Archives Ocak 2025

Yasir

AMMAR B. YASİR

AMMAR B. YASİR

Eğer cennette doğup orada yetişip, sonra da bir nur ve ziynet olarak yeryüzüne gönderilen insanlar olsaydı, bunlar Ammar B. Yasir annesi Sümeyye, babası Yasir olurlardı herhalde…

Fakat niçin “olsaydı” diyoruz ki… Böyle bir varsayım da niçin bulunuyoruz ki, Yasir ailesi gerçekten cennet halkındandır.

Hz. Peygamber onlara:

“Sabredin, ey Yasir ailesi! Varacağınız yer cennettir “! Derken teselli olsun diye konuşmuyor, bilakis bildiği ve gördüğü bir gerçeği dile getiriyordu.

Ammar B. Yasir’in babası Yasir Bin Amir, memleketi olan Yemen’den ayrılmış, bir dost ve kardeş bulma ümidiyle yollara koyulmuştu…

Mekke‘yi beğenmiş ve oraya yerleşmişti. Ebu Hüzeyfe Bin Muire’nin himayesinde orayı vatan edinmişti.

Ebu Hüzeyfe onu cariyelerinden Sümeyye Bin ti Hayyat ile evlendirmişti. Daha sonra bu kutlu evlilikten Ammar B. Yasir dünyaya gelmişti…

Yasir ailesi erken dönemde Müslüman olmuş ve Allah‘ın hidayete erdirdiği o kutlular kervanına katılan ilklerden olma şerefine ermişti. Ve ilk müslümanların başına gelen, Kureyş’in o acıklı azabından paylarına düşeni fazlasıyla almıştı… O sıralar Kureyş, Müslümanları sindirmek için her türlü çareye başvuruyordu.

Eğer Müslüman olan kişi zengin ise, onu tehditle sindirmeye çalışıyorlardı. Ebu cehil zengin bir Müslümana rasladığında: “senden daha hayırlı olan babalarının dinini terk ettin… Seni akılsızlıkla suçlayacağız. Şerefini beş paralık edeceğiz… Ticaretine engel olacağız, iflas edeceksin .” şeklinde sözler söyleyerek psikolojik savaş yapıyordu…

Öte yandan eğer Müslüman olan kişiler, Mekke’nin fakir, zayıf ve köle insanlarıysa, bunlara karşı daha şiddetli sindirime hareketleri uygulanıyordu…

Ammar b. yasir

YASİR ailesi bunlara işkence etme görevi, Mahzumoğulları’na verilmişti…

Bu insanlar, Yasir ailesini her gün Mekke’nin yakıcı sıcağına çıkarırlar ve akla, hayale gelmeyecek işkenceler yaparlardı.

Bu azap işkenceden Sümeyye‘nin payına düşen, gerçekten korkunç ve akıllara durgunluk verecek şiddetteydi. Sümeyye‘nin o vakit gösterdiği azim ve kararlılıktan, ileride Müslüman kadınların durumunu anlatırken bahsedeceğiz. Şimdilik şu kadarını söyleyeyim ki, İslam şehidi Sümeyye‘nin o gün gösterdiği cesaret, abartısız beşer tarihinde bir eşi ve benzeri daha görülmemiş değerdeydi.

Bu azim ve kararlılığı sayesindedir ki, Sümeyye her asır ve zamanda müminlerin gönlünde şerefli bir anne olarak taht kurmuştur.

Resulullah (S.a.v) Yasir ailesinin işkence edildiği yere gelir, bakar; fakat o gün için elinde onları kurtaracak bir güç olmadığından çaresiz kalırdı.

Bu tamamen Allah‘ın bir kaderi ve takdiri idi… Bayrağını Hz. Muhammed’in dalgalandırdığı bu yeni din, -Hanif olan İBRAHİM’in dini- arızi ve geçici bir ıslah hareketi değildi.

Bilakis inananlar için bir düsturu ve yaşam biçimiydi…

O halde müminlerin, bu dini, kahramanlıkları ve fedakarlıklarıyla birlikte gelecek nesillere aktarmaları gerekmektedir. Zira din ve akide’nin ayakta durabilmesi, bu şerefli ve yüce fedakarlıklara bağlıdır.

Bu mücadele ve fedakarlıkların her biri, müminlerin kalplerine sürur, gıpta ve sadakat tohumları eken ve onları dinin hakikat’ına erdiren birer nümune-i imtisaldir.

Evet, İslam için kendisini feda edenler vardı ve olmak zorundaydı… Nitekim Kur’an-ı Kerim bir çok ayetinde bu manaya işaret etmiştir:

“İnsanlar, inandık demekle bırakı verileceklerini, imtihana tabi tutulmayacaklarını sandılar?”

“Yoksa siz, Allah içimizden Savaşanlarla savaşmayanları belli etmeden, sebat edenlerle etmeyenleri belirlemeden cennete geri vereceğinizi mi sandınız. “

İlk karşılaştığı gün size gelen musibet, Allah‘ın emriyle idi. Bu, Allah‘ın müminleri ayırt etmesi, münafık olanları da açığa vurması içindi.”

Allah, müminleri sizin üzerinde bulunduğunuz şu halde bırakacak değildir. Nihayet mirası temizlen ayıracaktır.“

“Yoksa siz kendi halinize bırakı verileceğinizi, içinizden cihat edenleri Allah‘ın bilmediğini mi sandınız?”

“And olsun biz onlardan evvelkileri de imtihan etmişizdir. Allah elbette sadık olanları da bilir, yalancı olanları da bilir.”

İşte Kur’an müminlere, fedakarlığın, imanın cevheri ve Özü olduğunu bu şekilde anlatıyor… Ve zalimlerin zulmüne, sabır, sebat ve inatla karşı konulması neticesinde imanın faziletlerinin birer birer ortaya çıkıp şekilleneceğini haber veriyor. Bu şekilde Allah‘ın dini, temellerini sağlamlaştırarak kökleşiyor ve kendisini bu yolda feda ederek nefsini tezkiye eden Allah erlerinin hayatlarından çarpıcı tablolar sunar ve gelecek nesillere yol gösteriyor, ışık tutuyor… İşte Sümeyye, Yasir ve  Ammar B. Yasir‘de kendilerini Allah yoluna adamış, bu mübarek, yüce ve örnek şahsiyetlerindendirler…

Yasir kimdir

Hz. Peygamber’in her gün YASİR ailesinin işkence edildiği yere gidip, onların sebat ve cesaretlerine tanık olduğunu söylemiştik… Onların bu içler acısı durumu karşısında Resulullah’ın yüce kalbi şefkat ve merhamet dolardı. Ama o gün için elinden bir şey gelmezdi

Yine böyle bir günde, Resulullah dönüp gideceği sırada Ammar B. Yasir; “Ya Resulullah! Artık dayanamıyoruz; takatimiz kalmadı!” Diye seslendi. Resulullah da, “sabır! Ey Yasir ailesi! Muhakkak ki varacağınız yer cennettir.” Buyurdu.

Ammar B. Yasir ‘e uygulanan azabı arkadaşları şöyle anlatıyorlar:

Amr B. El-Hakem: “Ammar B. Yasir’e ne dediğini bilmeyinceye kadar işkence edilirdi.” Amr B. Meymun: “ müşrikler Ammar B. Yasir’i ateşle yaktılar. O sırada Resulullah oradan geçmekteydi. Yapılanları görünce elini başına koydu ve “ey ateş! Ammar B. Yasir için serin ve emin ol! Tıpkı İbrahim’e olduğun gibi. “Buyurdu.

Bütün bu işkenceler karşısında Ammar B. Yasir bedenen bir acı ve Istırap duymaktaydı: fakat ruhen rahat ve huzur içindeydi.

Evet… Ammar ruhen rahat ve huzur içindeydi… Ta ki müşriklerin eziyet ve işkencelerin son haddine vardığı o güne kadar. O gün müşrikler, Ammar’a akla hayale gelmedik işkenceler yapmışlar ve Ammar şuurunu kaybetme noktasına gelmiştir. Bu sırada müşrikler ondan kendi ilahlarını hayırla yâd etmesini istediler. Ammar da kendinden geçmiş, şuurunu kaybetmiş bir halde onların dediklerini tekrarladı… Aklı başına gelip durumu fark edince “ben ne yaptım?!“ Diyerek, daha büyük bir acı ve ızdırapla kıvranmaya başladı… İşte o gün bu durumun verdiği azap, müşriklerin tüm işkencelerinden daha ağır gelmişti Ammar B. Yasir’e.

Ammar B. Yasir, “ben böyle bir şeyi nasıl söylerim, bunu nasıl affettirebilirim?!” Düşüncesiyle adeta kahrolmaktaydı. Zira daha önceki eziyet ve işkenceler bedenine dokunurken, bu defa ruhu acı ve israf içindeydi… Zor olan da buydu..

Fakat Allah‘ın lütuf ve merhameti genişti… Nitekim zorlama anında söylenen bu tür sözlerin af olunacağı hakkındaki ayeti kelimeyi inzal ederek Ammar B. Yasir’ ve onun durumunda olanların kalplerine adeta su Serpmişti…

Allah Resulü Ammar B. Yasir’le karşılaştı, Ammar B. Yasir ağlıyordu… Resülullah onun gözyaşlarını sildi ve ona: “müşrikler seni yakaladılar, suya batırdılar, neredeyse nefesin kesilecekti, sen de şöyle şöyle dedin.“ Diyerek onları görmüşcesine anlattı.

Ammar B. Yasir’de cevaben: “Evet, ya Resülullah… “Dedi Allah Resulü de ona: “eğer seni aynı şeye tekrar zorlarlarsa yine onlara aynı şeyi söyleyebilirsin.“ Buyurdu ve şu ayeti kerimeyi okudu.

… ancak kalbi imanla dolu olduğu halde ( kelime-i küfrü söylemeye) zorlanan kişi hariç…

Bu ayetle Ammar B. Yasir rahatladı. Kalbi sükuna erişti. Ruhunu ve imanını yeniden kazandı. Bunun ötesi onun için önemli değildi.

AMMAR B. YASİR’in sebatı karşısında müşrikler çaresiz kaldılar. İstediklerini elde edemeyip, zelil bir halde geri çekildiler…

Hicretten sonra müminler Medine’ye yerleştiler ve İslam toplumunun ilk temelleri burada atılıp, yerleşmeye başladı bu toplum içerisinde Ammar B. Yasir’in müstesna bir yeri vardı..

Allah Resulü onu çok sever, Ashabına onun imanı ve ahlakı ile ilgili övücü sözler söylerdi…

Resülullah onunla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

“Ammar B. Yasir , ağzına kadar, imanla dolu bir insandır.” 

Halid B. Velid ile Ammar B. Yasir arasında cereyan eden üzücü bir olay sebebiyle de Allah Resulü: “Ammar B. Yasir’e düşmanlık eden, Allah’a düşmanlık etmiştir, Ammar B. Yasir’e buğz eden, Allah’a buğz etmiştir. “ buyurmuştu.

Bunun üzerine İslam kahramanı Halit B. Velid, derhal Ammar B. Yasir ‘in yanına gitmiş, özür dileyerek affını istemişti…

Medine’ye hicretlerinin akabinde Müslümanlar hemen bir mescid inşa etmeye koyulmuşlardı. Ashab bir yandan çalışıyor, bir yandan da Ali’nin söylediği şu şiiri tekrar ediyordu

Ayakta ve oturarak

Yahut toz toprak içinde kalarak

Allah’ın mescitlerini onaranlar

Hiç bu şekilde olmayanlarla bir olurlar mı?

Ammar B. Yasir’de mescidin bir tarafında çalışıyor, bir yandan da yüksek sesle bu şiiri okuyordu… Arkadaşlarından birisi, Amar B. Yasir‘in bu sözlerle kendisini ayıpladığını zannetti ve onun hakkında ileri geri konuşarak, ona buğz etti. Bu durum karşısında Allah Resulü: “ Ammar B. Yasir’le ne alıp veremediğiniz var?. O sizi cennete davet ediyor, size de onu cehenneme çağırıyorsunuz. Muhakkak ki Amar B. Yasir bendedir. ( benden bir parçadır).” Buyurdu.

Ammar bin yasir

Resülullah’ın bu derece sevdiği bir insanın, iman, sadakati ve dostluğu da şüphe yok ki kemal noktasında olmalıydı… Nitekim Ammar B. YASİR bu meziyetlere sahip bir kişiydi.

Allah, hidayet ve nimeti ona bolca ihsan etmişti, öyle ki hidayet ve yakındaki derecesi sebebiyle Allah Resulü ona imanını tezkiye etmiş. Ashabına onu örnek göstermiş ve: “benden sonra Ebu Bekir ve Ömer’e tabi olun… Ammar B. Yasir’in ahlakıyla ahlaklanın. “Buyurmuştu…

Raviler onu şu şekilde vasfetmektedirler:

“Uzun boylu, maviye çalan siyah gözlü, omuzları arası geniş, çoğunlukla susan, az konuşan bir insandı.”

Bu vasıflara sahip bir insanın hayatı acaba nasıl geçti?… Muallimi ve önderi Resülullah ile tüm savaşlara katılmıştı. Bedir, Uhud, Hendek, Tebuk ve diğerleri.

Allah Resül’ünün vefatından sonra da Gazvelere iştirak etmişti… İran‘lılarla, Rumlarla ve daha önceki ridde savaşlarında AMMAR B. YASİR hep en ön saftaydı… Allah yolunda cesur, gayretli ve kararlı bir asker… Takva ve vefa sahibi kutlu bir Müslüman…

Müminlerin emri Ömer B. Hattab, Müslümanlar üzerine tayin edeceği valilerini büyük bir dikkat ve titizlikle seçerken, gözleri öncelikle Amar B. Yasir’i arıyordu…

Onu Küfe’ye vali tayin etmiş ve beytülmal’in gözetimini de İbn Mes’ud’la beraber ona bırakmıştı

Sonra da Küfe ehline şu müjdeli mektubu yazmıştı:

“Size Ammar B. Yasir’i vali olarak, Abdullah B. Mes’üd’unda öğretmen ve vezir olarak gönderiyorum. Bu ikisi Muhammed ümmetinin şereflilerinden ve bedir ehlindendirler…”

Ammar B. Yasir, Valiliği sırasında dünya ehline zor gelen bir yönetim takip etti, hatta bazıları kendisine karşı bile geldiler…

Valilik, Amar B. Yasir’in tevazu, zühd ve takvasını artırdı ve o, bu ölçülerden kesinlikle ayrılmadı…

Küfe’de kendisinin çağdaş’ı olan  Ebü’l Huzeyl onunla ilgili olarak şöyle diyor:

Ammar B. Yasir’i valiliği sırasında Küfe çarşısından salatalık satın alıp, sırtına yükleyerek, evine götürürken gördüm… “

Yine Valiliği sırasında halktan biri kendisine: “Ey kulağı kesik! “ diye seslenmişti. ( Ammar B. YASİR Yemame Savaşında bir kulağını kaybetmişti.) elinde güç ve kuvvet olmasına rağmen adama bir şey yapmamış, sadece “beni en hayırlı kulağımla ayıpladın. Zira ben onu Allah yolunda kaybettim…” demekle yetinmişti…

Evet… Yemame Amar B. Yasir’in büyük ve şerefli günlerinden biriydi… O gün Müseylime’nin askerleri ile kıyasıya mücadele etmiş, aslanlar gibi çarpışmış ve bu arada bir kulağını’da kaybetmişti…

Ammar B. Yasir, bir ara müslüman’ların zaafa düştüklerini görmüş ve onların toparlanmaları için elinden geleni yapmıştı. Bu durumu, Abdullah B. Ömer (r.a) şöyle anlatıyor:

“Ammar B. Yasir Yemame günü bir kayanın üzerine çıkmış şöyle bağırıyordu: “Ey müminler, cennetten mi kaçıyorsunuz? İşte ben Ammar B. Yasir‘im, benimle gelin…!” Bu arada Ammar B. Yasir’e baktım, bir kulağının kesilmiş olduğunu gördüm. O ise hâlâ tüm şiddetiyle vurmaya devam ediyordu. “

Evet, Resül-i Azam Muallim-i Kamil Hz. Muhammed (S.a.v)’in büyüklüğünden şüphe eden varsa, onun bu güzide ashabına baksın ve kendi kendine şu soruyu sorsun: “bu derece yüce şahsiyetleri, o büyük muallim ve Resülden başka kim yetiştirebilir?“

Savaşa daldıklarında zaten kazanmaktan öte ölüme gülerek gidiyorlardı…!

Halife ve yönetici oldukları vakit de yetimlerin koyunlarını sağıp, hamurlarını yoğuracak kadar mütevazi ve alçakgönüllü idiler… Ebu Bekir ve Ömer gibi…!

Vali olduklarında da kendi yiyeceklerini kendi sırtlarında taşımışlardı… Ammar B. Yasir gibi… Veya rütbelerini bir yana bırakıp, hurma yapraklarından yaptıkları sepet ve zembil gibi şeylerle geçimlerini temine çalışıyorlardı selman gibi…

O halde gelin, onlara bu şerefi bahşeden dini ve onları terbiye eden Resül‘ü selamlayalım… Öncelikle de onları seçen, hidayete erdiren ve yeryüzünde insanlar için çıkarılmış en hayırlı Ümmet olan bizler için onları Öncü ve rehber kılan yüce Allah’a hamdi ü senalarda bulunalım.

Ashâbın önde gelenlerinden, kalplerin esrarına vukufiyet ile meşhur Huzeyfe B. Yeman ölüm döşeğinde iken, etrafındakiler ona;

“İnsanlar ihtilaf ettikleri vakit kime müracaat etmemizi tavsiye edersin?“ Dedikleri vakit Huzeyfe son nefesi ile beraber şu kelimeleri mırıldandı: “Sümeyye oğlu‘na tutununuz. Muhakkak ki o, ölene kadar haktan ayrılmayacak bir insandır.”

Evet, hak neredeyse, Ammar B. Yasir de oradaydı…

Gelin şimdi hep birlikte onun hayatını biraz daha yakından inceleyelim…

Müslümanların Medine’ye hicretin ilk günleriydi… Müminler vakit kaybetmeden bir mescidin inşasına başlamışlardı. Kalpleri iman ve sevinçle doluydu. Büyük bir aşk ve şevkle çalışıyorlardı. Rablerine karşı hamd ve şükran duyguları içerisindeydiler.

Bir kısmı taş getiriyor, bir kısmı çamur katıyor, bir kısmı da binayı inşa ediyordu. Guruplar halinde arılar gibi çalışıyorlardı. Bir yandan da yüksek sesle şiir okuyorlardı.

“Oturmak yakışmaz bize

Nebi (S.a.v) çalıştığı halde “

Sonra başka bir şiire geçiyorlardı:

“Gerçek hayat ahiret hayatıdır, Allah’ım! Muhacir ve ensar‘a merhamet et!”

Bir başka şiirde de şöyle diyorlardı:

“Ayakta veya oturacak yahut toz toprak içinde kalarak,

Allah’ın mescitlerini onaranlar hiç bu şekilde olmayanlarla bir olurlar mı?”

İnşa edilen Allah‘ın beytiydi… onlar ise sancağı taşıyan ve beyti inşa eden Allah‘ın askerleriydiler.

Allah Resulü de onlarla birlikte taş taşıyor, var gücüyle çalışıyordu… Neşe içinde söyledikleri şiirler, bu işin ne kadar arzu ve istekle yaptıklarını gösteriyordu… Ve gökyüzü adeta bu kutlu insanları taşıyan yeryüzünü kıskanıyordu… Hayat, en güzel bayramlarından birine şahit oluyordu.

Ammar bin yasir kimdir

Ammar B. Yasir‘de ağır taşlar taşıyarak, bu coşkulu topluluk içerisinde üzerine düşen vazifeyi hakkıyla ifa etmekteydi..

Rahmet ve hidayet kaynağı Muhammed (S.a.v), Amar B. Yasir’in bu gayretini yakından izliyor, şefkatle ona yaklaşıyor ve mübarek eliyle, Ammar B. Yasir‘in toz dumana bulanmış başını sıvazlayarak tozlarını silmeye çalışıyordu. Bir yandan da onun nur yüzüne bakarak, etrafındakilerine alçak bir sesle şöyle diyordu:

“Vah Sümeyye’nin oğluna! onu azgın bir topluluk öldürecektir “ önsezi ve ileri görüşlülük bir kez daha kendini gösteriyordu. Bu sırada altında çalışmakta olduğu duvar Amar B. Yasir’in üzerine yıkıldı. Bazı arkadaşları onun öldüğünü zannettiler. Ve acaba biz mi sebep olduk diye endişe içerisinde durumu Hz. Peygamber‘e bildirdiler. Fakat Hz. Peygamber emin bir şekilde onlara şu cevabı verdi:

“Amar B. Yasir ölmedi. Onu azgın bir topluluk öldürecektir. “

Kim bu azgın topluluk? Ne dersiniz? Nerede ve ne zaman öldürecekti Ammar B. Yasir’i?

Amar B. Yasir bu haberi can kulağıyla dinliyordu. Fakat korkmuyordu. Zira o Müslüman olduğu günden beri her an, her vakit, gece gündüz şehadete hazırlıklıydı..

Günler geçti. Devirir döndü. Topluluklar gelip geçti. Hz. Peygamber Refik’i A’la’ya yükseldi ( vefat etti.) yerine Hz. Ebu Bekir geçti. Sonra Ömer halife oldu. Ömer’in akabinde de “zinnureyn” Osman B. Affan hilafete geçti. Bu sıralar İslam karşıtı isyan hareketleri artmış, fitne ve fesat ortalığı kaplamıştı. Bu isyan hareketlerinin ilk kurbanı, Hz. Ömer olmuş ve bu vakitten itibaren de İslam’ın içerisinde yerleşip kök saldı Peygamber şehri Medine’den yükselen fitne ve fesat rüzgârları bütün İslam dünyasını kaplamıştı.

Belki de Hz. Osman’ın yönetim işlerine gereken önemi verememesi ve olayları iyi takip edip değerlendirmemesi sonucu olsa gerek, olayların önü alınamadı ve bu arada Hz. Osman da şehit oldu. Ve Müslümanlar aleyhine fitne kapıları açıldı. Muaviye, Hz. Ali ile hilafet tartışmalarına girdi.

Bu olaylar karşısında ashab farklı guruplara ayrıldı. Bir kısmı bu ihtilaflardan elini eteğini çekerek, evine çekildi ve İbn Ömer’in şu tavsiyesine uydu:

“Haydi namaza diyene uyarım. Haydi feraha diyene de uyarım. Fakat her kim “haydi Müslüman kardeşini öldürmeye ve malını almaya derse, hayır ben yokum!” 

Bir kısmı muaviye tarafını tuttu. Bir kısmı ise, kendisine biat edilen müminlerin emiri Ali’nin tarafına geçti.

O gün Ammar B. Yasir kimin safına katıldı dersiniz?

Resülullah’ın hakkında “Ammar B. Yasir’in ahlakı ile ahlaklanınız.” buyurduğu bu adam, kimin tarafından tutmuştu?

Nebi (S.a.v)’in hakkında, “Ammar B. Yasir’e düşmanlık eden, Allah’a düşmanlık etmiş olur.” Buyurduğu bir insan hangi guruba katılmıştı?

Evinin kenarında sesini işittiği Allah Resul’ünün onun için “merhaba ey temiz, güzel insan! Ona izin verin girsin.” buyurduğu bu kutlu sahâbi o gün kimin safına katılmıştı?

Ali B. Ebu Talib’in…

Evet, o gün Amar B. Yasir, Ali’nin yanında yer almıştı… Taassubundan veya önyargısından değil. Sadece hakka ve ahde olan bağlılığından dolayı.

Ali müminlerin halifesiydi. Kendisine biat edilmişti. Bu işe ehil ve layık olduğu için hilafet makamına getirilmişti.

Ali halifeliğinden önce de sonra da yüksek meziyetlere sahipti. Öyle ki Hz. Peygamber katında onun yeri, Musa’nın katında Harun’un yeri mesafesindeydi .

Haktan bir an bile ayrılmayan Ammar B. Yasir, o gün basiret ve ileri görüşlülüğü ile, hak ve hakikati Ali’nin yanında görmüş ve onun tarafını tutmuştu

Bu durum karşısında Hz. Ali de ferahladı. Zira hak ve hakikat aşığı Ammar B. Yasir kendi tarafındaydı. Demek ki haklı olan kendisiydi.

Ve o korkunç sıffin günü gelip çattı. Hz. Ali bir isyan hareketi olarak telakki ettiği muaviye’ye karşı harekete geçti.

Ammar B. Yasir de yanındaydı.

O gün Ammar B. Yasir doksan üç yaşındaydı. Savaşa gidiyordu. Onun için yaşın önemi yoktu. Savaşı bir sorumluluk ve görebildiği sürece kaç yaşında olursa olsun çıkar, delikanlılar gibi sonuna kadar çarpışırdı. Ammar B. Yasir genelde suskun bir insandı. Fazla konuşmaz, konuştuğu vakit de ancak birkaç kelime söylerdi. Bu da genelde “fitneden Allah’a sığınırım” sözleri olurdu.

Allah Resul’ünün vefatının hemen akabinde de Amar B. Yasir’in bu tazarru ve yakarışları devam etti.

Günler geçtikçe Ammar B. Yasir‘in yakarışları da artıyordu. Sanki ömrünün sonunda, kalb-i pakiyle, gelmekte olan tehlikeyi adeta seziyordu.

Nihayet tehlike çattığında, fitne zuhur ettiğinde Sümeyye‘nin oğlu, o gün nerede duracağını, hangi safta yer alacağını gayet iyi biliyordu. Evet, sıffin Amar B. Yasir doksan üç yaşında olmasına rağmen, inandığı, gönül verdiği hakkın ikamesi uğruna kılıcını çekmiş, yola çıkmıştı

Bu savaşla ilgili fikrini de şu sözleriyle açıklamıştı.

“Ey insanlar. ! Osman’ın intikamını almak için ortaya çıktıklarını iddia eden şu insanlara karşı bizimle birlikte olun. Vallahi onların maksadı, Osman’ın hakkını aramak değildir. Onların tek gayeleri, alıştıkları dünya lezzetlerinden kopmamak ve şehvetleri peşinde koşmaktır. Bunların İslam’da bir öncelikleri yoktur ki, Müslümanlar onlara ne diye itaat etsinler?. Müslümanlar üzerinde velayetleri de yoktur. Bunların kalpleri Allah korkusu nedir bilmez. Allah’a itaat da etmezler.“  Osman’ın intikamını almak istiyoruz.” Diyerek insanları aldatıyorlar. Bunlar ancak zorba ve melik olmak istiyorlar.

Sonra Ammar B. Yasir sancağa eline aldı. İnsanların başları üzerinde dalgalandırdı ve şöyle dedi:

“Nefsim, kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki. Bu sancak altında Resülullah’ın yanında savaştım. İşte bugün yine aynı sancakla savaşa çıkıyorum. Allah’a yemin olsun ki onlar bizi mağlup etseler de kesinlikle biliyorum ki, biz hak, onlar da batıl üzereler. “

Oradakiler Amar B. Yasir’e tabi oldular. Ona inandılar

Ebu Abdurrahman  es-sülemi şöyle diyor:

“Hz. Ali (r.a.) ile birlikte sıffin’e katıldım. O gün Ammar B. Yasir’in tüm savaş alanını dolaşarak çarpıştığını gördüm. Diğer Müslümanlar da ona tabi olmuşlardı. O adeta onlar için bir sancak gibiydi.” 

Amar B. Yasir, bu savaşta öylesine gayret gösteriyordu ki, sanki bu savaşın şehitlerinden birisinin de kendisi olacağını biliyordu.

Hz. Peygamber’in sözleri gözlerinin önünde büyük harflerle dolaşıyordu:

“Ammar B. Yasir’i azgın bir topluluk öldürecektir.” 

Bu nedenle, sesi ufku çınlatıyor, var gücüyle bağırıyordu.

“Bugün Muhammed ve Ashabına sevgi günüdür.”

Bir ara Muaviye’nin bulunduğu alana yaklaştı ve şöyle dedi:

“Sizinle daha önce kuran için çarpışmıştık. Bugünse onun te’vili için çarpışıyoruz. Ve hak yerini buluncaya kadar da çarpışmaya devam edeceğiz.”

Sümeyye

Ammar B. YASİR bu sözleriyle, daha önce Allah Resulü ve asabının, Ebü Süfyan komutasındaki müşriklere karşı yaptıkları savaşı kastediyordu.

O gün onlarla savaşmışlardı. Çünkü Kur-an açıkça müşriklere karşı savaşmayı emrediyordu.

Bugün ise, her ne kadar onlar Müslüman olsalar da, Kur-an‘ı açıkça onlarla savaşmayı emretse de, Ammar B. Yasir‘in içtihadına göre, onlarla savaşmak ve fitne ateşini ebediyen söndürmek gerekiyordu.

Yani dün onlarla dini ve Kur’an ı yalanladıkları için savaşıyorlardı .

Doksan üç yaşındaydı ve ömrünün son savaşına katılıyordu. Muaviye’nin askerleri, “azgın topluluk “ tan olmak istemedikleri için Ammar B. Yasir’den çekiniyorlar, ondan uzak duruyorlardı. Fakat Ammar B. Yasir tek başına adeta bir ordu gibiydi. Bu durum karşısında Muaviye’nin ordusundan bazı askerler onu öldürmek için fırsat kollamaya başladılar. Ve neticede onu öldürdüler.

Ammar B. Yasir’in ölüm haberi kısa sürede etrafa yayıldı. Müslümanlar Medine mescidinin inşası sırasında Hz. Peygamber’in söylediği şu sözleri hatırladılar:

“Vah Sümeyye’nin oğluna!. Onu azgın bir topluluk öldürecek”

Bu azgın topluluğun kim olduğu şimdi anlaşılmıştı: muaviye ordusu.

Bu durum karşısında Ali ve ashabının imanları bir kat daha ziyadeleşti.

Muaviye’nin ordusu ise, Ali’ye katılma eğilimi içerisine girdi. Bu durum karşısında muaviye derhal öne çıktı ve şunları söyledi:

“Evet, Hz. Peygamber’in sözü, Ammar B. Yasir’i azgın bir topluluk öldürecektir. Fakat şunu iyi düşününüz: Ammar B. Yasir’i kim öldürdü? Biz mi? Hayır! Bilakis onu kendi arkadaşları yani birlikte savaştıkları kişiler öldürdü! “

Bu yalan ve yanlış tevil, kalplerinde heva ve heves dolu olan bir kısım insanları etkiledi. Ve savaş bilinen seyri üzere devam etti.

 

Ammar B. Yasir kanlı elbiseleriyle birlikte oraya defnedildi.

Müslümanlar Ammar B. Yasir’in kabri başında şaşkın ve üzgün bir şekilde sıralanmış Amar B. Yasir’in adeta vatanına hasret duyan bir bülbülün sedası gibi söylediği şu sözleri hatırlıyorlardı:

Allah Resulü‘ne ve Ashaba sevgi günüdür.”

Ashabtan biri diğerine, “Medine’de oturduğumuz bir sırada Allah Resul’ünün: cennet Amar B. Yasir’e müştaktı, onu özlemektir.” dediğini duydun mu? Diye sordu. Arkadaşı da “evet, duydum dedi aynı olayı Ali, selman ve Bilal de anlattı. “

Öyleyse cennet Amar B. Yasir‘e  müştaktı. Onu bekliyordu. Ammar B. Yasir ise ahdini ve emanetini en güzel şekilde yerine getirmiş, Allah yolunda üzerine düşen görevi hakkıyla ifa etmiş olarak, gıpta edilecek bir ölümle cennete, o ebedi istirahatgaha doğru yola çıkmıştı.

 

 

 

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

Necip Fazıl

NECİP FAZIL

NECİP FAZIL

Yaşadığımız zamanlar, sonrası ve öncesi… Geçmiş ve gelecek… Şimdi bulunduğumuz anları anlıyoruz, biliyoruz az çok. Ama öncesini bilemiyoruz. Sadece tahminlerimiz var. Bu yüzden geçmiş ve gelecek arasındaki köprülerden faydalanmamız, onların yaşadıklarından ders almamız ve Fikirlerini gelecek için değerlendirmemiz lazım. Hiç kuşkusuz ki en güvenilir ve zamanına göre en dayanıklı köprülerden biri Necip Fazıl Kısakürek’tir.

Yaşadığı zamandan günümüze ışık tutmuştur sanki ve bugünlerde ne olacağının tahmin ve tahlilini o zamanlardan yapmıştır. Şiirlerin‘de ahir Zaman fitnelerini ve ahlak yoksunluğu kinayeli anlatımla dile getirmiştir. Hiç kuşkusuz “iğreniyorum” adlı yazısında yine memleketin o zamanki halinden bahsetmiş ve bize geçmişteki insanlarında gerçek yüzünü göstermiştir. Derinlemesine bakacak, inceleyecek olursak eğer, şimdiki zaman insanlarının o zamandan farkının olmadığını görürüz. Her yılda “ Görmedim, duymadım, bilmiyorum” u oynayan insanlar olduğunu fark ederiz.
Necip Fazıl bu yazısında diyor ki : “Gördüğü şeyi nasıl görebildiğini izahtan acizken gözüyle görmediği için Allah’ı inkar eden maddeciden iğreniyorum!” Her kelimesine, her cümlesine ayrı anlamlar yükleyen Necip Fazıl yine anlatmış işte sapıtmışların biz inananlar gözünde nasıl olduklarını. Tutarsız davranışlar sergileyip maddeci tavırlarıyla maddeyi de ispat edemiyorlar. “ Ağlayamam, anlayamam, içini kanatamayan, yumruğunu sıkamayan, insandan… İğreniyorum” diyor Necip Fazıl. Duygularını gerçek anlamda yaşamayan ve bir nevi iki yüzlü insanlardan, içine ise dışı olduğundan farklı durandan iğreniyor.

Zamanımızda da böyle değil midir bu? İçi farklı dışı farklı. Kalbi kinle kinle, şefkatle dolu ama bunu yine insanlara yansıtamıyorsa gönül evinde sorun var demektir. Gönül evini temizlemeden misafir çağıramazsın. Öyle basit ve üzerinde düşünülmeyesi konular değil bunlar. Necip Fazıl’ki en duru en pak şekilde anlatmış insanların iç dünyasını. Aslında bütün insanlığın görüş ve düşüncelerini kelimelere çok iyi aktarmış ustaca kullanmış ve arkasından gelen çıraklara son derece başarılı, güçlü bir Önder olmuştur.

Biz ki yarım sayfalık bir sayfalık yazılarla Necip Fazıl’ı anlatamayız, asla onun kadar usta olamayız ama çırağı olmak son derece onur ve gurur meselesidir. Necip Fazıl’ın ne söylediklerini, ne anlatmak istediklerini tek bir kişi anlatamaz tahlil Edip sentezleyemez. O yüzden Necip Fazıl’ı kendi dilinden dinlemeli, kendi dilinden okumalıyız. İyi ki Necip Fazıl Kısakürek üstadımızın çırağıyız vesselam.

 

Musab Yasir Özen 

www.musabyasirozen.com.tr

Musab

MUSAB B. ÜMEYR

MUSAB B. ÜMEYR

Musab B.Ümeyr Kureyş gençlerinin gözbebeği, güzellikte, gençlikte onların en Kusursuzu. Tarihçiler onu tavsif ederken: “Mekke halkının en hoş insanıydı.” Derler. Varlıklı bir ortamda dünyaya geldi. O varlık içinde yetişti gençliğini geçirdi. Musab B. Ümeyr, hiçbir Mekke‘linin görmediği müsamahayı ailesinden gördü. Çiçeği burnunda, her türlü varlık içinde yetişmiş, Mekke’nin güzelliği, meclislerin incisi, böyle bir gencin imana yönelmesi, İslam’a koşması mümkün müydü?
Allah’a yemin olsun ki, Musab B. Ümeyr’in veya müslüman’ların arasındaki lakabıyla Mus’abul- hayr’ın hikayesi, en ilginç hikayedir.
İslam’ın rengini verdiği, Muhammed (S.a.v)’in terbiye ettiği kimselerden biridir.

Ama hangisi?

Onun hayat hikayesi insanlık içinde bir şeref tablosudur. Bu genç bir gün Mekke halkının Muhammed’e el-Emin’den işittiği şeyi işitti.
Muhammed, Allah‘ın kendisini müjdeleyici, sakındırıcı ve bir olan Allah’a ibadete çağıran olarak gönderildiğini söylüyordu. Mekke bütün problemlerini, uğraşlarını bir tarafa bırakmış, sadece Allah Resulü ve onun getirdiği din ile meşgul oluyordu. Refah içindeki bu genç de insanlar içinde bulunan en çok ilgilenenlerdendi.

Musab Bin Ümeyr

Gençliğine rağmen meclislerin vazgeçilmez insanı olan MUSAB her mecliste bulunması istenen bir şahsiyet olmuştu. Sözlerinin güzelliği ve aklının üstünlüğü kendi kendisine bütün kalpleri ve kapıları açıyordu.

İşitti ki, Allah’ın Elçisi ve ona inananlar Kureyş’in erişemeyeceği ve eziyet edemeyeceği uzaklıkta bir yerde toplanıyordu. Burası safa tepesinde Erkam’ın eviydi. Hiç tereddüt ve duraksama göstermeksizin bir akşam Dâru-l Erkam’a gitti.

Orada Allah’ın elçisi vardı ashabıyla karşılıklı oturmuşlar, onlara Kur’an okuyor, onlarla beraber Allah için namaz kılıyorlardı.
Musab adeta yerinde duramıyordu. Resulullah’ın kalbinden fışkırıp, dudaklarından akan ayetler, kulaklara ve gönüllere yollanıyordu. Öyle ki MUSAB’ın gönlü, o akşam dolu dolu olmuştu.

Öylesine huzurla dolmuş sanki yerden kopup kanatlar üzerinde uçuyordu. O sırada Allah Resulü mübarek sağ ellerini uzattılar ve kalbi çarpan gencin omuzuna dokundular. İşte o an Okyanus derinliğindeki sakinliğe ermişti. İman nuruyla aydınlanan ve İslam ile şereflenen genç, adeta olgunlaşmış, hayatının akışı değişmişti.

MUSAB’ın annesi Hunn as bint. Malik, korkunç güçte bir şahsiyete sahipti. MUSAB müslüman olduğunda, yeryüzünde korktuğu yegane kimse annesiydi. Bütün Mekke ileri gelenleri ona baskı yapsalar veya üzerine gelselerdi ona daha hafif gelirdi. Annesinin düşmanlığı bütün bunların yanında güç yetemeyecek korkunçluktaydı. O anda hemencecik düşündüğü ve Allah’ın hükmü yerine gelinceye kadar Müslümanlığını gizlemeye karar verdi.
Dâru-l Erkam’a artık sürekli gidip geliyor. Resulullah’ın dizi dibine oturuyordu. İman ettiği ve imanını annesinden gizlemekle öfkesinden kurtulduğu için son derece mutluydu. Fakat özellikle bugünlerde Mekke’de bir sırrın gizli kalması olanaksızdı. Kureyş’in gözü, kulağı inananların üzerinden eksik olmuyordu.

Musab B. Ümeyr

Daru-l Erkam’a gizlilikle giren Osman B. Talha ilk olarak gördü. Bir seferinde de onu Muhammed ( S.a.v) gibi namaz kılarken gördü. Adeta Çöl rüzgârları birbiriyle yarış etti de hemen haberi Musab’ın annesine yetiştirdiler.
MUSAB, annesi, kabilesi ve bütün Mekke uluları huzurunda dimdik durmuş, hakka olan kesin bağlılığını ve sebatını onlara Kur’an dan ayetler okuyarak gösteriyordu.

Allah Resulü o Kur’an‘la onların kalplerini yıkıyor, Hikmet, Şeref, adalet ve takva ile dolduruyordu. Annesi Kur’an okuyan Musab‘ı susturmak için harekete geçtiyse de onun güzelliği, yumuşaklığı karşısında pek bir şey yapamadı. Annelik duygusu ağır bastı, dövmek ve işkence etmek gibi şeylerden vazgeçti. Ama ilahlarına dil uzatmasından dolayı da başka bir cezalandırma usulüne başvurdu. Böylelikle Musab’ı evinin direklerinden birine bağladı. Kapıyı da üzerine kilitledi. Bu durum Müslümanlardan bir kısmının Habeşistan’a hicret haberini alıncaya kadar sürdü. Bunu duyar duymaz çareler aramaya koyulan MUSAB, bir gün annesi ve muhafızını gaflete getirip, Habeşistan‘a muhacir olarak gitti.

Habeşistan‘da diğer muhacir kardeşleriyle birlikte bir zaman kaldılar, sonra tekrar Mekke’ye döndüler. Resulullah’ın emri üzerine ikinci defa Habeşistan‘a hicret ettiler.

MUSAB için Habeşistan‘da Mekke’de eşitti. Her yer ve zamanda iman’i tecrübesini arttırarak sürdürüyordu. Muhammed (S.a.v)’in tavsiye ettiği ibadetleri yaparak hayatının rengini koruyordu. Rabb‘ine olan yakınlığı arttıkça kalbindeki huzur da artıyordu.

Bir gün Resulullah’ın etrafında oturan müslüman’ların yanına gitti. Ansızın onu gören Müslüman’lar şefkatle başlarını kaldırıp baktılar, sonra bakışlarını indirdiler, bazılarının gözleri yaşarmıştı. Onun eski, döküntü bir elbise içinde görmüşlerdi. Halbuki onun imandan önceki hayatı refah ve bolluk içindeydi. Allah Resulü bakışlarını ona çevirdi ve mübarek dudaklarından şu sözler döküldü: “Musab’ı böyle görüyorum onun kadar ailesinin bolluk içinde gark ettiği kimse yoktur Mekke’de. Ama o bütün bu bolluğa ve varlığı Allah ve Resul’ünün sevgisi uğruna terk etti.” Annesi onun dinini terk etmesinden dolayı mal varliğin’dan faydalanmayı yasakladı. Oğlu bile olsa ilahlarını terk eden, onların aleyhinde konuşan bir kimseye asla yiyecek vermezdi.

Son olarak annesi, Habeşistan dönüşü onu tekrar hapsetmek istedi. Hapsetmeye yardımcı olan herkesi öldüreceğini dair yemin edince annesi onun ne kadar kararlı olduğunu bildiği için bıraktı. Hem annesi hem kendisi bu esnada ağlıyorlardı. Bu son veda anı: annenin küfürde açılacak direnişini, oğlun da imanda şaşılacak sebatını sergiliyordu. Anne oğlunu evinden kovdu ve şöyle haykırdı: “istediğin yere git. Artık ben senin annen değilim.” MUSAB Annesine yaklaştı ve: Ey anneciğim! Sana yardımcı olmak istiyorum ve senin adına endişe ediyorum! Allahın bir olduğuna ve Muhammed’in Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna şahadet getir.” dedi. Annesi cevaben: “Parlayan yıldıza yemin olsun ki, senin dinine asla girmem. Aklım zayıf, görüşüm kıt değil.”


Böylelikle MUSAB rahatı ve bolluğu bir tarafa itip, eski elbiselere ve bir gün tok bir gün çok aç kalmaya razı oldu. Çünkü onun ruhu yüce inanç aydınlığı ve Allah’ın nuruyla dopdolu olmuştu. Adeta o başka bir insan olmuş, gözü cilalanmış, ruhu aydınlanmıştı.

İşte o sırada Resulullah, onu mühim bir görev için seçti. Medine’ye elçi olarak gönderecek, Akabe’de Allah Resulü’ne biat Edip iman şerefine eren en sonra İslam’ı öğretecek, başkalarının da Allah’ın dinine girmelerini sağlayacak ve Medine’yi büyük hicret günü için hazırlayacaktı.

Halbuki yaşça, makamca, Allah Resul’üne yakınlık bakımından ondan daha önde olanları vardı Ashâb içinde. Ama Allah elçisi Mus-ab’ul-Hayr-ı tercih etmiş, onu seçmişti en ağır yükü, ona bırakıyor, hicret yurdu olacak olsa Medine’de İslam’ın geleceği ellerine teslim ediliyordu. Az bir zaman sonra bütün bir dava adamları, savaşçılar, mücahitler orada bulunacaktı.
MUSAB Allah‘ın kendisine bahşettiği üstün akıl ve yaratılışla emaneti yüklendi. Onun Zühtü, yüceliği ve İhlası ile karşılaşan Medine ehli dalga dalga İslam’a girdiler. MUSAB Medine’ye geldiğinde Akabe’de Allah Resul’üne biat eden 12 kişi vardı. Onlar da Allah ve Resulü’ne icabet edeli ancak birkaç ay olmuştu.

Bir sonraki hac mevsiminde yapılan akabe biat’ın da Medine’liler Mekke’ye Resulullah ile buluşmak için temsilciler gönderdiler. MUSAB’ın önderliğinde gelen müslüman’ların sayısı yetmiş kişiydi. MUSAB dehası ve zekasıyla Allah Resul’ünün ne kadar isabetli bir tercih yaptığını ispatlamıştı.

MUSAB verilen elçilik görevini tam olarak ifa etmişti. Böylelikle, Allah’a Davetçi, Allah‘ın din ile insanları hidayete Çağıran mübaşirdi. Kendisine inandığı Allah Resulü gibi sadece Hakk’ın rızasını düşünüyordu.

Es’ad B. Zürare’nin yanında misafir olarak kalıyordu. İkisi birlikte kabileleri, toplantı yerlerini, dolaşıyorlar, yanlarında bulunan Allah‘ın kitabından insanlara okuyorlar. Onları Allah, tek bir ilahtır. Kelime-i İlahi’sine davet ediyorlardı. Öyle durumlar meydana geliyordu ki davet esnasında, eğer zekası ve ruh yüceliği olmasa hem kendisi hem de beraberinde olanlar helak olabilirdi.

Mekke

Bir gün vaaz ederken ansızın Üseyd B. Hudayr çıkageldi. Bu adam Medine’nin ileri gelenlerindendi. Kızgınlık ve öfke ile kavmi arasında alışmadıkları dini ile fitne çıkaran, ilahlarını terke Çağıran ve daha önce hiç duymadıkları, alışmadıkları bir tek ilah’dan söz eden kişiye doğru yürüdü.

Onların ilahları hep belli yerlerde duruyordu. Bir kimse ilahlarına ihtiyaç duyduğunda yerini biliyordu, o tarafa yönelir ve o ilah da onun zararını giderir. Duasını kabul ederdi. Muhammed’in ilahına gelince, MUSAB’ın davet etmiş bu ilahın ne yeri belliydi, ne de kimse onu görebiliyordu!
MUSAB’la oturup sohbet eden Müslümanlar Üseyd’in ansızın gelişini görmemişlerdi. Fark ettiklerinde dağıldılar, sadece MUSAB dimdik ayakta kalmıştı. Onu yumuşaklıkla İslam’a çağırıyordu. Üseyd , önünde durdu ve şöyle dedi: “ sizi bölgemize getiren nedir? Zayıf akıllı kimseler mi? Eğer hayatta olarak çıkmak istiyorsan derhal buradan ayrıl.” MUSAB ise bütün duruş ve yumuşaklığını koruyarak: “ Oturup dinlemez misin? Eğer davammızı beğenirsen kabul edersin. Eğer beğenmezsen, istediğin şeyi sana zorla kabul ettirmeye çalışmayız.”

Üseyd, akıllı ve zeki bir kimseydi. MUSAB’ın sadece kendine olanı sunma gayretini gördü ve MUSAB onu sadece dinlemeye çağırıyordu. Eğer kabul ederse ne ala değilse MUSAB onun bölgesini terk edecek, başka bir kimse, bölge ve kabileye zarar ziyan vermeksizin gidecekti.

Üseyd, tamam diyerek kılıcını yere koydu ve oturdu. Daha MUSAB Kur’an dan az bir ayet okuyup tefsir etmişti ki, Üseyd’de bir takım değişikliklerin olduğu görülmeye başladı. MUSAB daha sözünü bitirmedin Üseyd: “ Ne doğru ve ne güzel bir söz! Bu dine girmek isteyen ne yapmalıdır?” dedi. Bunun üzerine MUSAB ona yöneldi ve “ sadece elbise ve bedenini temizler, Allah’tan başka ilah olmadığına dair şehadet getirirsin.” dedi Üseyd, az bir süre onlardan ayrıldı ve tertemiz su damlaları saçlarından dökülür bir vaziyette yanlarına geldi: “ Allah’tan başka ilah olmadığına. Allah’ın Resulü Hz. Muhammed olduğuna şehadet ederim.” Diyerek inancını ilah etti.

Haber, ışık hızıyla Medine’ye yayıldı. Sa’d B. Muaz, Musab’a geldi, dinledi ve Müslüman oldu. Sonra onu Sa’d B. Ubade ‘ye okudu, o da İslam nimetine erdi. Medine ehli birbirlerine “ Üseyd B. Hudayr, Sa’d B. Muaz ve Sa’d B. Ubade Müslüman olmuşlar biz ne duruyoruz. Haydi MUSAB’a gidelim ve iman edelim…“ Diyorlardı.

ALLAH

Böylelikle Allah Resul’ünün ilk elçisi benzersiz bir şekilde başarılı olmuş, bu işe ne kadar ehil olduğunu da kanıtlamıştı. Günler ve yıllar birbirini kovalar, ulu Resul ve sahabe esi Medine’ye hicret eder. Kureyş’in kini, düşmanlığı ise, kat kat artar, hatta müslüman’ların Mekke’den ayrılışını batıl inançlarının zaferi sayarlar. Ve Bedir Savaşı olur. Müşriklere iyi bir ders verilir arkasından Uhud’a Müslümanlar bir iyi hazırlanırlar. Saf olmuş müslüman’ların arasında durur Resulullah, tek tek yüzlerini inceler, sancağı teslim edeceği şahsı araştırır. Ve Mus’abul Hayr’a seslenir. MUSAB öne çıkar, sancağı yüklenir. Savaş Kızışır, çarpışma şiddetlenir, Allah Resul’ünün emrine muhalefet eder okçular. Müşriklerin Bozguna uğramış halini görerek bulundukları dağın en yüksek yerini terk ederler. Böylece inananların lehine gelişen savaş, bir anda aleyhlerine döner. Ansızın dağın boş bırakılan geçidinden gelen müşrikler, Müslümanları arkadan kuşatır. Resulullah’ın bulunduğu yeri zorlamaya başlar ve sonunda ona ulaşırlar.

Bunu fark eden MUSAB, sancağı alabildiğince yukarı kaldırır, yüksek sesle tekbir getirir. Bütün müşrikler ona yönelirler. Böylelikle onları kendi tarafına çekip, Allah Resulü’nden uzaklaştırmış olur. MUSAB bir ordu gibi savaşır.

BİR ELİ MUKADDES SANCAĞI TUTUYOR.
BİR ELİ DÜŞMANA KARŞI KILIÇ SALLIYOR.

Fakat düşmanlar üzerine çullanır. Onu geçip Allah‘ın elçisine ulaşmak için var güçleriyle ona yüklenirler. Bırakalım MUSAB‘ın şu son anı bize kendisini anlatsın. İbn Sa’d şöyle der: İbrahim B. Muhammed B. Şurahbil el-Abderi babasından naklen bize şunu haber verir: Uhud günü, sancağı taşıdı. Müslümanlar dağıldıklarında, o dimdik durdu. Atın üzerinde olan İbn Kamie ona saldırdı. Sağ eline vurdu ve onu kesti. MUSAB o sırada “ MUHAMMED ancak Resüldür. Ondan önce de Resuller gelmiştir.” Diyordu. Sancağı sol eline alır ve yükseltir. Düşman onu da keser. Bunun üzerine MUSAB sancağı iki pazusuyuyla göğsüne sıkıştırır. Aynı zamanda da: “MUHAMMED ancak Resüldür. Ondan önce de Resuller gelmiştir” der. Düşmanın üçüncü hamlesinde mızrak göğsünün saplanır ve MUSAB yere düşer, sancak yere düşer. MUSAB DÜŞER, SANCAK DÜŞER.”

Şehadet şerbetini içer, şehitlerin yıldızlarına bir tane daha eklenir. İman ve Allah Resulü uğruna kendini feda ederek kahramanca mücadelesinin neticesinde şehit oldu. Zannetti ki, kendisini veya sancak düşerse, müşrikler korumasız, yalnız kalan peygamberi öldürmeye yol bulurlar. Evet, o böyle düşünerek, Allah Resul’üne olan sevgisinin ve ona bir zarar gelmesinin endişesiyle kendisine ortaya attı. Her bir kılıç darbesiyle “ Muhammet ancak Resüldür, ondan önce de Resuller gelmiştir. ( AL-İ imran, 144) ayetini okuyordu

Musab B. Ümeyr

Savaş bittikten sonra bu yüce şehidin cesedi bulundu. Yüzü kanıyla sakınmış toprağın içine gizlenmişti. Sanki Resulullah’a bir kötülük ulaşmasını görmekten korkuyordu. Yüzünü gizliyor ta ki korktuğuna şahit olmasın. Sanki Resulullah’ın kurtulduğunu tam olarak görmeden ve üzerine gereken koruma ve savunmayı yerine getirmeden şehit düştüğü için utanıyordu. Allah sana yeter ya MUSAB, ay hatırası hayatın kokusu olan…

Allah Resulü ve Ashâb-ı savaş alanını incelemek ve şehitleri tespit etmek için geldiler. MUSAB’ın cesedinin yanında gözleri dolu dolu oldu. Habbab B. Eret şöyle der: “ Allah Resulü ile birlikte Allah yolunda hicret ettik. Sadece Allah’ın rızasını umduk. Allah ecrimizi elbet verecektir. Bizden bir kısmı öte dünyaya göçtü. Ecrin‘den dünyada hiçbir şey yemedi. Musab B. Ümeyr onlardandır. Uhud günü şehit edildi. Onu kefenleyecek çizgili bir bez parçasından başka bir şey yoktu. Başını örttüğümüzde ayakları açıkta kalıyordu. Ayaklarını örttüğümüzde başı açılıyordu. Allah Resul’ü bize şöyle buyururdu: “ Başından itibaren örtün, ayaklarından açık kalan yeri de ızhır otuyla örtersiniz.” nasıl üzülmesin Resulullah? Hz. Hamza’nın ölümüyle karşılaşmış, yetmiyormuş gibi bir de müşrikler onun burnunu kulağını kesmişler, kalbini yerinden sökmüşlerdi. Resulullah’ın gözü yaşlı dolar, kalbi parçalanır.

Nasıl üzülmesin Resulullah? Savaş meydanında dostlarının arkadaşlarının cesetleri. Her biri müşriklerce tahrip edilmiş.

Nasıl üzülmesin Resulullah? İlk elçisinin cesedinin başına durmuş, onu ötelere uğurluyor.
Evet… Resulullah (S.a.v) MUSAB’ın başında durmuş: “ müminlerden öyle erkekler vardır ki, Allah’a verdikleri sözde dururlar” ayetini (Ahzab,23) okudular, sonra kefenlendiği gömleğine baktılar: “ işte sen… Gömleğin içinde saçları dağınık…” buyurdu. Savaş alanına uzun uzun bakıp Resulullah şöyle seslendi: “ Allahın Resulü size şahitlik ediyor ki, sizler kıyamet günü Allah’ın katında şehitlersiniz.”

Sonra etrafındaki sağ kalan Ashabına dönüp, “ Ey insanlar! Onları ziyaret edin, onların yanına gidin, selam verin, nefsim, kudret elinde olana yemin ederim ki, onlara bir Müslüman kıyamet gününe kadar selam vermez ki, o selamı iade edilmesin.”

Selam üzerine olsun Ey MUSAB… selam üzerinize olsun ey şehitler topluluğu… Selam üzerinize olsun…
Alla’hın rahmeti ve bereketi …

 

 

Abdülaziz Çekirge          

www.musabyasirozen.com.tr

Yasir

AMMAR BİN YASİR

AMMAR BİN YASİR

Kimsesiz, fakir, Yemenli bir aileye mensuptu. İslam tarihinde “Yasir Ailesi” adıyla anılan bu aile, müşriklerin en büyük zulüm ve işkencelerine maruz kaldı. Bu işkencelerin tek bir sebebi vardı: Yasir Ailesinin İslam nuruna bağlanmaları. Müslümanların sayısı arttıkça müşrikler endişeye kapılıyordu. Bedevi, vahşi müşriklerin elinde müminleri caydırmak için işkence silahından başka bir şey yoktu. Caydıramayınca da çılgına dönüyorlardı.

Yasir Ailesinin genç evladı Hz. Ammar’ı gönlü, İslamiyet’le çarpıyordu. Mutlaka gidip Resulullah’ı görmeli, İslamiyet’i ondan öğrenmelidir. Resul-i Ekrem efendimiz İslam’ın tebliğ merkezi olan Dârü’l Erkam‘da idi. Burada, gelenlere İslam’ın hakikatlerini anlatıyor, nazil olan ayetleri öğretiyordu. Hazreti Ammar B. Yasir doğruca Darü’l Erkam’a vardı. Resulullah’ın huzuruna gitti. Kur’an-ı Kerim ‘ in yüce hakikatlerini dinledi. Orada hemen İslamiyet’i kabul etti. Bu sırada yeryüzünde müslümanların sayısı bir elin parmağı kadardı. Rivayete göre ilk Müslüman olan yedi kişiden biride Hz.Ammar B. Yasir’dir.

YasirAilesinin tamamı İslamiyetle müşerref oldu. Fakat, müşriklerin korkularından bunu gizliyordu. Çünkü, bu aile Mekke’ye dışarıdan gelmişti. Mutlaka güçlü bir kabilenin himayesinde bulunmaları gerekirdi. Yasir ailesinin hamisi Mekke müşriklerinin kuvvetli kabilelerinden Mahzumoğulları idi. Bu kabile YasirAilesinin her şeyini kabul edebilirlerdi, fakat Müslüman olmalarına asla. Önce mükafatlarlarla vazgeçirmek istedilerse de muvaffak olamayınca işkencelere giriştiler. Böylece İslam tarihinin ilk işkenceli hayatını bu ilk Müslümanlar yaşadı.

Yasir Ailesinin üç ferdi Hz. Yasir, Hz. Sümeyye ve Hz. Ammar kızgın kumlar üzerine yatırarak Mekke’nin dehşetli sıcağında aç ve susuz bırakılmışlardı. Müşriklerin bu işkencelerini gören ve engel olamayan Resulullah Efendimiz (S.a.v) buna çok üzülüyor ve yüce Allah’a şöyle yalvarıyordu: “ Allah’ım, Yasir Ailesinden rahmetini esirgeme, onları affet.”

Hz.Yasir, Resulullah’ı görünce dayanamayarak gözyaşları içinde “Ya Resulullah, bu işkenceler ne zamana kadar devam edecek?” Diye sordu.

Resulullah EFENDİMİZ, “sabredin ey Yasir Ailesi, sabredin bu sabrınızın ve sebatınızın mükâfatı cennettir” buyurarak onları teselli etti.

Yasir Ailesi, gerçekten İslam tarihinin en üstün sabır örneğini göstermişti. Müşriklerin isteklerine ise asla boyun eğmemişlerdi.

Onlar Kur’an ‘ ın nuruna aşık olmuşlardı. Ailenin büyüğü Hz. Yasir işkenceler altında İslam’ın izzetini muhafaza etti, zalimlere asla boyun eğmeyerek, ruhunu Cenabı Hakk’a teslim etti. Cesedi işkenceler altında ezilirken, ruhu şehit olarak cennete uçtu.

Hanımı Hz. Sümeyye imanda Sebahat’ın zirvesindeydi. Ona işkence yapmayı üzerine alan İslam’ın en büyük düşmanı Ebu Cehil’di. Fakat Hz. Sümeyye, Ebu Cehil’in bütün zorlamalarına beş para ehemniyet vermiyordu. Ebu Cehil onun bu ısrar ve sebahatini anlamıştı. Sonunda mızrağını çekti şehit etti.

Böylece Yasir İslam’ın ilk erkek şehidi, Hazreti Sümeyye de İslam’ın ilk kadın şehidesi oldu. Onlar bu ağır imtihanları başarıyla verdiler, İslamiyet’in kökleşmesi için hayatlarını feda ettiler. O büyük peygamberin Müjdesine mazhar olarak ebedi saadete girdiler.

Sıra artık oğulları Yasir‘e gelmişti. Gözü önünde anne ve babası acımasızca şehit edilmişti. Kendisi de ağır işkenceler altında halsiz kalmıştı. Müşrik gurubun Ammar B. Yasir’den istedikleri, Resulullah’ın aleyhinde konuşmasıydı. En azından imanından vazgeçtiğini. LAT ve UZZA putların “Muhammed’in dininden “ iyi olduklarını belirtmesiydi. HZ.AMMAR B.YASİR metanetini yitirmemişti. Fakat, kurtuluş çaresi yoktu. Ya öldürülecekti veya istedikleri şeyleri söyleyecekti. HZ.AMMAR B.YASİR İslamiyet’in yücelmesi için hangisi daha iyi olacağını düşünüyor, bir türlü karar veremiyordu onların istediklerini söylemek ölümden daha ağır geliyordu. Nihayet yine Resulullah’a konuşmak için isteklerim yerine getirdi. ” Diliyle” dininden vazgeçtiğini bildirdi. Müşrikler de onu serbest bıraktılar.

YASİR kalben söylememişti, ama yine de endişeliydi. Kalbi tir tir titriyordu. Ellerinden kurtulur kurtulmaz doğru Resulullah’a koştu. “ Helak oldum, İmanımı inkar ettim, ya Resulullah” dedi ve her şeyi baştan sona anlattı. Resulullah (S.a.v) “Kalbin Nasıl?” Diyerek, sözle söylediklerini kalbinin iştirak Edip etmediğini sordu. “Kalbim imanla doludur” diyen Hz.Ammar B.Yasir’e Resulullah’ın cevabı şu oldu: “AMMAR B.YASİR” tepeden tırnağa imanla doludur şayet sana tekrar böyle işkenceler yaparlarsa, tekrar aynı taktik ellerinden kurtulmanda bir mahsuru yoktur.”

Ammar Bin Yasir

Hz.AMMAR B.YASİR daha sonra Medine’ye hicret etti. Resulullah onu Ensar’dan Huzeyfe bin Yeman ile kardeş yaptı. Mekke’de ona en ağır işkenceleri reva gören müşrik Huzeyfe Bin Muğire’ye karşı yüce Allah ona en iyi dost ve kahraman kardeş olan Hz. Huzeyfe Bin Yeman’ı vermişti. Bu saadeti tadan Hz. Ammar B.Yasir daima Allah’a şükrederdi.

İslam tarihinde ilk mescit fikrini ortaya atan Hz.Ammar B.Yasir’dir. Resulullah efendimiz Medine’ye hicret ettiklerinde, Resulullah bir ibadetgah istirahat’gah lazım diyerek ilk olarak bir mescit yapılmasını teklif etti. Kuba mescidi onun bu fikrinden doğdu. Hz.Ammar B.Yasir, bu mescidin bizzat inşaatında çalışmış, omuzlarında taş taşımıştır.

Hz.Ammar B.Yasir Bedir ve Hendek harb’lerine katıldı. Büyük kahramanlıklar gösterdi. Yalancı peygamber müseylime karşı savaştı. Harb esnasında Müslüman mücahitlerin morallerini devamlı yüksek tuttu.

Sevgili peygamberimizin çok sevdiği sahabe’lerden birisi şüphesiz Hz.Ammar B.Yasir’di Resulullah Hz.Ammar B.Yasir’i görünce yüzü sevinçle dolardı. “Hz. Ammar B. Yasir’e düşman olan Allah’a düşman olur.” Ona kin besleyen ve onu kızdıran Allah’ı kızdırmış olur” Cennet Ali, Ammar, Selman ve Bilal’i şiddetle arzu etmektedir“ şeklindeki hadis-İ şerifler, peygamberimizin Hz.Ammar B.Yasir’i ne derece sevdiğini göstermesi bakımından manidardır.

Şu hadisede bunun canlı bir misalidir: birgün Hz. Halid Bin Velid ile Hz.Ammar B.Yasir arasında bir tartışma çıktı. Tartışmada Hz. Ammar B.Yasir haklıydı. İkisi de birbirlerini Resulullah’a şikayet ettiler. Resulullah Efendimiz yukarıda zikrettiğimiz Ammar B.Yasir’i kızdırmamalarını istedi. Hz Halid derki: Yemin ederim Resulullah’ın huzurundan ayrıldığımda Hz.Ammar B.Yasir’i nasıl memnun edeceğimden başka bir şey düşünemiyorum.

Zühd ve sadelik içinde bir hayat geçiren Hz.Ammar B.YASİR, Hicri 37 senesinde sıffİn Harbinde şehid oldu.
                                                                                                                                                                     ALLAH ONLARDAN RAZI OLSUN…

 

Abdülaziz Çekirge          

www.musabyasirozen.com.tr

 

 

Musab

MUSAB

MUSAB

İftar için tatlı bir telaş vardı. Abdurrahman B. Auf önündeki iftar sofrasına şöyle bir bakiverdi. Nedendir bilinmez aklına birden MUSAB gelmişti. “MUSAB şehit edildi. Halbuki o benden daha hayırlıydı.” Dedi sonra. Uhud Savaşı’nda şehit düşen Musab‘ın hali bir türlü gözünün önünden gitmiyordu. Öylesine yokluk içindeydi ki bedenine kefen yapılacak doğru dürüst bir örtü bile bulunamamıştı. Zorlukla elde edilen bir bürdeyle kefenlendi. MUSAB lakin o onunla da başı örtüldüğünde ayakları örtüldüğünde başı açıkta kalıyordu. MUSAB yokluk içinde bu dünyadan göçüp gittiği halde, kendisi dünyada türlü türlü nimetlere nail olmuştu. O günü hatırladıkça gözyaşlarına hakim olamıyordu. Uzanamadı eli sofraya bir türlü, kalktı gitti.

ABDURRAHMAN B. AUF gibi adını işiten herkes hayırla yâd ediyordu MUSAB B. UMEYR’i. Müslüman olmak uğruna hiçbir Kureyş’linin yapamayacağı bir fedakarlıkta bulunmuş, sahip olduğu konforlu hayatı ve zenginliği hiç tereddüt etmeden elinin tersiyle iti vermişti. Halbuki Mekke’de onun gibisi yoktu. Genç ve yakışıklıydı. Saçının güzelliği, kıyafetlerinin gösterişi, kullandığı koku hatta giydiği ayakkabının kalitesi herkesin dilindeydi, anne babası onu çok seviyor, bir dediğini iki etmiyordu. Herkes nasıl da imreniyordu onun ihtişamlı yaşantısına. Musab B. Ümeyr

Meraklı bakışların kuşatması altında olan MUSAB o günlerde gizliden gizliye Erkam‘ın evine gidiyordu. Kimsenin haberi yoktu Allah’a ve Resul’üne iman ettiğinden. Bir gün kabilesinden Osman Ö. Talha onu namaz kılarken gördü ve hemen ailesine giderek durumu haber verdi. Oğullarının Müslüman olmasına çok öfkelenen anne ve babası, onu vazgeçirmeye kararlıydılar. Günlerce hapsettiler, baskı altında tuttular ama döndüremediler gittiği yoldan. Genç MUSAB Allah ve Resul’ünün uğruna sahip olduğu her şeyi terk etti. Hem de hiç tereddüt etmeden. Onların sevgisi bir yana, dünya ve dünyaya dair ne varsa hepsi bir yanaydı.

İslam davetinin açıktan yapılmasıyla birlikte müşriklerin baskılarını artırmaları nedeniyle Musab B. Umeyr beraberindeki bir grup Müslüman ile Habeşistan’a hicret etti. Bir müddet orada kaldıktan sonra tekrar Mekke’ye döndü. Birinci akabe biatında medine’li müslüman’ların isteği üzerine Allah Resulü onu Medine’ye öğretmen olarak gönderdi. Genç ve yetenekli MUSAB Resulullah’ın tebliğ metodunu iyi biliyordu. Bunun yanı sıra o zamana kadar inen Kur’an ayetlerini ezberlemesi ve etkili konuşma tarzıyla da dikkat çekiyordu. Kısa sürede bir çok insanın gönlünü kazanan Musab, başka Sa’d B. Muaz ve Üseyd çok sayıda medine‘linin önde gelenleri olmak üzere çok sayıda Medinelinin Müslüman olmasına vesile oldu. Onun çabası sayesinde artık her ensar evinde mutlaka bir Müslüman vardı. Bir yılın ardından beraberinde yetmiş beş müslüman’la ikinci Akabe Biatı için Mekke’ye gelen MUSAB, Allah Resul’ünün verdiği görevi hakkıyla yerine getirmiş ve onun haddini kazanmıştı.

Musab Bin Ümeyr

MUSAB B. UMEYR ilmi ve ahlakının yanı sıra cesareti ve azmi ile de örnek bir sahabiydi. Hz. peygamber Bedir ve Uhud savaşlarında Sancaktarlık görevini ona vermişti. Uhud’da savaşın en zor anında dahi bir an olsun Resulullah’ı yalnız bırakmadı MUSAB. Daha önce Allah ve Resulü uğruna sahip olduğu her şeyi feda eden, Ensar‘ın ilk öğretmeni artık elinde kalan tek şeyi, canını feda etmek üzere savaş meydanındaydı. Zira Allah’a verilen sözün gereğiydi bu ve Mus’abü’l Hayr’ın verdiği sözden geri dönmeye hiç niyeti yoktu. İbn Kamie’nin kılıç darbeleriyle önce sağ el ardından da sol eli koptu. Yine de sancağı düşürmedi kollarıyla tutarak göğsüne bastırmaya devam etti. En sonunda mızrakla yaralanarak şehit düştü. Savaşın ardından Allah Resulü’nü ölümüyle en çok hüzünlendirenlerden biri o oldu. Resulullah Musab’ın yüzüstü düşmüş bedeninin başında durduktan sonra o ve beraberindeki diğer şehitlere hitaben Allah katında şehitler olduklarına kıyamet günü bizzat şahitlik edeceğini söyledi. İslam’la şereflenmeden önce asaleti ve zenginliği dilden dile dolaşan MUSAB B. UMEYR’in şehit olduğunda bedenini tamamen örtecek bir kefeni bile yoktu. Bunun üzerine Hz. Peygamber, başının örtülmesini, ayaklarının üzerine ise İzhir otu konulmasını istedi.

Hicretten sonra yüce Allah’ın mükafatıyla ashab çeşitli nimetlere nail olmuşken MUSAB B. UMEYR bunların hiçbirini göremeden yokluk içinde şehadet’e yürümüştü. Fakat onun nezdinde Allah ve Resul’ünün sevgisi yanında malın, mülkün, şöhretin hiçbir kıymeti yoktu. Onun gerçek serveti İMANIYDI…

 

Hıdır Akkaşoğlu         
www.musabyasirozen.com.tr

error: İçerik korunuyor !!!