









Diriliş insanı gelecek zamanı en az şimdiki zaman kadar gerçek kabul eder. O ufukların adamıdır. Somut ve mutlak gelecek zaman şimdiki zamanı içten öz ve anlama kavuşturur. onun için Zihnin zamanı bölmesini yaşantıya uygulamaz. Bu dünyayı yaşarken öteki dünyayı da yaşar. Devrimi aşarak diriliş çekirdeğini yeşertir. Statüko veya devrim onun için gerçeğin iki yüzü yada yüz astarıdır. Dirilişin şartı olarak otokritiği ve çileyi görür Özü olarak ALLAH’a ulaşmanın yeni doğumunu sezer. O hep yeniden doğuş adamıdır. Ölüm onarıcısıdır. Durumalış özdeğişimcisidir.
Hizmet için gelmiş bir konuk olarak bilir kendini Hizmet edişte köktencidir. Vecd ve coşkunluk adamıdır. Bu vecd ve coşkunluk sarhoş düzensizliğinden korur kendini. Geometrik oluşumla bütünlenir. Bu coşkunluk durmaksızın geçici oluşum dönemleri dışında toplum ve tabiat içinde dirilişin gizli açılımını arar. Toplum ona ALLAH’ın açılmış bir penceresidir. Her insan onun için ALAH’ın açılmış bir penceresi bir hikmet remzidir. Hayvanlar bitkiler ve cansız eşya dünyasında bile o şefkatin ve hikmet idrakinin devindiğini görür. Ona göre gurur öldürücüdür. Alçak gönüllülük diriltici. Kendini hep bir tohum olarak görür. Toprağa düşer ve boy vermek için gereken şartların gözükmesini sabırla bekler. Bir muştu gibidir. Klişeci değil özcü lafızcı değil anlamcıdır. Biçime değer verir ama biçimin ötesine geçmek amacını yitirmemek için alınteri döker. Önünde dikili gördüğü meşale yücelik meşalesidir. O ışıkta yorumlar oluşu .Hak Ettikten sonra girmeyeceği bölge yoktur. İyimserdir opürtünist değil. İnceleyici yoklayıcı araştırıcıdır. kötümser değil. Sanıdan çekinir. Ancak bu onun gerçeği görmesine engel olmaz.
Ahlaki hukuku ve estetiği metafiziği ile ilişkilidir. Mümkün olduğu ölçüde geçicinin tutsağı olmamaya çalışır. Ebediye bakar hep. Obje ve sujedeki kötülükle savaşta umutsuz olmaz. O hep savaşta bilir kendini. Dönüşsüz tövbenin eridir.Tövbe bozmanın ve ondan doğma pişmanlığın kendinde gelenekleşmemesine bakar. Hatalardan sürekli olarak yabancılaştırır kendini. Sistem üzerine sistem kor aklı. Ama sistemlerin mahkumu olmamakla şarttır. akıl ve iş düzeninde. Sürekli tazeleniş ve yenileniş içindedir. ama yenilik ir amaç değil bir yöntemdir onun için. Heran yeni arza ayak basmışlık duygusunu duyarlılığını taşır. Yozlaşma ve yobazlaşmanın her türlüsüne karşıdır. Derinleşme bir tutkudur onda saplantı değil Hakikati derinleşme ile arar. Bu onu darlaşmaya götüremez. Vecdiyle vahye gider. Vahy ve vecdle donanmış akılla dünyaya tasarruf eder. Böylece fiziğin son ucuna kadar atar adımını, Ama orada ilk çıktığı noktadaki gibi ALLAH’a yakın öteki alemle iç içedir.
M.Yasir ÖZEN. 01/11/2022

Başlangıçta teslimiyeti kabul etmek imanımızın ve inancımızın ve inancımızın en temel prensibidir. Böylesi bir teslimiyet sayesinde benlikler daha sonra islamın yaşama ve yürütme ile ilgili düzenlemelerine gönül hoşluğu ile kabul ederler. Her hangi bir yükümlülükle karşılaştıklarında ona karşı çıkmaz. Yürütmeye sokulmasını engellemezler. Söz gelişi içkinin, faizin, kumarın ve cahiliye dönemine ait bütün alışkanlıkların ortadan kaldırılması işte bu şekilde oldu Bu tür alışkanlıklar, bir kaç Kuran ayeti veya ALLAH elçisinin sözleri ile ortadan kaldırılabildiler. Halbuki düğer dünya düzenleri bütün bunlarla mücadele etmek için topyekûn yasaları ile yaşaması ile düzeni ile başını, ordusu elindeki tm iktidar olanakları ile mücadele ederler, ancak toplum yasaklar ve mükerler tarafından gizliden gizliye kemirilirken onlar sadece görünürdeki olumsuzlukları kontrol altına almaktan öteye gidemezler. Halbuki islami yaklaşım bambaşkadır.
Tek ve net yöntem içerir.Bu dosdoğru yöntem sayesinde, dinin başka bir doğal karakteristiği ortaya çıkarmaktadır. Bu din tamamen aktif harekete dayalı, eylemsel bir dindir. Yaşamın bütün evrelerine, realitelerine hükmetmek için gelmiştir. Bu realiteleri kendi emri ile ya onaylar, ya dönüştürür yada kökünden değiştirir. Bundan dolayı başlangıçta yalnız ALLAH’ın egemeniğini tanıyan toplumlarda fiili bir olayla karşılaşma’sının dışında yasa koymaz. Ancak böyle bir durumla karşılaştığı zaman, söz konusu fiili duruma uyun hükmünü koyar. O sadece ‘varsayımlarla’ uğraşan bir kuramlar dizgesi değildir. Yanlızca vakia ile ilgilenen reel bir yöntemdir o. Bu nedenle öncelikle ALLAH’tan başka ilah olmadığını, hakimiyetin sadece ALLAH’a ait olduğu akidesinin yerleştiği, ALLAH’tan başkasına ait olan egemenliği ve bu temel üzerine kurulmayan tam sistemleri reddeden Müslüman Türk Toplumu kurulmalıdır. Böyle bir toplum fiili olarak kurulduğunda onun yaşama ve düzenlemelere gereksinim duyan, reel bir hayatı olur. Ancak o zaman bu din daha başlangıçta din din dışı kalan tüm sistemleri toptan reddederek kurulacak yeni düzenin yasama ve düzenlemelerinin temelini teslim alan bir topluluk için, kendi sistemi yasama gereğini kurabilir.
Bu sistem ve onun yasalarının böyle bir toplumda uygulanabilmesi için söz konusu akidenin kendisine inanan fertlerin vicdanlarında ve toplumlarda egemenliğini tam olarak kurması lazımdır. Ancak o zaman rejimin bir saygınlığı bir ciddiyeti olabilir. Gelişmeler karşısında ani düzenlemeler ve yasalar geliştirilirse, söz konusu toplumun gerçek hayatı üzerinde egemenliğini tam olarak kuran bir akide sahibi olmasıdır. Esprisi insanların sadece ALLAH’ın önünde eğilmelerinin dışında kalanların koydukları haksızlıklara itibar etmemeleri olan yetkin bir inanç sistemi. İnanç sistemleri u niteliklere sahip olan bir insan topluluğu bulunduğu zaman, toplumun yönetimini de kendi egemenliklerine kaldıklarında ancak o zaman hakikat onarın gerçek ihtiyaçlarına karşı yasal düzenlemelerde bulunmaya başlar, gerçek hayatlarını düzenleyebilir.

Bu dinin en önemli özelliği erçekçi ve harekete dayalı (aktif)oluşudur. İslami hareket aşamalı bir harekettir. İslamın kendine özgü her aşamaya uygun mücadele araçları vardır. Her aşama yerine kendisini izleyen bir başka aşamaya devreder. İslam erçek olguların çeşitli aşamalarına, hayatiyetini yitirmiş, aktivitede mahrum araç ve gereçlere karşı koymadığı gibi bu tür gerçeklerin sadece soyut teorilerle karşılamaz veya soyut kuramlarla onların karşısına dikilmez. İslam’ın cihat konusunda koyduğu ve uyguladığı yönteme Kur’an i naslardan delil getirme girişiminde bulunan bazı kimseler bunu yaparken cihat konusunu kendine özgü özelliklerini ne yazık ki dikkate almıyorlar.
Bu yüzden islamın cihat konusunda uyguladığı yöntemin geçirdiği aşamaların yapısal özelliklerini değişik Kuran’i nasların bu aşamalardan herhangi birisi ile olan ilişkilerini kavrayamıyorlar. Bundan dolayı söz konusu kimseler cihat konusunda çok büyük yanılgıya düşmekten kendilerini kurtaramıyorlar. Dinin cihat konusunda uyguladığı yöntemi ona aykırı anlaşılmaz ve tanınmaz bir kılığa sokuyorlar. Kuran’i naslara ve temel ilkelere taşınıyorlar. Kuran’i naslara ve temel ilkelere, taşımadıkları anlamları yükleyerek yorumlama sırasında bu nasları zorluyorlar. Onların böylesi bir yanılgıya dönüşmelerinin başlıca nedeni Kuran’i naslardan her birisini islamda nihai kuralların temsil eder nihai nas olarak kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır. İslam’a ağlılıkları sat bir isimden ibaret müslüman kuşakları baskı altına alan ve ümmetleri kılan ve çağdaş gerçekler karşısında akılca ve ruhça yılgınlığa düşmüş bazı kimseler İslam yanlız savunma amacıyla eski yöne yönelir (savaşır) derler. Böylelikle asıl amacı yer yüzündeki tüm toğutları ve toğudi sistemleri ortadan kaldırıp insanların tek ALLAH’a kulluk etmelerine sağlamak onları kula kulluk etme zilletinden kurtarıp Rablerine kulluk etme izzetine eriştirmek olan islamı asıl amacından yönteminden saptırmakla onu başkalarına özellikle karşıtlarına şirin göstereceklerini sanırlar.
Halbuki bu din kendi inanç ve sisteminin benimsesinler diye insanlara baskı uygulamaz. Sadece söz konusu akide sistemi ile insanların arasına girmiş veya girmesi olası engelleri ortadan kaldırır. İnsanların kendi inanç biçimlerini seçmelerine engel olan tatiller ve otoriter sistemleri ya tamamen izole eder yada iktidar koltuğundan uzaklaştırır. Yani insanlar islam akidesini kendi özgür istemleri ile kabul veya reddebilmeleri için onlara bu akide sistemi arasına giren engelleri tamamen izole edip akide ile insanların arası serbest kalıncaya veya söz konusu güçler İslamın gücüne boyun eğdiklerini ilan ederek cizye verinceye dek onlara baskı uygular.

Ertuğrul Gazi veya Ertuğrul Bey (Osmanlıca: ارطغرل; ö. ~1280, Söğüt), 13. yüzyılın ortalarında Oğuzların Kayı boyunun lideri ve Osmanlı Beyliği’nin kurucusu olan Osman Bey’in babasıdır.
13. yüzyılın ortalarında Orta Asya’daki Cengiz Han’ın Moğol baskısından kaçan Kayılar, ilk olarak Doğu Anadolu civarlarına geldiler. Kayı Boyu beyi Süleyman Şah’ın (veya Gündüz Alp) Fırat Nehri’nden geçerken boğulup vefat etmesi üzerine Ertuğrul Bey, Kayılar’ı Bizans sınırına göç ettirmek istedi. Fakat kardeşleri bu fikrine karşı çıktı. En nihayetinde, bu görüş ayrılıkları nedeniyle Kayılar ikiye bölündü: Ertuğrul’un ağabeyleri Sungur Tekin ve Gündoğdu geride, Ahlat’ta kalırken; Ertuğrul, kardeşi Dündar ile birlikte Batı’ya doğru göç etti.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin Bizans İmparatorluğu sınırında bulunan uç emirliklerindeki Türk sayısı, 1243 yılında gerçekleşen Kösedağ Muharebesi sonrasında Anadolu’da başlayan Moğol istilaları sebebiyle artış göstermiş; buna paralel olarak Bizans topraklarına yapılan akınlar artmıştı. Bu akınlar sonucunda, Bizans topraklarında ikinci defa uç beylikleri kurulmaya başlandı.
Sultan Öyüğü (günümüzde Eskişehir) bölgesinde ise, uç topraklarının en ileri hattı olan Söğüt’te yerleşen Türk boyunun başında Ertuğrul Gazi bulunmaktaydı. Ertuğrul Gazi’ye bağlı boyun bu bölgeye ne zaman ve nasıl geldiği kesin olarak bilinmemekle birlikte, konu hakkında farklı görüşler mevcuttur.
Ruhî Tarihi’ne göre Ertuğrul Gazi veya atalarının önderliğindeki 340 kişilik Türk boyu, Selçuklular ile birlikte Türkistan’ı terk edip Anadolu’ya gelerek Ankara civarındaki Karacadağ yakınlarına yerleşti. 1222-1230 yılları arasında, İznik İmparatorluğu hükümdarı III. İoannis ile Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı I. Alâeddin Keykubad arasında Eskişehir ve Ankara civarında gerçekleşen mücadelelerden haberdar olan Ertuğrul Gazi, orduya hizmet amacıyla çarpışmalara katıldı. Bu kapsamda Karacahisar’a yapılan kuşatmada yer aldı. Bunu memnuniyetle karşılayan I. Alâeddin Keykubad, Ertuğrul Gazi’yi akıncı başı yaptı. 1230 yılında, Harezmşahlar ile yapılan Yassı Çemen Muharebesi ve Moğollarla yapılan Kösedağ Muharebesi sebebiyle I. Alâeddin Keykubad ile III. İoannis arasında barış sağlandı. Kısa süre sonra I. Alâeddin Keykubad, Ertuğrul Gazi veya atalarına yardımlarından ötürü Söğüt’ü kışlak, Domaniç’i yaylak olarak verdi. Ertuğrul Gazi akınlarına buradan devam ederken, I. Alâeddin Keykubad’ın ayrılmasının ardından Karacahisar elden çıktı. Bunun üzerine Ertuğrul Gazi, yerli tekfurlarla uzlaşma yoluna gitti.
Ruhî Tarihi’nde yer alan bu bilgileri Osmanlı dönemi tarihçisi Neşrî, Ruhî’den aktarmaktadır. Âşıkpaşazâde ise bu anlatılanları kısaltmış ve içeriğini değiştirerek, yaşananları Osman Bey dönemine nakletmiştir.
Başka bir hikâyeye göre ise, Sürmeli Çukur (Aras Nehri vadisi) veya Ahlat’tan Ankara civarındaki Karacadağ eteklerine yerleşen Ertuğrul Gazi ve aşireti, burada bir süre kaldı ve İznik İmparatoru III. İoannis’e karşı I. Alâeddin Keykubad’ın ordusunda yer aldı. Ancak Moğol saldırıları sebebiyle I. Alâeddin Keykubad’ın Konya’ya dönmesinin ardından Ertuğrul Gazi’ye Söğüt’ü kışlak, Domaniç’i yaylak olarak tayin etti.

Ertuğrul Gazi’nin ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Birçok kaynak onun 1280’li yıllarda (1280, 1281, 1282, 1288 veya 1289) ve tahminen 80’li veya 90’lı yaşlarda vefat ettiğini söylemektedir. Söğüt’te vefat eden Ertuğrul Gazi’nin, oğlu Osman Gazi tarafından yaptırılan bir türbesi bulunmaktadır.
19. yüzyılda Osmanlı donanması için inşa edilen bir fırkateyne, onun anısına ismi verilmiştir. 1998’de, Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’ta adına Ertuğrul Gazi Camii inşa edilmiştir.
1988 yılında TRT 1’de yayınlanan Kuruluş “Osmancık” dizisinde Baykal Saran, 2014-2019 yılları arasında yine TRT 1’de yayınlanan Diriliş ”Ertuğrul” dizisinde Engin Altan Düzyatan ve günümüzde ATV’de yayınlanan Kuruluş ”Osman” dizisinde ise Tamer Yiğit tarafından canlandırılmıştır.