Archives 2025

Musab Yasir Özen

Büyük Doğu Necip Fazıl KISAKÜREK / Tarkan Balcı

Büyük Doğu Necip Fazıl KISAKÜREK

Tarkan Balcı

Bir şair için en kötü şey sadece birkaç şiiri ile tanınması, bu şiirler dışında şair ile ilgili hiçbir şey bilmediğimiz. “Düşüncesi ne? Amacı ne? “ gibi sualleri kendimize sormadan “bu şiir güzelmiş“ deyip üstü kapalı bir şekilde hissiyatlardan uzak durmamız, şairin birkaç şiiri ile yetinmemize sebep oluyor. Acaba bu zamana kadar herhangi bir şair’i en ince detaylarına girecek şekilde inceledik mi? İşte bizim eksiklerimiz burada başlıyor. Bu düşüncelerde şairleri etkisi altına alıyor ve kendilerini kanıtlama düşüncesine giriyor. Şairler bir toplumun haykıran sesi, gören gözü, duyan kulağıdır. Ve en önemlisi de vicdan aynasıdır. Bazıları bunun dışında kalsa bile hassas ruhlarıyla farklı âlemlerden aldıklarını, bize şiir diliyle aktarırlar. Bu mana çerçevesine giren şairler birkaç şiire hapsedilmeyerek bir bütün olarak değerlendirilmelidir.

Cumhuriyet devri Türk şiirine nefes olmasını sağlayan Necip Fazıl Kısakürek, son dönemde yapılan çalışmalarla hak ettiği yeri almışsa da, onun halk tarafından tanınması Sakarya türküsü, zindandan Mehmet’e mektup ve kaldırımlar olmuştur. Necip Fazıl’ı bu üçgende tanıyıp, belli bir kalıba hapsetmek, şairin diğer fikirleri hakkında bilgi sahibi olmamızı engeller. Bizce Necip Fazıl’ı esas sanatkâr ruhunu aksettiren diğer şiirleri ile değerlendirmek icap eder.

Ben’ki Toz Kanatlı Bir Kelebeğim

Toz kanatlı bir kelebek edasıyla Kaf Dağı’nı omuzlayan şairimiz 1905’te kocaman bir konakta doğar, ilk öğrenimini yaptıktan sonra Fransız mektebi ve Amerikan koleji gibi okullara devam eder. Orta öğreniminden sonra Mekteb-i Fünuni Bahriye’ye kaydolur. Öğrenim gördüğü bu okul bir yıl uzatılınca burayı bırakarak Darü-l Fünün’un Felsefe bölümüne kayıt yaptırır. Bu yıllarda şair ruhu, onu şiir yazmaya zorlar. Yazdığı şiirlerin bir kısmını dönemin edebiyat Necip Fazıl’ı Yakup Kadri’ye gösterir. Bir taltif olarak şiirleri bir süre sonra devrin sanat ve edebiyat alanında nabzını tutan Yeni Mecmua’da yayımlanır. Aslında Necip Fazıl’ın şairliği kendi ifadesiyle 12 yaşında, tuhaf bir bahaneyle başlamıştır.

Şairliğim 12 yaşında başladı. Bahanesi tuhaftır. Annem hastanedeydi ziyaretine gitmiştim beyaz yatak örtüsünde siyah kaplı küçük ve eski bir defter, bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde, haberi veren annem bir an gözlerimin içini tarayıp “senin” dedi, şair olmanı ne kadar isterdim! Annemin bu dilediği bana, içimde besleyip de 12 yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Varlık hikmetimin taa kendisi… gözlerim, hastane odasının penceresinde, savrulan kan ve uluyan rüzgâra karşı, içimden kararımı verdim. Şair olacağım! Ve oldum. O gün bugün, şairliği küçük ve adi hissiliklerin üstünde gören, onu idrakin en ileri merhalesi sayan ben, bu küçük ve adi bahaneyi hiç unutmadım. Aslında patlamaya hazır bir duygunun ortaya çıkması için sürenin dolması anlamındadır. Annesinin isteği zaten şair bir ruha sahip olan, şiiri bir ihlas olarak gören Necip Fazıl için şiirin ve şairliğin ortaya çıkmasıdır bu küçük bahane.

Zamanın Milli Eğitim Bakanlığı, yurt dışına burslu olarak talebe göndermek için bir imtihan açar. Kazananların gideceği yer, edebiyatın kalesi olarak nitelendirilen Paris’tir. Edebiyatın kalesi olan Paris’e gitmek için Necip Fazıl’da bu imtihana girer. Yıl 1924 Paris’e geçen şairimiz, meşhur Sorbonne Üniversitesi’ne kaydolur. Yaşamış olduğu fikir bunalımları neticesinde düzensiz bir hayat yaşayan şairimiz okula devam edemez. Fransa’nın gece hayatında bulur kendini. Bu şartlar altında bütün parasını kumarda kaybeden şair, devletin dönüş için verdiği bileti bile aynı şekilde kaybeder. Başarısız geçen bu tahsil dönemi neticesi devlet bursu kesilir. İstanbul yolu görünür şairimize.

Yıl 1925’tir. Bu dönüş onun için yeniden doğuş’un ilk tohumları olacaktır. İleriki yıllarda. Şairin ruhundaki fırtınalar, varlık ve yokluk arasındaki gelgitlerden kurtulamamıştır henüz.

Bir arkadaşının vasıtasıyla Felemenk bahri Sefid bankasında işbaşı yapar. Bir süre sonra Osmanlı Bankası’nın çeşitli şubelerinde çalışır. 1934’e kadar içindeki gelgitlerle yaşayan şair, bir tevafuk eseri durgunlaşmanın ilk yansımalarıyla tanışır. Bir gece çalıştığı bankadan evine vapurla dönerken karşısında oturan ve gözlerini ondan ayırmayan “Hızır” tavırlı bir adam ona kurtuluş reçetesi yazacak bir hekimin adresini verir. Bu hekim, şairin içindeki iniş çıkışları düzlüğe çevirecek, gelgitleri yutacak, ruhunu sakinleştirip onun hakikat ilmini çevirecek bir zattır; Abdulhakim Avrasi.

Şairin, “EFENDİM! Benim efendim, benim güzeller güzeli efendim!” diye hayranlık ve aşk derecesinde bağlı olduğu Abdulhakim Arvasi; tam 30 yıl şairin ufkunda bir hakikat güneşi gibi doğar.

YARAM VAR, HAVANLAR DÖVEMEZ MERHEM

Yaram Var, Havanlar Dövemez Merhem

Artık, yeni bir hayat başlar Necip Fazıl için . Hayat bakış tarzı değişir. Yeni bir isim arayışı içindedir bu yeni haline çünkü heybesi hayat doludur bundan böyle. Tek meselesi sonsuza varmak olur. Artık eskilerde barınamayan şair.

“KAÇIR beni ahenk, al beni birlik!” der yalvarırcasına birilerinin çok değer verdiği şairliği, sanatkârlığı dahi istemez:

“ Ver cüceye onun olsun şairlik şimdi gözüm büyük sanatkârlıkta”

mısralarıyla bu dönemde şiirdeki gaye ve anlayışını belirler. Artık şiir, mutlak hakikati aramakta kullanılan bir vasıtadır onun için.

Necip Fazıl’ın bu dönüşü hazmedemeyenlerin taarruza geçtikleri görülür. Bir zamanlar Türk edebiyatı‘nın gelecek vaat eden genç şairi olarak takdim edilen Necip Fazıl, bu dönüşten sonra sabık şair diye resmedilir bir süre. Fakat şairimizin tenkitlere değer vermez ve kendini hakikat arayisi içerisine sokar. Değişmenin önünde direnmek veya insanı sabit fikirlerle yaşamaya alıştırmaktan daha büyük bir yobazlık var mıdır yeryüzünde? Ama şunu unutmamak gerekir ki, bu karşı duruşların, altında yatan temel düşünce aydınımızın tarihi ile ve kültürüyle olan yakınlaşmasından duyulan rahatsızlıktır. “ Kendi geçmişini bilmeyenler, başka milletlerin şikarı (avı) olmaya mahkumdur.” Sözüyle zıtlaşma, bizim aydınlarımızın en bariz vasfı haline gelmiştir. Son dönem Türk edebiyatında.

Bütün bu tepkilere kendi çapında göğüs geren Necip Fazıl için, artık yeni bir dünyada bulmuştur kendini. Bu değişim sürecinde Türk fikir ve edebiyat dünyasında yabancı fikir akımlarının sesi çıkmaktadır. Buna bir nebze de olsa “Dur!” Demek için, 1936’da “Ağaç” dergisini çıkarır Necip Fazıl. Devrin bir çok yazarını bünyesinde barındıran bu dergi bir çok sanat ürününün de tanınmasında vesile olur. Mücadelelerle geçen bu dönem akabinde 1943’te Büyük Doğu dergisini de yayın hayatına hediye eder. 35 yıl yayımlanan bu dergi, edebiyat ve fikir tarihi açısından ayrı bir öneme sahiptir. Dergilerde çıkan yazıları, kalem kavgaları Necip Fazıl’ın isminin yurdun her tarafında duyulmasını sağlıyordu. Konferanslar bütün yurdu dolaşarak Sinesindeki hakikatleri nesne boşaltma imkanı veriyordu şaire. Hemen hemen yurdun dört bir yanını dolaşan şair, konferanslarıyla geniş bir kitleye ulaşma imkanı bulur. Konferansları sürerken kendini şiir ve yazıdan da uzaklaştırmayan Necip Fazıl, 1980 yılına kadar 13 yıl süren ve siyasi, kültür ağırlıklı olan meşhur “Rapor” larını fikir hayatımıza armağan eder.

26 Mayıs 1980’de Türk edebiyatı Vakfınca “sultânu’ş-şu’arâ” (Şairler sultanı) seçilir. Bunu, 1982 yılında ‘Batı tefekkürü ve İslam tasavvufu’ eseri vesilesiyle aldığı yılın fikir ve sanat adamı mükafatı takip eder. Artık hayatının son demlerini yaşayan şair, kendini tamamıyla çok önem verdiği eserleri yazmaya adar. Cemiyetteki aksiyoner kişiliği yerini bir tasavvuf dervişine bırakır. İnzivaya çekilir, bir daha çıkmamak üzere küçücük odasına kapanır. Kendisinden fikir almak için yanına gidip gelenleri kabul eder.                                                                                              Ömrünün son günlerinde 25 Mayıs 1983 gecesinde şu mısralar dökülür dilinden ;

“ Ben ölünce etsin dostlarım bayram,

üst üste tam kırk gün kırk gece düğün!”

“ Açı doyurmaksa kabirde meram,

yemeğim Fatih’a, günde beş öğün.”

Necip Fazıl da son randevusunun hazırlığı içerisindedir. Ama bilsem nerede, saat kaçta Tabumun tahtası, bilsem hangi ağaçta diyerek bu randevunun ölüm olduğunu fısıldar kulaklarımıza.

Her şeye küsmüştür şair. Bu dünyada ne varsa renk, nakış, lezzet, ne varsa küstür. Gözündeki son marifet, Azrail’e tebessümdür. Yahya Kemal’in Sessiz gemi şiirinde ifade ettiği gibi, Artık demir almak günü gelmiştir zamandan. Meçhule giden bir gemi kalkmaktadır hayat limanından. Yolcusunu almaya kararlıdır. Son gidişte ne mendil sallanır ne de kol. Çok kimse gitmiştir bu sefere, ama seferinden dönen olmamıştır. Sessiz gemiye bu sefer de Necip Fazıl binmiştir, ve dilinde şu mısralarla bize el sallayarak mutluluk diyarına doğru yol almıştır:

“Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber… Hiç güzel olmasaydı ölürmüydü peygamber?!“

 

Ver Cüceye Onun Olsun Şairlik

Ver Cüceye Onun Olsun Şairlik

Osmanlı’nın son dönemlerini yaşamış cumhuriyetin ilk dönemlerini idrak etmiş Necip Fazıl, tam bir kültür buhranının ortasında kendisini bulmuştur. Bir taraftan Trablusgarp Savaşları, bir taraftan meşrutiyet, bir taraftan Çanakkale ve milli mücadele… Cemiyetin en hassas ferdi olan şairlerimizin ruh dünyalarında bir nevi şok tesiri yapmıştır bu tarihi hadiseler.

Fikirleriyle olduğu kadar şiirleri ile de Türk edebiyatında farklı bir yere yerleşen Necip Fazıl, Cumhuriyet sonrası Türk şiirinin kurulmasında temel fonu teşkil etmiştir. Bir yandan halk şiiri bir yandan da batı şiiri ölçülerini aynı potada eriterek şiiri, basit hislenmelerden kurtarıp insanın kendi ‘ben’ ini arayan bir vasıta haline getirmiştir. Türk şiirinde yeni bir oluşumu sessiz ve derinden yapmıştır.

Onu sadece bir şair olarak görmemek gerekir, tiyatroları, nesirleri, romanları, hikayeleri, anıları ve kalem kavgalarıyla da bir devre ışık tutmaktadır Necip Fazıl. Bu mevzuda mutlaka söylenecek çok söz vardır. Necip Fazıl’ı en iyi tanıyan ve yorumlayanlardan olan son dönem Türk edebiyatının şair ve mütefekkirlerinden Sezai Karakoç’un şu nefis yorumuna kulak verelim bir de:
Necip Fazıl’ın şiirinin asıl özellik, gerçeği arama ve ona vararak üstün ruh erginliğine, ebedi iyilik tadına varma olunca ‘Çile’ şiirinin tahlili, bütün şiirinin anahtarı olabilecek demektir. Çile şiirinin Necip Fazıl’ın daha önceki şiirlerine bakan bir yüzü, daha sonraki şiirlerine bakan bir başka yüzü vardır. Daha doğrusu sanki dört bölümlü olan şiirin birinci ve ikinci bölümleri yer yer daha önceki şiirleri benliğinde, belli belirsiz özetlemiştir. Son bölümü de gelecek şiirlerinin bir habercisi, bir proloğudur. Çile‘nin birinci bölümünde içinde bulunulan ve sanki hakikatmiş gibi benimsenen peşin hükümler ve alışkanlıklar dünyasının yıkılması ve bu yıkılıştan duyulan acı anlatılmaktadır. İkincide bunalıma düşen ruh, artık eşyanın, varlığın varoluşun sırlarını aramakta ve bu arayışın ölümden beter azabını dillendirmektedir. Üçüncü bölümde şair hakikati bulmanın ve bunalımdan kurtulmanın metot ve çarelerini arar gibidir. Mesafeler ve yolların insanı aldatışı, büyücünün hıncı, aynaların geçen zamana eş verdiği ızdırap, lügat kavramıyla sembolize edilen bilginin yetersizliği, tabiatın insanın içindeki iniş ve çıkışlardan daha basit bir yapıda oluşu, yani insan girişliliğinin dış dünyayı aşması, umudun bunlarda olmadığını bize göstermektedir. Fakat son bölüm bir var oluş bunalımına sürükleyen galiplerden gelme sesin bu kez aydınlıklarla ansızın ‘ben’i sardığını ve ezel fikrin ve ebedi duygusuna götürdüğünü, ansızın mavera perdelerinin yırtılarak insanın hakikatin kucağına düştüğünü, artık insanın saman yollarından daha ötesi ile deniz dibindeki incilere sahip çıkarcasına en değerli tutanak olan ebedi olmaya yönelmesi gerektiğini, yani ALLAH’ı bulmak ve ondan asla ayrılmamak için yeni, büyük ve ulu hayatına başlamasıyla kurtulabileceğini Türk şiir tarihinde unutulmaz bir poetik bütünlükteki kıtalarla anlatmaktadır.

Halk şiiri motiflerinden, eşyanın ötesinde bekleyen mesaja giden ve ondan yeniden topluma dönen Necip Fazıl şiiri, uygarlığından soyulmuş bir toplum için, uzun vadede yeni bir kurtuluş umudunun kaybolmadığını, eşyanın ezildiği yerden mistik, tarihin koptuğu yerden metafizik kurtuluş çizgilerinin fışkırdı ruhun uyanışı şiiri oluyor.

Necip Fazıl, şiiri merkez alınmadığı için Cumhuriyet sonrası şiirimizin gerçek yorumu yapılamamıştır. Toplumdaki ekmek kavgası, ne Orhan Veli şiirini ne de Nazım Hikmet özentisi şiiri kurtarabilmiştir. Çünkü toplumumuz ekmek derdini bile lirik ve daha doğrusu poetik planda, en soylu dolaylı anlatıma kavuşturacak bir mizaçtadır.
Bin yıldır varoluş davasına ekmek kavgasının çok üstünde yaşamış bir toplumu, tarihsiz, geçmişsiz, onursuz bir toplummuşçasına dile getirmeye imkan yoktur. İsterse o toplum gerçekten aç olsun. Onun açlığında tarihin sıkıntısı vardır. O, ekmeğin içinde bile tarihe acıkmışken, tarihini bile ekmeğe acıkma şeklinde anlatma, bu toplumu anlamama ve onun ruhuyla gerçek bir bağ kuramama demektir. Hatta böyle bir bağ kurabilmenin bütün imkanlarını da kaybetmek demek.

 

Tarkan Balcı                

www.musabyasirozen.com.tr

 

 

Musab Yasir Özen, Musab Özen, M.Y.Ö, M.Yasir Özen, Musab, Musab Y Özen, Yasir Özen

BÜYÜK DOĞU MESELESİ / Musab Yasir Özen

BÜYÜK DOĞU MESELESİ

Musab Yasir Özen

Büyük Doğu Davasını idrak etmek, sisteminin ne olduğunun farkına varmak gerekir. Bu uğraşın ne olduğunu, bilhassa Türkiyeliyim ve Müslümanım diyenlerin dedikleri gibi olmaları için, “ Büyük Doğu” gerek pratik gerekse ideal değerler çerçevesinde mütaala edilen meselelerin mutlak fikre göre olması gerekeni gösteren ahenkli bir terkip ve faaliyetlerin kendisindeki ipuçlarından hareketle sonuçlandırılması gereği bakımından bir olması gereken idealdir.

İnsan ve toplum meselelerine İslami bir prodigma ile bakan ve çözüm yolları sunan “ Büyük Doğu Fikriyatı” samimi ve şeffaf bir terkiptir. Hakikat ölçülerinde derinleşmek, hakk-el yakin derecesinde bilme, mutlak ölçülere bağlılık ve pratik bir yaşamı ifade eder. Konuya merhum Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nunBerzah” isimli kitabından bir pasaj ile devam edecek olursak; “Toplumsal meselelerin haline doğru pratik ve İslam tasavvufundan çekilecek iplikçiler halinde diye formüle ettiği yol, yolumuz. İslami ve evrensel ölçülerde derinleşmesine hakk-el yakin derecesinde bilme şeklinde onun batın ve derinlik buudu olan tasavvuf, şeriat’ine nispetle pratik yaşananı ifade eder, ruhiliğin ruhçuluğun hakikati. Onun insan ve toplum meselelerinin haline doğru “kabli” olarak ele alınması ise, içe doğru yakin getirilmesi gereken ve dışa doğru tatbik pratik ifade eder. Bu yakin getirme manasına anlaşılmak üzere, yerinde “doğrulama“ yerinde ”ispat” diyoruz. Kısaca bizim ruhiliğimiz ve mistiğimiz, son tecridde “ mutlak ölçüler”e bağlı bir muvazene seyridir.; İnsanı hakikati yerinde şuur “Berzah” şeklinde değerlendirmeye rastlamak mümkün.

Büyük Doğu” mana olarak doğunun doğuşu, doğum, büyüyen doğu ideali… Kısaca batı bloğuna karşı bir doğu idealizmini temsilen 1943’de Üstad Necip Fazıl Kısakürek (N.F.K) tarafından islam idealleri uğruna açılan bayrak. Üstad Necip Fazıl Kısakürek‘in ortaya koyduğu Büyük Doğu İdeolocyası özellikle Cumhuriyet sonrası Türkiye’de halklar tarafından ciddi oranda ilgi görmüş, milyonları peşinde sürüklemiş, sağ görüşlüsü, sol görüşlüsü inançlısı, inançsızı bir çok kesim ciddi oranda alakadar olmuştur. Yazılar makaleler, basılan kitaplar milyonların masalarını, evlerindeki kütüphaneleri süslemiş Üstad Necip Fazıl Kısakürek‘in fikirleri milyonların zihninde devrim niteliğinde değişimlere neden olmuştur. Neticede ciddi kitleleri uyandıran Büyük Doğu akımı bir çoklarını da rahatsız etmiş, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’i ve yayınlarını engellemek için ellerinden geleni yapmışlardır. “Necip Fazıl Kısakürek” uzun yıllar hapsedilmiş, defalarca idamla yargılanmış, günlerce ağır işkenceler altında kalmıştır. Bunlara rağmen “ başını bir gayeye satmış kahraman gibi” davasından taviz vermemiş, tüm ağır şartlarda dahi islam davasının en mühim kaidesi olan tebliğ görevinden bir an bile vazgeçmemişti. Defalarca idam istemli iddianamelerle yargılanmasına karşın şu sözler kaleme almıştır: “Asılanlar ölmeyi bilmedikleri için, asıldılar. Ölmeye başta razı olmadıkları için, ölmeyi bilmek lazım, yaşamaya hak kazanmak için…“ Üstad Necip Fazıl Kısakürek dava şahsiyeti, derinliği ve samimiyeti ile ALLAH arasındaki teslimiyetini bu satırlarla açıklamıştır. Hakkında defalarca idam kararı çıkmış, fakat bir şekilde idam kararı infaz edilememiştir. Buna sebep bazen temyiz itirazı, bazen çıkan aflar, bazen de değişen hükumetler neden olmuştur. Neticede ısrarla asılması, idam edilmesi yönünde verilen uğraşlar “İlahi Mukadderat” tarafından engellenmiştir. “Ben kulumu eşya ve hadiselere feth ve tesir için kendime halife olarak yarattım” ayeti kelimesini muhatap bir hayat sürmüş, sayısız hikmet ve eserleri ile tüm dünya müslümanlarına ciddi bir manevi miras bırakmıştır. Karşısına çıkanlara da; “Durun hiç kimse yok ben varım! Sadece iman ve İslam! Başka yol tanımıyorum.” diyerek aksiyoner kimliğini de zaman zaman dile getirmiştir.

Etiketler: Büyük Doğu Meselesi, Musab Yasir Özen, Büyük Doğu, Türkiye, Müslümanım, İnsan ve toplum, İslami bir prodigma, Büyük Doğu Fikriyatı, hakk-el yakin, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, berzah, İslami ve evrensel, tasavvuf, 1943’de, Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Cumhuriyet devrim, NFK, idam, islam davası, ALLAH, idam kararı, dünya, iman

Musab Yasir ÖZEN, Musab, Musab Yasir, Yasir Özen, y. Özen, musab özen, MYO, M.Y.O

SALİH MİRZABEYOĞLU

İbda Büyük Doğunun Yürüyenidir.
(Musab Yasir Özen)

“Demek ki bu iş kafa ve fikir meselesinden önce ve ötesinde kalp ve gönül işidir. Ayna olmadan insanın kendi çevresini seyredemeyeceği hakikati çerçevesinde diyebilirim ki; hasta karşısında doktorun ondakini ona gösterici olması gibi onun şahsında tecelli eden muhasebenin sırasında ona rağmen onun için onunla kavga yapan dostuyum. “Diyerek Büyük Doğu sancağına talip olan “Kumandan Salih Mirzabeyoğlu”

Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Salih Mirzabeyoğlu için şu sözlere yer verir; “Elime bir geçti, pir geçti, biraz geç oldu ama fark etmez. Seni inşallah ben yetiştireceğim.” Ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, gongu çalar, fikir Üretir… Büyük Doğu bayrağı ibda hareketi ile tekrardan göndere çekilmiştir. Karanlık odaklar süreci takip eder ve ilk fırsatta Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nu hapsederler. Salih Mirzabeyoğlu masumdur, fikirlerini kaleme almaktan başka bir şey yapmamıştır. Tek gayesi İslam davasına katkıda bulunmak Cumhuriyet sonrası kırılan manevi vecd ateşini tekrardan canlandırmaktır. Ele aldığı yazılarından batının çoğu filozof diye geçinen isimlerini, İslam dışı materyalist akım ve buluşlarını eleştirir ve çürütür. Kalemi o derece güçlüdür ki Üstad Necip Fazıl Kısakürek şahsına hitaben “ seni insanlar anlamıyor, çok yükseklerde uçuyorsun kanatların yanabilir, sana en büyük övgümde budur, eleştirimde budur.” der Kumandan Salih Mirzabeyoğlu öyle bir cevherdir ki üstadı dahi etkileyebilmiştir. Ne yazık ki şer odakları her zaman olduğu gibi vatana, millete, ülkesine faydalı olacağı ve kitleleri harekete geçirebilmek potansiyelinden dolayı Salih Mirzabeyoğlu’nu tutuklaırlar. Ve zorlu mahkeme süreçleri akabinde yaklaşık 15,16 yıl cezaevinde haksız ve hukuksuz bir şekilde alıkonulur. Salih Mirzabeyoğlu mücadelesinden ve davasından asla taviz vermez, konulduğu küçük hücresinde üretmeye ve yazmaya devam eder, bir çok eser kaleme alır. cezaevinin tüm olumsuz koşullarına ve ağır psikolojik şartlarına rağmen gayesinden bir an bile sapma yaşamaz…

“Bizim dünyayı nakışlandırma meselesi olarak marifet ve tecrübe alanımız belli;

İslam tasavvufu ve Batı tefekkürü kanatları arasında, ikinciyi, birinciye icra…”

                                                                                                                                                                                                                (Kumandan)
                                                                                                                                                                                                        Salih Mirzabeyoğlu

Yaklaşık bir asırlık bu manevi hareketi, çekilen çileleri, ortaya konulan değerleri ve iki önder şahsiyeti naçizane anlatmaya çalışsak da, hiçbir şekilde haklarını teslim edemeyeceğimiz su götürmez bir gerçektir. Büyük Doğu Meselesi günümüzde iki önemli şahsiyeti kaybetmiş olsa da, bırakılan eserlerde ideolojik olarak gayet kapsamlı ve detaylı olarak ele alınmış ilgili her bir bireyin de önüne sunulmuştur. Bu davaya ve ideolojiye gönül vermiş bireyler de Büyük Doğu’nun şanlı tarihine ve önderlerine yakışır bir şekilde hareket etmesi vatanına, milletine, değerlerine, devletine sahip çıkması gerekmektedir. Büyük Doğu Hareketi taliplilerinden derinlemesine samimiyet bekler. Aynı oranda bağlı olduğunu ve dava bayraktarlığına soyunan zümrelerden de aynı hassasiyeti ve şeffaflığı bekler. Şayet bir yolda samimiyet yoksa, burada hakiki bir dava gütme anlayışından bahsedilmesi akla ziyan bir durum teşkil edecektir. Koyun postuna bürünmüş kurtlar misali davaya en çok zarar veren unsurların başında bu şahsiyetler başı çekmektedir. Genel maksat dava adamlığı değil, dava adamı gibi görünme çabasıdır. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in deyimi ile bunlar; “bir hokkabaz, bir benlik heykeli, bir idrak dilsizi, bir vicdan sağırı, bir kalp ve kafa çilesizinden öteye gidemezler.”

Büyük Doğu Mefhumu, hurda karakter ve kişiliğe sahip, ne olduğu belirsiz, tahsilsiz, Semt köşelerinde dünya kurtaran, hayatında üniversite kapısına uğramamış, şekilcilik ve para kovalayan, şiddete sevdalı, tabanca taşımaya hülyalı, değnekçilik ve dergicilik oynayıp, vekillik hayalleri kuranların, kalleş ruhlu bozukların, kimliksizlerin ve onlarca ruh hastalığına muhatap şizofrenlerin güdeceği, sözde bayraktarlığına soyunacağı bir mesele değildir. Büyük Doğu Davası öncelik olarak koyun sürüleri içindeki kurtları ayıklamakla işe başlar. Çürükler ayırt edilmezse davaya en büyük zararı bu şarlatanların vereceği acı bir gerçektir. Burada önemle vurgulanması gereken ideolojinin öğrenilmesi ve tanınma aşamasında iki mümtaz ismin (Necip Fazıl Kısakürek, Salih Mirzabeyoğlu) eserlerinden istifade edilmesi mevzunun kaynağından bilgi sahibi olunmasıdır. Hakikatler Ali’den, Ayşe’den öğrenilmez, hakikatin ne olduğu öğrenilir, devamında Ali ve Ayşe’nin de ne olduğu ortaya çıkar. Önceliğimiz aradığımızın ne olduğunu bilme durumudur. Şayet aradığımızın ne olduğunu bilmezsek, bulduğun ve karşılaştığın şeylerin ne olduğunu bilemezsin. Aksi halde bozuk güruhların etrafında bir eşya misali kullanılır, bırakılırsın. Mümin kişi odur ki; kendisini kullandıracak kadar akıllı ve derinliklidir. Bu bağlamda bizim davamıza gönül vermiş kişilerin bu hususları titizlikle irdelemesi boyun bükülecekse şahıslara değil, hakikatlere boyun bükülmesi gerekmektedir.

 

Türkiye toplumlarında artık klasikleşmiş bir hal alan çeşitli stk, dernek, vakıf, dergicilik adı altında kurulan sözde halklar için faydalı işler yapıldığı görüntüsü veren yapılar bulunmaktadır. Bunlar şahsi hayatlarında ve sosyal çevrelerinde yer edememiş ciddi ruhsal sorunları olan ve stk kisvesi altında yer edinip, maddi çıkar sağlamayı hedefleyen bozuk karakterli şahsiyetlerdir. Bu yapılanların hiçbir şekilde vatan, millet, dava şahsiyeti ile dertlenmesi gibi bir düşünceleri yoktur. Bu tespitleri yapabilmek için çok ciddi bir zeka seviyesine sahip olmaya gerek yoktur. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun deyimiyle; “Bizim işimiz doğruyu bilmeden, sadece yanlışı çıkarma değil. Yanlışı içindeki doğrularıyla doğrumuza vesile ve malzeme kılma işidir, tasarruf işi bunun içinde ona dair kılacağın doğrun olacak.” Değinmek mümkün.

Etiketler: Salih Mirzabeyoğlu, İbda, Musab Yasir Özen, fikir, insan, büyük doğu, kumandan salih mirzabeyoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, ibda hareketi, islam davası, islam dışı, büyük doğu meselesi, ideolojik, büyük doğu hareketi, dava adamlığı, dava adamı, mümin.

Musab Yasir ÖZEN, Musab, Musab Yasir, Yasir Özen, y. Özen, musab özen, MYO, M.Y.O

BÜYÜK DOĞUCULUK DİYALEKTİĞİ

(Musab Yasir ÖZEN)

İslam inancına sahip her birey inancı gereği ALLAH’tan başka hiçbir otorite ve güce boyun büküp, tabi olmaz. En güçlü sorgulama ve muhalefet İslam dininde mevcuttur. Dinimizde aklı körü körüne kiraya vermek sefil bir kölelik olarak adlandırılır. Hakikatin özü nasıl ve niçin’den meydana gelmektedir. 20. yüzyıl ve devamı bilgi, enformasyon çağı olarak nitelendirilmekte, bilginin bir silah olduğu önemle vurgulanmaktadır. Ülkeler teknoloji, sanayi ve yeni keşifler hususunda kıran kıran’a bir yarış içerisindedir. Toplumsal olarak kendini geliştiremeyen ve bu yarışın çok gerisinde kalan milletlerin nasıl coğrafyalarının kan gölü’ne döndüğü hepimizin malumudur. Mürekkebin akmadığı toplumlarda, kan akar sözü durumu özetlemektedir. Kentleşme ve metropolleşmenin zirvelerini yaşadığı Türkiye’de hala ne idüğü belirsiz, kot kafalı, empati duygusundan mahrum, analitik düşünemeyen, oturduğu yerde devlet kurup devlet çökerten traji komik profillere rastlamak mümkün. Bizim mutlak önceliğimiz bu şarlatanları aramızdan ayıklamak ve defnetmek olmalıdır. Bunlardan samimi bir dost olamayacağı gibi, samimi bir düşman da olamaz. Yani bunlardan bir şey olmaz. Bunları biz tabela reklamcısı olarak görüyor, işin kaymağını hedeflediklerini de iyi biliyoruz.
Fakat körlükleri o kadar büyüktür ki, o kıt akıllarıyla başkalarını da kafalayabileceklerini düşünürler. Ulu orta bir komedyadır halleri. Bunların çevrelerindeki şakşakçıların Büyük Doğu Davası ve Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in kısmi bir tefsir mahiyeti güden eser içerikleri ve fikirleriyle hiçbir bağları yoktur. Bu nedenle de yapılan hamleler pasif kalıp, ALLAH‘ın manevi yardımından mahrum bir halde sürünmeye mahkumdur. Kalemlerini kimsenin kaale almadığını bildiklerinden oyun dışı kalan çocuk misali mızmızlanmaya, suyu bulandırmaya, gündemde kalmaya çalışırlar. Beslenbildikleri tek husus yaygara propagandasıdır. Kimliksizliklerini boş, beleş uğraşlarla kimliklendirmeye çalışırlar. Necip Fazıl Kısakürek ve devamındaki Salih Mirzabeyoğlu eserlerindeki fikirleri kendi menfaatleri doğrultusunda yorumlayıp, dava çığırtkanlığına soyunan bu şahsiyetsizlerin mutlak surette ayıklanması ve kafalarının ezilmesi gerekmektedir. Üç, beş internet sitesi kurup Devlet Politikaları’na dil uzatmak, alakasız algılar oluşturup, propaganda yapmak, lider icat etmek, 3. Dünya Savaşı çıkarmak, mafyacılık oynamak, efendim bizim binler militanımız var, şu kadar bombamız var ayakları, cıo-mossad teraneleri… Bu çirkin dil ve anlatımların bizim davamızla, ehl-i sünnet yoluyla ve dava şahsi ahlakıyla hiçbir ilgisi alakası yoktur. Bu teraneler ancak bu şahısların sokak diliyle kolpalığı başka yerlere naval okuması olarak adlandırılabilir.
Ahlaklı bir Müslüman, ahlaklı bir dava adamı şiddet söylemi ile kimlik bulmaya Çalışmaz, çabalamaz. Cebinde bir şey varsa, sürekli onu dillendirme ihtiyacı duymazsın… Şayet yoksa geriye dil cambazlığı iyi bir yöntemdir. Bunları mutlak suretle görmeli sap ile samanı ayırmalıyız. Don kişot misali hayali düşmanlar üretip, kahramanlık makaleleri yayınlamanın dava ile ne alakası var, anlamak mümkün değil. Devrim denilen şey önce insanın içindeki putları, ruh hastalıklarını devirecek bir şey olmalıdır. Kendi nefsini, duygularını ıslah edememiş 3,5 balonun kalkıp bu işlerin bayraktarlığına soyunması akla ziyan bir iştir. Bunlar işin keyfiyetinde, mahalle kahvehanelerinde toplanan emekliler misali boş lakırdı peşindeler. Cezaevine girmekten ve ölmekten korkan tipler. Dedik ya mesele dava adamlığı değil dava adamı görüntüsü vermekte. Avrupa’nın falan ülkesi filan müptezellerinden anca talimat alır, bu vatana ihanet edersiniz. Yaptığınız iş tam olarak budur.

Tespit edilmesi yönünden, bunların sözler ve söylemleri yerine hal ve hareketlerine bakmak yerine bulacaktır. Çünkü sözler işin vitrini, gözükmek istenilen rollerin propagandası, haller ve hareketler ise doğrudan beyin yapılarını ortaya koyan somut tanımlamalardır. Bu çelişkili durum yani sözler ve hareketlerin uymaması hali ortada bir dürüstlüğün de olmadığının en önemli göstergesidir. Lakin her şey taklit edilebilir, fakat samimiyet asla taklit edilebilir bir şey değildir.

Etiketler: Büyük Doğuculuk Diyalektiği, Musab Yasir Özen, islam, ALLAH, islam dini, türkiye, büyük doğu davası, Necip Fazıl Kısakürek, Salih Mirzabeyoğlu, Devlet Politikası, müslüman, dava adamı, devrim, dava.

Musab Yasir ÖZEN, Musab, Musab Yasir, Yasir Özen, y. Özen, musab özen, MYO, M.Y.O

ALLAH, YOL, DAVA, İDEAL…

(Musab Yasir ÖZEN)

İnanmak, ya çok üstün, kendi kendini kül edecek kadar üstün bir akıl davasıdır; yahut yarı yolda bangır bangır iflas eden aklın her türlü desteğinden mahrum fakat gizli bir ruh feyzi ile gayesini sezmiş ve fikir kargaşalarından kurtulmuş saf ve basit adam işidir… Sonuç ve netice olarak bizlerin bu yolda gönüldaş ve yoldaş olarak görmek istediği kişiler muallakta kalan, toprak altında sürünen tipler kesinlikle değildir. Biz Büyük Doğu ruhundan bahsediyoruz. Kur’an-ı Kerim ışığında, ehli sünnet yolunda bir inanç ve yol. Ve bu manevi inançla oluşturulmuş, devletçi bir teşkilat yapısı oluşturulmalıdır. Bu kutsi yolun uğraşıda esersiz, irfansız, Çilesiz ve samimiyetsiz olamayacağı ortadadır. Bu nedenle de zihniyet olarak berrak kalıp, davaya sadık olamayanları, sokak jargonu ile kolpacıları, reddediyoruz. Bunların ve yanlarında dolanan 3,5 şivananın bizim nezdimizde çöp kadar hükmü yoktur. Malum müminin ferasetinden sakınmak lazım. Sahtekarı ve gözü bağcıyı ayırt etmek bizim işimiz.

Etiketler: ALLAH, YOL, DAVA, İDEAL, Musab Yasir ÖZEN, Büyük Doğu, ehli sünnet, kuran-ı kerim, Fikir, inanmak

BÜYÜK DOĞU MARŞI

Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet!
Güneşten başını göklere yükselt!
Avlanır, kim sana atarsa kement,
Ezel kuşatılmaz, çevrilmez ebet.

Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet!
Güneşten başını göklere yükselt!

Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un!
Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.
Nur yolu izinden git, KILAVUZ’un!
Fethine çık, doğru, güzel, sonsuzun!

Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un!
Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.

Aynası ufkumun, ateşten bayrak!
Babamın külleri, sen, kara toprak!
Şahit ol, ey kılıç, kalem ve orak!
Doğsun BÜYÜK DOĞU, benden doğarak!

Aynası ufkumun, ateşten bayrak!
Babamın külleri, sen, kara toprak!

                                                                                                                                                                          Necip Fazıl Kısakürek
                                                                                                                                                                    www.musabyasirozen.com.tr

Bulunduğu çağın nabzını yakalayan gençler ve ideali aramayla toprağa bağlanma arasında bir berzahta kıvranan insan oğlunun oluş ıstırabını hakikatin hakikatini nispetle heykelleştiren adam; Üstad Necip Fazıl Kısakürek’e saygı ve rahmetle… Ruhu şad olsun.

 

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

 

HACILARA VİLAYETTEN BİR NASİP

HACILARA VİLAYETTEN BİR NASİP VAR / Mustafa Özen

HACILARA VİLAYETTEN BİR NASİP VAR

Mustafa Özen

Haccı-ı Şerif, gücü yeten her Müslümanın üzerine farz olan bir ibadettir. Cenab-ı Hakk Ali İmran süresi 79. Ayetinde mealen:

“Yoluna gücü yeten kimse için o evi Kabe’yi haccetmesi insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır.”

Buyurarak haccın Allah katındaki değerini insanların nazarına arz etmektedir. Hac, her hacının hayatında adeta yeni bir tarih başlangıcı olur ve hacının üzerindeki müspet tesirleri bazen bir ömür boyu devam eder. Haccın, kişinin hem kendi şahsına, hem alem-i İslam’a bakan pek çok hayati faydaları ve hikmetleri vardır. Risale-i Nür’un on altıncı söz’ünde haccın gayet kıymettar bir nüktesine mealen şöyle işaret edilmiştir: nasıl ki sıradan bir asker hususi bir bayram gününde padişahın bayramına gider ve lütuflarına mazhar olur, ve orada gördüğü, pek çok insanların iştiraki ile icra olunan resmi geçitler, haşmetli merasimler ve pek cömertçe ikramlar, o askerin, sultanın haşmetini daha yakından görmesine ve daha yüksek mertebeler de o haşmet‘i anlamasına, hissetmesine ve zevk almasına sebep olur. Aynen onun gibi; bir hacı, ne kadar avamdan biri de olsa, manen yüksek mertebelere ulaşmış bir veli gibi umum yeryüzünün azametli Rabbi olduğunun şuuruna vararak Allah’a yönelir. Çünkü hac daveti ile huzuruna çıktığı Rabbinin yalnızca kendi Rabbi değil, belki dünyanın her tarafından aynı davete icabet ederek koşup gelen milyonlarca hacıların da Rabbi olduğunu ve hepsinin o yüce zat’a kulluk etmeye görmekle tam manasıyla hisseder. Ve Kabe, Mescid-i haram, Müzdelife, Mina ve bilhassa Arafat gibi mübarek mekanlarda bütün o milyonlarca hacı birlikte tek bir Rabbe yalvarıp ibadet etmekte olduğunu görmesi ile kendi kalbiyle hususi müteveccih olduğu Rabbinin aslında bütün insanların ve umum kürre-i arzın Rabbi olduğunu aynen bir velinin anladığı gibi anlamaya ve evliyanın tattıkları manevi hallerin ve zevklerin benzerlerini tatmaya başlar.

Mustafa Özen

Bu şekilde Cenab-ı vahibül-Ataya Hazretleri, her bir mümin kuluna velayeti Allah’a yakın olmanın ve gerçek kulluğun nasıl ulvi bir saadet olduğunu bir nebze tattırmış olur. Ve o mübarek makamlarda kalbine ve hayaline açılan geniş kulluk daireleri, Allah‘ın Kibriya, azamet ve büyüklük mertebeleri ve pek çok tecelliler o acının ruhunda manevi bir hararet, hayret, dehşet ve heybet altında kalmak gibi pek çok coşkun hissiyatın inkişafına sebep olur. Bu ulvi hisleri hem terkin edecek ve hem de ilan edecek olan yalnız “Allahü Ekber! Allahü Ekber!” kelimeleridir. İşte hacda pek kesretli “Allahü Ekber!” Denilmesinin sırrı da budur. İşte bu ulvi, kudsi lezzetleri tadan hacılar döndükten sonra artık Allah‘ın sevdiği bir kul olmak, onun rızasını kazanmak ve istikametten ayrılmamak için daha bir şevk ve iştiyakla çaba sarf ederler. Herhalde aklı başında olan ve gitmeye yol bulan her bir müslüman, bu yüce saadete iştirak etmek ve daha istikametli bir hayat için aşk ve şevkle oraya koşacaktır. Ve bir giden, tekrar tekrar gitmeyi arzulayacak ve o saadeti ömrü boyunca hiç unutmayacaktır. Cenab-ı Hakk, hepimize o mübarek mekanlarda, böyle külli mertebelere ibadet etmeyi ve onun Rubübiyet tecellilerinin azami mertebelerine şahit olmayı nasip eylesin AMİN.

Mustafa Özen 

www.musabyasirozen.com.tr

LEMAN DERGİSİ VE SİMON SOYU İŞ BİRLİKÇİLERİNE MUSAB YASİR ÖZEN’DEN MEKTUP VAR

LEMAN Dergisi Ve Simon Soyu İş Birlikçilerine MUSAB YASİR ÖZEN’den Mektup Var

LEMAN DERGİSİ VE SİMON SOYU İŞ BİRLİKÇİLERİNE MUSAB YASİR ÖZEN’DEN MEKTUP VAR

Leman Dergisi, Türkiye’de yayımlanan ve merkezi İstanbul Beyoğlu’nda bulunan sözde mizah ve karikatür içerikli yayınlar yapan, Fransa özentisi bir kuruluş. Dün alçakça bir karikatür çizimi ile toplumda infial oluşturup gündeme geldiler. Leman Dergisi ve Lut kavmi atığı işbirlikçileri, çalışanları her hal baş başa verip fikir teatisi yapmış olacaklar ki… Bizler zaten LEMAN Dergisi Ailesi olarak mezhep yönünden soysuz, ahlak yönünden alçak insanlarız, lakin bu sıfatlarımızı toplum nezdinde daha köklü ve derinlemesine nasıl tescilleriz diyerek… Yaradan’ın bizzat övdüğü, iki cihan serverimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’mi (yazmakta bile imtina ettiğim) karikatürize etme gibi bir gevşekliğe soyundular. LEMAN Dergisinde yayınlanan bu içerikler, Türkiye’nin 81 ilinde milyonlarca kişinin şiddetli tepkilerine, öfkelenmelerine, tv başında yumruklarını sıkmalarına sebep oldu. İstanbul’da binlerce kişi foseptik çukuru LEMAN Dergisi Bürosu’nu basarak yakıp, yıktılar. Yoğun şikayet ve tepkiler üzerine LEMAN Dergisi ve yönetim kadrosuna emniyet mensupları operasyon düzenledi ve 85 milyon bu soytarılarından yarı çıplak, beyaz donlarıyla nasıl derdest edilip, ceza evine paket edildiklerine şahit olup birebir gözlemlediler.

LEMAN Dergisi

LEMAN dergisi’nin geçmişten günümüze yayın politikaları hem edebi yönden hem ahlaki yönden ele alacak olursak, edebi eser ve yapıtlar bir toplumun dini inanç, örf, adet, kültür ve ananelerinde ayda tuttuğu ölçüde, daha açık ifade ile duygu ve düşüncelerine tercüman olduğu minimalde toplum için sanatsal bir değer taşır. Aksi durumlarda toplum ile özdeşleşmeyen eser o toplumun eseri olmaktan çıkar, başka hesaplara hizmet eden bir aparattan öteye gidemez. Yazımıza sebep simon soyu gurubun hazırladığı LEMAN Dergisini elimize aldığımızda içerik, yazı, kurgu ve karikatürlerin kutlu Türk nesli ile hiçbir yönden bağdaşmadığı, inanç ve kültürel değerlerimizi yansıtmadığı gayet net anlaşılacaktır. LEMAN Dergisi içerik olarak anadan üryan çizimler, gayri ahlaki ağır diyaloglar, hiçbir aile bireyinin katlanamayacağı kurgular ve sapkınlığa dair ne varsa bünyesinde toplanmış leş bir mecmuadır. Bu üslub ve tarzda içerik hazırlayan şahısların droid dünyalarına ve aile yapılarını tahmin etmek, hiçte zor olmasa gerek.

Küresel dünyada islam’ın yegane sancaktarı olan Türkiye gibi bir ülkede ilgili şarlatanların kalkıştıkları bu alçaklık dehşet verici bir gerçekliktir. Komedi ve karikatür mahrumiyeti altında kainat güneşi Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e dil uzatma bedbahtlığı’na kalkışan bu köpeklere ilahi mukadderat gerekli cevabı mutlak sürece verecektir. Nasıl ki Fransa’da aynı terbiyesizliğe kalkışan charlie hopkins dergisinin elim sonunu gördüysek LEMAN Dergisi be iş birlikçilerinin devam eden zaman sürecinde başlarına ne tür talihsizlikler geleceğini gözlemleyeceğiz. Leş LEMAN Dergisi ve ilgililerini tek tek lanetliyor, yaptıkları bu alçakça hareketlerden dolayı haklarında en adil mukadderatın tecelli etmesini diliyoruz.

Musab Yasir Özen

“Baş koymuşuz bu sevdaya”  / “ALLAH YOL DAVA İDEAL…”  

“Musab Yasir ÖZEN”

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

Büyük Doğu

BÜYÜK DOĞU (DAVAMIZ) Musab Yasir Özen

BÜYÜK DOĞU (DAVAMIZ)

Musab Yasir Özen

Anlaşılırlık
Biz insanlara, amacımız apaçık sunmayı, sistemimizi gözlerinin önüne sermeyi ve onları güneşten daha parlak, sabahın beyazlığından daha açık, gündüzlerin aydınlığından daha aydınlık olan davamıza açıkça ve mertçe davet etmeyi severiz.

Masumluk
Yine aynı şekilde milletimizin bütün müslümanlar’ın Büyük Doğu” davasının masum ve saf bir dava olduğunu bilmelerini isteriz. Davamızın saffiyeti öylesine berraklaşmıştır ki, davetçilerimiz şahsi arzularını aşmış, maddi menfaatleri değersiz görerek bırakmış, arzu ve heveslerini arkasına atmış. Hak Tebareke ve Teala’nın davetçileri için belirlediği yolda ilerlemeye başlamışlardır.

De ki, bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar apaçık bir şekilde insanları ALLAH’a davet ederiz. O ALLAH ne yücedir. Ben asla O’na şirk koşanlardan olamam. (Yusuf, 108)

Biz insanlardan bir şey istemiyoruz. Bize mal vermelerini şart koşmuyoruz, mükafat da beklemiyoruz. Onların bizi övmelerini beklemiyoruz. Ne bir karşılık ne de bir teşekkür umuyoruz.

Karşılıksız Sevgi
Yine milletimizin bilmesini isteriz ki onlar bizlere kendi nefsimizden daha sevimlidirler. Bilinmelidir ki bu insanlar feda edilecek bir şeyleri varsa onu bu ümmetin izzeti için feda etmeye can atanlar, eğer bir mal varlıkları varsa onu bu milletin varlığı, saygınlığı, dini ve amaçları için sarf etmeyi arzularlar. Bizi bu konuma getiren şey kalplerimizi saran, hislerimize hakim olan sevgimiz, uykularımızı kaçıran ve gözlerimizden kan yaşları akıtan endişemizdir. Milletimizi bu halde gördükten sonra yine tembelliğe devam etmemiz, gevşekliğe ve ümitsizliğe boyun eğmemiz bizim için asla mümkün değildir. Biz kendi nefsimiz için çalıştığımızdan çok ALLAH yolunda insanlar için çalışıyoruz. Bizlerin varlığı türküm ve Müslümanım diyenler içindir.

“Üstünlük Ve Başarı Yalnızca ALLAH’ındır.”

Biz, hiçbir şeyi kendi başarımız olarak görmüyor, kendimizde bir üstünlük hissetmiyoruz. Biz sadece ALLAH‘ın şu sözüne iman ediyoruz.

“Aksine, sizi hidayete erdirmek suretiyle en büyük işi ALLAH yapmıştır. Eğer doğrulardansanız.” (Hucurat, 17)

Eğer dilediğimiz fayda verirse, dileriz ki ALLAH ümmetimizin kalplerini açsın da görsün ve işitsinler, baksınlar ki acaba “Büyük Doğu İdeolocyası na samimi olarak gönül vermişlerdi, milletin ıslahı için gayret göstermekten başka hiçbir his var mı? Biz de içine düştükleri bu hale üzülmemizden başka bir şey bulabilecekler mi? Fakat bize ALLAH yeter. O bunların hepsini biliyor. Bizi hak yoldan ayırmamak için onun kefaleti yeterlidir. Kalplerimizin bağları ve anahtarları onun elindedir.

ALLAH kimi hidayete erdirirse o artık sapmaz. Kimi de saptırırsa o artık doğru yolu bulamaz” (Zumer, 36-37)

“ O, bize kafidir, o ne güzel yardımcıdır.”

“ALLAH , kuluna yeterli değil midir? “ (Zumer, 36)

Büyük Doğu’nun İstediği Dört Sınıf

İnsanlardan istediğimiz yegane şey karşımızda şu dört sınıftan biri olmalıdır.

Salih Mirzabeyoğlu

1. İnananlar

Büyük Doğu” davasına inanan, sözümüzü doğrulayan ve prensiplerimizi beğenen, onda bir hayır gören, kalben tatmin olan ve faydasına inanan kişi. Biz bu kişiyi derhal bize bağlanmaya ve bizimle beraber çalışmaya çağırıyoruz. Ki böylece mücahitlerin sayıları artsin ve davetlilerin sesleri yükseltsin. Çalışmaya katılmadıkça inanmanın hiçbir anlamı yoktur. Sahibini onu gerçekleştirmeye ve uğurun da fedakarlık yapmaya sevk etmeyen bir inancın da hiçbir faydası yoktur. Kalplerine ALLAH‘ın hidayetini yerleştirmesi ile hayırda öne geçen Sahabeler de böyle davranmış, peygamberlerine tabi olmuş, onun getirdiklerine iman etmiş, ve onun yolunda hakkıyla cihad etmişlerdi. Bu kişiler için ALLAH en güzel mükafatı verecektir. Onların sevabı tıpkı tabi oldukları kişinin sevabı gibi olacak ve asla ondan eksik kalmayacaktır. 

2. Tereddütler

Bu kişi, henüz, hakkı tespit edememiş, sözlerimizdeki samimiyeti ve faydayı anlamamış olan kişidir. O, henüz kararsız bir şekilde bocalamak ta’dır. Bu kişiyi tereddütle baş başa bırakır ve ona şöylece tavsiyede bulunuruz:

– Bizimle bol bol ilişki kur, uzaktan ve yakından faaliyetlerimizi takip et, kitaplarımızı oku, cemiyetlerimizi ziyaret et, kardeşlerimizle tanış, inşallah bundan sonra bizim hakkımızda senin kalbine güven gelecektir. Daha önce de peygamberlere uyanlar arasında evvela böyle tereddütlü şekilde davrananlar olmuştur.

3. Menfaatperestler

Kendisine bir menfaat kazandıracağından emin olmadıkça destek vermeyi istemeyen ve ancak bir ganimet karşılığı gayret gösteren kişilerdir. Onlara deriz ki:
– Kusura bakma. Bizim yanımızda, ancak samimi davrandığın takdirde ALLAH‘ın sana vereceği sevap ve hayırla davranışlara devam ettiğinde kazanabileceğin bir cennetten başka bir şey yoktur. Biz, şeref yönünden üstün mal yönünden ise fakir kimseleriz. Bizim işimiz, beraberimizdeki insanlar için fedakarlık etmek, elimizdeki bütün malımızı dağıtmaktır. Tek dileğimiz de en güzel dost ve yardımcı olan ALLAH‘ın rızasıdır. Eğer Allah’ü Teala onun kalbini hırsın baskısından kurtarırsa, ALLAH indinde olanın hayırlı ve ebedi olduğunu bilecek, bu dünyaya ait bütün varlığını, ALLAH‘ın ahirette vereceği sevaba nail olmak için feda etmek üzere ALLAH ordusuna katılacaktır.

“Sizin yanınızdaki şeyler tükenir, ALLAH’ın yanındakiler ise bakidir.” (Neml, 96)

Eğer bu kişi, uzak durur, nefsine, malına, dünyasında, ahiretin de, ölümünde ve yaşamında evvela ALLAH‘ın hakkı olduğunu kabullenmez ise hiç şüphesiz ALLAH ondan ve hakkı görmeyen her kişiden münezzehtir. Resulullah (S.a.v)’a biat ederken de onun vefatından sonra da kendilerine amirlik verilmesini isteyenler de aynen bunlar gibiydiler. Fakat Resulullah, onlara sadece şunu bildirmekle yetindi.

“Arz Allah’a aittir. Onu kullarından dilediğine verir. Akıbet müttakilerindir.” (Araf, 123)

4. Karşı Çıkanlar

Bunlar, bizim hakkımızda kötü düşünen, şüphe ve tereddütten kurtulamayan kimselerdir. Bunlar bize koyu siyah bir gözlükle bakanlar. Bizden şüpheyle ve dışlayarak söz ederler. Gurur da inat etmekten sakınmaz, şüpheleri gidermeye çalışmaz ve evhamlarıyla birlikte yaşarlar. Bu durumda ALLAH’ın ona ve bize hakkı hak gösterip ona tabi olmamızı, batılı batıl gösterip ondan sakınmamızı sağlamasını niyaz ederiz. Çünkü her şey onun elindedir, hidayete erdirmek de ona aittir. Eğer çağrıya kulak verenlerden ise onu davet eder, söz dinleyenlerden ise ona nasihat ederiz. Yegane ümit kaynağımız olan ALLAH’a onun hayrı için dua ederiz. ALLAH’u Teala bu insanların bir kısmı hakkında peygamberlerine şu ayeti kelimeyi indirmiştir.

“Sen sevdiklerini hidayete erdirmezsin, fakat Allah dilediğini hidayete erdirir. “ (Kasas, 80)

Bu nedenle onları seveceğiz ve onların bize meyletmelerini, davamıza güven duymalarını temenni edeceğiz. Onlar hakkında efendimiz Muhammed Mustafa’nın bize bildirdiği şu sözü söylemekle yetineceğiz.

“Allah’ım kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar. “

Artık insanların bize karşı bu dört sınıftan biri olmayı tercih etmelerini diliyoruz. Artık müslümanların amaçlarını anlamalarının, yönlerini tayin etmelerinin ve bu yolda amaçlarına erinceye kadar çalışmalarının vakti çoktan geçmiştir. Bu şaşırtıcı gaflete, eğlenceli oyalanmalarla, aldatılmış kalplere, kör yönelişlere ve her konuşanın peşine takılmaya, stadyumları doldurup, Semt hoklabazları’na, akıllarını kiraya vermeye, uyuşturucu bataklıklarında çırpınmaya ve bu tip şeylere yer yoktur.

“Delikanlı hala ne diye oyunda oynaştasın, Fatih’in İstanbul’u fetih ettiği yaştasın.“

Kendi Varlığından Vazgeçmek

Milletimizin bilmesini isteriz ki ancak her yönüyle uyum sağlamayı kabullenenler, canından, malından, vaktinden ve sıhhatinden sorumlu olduğu oranda fedakarlık yapabilirler bu davaya layık olabilirler.

“De ki; eğer, babalarınız, evlatlarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretleriniz, kazandığınız mallarınız, kesat gitmesinden korktuğunuz alışverişiniz, ve hoşlanmadığınız evleriniz size Allah’tan, Resulü’nden ve onun yolunda cihad etmekten daha sevimli geliyorsa, Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyiniz. Allah fasıklar kavmini hidayete erdirmez” (Tevbe, 24)

Büyük Doğu’nun daveti asla şirki kabullenmeyen bir davettir. Tevhid, onun karakteridir. Kim bu esası kabullenirse Büyük Doğu davasını yaşar ve yaşatır. Bu temel esası ihmal ederler ise mücahitlerin sevabından mahrum kalır, geride kalanlara denk olur ve oturanlarla beraber otururlar. O zaman ALLAH çağrısını başka bir kavme yöneltir.

“O, müminlere karşı şefkatli, kâfirlere karşı şiddetlidir. Müminler, ALLAH yolunda cihad eder ve kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, ALLAH’ın dilediğine verdiği bir mükafattır. (Maide, 52)

Büyük Doğu Davasının Açıklığı

Biz insanları bir takım prensiplere davet ediyoruz. Bu prensipler, açık, belirli ve insanların bir çoğunu teslim olduğu İslam’ın prensipleridir. Bütün müslüman ülkeleri (Afganistan, Arnavutluk, Azerbaycan, Bahreyn, Bangladeş, Benin, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Brunei Darüsselam, BurkinaFaso, Cezayir, Cibuti, Çad, Endonezya, Fas, Fildişi Sahili, Filistin, Gabon, Gambiya, Gine, Gine Bissau, Guyana, Irak, İran, Kamerun, Katar, Kazakistan, Kırgızistan, Komorlar, Kuveyt, Libya, Lübnan, Maldivler, Malezya, Mali, Mısır, Moritanya, Mozambik, Nijer, Nijerya, Özbekistan, Pakistan, Senegal, Sierra Leone, Somali, Sudan, Surinam, Suriye*, Suudi Arabistan, Tacikistan, Togo, Tunus, Türkiye, Türkmenistan, Uganda, Umman, Ürdün, Yemen.) bu prensipleri tanır, gereğine iman eder ve bu prensiplerin mutluluk ve rahatlığı için yegane reçete olduğuna samimiyetle inanırlar. Bu prensipler, ebedi iyilik ve varlık âlemini ıslah edebileceğini bizzat tarihi tecrübelerince ispatladığı prensiplerdir.

Bu prensiplere iman etmek noktasında birleştikten sonra kavmimizle bizim aramızda kalan yegane fark onların imanı ; kalplerde uyuklayan, miskin ve tembel bir duygu olarak algılamalar, hükmünü uygulamayı ve gereğini yerine getirmeyi istemeleri, Büyük Doğu’cuların ise imanı, nefislerinde alevli ve canlı, kuvvetli ve uyarıcı bir şekilde kabullenmeleridir. Biz doğulularda söyle acayip bir psikolojik hal vardır; inandığımız şeyden bahsedilince öyle heyecanlanırız ki bizi gözetleyen insanlar bu inanç uğurun da başarıncaya dek dağları devireceğimizi, canimizi, malımızı feda edeceğimizi, her türlü zorluklara katlanacağımızı ve kahramanlıklar göstereceğimizi zannederler. Fakat sözün tesiri geçip topluluk dağılınca, imanımızı tamamen unutur ve fikrimizden uzaklaşırız. Bu yolda en basit bir mücadeleye gelişmeyi bile aklımıza getirmeyiz. Bu unutkanlık ve gaflet o derece büyür ki bazen fikrimizin tam zıddını kasten veya gayri ihtiyari isteriz. Fikir, amel veya düşünce adamlarından birisinin aynı günün iki yakın saatinden birinde inkarcılarla ikarcı, ötekisinde ise ibadet edenlerle beraber abid olduğunu görseniz şaşırarak gülmez misiniz? İşte bu gevşeklik, unutkanlık, gaflet ve uyuşukluk bizi, davamızı anlatmaya sevk etmiştir. Bu dava, sevgili milletimizin ana esaslarına zaten iman etmiş olduğu Büyük Doğu İslam Davasıdır.

Davalar, Davetçiler Ve Araçlar

Sözümüzün başına dönerek diyoruz ki, Büyük Doğu Davası, esaslı prensipleri olan bir davadır. Bugün doğuda ve batıda insanların akıllarını işgal eden ve kalplerini karıştıran ideolojiler, prensipler, fikirler, mezhepler, münakaşalar vardır. Bunlardan her birini öven taraftarları, yaymaya çalışan evlatları, aşıkları ve mürşitleri vardır. Onlar davalarının meziyet ve güzelliklerini anlatır, davalarını insanlara güzel, şaşaalı ve parlak bir şekilde sunmaya çalışırlar.

Günümüzdeki davetliler eskiye oranla özellikle batı’da daha iyi eğitilmiş, hazırlanmış ve donatılmış kişilerdir. Her fikir kendi karanlık yönlerini açıklayan, güzelliklerini ortaya seren, insanların kalplerine en kolay yoldan sızması ve onları tatmin etmesi için bütün reklam ve propaganda yollarını kullanan bir davetçi ordusuna sahiptir.

Davetçilerin kullandığı araçlara gelince bunlarda eskiye oranla son derece farklıdır. Eski davetliler ancak topluma söyleyebildikleri veya eserleri geçirebildikleri birkaç sözle davalarını anlatabilirlerdi. Şimdiyse yayın organları, dergiler, gazeteler, kitaplar, tiyatro ve filmler, radyo ve televizyon propaganda aracı olarak kullanılmakta, bu fikirlerinin kadın-erkek bütün insanların kalplerine, evlerine, ticarethanelerine, fabrikalarına ve tarlalarına ulaştırılması için bütün vesilelere başvurulmaktadır. Bu nedenle davetlilerin arzuladıkları amaca ulaşıncaya kadar bu araçların tamamını en güzel şekilde kullanmaları gerekmektedir. Bu açıklamaları neden yapıyoruz? Burada, ikinci kez geriye dönerek diyeceğim ki; dünya şu anda siyasi, milliyetçi, ırkçı, ekonomik, askeri ve barışcı ideolojilerin arasında sıkışıp kalmıştır. Büyük Doğu mensuplarının güttüğü bu kutsal davanın bu karmakarışık ortamda konumu nedir?

Büyük Doğu

Büyük Doğu Işığında İslam Anlayışımız

Büyük Doğu Davasını tüm yönleriyle ifade eden tek kelime İslam’dır. Bu kelimede insanların anladigi dar manalardan başka çok geniş manalar gizlidir. Biz inanıyoruz ki; İslam, hayatın bütün safhalarını düzenleyen, bütün problemlere çözüm yolu gösteren, her konuda en hassas hükümleri veren, hayati problemler karşısında eli kolu bağlı kalmayan ve insanların ıslah etmesi mümkün olan yegane nizam olarak çok geniş manalar içermektedir. Bazı insanların İslam’ı sadece, bazı ibadet biçimleri ve ruhi haller olarak dar bir alana sıkıştırmaları büyük bir hatadır. Onlar, islam hakkındaki bu dar anlayışları nedeniyle yaşamlarını ve iradelerini çok dar bir çerçeveye sıkıştırmışlardır. Fakat biz İslam‘dan bundan başka, dünya ve ahiret işlerini düzenleyen geniş ve derin bir anlam çıkarıyoruz. Biz bunu kendimiz iddia etmiyor veya uydurmuyoruz. Aksine bu bizim ALLAH‘ın kitabı olan ve ilk müslümanlar’ın yaşayış tarzlarından çıkardığımız bir sonuçtur. Bizle alakadar olanlar “Büyük Doğu Davası” olan İslam kelimesinin ifade ettiği en geniş manayı anlamak istiyorsa, nefsini, heva ve ön yargılarından arındırdıktan sonra Mushaf-ı Şerif-i eline alsın ve Kur’an ‘ ın ne demek olduğunu anlatsın. Bu takdirde Büyük Doğu Davası’nı kolaylıkla anlayacaktır. Evet davamız İslam davasıdır. Bu kelimenin ifade ettiği bütün özelliklere sahiptir. ALLAH’ın kitabı islamın esasları ve temelidir. Resulullah’ın sünneti kitaba dayanır. ve onu açıklar. Selefi Salih’in yaşam tarzları ise ALLAH‘ın emirlerine uymaları ve doğrudan doğruya Resul’ünün öğretisinden haberdar olmaları nedeniyle İslam’ın pratikteki öğretisidir.

ÇEŞİTLİ DAVALARA KARŞI BÜYÜK DOĞU TAVRI

Bu asırda insanların kalplerini ayıran fikirlerini karmakarışık eden davaları, davamızın terazisinde tartarız. Uygun düşenleri hoşlukla kabul eder, aykırı olanlardan ise uzak dururuz. Biz inanıyoruz ki davamız genel ve kapsamlı bir davadır. Hangi davada olursa olsun, hayırlı olan şeyleri asla dışlama, alır ve kabulleniriz.

1. Vatanseverlik

İnsanların bazen vatanseverlik, bazen de milliyetçilik davalarına sarıldıkları görülmektedir. Doğuda, özellikle doğulu milletlerin batılıların kendilerine yaptıkları kötülükleri, şereflerine, üstünlüklerine ve istiklallerine el uzattıklarını, mallarını aldıklarını ve kanlarını akıttıklarını görmelerinden sonra bu milletler batının içlerinde yaktığı bu ateşle tutuşmuşlar, vatanseverliği ihmali mümkün olmayan bir görev saymışlar, bütün güçlerini, gayretlerini ve imkanlarını harcayarak batının boyunduruğundan kurtulmaya koşmuşlardır. Liderlerin dilleri, gazetelerin sahifeleri, hatiplerin konferansları ve insanların sloganları vatanseverlik ve milliyetçiliğin önemini haykırmaya koyulmuştu. Bütün bunlar güzeldi. Fakat güzel olmayan şey doğulu müslümanlar’ın, bu fikirlerin Avrupalıların söylediklerinden ve yazdıklarından daha güzel, daha etraflı, daha hassas ve daha arınmış bir şekilde İslam’da ifadesini bulmasına rağmen İslam‘dan kaçınmaları, Avrupalıları kör bir şekilde taklide dalmaları ve İslam’la bu fikirlerin karşıt iki tarafı temsil ettiğini zannetmeleridir. Hatta, bazıları İslami düşüncenin milletin birliğini parçalayacağını ve gençler arasındaki bağları zayıflatacağını sanmışlardır. Bu hatalı kuruntu doğulu milletler için her yönden zararlı olmuştur. İşte bu yanlış kuruntu nedeniyle şimdi sizlere Büyük Doğu’nun vatanseverliğe yönelik bakışının ne olduğunu belirtmekte fayda var. Bu tavır Büyük Doğu’cuların kendilerinin kabul ettikleri ve insanlara yaymak için gayret gösterdikleri tavırdır.

a) Duygusal Vatanseverlik

Eğer vatanseverler davalarından bu toprakları sevmeyi, bağlanmayı, ona karşı arzulu olmayı ve vatana derin duygularla bağlanmayı kastediyorlarsa bu hem insan fıtratında bulunan hem de İslam tarafından emredilen bir husustur. İşte, her şeyini dini ve inancı uğruna feda eden Bilal (r.a) hicret yurdu Medine’de vatanı olan Mekke’ye ince ve hassas duygularıyla şöyle hitap ediyor:

“Mekke vadilerinde bir gece kalabilecek miyim?
Çevremdeki güzel otlar ve çiçekler arasında …
Bir gün meccane suyuna varabilecek miyim?
Same ve Tufeyl dağlarını görebilecek miyim?”

Yine Resulullah (S.a.v) şair Useyl’in Mekke’yi anlatışını dinlerken hasretle gözlerinden yaşlar akarak:

“-Dur ey Useyl dur ki kalplerimiz durulsun.” Demiştir.

b) Hürriyet ve Şeref Açısından Vatanseverlik

Eğer onlar, vatanseverlikten vatanın işgalcilerin elinden kurtulmasını, istiklâlini kavuşturulmasını ve vatan evlatlarının kalbine hürriyet ve şeref duygularının yerleştirilmesi için elden gelen bütün gayretin sarf edilmesini kastediyorlarsa bu husus da, biz onlarla müttefikiz. Bu konuda İslam son derece sert ve tavizsiz bir tavır takılmıştır;

“Şeref ALLAH içindir, Resulü içindir ve müminler içindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler. “ (Münafikun, 8)

“Allah, kâfirlerin eline, müslümanların aleyhine bir fırsat vermeyecektir. (Nisa, 141)

c) Sosyal Açıdan Vatanseverlik

Eğer onlar, vatanseverlikle aynı ülkenin insanları, arasındaki bağların kuvvetlendirilmesini, fertlerin faydaları gereği olan bu bağı kuvvetlendirmek için aydınlatılmalarını kastediyorlarsa bu hususta da aynı şekilde onları destekleriz. Bunu bizzat gerekli bir vecibe olarak görmüş ve İslam peygamberleri şöyle buyurmuştur :

“Ey ALLAH’ın kulları, kardeşler olunur.” Kur’an ise şöyle demektedir:
“ Ey iman edenler, sizden olmayanları dost edinmeyiniz. Onlar sizi helak etmek isterler, sizin sıkıntıya düşmenizi dilerler. Kinleri ağızlarına, dökülmüştür. Kalplerinde gizledikleri ise daha fazladır. Bu ayetleri size açıkladık, umulur ki akıl erdirirsiniz.” (Ali İmran, 13)

d) Fetihçi Vatanseverlik
Eğer vatanseverlikten, ülkelerin feth edilmesini ve dünyada üstünlük kurulmasını kastediyorlarsa zaten İslam’ın farz kıldığı ve fetihlerin en mübarek ve en faziletlisine teşvik ettiği yol budur. Bu hususta Allahu Teala şöyle buyurmuştur :

“Yeryüzünde hiçbir fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın “ (Bakara, 193)

e) Bölücü Vatanseverlik
Eğer vatanseverlikten maksat, milletimizi çeşitli gruplara ayırıp aralarına çekişme, kin, iftira düşürmek, birbirlerine sövüp itham ederek tuzaklar kurmalarını sağlamak, şahsi menfaatleri için kurulan partilere sımsıkı bağlanan taraflar haline getirmekse bu anlayış, toplumdaki ateşi alevlendirmekten ve onları Haktan ayırıp batıla bağlamaktan başka bir iş göremez. Bu anlayış, insanların birbirleri arasındaki bağları koparır, birbirleriyle yardımlaşmalarını Önler. Onların çekişme ve iftiralar ile uğraşmasını sağlar. Bu tip bir vatanseverliğin ne insanlara ne de davetlilere bir faydası vardır. İşte gördüğünüz gibi biz de vatanseveriz. Fakat biz ancak vatanımız ve milletimiz için hayırlı olan yönleri kabulleniyoruz. Yine gördüğünüz gibi uzun uzun anlattığımız bu vatanseverlik davası da esasında İslam’ın öğretilerinin bir bölümünden başka bir şey değildir.

Necip Fazıl Kısakürek

Vatanseverliğin Amacı Ve Birlik

Vatanseverler bugün Avrupalıların yaptığı gibi önce vatanlarını kurtarmayı, ardından da maddi açıdan yükselmeyi hedef edinmişlerdir. Biz, ise müslümanların boynunda canlarını, kanlarını ve mallarını feda ederek yapmaları gereken bir görevlerinin olduğuna inanıyoruz. Bu görev, insanlığın İslam nuruyla aydınlatılması ve İslam bayrağının yeryüzünün her tarafına yükseltilmesidir. Bu görev yerine getirmek için ne mala ne şöhrete ne saltanata ne de bir millet üzerine sömürge kurmaya ihtiyaç vardır. Bunun için yalnızca Allah‘ın rızasını gaye edinmek yeryüzünü onun diniyle saadete erdirmek ve onun ismini yüceltmek yeterlidir. İşte bu metod, Mukaddes fetihleriyle dünyayı dehşete düşüren, sürat, adalet ve fazilet yönünden tarihin şahit olduğu bütün harikalara aşan Selefi Salih’inin (Allah onlardan razı olsun) metodudur.

İslam dini birlik ve eşitlik dinidir. Karşılıklı hayırda yardımlaşmaya devam ettikleri müddetce diğer dinlerin bağlılarıyla Müslümanlar arasındaki bağları korumayı garanti altına almıştır.

“Allahü Teala sizin, din hususunda sizinle savaşmayanlara ve sizi vatanınızdan sürüp çıkarmayanlara yardımda bulunmanızı ve iyilik etmenizi yasaklama. Allah iyilik yapanları sever.” (Mümtehine,8)

O halde ayrımcılık nereden kaynaklanmaktadır?
Görmüyor musunuz, bir vatan için ülkemizin hayrı için, kurtuluşu ve yükselmesi için, Cihad yolunda insanların ifratta en şiddetli gidenleri ile bile ittifak ediyoruz bu uğurda samimiyetle çalışan herkesi destekliyor ve onlara yardım ediyoruz. Onların gayretleri vatanın kurtulması ve maddi açıdan ilerlemelerini sağlanmasıyla sınırlı kalıyor. Fakat bütün bunlar Büyük Doğu nazarında yolun bir kısmı veya mücadelenin sadece bir aşaması olarak kabul ediliyor. Bunun ardından yeryüzünün diğer bölgelerindeki İslam ülkelerinin ilerlemesini sağlamak ve Allah hitabının, bayrağının oralara da yükselmesini gerçekleştirmek görevi gelir.

2. Milliyetçilik
Büyük Doğu İdeolocyası’nın milliyet karşısındaki tavrına değinecek olursak;

a) Ecdad Milliyetçiliği
Eğer bu tip milliyetçilik fikrini kabullenenler bununla yeni nesillerin ilerlemek, hızlı bir şekilde yükselmek ve başarı kazanmak için atalarının metod’larını takip etmelerini en güzel örnek olarak onları almalarını, evlatların da aynen babalarının yücelttikleri ve zafer kazandıkları yollarla yücelteceklerini kastediyorlarsa bu çok güzel bir metod’dur. Biz bu metodu alır ve destekleriz. Şuanki milletimizi uyarma da, atalarımızdan aldığımız derslerden faydalanmakta değil miyiz? Resulullah (S.a.v)’de şu sözünde büyük bir ihtimalle buna işaret etmektedir:
“İnsanlar madenler gibidirler. Cahiliyye devrinde hayırlı olanları derin anlayışlı davrandıkları takdirde İslam döneminde de hayırlılardan olurlar.”
Görüldüğü üzere milliyetçilik bu faziletli ve değerli şekli ile İslam’da yasaklanmamaktadır.

b) Ümmet Milliyetçiliği
Eğer milliyetçiler, milliyetçilikten kişinin iyilik etmesine ve yardımına en layık olanların, içinde büyüyüp geliştiği kendi kavmi ve milleti olduğunu kastediyorsa bunda hiçbir mahzur yoktur.

c) Teşkilatçı Milliyetçilik
Eğer milliyetçilikten hep birlikte çalışıp cihad etmemizi, her milletin kendine düşen görevi yapması ve Allah’a kavuşuncaya kadar zafer yolunda yürümesi kast ediliyorsa bu çok güzel bir amaçtır. Hürriyet ve istiklal amacıyla doğulu milletlerden hep birisi kendi alanında teşkilatlanarak mücadeleye atılırsa biz onları desteklemekten başka bir şey yapmayız. Bu ve benzeri manalarda milliyetçilik, yegane ölçümüz olan İslam’ın yasaklanmamadığı, üstelik kalplerimize yerleştirdiği ve teşvik ettiği güzel ve hayranlık duyulacak bir fikirdir.

 

Büyük Doğu (Davamız)

d) Cahili Milliyetçilik
Eğer milliyetçilikten eskimiş cahili adetlerin diriltilmesini, geçmiş masalların canlandırılması, yerleşmiş faydalı medeniyetin silinmesini, İslam inancıyla milliyetçilik davası arasındaki ilişkinin koparılması, bazı devletlerin isimlere, yazının harflerine ve konuşmanın kelimelerine varıncaya kadar her yerde İslam’ın ve Türklüğün izlerini silmeye kalkıştıkları gibi saçmalıklara ve yıkılıp gitmiş cahiliyye adetlerini dönmeyi kastediyorlarsa bu tip bir milliyetçilik çirkin, aptalcasına ve akıbeti kötü bir milliyetçiliktir. Bu milliyetçilik, doğulu milletleri şiddetli bir husumete götürür. Bununla birlikte maddi varlıklarının yok olmasına, değerlerinin azalmasına en mühim özelliklerinin şeref ve asaletlerinin en mukaddes görüntülerini kaybetmesine yol açar. Onların böyle davranması Allah‘ın dinine bir zarar vermez.

“Eğer siz yüz çevirirseniz sizin yerinize başka bir milleti getiririz ve onlar sizin gibi dönek de olmazlar.” (Kıtal, 38)

e) Kinci Milliyetçilik
Eğer milliyetçilikten diğer milletleri küçümseyerek onlara düşmanlık yapıp onların aleyhine kendi milletlerinin yücelmesi için daha önce Almanya’nın ve İtalya’nın yaptığı gibi mücadelede bulunmayı kastediyorlarsa ki her millet bu manada kendi üstünlüğünü iddia eder. Bu çirkin bir iddiadır, insanlıkla alakası yoktur. Bunun manası hakikatle alakası olmayan ve hiçbir hayır getirmesi mümkün olmayan insanların birbirleriyle çekişmeleri demek demektir.

Büyük Doğu İdeolocyası’na mensup bireyler bu anlamda ve benzeri noktalarda milliyetçiliğe inanmazlar. Firavunculuk, araççılık, Kürtçülük, Türkçülük, fenikecilik iddiasında bulunmazlar. İnsanların birbirleriyle çekişmek için kullandıkları isim ve lakapları kullanmazlar. Onlar insanların en mükemmeli ve insanlara hayrı öğreten muallim Resulullah (S.a.v)’in şu sözüne kulak verirler:
“Allahu Teala cahiliyyetle Övünmeyi ve atalarla kibirlenme size yasakladı. İnsanlar Adem’dendir. Adem ise topraktandır. Arabın aceme, üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir. “ (Veda Hutbesinden)
Ne doğru, ne güzel ve ne gerçek bir söz… insanlar Adem’den yaratılmışlardır. Bu noktada bütün insanlar eşittir. İnsanlar amellerle fazilet kazanabilirler. Bu nedenle onlara gereken şey hayırda yarışmaktır. İşte iki sağlam prensip. Eğer insanlık bu iki prensip üzerine dayanırlarsa en yüksek derecelere ulaşırlar. İnsanlar Adem’dendir ve birbirlerinin kardeşleridir. Bu nedenle birbirleri ile yardımlaşmaları, birbirlerini desteklemeleri, birbirlerine merhamet etmeleri, hayır yolunda birbirlerine yol göstermeleri amellerde yarışmaları ve insanlık iyice ilerleyinceye kadar her alanda gayret göstermeleri gerekir. İnsanlık için bundan daha kapsamlı bir anlayış, daha faziletli bir terbiye var mıdır?

Yaşasın Büyük Doğu Bizlerden Doğarak.

BAŞIBOŞ

Vatanımda sular akar başıboş;
Herkes birbirini kakar, başıboş.

Bozkırlardan topal bir tren geçer;
Çocuk, merkep, öküz bakar, başıboş.

Yanmaz da yürekler, ateşe atsan!
Bir kibrit bir orman yakar, başıboş.

Tarih, kutuplara kaçmış bir fener,
Buz denizlerinde çakar başıboş.

Yirmi dokuz harflik sözde aydınlar,
Yafta yazar, isim takar, başıboş.

Allah’ım, sen acı bu saf millete!
Aksam yatar, sabah kalkar, başıboş.

                                                                                                                                                                                          Necip Fazıl Kısakürek (1964)

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

 

Tarkan Balcı

NAMAZSIZLIKTAN KURTULUŞ ÇARELERİ / Tarkan Balcı

NAMAZSIZLIKTAN KURTULUŞ ÇARELERİ 

Müslümanlar, bilhassa bu asırda, namaz dinin direği olduğunu ve ahirette kurtuluşunda namazsız olmayacağını bildikleri namaz hakkında tembellik yapıyorlar. Hatta çokları da tamamen ihmal ediyorlar. Kendilerine neden bu ihmali yaptıkları sorulduğunda da çok defa, dünyaya ait işlerinin çokluğunu ileri sürüyorlar. Üstat Bediüzzaman Hazretleri, bir gün mühim bir zatın, “Namaz iyidir. Fakat her gün her gün beşer defa kılmak çoktur bitmediğinden usanç veriyor.“ dediğini ve aslında bu sözü adeta bütün nefisler namına söylemiş gibi olduğunu bildirmektedir. Bunun üzerine tembellik döşediğinde, gafletle ve cahilane söylenen bu söze karşılık olarak namazsızlığın temelinde yatan sebepleri ve çarelerini, nefisleri susturacak, akıllar ve kalpleri tam tatmin edecek bir tarzda beş ikaz içinde izah eden namaz risalesi’ni yazmıştır. Biz de şimdi o beş ikazda geçen hakikatlerin özetini sakınmaya çalışacağız. (Bkz.21.Söz, Namaz Risalesi)

Birincisi: insanları utandıran en mühim sebep, keyif içinde ebedi dünyada kalacaklarını zannetmeleridir. Halbuki ecel gizli olduğundan yarına çıkarılacağına dair hiçbir kat-i senet yoktur. Hayatının faniliğini ve değersizliğini anlayabilmek elbette ölümü çokça düşünmekle olabilir. Bu cihete işaretle Resulü Ekrem ( Asm), “lezzetleri tahrib Edip karşılaştıran ölümü çok zikrediniz. “ (Tirmiz’i, 2307, hem bkz. Lemalar Osmanlıca nüsha S.170) buyurmuştur. Eğer insan ömrünün kısalığını, hem boşa gittiğini düşünse usanmak şöyle dursun ciddi bir gayret sebep olur.

İkincisi: namazdaki gevşekliğin en önemli sebeplerinden biri de, insanın namazın ruhun manevi gıdası olduğunu ve ona olan ihtiyacını bilmesidir. Her gün üç öğün yemek yemekten usanmayan insan, eğer kalp ve ruhunun namaz ile Rabbine yönelmekten alacağı manevi büyük gıdaları bilse, elbette manevi bir açlık içinde perişan olan ruhunu doyurmak için her gün üç defa yemeğe koşmaktan çok daha büyük bir iştahla namaza koşacaktır. Nitekim bunu anlayan büyük zatların menkıbelerinde namaza karşı nasıl bir iştiyak gösterdiklerini ibret ve hayretle okuyoruz. Hatta Peygamber Efendimiz (asm)’ın dünyadan kendisine sevdiren üç şeyden biri olarak “gözümün nüru” dediği namazı zikretmesi (Nesei, 7=61) bu noktaya en güzel bir numune olmaktadır. Her gecede bin rekat namaz kılan İmam Zeynel Abidin‘ler ve kırk yıl yatsı abdesti ile sabah namazını kılan Taus-ı Yemaniler gibi binler mübarek zatlar namazın nasıl manevi büyük bir gıda olduğunu lisan-ı halleri ile ispat etmişler.

Tarkan Balcı

Dördüncüsü: Namaz ve ibadetteki gevşekliğin bir sebebi de onun karşılığındaki mükafat ve ücretin gereği gibi düşünülmemesidir. Halbuki vaadinden dönmesi asla mümkün olmayan yüce Allah, cennet gibi bir ücreti ve ebedi saadet gibi bir hediyeyi vaat ediyor. İnsan, dünya saadetini temin edebilmek için maddi işlerde, çok defa küçük bir ücret vaadiyle günlerce hatta aylarca ve her gün en az sekiz saat usanmadan çalışır. Bazen vaat edilen ücreti alamadığı da olur. Halbuki karşılığında ebedi cennet ve tükenmez hazineler vaat edilen. Beş vakit namaz, günün ancak bir saatini almaktadır. Cüzi ve fani bir maaş için her gün sekiz on saatini ayıran insan, ebedi bir saadet ve nihayetsiz senetleri günün yalnız bir saatini namaza sarf etmekle kazanabileceğini düşünse elbette namaza ciddi bir şevk ve iştiyak duyacaktır. Hem dünyada hapis korkusuyla en ağır işlerde çalışmayı göze alan insan, namazı terk etmesi sebebiyle o dehşetli cehennem azabına düşebileceğini de idrak etse, muhakkak gayet hafif ve latif bir hizmet olan namaz için gayrete gelecektir.

Beşincisi: Namaz kılmayanların en çok ileri sürdükleri sebeplerden biri de geçim derdi ve dünya işlerinin çokluğudur. Bunu söyleyen insanlar herhalde iki şeyi fark edemiyorlar. Birincisi ne için yaşatılmış olduklarını, ikincisi ecelin her an kapılarını çalabileceğinin farkında değiller. İşin aslına bakılırsa, gün içinde, iki ya da üç vakit namaz karşımıza çıkar. Bunlar ise asla işimize engel olmayacağının en büyük delili, işlerine rağmen beş vakit namazını kılan milyonlarca Müslüman‘dır. Hem hiçbir insan dinlenmeye ihtiyaç duymadan devamlı çalışmaz. Eğer istirahat vakitlerini namazını kılarak değerlendirirse, bedenen en sağlıklı bir istirahati yapmış olacağı gibi, asıl maksat olan ahiretini kazanmak için de çok mühim bir yatırım yapmış olur. Hem şiddetli bir hırs ve merakla günün tamamını dünyası için ayıran bir insan dünyanın faniliğini ve olsa olsa yetmiş seksen sene gibi gayet kısa bir ömür yaşayabileceğini fark etse, elbette günün hiç olmazsa bir saatini beş vakit namaza sarf ederek ahiretin ebedi saadetini kazanmaya ciddi bir gayret ve iştiyak duyacaktır.

Netice olarak beş vakit namaza şevkle devam edebilmen yolu; dünyada ebedi kalınmayacağı, namazın ruhun gıdası olduğunu, sabır kuvvetinin yalnız bugüne sarf edilmesi gerektiğini, namazın cennet gibi çok büyük baki bir ücreti olduğunu ve insanın dünyada en mühim, birinci vazifesinin ibadet olduğunu iyice anlamaktan geçiyor. İbrahim (a.s) gibi biz de Rabbimize niyaz ediyoruz ki, bizi ve neslimizden gelecekleri namazı dosdoğru kılanlardan eylesin. AMİN! (İbrahim süresi, 40 ayet).

 

 

Tarkan Balcı                

www.musabyasirozen.com.tr

 

 

GİZLİ NARSİSTLER / SESSİZLİĞİN ARDINDAKİ YÜZ

GİZLİ NARSİSTLER / SESSİZLİĞİN ARDINDAKİ YÜZ

GİZLİ NARSİSTLER / SESSİZLİĞİN ARDINDAKİ YÜZ

-Hepimizin bildiği gibi “Narsist” dendiğinde, son derece öz güvenli, dikkat çekici, her yerde ve her ortamda parlamayı seven kendine aşık insanlar gelir aklımıza. Durum sanılanın tam aksinedir halbuki… Peki ya daha sessiz, daha sakin, daha gizli olanlar? Kendini kamufle etmede usta olanlar?
İşte onlar “Gizli Narsistler”…
Bu yazıda kendini gizlemekte usta olan bu narsist’lerin ilişkilerinde nasıl bir davranış, tutum sergilediğini, karşı tarafa neler bıraktığını ve ondan neler alıp götürdüğünü ele aldım çünkü bu insanlar göstererek değil sessiz ve gizlice ama derin izler bırakarak toplumumuzun görünmez yarası haline dönüşüyor.

GİZLİ NARSİSTİ NASIL TANIYORUZ ?

-Bu kişiler hepimizin bildiği narsist‘lerden çok daha farklı olarak, daha içe dönük, daha kaçıngan ve daha hassas görünürler fakat bu bir maske… İçten içe ilgi alakaya duyulan açlık ve başkalarından gelecek onaylanma ihtiyacı döngüsü içerisinde hapistelerdir. Ancak bunu, kendilerini gizleyerek, açık vermeyerek yaparlar. Son derece pasif agresif ve kırılgandırlar. Dışa vurum olarakta bundan başka bir tutum sergileyemezler.

GİZLİ NARSİSTİN MASKELERİ

-Sessiz bir şekilde bekler ve dargındır,
Mağdur edilmiş ve hakkı yenmiştir,
-Haklı çıkıp, suçlu hissettirmek için kelimelerle oynar. Bu konuda usta bir yeteneğe sahiptir,
-Çekingen, kaçıngan ve durgun davranışlar sergiler ve saatler süren sessizlikle karşısındakini cezalandırır, (Pasif-agresiftir)
-Kendi istek ve ihtiyaçlarından başka herhangi bir şeyin önemi yoktur, başkalarının duygularını önemsemez, o duyguyu anlayamaz ve reddeder. Duyarsız ve katıdır.

GİZLİ NARSİSTELERİN AĞZINDAN DUYABİLECEĞİNİZ CÜMLELER

-“Ben öyle demek istemedim.”
Suçluluğu üstlenmez, duygularınla seni yapayalnız bırakır
-“Sen beni hiç anlamıyorsun.”
Ben bunun için çabalamam, sen bir şeyler yap çabala ve yorul
(Bu sana kendini eksik hissettirmek için bir oyundur aslında ve bunu sık sık tekrar eder)
-“Bunu senin iyiliğin için söylüyorum-yapıyorum.”
Eleştiriyorum ama seni düşündüğüm için… Şimdi sus ve minnet duy
(Masum görüntüsünün altındaki seni ezmenin vermiş olduğu kibirle yukarıdan bakmaya devam eder)
-“Her şeyi kişisel algılıyorsun, büyütüyorsun, abartıyorsun.”
Üzüldüysen bu senin problemin, duygularını önemsemiyorum.
Bu bir Gaslighting…
Bu ve benzeri manipülasyonlarla sınırlarınızı mutlaka deneyecektir…

GİZLİ NARSİSTLERİN PSİKOLOJİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Bu tip bir birey, karşısındaki kişiyi doğrudan incitmeyecektir fakat zamanla kişinin kendini sorgulamasına ve suçlamasına neden olacaktır. Kişi kendini bastırır ve sonrasında Gizli narsisti kırmaktan kaçınır hale gelebilir bir duruma evrilecektir. Günün sonunda suçluluk, yetersizlik, huzursuzluk duygusu bu ilişkinin temeline oturur. Gizli narsistin ihtiyaç ve istekleri karşılanırken kişinin kendi sınırları ihlal edilmiş ve duygusal şiddete maruz kalmış olur.

GİZLİ NARSİSTLERİ NASIL ANLARIZ ?

Gizli Narsist’leri tanımak, Narsist‘leri tanımaktan çok daha zor ve tehlikelidir çünkü onlar son derece içimizden biriymiş gibi davranırlar. Yakın ve uzak çevresinin gözüne girmek isterler. Son derece cömert, centilmen ve naziktirler… Hiçbir zaman bir narsist gibi “Ben buradayım.” demezler. Kendilerini asla göstermezler. Tam aksine mağdur gibi sessiz ve hassas hatta bazen ‘çok düşünceli’ gibi davranırlar…

MAĞDUR ROLÜ

Zaman içerisinde mağdur rolüne bürünür. Herkes ona kötülük yapmıştır. Herkes onu terk etmiştir ve hiç kimse onu sevmemiştir… Duygusal suçluluk yaratarak seni yönetmeyi hedefler ve sadece bundan beslenir. Her tartışmada kırılan ve incinen kendisiyken karşısındakini yıkıcı ve acımasız gibi lanse eder. Bunu hissettirir…

NE YAPILMALI ?

-Kişi kendi duygusal sınırlarını korumalı,
-Gizli narsistin sessizliğinin içinde kaybolmamak ve hatta bu oyundan kendini bularak çıkmayı hedeflemek, farkındalık kazanmaya çalışmak,
-Onun sessiz cezalandırmalarını çözmeye çalışmamak çünkü bu onun manipülasyon aracının ta kendisidir…
-Suçluluk ve yetersizlik duygusunu böylesine derinden hissettiren bu bağdan kopmanın ve kişinin kendi hayatını seçmesinin “bencillik” olmadığı bilincine ulaşması,
-Gerekirse profesyonel destek almak

DÖNGÜYÜ KIRMAK

Bir gizli narsistin gölgesinde bir yaşam sürmek, parmaklıklarla çevrili bir ilişkide debelenmekten ibarettir. Kişi ilişkide kaldığı her gün karşısındakini yaşatmaya çalışırken kendi sonunu hazırlar ve devam ederse kendine ihanet eder. İnsan, en zor tercih anlarında bile kendini seçmeyi bilmelidir. Çünkü kendine saygı, başka hiç kimseden alınmaz; öz benlikten doğar.

www.musabyasirozen.com.tr

İslami açıdan Toplumunun Sosyolojik Yapısı

İSLAMİ AÇIDAN TÜRK TOPLUMUNUN SOSYOLOJİK YAPISI

Dini Yönden Türk Toplum Yapısı

İSLAMİ AÇIDAN TÜRK TOPLUMUNUN SOSYOLOJİK YAPISI

Türkiye toplumunun sosyal yapısı “üzerine türlü teoriler üretilmiştir, bunların bir bölümü resmi tarih ve resmi teorilerdir. Tarih, bu bilgi dalının karakteri gereği hemen her dönemde Siyasal iktidarların eğilimi yönünde toplumu tanımlar. Özellikle ülkedeki 70 yıllık Siyasal rejim adeta öznel tarihini yansıyarak kendini hayatiyet alanı açabilmiştir. Ancak yine de tarih, sıkışınca müracaat edilen bir mekan, merci ve hacet kapısı yerine kullanılmaktadır. Bazen düşmanların gözünü korkutmak için, bazen doğal bir ihtiyaçtan, bazen de sağduyunun çalması sonucu yeniler eskilere sığınır, onları anlar. Tarih en ziyade hatıra getirildiği zaman dilimi, onun kırılma dönemleri, eski deyimle def-İ mefsedet halleri olsa gerekir.

Resmi tarihte elbette her zaman yalan söylemez. Belki küçük rötuşlarla büyük yanılgılara neden olur; makyaj değiştirir, mask tazeler. Bir de kimi tarihsel kareleri dev aynasında gösterir; kiminin fotoğrafını bile çekmez. Tarih kötüdür yahut tarih iyidir türünden yargılar bu yargıya varanların kendi gelecekleri hakkındaki kehanetten başka nedir ki? Günümüzün resmi tarihsel perspektiften görüntüsü herkesçe malum; tarih kötüdür, şimdiyse iyidir. Tarih, bireyi, toplumu, sistemi ile başlangıcından beri halkın yahut halkların karanlıklarda yaşadığı dönemlerdi. Kitaplar yazmıştır ama kamu vicdanında yankısı bulunmadığı için belki de insanlar çabuk unuttular; aslında yeni tarihsel dönemin fikri kurucuları tarafından savunulmuştur, denilmiştir ki İslam, Türkiye toplumunun tarihsel ve geleneksel hızını kesmiştir. Bir resmi tarihsel söylem açısından İslam, orta Asya’dan kopup gelen bu cevval kavmin hem ileriye dönük yönünü değiştirmiştir, hem de onun nizamını alem davasında geri bırakmıştır!

Nerede, ne zaman, hangi delile dayandırıldığı belirtilmeksizin cumhuriyet, demokrasi ve hatta laiklik bu toplumun öznel bünyesinde öteden beri var olan olgular gibi gösterilmiştir. Ülke yönetiminde tek söz sahibi gibi görünen TBMM’ye kadar girmiş nice insanla konuşursanız işitirsiniz, yukarıdaki yargıyı ya da çok yakın bir iddiayı. Ancak delil sormayacaksınız, çünkü bu böyledir. Yani Türkler doğuştan (Orta Asya’dan) demokrat, cumhuriyetçi ve laiktirler. Eski Şamanist Türklerden birkaç eski püskü delil bile gösterebilirler size… Yine resmi teorilere göre düne kadar Türkiye’de Türk’ten başka kavim yoktu. Varsa da kimisi kuzeyde Türk’ün deniz görmüş kısmı, kimisi karda yürüyüp izini hiç kaybetmeyen ve kart kurt sesleri çıkaran dağlı kesimidir. Onlarda herkes gibi özbeöz Türk’türler. Öyleyse “Ne Mutlu Türküm Diyene”… Ayrıca kendini Türk hisseden herkes Türk’tür! Bu ülkede yaşayıp kendini Türk hissetmemek ise hem ayıp hem günahtır.

Ülkede sürdürülen resmi söylemin halkından, halkın düşünce ve yaşama tarzından tamamen kopuk ve tepeden inmeci bir zihniyet olduğu savunulur. Ama bunu bütünüyle paylaşmak bize doğru gözükmüyor. Birtakım dayatmacı yöntemlerle halkın kimi konularda zorla yönlendirildiği, çeşitli dönemler için doğrudur. Ancak halkın tüm bu olup bitenlere çanak tutucu rıza felsefesi, göz yumulduğu yani müstahaklığı da görmezden gelinemez. Zaten eşyanın tabiatına aykırıdır. Kurt ile kuzunun aynı mekanda yıllarca ve kardeşçe yaşaması… Eğer yaşıyorlarsa ya kurt kuzulaşmıştır ya kuzu kurtlaşmış, tabiatları bozulmuştur. Toplum mozaiği hakkında ileri sürülen teorilerin en iyi niyetli ve üslubu düzgün olanı; “uysal ve tepkisiz“ benzetmesidir. Öteki benzetmelerin çoğu bu vasıfları daha çok uç noktalara taşıyan örneklerdir. Örneğin toplumun çoğunluğu en çok bedevi, hala göçebe, köylü, taşralı, kolektif bilinçten yoksun ve en nihayet Aziz Nesin tarafından aptal olarak nitelendirilmiştir.

Üçü de kendi köşesinde birbirinden daha marjinal üç sınıftan söz edilebilir. “ Türkiye Toplumu “içinde: yöneten sınıf (büyük sanayici iş adamları onların ortağı sayılır), yönetilen kitleler ve aydınlar (geniş kitleden kültürü ve yaşam biçimi ile kopmuş ama yöneticilerin dümen suyuna girmemiş olanları sayıyoruz yalnızca, büyük, gittikçe büyüyen medya, gazete patron ve milyarderleri de hariç elbet). Üç sınıfta birçok bakımdan birbirine karşı, birbirinden hazzetmeyen, birbirini götürmek istedikleri yöne inat edip gitmemekte direnen, elinden gelse öteki sınıfları susturacak kadar onlardan uzak düşen duyarlılıklara sahiptirler. Yani aralarında ciddi bir sevgisizlik, kopukluk, soğukluk egemendir. Resmi söylemle her ne kadar kendini Türk hisseden herkes Türk sanılsa da en azından her Türk’ün bir diğerine muhabbet ve sadakatle bağlanacağı bir urvetul vuska yoktur. Son yıllarda toplumun sosyal yapısını belirlemeye yönelik resmi olmayan ama sağlıklı ve derinliklide olmayan çalışmalar, iddialar, değişik görüşler yoğunlaştı. Tarihsel kökleri bulunan bir toplumun bu gününü belirlemede ve kurmada geleneksel yapısına yönetmenin önemi, hiç olmazsa bu kadarı, hem de Müslüman olmayan aydınlarca vurgulanmaya başladı. Tek parti despotizminin neredeyse günümüze dek sürdüğü bir dönemde, tek sesliliğin yerini çok sesliliğe terk etmesi açısından bu bir gelişme olarak görülebilir. Ancak bilim ve gerçeklik uğruna, gerekirse acımasız olundukça hakikat, ne anlaşılır ne de elde edilebilir. Toplumda var diyorsak eğer çöküntüyü yalnızca sömürgecilerin aleyhteki çalışmalarıyla açıklamaya kalkışmak, toplumun kendi kusurlarını göz ardı etmek, yine çözümsüz sonuçlarda sorunları düğümlemekten öte bir işe yaramaz. Türk toplumunda kültür, öteki her şeye benzetilerek adeta bir fors, askeri üniforma gibi kullanılmaktadır. Fiyakasından geçmemektedir çoğu insanın.

Türk Toplumunun Sosyolojik Yapısı

Bizim taşra kentinde bir vakitler bitpazarında Avrupa eskisi giysiler satılırdı. Avrupalılar eski giysilerini güya yardım olsun diye Filistin’e gönderirmiş. Onlar bu yabancı giysileri en yakın ülke olan ve bu giysileri çoktan giymeye alışkın Türkiye’ye Suriye üzerinden kaçak olarak gönderir, yerine kaçak tütün vs. alırlarmış. İşte bu giysilerden bir takım elbiseyi esnaftan bir adam satın almış, giyinmişti. İşin ilginç yanı ceketin iç cebi üzerindeki Avrupai etiket görünmediğinden onu da söktürüp ceketin dışındaki mendil cebinin üzerine rozet gibi diktirmişti. Sanırım hala iftiharla rozet kullanan yegane ülke Türkiye’dir. Her vesile ile profesörlüğünü gündeme getiren hocalar yabancı dil bilgisini kullandığı kelimelerle sergilemeye koşan bilgiçler, din hakkında konuşanları ille de müftü görmek isteyen dindarlar, basit bir haberi veya hakikati hatırlayıp halkı aydınlatmayı amaçlayan yazı ve sözlerdeki ağdalı, gösterişli üslup, her şeyi ille de üniforma gibi kullanma arzusunun göstergesi değilmidir? Ya Batı’dan gelen her şeye karşı o sonradan görme tavrın mazereti de var kuşkusuz. Bir kere gelen nesne (Ve beraberinde gelen ahlak) gerçekten ilk karşılaşılan bir nesnedir. İkincisi, Batı niceden beri icat ve keşiflerin merkezidir. Üçüncüsü ise, üretilen şey bu ülke toplumunun gerçekten yabancısıdır. Zira batı kendine özgü şeyler üretmekle, kendi yaşama standartları ve dünya görüşü çerçevesinde biçim vermektedir. Bunlara şaşırmak da toplum belki haklıdır. Ama bunları topluma taşıyanlara ne demeli? Herhalde bilgi ve görgü artırım denemeleridir, bunlar. Ve bilinçsizce, hiç kritik etmeden, tüm reklam mallarına saldırmanın haklı ve anlamlı bir yanı yoktur. Sonra bütün bunlar feodal kalıntılar, göçebelik, taşralık, köylülük ile izah edilir ve hatta aptallıkla…

Düşünmesi az olan toplumun duygusallıkları yaşantısında daha ağır basar, bu sonuç doğaldır. Türkiye toplumu çoğunluk itibari ile duygusal bir toplumdur. Bu yüzden kolay dönüşen bir toplumdur. Geleneksel yapısında da bu vardır. Salt akıl yürütmek, düşünmek yerine, deyim yerindeyse, filozofiye (hikmet yumurtlama çabası anlamında) eğilim daha ziyadedir. Filozofiye de İslami hikmet kavramıyla örtüştürerek kendince ona meşrutiyet elbisesi giydirmiştir. Bir kere herkesin hayatı romandır.

Hemen herkes filozof yada şairdir. Biraz avam kalanlar halk filozoflarıyla idare eder. Bunların çoğu da veli sanılan delilerdir. Daha kültürlü çevrelerde yaşayanlar en son moda felsefe cereyanlarının erken muhibbidirler. Bakılırsa daha kaynaklarında kim olduklarını iyice anlamadan postmodernist Türkler aramızda dolaşmaktadır. Özgür düşünceden çok filozofiye ve kendince sözlere eğilimi, toplumun, alıştırıldığı ve özendirdiği hoşgörüsünden, tevilci mantalitesinden ve aşırı duygusallığından kaynaklansa gerekir.

Türkiyede Yaşanan İslam

Kur’an‘ın öğrettiği İslam ile halkın yaşadığı İslam arasındaki bariz farkları gözlemlemek de toplumun yapısı hakkında ipuçları, bilgiler veriyor. Örneğin Türkiye toplumunun Kur’an‘a bakışının tipik modeli Osman Gazi’ye yaşatılmış, efsaneleştirilmiş ve bir halk mitolojisi gibi yinelenip durmaktadır. Osman Gazi eğer doğruysa yatmak için girdiği odada duvara asılı Kur’an-ı Kerim i görünce, Kur’an‘ın bulunduğu odada edebinden uyuyamamış, sabaha kadar uykusuz beklemiştir. Evet, bu belki mütevekkil sanılan bir tavırdır ama düşüncesizcedir. Ve tevekkül noksanlığı değil lakin düşüncesizlik Kur’an‘ın nasıl yendiği bir tutumdur. Halkların yanlış tevekkül eğilimine, duygusal bakışına örnek çoktur. Örneğin Kur’an-ı Kerim, insanın kendi başına, bağımsız düşünmesine verdiği önemi, hiçbir tutum ve tavra vermemiştir. Ama bunu görmezden gelen insanlar Kur’an‘da ancak birer defa zikredilen “vesile“ ve “nazar “ kavramları üzerine nice korkunç ve İslam dışı felsefeler bina etmişlerdir. “Vesile“ öne sürülerek, Allah ile kul arasında aracın bile bulunması gerektiği bile savunulmuştur. “ Nazar“ ile de büyücülüğe, sihre, fala, şans oyunlarına neredeyse caizeler üretilmiştir. Her iki telakki Kur’an‘ın başka ayetleri ile tevhidin karşıtı gösterilerek verilse de, ne gam; halk kendi duyarlığına uygun felsefeyi yakalamıştır, üstelik kendince bunun kaynağı Kur’an’dır, gerisi onu pek ilgilendirmemektedir. Elbet kitlelerin bu tavrı, aynı tavrı onaylayan halk hocaları tarafından da sürdürülmüştür. Hatta halkı bu tavra biraz da onlar sevk etmişlerdir. Halk ağzı konuşan vaazlar kürsüde yüzyıllarca yanlışın çığırtkanlığını yapmışlardır. Halkın o kürsülerden işittikleri ile ALLAH’ın sahih dini arasında bazen büyük uçurumlar olmuştur.

Duygusal halkın yaşamı nükte ve fıkralar üzerine bina edilmiştir, adeta. Kuşkusuz bir açıdan bakıldığında bu folklorik ve kültürel bir zenginlik olarak gözükür. Ancak atlanan bir nokta vardır. Kendini İslam’a nispet eden bir halk, ezberlediği yahut ürettiği nükte ve fıkraların onda yahut yüzde biri kadar bile dinlerinin kaynağı olan ilahi vahiy ile temasa geçmemiş, ilişkiye girmemiştir. Yönetenleri memnun bırakan bu tutum, bilenlerin de, başka bilenler çıkmayacağı için işlerine gelmiştir. Halk ozonları, halk nüktedanları hatta halk vaizleri bile bazen günlük namazda okudukları Kur’an ayetlerinin ne demeye geldiğinden habersiz, ömürler tüketmişlerdir. Çünkü böyle gelmiş, böyle gitmektedir. Ve böyle gelip böyle gitmekte olması güya filozofça, şairce bir edadır. Bunca dinine bağlı bir halkın, Türkiye’de hemen büyük çoğunlukta ladini bir hayat sürdüren ve onu dayatan hükümlere nasıl tahammül ettiği zaman zaman hayretle sorunla gelmiştir. Bu sorgulamada iki yanlış var: biri halkın dindarlığı, ikincisi de yönetenlerin dinsizliği. Her iki kesimin de aslında dine bir bakış açıları, dini bir yorumlayış tarzları vardır. Ve o pencereden bakıldığında her iki kesimde aynı ton ve edada bir tür dindarlardır. Bu “ Türk Tipi Müslümanlık” tır. Birazı politikacıların İslamizasyon politikalarının ekmeğine yağ sürmektedir bu tür Müslümanlığın… Bir kısmı halkın düşünme melekesine galebe çalan kökleşmiş duyarlıklarını okşamaktadır… Eh, bir kısımda diğer dinlerden, Budizm, şamanizm, Hristiyanlıktan devşirilmedir.

Türkiye halkları yüzyıllardan biri Müslüman’dır. Güzel, hayırlı Müslümanlık modelleri ortaya koymuşlardır. Büyük bir Müslüman medeniyeti gelecek kuşaklara emanet etmişlerdir. Ne ki halkın dini, hakkın dini ile zaman zaman tashih edilmez, bir tecdide tabi tutulmazsa bulanıklaşır. Hele İslam ilahi, halkın dindarlığa beşeri olduğundan, tecdid yani yenileme, Müslümanlar bakımından dönem dönem büyük bir ihtiyaç olarak belirir. Dervişler, halk arifleri, ozanlar diliyle tümden müteşabih (çok anlamlı) bir üslup kazanan dinsel söylemin ilahi vahiy ile tashihine, tecdidine gerçekten zaruret doğmuştur. Aksi takdir de her an kendisiyle ve her şeyiyle çelişen eceli dinsel söylem, halkın ve yönetenlerin birbirinden razı olduğu bir ortamı var edebilir. Ama bu sonuç çokluk Hakk‘ın memnun olmadığı, daha doğru bir ifadeyle razı olmadığı bir ortamdır. Hakk’ın rıza göstermediği bir son ise kötü akıbettir. Resmi ve gayri resmi herkesin gönlünde yatan, etliye sütlüye bulaşmayan, siyasetten ALLAH’a sığınan, toplumları ve bireyleri yönetmeye kalkmayan belki yalnızca vicdanlara hafif bir korku salan şu “Türk Tipi Müslümanlık” sorgulanmalıdır.

Türk Halkların İslami Yaşantısı

Bir toplum ki düşünme melekesini pek fazla kullanmaz, ama sıra dine geldiği zaman tabir caizse kafasına göre takılır, ne hikmetse o noktada dini keyfine uydurur. Düşünmemek yerine nükteler, fıkralar, maniler, espriler, dervişan öyküler, mitolojiler, platonik ve her türlü aşk masalları, efsun, uğur, şans teraneleri, yani bir cümle çok anlamlılık bazen anlamsızlıklarla ömrünü harcar. O toplumun felahı elbet gecikir. Halkın bütün bu yatkınlığı var gücüyle destekleyen aydınlar bu tutumları bir de milliyetçilik muhafazakarlık sanmazlar mı? Varın hesaplayın erişilen yanlışlığın boyutunu. Bir garip dünyadır bu toplumun dünyası ki yaşarken din ve Allah’a karşı tepkisinin düzeyi hangi şiddette ise ölünce arkasından hem de namazını kılanlar tarafından aynı şiddette “ iyi biliriz” denilir. Sonra inanıp inanmadığı meçhul Allah’ı adına namazı kılınıp defnedilir. Ancak onların içlerinden samimi birisi çıkar, “ benim namazımı kılmayın, ben inanmıyorum” derse herkesin daha çok tepkisini çeker, ne demek namaz kılmamak, diye… Samimiyetsizliğe prim ve ödül dağıtılırken, samimiyetin ödülü horlanmak mı olmalıydı?

Toplumlarında huyları, karakterleri, alışkanlıklar vardır. Huy değiştirmek alışkanlıklardan vazgeçmek zordur. Türkiye toplumu şimdi bu en zor kapının eşiğindedir geleneksel deyişle, eşikte duranı yel çabuk çarpar. Kapıyı kapatıp acilen ya içeri girecek ya yine dışarıda kalacaktır. Bizim aralarında yaşadığımız, birçoğu akrabamız olan kendi toplumumuza önerimiz, Müslümanlık iddiasının sadra şifa verecek biçimde hakikatle örtüşmesi için “Müslümanın yeniden Müslüman olması” gerekmektedir. Yüzyılımızın başında büyük Müslüman düşünür Muhammed İkbal’in ifadesiyle: “Kaç Müslümanlardan sığın Müslümanlığa” sanırız yeni yüzyıllar bu sözü iki şıkkıyla da doğrulayacak Müslümanları beklemektedir. Duygu sömürüsüne değil düşünceye çağrıldığının, kurtuluşun nükte ve fıkralarda değil Allah’ın ayetlerinde yazılı bulunduğunun bu topluma, bu insanlara birileri tarafından söylenmesi artık gerekliydi. Her geçen gün ihtiyaç biraz daha artmaktadır.

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

 

 

Emine Şenlikoğlu

EMİNE ŞENLİKOĞLU’NUN YAZMIŞ OLDUĞU “İDAMLIK GENÇ” İSİMLİ ROMAN’INA DAİR BİR DEĞERLEME / Abdurrahman BAL

Abdurrahman Bal

EMİNE ŞENLİKOĞLU’NUN YAZMIŞ OLDUĞU “İDAMLIK GENÇ” İSİMLİ ROMAN’INA DAİR BİR DEĞERLEME / ABDURRAHMAN BAL

Öncelikle Emine ŞENLİKOĞLU‘nun başyapıtları arasında yer alan “İdamlık GENÇ” isimli Roman‘ın şahsımla buluşmasında katkı sağlayan ve tavsiyeleriyle hayatıma değer katan “Ekrem YILDIZ” abime teşekkür eder, çalışmalarının ve hizmetlerinin başarıyla perçinlenmesini yüce Rabbimden dilerim.

İdamlık GENÇ” İsimli kitaba hücre cezamı infazdaki bir dönem denk gelmem itibari ile benim açımdan manevi değeri bir kat daha fazla değişimle beraber, yaşamış olduğumuz esaret süreçleri benim nezdimde daha bir anlamlı kılmıştır. İdamlık Genç İsimli romanın sürükleyici ve öğrenim anlatımı, beraberinde ilk sayfalarında yer alan komedi vari münasebetler beni bir hayli güldürdü. Taki İdamlık Genç isimli romanın yan kahramanlarından “Ebazer” sahneye kadar çıkana kadar. Ebazer karakterinin anlatımla buluşması sonrasında romanın (idamlık genç) gülümseten anlatımı, yerini melankolik ve duygusal temelli olay ve gelişmelere bırakarak okuyucuyu derinliklerine çekmektedir. Ben de bu satırları okurken manen etkilenerek, gözyaşlarıma hakim olamadım. Ve tahmin ediyorum ki insani değerlere sahip her birey, idamlık genç isimli romanın ilgili satırlarıyla buluştuğunda gözyaşlarına hakim olmakta zorluk çekecektir. Şahsen yanlış bildiğim birçok hususun esasında hakikatini bu kitapta öğrenme fırsatım oldu. Örneğin dünyaca tanınmış ve Türkiye‘deki bütün üniversitelerde (Adana Alparslan Türkeş Bilim ve Teknoloji  Üniversitesi, Adıyaman Üniversitesi, Amasya Üniversitesi, Artvin Çoruh Üniversitesi, Bayburt Üniversitesi, Giresun Üniversitesi, Gümüşhane Üniversitesi, Hitit Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Ordu Üniversitesi, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Samsun Üniversitesi, Sinop Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, Erzincan Binali Üniversitesi) öğretileri anlatılan filozofların kendi inandığı değerler ve ülküler sebebiyle, dinimiz uğruna canlarından vazgeçerek nasıl idama muhatap olduklarını üzülerek bu kitaptan öğrendim. Bunlardan bir kısmı Socrates olup, idam anı bir hayli şöhretlidir. İlgili ana ilişkin bir pasajla yazıma devam edecek olursam;

  • Sokrat idama giderken Platon ağlamaktadır.
  • Ne ağlıyorsun
  • Haksız yere ölüme gittiğine
  • Demek haklı gitseydim, gülecektin öyle mi?

      Son sözleri;

  • Falana bir horoz borcumuz var! Ödeyin!

      Ve bitişik odada kadınların vaveylasına cevabı, 

  • Ben size kadınları buraya sokmayın demedim mi? Onlar yarım mahluklardır, ve çığlık kopmaktan başka bir şey bilmezler.

Sokrat‘ın davasına ve inançlarına ne derece bağlı olduğu bu kıssadan da umarım anlaşılmış olacaktır. Yine ilgili roman (idamlık genç) satırlarında rastladığım ünlü filozof Bacon‘a ait bir sözde “Az ilim bizi ALLAH’tan uzaklaştırır, çok ilim ise ALLAH’a yaklaştırır” der. Yine de idamlık genç de İslam dinine yapılan saldırılar, iftiraları ele alan bir yaklaşım da bulunmaktadır. Emperyal güçlerin dinimizi sürekli olarak bize farklı lanse etmesi ve İslam dininden uzaklaştırma çabaları karşısında Emine ŞENLİKOĞLU gibi yazarlar sayesinde amaçlarına ulaşamayacaklardır. Yıllardır şeriatı kol kesmeden ibaret empoze edenler büyük bir yanılgı içindedirler. Dinimiz öyle bir din ki baştan öğretir ve kişiyi kazanmaya yönelik yönlendirir. Fakat emperyal güçler Türkiye (Adana, Adiyaman, Afyonkarahisar, Agri, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydin, Balikesir, Bartin, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingol, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Canakkale, Cankiri, Corum, Denizli, Diyarbakir, Duzce, Edirne, Elazig, Erzincan, Erzurum, Eskisehir, Gaziantep, Giresun, Gumushane, Hakkari, Hatay, Igdir, Isparta, Istanbul, Izmir, Kahramanmaras, Karabuk, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kirikkale, Kirklareli, Kirsehir, Kocaeli, Konya, Kutahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Mugla, Mus, Nevsehir, Nigde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Sanliurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Sirnak, Tekirdag, Tokat, Trabzon, Tunceli, Usak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak) halklarına şeriatı farklı empoze ederek, insanlarımızı yanılgıya düşürürler. İdamlık genç bu hususta da özellikle Piç Vedat ve Ebazer hoca arasında geçen diyaloglarda bu hususu derinlemesine işleyerek okuyucu gözünde çürütmeyi başarmıştır. İslam dinini “Piç Vedat” karakteri yalnızca bir gün dinleyip, idama mahkum olan Ebazer hocanın yerine kendini koyarak (bulunduğu ortamda eter koklatıp bayıltarak) canını onun yerine feda edebilecek takvaya ulaşabilmiştir. 

Ezcümle “idamlık genç” ülke gençlerimize özellikle mensubu olduğum Diyarbakır (Bağlar, Sur, Yenişehir, Kaya pınar, Bismil, Çermik, Çınar, Çüngüş, Dicle, Eğil, Ergani, Hani, Hazro, Kocaköy, Kulp, Lice, Silvan ) halkının okuması gereken vizyoner bir roman olma özelliği taşımaktadır. Diyarbakır‘ın tüm kıymetli gençlerine tavsiye edip, okumalarını istediğim eseri memnuniyetle sizlerle paylaştım. Siz değerli  Fikir Klübü okuyucuları, özellikle Diyarbakır‘ımızın güzide ilçesi Bağlar bölgesinden değerli yorum ve fikirlerinizi bekliyorum. Kalın sağlıcakla, özgür ve demokratik ortamlarda buluşmak ümidiyle….

“Keşke bir Vedat olsaydım, İslam uğruna feda olsaydım”

 

Abdurrahman Bal        

www.musabyasirozen.com.tr

TÜRKİYE'DEKİ FETÖ (FETULLAHCI TERÖR ÖRGÜTÜ) GERÇEĞİ NEDİR? KRONOLOJİK SIRAYA GÖRE FETÖCÜLERİN GELİŞİM SÜREÇLERİ, ILIMLI İSLAM PROJESİ ADI ALTINDA FETÖCÜLER NASIL ÖRGÜTLENMİŞTİR? FETÖCÜ İŞ ADAMLARININ ÜLKEMİZDEKİ GİZLİ EMELLERİ NEYDİ?

TÜRKİYE’DEKİ FETÖ (FETULLAHCI TERÖR ÖRGÜTÜ) GERÇEĞİ NEDİR? KRONOLOJİK SIRAYA GÖRE FETÖCÜLERİN GELİŞİM SÜREÇLERİ, ILIMLI İSLAM PROJESİ ADI ALTINDA FETÖCÜLER NASIL ÖRGÜTLENMİŞTİR? FETÖCÜ İŞ ADAMLARININ ÜLKEMİZDEKİ GİZLİ EMELLERİ NEYDİ? / Emrah SAĞLIK

TÜRKİYE’DEKİ FETÖ (FETULLAHCI TERÖR ÖRGÜTÜ) GERÇEĞİ NEDİR? KRONOLOJİK SIRAYA GÖRE FETÖCÜLERİN GELİŞİM SÜREÇLERİ, ILIMLI İSLAM PROJESİ ADI ALTINDA FETÖCÜLER NASIL ÖRGÜTLENMİŞTİR? FETÖCÜ İŞ ADAMLARININ ÜLKEMİZDEKİ GİZLİ EMELLERİ NEYDİ?

Değerli Fikir kulübü okuyucularımız öncelikle FETÖ (Fetullahçı Terör Örgütü) ve hayat bulduğu Ilımlı İslam (Modern İslam) projesi ile alakalı kaleme alacak olduğum bu yazımda Fetö (Fetullahcı Terör Örgütü) yapılanmasının gerçek yüzü ortaya çıkana kadar sadece ALLAH rızası için faaliyet gözettiklerini düşünen ve saf temiz duygularla kandırılan suçsuz insanları tenzih ederek başlamak istiyorum.

FETÖ Terör örgütü (Fetöcüler)’nün Teolojiden beslenerek oluşturduğu Fetö ideolojik temel yapısının dayandığı insanları sömürmek, mankutlaştırma amaçlı kullandığı nurculuğa dayanmaktadır. Bediüzzaman Said Nursi’nin başlattığı bu teolojik akımdan beslenerek örgütlenip kendi ve hizmet ettikleri odaklar için yeniden dizayn edip kurdukları Fetö Terör Örgütü’nün başlangıç yılları Said Nursi’nin vefatından sonra 1960 darbesiyle ivme kazanarak başlıyor. 2002 yılına kadar devam eden süreçte Türkiye’de ( Adana, Adıyaman, Afyonkarahisar, Ağrı, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Balıkesir, Bartın, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Hatay, Iğdır, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kırıkkale, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Şırnak,Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Uşak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak) yaşanan tüm siyasi krizler, darbeler, 28 Şubat, Ekonomik krizler, ulusal ve uluslararası sistemdeki yaşanan değişiklikler, bölgesel vekâlet savaşlarında Fetö ( Fetullah Terör Örgütü) örgütünün merkezi Türkiye olmak üzere dünyanın her yerinde örgütlendi ve yaşanan her şeye rağmen güçlenerek büyüdü, ta ki “15 Temmuz “ süreci ne kadar. İslam temelli Fetöcü Terör Örgütü’nün dünyanın her yerinde örgütlenip yaşam alanı bulduğu tüm devlet kadrolarında her mevkide militanlarının olduğu tüm ülke faaliyetlerinde resmi ve gayri resmi her alanda faaliyet gösterdiği bir örgüte dönüştü. 2002 yılındaki Türkiye’deki iktidar değişimi sadece bir iktidar değişimi değildi. Bir devletin teolojik olarak özgür yaşanması ve ideolojik değişimdi. Fetö’cü Terör Örgütü’nünde bu ideolojik değişime hizmet ettiği amacı olduğu bilindiğinden ve bu amaç doğrultusunda faaliyet göstermiş olduğundan bir iktidar ve cemaat adı altında Fetö‘cü bir yapılanma meydana gelerek ittifak oluştu. Okullarında yetiştirdikleri ve ülkemizin her okulundaki zeki öğrencileri radarlarına alarak yetiştirdikleri parlak beyinleri devletin her kadrosuna daha doğrusu en kılcal damarlarına kadar yerleştirdiler. Ülkemiz içinde sınanamaz bir güç haline geldiler. Tüm siyasi kararlar olsun ve diğer sosyolojik, ekonomik, yönetimsel tüm kararlarda Fetö dahili olarak kararlaştırıldı. Devletin tüm mahrem sırlarına vakıf oldular. Bunları arşivleyip okyanus ötelerine taşıdılar. Fetö’cü Terör Örgütü’nün ülkemizde ve dünyada yaptıklarını örgütün yapısını belirtmeden önce eylemlerindeki hareket alanlarının kısıtlanmamasının destek bulmasının hangi proje kapsamında olduğunu yazarak başlamak gerekir. Bu da FETÖ’nün Türkiye’ye sunduğu Ilımlı İslam projesidir.

Etiketler: TÜRKİYE’DEKİ FETÖ (FETULLAHCI TERÖR ÖRGÜTÜ) GERÇEĞİ NEDİR? KRONOLOJİK SIRAYA GÖRE FETÖCÜLERİN GELİŞİM SÜREÇLERİ, ILIMLI İSLAM PROJESİ ADI ALTINDA FETÖCÜLER NASIL ÖRGÜTLENMİŞTİR? FETÖCÜ İŞ ADAMLARININ ÜLKEMİZDEKİ GİZLİ EMELLERİ NEYDİ?, Fikir Klübü, Fetö, Fetullahçı Terör Örgütü, ALLAH, İdeoloji, 15 Temmuz, Bediüzzaman Said Nursi, 1960 Darbesi, Türkiye, Siyasi krizler, darbeler, ekonomik kriz, 28 şubat, ideolojik, iktidar, cemaat, siyasi kararlar, örgüt yapısı, Ilımlı islam projesi, Fetöcü İş Adamları

FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ (FETÖ)’NÜN TÜRKİYE’YE EMPOZE ETMEYE ÇALIŞTIĞI ILIMLI İSLAM PROJESİ NEDİR?

FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ (FETÖ)’NÜN TÜRKİYE’YE EMPOZE ETMEYE ÇALIŞTIĞI ILIMLI İSLAM PROJESİ NEDİR?

Fethullahçı Terör Örgütü’nün Türkiye ayağını oluşturan 1987’de Amerika Birleşik Devletleri’nde ABD’de yayınlanan Yeşil Kuşak Doktorini ile komünizme karşı sözde radikal olmayan cemaatleri ve grupları destekleme projesi olan bu doktorin’dir. Fetöcü Terör Örgütü’nün Dünya sistemini yöneten ülkeler tarafından sınırsız desteğe kavuşturulmuştur. Müslümanları canavarlaştıran, radikal İslam propagandası ile İslam’la değil biz teröristlerle savaşıyoruz, kılıfıyla asıl amaçlarını her zamanki gibi gizlemeye çalıştılar. Komünizm‘in yıkılışıyla tek kalan düşmanlarının radikal İslam unsurları olarak dünyaya deklare ettiler. Bu proje ile de bizim sorunumuz Müslümanlar da değil deyip Müslüman ülkelerdeki Müslüman’lara ve İslam’ı yönetmek kontrolde tutmak, kendi amaçları ve politikaları doğrultusunda hizmet ettirmek Siyaseti yapılmıştır. Bu projeyle İslam ülkeleri‘ndeki FETÖ’cü cemaat adı altındaki örgütlerle devlet adamlarının kendileri ve çocukları dahil hepsini kendilerine hizmet eder vaziyette tuttular. Ki çoğu da bunun farkına çok sonraları farkına vardılar, tabii ki bu farkındalık iş işten geçtikten sonra oldu.
Türkiye’deki farkındalıksa 15 Temmuz ihanet gecesi’nde kimlik buldu. Türkiye halkının ve devletinin tarihi direnişi olmasaydı. Darbe gerçekleşseydi, vay ülkemizin haline. Irak’ın işgalinde Kesnizani’nin yaptığının sonuçları ortada, hafızalarda hala tazedir. Saddam’ın zulmüne karşı canilerin katliamlarını yaşayan Müslüman halkının hali o yılları yaşayanlar çok net hatırlamaktadır. Saddam canileri çölde suyla boğar, şöyle yapar, böyle yapar… Bir çok savaş analistlerinin ve yorumcularının söylemleri vardı. Netice ne oldu, tek mermi atılmadan Irak ( Hüseyin Sarı, Uzman Çavuş , Sedat Yabalak, Polis Memuru Semih Özbey, Jandarma Astsubay Çavuş Adil Kavaklı, Tankçı Er Vedat Kaya, Polis Memuru, Süleyman Sungur, Er, Mevlüt Kahveci, Jandarma Uzman Çavuş, Müslüm Altıntaş, Topçu Er, Sedat Sorgun, Er, Ümit Gıcır, Uzman Jandarma, Kademeli Çavuş, Aydın Köse, Muhammet Salih Kanca, Sivil Cotyar Muhsin, Sivil) düştü. %80 bunun nedeni Kesnizani’dir. Üst düzey komutanların ve devlet kademesinin bir kısmı bu örgütün mensubuydular. Sahte şeyhten talimat gelince mankutlaştırıldıkları için ona uydular, itaat ettiler. Şeyh’ede talimat verenler, o canileri oraya gönderenlerdi. Diğer dünyadaki Müslüman ülkelerde de ister ufak çapta olsun ister büyük çapta olsun bu proje kapsamında o ülkeye mensup bir hoca çıkartılıp parlatıyorlar zaten bizdeki Fetö‘cü üst düzey hainler ülkemizin İslam dünyasındaki liderliğini ve sevilmesini çok iyi kullanıp diğer İslam ülkelerinde de örgütlenip devlet ve ticari alanda faaliyet gösterdiler. Bu Ilımlı İslam projesi ile radikal olmayan eğitim seviyesi yükselen ilimi, bilimi idrak etmeye başlayan yeni nesil Müslüman gençlerin sömürüp kullanılması amaçlı dini duygulara olan bağlılığını kullanıp kendilerine hizmet ettirdiler, kritik alanlarda her türlü faaliyeti yaptırıp işlerini yürüttürdüler. Adeta ateşi maşa ile tuttular maşanın bile hangi elin onu tuttuğunu bilmediği bir yapı oluşturdular.

Fetö ve Fetö’cü Militanların devletimize ve dinimize ettiği ihanetin parametrelerine, bu ihanet öyle bir ihanet ki dinimize düşmanlık yapan odaklara Müslüman ahaliyi dini vecibelerini ve aidiyetini İslam’a hizmet amaçlı yapıyorlar diye kandırıp düşmanlarımıza hizmet edip ettiler. Ülkemize sosyolojik, ekonomik birliğimize beraberliğimize yapılan ihanetlerin haddi hesabı yoktur. Bu ihanetlerin gerçekleşmesi için 2002 yılına kadar ki Türkiye’nin kötü rejimi, yönetimi devletin kurumlarının çökmüş rüşvet iş halledilmez adeta 3. değil 4. dünya ülkesi statüsündeki yaşayışını çok iyi kullandılar. Türkiye halkından taban bulmalarının doğruluk, dürüstlük, ilim irfan sahipleri dinimiz için Türkiye için mücadele ediyorlar, rüşvet yemezler adaletsizlik yapmazlar, eski rejime karşılar, ehli sünnet ışığında hedefe ilerleyip nesil yetiştiriyorlar, altın nesil deyip hizmet ehliler olarak maskelenip insanları peşinden sürükleyip, kendilerine yeni Fetö Terör Örgütü’ne katılmalarını sağladılar. Bu katılımlardan sonraki süreçlerde beyin yıkama ve mankutlaştırma aşamaları ile adeta ne yapılırsa, ne emir gelirse gelsin, en zeki ilim irfan sahibi olanları bile dahil yıkanmış beyinlerle itaat ettirdiler. Şu unutulmamalıdır ki en etkili afyon dindir. İnsanları kandırmak için. Tarihe baktığımızda da bu net bir şekilde gözlemlenmektedir. Hak dinimiz dahil 3 semavi dinin tarihi ve diğer batıl inançların tarihi incelendiğinde insanların teolojik duyguları kullanılarak kandırılıp neler yaptırıldığı tarihi olaylar ve vakalarla sabittir. Ki ister radikal olsun ister ılımlı olsun adları yöntemleri kişiler değişse de bu oyunu kurup fitneyi yayanlar, yönetenler bu süreci çok iyi bilip, kullanıyorlar. Fetö Terör Örgütü ve Fetöcü’lerin derinliğini anlamak için bunları çok iyi analiz etmek lazım. Türkiye’nin eski rejim yıllarında kurdukları banka ilk beş içinde olması bile başlı başına bir kitap konusudur. O yıllarda bile sınırsız bir şekilde destek ve hareket alanına sahiplermiş, ama halka bunu öyle bir yansıtıyorlardı ki çok büyük bir baskıya karşı savaş verip, başarıyorlar. İmkansızlıklarla mücadelede çabası olarak belirtip sürekli yardım yapılması lazım. Ticari her alanda faaliyet lazım ve çeşitli Fetö propagandalarıyla tabanlarına ve halka yayılmak taydı, tabii ki işin aslı öyle değildi. Fetö Terör Örgütü ( Fetöcü)’nün hizmet ettikleri düşmanlarımızın sınırsız destekleri mevcutken bizim halkımızın ve ülkemizin tüm imkanlarının kendilerine verilmesini sağladılar öyle aileler vardı ki çoluk, çocuğunun rızkından kesip Fetö‘cü kurumlara kutsal bir amaca hizmet ediyorlar propagandasına kanıp bağışlarda bulunmuşlardır.

Fetö (Fetullahçı Terör Örgütü)’nün liderinin ve diğer terör örgütü olan PKK’nın liderlerinin değişen konjöktör ve politika gereğince yapılan değiş tokuş işlemini bile profesyonelce yaptıkları örgüt propagandaları ile lehlerine çevirmişlerdir. PKK terör örgütünün liderlerinin özgür olarak kullanım süresi bitti diye teslim edip, diğer baş hainin kullanım süresi hedefleri çok büyük olduğunun ve pür, pak (o dönemde) temiz kılıflara sarılmış olan Fetullah Gülen’in kendi yanlarına almaları tüm Müslüman ülkelerinde (Afganistan, Arnavutluk, Azerbaycan, Bahreyn, Bangladeş, Benin, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bruney Darüsselam, Burkina Faso, Cezayir, Cibuti, Çad, Endonezya, Fas, Fildişi Sahili, Filistin, Gabon, Gambiya, Gine, Gine Bissau, Guyana, Irak, İran, Kamerun, Katar, Kazakistan, Kırgızistan, Komorlar, Kuveyt, Libya, Lübnan ) en önemlisi de ülkemizdeki her kademeye devasa sınırsızca kolu olan bir ahtapotu kontrol altında tutup her anını faaliyet aşamalarını takip edeceği ve olurda hesapta olmayan bir şey olur, proje sekteye uğrar, başına bir şey gelir diye rahat yönetim ve mağdur edebiyatı yapabileceği yere aldılar. Hatta Fetöcü Terör Örgütleri altın çağını sürerken niye gelmiyorlar diye sorgulanmalar olduğunda orayı Müslümanlaştırıyor cevabına şahit olanlar çoktur. Rahmetli Ecevit‘in bir sözü vardır. Öcalan’ı teslim alınca bunu bize niye teslim ettiler, hala anlamadım demiştir. Bunu söyleyen ülkenin başbakanı olduğundan dolayı kurulan oyunda o zamanlarda ne derece piyon olduğumuzu göstermektedir.

Fetö Terör Örgütü (Fetöcüler) Türkiye’de 2002 yılında yaşanan iktidar değişimi ile başlayan süreçte devlet içindeki tasfiyelerle en yoğun şekilde her kademede teşkilatlanmaya başladı. Kurulan kumpaslarla, farklı yöntemlerle tasfiyeler gerçekleştirip, atamalar yaptırıldı. En alt makamlardan en üst makama kadar sıfırdan dizayn edildi. Fetöcüler siyasi ve askeri alanda en ücra taşralardaki devlet kurumlarında hizmet adı altında faaliyetler gerçekleştirildi. Devlet içi faaliyetlerden ziyade iş dünyası (Fetö’cü iş adamı), spor, eğitim medya yani bir ülkenin tüm faaliyet alanlarına sorumlu imamlar atanarak bu imamları kimi resmi görevde kimisi ise bir şekilde kurumlarla ilişkili bireyler olurdu. Sınırsız güç destek olarak ve karşı müdahale olmayarak yapılan muhalefet bile onların yani Fetö‘cülerin ve Fetö’cü iş insanları’nın değirmenine su taşıdı. Ele geçirilen devlet ve devlet dışı alanların en öncelikli olanlarından tek tek ayrı ayrı başlıklar altında analiz etmek gerekmektedir.

Etiketler: FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ (FETÖ)’NÜN TÜRKİYE’YE EMPOZE ETMEYE ÇALIŞTIĞI ILIMLI İSLAM PROJESİ NEDİR?, ABD, Fetullahçı Terör Örgütü, Amerika Birleşik Devletleri, Yeşil Kuşak Doktrini, Fetöcü Terör Örgütü, Dünya, Radikal islam, Kominizm, İslam Ülkeleri, Devlet, Fetöcü cemaat, Türkiye, 15 Temmuz, Darbe, Irak, Kestinazi, Saddam, Şeyh, Ilımlı İslam Projesi, Fetö ve Fetöcü Militanlar, sosyolojik, ekonomik, 4.dünya ülkesi, ehli sünnet, beyin yıkama, hak din, semavi 3 din, batıl inançlar, tarihi, teolojik, savaş, fetö propogandası, pkk, örgüt, propogandası, pkk terör örgütü, fetullah gülen, öcalan, ecevit, fetöcü iş adamı, fetöcü iş insanları, M.E.K

FETÖ (FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ)'NÜN EYLEMLERİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN ELE GEÇİRİP, DİZAYN ETTİĞİ FAALİYET ALANLARI.

FETÖ (FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ)’NÜN EYLEMLERİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN ELE GEÇİRİP, DİZAYN ETTİĞİ FAALİYET ALANLARI.

1- FETÖ’NÜN DEVLET YAPILANMASINDAKİ SİYASİ OLUŞUMU

Fetö yapılanması hakkındaki yazımın başında da belirttiğim gibi teolojik ve ideolojik olarak iktidar ile aynı hedefi şiar edinmiş olduğundan dolayı uluslararası ulus içindeki suç ortaklarının eğilimleri birlikte hareket edilmesi telkinleri iktidara gelin diyalog neticesi ile kurulan ittifakın sınırsız hareket alanı ve korunma elde edilmesi, ilerleyen zamanda da Başbakanlıktan, Cumhurbaşkanlığı’ndan önce Pensilvanya’dan icazet alınmaya başlanması millet vekilliği ya da siyasi kadrolaşmalardaki faaliyet alanlarında devletin siyasi yönetimdeki belli kişiler hariç yani lideri ve bir kaç kişi hariç herkesin biat ettiği döneme getirildi. Fetöcü iş insanlarının dershane olayı patlak verene kadar ki yönetim lider kadrosu daha önce ittifakın bozulduğunun Fetöcü‘lerin gerçek amaçlarının ortaya çıktığının kesinlikle farkındadırlar. Ama Türkiye öyle bir güç kazanmıştı ki ve gelinen noktada ipler tamamen koparılmayıp üst kadrolarda iktidar savaşı olarak kalması gerekmekteydi. Bu gücü kim yönetecek, iplerin tamamen kopması demek ülkenin Fetö‘cüler nazarında çöküş demekti. Örneğin iki öz kardeşin devletin en üst kadrolarında görevliyken biri iktidarı, diğeri Fetö’cü hain örgütü desteklemekteydi. O dönemde Fetö’cüler ile topyekün savaşın başlatılmasının neticesinin nelere sebep olacağı, bu örnekle net bir şekilde ortaya konulmaktadır. Nitekim Fetö Terör Örgütü ile alakalı 15 Temmuz’a kadar top yekün temizlik yapılmadı. Çünkü her yerde akıl almaz şekilde kriptolarından, mahremlerine ve Fetöcü iş adamları kadar vardılar. Örneğin C.başkanı‘nın yaveri silahla yanına girebilen kişi Fetö Terör Örgütü’ne mensuptu. Karlov suikasti bizlere çok şey anlatır. Mankutlaştırılmış özel yetiştirilmiş, devlet başına yaver yapılan, emir geldiği zaman o silahı devlete de doğrulturdu, neticede alırdı. Ama ALLAH işte tuzak kuranların en hayırlısıdır, onların da tuzaklarını başlarına çaldı.. Netice itibari ile Fetö Terör Örgütü’nün Siyasal alandaki faaliyetleri ile ülkedeki tüm gündemi ve sistemi yıllarca yönettiler. Devlet‘teki her faaliyet alanlarında birbirleriyle sıkı sıkıya bağlı, ayrılmaz ilişki içinde amaçlarını gerçekleştirdiler. Fetöcü iş adamları bunu da yapabilmelerinin en önemlisi siyaseti ele geçirmekti. Neticede alıp yıllarca yönettiler. Hem de bunlara ideolojik olarak düşman olan siyasi kişiler bile bilmeden hain Fetö Terör Örgütü’nün amaçlarına hizmet edici politikalar üretip muhalefet edip siyaset yaptılar. Toplumca bilinen en belirgin birkaç örneğine değinmek gerekirse… MİT tırları, MİT başkanının ifadeye çağrılması, açılım sürecinin sabote edilmesi, Ergenekon, balyoz davalarındaki süreçte yaşananlar, Hrant Dink Suikasti, Danıştay saldırısı, Rus uçağının düşürülmesi, Uludere faciası… Bu yaşanan olaylardaki yapılan muhalefet bu hainler sözde ve Özde düşman olanların yaptıklarına bugün arşivleri açıp bakın nasıl onların amaçları doğrultusunda planlarının gerçekleştirilmesi için zemin hazırlamıştır. Bu da aleni bir şekilde görülecektir, böyle olunca Fetöcü hainlere de hamleler yapıp Siyaseti dizayn edip, politikaları yönetmek kalmıştır. Sonuç olarak devlet büyüklerimiz farkına varana kadar. Teolojik, ideolojik yapı olarak da siyasi olarak da düşmanları da dahil o adamların emellerine gerçekleştirmelerine zemin hazırlayıp, fırsat alanları sundular. Devletlerde Siyaseti yöneten ülkedeki her şeyi herkesi yönetir. Siyasetin anlamı ve tarihine baktığımızda insanları yönetme sanatı olduğunu görmekteyiz. Düşmanlarımız da bu sanatı çok iyi icra ediyorlar. İçimizden devşirdikleri uşaklar bile bu sanatı uygulamayı öğretiyorlar.

Etiketler:FETÖ (FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ)’NÜN EYLEMLERİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN ELE GEÇİRİP, DİZAYN ETTİĞİ FAALİYET ALANLARI, Fetö yapılanması, teolojik, ideolojik, iktidar, başbakanlık, c. başkanlığı, pelsilvanya, milletvekilliği, devletin siyasi yönetimi, fetöcü iş insanı, fetöcüler, 15 temmuz, karlov suikastı, ALLAH, fetö örgütü, fetöcü iş adamları, mit tırları, mit başkanı, ergenekon, balyoz, hrant dink suikastı, danıştay saldırısı, rus uçağı düşürüldü, uludere faciası, fetöcü hainler, insanları yönetme sanatı, FETÖ’NÜN DEVLET YAPILANMASINDAKİ SİYASİ OLUŞUMU

FETÖ (Fetö Terör Örgütü) YAPILANMASINDA ORDU VE EMNİYET TEŞKİLATI

FETÖ (Fetö Terör Örgütü) YAPILANMASINDA ORDU VE EMNİYET TEŞKİLATI

Fetö Terör Örgütü’nün en basit tabiriyle devlet içerisindeki silahlı kanadını oluşturmaktadır. Malesef ki içeriği bu kadar basit değil, terör örgütleri tarihinde örgütlerin silahlı kanatları dağ da, şehirdeki gettolarda, finans kuruluşlarında Fetöcü iş adamı kılığında, yabancı ülkelerde çeşitli örgüt kalıplarındadır. Fetö Terör Örgütü’nde ise devletin bizzat içindeydi. Bunun nasıl bir şey olduğunu 15 Temmuz bize acı bir şekilde yaşayarak anladık. Bu acıyı ve ülkenin ipten dönüşünü bize yaşatanların bu kurumlarda nasıl örgütlendiğini çok iyi bakıp anlamak lazım. Yıllarca şanlı ordumuzun %80’i halkın %80’inden dini, ideolojik, güven veren, benim ordum, mehmetçiğim dedirtip dört elle sarılacağı yapıda olmayıp halkın ordusu politikaları üretmeyip halktan kopuk yönetilmesi Fetö Terör Örgütü’nün çok silahlı kanadının oluşmasını sağladı. Şöyle ki peygamber ocağı dediğimiz, ALLAH ALLAH nidaları ile Savaşan atalarımızdan bu yana İslam Sancağının Sancaktar olan ordumuz da yemekten sonra ALLAH’ımıza hamdolsun bile denilmemekteydi. Aylarca yıllarca ister zorunlu ister kadrolu askerlik olsun yemekten sonra Allah’ımıza hamdolsun diyenlerin üstlerinin onlara neler yaptığı çok iyi bilinmektedir. Zorunlu askerlikte 18 ay veya dönemlerde süre farklı olsa da ordu’ya katılan Mehmetçik‘e neler yapıldığını o dönemleri yaşayan herkes biliyor. Teskere alınıp sivile döndü mü bunun etkileride çok iyi biliyor. Namaz bile kıldırılmayan bir ordumuz vardı. Kadrolu olarak katılıp, halktan gelenler de aynı şiddette baskı görüyordu. Yıllarca Ordu’nun ülke yönetimindeki etkisi yaptıkları darbe zamanları olsun normal seçimle başa gelen halkın istediği siyasetler olsun uzun yıllarca yaptıklarından dolayı ailelerde yetişen asker olmak isteyen yeni nesillerde de fetönün bürünmüş olduğu kılıftan dolayı katılımlar da örgüte (Fetö) yoğunlaştı. Ordu’nun müslümanlaştırılması ateistlerden halkına zulmedenlerden tavizleri olarak lanse edilen Fetönün (Fetö Terör Örgütü) ordu içindeki silahlı kanadını oluşturma amacı başarıya ulaştırıldı. Ordu’nun her kademesine nüfus edip mankutlaştırıldıkları militanlar girmiş oldu. Mankutlaştırılmamış olanlar ise yukarıda belirtmiş olduğum nedenlerden dolayı kutsal bir amaca hizmet ediyorlar kılıfıyla destek oldular. Ve halkın politize olmamış ideolojik olarak aşırılaşmamış kesimi olan %60’lık halk kesiminin bir kısmından destek bir kısmından sempati alındı. Ufak bir kısmı ise kötünün iyisi denilerek sadece izlendi. Fetö Terör Örgütü’nede her istediğini yapma fırsatı doğdu. Böylece siyaset, ordu, emniyet, yargı, iş adamları (Fetöcü) birleşmesi ile var olan eski rejim zihniyetine sahip ve eski zulümlere imza atan kadrolar temizliği gerçekleşti. Ve bir kısmı da cezalandırdılar. Operasyonlarına başlanınca bunlara karşı olan ve amaçlarını gerçekleştirmek istedikleri makam mevkide olanları da bu operasyonlara katarak Türkiye’de (Adana, Adıyaman, Afyonkarahisar, Ağrı, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Balıkesir, Bartın, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Hatay, Iğdır, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kırıkkale, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Şırnak,Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Uşak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak) %10’luk kesim hariç hiçbir tepki de almıyorlardı. Çok ufak eleştiriler olsa da, etkili değildi. Halkın bezmiş olduğu yıllarca gitmelerini istedikleri kişilerin rejim yanlılarını temizliyorlardı gerçi işin aslı eski zulmü yapanlar da fetöyü yönetenler de aynı kişiler. Tavşana kaç, Tazıya tut diyen asli düşmanlarımız. Bu kişiler bunları bildikleri halde en büyük hizmetkarınız biziz demekten vazgeçmiyorlar. Güç hırsı böyle bir şey büyük şeytanın hizmetkarı olup, aynı yatağı paylaşanlar finalde kaybedeceklerini bildikleri halde kendilerini büyük şeytanın hizmetine sunan FETÖ ve üst düzey Fetöcüler sırf güç desteği için en aşağılık şeyleri dahi yapıyorlardı. Ordu içindeki subayların Fetöcü olduklarının anlaşılmaması için yaptırdıkları takiye olarak adlandırılan aslında İslam’ın kalbine soktukları bir hançerdi. Yapılan bu aşağılık taktikler, tüm toplumca da bilinmektedir. İçimin yandığı en üzüldüğüm konuda bu aşağılık eylemlerini ülkenin en parlak masum temiz genç beyinliler ve güzel Anadolu’nun şerefli haysiyetli ailelerinin duygularını sömürerek yapmalarıdır. Hala da az da olsa devam etmektedirler. Neticede kanayan yara olan geçmiş rejimin oligarşik bir yapı tarafından yönetilmesinin halkımızda açtığı yarayı iyileştireceğiz diyerek aslında oligaşik yapının kullanımı dolduğunda bunların hizmet ettiği aynı odağa hizmet amaçlı faaliyet gösteren, bu hain örgütün ordumuzun içinde silahlı kanat olarak, her kademesinde hatta devlet başkanı yaverine kadar mevkileri sızmasıyla ordumuzun ele geçirilme projesi başarılmaya çalışılmıştır. Önemli oranda Fetö Terör Örgütü’nün iç işlerindeki emellerini gerçekleştirmek herkese her yere sınırsız operasyon yapabilecekleri emniyet teşkilatının ele geçirilmesi eski rejimde olan işkence olmayacak rüşvet dönmeyecek suçsuz insanlara suç yıkılmayacak ve diğer iç işlerinde emniyette dönen yozlaşmış düzen düzeltilecek ve düzeltiliyor propagandası ile emniyet teşkilatının ele geçirilerek ülke gündemine oturan tüm operasyonları gerçekleştirdiler. Bunların başına yansıyan gündeme gelen herkesçe bilinmektedir. Ya afişe olmamış, bilinmeyenleri ise daha can alıcıdır. Bu ülkede dokunulmaz olanlara operasyon yapılamayacakları cezaevlerine (Ankara 1 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara 2 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara Çocuk ve Gençlik (Genç erkek), Ankara Kadın Kapalı (Kız çocuk), Antalya E Tipi ceza infaz kurumu, Antalya L Tipi ceza infaz kurumu, Ardahan Kapalı ceza infaz kurumu, Artvin Kapalı ceza infaz kurumu, Aydın Kapalı ceza infaz kurumu, Bafra Kapalı ceza infaz kurumu, Bakırköy Kadın Kapalı  (Kız çocuk), Balıkesir Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (E) Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (H) Kapalı ceza infaz kurumu, Ceyhan Kapalı ceza infaz kurumu, Çanakkale Kapalı ceza infaz kurumu, Çankırı Kapalı, ceza infaz kurumu,  Hatay Kapalı ceza infaz kurumu, Hınıs Kapalı ceza infaz kurumu, Iğdır Kapalı ceza infaz kurumu, Isparta Kapalı ceza infaz kurumu, İnebolu Kapalı ceza infaz kurumu, İskenderun Kapalı ceza infaz kurumu, Kahramanmaraş Kapalı ceza infaz kurumu, Karabük Kapalı ceza infaz kurumu, Karaman Kapalı ceza infaz kurumu, Karataş Kadın Kapalı  (Kız çocuk) ceza infaz kurumu, Kars Kapalı ceza infaz kurumu, Kartal Kapalı ceza infaz kurumu, Kastamonu Kapalı ceza infaz kurumu, Kayseri Kapalı ceza infaz kurumu, Maltepe 2 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Maltepe 3 No lu L tipi ceza infaz kurumu, Manisa Kapalı ceza infaz kurumu, Mardin Kapalı ceza infaz kurumu, Mersin Kapalı ceza infaz kurumu, Metris 1 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Metris 2 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Midyat Kapalı ceza infaz kurumu, Muğla Kapalı ceza infaz kurumu, Muş Kapalı ceza infaz kurumu, Nazilli Kapalı ceza infaz kurumu, Nevşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Niğde Kapalı ceza infaz kurumu, Oltu Kapalı ceza infaz kurumu, Ordu Kapalı ceza infaz kurumu, Osmaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Ödemiş Kapalı ceza infaz kurumu, Paşakapısı Kapalı  (Memur) ceza infaz kurumu,  Şebinkarahisar Kapalı ceza infaz kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Boyabat Kapalı ceza infaz kurumu, Burhaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Çarşamba Kapalı ceza infaz kurumu, Develi Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Tunceli Kapalı ceza infaz kurumu, Yalvaç Kapalı ceza infaz kurum.) arttılar. Devleti yönetenlerin bile bazen müdahale edemediği operasyonlar tutuklamalar gerçekleştirildi. Genelkurmay başkanının tutuklanması, başbakanlığın dinlenmesi, Mite operasyon çekilmesi, ve sayısızca operasyon yapanlar normal halka fetöcülerin ele geçirmek istedikleri alanlarda faaliyet gösteren iş insanı olsun, memur olsun, legal, illegal olanlar da olsun. Neler yapmadılar ki, Karlov suikasti bizlere çok şeyler anlatır. 15 Temmuz hain darbe gecesi sonrası olması özellikle hala tek emirle devletin silahlı güçlerinin içinde kendisini ölüm fedaisi yapacak millitanrılarının olduğu göstergesinin ispatıdır ki Hükümetin 15 Temmuz gecesi emniyet teşkilatının içindeki Fetöcüler’in %70’inin temizlenmiş olmasına rağmen ki öyle olmamış olsaydı, 15 Temmuz gecesi yaşananların seyri çok farklı gelişirdi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün önündeki hainlerin tankının içinden çıkan eski polis mensubunun olması bunu bize net bir şekilde göstermektedir. Bunlar gibileri emniyetten temizlenmeseydi müdürler, amirler olarak görevde olsalardı o zaman kayıplarım da devletin aldığı hasar da çok çok daha ağır olurdu. 15 Temmuz sonrasındaki top yekün temizlikten sonra bile adamlar rus büyükelçisini polis görevlisine öldürttüler. Bu suikastın şifrelerinin mesajını amacını net bir şekilde ortalama zekaya sahip herkes anlamaktadır. Emniyet teşkilatı ile ilgili başlığımızdan sonra devletten çok halkın her kesiminin canının yandiği yargı organına geçerken Fetöcü polislerin siyasi ve devlet kurumları ile ilgisi olmayan normal halktan yüzlerce kişinin üzerlerine ne suçlar yakılıp mahkumiyetler verilip, hayatlar tarumar edilip, cezaevlerinde (Ankara 1 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara 2 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara Çocuk ve Gençlik (Genç erkek), Ankara Kadın Kapalı (Kız çocuk), Antalya E Tipi ceza infaz kurumu, Antalya L Tipi ceza infaz kurumu, Ardahan Kapalı ceza infaz kurumu, Artvin Kapalı ceza infaz kurumu, Aydın Kapalı ceza infaz kurumu, Bafra Kapalı ceza infaz kurumu, Bakırköy Kadın Kapalı  (Kız çocuk), Balıkesir Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (E) Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (H) Kapalı ceza infaz kurumu, Ceyhan Kapalı ceza infaz kurumu, Çanakkale Kapalı ceza infaz kurumu, Çankırı Kapalı, ceza infaz kurumu,  Hatay Kapalı ceza infaz kurumu, Hınıs Kapalı ceza infaz kurumu, Iğdır Kapalı ceza infaz kurumu, Isparta Kapalı ceza infaz kurumu, İnebolu Kapalı ceza infaz kurumu, İskenderun Kapalı ceza infaz kurumu, Kahramanmaraş Kapalı ceza infaz kurumu, Karabük Kapalı ceza infaz kurumu, Karaman Kapalı ceza infaz kurumu, Karataş Kadın Kapalı  (Kız çocuk) ceza infaz kurumu, Kars Kapalı ceza infaz kurumu, Kartal Kapalı ceza infaz kurumu, Kastamonu Kapalı ceza infaz kurumu, Kayseri Kapalı ceza infaz kurumu, Maltepe 2 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Maltepe 3 No lu L tipi ceza infaz kurumu, Manisa Kapalı ceza infaz kurumu, Mardin Kapalı ceza infaz kurumu, Mersin Kapalı ceza infaz kurumu, Metris 1 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Metris 2 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Midyat Kapalı ceza infaz kurumu, Muğla Kapalı ceza infaz kurumu, Muş Kapalı ceza infaz kurumu, Nazilli Kapalı ceza infaz kurumu, Nevşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Niğde Kapalı ceza infaz kurumu, Oltu Kapalı ceza infaz kurumu, Ordu Kapalı ceza infaz kurumu, Osmaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Ödemiş Kapalı ceza infaz kurumu, Paşakapısı Kapalı  (Memur) ceza infaz kurumu,  Şebinkarahisar Kapalı ceza infaz kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Boyabat Kapalı ceza infaz kurumu, Burhaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Çarşamba Kapalı ceza infaz kurumu, Develi Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Tunceli Kapalı ceza infaz kurumu, Yalvaç Kapalı ceza infaz kurum.) insanlar çürütülmekteydi.

Etiketler: 2-FETÖ (Fetö Terör Örgütü) YAPILANMASINDA ORDU VE EMNİYET TEŞKİLATI, Fetö Terör Örgütü, Devlet, Terör Örgütleri Tarihi, fetöcü iş adamları, fetöcü iş insanları, 15 temmuz, şanlı ordu, peygamber ocağı, ALLAH, Zorunlu askerlik, Fetö, ideoloji, emniyet, yargı, Türkiye, Şeytanın hizmetkarı, fetöcü üst düzeyler, oligarşik, devlet başkanı, ülke, karlov suikasti, mit operasyonları, 15 temmuz gecesi, emniyet teşkilatı, Fikir Klübü

TERÖR ÖRGÜTÜ'NÜN TÜRKİYE YARGI SİSTEMİNDEKİ HAİN FAALİYETLERİ

TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN TÜRKİYE YARGI SİSTEMİNDEKİ HAİN FAALİYETLERİ

Adalet herkese bir gün lazım olacak kurumdur. Bu organ toplumun kanayan en çok acıtan yarasıdır. Eski rejimdeki sistem olsun fetöcülerin dönemindeki haksızlıkları yaşayanlar bu acıları bilir. Bir devlette halkın canını en çok acıtan yerin yargı olmasının nedeni ister suçlu olsun ister suçsuz olsun, herkes o kapıya adaletin sağlanacağı umudu ile ve bu yöndeki tarifsiz hislerle gider. Netice itibari ile oradaysa bekledikleri adaleti bulamayınca ve orada güçlülerin lehine hükmedildiğini görünce umutları ve inancı yıkıma uğrar acısı da her şeyden çok ağırdır. Şöyle ki: Yargıya gitmeden öncesindeki hareket işitse ve bu tarzda tüm olumsuz şeyleri yaşamış dahi olsa hiçbir şeyin etkisi tam hissedilmez. Çünkü adaletin sağlanacağa yere gitmeyi bekliyordur. Orada yıkılınca o devletin ve halkın haline Fetöcüler’in yargısı da işte böyle çok büyük acılara imza attılar. Verdikleri kararlarla suçsuz kişileri hayatlarını geleceklerini çaldılar. Ailelerin perişan olmasına sebep oldular. Suçlu olanlarınsa hak ettiklerini kat ve kat fazla cezalar vererek zalimce kararlarla hayatlarını bitirdiler. Gerçekten de suçlu olup ta kendilerinden olanlara veya kullandıkları kişiler olsun yakınları olsun Fetö Terör Örgütü’nden icazet almış olanlara ise çok büyük suçları bile yanlarına kar kaldı. Bunu da bu haksızlıkları adaletsizlikleri yaşayanlar iyi bildikleri için. Daha çok acı verdi. İronik olacak bir örnek var. Ülkemize mal olmuş bir film senaryosu var. Pardon filmi isminde, suçsuz yere yıllarca hapis yatıp pardon demişti, bu filmde asıl can alıcı nokta sistemin nasıl olduğudur. Adeta yıllarca bu filmin biraz daha değiştirilmiş halini yaşadık ülkece. Ve tüm medyada da izledik. Pardon filminde eski rejimdekiler tarafından yönetenlere atıf yapılarak işkence, cezaevi (Ankara 1 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara 2 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara Çocuk ve Gençlik (Genç erkek), Ankara Kadın Kapalı (Kız çocuk), Antalya E Tipi ceza infaz kurumu, Antalya L Tipi ceza infaz kurumu, Ardahan Kapalı ceza infaz kurumu, Artvin Kapalı ceza infaz kurumu, Aydın Kapalı ceza infaz kurumu, Bafra Kapalı ceza infaz kurumu, Bakırköy Kadın Kapalı  (Kız çocuk), Balıkesir Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (E) Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (H) Kapalı ceza infaz kurumu, Ceyhan Kapalı ceza infaz kurumu, Çanakkale Kapalı ceza infaz kurumu, Çankırı Kapalı, ceza infaz kurumu,  Hatay Kapalı ceza infaz kurumu, Hınıs Kapalı ceza infaz kurumu, Iğdır Kapalı ceza infaz kurumu, Isparta Kapalı ceza infaz kurumu, İnebolu Kapalı ceza infaz kurumu, İskenderun Kapalı ceza infaz kurumu, Kahramanmaraş Kapalı ceza infaz kurumu, Karabük Kapalı ceza infaz kurumu, Karaman Kapalı ceza infaz kurumu, Karataş Kadın Kapalı  (Kız çocuk) ceza infaz kurumu, Kars Kapalı ceza infaz kurumu, Kartal Kapalı ceza infaz kurumu, Kastamonu Kapalı ceza infaz kurumu, Kayseri Kapalı ceza infaz kurumu, Maltepe 2 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Maltepe 3 No lu L tipi ceza infaz kurumu, Manisa Kapalı ceza infaz kurumu, Mardin Kapalı ceza infaz kurumu, Mersin Kapalı ceza infaz kurumu, Metris 1 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Metris 2 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Midyat Kapalı ceza infaz kurumu, Muğla Kapalı ceza infaz kurumu, Muş Kapalı ceza infaz kurumu, Nazilli Kapalı ceza infaz kurumu, Nevşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Niğde Kapalı ceza infaz kurumu, Oltu Kapalı ceza infaz kurumu, Ordu Kapalı ceza infaz kurumu, Osmaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Ödemiş Kapalı ceza infaz kurumu, Paşakapısı Kapalı  (Memur) ceza infaz kurumu,  Şebinkarahisar Kapalı ceza infaz kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Boyabat Kapalı ceza infaz kurumu, Burhaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Çarşamba Kapalı ceza infaz kurumu, Develi Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Tunceli Kapalı ceza infaz kurumu, Yalvaç Kapalı ceza infaz kurum.) yönetimleri, ve adaletsizlikler anlatılmaya çalışılmıştır. Bunlarda ise çok az kişilere yapılanlar hariç işkence yoktu. Cezaevi şartları belki yaşamsal olarak biraz daha iyileştirilmişti. Ama daha beteri vardı “Kalem” bu dünyadaki en büyük silah, bu silahın da kendi emelleri doğrultusunda Fetöcüler çok güzel kullandılar. İstedikleri gibi suçlar üretip, deliller yapıp, bir A4 kağıdı bir adet kalemle hayatlar bitirildi. Topluma mal olmuş büyük davalar herkesçe bilinmektedir. Özel yetkililer, süper savcılar, yıllarca sadece kurguyla tutuklu yatırılıp hayatını bitirip o da tiplerin de yoğun baskıda kafayı yedirtip insanları mağdur ettiler. Bunlardan birisi de merhum dava adamı ehlisünnet‘in Cumhuriyet sonrası, ilk ve son çileli sesi kumandan Salih MİRZABEYOĞLU‘dur. F tiplerinde yaklaşık 17-18 yıl tek kişilik hücrelerde yıpratılmaya ya ve kutsal Büyük Doğu hareketini engellemeye çalıştılar. Ağırlaştırılmış müebbetlerle, binlerce yıllarla insanlar sindirilerek kapatılan dosyalar infaz edildi. Hala binlerce suçsuz yere yatanlar daha da cezaevlerinde yatmaktalar. Fetöcülerin yargı ayağı topluma mal olmuş güçlü kişilere binlerce sayfalık iddianamelerle hükümlerle veya üç kişinin bile bir araya getirilip Çete yapılmasına kendilerine karşı olan herkesin finalinin ya terör örgütü ya da Çete kapsamında zindanları boylamalarına az çok herkesçe bilinmektedir. Sadece yaşayan kişiler ve ailelerinin bilebilecekleri topluma mal olmamış gölgede kalan yapılanları belirtmek istiyorum.

Fetö (Fetö Terör Örgütü)’nün polis, jandarma, yargı üçgeninde normal halktan kişilere yaptıkları bu kişiler ister görevli ister suç dünyası’nda faaliyet göstermiş kişiler olsun Fetöcü Polislerin çok şahıs yakalayıp işlem yapmak rütbe ve ödül almak ve siyasetin devletin içinde üst düzey toplantılarda yakalamak verilerini göstererek toplumu suçtan koruyoruz huzurlu toplum tarzında söylemlerle her devlet yöneten yöneticilerin olmasını istediği söylemlerle düzenlerini sürdürdüler. Bu düzende de yapılanlardan birkaç örnek vermek istiyorum. Resmi polis arabası ile gezen üç Fetöcü Polislerin ister daha önceden suçlu olsun, olmasın emniyet teşkilatındaki tabirle kaplama yapmaları özellikle varoş suç yoğunluğunun çok olduğu bölgelerde, yolda gidiyorsunuz sizi “asayiş uygulaması“ için durdurdular. Üst araması GBT sorgu derken suç atıyorlar. Siz istediğiniz kadar feryat edin bu da memura mukavemetten bir dosya daha olmuş oluyor. Çok sinirlendirirseniz ilk önce rüşvet teklif etti bırakmamız için, kabul etmeyince karşı geldi diyerek toplamda üç dosyanız olmuş oluyor. Karakola götürüyorsunuz, bir A4 kâğıt bir adet tükenmez kalemle her şey bitiyor. Karakoldaki amirin de Fetöcü olup olmaması fark etmiyor. Potansiyel suçlusunuz. Sizi gözaltına alanlar tutanağı tutup karakol teslimini yapıp tekrar görevine gidecekler. Sözde hakkımızı koruyorlar. Tutanaklarda yazılanlara gelirsek gözaltına alındığı saat, tarih, yer, adreste asayiş uygulaması yaptığımız sırada daha önce o bölgede suç işlendiği ihbarlarındaki tariflerdeki şahıslara benzediğimizden dolayı şu isim-soy isim şahsı durdurmamız neticesinde yapılan aramada saklamaya çalıştığı ama yakaladığınız hangi suç eşyası ise belirtilerek ve parada katılması gerekiyorsa yine üzerinde bulunan suçtan elde edildiği düşünülen denilerek falanca miktardaki paraya el konulmuştur. Bu parayı da bize rüşvet olarak teklif etmiştir. Kabul etmememiz neticesinde de mukavemete başladığı sözlü orantılı güç kullanılmak zorunda kalındığı derdest edildiğiniz yazılıyor. Orantılı güçte ilk alındığınız yerdeki üzerinize suç yıkıldığını anladığınız da verdiğiniz tepkiden dolayı yediğiniz dayağın hastane raporlarında belirli olacağından dolayı yasal bir kılıftır. Netice itibari ile biraz daha yaşanılanları süsleyip bir adet A4 kağıdında hayatınızdan çok uzun yıllar çalınıp, tüm düzeniniz yıkılıyor, böylelikle de sizi karakola teslim edip, gidiyorlar sonrası karakol prosedürü başlıyor. Avukatlar, ifade yani olayın haticesi ertesi gün savcıya çıkartılıyorsunuz, ne anlatırsanız boş işler Fetöcü olsun ister Fetöcü olmasın istisnalar hariç potansiyel suçlusunuz. Ülkemizin adaletli, şerefli savcısıyla garibim tutuklamaya sevk etse adaletine sığmaz, etmese her gün böyle yüzlercesi geliyor. Hangi birini bırakacak, açığa alıp makamından ederler. Tutuklamaya sevk ettiği kişiler ise Sulh ceza Mahkemesi içinde yukarıda söylediklerim aynen geçerlidir. İstisnalar hariç böyle dosyalarda geceyi cezaevi karantinasında sonlandırıyorsunuz. Yani sonun başlangıcı evresine geçiyorsunuz. Ölümden önceki son durak. Genel yargılama aşamasıysa avukat tutmak, delil sunmak sadece prosedür gereği, çok güçlü kuvvetli yerlerde kimseniz yoksa geçmiş olsun. Bu tür dosyaların %80’i o dönemlerde mahkumiyetle sonuçlanmıştır. Şöyle ki yargılayan Fetö Terör Örgütü mensubu, Yargıtay’da cezayı onaylayan Fetöcü cezayı yatsan da halkın gariban avam tabakası, açıklanan hüküm ise çok uzun yıllar mahkumiyet. Bu sistemin başka işleyiş yönleri de var ama genel olarak budur. Müştekili suçlarda biraz daha değişik oluyor. Önceden bu tarzda suçlardan sabıka varsa önceki tarihlerde yapılan faili meçhullerin müştekileri çağırılıyor. Yönlendirme ile teşhis ettiriliyor. Kaleme almış olduğum yaşanan olayların ispati ise yıllardır Türkiye’de (Adana, Adıyaman, Afyonkarahisar, Ağrı, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Balıkesir, Bartın, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Hatay, Iğdır, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kırıkkale, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Şırnak,Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Uşak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak) yaptıkları ve yaşananlardır. İkincisi ise bir gecede beş bin hakim, savcının ihraç edilmesi ve sonradan alınan kriptolar, açığa alınan asker ve polislerdir. Bir de darbeden sonra Türkiye (Ankara 1 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara 2 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara Çocuk ve Gençlik (Genç erkek), Ankara Kadın Kapalı (Kız çocuk), Antalya E Tipi ceza infaz kurumu, Antalya L Tipi ceza infaz kurumu, Ardahan Kapalı ceza infaz kurumu, Artvin Kapalı ceza infaz kurumu, Aydın Kapalı ceza infaz kurumu, Bafra Kapalı ceza infaz kurumu, Bakırköy Kadın Kapalı  (Kız çocuk), Balıkesir Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (E) Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (H) Kapalı ceza infaz kurumu, Ceyhan Kapalı ceza infaz kurumu, Çanakkale Kapalı ceza infaz kurumu, Çankırı Kapalı, ceza infaz kurumu,  Hatay Kapalı ceza infaz kurumu, Hınıs Kapalı ceza infaz kurumu, Iğdır Kapalı ceza infaz kurumu, Isparta Kapalı ceza infaz kurumu, İnebolu Kapalı ceza infaz kurumu, İskenderun Kapalı ceza infaz kurumu, Kahramanmaraş Kapalı ceza infaz kurumu, Karabük Kapalı ceza infaz kurumu, Karaman Kapalı ceza infaz kurumu, Karataş Kadın Kapalı  (Kız çocuk) ceza infaz kurumu, Kars Kapalı ceza infaz kurumu, Kartal Kapalı ceza infaz kurumu, Kastamonu Kapalı ceza infaz kurumu, Kayseri Kapalı ceza infaz kurumu, Maltepe 2 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Maltepe 3 No lu L tipi ceza infaz kurumu, Manisa Kapalı ceza infaz kurumu, Mardin Kapalı ceza infaz kurumu, Mersin Kapalı ceza infaz kurumu, Metris 1 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Metris 2 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Midyat Kapalı ceza infaz kurumu, Muğla Kapalı ceza infaz kurumu, Muş Kapalı ceza infaz kurumu, Nazilli Kapalı ceza infaz kurumu, Nevşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Niğde Kapalı ceza infaz kurumu, Oltu Kapalı ceza infaz kurumu, Ordu Kapalı ceza infaz kurumu, Osmaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Ödemiş Kapalı ceza infaz kurumu, Paşakapısı Kapalı  (Memur) ceza infaz kurumu,  Şebinkarahisar Kapalı ceza infaz kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Boyabat Kapalı ceza infaz kurumu, Burhaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Çarşamba Kapalı ceza infaz kurumu, Develi Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Tunceli Kapalı ceza infaz kurumu, Yalvaç Kapalı ceza infaz kurum.) yaşanan içler acısı durum vardır. Yakalanma ve mahkumiyet aşamasına kadar ki kişilerin hepsi Fetö Terör Örgütü Mensubu olmasına rağmen bu kişilerle beraber mahkum edilen kişiler aynı cezaevlerinde yatmaktadırlar. Fetö Terör Örgütü’nün bu yaptıkları hukuk ve konularla ilgili akademik bir makale yazmak gerekir ki yeniden yargılanma olsun, hukuki tüm konular anlaşılsın.

Fetö Terör Örgütü’nü başımıza bela edenlerin ülkesinde ise bir polis şefinin soruşturma ile ilgili sahte delil ürettiği anlaşılınca 30 yıllık görevinde tüm müdahil olduğu dosyalar yeniden incelemeye alınıp yeni yargılama yapılmaktadır. Bizde ise ayyuka çıkmış adaletsizlikler, yargı sistemi çöker, veya başka parametrelerden dolayı göz ardı ediliyor. Netice itibari ile Fetö Terör Örgütü’nün yargı yapılanmasının ülkemize yaptıklarının bir kısmını kaleme almaya çalıştım. Ülkemizin adalet sisteminin ne derece yara aldığının siz değerli Fikir Klübü okuyucularının takdirlerine sunarım.

Etiketler: TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN TÜRKİYE YARGI SİSTEMİNDEKİ HAİN FAALİYETLERİ, adalet, yargı, suçlu, fetöcüler, pardon filmi, hapis, ceza infaz kurumları, cezaevi şartları, özel yetkili süper savcılar, dava adamı, kumandan salih mirzabeyoğlu, büyük doğu hareketi, çete, terör örgütü, infaz, polis, jandarma, suç dünyası, asayiş uygulaması, gbt, sulh ceza mahkemesi, fetö terör örgütü mensubu, yargı sistemi, fikir klübü

FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ'NÜN MEDYA YAPILANMASININ TÜRKİYE TOPLUMUNU, DİZAYN ETMEK İÇİN YAPTIKLARI PROPAGANDALARIFETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN MEDYA YAPILANMASININ TÜRKİYE TOPLUMUNU, DİZAYN ETMEK İÇİN YAPTIKLARI PROPAGANDALARI

Fetö Terör Örgütü (P.Y.D)’nün medya yapılanması herkesçe bilinen Samanyolu TV ve Zaman gazetesi ile başlarsak, siyaset, askeriye, emniyet, yargı yapılanmalarını yapmış olduğu tüm faaliyetleri toplama yaptıkları yayınlarla haklı doğru gösterip, çeşitli propaganda teknikleri ile desteklenmesini ses çıkarılmamasını sağladılar. Bu ülkede kitleleri normal halkın özellikle bizim gibi ülkelerde politize olmamış %70 halk kesimini beyinlerini düşüncelerini yönlendirip etkileyebileceğin alan medyadır. Fetöcüler bunu da yaptılar. Örneğin zaman gazetesi Fetöcü olanlar veya sırf ona yardım etmek isteyenler abone oluyorlardı. Ama adamlar ücretsiz olarak adreslere bırakıyorlardı. Metropol’de Anadolu’da 81 ilimizde (Adana, Adıyaman, Afyonkarahisar, Ağrı, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Balıkesir, Bartın, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Hatay, Iğdır, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kırıkkale, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Şırnak,Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Uşak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak ) bunu yaptılar. Hafta sonu hariç normal halk kesiminden olan kaç kişinin evine gazete alınıyor. Ki düşünün siyasi gündemi takip ediyor. Veya politika ve devlet yönetimini iktidar güç savaşı’nın oyunlarının bilincinde. Hal böyle olunca da her gün kapınıza kadar gelmiş olan içinde ülkenizin örf, adet ve ahlakına aykırı olmayan gazeteyi evinize alıp okursunuz. Ev ahalisinden gazeteyi gören herkes bir göz gezdirir. Yapılan yayınlardan da etkilenir. En düşük seviyede olsa bile. Bir de başka kanallardan yönlendirici doğru haber iletimi alınmıyorsa o propagandaya inanıp beynine işler. Bir de diğer yapılanmalar da bahsettiğim üzere eski rejime savaş açmış çürümüş devlet yapılanması ile savaş veren olarak kendilerini lanse ettiler. Zamanla o yayınlarda yapılan diğer örgüt propagandalarına da kanarsınız. Tabi günümüzde teknolojik gelişmeler sosyal medya ve diğer platformlar gelişimi çok az diye bilgiye erişim kısıtlıydı. Bir de ana akımı medya içinde de olan TV kanallarındaki yayınlar ( haber, dizi, belgesel, tartışma programları) olsun herkes o dönemde bu kanalı açıp izlemişizdir. İlgimizi çeken bir yayınsa izlemişizdir. İster bağımsız TV olsun, ister siyasi amaçlı bir yayın yapan TV kanalı olsun hiçbir program istisnalar hariç sadece reyting ve reklam geliri için yapılmaz, hepsi özellikle çalışılmış izleyici yönlendirme, beyne gönderme düşünceleri etkileme amaçlıdır. O program izleyen herkesin neyi düşünmesi hedefleniyorsa o yönde yayın yaparak, istedikleri konuyu kitlelere düşündürüyorlar, nasıl düşüneceği ise kişinin kendisini ilgilendirir. Türkiye’deki TV kanallarında yapılan yayınlardan sadece birisinden örnek verirsek konu anlaşılır. Meşhur Hollywood filmlerinden adamların 90’larda yaptığı filmler bile hala ülkemizde üst sınırlarda izleyici bulabilmektedir. Bu filmlerle ABD’nin üst düzey propagandası, algı operasyonları yapılmaktadır. Çoğu da CIA ve diğer şer yapılanmalarının tek elinde ve desteğinde çekilmiştir. Bunlar da sayısızca ilgilenmesine rağmen ülkemizde hala 30 yıl önceki filmleri üst sıralarda izleyici bulabilmektedir. Yani adamlar da tarihe karışan propagandaları bile biz de hala devam etmekte, o kadar ki geri kalıp yönetiliyoruz. Beyniniz ve zihniniz ele geçirilmiş. Kendi ülkelerinde ise bunların hiçbiri yayınlanmaz, yeni nesil versiyonları olsa yine gam yemeyeceğim güncel bazı şeyler içermesinden onları bile hiç yoktan izleyicinin bilgi edinme aracı göreceğim. Bizde durum böyleyse diğer gelişmiş ve gelişmemiş olan Müslüman ülkelerinin vay haline Fetö Terör Örgütü’nün medya yapılanmasında yaptıklarında bilinmesi gereken bir hususta onlardan olmadığı zannedilen aslında onların propaganda yayınlarını yapan sözde tamamen aykırı ideolojik görüşte oldukları bilinen yazılı ve görsel medya platformlarında yapılan ve ülke gündemine oturan yayınlar herkes tarafından Hatırlanmaktadır. 15 Temmuz hain saldırı sonrasında belgelerle ifşa olan platformlar öğrenince toplumun çoğunluğu şok yaşamıştır. Sözde düşman ideolojilerde oldukları bilinenlerin aslında danışıklı, dövüşüklü oldukları anlaşılmıştır. Fetö Terör Örgütü olsun, başka örgütler olsun veya devletlerin istihbarat örgütlerinin medya yapılanmalarında yaptırdıkları yayınları çok iyi analiz ederek bakmak lazım. Toplumumuzu bunlardan da korumamız gerekir.

Etiketler: FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN MEDYA YAPILANMASININ TÜRKİYE TOPLUMUNU, DİZAYN ETMEK İÇİN YAPTIKLARI PROPAGANDALARI, fetö terör örgütü, PYD, Samanyolu tv, zaman gazetesi, siyasi, askeri, Emniyet yapılanması, propaganda, fetöcüler, gazete, devlet yönetimi, devley yapılanması, savaş, örgüt, sosyal medya platformu, tv. kanalları, abd, cia, müslüman ülkeler, 15 temmuz hain saldırısı, istihbarat

FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ'NÜN TÜRKİYE'DEKİ EĞİTİM ÖĞRETİM YAPILANMASI

FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN TÜRKİYE’DEKİ EĞİTİM ÖĞRETİM YAPILANMASI

Değerli “Fikir Klübü” okuyucularımız bir terör örgütünün can damarını oluşturan varoluşunun devamını ayakta kalmasının prometizlerinin ilk sırasında olanı milîtanrıları mankutlaştırma radikal örgüt ideolojisinin inşasına başladıkları alandır eğitim. Ve bu eğitime, resmi eğitim katarak istedikleri gibi eğitim tamamlanmış kalifiye nitelikli radikal örgüt mensubu yetiştirilmiş oluyor, bunların da istedikleri alanlarda devlet veya devlet dışı sektörlere hizmetli olarak yerleştirip eylemlerini gerçekleştirmektedirler. Temel eğitimin ilk etabından son etabı olan üniversite eğitimi de dahil kurdukları eğitim kurumlarıyla çok uzun yıllar yeni nesil örgüt mensubu yetiştirdiler. Bu kurumlar yetmeyip dershanelerle kendilerininkinin dışındaki kurumlarda eğitim gören düşük başarıya sahip olanları da burada eğittiler özellikle dershanelerde kendi kurumlarının dışında eğitim alanlara ayrı özen gösterip başarılı olmaları sağlandı ve örgüt ideolojisi oluşturuldu, bu da kendilerinde ailelerinde çevrelerinde de örgüte katılma da pozitif yönde yetki oluşturuldu örneğin Yks sınavına katılmış başaramamış kişilere çaldıkları soruların cevaplarını normal ders yapılıyormuş gibi o soruların cevaplarının konularını yoğun olarak çalıştırmaları neticesinde gelen başarıdır. Ve kendi kurumlarında radikal örgüt ideolojisi ile yetiştirdikleri kişileri ister ÖSM‘nin sınavları olsun ister görev yaptıkları yerdeki kurum içi sınavların cevapları olsun. Gizlilik yeminleri ettirerek, başarılı olmaları sağlandı. Bu kişilerin başarılı olduğunu gören kişiler de örgüt artı başarı demek algısı oluştu. Her kesimden de katılımlar sağlandı maddi durumu olmayanlar da orta derecede desteklerle, bir nevi Fetö Terör Örgütü nüfusuna geçirildi. Bağlı oldukları örgüt (Fetö) abileri izin vermeden dahi aileleri ile görüşemediler. Kolejlerle, özel üniversitelerle gelir seviyesi yüksek kişilerin çocuklarını örgüt üyesi yapıldı. Bir nevi iş dünyasındaki faaliyet gösteren ailelerin çocuklarını ele geçirerek ailelerin içlerindeki yönetime ortak oldular. Adamlar eğitim sistemini öyle bir ele geçirdiler ki ülkede yetişecek parlak zekalar olsun yeni nesil çekirdekler başlayarak kendileri için yetiştirdiler. Bu kişileri ülkemizin devlet ve devlet dışı alanlarının hepsinde örgüte hizmet ettirdiler. Sınırsız kalifiye eleman yetiştirme alanı buldular. Atalarımızdan bu yana kurulan devletimizin hiç birindeki örgütler böyle militan yetiştirme razkanına sahip olamadılar. Fetö Terör Örgütü’nün temelini de bu oluşturmaktadır. Zaten iktidar örgüt savaşının perde arkasında devam ederken iktidarın dershaneler kapatılacak kararı savaşın patlak vermesine neden olmuştur. Fetö Terör Örgütü’nün ve gelecekte kurulacak örgütlerle mücadelenin başarıya ulaşması için eğitim alanının devlet tarafından çok çok iyi yönetilmesi ülkemizin evlatlarının çok iyi eğitilip yetiştirilmesi gerekmektedir.

Etiketler: FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN TÜRKİYE’DEKİ EĞİTİM ÖĞRETİM YAPILANMASI, Fikir Klübü, terör, örgütü, radikal örgüt ideolojisi, devlet, üniversite, eğitim, yeni nesil örgüt mensubu, iş dünyası, iş insanı (fetöcü), fetöcü iş adamı

FETÖCÜ İŞ ADAMI, FETÖNÜN TİCARİ YAPILANMASI, FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜNE HİZMET EDEN İŞ İNSANLARI (FETÖCÜ İŞ İNSANLARI)

FETÖCÜ İŞ ADAMI, FETÖNÜN TİCARİ YAPILANMASI, FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜNE HİZMET EDEN İŞ İNSANLARI (FETÖCÜ İŞ İNSANLARI)

Fetöcü İş Adamları (Fetöcü İş İnsanı) Fetö Terör Örgütü’nün adeta hiç kurumadan çağlayan gibi akan para musluklarının ana kaynağı olan ticari alanlardaki faaliyetlerinin şah damarını oluşturan (Fetöcü İş Adamları)’dır. Kurulduğu yıllardan bu yana Türkiye’de ticareti yapılan her alanda ekonomik faaliyet göstermişlerdir. Mahalle arasındaki bakkaldan tutun da, uluslararası ticaret yapan holdinglere kadardır. En alttan yazarak başlarsak ülkemizin her kesiminden esnafın öğrenci okutup, İslam davasına neferler ülkemize parlak gençler yetiştiriliyor diye yardımlar yapıldı. Bir de örgüte katılan kişilerin ailelerinin ticari alandaki faaliyetlerine destek oluyorlardı. Bankalardan krediler verip, diğer Fetöcü ailelerin ve örgütün kendi bünyesinde yaptırdığı ticaret ağlarından network kurulması sağlanıyor. Böylece 15 Temmuz gecesine kadar her ticari alanda büyüyerek sınırsız sıcak para getirisi sağlandı. Fetö Terör Örgütü’nün ticari faaliyet kademesi üç aşamalıdır.
1- Belirttiğim üzere esnaf kısmı.
2- Bir üst aşama şirketleşmiş, kurumsal faaliyet alanına geçiş yapan elit kesimden gelip, beyaz ve mavi yakalıları bünyesinde barındıran kesimdir.
3- Holding olan patronlar kesimidir. En tehlikeli kesim de bunlardır. Parayı götüren Sefa‘yı süren tüm dünya ile ticaret yapıp, faaliyet gösteren Fetöcü iş insanı (Fetöcü iş adamları) ve uluslararası çevreleridir.

Fetö Terör Örgütü uluslararası alanda faaliyet gösteren Fetöcü iş insanı (Fetöcü iş adamları) finansal olarak bu kadar büyük bir kitleyi yönetmelerini ana nedeni de Yahudilerin sistemini çağırmaktadır. Şöyle ki Yahudi ırkı tarih boyunca hep yerlerinden sürülmüş dünyanın dört bir yanına dağılmışlardır. Bu da onlara dünya ticaretinin yönetilmesinin kapılarını açmıştır. Akrabalarıyla yaptıkları ziyaretler sırasında bulundukları ülkeler arasındaki ticareti yapılacak emtiaların farkına varıp, ve bu ticareti adeta sıfır risksiz yapmışlardır. Birbirlerine olan aidiyetlerinden dolayı sağlıklı net neticelenmiştir. İşte Fetöcü iş insanı (Fetöcü iş adamları) da aynı bu şekilde büyümüşlerdir. Örgütün dünyanın her yerine dağılan örgüt üyelerinin (Fetöcüler) aracılığı ile adeta dünya ticaretini network ağına kurmuşlardır. Örgüt bağından dolayı da normal kişinin karşılaşabileceği sorunları minimum derecede olmuştur. Bir de uluslararası sistemi yöneten güçlerin, nasıl ki sınırsız Yahudilere destek verdilerse, fetö terör örgütüne de aynı şekilde köstek olmayıp, destek olmuşlardır. Fetö Terör Örgütü mensupları da Yahudiler gibi nasıl ki Yahudiler yaptıkları her ticarette bulunduğu ülkede çok İsrail’e siyoniz’me vergi verdilerse Fetöcü iş adamları’da ülkemizden çok fetöye vergi verdiler. Hatta bazı Fetöcü iş insanı (Fetöcü iş adamları) tüm gelen parayı fetöye akıttılar. 15 Temmuz (hain darbe) gecesinden sonra kayyum atanan holdinglerde el üstünkörü bir göz bile gezdirmek bile yetmektedir. Ticari boyutun ne kadar büyük evrelere ulaştığının anlaşılması için yeterlidir. Bunun da madalyanın görünen yüzü olduğunu unutmamak lazımdır. Çok uzun yıllarca bu ulusal ve uluslararası ticaret getirisinin Fetö terör örgütü tarafından kullanılarak sınırsız para gücü ve Fetöcü iş insanı (Fetöcü iş adamları) ile kendilerine hareket alanı kurdular bu paranın miktarını hesaplamak imkansızdır. Ama bir devletin gayrisafi milli hafızasına eşdeğer seviyelerde olduğu aşikardır. Bir de Fetö Terör Örgütü’nün diğer terör örgütlerinden avantajı da sınırsız resmi ticaret yapılabilmeli ve gelen paraların da üst kesim ve bir alt kademesi hariç minimum derecede harcanması, herkes de örgütün parasını harcamak kullanmak yerine örgüte destek sağlama amacı vardır.
Hal böyle olunca da nasıl bir maddi gücü yönettiklerini anlamak zor olmasa gerek. Fetö Terör Örgütü’nün mali yapısının en büyük bir kısmını oluşturan ticaret alanı ile ilgili yapısının bir kısmı böyledir sadece çok özel bir ehil kişilerden ekip kurulup bu alanın çok iyi araştırılıp deşifre edilmesi lazımdır. Araştırma sırasında siyonizm ve Yahudilerin, meşhur 13 ailenin uluslararası sistemin parasını yöneten güçlerin sistem sistemler ile Fetö Terör Örgütü’nün sisteminin çok çok benzerlikler olduğunu bazılarının da bağlantılı olduğu tespit edilecektir.

Etiketler: FETÖCÜ İŞ ADAMI, FETÖNÜN TİCARİ YAPILANMASI, FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜNE HİZMET EDEN İŞ İNSANLARI (FETÖCÜ İŞ İNSANLARI), Fetöcü iş adamları, fetöcü iş insanları, fetö terör örgütü, uluslararası ticaret, fetöcüler, yahudi ırkı, network, hain darbe 

FETÖ (PYD) TERÖR ÖRGÜTÜ'NÜN SPOR CAMİASINI ELE GEÇİRME PROJESİ

FETÖ (PYD) TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN SPOR CAMİASINI ELE GEÇİRME PROJESİ

Fetö Terör Örgütü’nün Türkiye’de popüler olan ve halktan gelen her kesimin yapabileceği spor branşlarının hepsindeki futbolcuların dini aidiyetlerini kullanarak bir şekilde onlardan destek yardım Fetö Terör Örgütü’ne pasif üye olarak Fetöcü iş adamları ile katılımları sağlandı. Spor branşlarıyla ilgili devlet kurumlarına kendi Fetöcü iş insanı yerleştirdiler, özellikle spor kulüplerine kendi işadamlarının yönetici olmaları sağlandı. Esnaf kesimi ise üye ve kongre üyesi yaparak örgütlenme sağlandı yönetici olanlarla devlet kurumlarındaki militanlarla aktif olarak görüşüp spor camiasında yapmak istediklerini yaptılar. Özellikle futbol camiasında TFF ve diğer branşların resmi kurumlarında ele geçirilip sahte şike operasyonlarına imza attılar. Operasyonlar neticesinde kulüp yönetimleri komple ele geçirilip tamamen spor camiası Fetö Terör Örgütü’ne bağlandı. Hatta Fenerbahçe Spor Başkanı’nın yapılan şike operasyonundan sonra veciz bir sözü vardır. “Ne şikesi kardeşim ülke elden gidiyor.” Demiştir. Kimsenin söyleyemediği sözü söylemiştir. Türkiye’nin en büyük spor kulüplerinin yönetimini ele geçirmek futbol ekonomisini yönetmek camiaya gönül vermiş üst düzey kişilerle sürekli iletişimde olarak, taraftar gruplarından sempatizanlar devşirmek aynı zamanda Türkiye’nin en güçlü STK’ları olan futbol kulüplerinin ele geçirilip, her yönüyle konvoyu oluşturabilecek olan bu gücü hedefleri doğrultusunda kullanmak, diğer alanlara nazaran örgüt burada başarılı olamadı. Spor camiasının ileri gelen kesiminin eğitim ve ekonomileri ve çeşitli nedenlerden dolayı belli bir sosyal çevreden geldikleri içindir ki tam örgütlenip ele geçiremediler, netice itibari ile Fetö Spor Faaliyetlerinde örgütün amaçları doğrultusunda yıllarca eylemde bulundular. Başarılı oldukları da oldu hüsrana uğradıkları da.

Etiketler: FETÖ (PYD) TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN SPOR CAMİASINI ELE GEÇİRME PROJESİ, Fetö Terör Örgütü, şike operasyonu, fetöcü iş adamı, fetöcü iş insanı, devlet kurumları, spor camiası, futbol camiası, Fenerbahçe spor klübü, Türkiye

ORGANİZE SUÇ ÖRGÜTLERİ, MAFYA, YERALTI DÜNYASI, ÇETELER, ÇIKAR AMAÇLI SUÇ ÖRGÜTÜ MAFYA BABALARI, MAFYA GRUPLARI, İLLEGAL SUİKAST TİMLERİNİN FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ’NDEKİ BAĞLARI

ORGANİZE SUÇ ÖRGÜTLERİ, MAFYA, YERALTI DÜNYASI, ÇETELER, ÇIKAR AMAÇLI SUÇ ÖRGÜTÜ MAFYA BABALARI, MAFYA GRUPLARI, İLLEGAL SUİKAST TİMLERİNİN FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ’NDEKİ BAĞLARI

Fetö (PYD) Terör örgütünün siyasi terör örgütleri dışında kalan ( organize suç örgütleri, mafya grupları, yeraltı dünyası, çeteler, çıkar amaçlı suç örgütleri, mafya babaları, illegal suikast timleri) yer dünyasıyla ilgili bağlantıları yeri geldiği zaman siyasi bağlantı olmadan Türkiye’nin gündemini belirleyici siyaseti ve siyasi dosyaları etkileyebilecek suikast girişimlerinde bulunduğu organize suç örgütleri, mafya grupları, illegal yapılar kime neye hizmet ettiğini bilmeden her eylemi yaptırabilecekleri kullanıma elverişli mafya tetikçilerinin buldukları yerdir suç dünyası… Şu da unutulmamalıdır ki kayıt dışı ekonominin ana damarıdır suç dünyası. Örgütte olan parada fazla önemi olmasa da ama militanrıları için çok büyük bir posta sektörüdür, yeraltı dünyası öncelikle bilinmesi gereken bir şey daha Fetö Terör Örgütü’nün suç dünyası ile ilişkili olduğu çok uzun yıllar boyunca hiç bilinmedi. Aksine tamamen karşı oldukları biliniyordu. Örgüt mensuplarının ve sempatizanlarının çoğu bile böyle bilmekteydi. Ama gerçek çok farklıydı. tipik fetö taktiği bu alanda da kendini gösterdi. İnsanlar gerçeği anlayana kadar, geçmiş olsun her şey bitmiş oluyordu. Suç dünyasını iki aşamalı olarak belirtmek gerekir. Birincisi siyasetin ülke gündeminin suç dünyasıyla nasıl etkilenlendirilip, dizayn edildiği. Örneğin Hrant Dink Suikasti işlendiği andan itibaren Türkiye gündemine oturan siyasi otoriteye etkisi ve devletteki sonuçları çok iyi bilinmesi gerekir. O dönemi yaşayan bu makamdaki ve bürokrasideki kişilerin gerçekten yaşananları anlatırlarsa gerçekler anlaşılır. 17 yaşında neyi niçin yaptığını kime hizmet ettiğini bile bilmeyen bir çocuğa İstanbul’un göbeğinde siyasi cinayet işletenler suç dünyasından kullandıkları kişilerle bunları yaptırdılar bunun gibi bilinen bilinmeyen ne cinayetler işlendi. Kimlere ne mesajlar verildi, özel mesajlar içeren ne eylemler yaptırdılar ve Hrant Dink Suikasti’nde olduğu gibi kimsede bunlarla yani Fetöcüler’le ilişkilendirmedi. O dönem kaç kişi diyebilirdi ki Fetöcü’lerin parmağının olduğunu aksine, bunlarla mücadele ediyorlar diye bilinmekteydi. FETÖ’nün suç dünyasındaki ikinci ilişkisi ise çeteler, organize suç örgütleri, uluslararası uyuşturucu baronlarına verdikleri gizli dokunulmazlık zırhıdır. Şöyle ki özel yetkili savcıların haber alma elemanı diye sisteme kaydettirilip, kendi mallarını yakalatıp, devlete çalışıyor dedikleri baronlar aslında özgürce uluslararası uyuşturucu ticareti yapılmasını sağladılar. Fetöcü’lerden özel kurulmuş polis ve jandarma ekiplerinin bu baronlarla yaptığı işbirliği neticesinde, yakaladıkları uyuşturucunun kendi adamlarından ihbarcı göstererek yakalanan malın değeri üzerinden aldıkları ikramiyenin meblağları çok yüksek derecelerdedir. Ayrıca süsleme haber alma elemanı olarak kaydettirmedikleri kişilerin veya kayıtlı kişilerin olsun besledikleri çetelerin, mafyaların, suç örgütlerinin ve yeraltı dünyasına mensup kişilerin rakiplerini de piyasadan temizleyerek hem kendi adamlarına hareket alanı, hem de rant alanlarını genişlettiler. Hem de halka devlete hizmet ediyoruz, kılıflarını cila çektiler algısal olarak… Fetö (PYD) Terör Örgütü’nün suç dünyasında yaptıklarının bir kısmı belirttiğim gibidir. Bu örneklerden yola çıkarak sayısızca yaptıkları suikastleri tahmin etmek zor olmasa gerekir.

Değerli “Fikir Klübü” okuyucularımız Fetö Terör Örgütü’nün yapısının ve yaptıklarının faaliyet alanlarının bir kısmını kaleme aldığım bu yazımda dinimiz, halkımız, vatanımız, devletimiz ve tüm Müslüman ülkelerde (Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Fas, Irak, Cibuti, Katar, Kuveyt, Libya, Lübnan, Mısır, Moritanya, Somali, Sudan, Suriye, Suudi Arabistan, Tunus, Türkiye, Umman, Ürdün, Yemen Arap Cumhuriyeti ve Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti.) halklar için oynanan oyunların kurucularının ve yapılarının ne boyutlarda olduğunun içimizden kimleri devşirip kullandıklarını bir nebze de olsa yazmaya çalıştım, bunların farkında olarak, geleceğimizi inşa etmemiz lazımdır, bunu başarmak için yapılması gereken ise en başta eğitim, bilim ve diğer parametrelerin en iyi şekilde kullanılıp, yeni nesiller yetiştirilmelidir. Yoksa uşakların isimleri yapıları değişir, bugün Fetö ve Işid var, yarın bir başka örgüt yine bize yapmak istediklerini yaparlarsa sonuç yine aynı olacak son olarak İslam ümmeti için kurulması elzem olan ehl-i sünnet ışığında siyaset üstü bir hilafet makamının kurulması şarttır. Şöyle ki: dinimize sokulmaya çalışılan bidatların Işid, Fetö ve diğer saygısızca kurulan örgütlerin dinimizi kullanarak insanların dini inançlarını aidiyetlerini sömürüp kullanmalarının önüne geçmek için doğru İslam’ı anlatıp İslam Birliği’nin sağlanması için bu makam şarttır. Tüm İslam ülkelerindeki gerçek alim zatlar bir araya getirilip bir şura kurularak aynı zamanda beraber yönetilen sistemli yapı kurulacak, tamamen siyaset dışı olup sadece dini emirleri hak olarak söyleyip bağımsız bir şekilde İslam’a hizmet edip, bu iblislere de fırsat vermeyecektir. Bu konu başlı başına bir makale ve akademik çalışma konusu olduğundan dolayı kısaca değinmek istedim. Tüm “Fikir Klübü” okuyucularına saygı ve sevgilerimle.

 

Emrah Sağlık              

www.musabyasiozen.com.tr

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yasir

AMMAR B. YASİR

AMMAR B. YASİR

Eğer cennette doğup orada yetişip, sonra da bir nur ve ziynet olarak yeryüzüne gönderilen insanlar olsaydı, bunlar Ammar B. Yasir annesi Sümeyye, babası Yasir olurlardı herhalde…

Fakat niçin “olsaydı” diyoruz ki… Böyle bir varsayım da niçin bulunuyoruz ki, Yasir ailesi gerçekten cennet halkındandır.

Hz. Peygamber onlara:

“Sabredin, ey Yasir ailesi! Varacağınız yer cennettir “! Derken teselli olsun diye konuşmuyor, bilakis bildiği ve gördüğü bir gerçeği dile getiriyordu.

Ammar B. Yasir’in babası Yasir Bin Amir, memleketi olan Yemen’den ayrılmış, bir dost ve kardeş bulma ümidiyle yollara koyulmuştu…

Mekke‘yi beğenmiş ve oraya yerleşmişti. Ebu Hüzeyfe Bin Muire’nin himayesinde orayı vatan edinmişti.

Ebu Hüzeyfe onu cariyelerinden Sümeyye Bin ti Hayyat ile evlendirmişti. Daha sonra bu kutlu evlilikten Ammar B. Yasir dünyaya gelmişti…

Yasir ailesi erken dönemde Müslüman olmuş ve Allah‘ın hidayete erdirdiği o kutlular kervanına katılan ilklerden olma şerefine ermişti. Ve ilk müslümanların başına gelen, Kureyş’in o acıklı azabından paylarına düşeni fazlasıyla almıştı… O sıralar Kureyş, Müslümanları sindirmek için her türlü çareye başvuruyordu.

Eğer Müslüman olan kişi zengin ise, onu tehditle sindirmeye çalışıyorlardı. Ebu cehil zengin bir Müslümana rasladığında: “senden daha hayırlı olan babalarının dinini terk ettin… Seni akılsızlıkla suçlayacağız. Şerefini beş paralık edeceğiz… Ticaretine engel olacağız, iflas edeceksin .” şeklinde sözler söyleyerek psikolojik savaş yapıyordu…

Öte yandan eğer Müslüman olan kişiler, Mekke’nin fakir, zayıf ve köle insanlarıysa, bunlara karşı daha şiddetli sindirime hareketleri uygulanıyordu…

Ammar b. yasir

YASİR ailesi bunlara işkence etme görevi, Mahzumoğulları’na verilmişti…

Bu insanlar, Yasir ailesini her gün Mekke’nin yakıcı sıcağına çıkarırlar ve akla, hayale gelmeyecek işkenceler yaparlardı.

Bu azap işkenceden Sümeyye‘nin payına düşen, gerçekten korkunç ve akıllara durgunluk verecek şiddetteydi. Sümeyye‘nin o vakit gösterdiği azim ve kararlılıktan, ileride Müslüman kadınların durumunu anlatırken bahsedeceğiz. Şimdilik şu kadarını söyleyeyim ki, İslam şehidi Sümeyye‘nin o gün gösterdiği cesaret, abartısız beşer tarihinde bir eşi ve benzeri daha görülmemiş değerdeydi.

Bu azim ve kararlılığı sayesindedir ki, Sümeyye her asır ve zamanda müminlerin gönlünde şerefli bir anne olarak taht kurmuştur.

Resulullah (S.a.v) Yasir ailesinin işkence edildiği yere gelir, bakar; fakat o gün için elinde onları kurtaracak bir güç olmadığından çaresiz kalırdı.

Bu tamamen Allah‘ın bir kaderi ve takdiri idi… Bayrağını Hz. Muhammed’in dalgalandırdığı bu yeni din, -Hanif olan İBRAHİM’in dini- arızi ve geçici bir ıslah hareketi değildi.

Bilakis inananlar için bir düsturu ve yaşam biçimiydi…

O halde müminlerin, bu dini, kahramanlıkları ve fedakarlıklarıyla birlikte gelecek nesillere aktarmaları gerekmektedir. Zira din ve akide’nin ayakta durabilmesi, bu şerefli ve yüce fedakarlıklara bağlıdır.

Bu mücadele ve fedakarlıkların her biri, müminlerin kalplerine sürur, gıpta ve sadakat tohumları eken ve onları dinin hakikat’ına erdiren birer nümune-i imtisaldir.

Evet, İslam için kendisini feda edenler vardı ve olmak zorundaydı… Nitekim Kur’an-ı Kerim bir çok ayetinde bu manaya işaret etmiştir:

“İnsanlar, inandık demekle bırakı verileceklerini, imtihana tabi tutulmayacaklarını sandılar?”

“Yoksa siz, Allah içimizden Savaşanlarla savaşmayanları belli etmeden, sebat edenlerle etmeyenleri belirlemeden cennete geri vereceğinizi mi sandınız. “

İlk karşılaştığı gün size gelen musibet, Allah‘ın emriyle idi. Bu, Allah‘ın müminleri ayırt etmesi, münafık olanları da açığa vurması içindi.”

Allah, müminleri sizin üzerinde bulunduğunuz şu halde bırakacak değildir. Nihayet mirası temizlen ayıracaktır.“

“Yoksa siz kendi halinize bırakı verileceğinizi, içinizden cihat edenleri Allah‘ın bilmediğini mi sandınız?”

“And olsun biz onlardan evvelkileri de imtihan etmişizdir. Allah elbette sadık olanları da bilir, yalancı olanları da bilir.”

İşte Kur’an müminlere, fedakarlığın, imanın cevheri ve Özü olduğunu bu şekilde anlatıyor… Ve zalimlerin zulmüne, sabır, sebat ve inatla karşı konulması neticesinde imanın faziletlerinin birer birer ortaya çıkıp şekilleneceğini haber veriyor. Bu şekilde Allah‘ın dini, temellerini sağlamlaştırarak kökleşiyor ve kendisini bu yolda feda ederek nefsini tezkiye eden Allah erlerinin hayatlarından çarpıcı tablolar sunar ve gelecek nesillere yol gösteriyor, ışık tutuyor… İşte Sümeyye, Yasir ve  Ammar B. Yasir‘de kendilerini Allah yoluna adamış, bu mübarek, yüce ve örnek şahsiyetlerindendirler…

Yasir kimdir

Hz. Peygamber’in her gün YASİR ailesinin işkence edildiği yere gidip, onların sebat ve cesaretlerine tanık olduğunu söylemiştik… Onların bu içler acısı durumu karşısında Resulullah’ın yüce kalbi şefkat ve merhamet dolardı. Ama o gün için elinden bir şey gelmezdi

Yine böyle bir günde, Resulullah dönüp gideceği sırada Ammar B. Yasir; “Ya Resulullah! Artık dayanamıyoruz; takatimiz kalmadı!” Diye seslendi. Resulullah da, “sabır! Ey Yasir ailesi! Muhakkak ki varacağınız yer cennettir.” Buyurdu.

Ammar B. Yasir ‘e uygulanan azabı arkadaşları şöyle anlatıyorlar:

Amr B. El-Hakem: “Ammar B. Yasir’e ne dediğini bilmeyinceye kadar işkence edilirdi.” Amr B. Meymun: “ müşrikler Ammar B. Yasir’i ateşle yaktılar. O sırada Resulullah oradan geçmekteydi. Yapılanları görünce elini başına koydu ve “ey ateş! Ammar B. Yasir için serin ve emin ol! Tıpkı İbrahim’e olduğun gibi. “Buyurdu.

Bütün bu işkenceler karşısında Ammar B. Yasir bedenen bir acı ve Istırap duymaktaydı: fakat ruhen rahat ve huzur içindeydi.

Evet… Ammar ruhen rahat ve huzur içindeydi… Ta ki müşriklerin eziyet ve işkencelerin son haddine vardığı o güne kadar. O gün müşrikler, Ammar’a akla hayale gelmedik işkenceler yapmışlar ve Ammar şuurunu kaybetme noktasına gelmiştir. Bu sırada müşrikler ondan kendi ilahlarını hayırla yâd etmesini istediler. Ammar da kendinden geçmiş, şuurunu kaybetmiş bir halde onların dediklerini tekrarladı… Aklı başına gelip durumu fark edince “ben ne yaptım?!“ Diyerek, daha büyük bir acı ve ızdırapla kıvranmaya başladı… İşte o gün bu durumun verdiği azap, müşriklerin tüm işkencelerinden daha ağır gelmişti Ammar B. Yasir’e.

Ammar B. Yasir, “ben böyle bir şeyi nasıl söylerim, bunu nasıl affettirebilirim?!” Düşüncesiyle adeta kahrolmaktaydı. Zira daha önceki eziyet ve işkenceler bedenine dokunurken, bu defa ruhu acı ve israf içindeydi… Zor olan da buydu..

Fakat Allah‘ın lütuf ve merhameti genişti… Nitekim zorlama anında söylenen bu tür sözlerin af olunacağı hakkındaki ayeti kelimeyi inzal ederek Ammar B. Yasir’ ve onun durumunda olanların kalplerine adeta su Serpmişti…

Allah Resulü Ammar B. Yasir’le karşılaştı, Ammar B. Yasir ağlıyordu… Resülullah onun gözyaşlarını sildi ve ona: “müşrikler seni yakaladılar, suya batırdılar, neredeyse nefesin kesilecekti, sen de şöyle şöyle dedin.“ Diyerek onları görmüşcesine anlattı.

Ammar B. Yasir’de cevaben: “Evet, ya Resülullah… “Dedi Allah Resulü de ona: “eğer seni aynı şeye tekrar zorlarlarsa yine onlara aynı şeyi söyleyebilirsin.“ Buyurdu ve şu ayeti kerimeyi okudu.

… ancak kalbi imanla dolu olduğu halde ( kelime-i küfrü söylemeye) zorlanan kişi hariç…

Bu ayetle Ammar B. Yasir rahatladı. Kalbi sükuna erişti. Ruhunu ve imanını yeniden kazandı. Bunun ötesi onun için önemli değildi.

AMMAR B. YASİR’in sebatı karşısında müşrikler çaresiz kaldılar. İstediklerini elde edemeyip, zelil bir halde geri çekildiler…

Hicretten sonra müminler Medine’ye yerleştiler ve İslam toplumunun ilk temelleri burada atılıp, yerleşmeye başladı bu toplum içerisinde Ammar B. Yasir’in müstesna bir yeri vardı..

Allah Resulü onu çok sever, Ashabına onun imanı ve ahlakı ile ilgili övücü sözler söylerdi…

Resülullah onunla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

“Ammar B. Yasir , ağzına kadar, imanla dolu bir insandır.” 

Halid B. Velid ile Ammar B. Yasir arasında cereyan eden üzücü bir olay sebebiyle de Allah Resulü: “Ammar B. Yasir’e düşmanlık eden, Allah’a düşmanlık etmiştir, Ammar B. Yasir’e buğz eden, Allah’a buğz etmiştir. “ buyurmuştu.

Bunun üzerine İslam kahramanı Halit B. Velid, derhal Ammar B. Yasir ‘in yanına gitmiş, özür dileyerek affını istemişti…

Medine’ye hicretlerinin akabinde Müslümanlar hemen bir mescid inşa etmeye koyulmuşlardı. Ashab bir yandan çalışıyor, bir yandan da Ali’nin söylediği şu şiiri tekrar ediyordu

Ayakta ve oturarak

Yahut toz toprak içinde kalarak

Allah’ın mescitlerini onaranlar

Hiç bu şekilde olmayanlarla bir olurlar mı?

Ammar B. Yasir’de mescidin bir tarafında çalışıyor, bir yandan da yüksek sesle bu şiiri okuyordu… Arkadaşlarından birisi, Amar B. Yasir‘in bu sözlerle kendisini ayıpladığını zannetti ve onun hakkında ileri geri konuşarak, ona buğz etti. Bu durum karşısında Allah Resulü: “ Ammar B. Yasir’le ne alıp veremediğiniz var?. O sizi cennete davet ediyor, size de onu cehenneme çağırıyorsunuz. Muhakkak ki Amar B. Yasir bendedir. ( benden bir parçadır).” Buyurdu.

Ammar bin yasir

Resülullah’ın bu derece sevdiği bir insanın, iman, sadakati ve dostluğu da şüphe yok ki kemal noktasında olmalıydı… Nitekim Ammar B. YASİR bu meziyetlere sahip bir kişiydi.

Allah, hidayet ve nimeti ona bolca ihsan etmişti, öyle ki hidayet ve yakındaki derecesi sebebiyle Allah Resulü ona imanını tezkiye etmiş. Ashabına onu örnek göstermiş ve: “benden sonra Ebu Bekir ve Ömer’e tabi olun… Ammar B. Yasir’in ahlakıyla ahlaklanın. “Buyurmuştu…

Raviler onu şu şekilde vasfetmektedirler:

“Uzun boylu, maviye çalan siyah gözlü, omuzları arası geniş, çoğunlukla susan, az konuşan bir insandı.”

Bu vasıflara sahip bir insanın hayatı acaba nasıl geçti?… Muallimi ve önderi Resülullah ile tüm savaşlara katılmıştı. Bedir, Uhud, Hendek, Tebuk ve diğerleri.

Allah Resül’ünün vefatından sonra da Gazvelere iştirak etmişti… İran‘lılarla, Rumlarla ve daha önceki ridde savaşlarında AMMAR B. YASİR hep en ön saftaydı… Allah yolunda cesur, gayretli ve kararlı bir asker… Takva ve vefa sahibi kutlu bir Müslüman…

Müminlerin emri Ömer B. Hattab, Müslümanlar üzerine tayin edeceği valilerini büyük bir dikkat ve titizlikle seçerken, gözleri öncelikle Amar B. Yasir’i arıyordu…

Onu Küfe’ye vali tayin etmiş ve beytülmal’in gözetimini de İbn Mes’ud’la beraber ona bırakmıştı

Sonra da Küfe ehline şu müjdeli mektubu yazmıştı:

“Size Ammar B. Yasir’i vali olarak, Abdullah B. Mes’üd’unda öğretmen ve vezir olarak gönderiyorum. Bu ikisi Muhammed ümmetinin şereflilerinden ve bedir ehlindendirler…”

Ammar B. Yasir, Valiliği sırasında dünya ehline zor gelen bir yönetim takip etti, hatta bazıları kendisine karşı bile geldiler…

Valilik, Amar B. Yasir’in tevazu, zühd ve takvasını artırdı ve o, bu ölçülerden kesinlikle ayrılmadı…

Küfe’de kendisinin çağdaş’ı olan  Ebü’l Huzeyl onunla ilgili olarak şöyle diyor:

Ammar B. Yasir’i valiliği sırasında Küfe çarşısından salatalık satın alıp, sırtına yükleyerek, evine götürürken gördüm… “

Yine Valiliği sırasında halktan biri kendisine: “Ey kulağı kesik! “ diye seslenmişti. ( Ammar B. YASİR Yemame Savaşında bir kulağını kaybetmişti.) elinde güç ve kuvvet olmasına rağmen adama bir şey yapmamış, sadece “beni en hayırlı kulağımla ayıpladın. Zira ben onu Allah yolunda kaybettim…” demekle yetinmişti…

Evet… Yemame Amar B. Yasir’in büyük ve şerefli günlerinden biriydi… O gün Müseylime’nin askerleri ile kıyasıya mücadele etmiş, aslanlar gibi çarpışmış ve bu arada bir kulağını’da kaybetmişti…

Ammar B. Yasir, bir ara müslüman’ların zaafa düştüklerini görmüş ve onların toparlanmaları için elinden geleni yapmıştı. Bu durumu, Abdullah B. Ömer (r.a) şöyle anlatıyor:

“Ammar B. Yasir Yemame günü bir kayanın üzerine çıkmış şöyle bağırıyordu: “Ey müminler, cennetten mi kaçıyorsunuz? İşte ben Ammar B. Yasir‘im, benimle gelin…!” Bu arada Ammar B. Yasir’e baktım, bir kulağının kesilmiş olduğunu gördüm. O ise hâlâ tüm şiddetiyle vurmaya devam ediyordu. “

Evet, Resül-i Azam Muallim-i Kamil Hz. Muhammed (S.a.v)’in büyüklüğünden şüphe eden varsa, onun bu güzide ashabına baksın ve kendi kendine şu soruyu sorsun: “bu derece yüce şahsiyetleri, o büyük muallim ve Resülden başka kim yetiştirebilir?“

Savaşa daldıklarında zaten kazanmaktan öte ölüme gülerek gidiyorlardı…!

Halife ve yönetici oldukları vakit de yetimlerin koyunlarını sağıp, hamurlarını yoğuracak kadar mütevazi ve alçakgönüllü idiler… Ebu Bekir ve Ömer gibi…!

Vali olduklarında da kendi yiyeceklerini kendi sırtlarında taşımışlardı… Ammar B. Yasir gibi… Veya rütbelerini bir yana bırakıp, hurma yapraklarından yaptıkları sepet ve zembil gibi şeylerle geçimlerini temine çalışıyorlardı selman gibi…

O halde gelin, onlara bu şerefi bahşeden dini ve onları terbiye eden Resül‘ü selamlayalım… Öncelikle de onları seçen, hidayete erdiren ve yeryüzünde insanlar için çıkarılmış en hayırlı Ümmet olan bizler için onları Öncü ve rehber kılan yüce Allah’a hamdi ü senalarda bulunalım.

Ashâbın önde gelenlerinden, kalplerin esrarına vukufiyet ile meşhur Huzeyfe B. Yeman ölüm döşeğinde iken, etrafındakiler ona;

“İnsanlar ihtilaf ettikleri vakit kime müracaat etmemizi tavsiye edersin?“ Dedikleri vakit Huzeyfe son nefesi ile beraber şu kelimeleri mırıldandı: “Sümeyye oğlu‘na tutununuz. Muhakkak ki o, ölene kadar haktan ayrılmayacak bir insandır.”

Evet, hak neredeyse, Ammar B. Yasir de oradaydı…

Gelin şimdi hep birlikte onun hayatını biraz daha yakından inceleyelim…

Müslümanların Medine’ye hicretin ilk günleriydi… Müminler vakit kaybetmeden bir mescidin inşasına başlamışlardı. Kalpleri iman ve sevinçle doluydu. Büyük bir aşk ve şevkle çalışıyorlardı. Rablerine karşı hamd ve şükran duyguları içerisindeydiler.

Bir kısmı taş getiriyor, bir kısmı çamur katıyor, bir kısmı da binayı inşa ediyordu. Guruplar halinde arılar gibi çalışıyorlardı. Bir yandan da yüksek sesle şiir okuyorlardı.

“Oturmak yakışmaz bize

Nebi (S.a.v) çalıştığı halde “

Sonra başka bir şiire geçiyorlardı:

“Gerçek hayat ahiret hayatıdır, Allah’ım! Muhacir ve ensar‘a merhamet et!”

Bir başka şiirde de şöyle diyorlardı:

“Ayakta veya oturacak yahut toz toprak içinde kalarak,

Allah’ın mescitlerini onaranlar hiç bu şekilde olmayanlarla bir olurlar mı?”

İnşa edilen Allah‘ın beytiydi… onlar ise sancağı taşıyan ve beyti inşa eden Allah‘ın askerleriydiler.

Allah Resulü de onlarla birlikte taş taşıyor, var gücüyle çalışıyordu… Neşe içinde söyledikleri şiirler, bu işin ne kadar arzu ve istekle yaptıklarını gösteriyordu… Ve gökyüzü adeta bu kutlu insanları taşıyan yeryüzünü kıskanıyordu… Hayat, en güzel bayramlarından birine şahit oluyordu.

Ammar bin yasir kimdir

Ammar B. Yasir‘de ağır taşlar taşıyarak, bu coşkulu topluluk içerisinde üzerine düşen vazifeyi hakkıyla ifa etmekteydi..

Rahmet ve hidayet kaynağı Muhammed (S.a.v), Amar B. Yasir’in bu gayretini yakından izliyor, şefkatle ona yaklaşıyor ve mübarek eliyle, Ammar B. Yasir‘in toz dumana bulanmış başını sıvazlayarak tozlarını silmeye çalışıyordu. Bir yandan da onun nur yüzüne bakarak, etrafındakilerine alçak bir sesle şöyle diyordu:

“Vah Sümeyye’nin oğluna! onu azgın bir topluluk öldürecektir “ önsezi ve ileri görüşlülük bir kez daha kendini gösteriyordu. Bu sırada altında çalışmakta olduğu duvar Amar B. Yasir’in üzerine yıkıldı. Bazı arkadaşları onun öldüğünü zannettiler. Ve acaba biz mi sebep olduk diye endişe içerisinde durumu Hz. Peygamber‘e bildirdiler. Fakat Hz. Peygamber emin bir şekilde onlara şu cevabı verdi:

“Amar B. Yasir ölmedi. Onu azgın bir topluluk öldürecektir. “

Kim bu azgın topluluk? Ne dersiniz? Nerede ve ne zaman öldürecekti Ammar B. Yasir’i?

Amar B. Yasir bu haberi can kulağıyla dinliyordu. Fakat korkmuyordu. Zira o Müslüman olduğu günden beri her an, her vakit, gece gündüz şehadete hazırlıklıydı..

Günler geçti. Devirir döndü. Topluluklar gelip geçti. Hz. Peygamber Refik’i A’la’ya yükseldi ( vefat etti.) yerine Hz. Ebu Bekir geçti. Sonra Ömer halife oldu. Ömer’in akabinde de “zinnureyn” Osman B. Affan hilafete geçti. Bu sıralar İslam karşıtı isyan hareketleri artmış, fitne ve fesat ortalığı kaplamıştı. Bu isyan hareketlerinin ilk kurbanı, Hz. Ömer olmuş ve bu vakitten itibaren de İslam’ın içerisinde yerleşip kök saldı Peygamber şehri Medine’den yükselen fitne ve fesat rüzgârları bütün İslam dünyasını kaplamıştı.

Belki de Hz. Osman’ın yönetim işlerine gereken önemi verememesi ve olayları iyi takip edip değerlendirmemesi sonucu olsa gerek, olayların önü alınamadı ve bu arada Hz. Osman da şehit oldu. Ve Müslümanlar aleyhine fitne kapıları açıldı. Muaviye, Hz. Ali ile hilafet tartışmalarına girdi.

Bu olaylar karşısında ashab farklı guruplara ayrıldı. Bir kısmı bu ihtilaflardan elini eteğini çekerek, evine çekildi ve İbn Ömer’in şu tavsiyesine uydu:

“Haydi namaza diyene uyarım. Haydi feraha diyene de uyarım. Fakat her kim “haydi Müslüman kardeşini öldürmeye ve malını almaya derse, hayır ben yokum!” 

Bir kısmı muaviye tarafını tuttu. Bir kısmı ise, kendisine biat edilen müminlerin emiri Ali’nin tarafına geçti.

O gün Ammar B. Yasir kimin safına katıldı dersiniz?

Resülullah’ın hakkında “Ammar B. Yasir’in ahlakı ile ahlaklanınız.” buyurduğu bu adam, kimin tarafından tutmuştu?

Nebi (S.a.v)’in hakkında, “Ammar B. Yasir’e düşmanlık eden, Allah’a düşmanlık etmiş olur.” Buyurduğu bir insan hangi guruba katılmıştı?

Evinin kenarında sesini işittiği Allah Resul’ünün onun için “merhaba ey temiz, güzel insan! Ona izin verin girsin.” buyurduğu bu kutlu sahâbi o gün kimin safına katılmıştı?

Ali B. Ebu Talib’in…

Evet, o gün Amar B. Yasir, Ali’nin yanında yer almıştı… Taassubundan veya önyargısından değil. Sadece hakka ve ahde olan bağlılığından dolayı.

Ali müminlerin halifesiydi. Kendisine biat edilmişti. Bu işe ehil ve layık olduğu için hilafet makamına getirilmişti.

Ali halifeliğinden önce de sonra da yüksek meziyetlere sahipti. Öyle ki Hz. Peygamber katında onun yeri, Musa’nın katında Harun’un yeri mesafesindeydi .

Haktan bir an bile ayrılmayan Ammar B. Yasir, o gün basiret ve ileri görüşlülüğü ile, hak ve hakikati Ali’nin yanında görmüş ve onun tarafını tutmuştu

Bu durum karşısında Hz. Ali de ferahladı. Zira hak ve hakikat aşığı Ammar B. Yasir kendi tarafındaydı. Demek ki haklı olan kendisiydi.

Ve o korkunç sıffin günü gelip çattı. Hz. Ali bir isyan hareketi olarak telakki ettiği muaviye’ye karşı harekete geçti.

Ammar B. Yasir de yanındaydı.

O gün Ammar B. Yasir doksan üç yaşındaydı. Savaşa gidiyordu. Onun için yaşın önemi yoktu. Savaşı bir sorumluluk ve görebildiği sürece kaç yaşında olursa olsun çıkar, delikanlılar gibi sonuna kadar çarpışırdı. Ammar B. Yasir genelde suskun bir insandı. Fazla konuşmaz, konuştuğu vakit de ancak birkaç kelime söylerdi. Bu da genelde “fitneden Allah’a sığınırım” sözleri olurdu.

Allah Resul’ünün vefatının hemen akabinde de Amar B. Yasir’in bu tazarru ve yakarışları devam etti.

Günler geçtikçe Ammar B. Yasir‘in yakarışları da artıyordu. Sanki ömrünün sonunda, kalb-i pakiyle, gelmekte olan tehlikeyi adeta seziyordu.

Nihayet tehlike çattığında, fitne zuhur ettiğinde Sümeyye‘nin oğlu, o gün nerede duracağını, hangi safta yer alacağını gayet iyi biliyordu. Evet, sıffin Amar B. Yasir doksan üç yaşında olmasına rağmen, inandığı, gönül verdiği hakkın ikamesi uğruna kılıcını çekmiş, yola çıkmıştı

Bu savaşla ilgili fikrini de şu sözleriyle açıklamıştı.

“Ey insanlar. ! Osman’ın intikamını almak için ortaya çıktıklarını iddia eden şu insanlara karşı bizimle birlikte olun. Vallahi onların maksadı, Osman’ın hakkını aramak değildir. Onların tek gayeleri, alıştıkları dünya lezzetlerinden kopmamak ve şehvetleri peşinde koşmaktır. Bunların İslam’da bir öncelikleri yoktur ki, Müslümanlar onlara ne diye itaat etsinler?. Müslümanlar üzerinde velayetleri de yoktur. Bunların kalpleri Allah korkusu nedir bilmez. Allah’a itaat da etmezler.“  Osman’ın intikamını almak istiyoruz.” Diyerek insanları aldatıyorlar. Bunlar ancak zorba ve melik olmak istiyorlar.

Sonra Ammar B. Yasir sancağa eline aldı. İnsanların başları üzerinde dalgalandırdı ve şöyle dedi:

“Nefsim, kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki. Bu sancak altında Resülullah’ın yanında savaştım. İşte bugün yine aynı sancakla savaşa çıkıyorum. Allah’a yemin olsun ki onlar bizi mağlup etseler de kesinlikle biliyorum ki, biz hak, onlar da batıl üzereler. “

Oradakiler Amar B. Yasir’e tabi oldular. Ona inandılar

Ebu Abdurrahman  es-sülemi şöyle diyor:

“Hz. Ali (r.a.) ile birlikte sıffin’e katıldım. O gün Ammar B. Yasir’in tüm savaş alanını dolaşarak çarpıştığını gördüm. Diğer Müslümanlar da ona tabi olmuşlardı. O adeta onlar için bir sancak gibiydi.” 

Amar B. Yasir, bu savaşta öylesine gayret gösteriyordu ki, sanki bu savaşın şehitlerinden birisinin de kendisi olacağını biliyordu.

Hz. Peygamber’in sözleri gözlerinin önünde büyük harflerle dolaşıyordu:

“Ammar B. Yasir’i azgın bir topluluk öldürecektir.” 

Bu nedenle, sesi ufku çınlatıyor, var gücüyle bağırıyordu.

“Bugün Muhammed ve Ashabına sevgi günüdür.”

Bir ara Muaviye’nin bulunduğu alana yaklaştı ve şöyle dedi:

“Sizinle daha önce kuran için çarpışmıştık. Bugünse onun te’vili için çarpışıyoruz. Ve hak yerini buluncaya kadar da çarpışmaya devam edeceğiz.”

Sümeyye

Ammar B. YASİR bu sözleriyle, daha önce Allah Resulü ve asabının, Ebü Süfyan komutasındaki müşriklere karşı yaptıkları savaşı kastediyordu.

O gün onlarla savaşmışlardı. Çünkü Kur-an açıkça müşriklere karşı savaşmayı emrediyordu.

Bugün ise, her ne kadar onlar Müslüman olsalar da, Kur-an‘ı açıkça onlarla savaşmayı emretse de, Ammar B. Yasir‘in içtihadına göre, onlarla savaşmak ve fitne ateşini ebediyen söndürmek gerekiyordu.

Yani dün onlarla dini ve Kur’an ı yalanladıkları için savaşıyorlardı .

Doksan üç yaşındaydı ve ömrünün son savaşına katılıyordu. Muaviye’nin askerleri, “azgın topluluk “ tan olmak istemedikleri için Ammar B. Yasir’den çekiniyorlar, ondan uzak duruyorlardı. Fakat Ammar B. Yasir tek başına adeta bir ordu gibiydi. Bu durum karşısında Muaviye’nin ordusundan bazı askerler onu öldürmek için fırsat kollamaya başladılar. Ve neticede onu öldürdüler.

Ammar B. Yasir’in ölüm haberi kısa sürede etrafa yayıldı. Müslümanlar Medine mescidinin inşası sırasında Hz. Peygamber’in söylediği şu sözleri hatırladılar:

“Vah Sümeyye’nin oğluna!. Onu azgın bir topluluk öldürecek”

Bu azgın topluluğun kim olduğu şimdi anlaşılmıştı: muaviye ordusu.

Bu durum karşısında Ali ve ashabının imanları bir kat daha ziyadeleşti.

Muaviye’nin ordusu ise, Ali’ye katılma eğilimi içerisine girdi. Bu durum karşısında muaviye derhal öne çıktı ve şunları söyledi:

“Evet, Hz. Peygamber’in sözü, Ammar B. Yasir’i azgın bir topluluk öldürecektir. Fakat şunu iyi düşününüz: Ammar B. Yasir’i kim öldürdü? Biz mi? Hayır! Bilakis onu kendi arkadaşları yani birlikte savaştıkları kişiler öldürdü! “

Bu yalan ve yanlış tevil, kalplerinde heva ve heves dolu olan bir kısım insanları etkiledi. Ve savaş bilinen seyri üzere devam etti.

 

Ammar B. Yasir kanlı elbiseleriyle birlikte oraya defnedildi.

Müslümanlar Ammar B. Yasir’in kabri başında şaşkın ve üzgün bir şekilde sıralanmış Amar B. Yasir’in adeta vatanına hasret duyan bir bülbülün sedası gibi söylediği şu sözleri hatırlıyorlardı:

Allah Resulü‘ne ve Ashaba sevgi günüdür.”

Ashabtan biri diğerine, “Medine’de oturduğumuz bir sırada Allah Resul’ünün: cennet Amar B. Yasir’e müştaktı, onu özlemektir.” dediğini duydun mu? Diye sordu. Arkadaşı da “evet, duydum dedi aynı olayı Ali, selman ve Bilal de anlattı. “

Öyleyse cennet Amar B. Yasir‘e  müştaktı. Onu bekliyordu. Ammar B. Yasir ise ahdini ve emanetini en güzel şekilde yerine getirmiş, Allah yolunda üzerine düşen görevi hakkıyla ifa etmiş olarak, gıpta edilecek bir ölümle cennete, o ebedi istirahatgaha doğru yola çıkmıştı.

 

 

 

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

Necip Fazıl

NECİP FAZIL

NECİP FAZIL

Yaşadığımız zamanlar, sonrası ve öncesi… Geçmiş ve gelecek… Şimdi bulunduğumuz anları anlıyoruz, biliyoruz az çok. Ama öncesini bilemiyoruz. Sadece tahminlerimiz var. Bu yüzden geçmiş ve gelecek arasındaki köprülerden faydalanmamız, onların yaşadıklarından ders almamız ve Fikirlerini gelecek için değerlendirmemiz lazım. Hiç kuşkusuz ki en güvenilir ve zamanına göre en dayanıklı köprülerden biri Necip Fazıl Kısakürek’tir.

Yaşadığı zamandan günümüze ışık tutmuştur sanki ve bugünlerde ne olacağının tahmin ve tahlilini o zamanlardan yapmıştır. Şiirlerin‘de ahir Zaman fitnelerini ve ahlak yoksunluğu kinayeli anlatımla dile getirmiştir. Hiç kuşkusuz “iğreniyorum” adlı yazısında yine memleketin o zamanki halinden bahsetmiş ve bize geçmişteki insanlarında gerçek yüzünü göstermiştir. Derinlemesine bakacak, inceleyecek olursak eğer, şimdiki zaman insanlarının o zamandan farkının olmadığını görürüz. Her yılda “ Görmedim, duymadım, bilmiyorum” u oynayan insanlar olduğunu fark ederiz.
Necip Fazıl bu yazısında diyor ki : “Gördüğü şeyi nasıl görebildiğini izahtan acizken gözüyle görmediği için Allah’ı inkar eden maddeciden iğreniyorum!” Her kelimesine, her cümlesine ayrı anlamlar yükleyen Necip Fazıl yine anlatmış işte sapıtmışların biz inananlar gözünde nasıl olduklarını. Tutarsız davranışlar sergileyip maddeci tavırlarıyla maddeyi de ispat edemiyorlar. “ Ağlayamam, anlayamam, içini kanatamayan, yumruğunu sıkamayan, insandan… İğreniyorum” diyor Necip Fazıl. Duygularını gerçek anlamda yaşamayan ve bir nevi iki yüzlü insanlardan, içine ise dışı olduğundan farklı durandan iğreniyor.

Zamanımızda da böyle değil midir bu? İçi farklı dışı farklı. Kalbi kinle kinle, şefkatle dolu ama bunu yine insanlara yansıtamıyorsa gönül evinde sorun var demektir. Gönül evini temizlemeden misafir çağıramazsın. Öyle basit ve üzerinde düşünülmeyesi konular değil bunlar. Necip Fazıl’ki en duru en pak şekilde anlatmış insanların iç dünyasını. Aslında bütün insanlığın görüş ve düşüncelerini kelimelere çok iyi aktarmış ustaca kullanmış ve arkasından gelen çıraklara son derece başarılı, güçlü bir Önder olmuştur.

Biz ki yarım sayfalık bir sayfalık yazılarla Necip Fazıl’ı anlatamayız, asla onun kadar usta olamayız ama çırağı olmak son derece onur ve gurur meselesidir. Necip Fazıl’ın ne söylediklerini, ne anlatmak istediklerini tek bir kişi anlatamaz tahlil Edip sentezleyemez. O yüzden Necip Fazıl’ı kendi dilinden dinlemeli, kendi dilinden okumalıyız. İyi ki Necip Fazıl Kısakürek üstadımızın çırağıyız vesselam.

 

Musab Yasir Özen 

www.musabyasirozen.com.tr

error: İçerik korunuyor !!!