZAYN ETMEK İÇİN YAPTIKLARI PROPAGANDALARI

Fetö Terör Örgütü (P.Y.D)’nün medya yapılanması herkesçe bilinen Samanyolu TV ve Zaman gazetesi ile başlarsak, siyaset, askeriye, emniyet, yargı yapılanmalarını yapmış olduğu tüm faaliyetleri toplama yaptıkları yayınlarla haklı doğru gösterip, çeşitli propaganda teknikleri ile desteklenmesini ses çıkarılmamasını sağladılar. Bu ülkede kitleleri normal halkın özellikle bizim gibi ülkelerde politize olmamış %70 halk kesimini beyinlerini düşüncelerini yönlendirip etkileyebileceğin alan medyadır. Fetöcüler bunu da yaptılar. Örneğin zaman gazetesi Fetöcü olanlar veya sırf ona yardım etmek isteyenler abone oluyorlardı. Ama adamlar ücretsiz olarak adreslere bırakıyorlardı. Metropol’de Anadolu’da 81 ilimizde (Adana, Adıyaman, Afyonkarahisar, Ağrı, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Balıkesir, Bartın, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Hatay, Iğdır, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kırıkkale, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Şırnak,Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Uşak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak ) bunu yaptılar. Hafta sonu hariç normal halk kesiminden olan kaç kişinin evine gazete alınıyor. Ki düşünün siyasi gündemi takip ediyor. Veya politika ve devlet yönetimini iktidar güç savaşı’nın oyunlarının bilincinde. Hal böyle olunca da her gün kapınıza kadar gelmiş olan içinde ülkenizin örf, adet ve ahlakına aykırı olmayan gazeteyi evinize alıp okursunuz. Ev ahalisinden gazeteyi gören herkes bir göz gezdirir. Yapılan yayınlardan da etkilenir. En düşük seviyede olsa bile. Bir de başka kanallardan yönlendirici doğru haber iletimi alınmıyorsa o propagandaya inanıp beynine işler. Bir de diğer yapılanmalar da bahsettiğim üzere eski rejime savaş açmış çürümüş devlet yapılanması ile savaş veren olarak kendilerini lanse ettiler. Zamanla o yayınlarda yapılan diğer örgüt propagandalarına da kanarsınız. Tabi günümüzde teknolojik gelişmeler sosyal medya ve diğer platformlar gelişimi çok az diye bilgiye erişim kısıtlıydı. Bir de ana akımı medya içinde de olan TV kanallarındaki yayınlar ( haber, dizi, belgesel, tartışma programları) olsun herkes o dönemde bu kanalı açıp izlemişizdir. İlgimizi çeken bir yayınsa izlemişizdir. İster bağımsız TV olsun, ister siyasi amaçlı bir yayın yapan TV kanalı olsun hiçbir program istisnalar hariç sadece reyting ve reklam geliri için yapılmaz, hepsi özellikle çalışılmış izleyici yönlendirme, beyne gönderme düşünceleri etkileme amaçlıdır. O program izleyen herkesin neyi düşünmesi hedefleniyorsa o yönde yayın yaparak, istedikleri konuyu kitlelere düşündürüyorlar, nasıl düşüneceği ise kişinin kendisini ilgilendirir. Türkiye’deki TV kanallarında yapılan yayınlardan sadece birisinden örnek verirsek konu anlaşılır. Meşhur Hollywood filmlerinden adamların 90’larda yaptığı filmler bile hala ülkemizde üst sınırlarda izleyici bulabilmektedir. Bu filmlerle ABD’nin üst düzey propagandası, algı operasyonları yapılmaktadır. Çoğu da CIA ve diğer şer yapılanmalarının tek elinde ve desteğinde çekilmiştir. Bunlar da sayısızca ilgilenmesine rağmen ülkemizde hala 30 yıl önceki filmleri üst sıralarda izleyici bulabilmektedir. Yani adamlar da tarihe karışan propagandaları bile biz de hala devam etmekte, o kadar ki geri kalıp yönetiliyoruz. Beyniniz ve zihniniz ele geçirilmiş. Kendi ülkelerinde ise bunların hiçbiri yayınlanmaz, yeni nesil versiyonları olsa yine gam yemeyeceğim güncel bazı şeyler içermesinden onları bile hiç yoktan izleyicinin bilgi edinme aracı göreceğim. Bizde durum böyleyse diğer gelişmiş ve gelişmemiş olan Müslüman ülkelerinin vay haline Fetö Terör Örgütü’nün medya yapılanmasında yaptıklarında bilinmesi gereken bir hususta onlardan olmadığı zannedilen aslında onların propaganda yayınlarını yapan sözde tamamen aykırı ideolojik görüşte oldukları bilinen yazılı ve görsel medya platformlarında yapılan ve ülke gündemine oturan yayınlar herkes tarafından Hatırlanmaktadır. 15 Temmuz hain saldırı sonrasında belgelerle ifşa olan platformlar öğrenince toplumun çoğunluğu şok yaşamıştır. Sözde düşman ideolojilerde oldukları bilinenlerin aslında danışıklı, dövüşüklü oldukları anlaşılmıştır. Fetö Terör Örgütü olsun, başka örgütler olsun veya devletlerin istihbarat örgütlerinin medya yapılanmalarında yaptırdıkları yayınları çok iyi analiz ederek bakmak lazım. Toplumumuzu bunlardan da korumamız gerekir.

Etiketler: FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN MEDYA YAPILANMASININ TÜRKİYE TOPLUMUNU, DİZAYN ETMEK İÇİN YAPTIKLARI PROPAGANDALARI, fetö terör örgütü, PYD, Samanyolu tv, zaman gazetesi, siyasi, askeri, Emniyet yapılanması, propaganda, fetöcüler, gazete, devlet yönetimi, devley yapılanması, savaş, örgüt, sosyal medya platformu, tv. kanalları, abd, cia, müslüman ülkeler, 15 temmuz hain saldırısı, istihbarat

FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ'NÜN TÜRKİYE'DEKİ EĞİTİM ÖĞRETİM YAPILANMASI

FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN TÜRKİYE’DEKİ EĞİTİM ÖĞRETİM YAPILANMASI

Değerli “Fikir Klübü” okuyucularımız bir terör örgütünün can damarını oluşturan varoluşunun devamını ayakta kalmasının prometizlerinin ilk sırasında olanı milîtanrıları mankutlaştırma radikal örgüt ideolojisinin inşasına başladıkları alandır eğitim. Ve bu eğitime, resmi eğitim katarak istedikleri gibi eğitim tamamlanmış kalifiye nitelikli radikal örgüt mensubu yetiştirilmiş oluyor, bunların da istedikleri alanlarda devlet veya devlet dışı sektörlere hizmetli olarak yerleştirip eylemlerini gerçekleştirmektedirler. Temel eğitimin ilk etabından son etabı olan üniversite eğitimi de dahil kurdukları eğitim kurumlarıyla çok uzun yıllar yeni nesil örgüt mensubu yetiştirdiler. Bu kurumlar yetmeyip dershanelerle kendilerininkinin dışındaki kurumlarda eğitim gören düşük başarıya sahip olanları da burada eğittiler özellikle dershanelerde kendi kurumlarının dışında eğitim alanlara ayrı özen gösterip başarılı olmaları sağlandı ve örgüt ideolojisi oluşturuldu, bu da kendilerinde ailelerinde çevrelerinde de örgüte katılma da pozitif yönde yetki oluşturuldu örneğin Yks sınavına katılmış başaramamış kişilere çaldıkları soruların cevaplarını normal ders yapılıyormuş gibi o soruların cevaplarının konularını yoğun olarak çalıştırmaları neticesinde gelen başarıdır. Ve kendi kurumlarında radikal örgüt ideolojisi ile yetiştirdikleri kişileri ister ÖSM‘nin sınavları olsun ister görev yaptıkları yerdeki kurum içi sınavların cevapları olsun. Gizlilik yeminleri ettirerek, başarılı olmaları sağlandı. Bu kişilerin başarılı olduğunu gören kişiler de örgüt artı başarı demek algısı oluştu. Her kesimden de katılımlar sağlandı maddi durumu olmayanlar da orta derecede desteklerle, bir nevi Fetö Terör Örgütü nüfusuna geçirildi. Bağlı oldukları örgüt (Fetö) abileri izin vermeden dahi aileleri ile görüşemediler. Kolejlerle, özel üniversitelerle gelir seviyesi yüksek kişilerin çocuklarını örgüt üyesi yapıldı. Bir nevi iş dünyasındaki faaliyet gösteren ailelerin çocuklarını ele geçirerek ailelerin içlerindeki yönetime ortak oldular. Adamlar eğitim sistemini öyle bir ele geçirdiler ki ülkede yetişecek parlak zekalar olsun yeni nesil çekirdekler başlayarak kendileri için yetiştirdiler. Bu kişileri ülkemizin devlet ve devlet dışı alanlarının hepsinde örgüte hizmet ettirdiler. Sınırsız kalifiye eleman yetiştirme alanı buldular. Atalarımızdan bu yana kurulan devletimizin hiç birindeki örgütler böyle militan yetiştirme razkanına sahip olamadılar. Fetö Terör Örgütü’nün temelini de bu oluşturmaktadır. Zaten iktidar örgüt savaşının perde arkasında devam ederken iktidarın dershaneler kapatılacak kararı savaşın patlak vermesine neden olmuştur. Fetö Terör Örgütü’nün ve gelecekte kurulacak örgütlerle mücadelenin başarıya ulaşması için eğitim alanının devlet tarafından çok çok iyi yönetilmesi ülkemizin evlatlarının çok iyi eğitilip yetiştirilmesi gerekmektedir.

Etiketler: FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN TÜRKİYE’DEKİ EĞİTİM ÖĞRETİM YAPILANMASI, Fikir Klübü, terör, örgütü, radikal örgüt ideolojisi, devlet, üniversite, eğitim, yeni nesil örgüt mensubu, iş dünyası, iş insanı (fetöcü), fetöcü iş adamı

FETÖCÜ İŞ ADAMI, FETÖNÜN TİCARİ YAPILANMASI, FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜNE HİZMET EDEN İŞ İNSANLARI (FETÖCÜ İŞ İNSANLARI)

FETÖCÜ İŞ ADAMI, FETÖNÜN TİCARİ YAPILANMASI, FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜNE HİZMET EDEN İŞ İNSANLARI (FETÖCÜ İŞ İNSANLARI)

Fetöcü İş Adamları (Fetöcü İş İnsanı) Fetö Terör Örgütü’nün adeta hiç kurumadan çağlayan gibi akan para musluklarının ana kaynağı olan ticari alanlardaki faaliyetlerinin şah damarını oluşturan (Fetöcü İş Adamları)’dır. Kurulduğu yıllardan bu yana Türkiye’de ticareti yapılan her alanda ekonomik faaliyet göstermişlerdir. Mahalle arasındaki bakkaldan tutun da, uluslararası ticaret yapan holdinglere kadardır. En alttan yazarak başlarsak ülkemizin her kesiminden esnafın öğrenci okutup, İslam davasına neferler ülkemize parlak gençler yetiştiriliyor diye yardımlar yapıldı. Bir de örgüte katılan kişilerin ailelerinin ticari alandaki faaliyetlerine destek oluyorlardı. Bankalardan krediler verip, diğer Fetöcü ailelerin ve örgütün kendi bünyesinde yaptırdığı ticaret ağlarından network kurulması sağlanıyor. Böylece 15 Temmuz gecesine kadar her ticari alanda büyüyerek sınırsız sıcak para getirisi sağlandı. Fetö Terör Örgütü’nün ticari faaliyet kademesi üç aşamalıdır.
1- Belirttiğim üzere esnaf kısmı.
2- Bir üst aşama şirketleşmiş, kurumsal faaliyet alanına geçiş yapan elit kesimden gelip, beyaz ve mavi yakalıları bünyesinde barındıran kesimdir.
3- Holding olan patronlar kesimidir. En tehlikeli kesim de bunlardır. Parayı götüren Sefa‘yı süren tüm dünya ile ticaret yapıp, faaliyet gösteren Fetöcü iş insanı (Fetöcü iş adamları) ve uluslararası çevreleridir.

Fetö Terör Örgütü uluslararası alanda faaliyet gösteren Fetöcü iş insanı (Fetöcü iş adamları) finansal olarak bu kadar büyük bir kitleyi yönetmelerini ana nedeni de Yahudilerin sistemini çağırmaktadır. Şöyle ki Yahudi ırkı tarih boyunca hep yerlerinden sürülmüş dünyanın dört bir yanına dağılmışlardır. Bu da onlara dünya ticaretinin yönetilmesinin kapılarını açmıştır. Akrabalarıyla yaptıkları ziyaretler sırasında bulundukları ülkeler arasındaki ticareti yapılacak emtiaların farkına varıp, ve bu ticareti adeta sıfır risksiz yapmışlardır. Birbirlerine olan aidiyetlerinden dolayı sağlıklı net neticelenmiştir. İşte Fetöcü iş insanı (Fetöcü iş adamları) da aynı bu şekilde büyümüşlerdir. Örgütün dünyanın her yerine dağılan örgüt üyelerinin (Fetöcüler) aracılığı ile adeta dünya ticaretini network ağına kurmuşlardır. Örgüt bağından dolayı da normal kişinin karşılaşabileceği sorunları minimum derecede olmuştur. Bir de uluslararası sistemi yöneten güçlerin, nasıl ki sınırsız Yahudilere destek verdilerse, fetö terör örgütüne de aynı şekilde köstek olmayıp, destek olmuşlardır. Fetö Terör Örgütü mensupları da Yahudiler gibi nasıl ki Yahudiler yaptıkları her ticarette bulunduğu ülkede çok İsrail’e siyoniz’me vergi verdilerse Fetöcü iş adamları’da ülkemizden çok fetöye vergi verdiler. Hatta bazı Fetöcü iş insanı (Fetöcü iş adamları) tüm gelen parayı fetöye akıttılar. 15 Temmuz (hain darbe) gecesinden sonra kayyum atanan holdinglerde el üstünkörü bir göz bile gezdirmek bile yetmektedir. Ticari boyutun ne kadar büyük evrelere ulaştığının anlaşılması için yeterlidir. Bunun da madalyanın görünen yüzü olduğunu unutmamak lazımdır. Çok uzun yıllarca bu ulusal ve uluslararası ticaret getirisinin Fetö terör örgütü tarafından kullanılarak sınırsız para gücü ve Fetöcü iş insanı (Fetöcü iş adamları) ile kendilerine hareket alanı kurdular bu paranın miktarını hesaplamak imkansızdır. Ama bir devletin gayrisafi milli hafızasına eşdeğer seviyelerde olduğu aşikardır. Bir de Fetö Terör Örgütü’nün diğer terör örgütlerinden avantajı da sınırsız resmi ticaret yapılabilmeli ve gelen paraların da üst kesim ve bir alt kademesi hariç minimum derecede harcanması, herkes de örgütün parasını harcamak kullanmak yerine örgüte destek sağlama amacı vardır.
Hal böyle olunca da nasıl bir maddi gücü yönettiklerini anlamak zor olmasa gerek. Fetö Terör Örgütü’nün mali yapısının en büyük bir kısmını oluşturan ticaret alanı ile ilgili yapısının bir kısmı böyledir sadece çok özel bir ehil kişilerden ekip kurulup bu alanın çok iyi araştırılıp deşifre edilmesi lazımdır. Araştırma sırasında siyonizm ve Yahudilerin, meşhur 13 ailenin uluslararası sistemin parasını yöneten güçlerin sistem sistemler ile Fetö Terör Örgütü’nün sisteminin çok çok benzerlikler olduğunu bazılarının da bağlantılı olduğu tespit edilecektir.

Etiketler: FETÖCÜ İŞ ADAMI, FETÖNÜN TİCARİ YAPILANMASI, FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜNE HİZMET EDEN İŞ İNSANLARI (FETÖCÜ İŞ İNSANLARI), Fetöcü iş adamları, fetöcü iş insanları, fetö terör örgütü, uluslararası ticaret, fetöcüler, yahudi ırkı, network, hain darbe 

FETÖ (PYD) TERÖR ÖRGÜTÜ'NÜN SPOR CAMİASINI ELE GEÇİRME PROJESİ

FETÖ (PYD) TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN SPOR CAMİASINI ELE GEÇİRME PROJESİ

Fetö Terör Örgütü’nün Türkiye’de popüler olan ve halktan gelen her kesimin yapabileceği spor branşlarının hepsindeki futbolcuların dini aidiyetlerini kullanarak bir şekilde onlardan destek yardım Fetö Terör Örgütü’ne pasif üye olarak Fetöcü iş adamları ile katılımları sağlandı. Spor branşlarıyla ilgili devlet kurumlarına kendi Fetöcü iş insanı yerleştirdiler, özellikle spor kulüplerine kendi işadamlarının yönetici olmaları sağlandı. Esnaf kesimi ise üye ve kongre üyesi yaparak örgütlenme sağlandı yönetici olanlarla devlet kurumlarındaki militanlarla aktif olarak görüşüp spor camiasında yapmak istediklerini yaptılar. Özellikle futbol camiasında TFF ve diğer branşların resmi kurumlarında ele geçirilip sahte şike operasyonlarına imza attılar. Operasyonlar neticesinde kulüp yönetimleri komple ele geçirilip tamamen spor camiası Fetö Terör Örgütü’ne bağlandı. Hatta Fenerbahçe Spor Başkanı’nın yapılan şike operasyonundan sonra veciz bir sözü vardır. “Ne şikesi kardeşim ülke elden gidiyor.” Demiştir. Kimsenin söyleyemediği sözü söylemiştir. Türkiye’nin en büyük spor kulüplerinin yönetimini ele geçirmek futbol ekonomisini yönetmek camiaya gönül vermiş üst düzey kişilerle sürekli iletişimde olarak, taraftar gruplarından sempatizanlar devşirmek aynı zamanda Türkiye’nin en güçlü STK’ları olan futbol kulüplerinin ele geçirilip, her yönüyle konvoyu oluşturabilecek olan bu gücü hedefleri doğrultusunda kullanmak, diğer alanlara nazaran örgüt burada başarılı olamadı. Spor camiasının ileri gelen kesiminin eğitim ve ekonomileri ve çeşitli nedenlerden dolayı belli bir sosyal çevreden geldikleri içindir ki tam örgütlenip ele geçiremediler, netice itibari ile Fetö Spor Faaliyetlerinde örgütün amaçları doğrultusunda yıllarca eylemde bulundular. Başarılı oldukları da oldu hüsrana uğradıkları da.

Etiketler: FETÖ (PYD) TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN SPOR CAMİASINI ELE GEÇİRME PROJESİ, Fetö Terör Örgütü, şike operasyonu, fetöcü iş adamı, fetöcü iş insanı, devlet kurumları, spor camiası, futbol camiası, Fenerbahçe spor klübü, Türkiye

ORGANİZE SUÇ ÖRGÜTLERİ, MAFYA, YERALTI DÜNYASI, ÇETELER, ÇIKAR AMAÇLI SUÇ ÖRGÜTÜ MAFYA BABALARI, MAFYA GRUPLARI, İLLEGAL SUİKAST TİMLERİNİN FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ’NDEKİ BAĞLARI

ORGANİZE SUÇ ÖRGÜTLERİ, MAFYA, YERALTI DÜNYASI, ÇETELER, ÇIKAR AMAÇLI SUÇ ÖRGÜTÜ MAFYA BABALARI, MAFYA GRUPLARI, İLLEGAL SUİKAST TİMLERİNİN FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ’NDEKİ BAĞLARI

Fetö (PYD) Terör örgütünün siyasi terör örgütleri dışında kalan ( organize suç örgütleri, mafya grupları, yeraltı dünyası, çeteler, çıkar amaçlı suç örgütleri, mafya babaları, illegal suikast timleri) yer dünyasıyla ilgili bağlantıları yeri geldiği zaman siyasi bağlantı olmadan Türkiye’nin gündemini belirleyici siyaseti ve siyasi dosyaları etkileyebilecek suikast girişimlerinde bulunduğu organize suç örgütleri, mafya grupları, illegal yapılar kime neye hizmet ettiğini bilmeden her eylemi yaptırabilecekleri kullanıma elverişli mafya tetikçilerinin buldukları yerdir suç dünyası… Şu da unutulmamalıdır ki kayıt dışı ekonominin ana damarıdır suç dünyası. Örgütte olan parada fazla önemi olmasa da ama militanrıları için çok büyük bir posta sektörüdür, yeraltı dünyası öncelikle bilinmesi gereken bir şey daha Fetö Terör Örgütü’nün suç dünyası ile ilişkili olduğu çok uzun yıllar boyunca hiç bilinmedi. Aksine tamamen karşı oldukları biliniyordu. Örgüt mensuplarının ve sempatizanlarının çoğu bile böyle bilmekteydi. Ama gerçek çok farklıydı. tipik fetö taktiği bu alanda da kendini gösterdi. İnsanlar gerçeği anlayana kadar, geçmiş olsun her şey bitmiş oluyordu. Suç dünyasını iki aşamalı olarak belirtmek gerekir. Birincisi siyasetin ülke gündeminin suç dünyasıyla nasıl etkilenlendirilip, dizayn edildiği. Örneğin Hrant Dink Suikasti işlendiği andan itibaren Türkiye gündemine oturan siyasi otoriteye etkisi ve devletteki sonuçları çok iyi bilinmesi gerekir. O dönemi yaşayan bu makamdaki ve bürokrasideki kişilerin gerçekten yaşananları anlatırlarsa gerçekler anlaşılır. 17 yaşında neyi niçin yaptığını kime hizmet ettiğini bile bilmeyen bir çocuğa İstanbul’un göbeğinde siyasi cinayet işletenler suç dünyasından kullandıkları kişilerle bunları yaptırdılar bunun gibi bilinen bilinmeyen ne cinayetler işlendi. Kimlere ne mesajlar verildi, özel mesajlar içeren ne eylemler yaptırdılar ve Hrant Dink Suikasti’nde olduğu gibi kimsede bunlarla yani Fetöcüler’le ilişkilendirmedi. O dönem kaç kişi diyebilirdi ki Fetöcü’lerin parmağının olduğunu aksine, bunlarla mücadele ediyorlar diye bilinmekteydi. FETÖ’nün suç dünyasındaki ikinci ilişkisi ise çeteler, organize suç örgütleri, uluslararası uyuşturucu baronlarına verdikleri gizli dokunulmazlık zırhıdır. Şöyle ki özel yetkili savcıların haber alma elemanı diye sisteme kaydettirilip, kendi mallarını yakalatıp, devlete çalışıyor dedikleri baronlar aslında özgürce uluslararası uyuşturucu ticareti yapılmasını sağladılar. Fetöcü’lerden özel kurulmuş polis ve jandarma ekiplerinin bu baronlarla yaptığı işbirliği neticesinde, yakaladıkları uyuşturucunun kendi adamlarından ihbarcı göstererek yakalanan malın değeri üzerinden aldıkları ikramiyenin meblağları çok yüksek derecelerdedir. Ayrıca süsleme haber alma elemanı olarak kaydettirmedikleri kişilerin veya kayıtlı kişilerin olsun besledikleri çetelerin, mafyaların, suç örgütlerinin ve yeraltı dünyasına mensup kişilerin rakiplerini de piyasadan temizleyerek hem kendi adamlarına hareket alanı, hem de rant alanlarını genişlettiler. Hem de halka devlete hizmet ediyoruz, kılıflarını cila çektiler algısal olarak… Fetö (PYD) Terör Örgütü’nün suç dünyasında yaptıklarının bir kısmı belirttiğim gibidir. Bu örneklerden yola çıkarak sayısızca yaptıkları suikastleri tahmin etmek zor olmasa gerekir.

Değerli “Fikir Klübü” okuyucularımız Fetö Terör Örgütü’nün yapısının ve yaptıklarının faaliyet alanlarının bir kısmını kaleme aldığım bu yazımda dinimiz, halkımız, vatanımız, devletimiz ve tüm Müslüman ülkelerde (Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Fas, Irak, Cibuti, Katar, Kuveyt, Libya, Lübnan, Mısır, Moritanya, Somali, Sudan, Suriye, Suudi Arabistan, Tunus, Türkiye, Umman, Ürdün, Yemen Arap Cumhuriyeti ve Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti.) halklar için oynanan oyunların kurucularının ve yapılarının ne boyutlarda olduğunun içimizden kimleri devşirip kullandıklarını bir nebze de olsa yazmaya çalıştım, bunların farkında olarak, geleceğimizi inşa etmemiz lazımdır, bunu başarmak için yapılması gereken ise en başta eğitim, bilim ve diğer parametrelerin en iyi şekilde kullanılıp, yeni nesiller yetiştirilmelidir. Yoksa uşakların isimleri yapıları değişir, bugün Fetö ve Işid var, yarın bir başka örgüt yine bize yapmak istediklerini yaparlarsa sonuç yine aynı olacak son olarak İslam ümmeti için kurulması elzem olan ehl-i sünnet ışığında siyaset üstü bir hilafet makamının kurulması şarttır. Şöyle ki: dinimize sokulmaya çalışılan bidatların Işid, Fetö ve diğer saygısızca kurulan örgütlerin dinimizi kullanarak insanların dini inançlarını aidiyetlerini sömürüp kullanmalarının önüne geçmek için doğru İslam’ı anlatıp İslam Birliği’nin sağlanması için bu makam şarttır. Tüm İslam ülkelerindeki gerçek alim zatlar bir araya getirilip bir şura kurularak aynı zamanda beraber yönetilen sistemli yapı kurulacak, tamamen siyaset dışı olup sadece dini emirleri hak olarak söyleyip bağımsız bir şekilde İslam’a hizmet edip, bu iblislere de fırsat vermeyecektir. Bu konu başlı başına bir makale ve akademik çalışma konusu olduğundan dolayı kısaca değinmek istedim. Tüm “Fikir Klübü” okuyucularına saygı ve sevgilerimle.

 

Emrah Sağlık              

www.musabyasiozen.com.tr

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Necip Fazıl

NECİP FAZIL

NECİP FAZIL

Yaşadığımız zamanlar, sonrası ve öncesi… Geçmiş ve gelecek… Şimdi bulunduğumuz anları anlıyoruz, biliyoruz az çok. Ama öncesini bilemiyoruz. Sadece tahminlerimiz var. Bu yüzden geçmiş ve gelecek arasındaki köprülerden faydalanmamız, onların yaşadıklarından ders almamız ve Fikirlerini gelecek için değerlendirmemiz lazım. Hiç kuşkusuz ki en güvenilir ve zamanına göre en dayanıklı köprülerden biri Necip Fazıl Kısakürek’tir.

Yaşadığı zamandan günümüze ışık tutmuştur sanki ve bugünlerde ne olacağının tahmin ve tahlilini o zamanlardan yapmıştır. Şiirlerin‘de ahir Zaman fitnelerini ve ahlak yoksunluğu kinayeli anlatımla dile getirmiştir. Hiç kuşkusuz “iğreniyorum” adlı yazısında yine memleketin o zamanki halinden bahsetmiş ve bize geçmişteki insanlarında gerçek yüzünü göstermiştir. Derinlemesine bakacak, inceleyecek olursak eğer, şimdiki zaman insanlarının o zamandan farkının olmadığını görürüz. Her yılda “ Görmedim, duymadım, bilmiyorum” u oynayan insanlar olduğunu fark ederiz.
Necip Fazıl bu yazısında diyor ki : “Gördüğü şeyi nasıl görebildiğini izahtan acizken gözüyle görmediği için Allah’ı inkar eden maddeciden iğreniyorum!” Her kelimesine, her cümlesine ayrı anlamlar yükleyen Necip Fazıl yine anlatmış işte sapıtmışların biz inananlar gözünde nasıl olduklarını. Tutarsız davranışlar sergileyip maddeci tavırlarıyla maddeyi de ispat edemiyorlar. “ Ağlayamam, anlayamam, içini kanatamayan, yumruğunu sıkamayan, insandan… İğreniyorum” diyor Necip Fazıl. Duygularını gerçek anlamda yaşamayan ve bir nevi iki yüzlü insanlardan, içine ise dışı olduğundan farklı durandan iğreniyor.

Zamanımızda da böyle değil midir bu? İçi farklı dışı farklı. Kalbi kinle kinle, şefkatle dolu ama bunu yine insanlara yansıtamıyorsa gönül evinde sorun var demektir. Gönül evini temizlemeden misafir çağıramazsın. Öyle basit ve üzerinde düşünülmeyesi konular değil bunlar. Necip Fazıl’ki en duru en pak şekilde anlatmış insanların iç dünyasını. Aslında bütün insanlığın görüş ve düşüncelerini kelimelere çok iyi aktarmış ustaca kullanmış ve arkasından gelen çıraklara son derece başarılı, güçlü bir Önder olmuştur.

Biz ki yarım sayfalık bir sayfalık yazılarla Necip Fazıl’ı anlatamayız, asla onun kadar usta olamayız ama çırağı olmak son derece onur ve gurur meselesidir. Necip Fazıl’ın ne söylediklerini, ne anlatmak istediklerini tek bir kişi anlatamaz tahlil Edip sentezleyemez. O yüzden Necip Fazıl’ı kendi dilinden dinlemeli, kendi dilinden okumalıyız. İyi ki Necip Fazıl Kısakürek üstadımızın çırağıyız vesselam.

 

Musab Yasir Özen 

www.musabyasirozen.com.tr

Abdülaziz Çekirge

NECİP FAZIL KISAKÜREK / Abdülaziz Çekirge

NECİP FAZIL KISAKÜREK

Abdülaziz Çekirge

Yaşadığımız zamanlar, sonrası ve öncesi… Geçmiş ve gelecek… Şimdi bulunduğumuz anları anlıyoruz. Biliyoruz az çok. Ama öncesini bilemiyoruz. Sadece tahminlerimiz var. Bu yüzden geçmiş ve gelecek arasındaki köprülerden faydalanmamız, onların yaşadıklarından ders almamız ve fikirlerini gelecek için değerlendirmemiz lazım. Hiç kuşkusuz ki en güvenilir ve zamanına göre en dayanıklı köprülerden biri Necip Fazıl Kısakürek tir. Yaşadığı zamandan günümüze ışık tutmuştur, sanki ve bu günlerde ne olacağının tahmin ve tahlilini o zamanlardan yapmıştır. Şiirlerin de ahir zaman fitnelerini ve ahlak yoksunluğu kinayeli anlatımla dile getirmiştir. Hiç kuşkusuz “iğreniyorum“ adlı yazısında yine memleketin o zamanki halinden bahsetmiş ve bize geçmişteki insanların da gerçek yüzünü göstermiştir. Derinlemesine bakacak, inceleyecek olursak eğer, şimdiki zaman insanlarının o zamandan farkının olmadığını görürüz. Her yılda  “görmedim, duymadım, bilmiyorum“ u oynayan insanlar olduğunu fark ederiz. Necip Fazıl bu yazısında diyor ki: “gördüğü şeyi nasıl görebildiğini izahtan acizken gözüyle görmediği için Allah’ı inkar eden maddeciden iğreniyorum” Her kelimesine, her cümlesine ayrı anlamlar yükleyen Necip Fazıl yine anlatmış işte sapıtmışların biz inananlar gözünde nasıl olduklarını. Tutarsız davranışlar sergileyip maddeci tavırlarıyla maddeyi de ispat edemiyorlar. “ Ağlayamam, anlayamam, içini kanatmayan, yumruğunu sıkmayan insandan… İğreniyorum” diyor Necip Fazıl. Duyguların gerçek anlamda yaşamayan ve bir nevi iki yüzlü insanlardan içine ise dışı olduğundan farklı durandan iğreniyorum.

Zamanımızda da böyle değil midir bu? İçi farklı farklı dışı farklı. Kalbi kinli, nefretle dolu ama bunu insanlara yansıtamıyor: kalbi sevgi ve şefkatle dolu ama bunu yine insanlara yansıtıyorsa gönül evinde sorun var demektir. Gönül evini temizlemeden misafir çağıramazsın. Öyle basit ve üzerinde düşünülmesi konular değil bunlar. Necip Fazıl ki En duru en pak şekilde anlatmış insanların iç dünyasını. Aslında bütün insanlığın görüş ve düşüncelerini kelimelere çok iyi aktarmış ustaca kullanmış ve arkasından gelen çıraklara son derece başarılı, güçlü bir önder olmuştur. Biz ki yarım sayfalık bir sayfalık yazılarla Necip Fazıl’ı anlatamayız, asla onun kadar usta olamayız ama çağı olmak için son derece onur ve gurur meselesidir. Necip Fazıl’ın ne söylediklerini, ne anlatmak istediklerini tek bir kişi anlatamaz tahlil Edip sentezleyemez. O yüzden Necip Fazıl’ı kendi dilinden dinlemeli, kendi dilinden okumalıyız. İyi ki Necip Fazıl Kısakürek üstadımızın çırağıyız vesselam.

 

 

Abdülaziz Çekirge          

www.musabyasirozen.com.tr

SOSYAL DEVLET ANLAYIŞI UĞUR GÜVEN

SOSYAL DEVLET ANLAYIŞI

İnsanlar zaman, zaman değişim gösterip büyük depresifler geçirebilir. Ruhen daralmalar, fiziksel yapıların değişmesi, çeşitli organ zararları geçirebiliyor… Sosyolojik erezyonlar içerisinde boğuşup Halet-i Ruhi’ye Ruh hali parçalanması dağılma sürecine girebiliyorlar. Dünya düzenine zarar, doğaya zarar, doğada yaşayan tüm canlılara zarar veren düzen tekrardan canlının elinden oluşabiliyor. Optimal bir dengesi olmayan insan çoğu zaman istenmedik cinnetler geçirebiliyor. Bu maksat ile daha kötüsü, insan ölümleri, cinayetler, farklı suç unsurları oluşabiliyor. Fakat bu tür durumların olmaması adına, sosyolojik refah, insanlık adına bütün güzel kuralların insanlık hizmetine koyulması şarttır. Ekonomik bağımsızlık, eğitim seviyesi, sosyal devlet anlayışlarının bir mozaik gibi insan hizmetine sunulması şarttır. Eğer ki bu durumların heyecanı insanların ferasetine empoze edilirse her şeyin kıymetli ve kıymete değer olduğunu fark edebiliriz.

Sosyal devlet anlayışında tüm vatandaşlarına daha refah ve geleceğe dayalı bir zemin hazırlaması, yeni reform zenginliği oluşturması mübah ve kesindir. Gelişim tesisleri, eğitim seviyesinin hızlı bir şekilde artması adına tesisler, spor, müzik, tiyatro insanların mutlu olması adına her şey. Sosyal devlet anlayışına ve modeline uygun Olmayan sistem her zaman yıkıcı ve suç oranlarının daha fazla nüks etmesi demektir.

SOSYAL DEVLET ANLAYIŞI UĞUR GÜVEN

Kendi yaşadığımız şehir, ortam, insan psikolojisi ne fark edildiği bir dönemi yaşıyoruz. Cezalandırma sisteminin daha ağır şartlarda olduğu, ruh ve Sinir odalarının bayağı fazlalaşması, amatemlerin, Uyuşturucu bağımlılığına yönelik özel hastaneler çoğalması durumun ne derece vahim olduğunun en büyük göstergesi bizlere. İnsan toplum ”ortam“ içinde yaşadığından kendisine benzer ve kendisi gibi hassas kişilerle sarılmış bulunmaktadır. Daralmış bir ruh, lal olmuş bir dil, benzi benzi solmuş bir ten… Ya da mutlu yüz, neşeli bir hayat, pekala sevgi dolu bir tutku. Dedik ya insan kendisine benzer, ve kendisi gibi hassas kişilerle sarılmış bulunmaktadır. İşte tam da bu minvalde sosyal devlet anlayışına ya da modelini çok ihtiyaç olduğu radikaldir. Aslında biraz örnek verici durumlardan konu ele alırsak, mesela cezaevleri bireylerin suç işleyip girdikleri sözüm ona ıslah kampları maalesef ki psikolojik olarak daha da yıpratıcı durumlar mevcut. Sosyal devlet anlayışında her yerde yani Islah kamplarında sosyal faaliyetlerin yoğun olması ve her bireyin yaptığı suç şekline göre konferanslar yapılması, birebir psikologlar tarafından tedavi edilmesi şarttır.Fakat benim de geçmişte yaşadığım cezaevi pratiğinde gözlemlediğim ve içinde bulunduğumuz ortamın ihtiyaç duyduğu hiçbir faaliyetin olmaması daha da psikiyatrist durumların çoğalmasına sebeptir.

Sosyal devlet anlayışında hiçbir mevkii, coğrafya, bölge gözetilmeksizin sosyal devlet anlayışına göre avrupayi sitili uygun olması Islâh-i durumların hem ailesel, ortamsal, toplumsal olgularla dolanması lazım. Hem mahkumiyetler adına hem de sosyolojik olarak rahatlamalar olacaktır. Bilindiği üzere dünyanın var olmasının temel taşı insandır. Fakat yıpranmasının bilakis temel taşı tekrardan insandır. Bilinçlendirme sempozyumların olmamayışı yeni bir toplum modelinin düşünülmeye işi koskocaman bir gaflettir. Sonrasında dışarı adaptasyonlar ekonomik olarak iş imkanları fırsatları arzu edilmelidir. Sosyal devlet anlayışında yaşlı bakım evlerinin modern hizmetlerle donanması, sağlık hastanelerinin halka daha iyi hizmet vermesi adına bilinçli temeller hazırlanması. Zanaat, sanat üzerinde yeni yaratımlar oluşturulmalı.

SOSYAL DEVLET ANLAYIŞI UĞUR GÜVEN

Aslına karar verilirse kişiler düşebilir, hatalar yapabilir farklı depresif nedenler sonucunda hayata küsebilir fakat, sosyal devlet modeli her zaman bu tür durumlara karşılık alternatifler yaratması lazım. Topluma adapte etme maratonu Stiller oluşturulması lazım… Sanat okullarında her zamanki oluşum karakteri oturtmaktadır… Hastanedeki oluşum sağlığa, edebiyat gramerindeki gibi ebedi düşünceleri daha şeffaf hale getirmek için toplumdaki algıları da nazik, daha saygı ve sevgi bağına ulaşmakta an meselesi hedefi olmalı. Aslında konunun ne kadar basit ve keyifli olma durumunun kolektif bir biçimde köy meclisleri, mahalle meclisleri, ilçe ve il meclisleri kurulmalı köy kendi içerisindeki sorunları mahalle kendi bulunduğu sokağı ve caddeyi tartışıp ilçe meclislerine yollayıp daha şeffaf ve daha da basit sorunları bir arada güvenli ve kolektif tartışmalarla Sonuçlara götürebilir. Burada aslında kaba kuvvet bir anlayış değil hiyerarşi oluşumu değil daha çok yatay bir feraseti baz alıp sorunların daha az düşünüp oluşacak suç oranlarının daha da gözle görülür bir şekilde düşüneceğini görebiliriz, fakat çoğu zaman bu tür komisyonların olmayışı, Çok hızlı surette suç oranı fazla oluşu kaçınılmaz oluyor. Sıkı bir denetim mekanizması maddi ve manevi yasalar koyulmalı, kültür hareketliliği oluşturmaları köy, mahalle anfileri kurulmalı. Sevgi ve saygı bağını oluşturacak her şey, ahlak ve din ilişkileri örtüşmeli ve serpiştirinmeli bu şekilde kollektif her zaman huzuru ve refahı getirmekte, insanların birbirlerini sevme fırsatı daha çok oluyor. Suç oranlarının daha da minimuma düşmesi görülür. Maddi manevi bağlılık ve sadakat daha da güçleniyor kaba kuvvetlerin bitişi birbirlerine tahammüllülükte gülümsemelerine fırsat veriyor. Üzüntülerin çok az’a, mutlulukların yüz mimiklerine vurumu ruhen rahatlamalar insanların birbirlerine çok azimli bir şekilde yardım kapılarını açmalarını Kişiler arasındaki, diyalogların sabırlı olması herzaman mükemmelliğe götürür.

Bu minvalde yürütülen tüm anlayışlar kollektif fikirler sosyal devlet anlayışının anayasasıdır. İngiltere modelinde stres artık iş kazası olarak kabul edilmektedir, çalışanın üzerinde gereksiz stres oluşturur ve zarar veren işveren yüksek tazminatlar ödemek tedir. Toplumsal depresyon kişisel depresyon, insanların Bireylerin kendini yetersiz ve değersiz görmesi kötü hissetmesi zaman zaman herkes için geçerlidir, bu bir suç ya da zayıflık değildir. Bu duygular toplumsal, ya da bireysel depresyonla dönüşmezse büyük bir yardım ile rahatlatabilir rehabilite edilebilir.

Sosyal devlet her zaman kendi toplum menfaatini gözler, sevgiyi saygıyı aşılar topluma bireye mükemmel bir ayna olma rolünü isyan eder. Bu temenni ile daha güzel yarınlarla başarılı sosyal devlet ümidi ile toplumsal refah modeli oluşturma arzusu ve içtenliğiyle…

Uğur Güven 

www.musabyasirozen.com.tr

İSLAMİ DÜŞÜNCE TARİHİ

İSLAMİ DÜŞÜNCE TARİHİ

İslami düşünce tarihi konusunda kaleme alınmış geleneksel çalışmalara baktığımızda bir. İlgimizi ve dikkatimizi çekti. Gerek Müslüman yazarlığın gerekse Müsteşriklerin çalışmalarında, İslam düşüncesi hakkında nedense başka alanlarda rastlamadığımız garip bir paralellik vardı. İslam düşünce tarihi adlı eserin hemen tümü hep aynı düşünür. Bilgin ve yazarları zikr ediyorlar. Örneğin bu çalışmalarda geleneksel olarak, Gazzali, Farabi, Kindi, İbni Sina ve İbni Arabi her zaman ve her fırsatta yer alırlar. Onlar adeta tartışmasız İslam düşünürleridirler.

İslami Düşünce Tarihi” ile ilgili eserlerde Ebu Hanife’yi İmam Safii’yi, Ahmed bin Hanbel’i kolay kolay göremezsiniz. O kadar ketumdur ki söz konusu eserler bu hususta, artık bu zaatların birer İslam düşünürü olmadıklarına karar verirsiniz. Belli ki epeyce eski zamanlardan beri zihinlerde tarafgir imajlar oluşmuştur. Kim tarafından hangi tarihte yapıldığı bilinmeyen, ancak belki biraz tahmin edilebilen bir dönemden beri, vahim sonuçlar Doğurması düşünülmeden, çok yanlış sınıflandırmalar ortaya konmuştur. Özellikle İslam söz konusu ise, falan zat fakihtir, filan zat tarihçi, bir diğeri de düşünürdür, biçiminde bir sınıflandırma esastan batıl bir sınıflandırmadır. Bu septik ve parçacı bölünme ci mantık İslami bir esas üzerine oturmuyor. Sözgelimi yapılan sınıflandırmalarda başkalarına göre meseleyi biraz daha fazla bilen Müslümanı fakih, tarihçi yahut düşünür yapan kriter neydi acaba? Ve böyle bir kriter varsa, onu kim, neye dayanarak koymuştur? Numan Bin Sabit yani Ebu Hanife bir çok Müslümanın ittifakıyla dini üzerinde cidden kafa ve kalbini yormuş, yetkin, bir bilim ve düşünce adamıdır. Ne var ki halkın nazarında bir kötü Şablon onu düşünür olmakta çıkarmış, mezhep imamlığına güya tarif ettirmiştir. Aslında onlar belki bilmeden Ebu Hanife’yi Bir kez de kendisinden sonra gelen insanlar nezdinde gizemli bir kutsiyetin belirsiz bir karanlığına mahkum etmişlerdir.

DÜŞÜNCE

Yine söz konusu ettiğimiz o bilinmeyen çevreler tarafından İslami düşünce tarihlerini adı kaydedilenler, ilginçtir, çok defa Müslümanlık anlayışları tartışma götüren bilim ve düşünce adamlarıdır. Birçoklarınca İslam’ın ona caddesinden sapmakla suçlanmış kim varsa İslam düşünürü diye ortaya atılmış ya da attırılmıştır. Kim varsa ki kendini bile beğenmeyip yapıp ettiklerinden pişmanlık duyan, kim varsa ki zaman zaman tekfir bile edilen, onu İslam düşüncesi kitaplarında görmeniz mümkündür. Hayatı zikzaksız, örnek bir İslam yaşantısı olan düzgün insanlar ise ya fakih ya Sanatçı ya da mahpus luğa hak kazanmıştır. Anlaşılan o ki İslam dünyasında düşüncelerin kaderi maalesef hep Zıtlık, aykırılık, sapma ve dışlanmalarla vasıflandırıla gelmiştir. Sonuçta iki türlü yanlış bizi çepeçevre kuşatmıştır. Birisinde düşünenlerin hepsi yapanlar olduğu Zehabı sinelere yerleşmiştir. İkincisi de sahici düşünenler düşünce tarihi kitaplarında bu gösterememiş ve Müslümanlar tarihlerini, kendilerinden önce yaşama deneyimleri olanları, çok yeri yanlış tanımışlardır. İnsanları benzer yanılgılara sürükleyen nedenler açıktır aslında. İslam vahye dayalı bir dindir ve kaynağı ilahidir. Onun karşısındaki dinler, ya Beşer’in kendi elleriyle bozduğu ilahi Din’in önceki mesajlarıdır-ki onları beşer eli değdirerek beşerileştirmişlerdir. Şimdiki isevilik, Musevilik gibi yahut köken itibari ile de beşeri olan türlü teoriler, felsefeler, insanları etkileyen ve itikat etmelerini sağlayan doktrinlerdir. Siyasal doktrinler olarak demokrasi, teokrosi, ekonomik yönü ağırlıklı doktrinler olarakta ulusçuluk, devletçilik ve benzerleri sayılabilir.

Birileri tarafından, anlaşılan o ki, İslam vahye dayalı bir din olduğundan onun bağlılarının, vahiy varken bir doktrin, bir düşünce üretemeyecekleri yahut üretmemeleri gerektiği gibi bir izlenim yayılmıştır. Eğer vahyin kendisi bir doktrin, bir fikir olsaydı belki böylesi bir izlenimin uyanması  haklı sayılabilirdi. Ancak unutulan nokta, ilahi vahyin, insanın doktrin üreten dimağına, daha çok doktrin üretmesine teşvik hatta emretmek için gönderildiğidir.  Batıda din, beşeri dünya görüşlerine dayalı olabilir. İslam’ın ise bu kavgada, bu çekişme de en ufak bir dahli yoktur. Müslüman din’i alternatif üretmek için düşünmez. Ya da düşünmek her seferinde din’e alternatif üretmek için yapılan bir iş midir? Öyle sanıyoruz ki bu yanlış zahap İslam düşünce tarihi kitapları çoğunlukla aykırı, Vahye zıt düşünceleri öne çıkan bilgin ve düşünürlerin alınmasında önemli ölçüde rol oynamıştır. Düşünürler aykırı fikirleri olanlar, diğerleri ise fakih, tarihçi… Vb…

Yanlış algıların, derinliksiz ve İslam dışı kaynaklardan etkilenen zihniyetin tez elden Müslüman fertlerin zihinlerinden silinmesi gerekir kanısındayız. Çünkü biz Müslümanlar biliriz ki aklımızı da vahyi de bize nimet olarak İhsan eden yüce Rabbimizdir. O aklımızla ( akleden kalple) Ortaya koyabileceğimiz bir doktrin vahiy yoluyla yeniden bize niçin göndersin ki? Vahyin bize ulaştığı, gaybi hakikat düşünerek üstesinden gelinemeyecek alanlara ait haber, bilgi ve tekliflerde. Vahyin bize taşıyıp getirdiği kimi tarihi belgeler, gaybi bilgiler ve kimi yargılar düşünen kalbimize dönük ibretlerle doludur. İnsan, düşünerek, bu belge ve bilgilerin hiçbirisini, kendi gücüyle, ilahi vahiy de mevcut olduğu doğruluk ve isabetlilikte asla saptayamazdı. Çünkü insan düşünme mekanizmasının bunları elde edecek verileri ve gücü yoktur. Düşünmenin faaliyeti, yetki ve güç alanının dışında vahiy yoluyla bize gelen ek nimet ve rahmet, aynı zamanda akıl etme işinin de işleyiş biçiminin rehberliğini yapacaktır. En azından Müslüman zihinler şu paradoksu çözmüş olmalıdır: Akıllarımızın tümü bir araya gelse aklımız gibi bir aklı var edemeyecektir. Bize ayrıca vahiy yoluyla ulaştırılan goybi bilgilerin en yakın tarihlisini ve en kolayını bile yaratamayacağı gibi, vahiy üslubun bir benzerini var edemezler. Öyleyse başkalarının yönlendirmelerine kanarak Müslümanlar aklı vahyin rakibi görmekten vazgeçmeliler. Kaldı ki vahyin karşısında doktrin üretenler, Vahye rakip öğretileri salt beşeri düşünceyle ortaya koyduklarını sananlar ne kadar akıllıdırlar ve vahiy düzleminin yada düzeyinin hangi noktasına kadar ulaşmışlardır.

Akıl ( isim olan değil fiil yani kalbin akletme işi) Özellikle kendisi gibi Allahın bir başka nimeti olan vahiy karşısında onu anlamak için gerekli ve zaruri bir kudrettir, cevherdir. Ve düşüncenin asıl fonksiyonu, faaliyeti, vahye ulaştıktan sonra başlar, böylece istikamet kazanır. Müslümanlar inanırlar ki düşünmek bizatihi vahyin yoluyla gelen bize hatırlattığı ( bir düşünme biçimi olarak zikir) ve emrettiği bir hadisedir. Değil mi ki vahyin taşıdığı haberler, bireysel ve toplumsal yaşamımızı düzenlememiz, Dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmada bize rehberlik etmektedir. O zaman akıl baliğ olur olmaz, yapmaya başlayacağımız ilk iş, İlahi Vahyin tilavet olunan ve olunmayan bütün şubeleri üzerinde düşünmektir. İlk ve acil sorumluluğumuz budur. Müslümanın düşünme faaliyeti ilkin vahiy üzerinde başlar. Müslüman düşünür olarak hatırla ilk gelmesi gerekenler, vahyi yanlış anlayan ve yanlış yorumlayanlar, ona aykırılık edenler değil, belki vahiy üzerinde kalbini ve zihnini yoran fakihler ve Müfessirler olmalıydı. Oysa bir çok İslam düşünce tarihi kitabı fakihleri ve müfessirleri kapsamlarına almamıştır.Müslüman olmayanlar düşünür diye genellikle filozoflarını zikrederler. Filozoflar sa geleneksel olarak birbirlerini geliştirmişlerdir. Ekoller böylece doğmuştur. Yani onların boşa özellikleri birbirlerine aykırılıklarıdır. Birbirlerine aykırı fikirler imal edenler ancak filozof olmaya hak kazanırlar. Bundan daha doğal bir sonuç olamazdı çünkü hiçbir beşerin salt düşüncesi ilelebet müstakim kalacak, herkese doğru gelecek, herkesin onaylayabilirceği bir sözü, bir bilgiyi, bir iddiayı ortaya koyamazdı. Felsefenin karakteridir aykırılık. Felsefe geleneğinin Müslüman düşünce tarihçilerini etkilediği, felsefenin karakterlerine baktığımızda açıkça ortadadır. Anlaşılan Müslümanlar da kendi işlerinden yetişen filozofları yahut filozof gibi düşünce üretenleri düşünür sayma eğilimindedirler.Gönül isterdi ki “İslam düşünce tarihi” yerine sözünü ettiğimiz çalışmalar, Müslüman filozoflar tarihi diye adlandırılırsaydı. Yeniden bir İslam düşünce tarihi yazılsa elbet yalnızca fakihlerle müfessirleri sıralasın istemiyoruz. Üstelik ille de böyle bir çalışma yapma amacı ve iddaamız da yok. Amacımız, düşüncenin İslam dünyasında neden hep aykırılıkları ad olduğu ve neden hep ikinci üçüncü dereceden değeri haiz kılındığının araştırılmasıdır. Ve akıl ile kalbi tevhit etmiş Müslüman düşünceler kuşağının bir neferi olmak, bu imajını güçlendirmektir. Yoksa İslam düşünce tarihinde fakihler ve Müfessirler kadar vahye müşterid Fikir imal eden her mümin kalemini ilahi vahyin uğurun da kullansın her yazar, sanatını vahye aykırı olmayan alanlarda sürdüren her sanatçı peşinen kendisine bir yer edinmiş demektir.  Hatta Müslüman da olsalar, filozoflar bunun aksine İslamdan, İslami alandan uzaklaştıkları nispette İslam düşünce tarihinin belkide aykırı malzemesi olarak anılmalıdır.

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

ZEKA

ZEKA

İnsanın entelektüel yeteneği kadar gurur duyduğu bir şey yoktur, çünkü hayvan dünyasında ona hakim konumu veren şey bu yeteneğidir. Birisinden bu bakımdan kesinlikle üstün olduğumuzu, o kişinin başkalarının görmesini sağlamanız son derece düşüncesizce bir harekettir… Bundan dolayı mevki ve zenginlik toplumda her zaman farklı davranılmayı sağlarken entelektüel kapasitenin asla bekleyemeceği bir şeydir bu. Gözardı edilmek ona gösterilecek en büyük lütuftur; Eğer insanlar olurda fark ederlerse, fark etmelerinin nedeni bunu küstahlık olarak görmeleri veya sahibinin sahip olmaya hakkı olmadığı ve gururlandığı bir şey olarak görmeleridir; Bu davranışın intikamı olarak insanlar o kişiyi başka bir şekilde aşağılamaya çalışırlar, eğer bunu yapmak için beklerlerse bu yalnızca uygun bir fırsatın doğması içindir. Kişi tavırlarından olabildiğince mütevazi olabilir, ama insanlar onun kendilerinden zekalıca üstün olması suçunu ender olarak görmezden gelirler. Gül bahçesinde Sadi şu yorumda bulunur; “Aptal insanların akıllılarla birlikte olma isteksizliği, akıllıların Aptallarla birlikte olma isteksizliğinden yüz katı daha fazladır.”

Öte yandan aptal olmak gerçekten tavsiye edilir. Çünkü tıpkı sıcaklığı vücut için hoş olması gibi üstün olduğunu bilmek de zihin için güzel bir şeydir; İnsan kendisini bu duyguyu verecek birini arar, tıpkı ısınmak istediğinde içgüdüsel olarak şömine yaklaşması veya güneşe çıkması gibi. Ama bu, üstünlüğü yüzünden kendisinden hoşlanılmayancağı anlamına gelmektedir; Eğer bir insan kendisinden hoşlanılmasını istiyorsa zeka konusunda gerçekten aşağı düzeyde olmalıdır.

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

Türkiye'de Irk Sorunu

Irkçılık

Irk Kelime kökeni çok çeşitli olarak kullanılmakla beraber biz İnsan oğlunun zihninde aynı kavmi, soydan gelen toplumun birden Ten’sel (siyah-beyaz) Birbirine benzeyen topluluklar için kullanırız. Tabii ki daha da çeşitlendirenler var. ırk veya ırkçılık insan oğlunun varoluşundan günümüze kadar gelmiş en vebalı ve bulaşıcı hastalıklardan bir tanesidir. Son yüzyıllarda her ne kadar gelişmiş ya da demokrasisi gelişmiş bazı toplum ve ülkelerde sık rastlanmasa da aslında kanser hastalığı gibi insan oğlunda bitmeyen bir hastalığa dönüşmüş bulunmaktadır. Kendimce ırkçılık insan oğlunun ilk yaratılışı ile başlamış öyle ki yüce Allah bütün insanlığın babası Hazreti Adem’i topraktan yaratırken, ondan önce yaratılmış olan bütün meleklere ve cinlere Hazreti Adem’e secde etmelerini emretmiş. Fakat kendisinin ateşten yaratıldığını ve bu yüzden kibir yapıp kendisini daha üstün gören şeytan (İblis) secde etmeyi Allah’ın emrine karşı gelip lanetlenmiştir. Bu kıssadan bile anlaşılıyor ki ırkçılık çok kötü ve tehlikeli olur sonu lanetlenmedir.

Halbuki yüce Allah (cc) İnsanı “eşref-i mahluk” Olarak yaratmış ve hikmet gereği kavimlere, kabileleri ve farklı Tende yaratıp birbirinden ayırarak birbirleriyle daha iyi ilişki, ticaret, birbirlerini tanıma vb.Bir şekilde hayatın devamını sağlamıştır. ( Kuran’i şuura mensup her insanın hadiseye böyle bakması imanın) bir gereğidir. Baştan bilelim ki Allah (cc) Yeryüzüne gelmiş, geçmiş bütün insanların Hazreti Adem ile Havva’dan olduklarını insanlara tebliğ edilen 4 kutsal kitapta da belirtmiştir. Kuran’i kelime göre ise ırklar özellikle yaratılmışlardır. Başlangıçta insanlar tek bir Ümmet tek bir toplum idi sonradan ayrılığa düşmeleri üzerine Allah rahmetinin müjdecileri ve azabın habercileri olarak peygamberler ve habercileri Hak ile kitap indirdik ki o kitap insanlar arasında ayrılığa düşme noktasında hakem olsun. Yine bir ayette “ Ey insanlar muhakkak biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık sizi tanışmanız için şubeleri ve kavimlere ayırdık. Şüphesiz Allah indinde en şerefliniz takva da Allahın emrini dinleme konusunda kim daha dikkatli ise en üstün olanınız odur. Muhakkak ki Allah her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandırdiye buyuruyor.

Bunca açıklamalara ve delillere rağmen insan oğlunun içinde müthiş bir ırkçılık mevcuttur. Hatta bu ırkçılık yüzünden elçi olarak gelen bir sürü peygamberlere bile uyumamış yeri gelmiş zulüm edilmiştir. Hatta bu illet bugün bile hayatımızda olup gerek devletimizde gerekse de ilimizde ilçemizde köyümüzde mahallelerimizde bazen de evimizin içerisinde bile karşılaştığımız bir kangrene dönüşmüş bulunmaktadır. Küresel olarak biraz örnek Verdikten sonra şu an yaşadığımız hayattan da biraz değiniriz. İsrailliler (Yahudiler) Geçmişte olduğu gibi hala yüce Allah’ın onları bütün ırklardan daha üstün olarak yarattıklarını geri kalan tüm insanların onlara biat etmeleri kanısındadır.

Amerika kıtasında beyazlar kendilerini daha üstün ırk olarak zannetmiş ve alt tabaka gördükleri kıtanın gerçek sahipleri Kızılderili halkını katliamdan geçirmiş ve orada yaşayan zenci vatandaşları insan yerine koymayıp senelerce zulüm etmiş, işkence etmiş ve insan yerine koymamıştır. Günümüzde her ne kadar eşit haklar ve imtiyazlar sağlamışlarsa da hala ruhların da ırkçılık bitmemiş zaman zaman vuruluyor.

Yine Avrupa ülkeleri İngiltere, İspanya ve Fransa başta olmak üzere ülkeler 20. ve 21. yüzyıllarda Afrika kökenli zenci vatandaşları köle olarak kullanmış sırf siyahi ırktan oldukları için yine işkence ve zülüm yapmış evlerinde, işlerinde kullanmışlardır. Yine Çingene ırkına mensup vatandaşlar da ırklarından dolayı ikinci sınıf muamelelere maruz kalmış özellikle Fransa daha da ileriye giderek ibadet ettikleri kiliseleri bile beyaz Fransız ve siyah çingene kiliseleri ayrı olarak kullanmışlardır. Gen ve Ten’den sonra aynı dinden olmadıkları içinde insanlara ıkçılık yapmıştır.

Avustralya kıtasında Aburjiniler aynı musamelelere Yine Balkanlar’da yaşayan çingeneler yıllarca kimliklerini ve onurlarını korumak için kendi ırklarını inkar etme derecelerine gelmiştirler.

Moğollar Kendilerini dünyanın en üstün ırklı sanıp bir zamanlar gördükleri her yeri yakıp, yıkıp katliamlar yapmışlardır.

Almanların yahudilere ırklarından dolayı yaptığı katliamlar nedeniyle dünyanın son evrelerinde birinci ve ikinci Dünya Savaşları patlak vermiş milyonlarca insan ölmüş, sakatlanmış, sürülmüş ve milyonlarca insanın hayalleri sönmüştür. Yine gerek Selçuklular gerekse Osmanlılar Zamanında yine bir sürü ırk, toplum, farklı inanç grupları katliamdan geçilmiş, ya da işkence ve zülüm çekmiştir.

Hindistan’da Müslüman Arakan toplumuna tarifsiz yorumlar yapmakta.

Çin devleti şimdi de Uygur Türklerine inançlarından dolayı zülüm yapmakta.

Yine maalesef günümüz Türkiye’sinde bir çok talihsiz olaylar yaşanmış hala da en güncel olan Kürt karşıtlığı üst seviyededir bunun gibi dünyada bir sürü olmuş ve hala devam etmekte olan sorunlar mevcut. Bunun için yüzlerce roman, makale, köşe yazıları yazılmış olup belgeseller çekilmiştir. Son 21. yüzyıl dünyasında kendince demokrasi ve insan hakları açısından Kendini geliştiren ülkeler de bayağı gelişmeler kaydedilmiş. Bu incelendiğinde eğitim seviyesinin gelişmesi ön sıralarda yer almaktadır. Maalesef eğitim seviyesinin düşük ve çok kültürlü Orta Doğu bölgesinde ırkçılık hala kanayan yara gibi her gün değişik haberlerle karşılaşmaktayız.

Irkçılık Hastalığı

Evet kimsenin elinde olmayan Doğarken rengine, milletini, ırkını seçmediği gibi dünyaya geliş şartlarından dolayı böbürlenmemeli ve dışlanmamalı çünkü gerçekte ırkın önemi yok önemli olan insan olmak ve inançlı olmak. İnsan olan inancı ve ırkı ne olursa olsun hiçbir ırkın mensubu aşağılayıcılığa maruz kalmamalı. Aynen Allah beni dilediği Irktan yaratmış, ama yaratılanlar ırktan dolayı ırkçılık yapıyor. Sözü gibi aslında bu ırkçılığın temelinde biraz devlet resimlerinin payı yüksek. Çünkü rejimi biz kurduk diyenler kendi ırklarının kahramanlıklarını ve her fırsatta ırklarının dünyaya bedel olduklarını bas bas bağırıyorlar. Ama onlarla kolkola, göğüs göğüse mücadele etmiş başka ırkın kahramanlıklarından fedakarlıklarından nedense hiç söz etmiyorlar. Bunu dile getirmeye çalışan, bu kullanılan dilin yanlış ve toplumu zehirliyor diyen bir sürü Aydın, siyasetçi, yazar, bilim insanı maalesef ya cezai işlemlere maruz kalıyor ya da başka devletlerde ülkelerinden uzakta sürgün hayatı yaşamaktadırlar.

Bugün ırkçılık maalesef ülkemizde çeşit çeşit şekillendirmelerle o kadar çok yaygınlaştırmış ki her an kapınızı çalar durumdadır. Günlük yaşantımızda hastanelerde, okullarda, düğünlerde, eğlencelerde, spor müsabakalarında, metroda, mahallelerimizde vs vs her nefes alışımızda hissetmekteyiz. Bunun temel nedeni ülkemiz adına söylemek gerekirse çok dinli ve çok dili kadim ve zengin mozaiksel kültürümüzden kaynaklanmaktadır. Çünkü yaşadığımız coğrafya gerek bölgenin köklü yerlileri gerekse de imparatorluktan geriye kalan çok çeşitli milletlerin bir arada yaşadığı ve bir o kadarda kadim bölgesel açıdan çok inançlılığın bol olduğu kadim bir bölgedir. Tabi buna eğitim düşüklüğü ve üstün ırk hastalığına da eklediğimizde maalesef 100 yıldır kurulan cumhuriyetimiz de olaylar hiç eksik olmuyor. Çünkü beraber kurdukları bu güzel Vatanda Türkler, Kürtleri kabul etmiyor Kürtler Süryanileri kabul etmiyor, Süryaniler Ezidi mensubu halkı kabul etmiyor. Bu böyle Lazlar, Çerkezler, abazalar, Ermeniler, arnavut, gürcü vs vs bunun yanında çingeneler, romanlar, hayatın her alanında dışlanmaktadırlar. Dediğim gibi bu konular üzerinde ciltlerle kitaplar yazılmış her ne kadar abartılıyor, eskidendi, yok canım daha neler denilse de maalesef gerçekleri değiştirmiyor. Çünkü toplum içinde gezilip, dolaşıp onların acı ve sevinçlerini dokunduğunda insan maalesef gerçeklerle karşılaşıyorlar. Bugün hala ırktan dolayı okullarda özellikle alay konusu olan horlanan, dışlanan ve bu yüzden bir ömür boyu travmaları atlatamayan ve bunun sonucunda bir yanında kin ve nefretle büyüyen çocuklar var. Hala evlerimizde gelin olarak gelmiş fakat farklı ırk veya inançtan olan ve çaktırmadan ırklarından dolayı hor gördüğümüz ve bazen de yuvaları dağıtılırcasına hissettirdiğimiz gelinlerimiz var. Yine yeni giyinişlerinden, elbiselerinden, çalgısından, konuşmasından ve bir sürü özelliğinden dolayı bizden kabul etmediğimiz kendimizi kutsal onların aşağılık bir ırktan, kavimden geldiklerini sanıp rejimin bize sağladığı imtiyazlardan dolayı hayatın her evresinde hakaret ettiğimiz insanlar var. Bunu inkar Edip göz ardı edemeyiz. Sonuç bu tür davranış ve girişimlerin hepsi bize mutsuzluk, olumsuzluk, Siyasal, sosyal, ekonomik olarak ters bir şekilde dönüyor. Ve yara hiçbir şekilde kapanmıyor. Tabii ki bu tür yaşam ve davranışlar çoğu insanın Siyasal, sosyal ve ekonomik olarak işlerine geliyor. Hata diye Teşvik edici girişimleri de var. Daha önce de ifade ettiğim gibi bu konular üzerine ciltler dolusu yazı makaleler yazılmış. Halbuki insanlar sadece insan olduklarını, özünde Herkesin beşeriyat olarak aynı ırk ve soydan geldiklerini bilse paylaşmanın, hoşgörünün, kendisine yapılmasını istemediğini onunda başkasına yapmamasını bilse herkes eşit bir şekilde Adaletli, kardeşçe, sevgi ve saygı çerçevelerinde herkesin inancını, dilini, kültürünü kabul etse ve bunların hepsinin ortak zenginlik olduğunun farkına varsa ve özellikle her vatandaşın vergisinden, iş gücünden, emeğinden faydalandığı vatandaşlarına bir ve eşit tutsa sanırım hayat herkes için daha güzel olacak ve insanlarımız mutluluğu başka ülkelerde aramaz. Tüm pozitif enerjisini kendi ülkesi, devleti için sarf eder.

Herkesin eşit ve özgürce hakça ve Adalete birlikte yaşaması dileğiyle.

Hidayet Salçok

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

İNSANA DAİR (Darwin ve Michelangelo)

İNSANA DAİR (Darwin ve Michelangelo)

İnsan menşeine dair düşünceler, her dünya görüşünün temel taşını oluşturur. İnsanın nasıl yaşaması icap ettiğine dair incelemelerin hepsi bizi, insanın nereden geldiğini sorusuna götürür. İlimle dinin cevapları burada da birbirine zittır.

İlim, insanın ortaya çıkışını, Zoolojik ve insani hususiyetler arasında kesin sınırın bulunmadığı ve insanın uzun bir geçiş safhası geçirdiği, basit hayat şekillerinden Başlayarak bir tekamül sürecinden geçtiği yolundaki yorumlarla izah eder. Dik yürüyüş, alet yapma veya kullanma, açık ve düzgün konuşma gibi hususlardan hangisi bu ayrılış için tayin edici bir faktör olarak alınırsa alınsın; Bu hususlar ister insanın fiziki yapısının gelişmesine isterse onun etrafındaki tabiattan faydalanması bahsinde söz konusu olsun, ilim için daima harici, maddi bir gerçek olarak görülmüştür. Bu anlayışa göre insan tabiyatın kucağında büyüyen, ondan ayrılmayan ve ona ait olan bir varlıktır.
Buna karşı din ve sanat insanın yaratılmışlığından tanrının bir fiili olan, gelişmeye dayanmayan ani, sancılı, facialı bir olaydan bahsetmek tedirler. Hemen hemen bütün dinlerde farklı tasvirlerle mevcut olan insanın yaratılışı ile ilgili vizyon, insanın maddenin içine atılmış olmasından, dünyaya “ Düşüşü”nden , İnsan ile tabiat arasındaki zıddiyetten, İnsana yabancı ve düşmanca bir muhitden söz etmektedir. İnsanın bir gelişme neticesimi, Yoksa yaratılışları mı ortaya çıktığı meselesi böylece insanın kim olduğu, dünyanın bir parçası mı, yoksa ondan ayrı mı olduğu meselesine dönüşür. Materyalistlere göre insan “Mükemmel hayvandır”, home machine,biyolojik makine… İnsan ile hayvan arasında kalite değil sadece derece farkı vardır. Sırf insana ait bir söz yoktur. Ancak ve ancak “müsahhas” Ve bir fiil var olan, ekonomik ve sosyal tariftir. Macar Watar yelist yazarlarından Gyorgy Lukacs’ın “Egzistencijalizam ili marksizam” adlı eseri; Tüm diğer sistemler gibi insanda tabiat içinde ve tüm tabiyatın kaçınılmaz ve umumi kanunlarına tabi bir sistemdir. (Ivan Pavlov; Psychologie Experimentele) Bir insanın tekamülde harici objektif bir faktör vardır ki oda çalışmadır. İnsan dış çevresini ve kendi çalışmasının bir ürünüdür. İnsan oluşu maddi faktörlerin tahmin ettiği harici, biyolojik bir süreç olarak gösterilmektedir. El Ruhi hayatı tahrik Edip hızlandırıyor. Elin keşfi konuşmanın keşfi gibi Zoolojik tarihin sonunu ve insan tarihinin başlangıcını teşkil ediyor.
İNSANA DAİR (Darwin ve Michelangelo)
Açık ve inandırıcı görünen bu görüşlerin tesiri aşikardır. Aşikar olmayan ise bu görüşlerin bir bakımdan insanı inkar etmesidir. Materyalist bilim ve felsefe insan cüzümütemmimlere ayrılıyor. Ve sürecin sonunda, öyle görünüyor ki tamamen yok oluyor. Sosyal insanı ilk defa Engels tahlil ediyor ve onu sosyal ilişkilerin veya daha sarih bir ifade ile üretim ilişkilerinin bir ürünü olarak gösteriyor. Burada insan tek başına bir hiçtir ve hiçbir şey yaratamaz. Bilakis o var olan bu gerçeklerin bir neticesidir. Bu suretle Kendi gerçeğinden soyutlanmış ve sadece biyolojik bir gerçek olarak gösterilen insanı Darwin ele alıyor. Darwin konuşan Dik yürüyen ve alet yapan bu mahlukun, Tabi ayıklama ve hayatta kalma mücadelesinin neticesi olarak, yakın hayvan atalarından geliştiğini gayet mantıki bir tarzda gösterecektir. Bu sürecin tasvirini, biyolojik canlı dünyanın tüm şekillerini ilk şekillere, bunların ise nihai çizgide fizik, kimya, diğer tabirle moleküller güçlerin oyununa icra edildiğini göstermek suretiyle tamamlayacaktır. Hayat şuur ve insan ruhu gerçek olarak mevcut değildir. Bunlar sadece bu niteliksiz güçlerin karşılıklı eyleminin bilhassa karışık görünümüdür. Orjinal ve “ayrıntılanamayan” Bir insani cevher aslında yoktur. Şimdi biraz cumali ve fakat açık ve anlaşılır olan bu Şeymadan sonra, Sistina Şapeli’nin Michelangelo Tarafından yapılan tavan tasvirlerini, “cennetten kovulma” dan, Âdem’in yaratılmasından “korkunç mahkemeye “kadar bir süreci gözlemlerimizin Önüne seren bu tasvirleri gözden geçirirsek, ister istemez dünya tarihinin belkide en heyecanlandırıcı sanat eserleri olan bu resimlerin manasını kendi kendimize sorarız. Bunlar mevzubahis ettiği o büyük olaylar hakkında acaba herhangi bir gerçeği ihtiva ediyor mu? Ediyorsa bu gerçek nedir? Veya daha açık bir ifadeyle bu resimler gerçeği ne bakımdan yansıtmaktadır?
Yunan trojeorileri Dante’nin Cennet ve cehennem vizyonları, zencilerin ruhani şarkıları,
 Shakes Peore’nin dramları,Faus’tun cennette prologu, Melanezya Maskleri,eski Japon frenksleri, Yahud bazı çağdaş ressamların eserlerinin bu örnekleri bir sıraya rüya yet etmeden ortaya koyuyorum, çünkü bütün sanat bu bakımdan ayrı tarzda tanıklık yapmaktadır.
M.Yasir ÖZEN
error: İçerik korunuyor !!!