Archives 22 Aralık 2024

Necip Fazıl Kısakürek

NECİP FAZIL KISAKÜREK / Abdülaziz Çekirge

NECİP FAZIL KISAKÜREK

Sancısı tutmuştu yine zihnimin… Ve sancısı tutunca zihnimin, rahatlatıcı alıyordum bir doz… Belki birkaç doz… Gerçekten de fayda ediyordu ama mülahazalarım yoluna giriyor, düşlerin ferahlıyordu. Sancısı tuttuğunda zihnimin, derdimle dertlenmiş ama aynı zamanda fikri heyecanın zirvesine ermiş, beyni zonk zonk sızlayan bir değerin fikirlerine, fikirlerinin kelimelere dökülüşüne, mana ikliminde süzülüşüne ve gönlüme müthiş haz verişine bırakıyordum kendimi. Günlük koşturma ve düşünce telaşı ve endişelerden sıyrılıp bir anlamda Kendimi tecrit Edip hakikatin manayla bütünleşen sözlerdeki ahengi ile kendime geliyordum. Bana kendimi, bana Özü, bana O’nu hatırlatıyordu.

Necip Fazıl Kısakürek

 

Necip Fazıl okumak işte böyle bir hissiyatı benim için,
Necip Fazıl okumak ve anlamak…

Yol onun varlık onun kelimeleri işlemişti içime önce. Anneciğimi her okuyuşumda içim sızlıyordu. Kaldırımlardan geçerken düşüncelerim yoğunlaşıyordu zaman, mekan, insan ilişkisinin nasıl anlam kandırıldığını görmüştüm. Necip Fazıl da… ve zirve haliyle fikri bir bütün olarak ve bir amaç doğrultusunda kalarak yaşamayı …

Üstadın eserleri, ortaya koyduğu düşünce iklimi ve savunduğu görüşleri yan yana koyduğumuzda elbette’ki hepsi birer kıymet olan üretimlerinden, şiirleri daha bir etkiliyordu beni. Üstat da zaten ; şiir bir cemiyetin top yükün his ve fikir hayatını tefahhus ve nura Kabe eden başlıca Rasat merkezidir diyordu. Ve şiirlerinde düşünmekten uzak geçirdiğimiz yıllarımızda, düşünce adamı olarak lanse edilenlerin, hayatlarında hiç tanımadığı Çile kavramını ve garbın eğreti taklidi ile ahkam kesenlerin acziyetini ortaya koyuyordu.

Şarkımızın dudaklarda hep kalacağını söylüyordu. ÜSTAD gençliğin olması gereken duruş noktasını belirliyor ve belirlenen bu yolda nasıl yürüyeceğini de yol haritasını çıkarıyordu; bugün komik üniversitesi, Hokkabaz profesörü yabancı ders kitabı, demagog politikacısı, çıkartma kağıdı şehri, müzahferat kanalı sokağı, takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi, mümin Zindanı mabedi, temeli yıkık ailesi, hasılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden atabilecek kendi öz talim ve terbiyesini memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan Savaşı içinde ve bu savaşı mutlaka kazanmakta vazifeli bir gençlik… Diye de çerçeveyi tutuyordu.

Necip Fazıl’ın 1934 yılına kadar ürettigi eserleri, büyük bir hayranlık uyandırmış ve beğeni toplamıştı ama 34’ten sonrakilerde başka bir mana boyutunda etkiliyordu insanı. Necip Fazıl da zaten kendi içindeki hesapla sonucunda daha önce yazdığı şiirlerinden bir kısmını artık benimsemedi gerekçesiyle yok sayıyordu.

Tek parti döneminde, hakikatleri ;

“Ey akıl, nasıl delinmez Küfen? Ebedi oluşun Urbası kefen! Kursa da boşluğa asma köprü, fen, Allah derim, başka hiçbir şey demem! düsturu ile yazılar yazması ve dönem dönem çıkardığı dergilerin bu nedenle kapatılması düşündürüyordu beni. Geçmişi sorgulatıyor anı anlamlandırıyor, geleceği ışık oluyordu. Özellikle 1943 yılında çıkarmaya başladığı Büyük Doğu’nun 1947’de toplatılması, fikri mücadelesine meşru yolla cevap veremeyenlerin çaresizliğini ispatlıyordu. Siyasi baskılara rağmen söz ve mana dehası Necip Fazıl Büyük Doğu’lara devam etmişti. Bahtiyarım ki, yaş olarak yetişemezsem de rahmetli amcamın büyük bir özenle her sayı sayısını biriktirip koruduğu orijinal Büyük Doğu’lar şimdi benim kütüphanemde duruyordu. Ve zaman zaman bana önderlik ediyordu.

Büyük Doğu gençliğinin bir parçası bile olmasam da Üstad, fikri örnekleme karşımda öylece duruyor ve her zaman kulağıma bir şeyler fısıldıyordu.

Sancısı ne zaman tutsa zihnimin, rahatlatıcı birkaç doz alıyordum. Bunun için okuyor, okudukça ferahlıyordum. Üstadın fikri dairesinde yoğrularak ve gösterdiği yolda yürümeye çalışarak hayratı örüyordum.

 

Abdülaziz Çekirge          

www.musabyasirozen.com.tr

 

 

Üstad

ÜSTAD / Abdülaziz Çekirge

ÜSTAD

Abdülaziz Çekirge

Bir kitabı şöyle dursun, bir hikayesinin, bir şiirinin ucundan tutsam şimdi; sayfalarca anlatır kendini o şiir yahut hikaye.

Lakin bir rüyada demleneceği varmış kelimelerin. Bir rüyanın harflerini dizeceğim cümleden iplerime. Rüya dediysem, hayali bir hal değil, saf bir gerçek. Üstadın ses renginde bir tını, Necip sözlerden örme bir teselli…

Cihat zaferin yolculuğuna azık ettiği rüyasını resmetmeye talip bu fakirin kelimeleri.

Buyurun düşünelim bu Hülya’nın içine…

Arabalı vapurun istikameti Eski hisar. Vakit gece vapurdaki otobüsün yolcularından biri uyarıyor. Nabzı bir çarpıntı halinde seyrediyor, zihni darmadağın, korkusu da eksik değil sağında ve solunda geziniyor telaşlı bakışları. Kendinde olsa kendine soracak: ÜSTAD nerede? Çünkü yolcu emin az evvel burada olduğundan. Koltuğundan kalkıyor, otobüsten vapura biniyor.

Suyun ve göğün seyrine dalıyor. Gördüğünü tarifine duruyor dili :

ÜSTAD

“Sabah olmak üzere, o açık lacivert semaya, kahveye süt karıştırır gibi, ALLAH günün aydınlığını katıp duruyor, denizde Sütliman “
Tarifine fon oluyor vapurun gürültüsü. Martıların çığlığı ekleniyor sonra. Yolcunun korkusu hala taze içinde bir heyecan tortusu, durulmuyor. Yolculuğun durgun bir suda olması, yolculuğu dindirmiyor. Aslında ilk kez olmuyor bu daha evvel de Necip Fazılı görmüştür rüyasında. Ama bu defa farklı, sesi , nefesi hâlâ kulağında; “ Korkma gemidesin pas pas da olsan gemidesin” . Yol boyu bu üç kısa cümle zihninin duvarını dövüp duruyor. Evine varır varmaz uyuyakalıyor. Uykusunun ömrü telefon çalana dek. Henüz sekiz olmamış saat. Telefondaki ses Ömer Kısakürek‘e ait “ Babam seni çok sever cihat.” Diyor ve aynı cümleyi tekrarlıyor Ömer Kısakürek. Sesinde tuhaf bir tını. Sanki biraz evvel Necip Fazıl‘dan da işitmiş gibi.

Yolcuyu bir ürperti kuşatıyor, vapurdaki gibi. Kelimeleri tutuluyor, diyemiyor içindeki o susarken, Ömer Kısakürek‘ten bir davet geliyor: “Hemen bana gel” Bir “peki” ye sığdırıyor bütün cevaplarını ve yine yola düşüyor yolcu.

Yeni taşınılmış bir evin alt katında, yorgunluk emareleri görülen bembeyaz yüzüyle koltukta oturuyor Ömer Kısakürek. ”Bak sakın korkma, ipek gibisin cihat, babam seni çok sever. Sakın korkma, yem desin pas pas da olsan gemidesin” Yolcu cihat “Tesadüfmü” sorusunu geçiriyor aklından. Ve saatlerce susuyorlar, yalnızca ara sıra çay bardaklarının sesi duyuluyor.

Sonra;

Sana söylemedi mi babam? Bana söyledi. Gemidesin cihat bu gece söyledi babam bana manada. Seni çok sever babam.
Çay faslına geçiliyor yine. Çay… Çay… Çay… süküt yarenlik, çayın buharına. Ve Ömer Kısakürek’e düşüyor;

Haydi git.

Yine yola düşüyor yolcu. Yolcuya yine yollar düşüyor şaşkın değil. Biliyor artık, sahiden bir irtibat var üstadı ile arasında. Biliyor, rüyalar bazen hakikatten ibaret. Çay şahit, buharlarında tüten sükut şahit…

 

 

Abdülaziz Çekirge          

www.musabyasirozen.com.tr

error: İçerik korunuyor !!!