Tag www.musabyasirozen.com.tr

KARTAL VE DOMUZ

KARTAL VE DOMUZ

Kartal Bir ağacın üstüne bir yuva yapar ve yumurtadan birkaç yavru çıkarır. Bir yaban domuzu sop samandan oluşan yatağını ağacın altına getir. Kartal avının peşinden uçup onu yakalayarak yavrularına taşır. Domuz da burnuyla ağacın etrafını araştırıp ormanda avlanır ve gece olunca yavrularına yiyecek bir şeyler getirir. Kartal ve domuz komşu olarak yaşamaktadırlar. Yaşlı bir tilki kartal yavrularını meme emen minik domuzları mideye indirmey planları yapar. Kartal’a gidip şöyle der: “Kartal, çok fazla uzaga gitmesen iyi olur. Domuza dikkat et; Kötü planları var. Ağacın köklerini kazıyacak.” Durmadan burnuyla yerleri kokladığını görüyorsun. sonra domuza gidip, “ Domuz iyi bir komşum yok. Dün akşam Kartal’ın yavrularına, Benim küçük kartallarım, domuz gider gitmez size küçük güzel bir domuzcuk getireceğim! Dediğini duydum der. O andan itibaren kartal avının peşinden uçmayı bırakır, ve domuz artık ormana gitmez. Kartal’ın yavrularıyla domuzcuklar açlıktan ölürler ve yaşlı tilki bir güzel ziyaret çeker. (Masallar, Leo Tolstoy, 1828-1910)

Kartal ve domuzun hazin hikayesinden anlaşılacağı üzere başkalarını kafalarını karıştırmalarına izin verenler, başkalarının yörüngesinde çıkarları uğruna yok olmaya mahkûmdur.

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

İNSAN VE SADIK YARİ

İNSAN VE SADIK YARİ

Birbirlerine ölümüne bağlı birbirine hayat bahçeden insan ve sadık yari kara toprak. İlk önce toprak insana can verir sonra da insan toprağı işleyip bitkiler, Sebzeler, meyveler elde eder. Hayatımızın can damarı olan suda topraktan fışkırmaktadır. İnsan ne kadar etten ve kemikten yaratılmış olsa da yarıdan fazlası su olsa dahi aslı Özü yaradılışı topraktır.

Allah (C.C) (Hac süresi 147.) Ayetinde bildirdiği üzere “insanlar sözümü iyi dinleyin, Rabbiniz birdir, babanız da birdir, hepiniz Âdem’in çocuklarısınız; Adem ise topraktandır.“ apaçık insan ile toprağın bağı ayette belirtiliyor. Buna binayen insanın karakteristik özellikleri de aslı olan toprağa çekmiştir. Örnek olarak sert, yumuşak, verimli, verimsiz, kara, kızıl vs vs gibi ayırdığımız toprak çeşitleri vardır. İnsanı da nankör, iyi, kötü, çalışkan, tembel, yumuşak ve sert olarak çeşitlendiririz. Bunu biraz daha açacak olursak her türlü bitkiye kucak açan toprak yine tüm uğraşlara rağmen hiçbir bitkinin bir otun dahi yetişmesini ne kadar emek versem dahi nankörse müsaade etmeyen tam tersine kendi işine bakılmadığı halde sürüp, Ekmeden bitki veren  toprak çeşitleri vardır. Bunu bir insanla da ilişkilendirebiliriz çünkü her şey aslına çeker sözünü ispatlıyor.

İNSAN VE SADIK YARİ

Biraz da toprağın farklı özelliklerinden bahsedelim. İnsan vücudundaki elektriği alır, sitresi yorgunluğu alır toprakla temas ettiği an akıp gider o yüzdendir ki toprakla uğraşan kişiler güçlü sağlıklı yaşarlar bir diğer özelliği de Yıldırım paratonerleri topraklama yaparak elektrik akımını doğrudan toprağa iletip tüm zararı ortadan kaldırır. Bir başka özelliği de dini bakımdan su bulamadığımız anlarda Teyemmüm abdesti ile ibadetlerimizi yerine getiririz, yine deterjan yerine kullanılabilir kap, kacak ve bedendeki kirleri temizleyebilir. Bu zeminde eski insanların uzun ve sağlıklı yaşaması Eski toprak deyimiyle  hem toprakla haşır neşir olmaları hem de oturdukları evleri toprakta ve kerpiçten olup sağlıklı yaşayabilmektir.

Sadık yari insanın hayatını idame ettirmesi için her türlü fedakârlığı yapmaktadır. Madenlerden yakıtları saymakla bitiremeyeceğimiz özellikleri ile insanın sadık yarinin namı  madalyonun öteki yüzü niye ölü toprak deyimi ile anılmaktadır. Ben bu deyimi çürütmek istiyorum, ilk önce bu deyimi ne için kullanılıyor acaba ölülerimizi gömdükümüz içinde ya da kaybetmek istediğimiz, yok olmasını istediğimiz şeyleri toprağa gömdüğümüz içinmi dir? Yoksa ben mi böyle algılıyorum? Bence toprak ölü gibi görünüyor olsa da sinesine gömülü herşeyleri yok etmiyor niteliklerini değiştirip içine aldığı canlı-cansız her şeyi maddeye Matar yerlere dönüştürüyor. Örnek petrol, kömür, elmas, doğalgaz gübreye dönüşerek yeni canları geri veriyor, yani sonuç olarak toprak canlıdır bunun bir diğer kanıtı da Bir avuç toprakdaki mikroorganizma ve bakteri sayısı dünyadaki insan sayısından daha fazladır. Madalyonun ise şimdi öteki yüzüne bakacak olursak daha içten daha samimi bir ifadeyle toprak ana sözünü ele alalım. Toprak ana güneşe, ay, yağmur, kar ve fırtınaya karşı hep cömerttir. Kışın uykuya dalıp baharla yeniden dirilip hastalığı bize hep bir fısıldama çabası içerisindedir. Bizim farkına bile varamadığımız onca nimete can vermektedir. Bugün cezaevlerinde onca yatan mahkumun özlediğim tek şey topraktır. Hak ettiği değeri kendisini göstermediği için toprak insanın özgürlüğüdür. Özgürlüğünüzün kıymetini bilmeliyiz. Toprak ana bu hayatın ta kendisidir. Hayatımızın başlangıcından, merkezinde ve kaynağıdır, işte toprağa bu yönden bakmalıyız.

İNSAN VE SADIK YARİ

İnsan olarak toplum olarak topraktan uzakta kalmamalıyız ülke olarak vatanımızın her karış toprağını değerlendirmeli toprak mahsulleri üreterek ülkemizi kalkındırmalıyız. Nitekim toprak ananın cömertliği ve ülkemizin toprak zenginliğinden yararlanarak hızlı bir üretim sistemi kurup şu an ekonomik buhrandan kurtulmamızı da sağlayacak olan tahıl ürünleri başta olmak üzere sebze, meyve ihracatını kesip ürettiklerimizle hem halkımızın ekmeğini çıkartıp hem de ithalat yaparak ülke ekonomimizi kalkındırmak zorundayız. Çünkü üretmeyen sürekli tükenen bir toplum haline dönüşürsek yok olup gideriz. Sonuç olarak insan ve sadık yari arasındaki bu ilişkiyi iyi değerlendirirsek her şeye karşı güçlü bir duruş sergileriz yeterki ellerimiz toprağa gitsin o cömertliğini bizden esirgemeyecektir. “Ya toprakla yaşayacağız ya da yaşamayacağız” toprak bize kelepçe vurmadan, biz ona kelepçe vurmalıyız ki amacımıza varalım.

Değerli okuyucularıma…

Fenerbahçe

FENERBAHÇE

Her şey güllük gülistanlık giderken 19 maçta yenilmeyen takıma ne oldu? Sayın İsmail Kartal’ın Basiretsizliğimi, futbol bilgisi mi yoksa sakatlanan futbolcuların kötü oyunun sebebi midir.

Ben size kendi çıkarımlarımla anlatmaya çalışayım ya arkadaşım bu irfan can kahvecinin 8 numara oynayabileceğini kimse İsmail hocaya söylemiyor mu, arkadaşım sinirden öfkeden deliye dönmek üzereyim, neymiş İsmail hoca Samandıra’da yatıp kalkıyormuş  yatmasında kalkmasında ya bir teknik direktörün hiç mi B planı, C planı olmaz. Bu kadar mı futboldan nasibini almadın hoca takke düştü kel göründü. Rize deplasmanı dönüşü Kurşunlanan otobüsü bahane Edip yabancı futbolcuları bir türlü ikna edemedin halbuki daha da hızlandırıp şampiyon yapman lazımken o kadroyu türlü bahanelerin arkasına sığınıp o günden bugüne aynı senaryoyu izlemekteyiz. Ya biz çok yeriz ya da İsmail hoca çok zeki ama zeki insan plan sahibi olur şekersiz çayda içmesini bilmeli. Bir insan bu kadar mı iletişimden uzak ve görüneni görmeyecek kadar kör olması lazım Sayın Ali Koç’a sesleniyorum, acil çok acil ivedi bir şekilde ya hocayı Çağır konuş ya da ivedi bir şekilde yanına futboldan anlayan eski futbolcularımızdan birini getir, hoca kör hoca bu işi bilmiyor bir kez daha belli oldu ki bilmiyorsun hoca bilseydin eğer Abdullah Avcı gelip seni Kadıköyde yenemezdi. Abdullah avcı zeki adam evet analiz edip ekibiyle Fenerbahçe bunları yapıyor böyle oynuyor farklı bir sistemleri yok sistemlerini kitleyip işi bitireceğiz dedi ve bitirdi. Tarihi fark da çıkabilirdi, o maçta 4-6-0 çık oyna 3-5-2 oyna Dzekoyu defansa çek irfanı 8 oynat Ferdi sol kanat ya da 10 numara oynat, Yani bir şeyler dene aykırı bir şey koy ortaya yoksa işte böyle gider tarihin en farklı Avrupa’da yenilgisini alırsın. Sonra da çıkıp söylenecek bir şey yok Fenerbahçe camiası ve taraftarından özür dileyeceksin kim kabul ederse etsin ben etmiyorum hoca 40 defa da zemzem suyuyla yıkansan eğer beceriksizsin olmuyor bu iş. İkinci adam olarak kalırsın ya bir insanın Öngörüleri olur bu kadar olmaz Umut Nayir, Ryan kent, batsuayi, Cengiz Ünder emre mor  ya bu çocuklar kaliteli teknik futbolcular bunları bir dene evet beyler 11’i açıklıyorum zaten Dzeko, Tadıc, schmanzky, Bunların direk oynat bu forma kutsaldır. Nasip olmaz herkese ya adam olun akıllı biri çıksın bu kulübü yönetsin ya da sayın Ali Koç  Ancelotti iyi mi, getirirsin Chloppu mu bu taraftar Şampiyonluk istiyor hem de eze eze kanırta kanırta köşede heykel gibi durup evet çocuklar oyun anlayışınız belli dakika 70 irfan cık, cengiz, gir Dzeko çık umut gir böyle bir şey yok hoca biraz insan yırtık olur be yapamıyorsan git emekliliğin tadını çıkar Çocuklarımda milyonlarca taraftarı olan kulübü bu hale koyma. Maç yenilmediğin kim vardı defans bloğun ve önlerinde oynayan adam, İngiltere liginin sekiz yıldır banko oyuncusu tamam, Becao, Dzeko ve Fred bunlar sakat olabilir her takımın başına gelir hocam üstüne Serdar Aziz de sakat evet her maçın farklı bir havası karşıdaki rakibe göre de bir sistemi olmalı evet biz Fenerbahçeyiz. Her maçı kazanmak için sahaya çıkarız ama bir sistem olmazsa ya da ezberlenmiş herkes tarafından ayyuka çıkmış ve as oyuncularından yokken sistem error vermesi farklı bir şeyler dener insan. Bu kadar ağır konuşacağım kepaze bir oyun olmaz. Benim burada yazacaklarımı duygulara tercüman olmak hoca Bu kafayı bu zihniyeti değiştirmediğin sürece Şampiyonluklar başka bahara kalır tabii ki Sayın Ali Yıldırım Koç, ada Vermediğiniz tüm emeklerden dolayı güle güle demenin sırası gelipte geçiyor. Allah iyiliğinizi versin elaleme güldürdünüz bizi büyük başkan büyük fenerbahçeli İsmail Kartal. Dış da fenerbahçeli ama içinde kim olduğunu kimse bilmiyor yoksa bizi de içimizde kapkara olmazdı. As olan Fenerbahçe’dir. Şahıslar geçicidir sizde geçicisiniz başarısız ve teknik direktör kervancıları, umutlar başka bahara Aziz Başkana.

Bizler inandık sizler inanmasanız da olur, İsmail Kartal eğer aklınız yetmiyorsa başkasının aklını kullanın da belki bir yere varırsın temizce. İsmail hocam size bir düşmanlığımız yok hocam siz ya Egolusunuz ya da süper Egolusunuz. Mütevaziliğinizi bir kenara bırakıyorum. Siz kendinizden bir defa emin değilsiniz. Basın toplantılarınız da em küm etmeniz Oyuncularımızın vurdum duymazlığı formanın ağırlığını futbolcularımıza aktaramamanız bakın size ne önerim var. Dikkate alır mısınız almaz mısınız bilmem ama. Crespo, mert Hakan, zajc, Samet bunlarla artı ryan kent hemen teşekkür edip yollayın, Yerine krunıc olur sağlam bir 6 numara torreira gibi olmazsa olmaz. Antalya’dan Türk olarak Oynatacağım defans Ömer Toprak ı Al forvete de Boupendza hataydan ayrılan golcü sağlam birde 6-8 Oynayabilen bir oyuncu daha ayrıca sol kanatta hızlı ve teknik bir futbolcu bunları da yaptıramıyorsun, farklı sistemler dene futbol bilgisine görüşüne güvendiğin iki adam eski futbolcularımızdan getir. Serhat akın, Ogün Temizkanoğlu, Alex, Anelka, Tümer, git al yanına en azından yanında sana akıl veren biri olur, çünkü yetmiyor hocam seninki etseydi bugün böyle bunları yazmazdım aç bir köşe yazarlarını oku adam daha futbol topunu görse canlı bomba sanacak işin şakası sen bu formayı on sezon terletip ağırlığını bilip sahadan gelmene rağmen sen öngörüleri bin kat daha fazla bu bir dost tavsiyesi çok bildiğini sandığın bir şeyi bilmediğin ortaya çıkıyorsa bunu fırsata çevir git rıdvan hocayı yanına al getir. Oğuz hocayı getir egonu koy bir kenara hocam özür dilemekle beraberlikle teknik ekibini koruyarak doktorları koruyarak bir yere varamazsın, vardığında da yanında günü geldiğinde sahip çıktıklarını en sonunda görürsün oy akıl akıl git biraz da İsmail Kartalla takıl. Hocam aykırı ol zit ol beyefendiliğini bir kenara bırak bizi şampiyon yap yapamayacağını inanıyorsan git 1 dakika bile durma git ben inanmıyorum inandırtamıyorsun hocam kabahat hep sana yazıyor. Artık yeter yeter ya kendinize gelin ya da şapkanızı da alıp gidin KARTAL VE KOÇ

Değerli Fenerbahçe Ailesi…

Yusuf İslam Burhan

www.musabyasirozen.com.tr

Şehir

HAYALİMDEKİ ŞEHİR

Hayalimdeki şehiri kurmaya çalışırken çok iyi zemin etütlerinden geçirip jeolojisini, coğrafyasını ince eleyip sık dokuyıp nakış nakış dokunan, dirlikte yol alan hakkaniyetsizlikleri, düşmanlıkları yok eden barış, esenlik ve kardeşlik penceresinde imar edilecek bu şehir, imanla, ilim, irfan ve iyiniyetle ışık saçacak huzuru tesisini kendi sağlayacak bireylerle adaleti ile herkesin yaşamak isteyeceği bir kent. Tabii ki İslam sancağı altında Müslüman olsun olmasın kuranı Kerim’in hükümleri ve peygamber efendimiz Sallallahü aleyhivesellem Hadisleri ve hoşgörüsü güzel ahlakı ile yönetilecek bir şehir.

Bu şehir hayali değil hayatın ta içinde herkezin kalbine nüfuz ediyor. Sokak başlarında devriye gezen ekip arabalarını değil, insanların omuzlarındaki yazıcı meleklerin ve el basrinin kendilerini gördüğünü Bilerek kötülüğe yaklaşmadıkları bir şehir. Farklı din, mezheplerin mensuplarının da toprağın da emniyet ve huzur bulduğun şehir. MOBESE’lerle, farklı güvenlik kameralarla değil, güvenliğin vicdanlarını sağlandığI bir şehir. Kaosun, Kavganın, karaborsanın, uyuşturucu, alkol ve hırsızlığın olmadığı istikrar ve dirliğin olduğu bir şehir… Karanlığında cehalet ve küfürün at koşturdu değil, bereketin letatenin, tevazunun ve alçakgönüllülüğün karanlığından sabahlarını açtığı bir şehir. Tabii ki bu şehir aklı selim ve temiz düzeni sağlayıp kalplere teysir Edip kardeşlik bilinci ile imanla ünsiyeti çoğaltıyor bu şehir. Bunuda çok iyi biliyoruz ki şehrimizin etrafında gezinen düşmanları yok edemeyiz belki ama şehrimizin etrafını dostluk sularıyla Önersek iyilik ve doğrulukla sağlamlaştırır askerlerimizi de hazır tutarsak cihan şehrimiz imanlı kalpleri emanet; kalplerde şehrin doğruluğuna.

Kent

Zaman halkasında tayy-ı mekan oluyor. Vefayı hatırlatarak ihanetten kurtuluyor. Olmaması gerekenler değil, olması gerekenler şaşırtıyorsa, gecenin karanlığında rahatça dolaşan bir insanın, iş gününün sonunda meyve ve sebzelerin üstüne örtmeyip  sokakta bırakan manavın; Bilmediği kaldırın ve sokaklarda bir oyuna kendini kaptırıp korkusuzca oynayan çocuğun veyahut eşyasını unuttu yere saatler hatta günler sonra döndüğünde onu bulan kişinin görüntüsü bize inandırıcı gelseydi, her şeyin doğru gittiğini şaşırmazdık. Şimdi de aklımıza emanet edilen idrakdan bahsedelim. Yedi gün 24 saat dikenli teller ve Kulelerle güvenliğini tesis eden akıl bu emin şehrin haricinde her yerde güvensizlik endişe fısıltılar içinde yaşayıp gidecektir.

Şehrimizi tarım arazilerini ekip su baskınlarında korumak için kanallar yapıp çok çeşitli tarım ürünleri yetiştirip dünyaya ihracat etmemiz halkın üretim ve ticaret faaliyetlerini şehrin tam gücüyle desteklemek, ipek, kumaş, deri, kağıt çeşitli yağlar ve ilaç üretimleriyle, aktarlar, kitapçılar, Sarraflar gibi her meslek erbabının ayrı ayrı örgütlendiği çarşılarda da Ünsalan bir ticaret merkezi haline getirmek ilim ve sanatla muhteşem camileri ve Kasırlarıyla, medreseleri ve zengin kütüphaneleri ile Rasathaneleriyle dillere destan etmemizdir. Vaad ettiğimiz ilim ve kültür ortamı bilim insanlarını ve sanat Erbaplarına cezbedip hayalimizdeki şehrin kalkınmasını ve armağan olarak nesillere kalmasına vesile olmasını temin ederim. Hayalimin zirveye ulaştığı bu noktada bu devirde emareden ilerleye ilerleye Rabbime mutmain olarak yazımı siz değerli okurlarımıza emanet eder sevgilerimi ve 

saygılarımı sunarım.

Yusuf İslam Burhan

www.musabyasirozen.com.tr

Yol Şiiri

YOL

YOL

(Şiir)

Kalma orada gönül
Yol ise amaç, vardır bir hikmet
Saklanma muğlak, çarpık fikrin ardına
Yol ise amaç, vardır bir hikmet

Sebep ararsan, çoktur kuşkusu
Eğer bulursa, hoştur coşkusu
Nehir gibidir, göçmen yolcusu
Yol ise amaç, vardır bir hikmet

Dünya bir misafirhanedir, geldik gidiyoruz
Ne yaptın onca zaman, bir sağa bir sola
Baktık gidiyoruz düştük yola
Yol ise amaç, vardır bir hikmet

Ne sen kalırsın, bu dünyada, ne de ben
Girdik bir girdaba, savrulduk bir kandilden bir kandile
Acı olmayınca tatlı da olmaz
Yol ise amaç, vardır bir hikmet

Aç kalırsın, fer söner
Dert alırsın, meşk eder
Boudur postur, ne farkeder
Yol ise amaç, vardır bir hikmet

Dipnot: Yoldaş “Uğur Güven”den tüm karanlıkları yırtan aydınlık yarınlara…. (20.12.2023)

Uğur Güven
www.musabyasirozen.com.tr

Kibir

Kibir

Kibir lehçemizde mana olarak kendini büyükleme hastalığı, kendi kendine tapınma, kendini şahsi iş dünyasında putlaştırma, bir nevi ruhsal takıntı, ahlaki zaafiyet, dinsel açıdan kendini “Rab”leştirme küfür tohumu…

İlahi huzurda işlenen ilk günah (Şeytanın Adem (a.s)’a secde etmeme olayı) Olan kibir, 20. yüzyılda da toplumları ve fertleri etkisi altına almış, kendini kontrol edemeyen (otokontrolü zayıf) bireylerde bir ruh hastalığı olarak karakterize olmuştur. İç dünyalarında kendi kendilerine yetemeyen ve bunun yoksunluğunu hisseden şahsiyetler, bir nevi iç dünyalarındaki buhranı bastırma ve dışa tersi istikamette yansıtma güdüsüyle kibirli davranmak mecburiyeti hissederler. Tıpkı güçsüz insanların güçsüzlüklerini gurur duygusu ile örtmeye çalıştıkları gibi…

İnsanı diğer varlıklardan ayıran ayırt edici tek özellik akıl (işleyen, düşünen, kıyaslayan) olarak bilinir. Akıl yerinde kullanılmadığında, insanın gücünü aşan bir çok hususta rehber olur, bugün onlarca kat yapılan gökdelenler, yüzlerce metre inşa edilen gemiler, uzay yolculukları teknolojik olarak icat edilen süpersonik cihazlar…gibi Bir çok harikulade eseri mihmanlarıdır, aklını kullanan insan. Konumuza dönecek olursak akıl beraberinde düşünmeyi düşünmekte bir fikri ortaya çıkardığına göre, kişinin ahlaki hastalıklarından kurtulmak sürecinde kendi nefis muhasebesini yaparak bu kötü huylardan kurtulması gayet tabi mümkündür. Ayette “daima kendini kınayan nefse and olsun ki” cümlesi geçer, burada verilmek istenen mesaj kişinin her daim o mükemmel aklını kullanarak kendini, tavırlarını, hareketlerini sorgulayarak en doğru olanı bulma yolunda göstermesi gereken çabadır. Düşünen ve ayırt edebilmeyi iyi yapan insan profili her daim değişmeye ilerlemeye ve gelişmeye müsaittir. Aksi olarak kendisini her şeye kapatmış tekdüze yaşayan insanların fikirlerine önem vermeyen kibir abidesi şahsiyetler hayatları boyunca bir gelişim gösteremeyecekleri gibi sadece yerlerinde sayacaklardır.

Dört büyük dinde olduğu gibi İslam dininde de tefekkürün (ilahi düşünüş biçimi) Önemi çok yerde vurgulamaktadır. Burada düşünmeden kasıt kişinin içsel yolculuğunda güzel ahlak ile ahlaklanması, geçmiş hatalardan ders alması sürekli olarak bir yenilenme sürecinde olmasıdır. İnsan oğlunun Beşikten mezara kadar fiziksel ve ruhsal gelişim sürecinde olduğu bir gerçektir. Bu bağlamda ahlaki gelişimi de doğru orantılı olarak ilerlemeli sürekli yenilenerek gelişmelidir. Ahlaki ve ruhsal hastalıkların başında gelen kibir duygusu dengeli bir şekilde törpülenmez ise gerek sosyal gerek iş gerekse aile hayatında ciddi problemlere zemin hazırlayacaktır. Bu bağlamda her bireyin kendi ruhsal dünyasını analiz ederek en küçükten büyüye ahlaki zafiyetlerden kendini arındırarak ruhsal gelişim sürecini en üst seviyelere taşımalıdır. Unutulmamalıdır ki hayatta tek değişmeyen şey Değişimin ta kendisidir.

Musab Yasir Özen

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

Nihilizm Dedikleri

Nihilizm Dedikleri

Nihilizm ve absürt felsefesi dünyanın en zengin ve en uygar kısmının ortaya koyduğu bir üründür. Bu felsefe, “perspektifsiz Dünya”, “ruhen parçalanmış fert”, “sağır-dilsiz sükut dünyası” vs den bahseder. Fakat zehir saçan bir felsefe değildir. Haddi zâtında çok derin ve ibret vericidir. İmajına ters bir tarzda yürüyen ve gelişen bir dünyaya karşı insanın mukavemet ve bir ifadesidir. O, tek boyutlu uygarlık dünyasına karşı insanın isyanıdır. Bu manada modern nihilizm, bazı kimselerce dinin bir şekli olarak vasıflandırırmıştır ve göreceğimiz gibi bu iddia hiç de asılsız değildir. Her ikisi de materyalizmin inkarını teşkil ediyor ve bu dünyayı aynı düşünce ile kucaklıyor. O ezeli sıkışmış olma hali mezarın öte tarafından bakış, insanın yabancı bulunduğu bir dünyanın içinden ümitsizce bir çıkar yol araması her ikisinin de müşterektir. Aralarındaki fark, nihilizmin Bu çareyi bulamaması, dinin ise bulduğunu telakki etmesindendir. Uygarlığın ilmi, gücü ve zenginliği ile insanın mutluluğu meselesini halletmek hususunda başarısız kalışı anlaşılıp kabul edileceği zaman, bu tespit insanlık üzerinde muazzam psikolojik tesir icra edecektir. Bu ayrılmanın ve genel olarak kabul edilmiş bazı temel görüşleri yeniden gözden geçirmenin Başlangıcı olacaktır. Buna maruz kalacak yanılmalar insanla ilgili ilmi yanlışlıklara dair olacaktır. Zira eğer ilim insanın mutluluğu meselesini çözemiyorsa, o zaman insanın kökeni hakkında ki vizyon hakikat, ilmi olan ise yalandır. Üçüncü bir ihtimal yoktur.

Arda kalan şeyler; Kaybolmuş bir Avrupa kültür hayali ve herhangi bir şeyin kurtarılması hakkında idrak kabiliyetsizliğine Dair delil ; Ahlaki ihtirasların da tam isabet almış ve tatbikatının gaddarlığı ile kutsiyeti ihlal edilmiş; Ağır yaralı olarak zafer kazanmış ve hayalleri için mesuliyet taşıyan idealizm; Sükût’u hayale uğramış, yenilmiş, suç ve hataların yükü altında ezilmiş realizm; Aynı şekilde olay mevzu olmuş hırs ve feragat; Zaman içinde birbirine girmiş inançlar, haça karşı haç, Hilale karşı hilal; Yıldırım hızıyla birbirini izleyen şiddetli, sarsıcı hadiseler yüzünden şaşırmış vaziyette bulunan ve kedinin fareyle oynaması gibi düşüncelerimizle oynayan şüpheciler: Şüphelerini kaybeder, yeniden bulur, ve tekrar kaybeder ve kendi zihinlerinin mekanizmalarını kullanmayı unuturlar.

Musab Yasir Özen / 08.03.2023

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

Düşünmek

Düşünmek

Düşünmek konuşulan neden merak sardık? Oradan başlamak gerek. Hatırlarsanız bizleri küçükken,” fazla düşünmek akla zarar” diye örgütlerlerdi. “Fazla düşünürsen aklını yitirirsin“ derlerdi. Bir de anımsarsanız, eli şakağında oflayıp oflayarak oturan, acı çektiğini gösteren, dert yüklü kimseleri “efkarlı“ diye adlandırırlardı. Efkarlı mana olarak yani çok fikirli, çok düşünen. Düşünmek çok zaman Hüzünle, yorgunlukla bazen de her türlü sıkıntıyla özdeştirildi. Uygunsuz durumlara kullanılan bu sözcük hiçbir zaman “kendisi” niteleyemezdi Günümüzde durum çok farklılaşmış sayılmaz. Sıradan insanların her gün yinelediği, Bir çok aydının, seçkin insanlar üzerinde düşünmeden sayıp döktükleri hep aynı terennümlerdir. Özellikle bizim doğu toplumlarında, düşünmeyi zarar saymak, hüzün saymak, acı saymak, ama kendisi saymamak modası geçmeyen bir olgudur. Bölge, söz konusu düşün alanı, Adeta bir tünelidir. Ne zaman hangi tarihte ne tür bir şekilde Müslüman çoğunluklar düşünmeyi böyle anlamaya ve ondan korkmaya başlamışlardır? Düşünmekten korkmayı, bütünüyle itaat etmedikçe iman etmiş sayılmayacakları İslam’ın vahyi nass’ları öğretmiş olabilir mi? Eğer ilahi vahye bakmayı biliyor onu iyi anlıyorsanız çok çabuk fark edeceğiniz ilk özellik, vahyin insana düşünmeyi ön plana çıkaran bir yaşama biçimini Önerdiğini görmek olmalıdır. Kendi toplumu arasında, tüm insanlığa model olsun diye, Kuran’ı ahlak edinerek yaşayan Resulullaha bakalım. Onun günün birinde insanların herhangi bir hususta düşünmesini yasakladığını yahut birtür düşünmeye engel olduğunu duyup bilen var mıdır?

Aradığımız konuda tek bir ima tek bir söz, tek bir fiil bulamıyoruz. Ama şunu biliyoruz. Örneğin ilmihal yazarı merhum Ömer Nasuhi bilmen gibi dikkatli bir müellif, büyük İslam ilmi hali adlı eserinin daha ilk sayfalarında, her ne hikmetse hiç kaynak göstermeyi bile ihtiyacı hissetmeden peygamber sözü diye şu ifadeye yer vermektedir; “La ibadete ke tefekkür” Türkçesi: tefekkür gibi ibadet yoktur. Bizim Kur’an‘dan edindiğimiz izlenime göre insan için mücerret düşünmek ve düşünerek yaşamak farzı ayındır. İlginçtir, düşünmek üzerine merakımız arttıkça Müslümanlar arasında küçük istatistikler yaptık. Gerçi istatistiklerle ne tür Yalanlar söylendi yine bolca tanık olduğumuz çağı da yaşıyoruz. Ama içimizi kemiren meraka engel olmak kolay değildi. Kime “Düşünmek farzdır” dediysek, ondan “aksini söyleyen mi var?” Türünden peşin, pişkin ve bizi hayli şaşırtan yanıtlar aldık. Peki şu çevremizdeki düşüncesizlikler neyin nesiydi?

Sathi Bir bakış açısından bakıldığında, sorunun yanıtını, emperyalizm de bulmak mümkün. Denebilir ki, belki bir tarihsel dönemden sonra başka dinlere mensup insanların İslam’a ihtida etmesiyle, Önceki din ve kültürlerinden taşıyıp getirdiklerini, bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek İslam dünyasında yaygınlaştırmaları, eleştirdiğimiz sonucu doğurmuş olabilir. Yine kültürel gelişime, okuryazarlığının çoğalması, başka dillerden müslümanların kullandığı dillere yapılan çeviriler, öteki din ve felsefelerin eserleri söz konusu sonuçta basat etken olmuştur, denilebilir. Bu bir açıdan bakış tarzıdır belki, saygı duyulabilir, haklı payı onaylana bilir, ama olayın mevcut vahametini izah etmeye hiç yetmez. Zira emperyalist yayılmacılığın koskoca kitleyi böylesine derinden etkilemesi demek, o kitlenin topyekün yeni bir dini yeni bir kültüre mensubiyeti demektir ki, kabul edilebilir bir açıklama olamaz bu. Emperyalistlerin bu insanların topraklarını, mallarını hatta cesetlerini teslim almaları, esir etmeye deli belki mümkündür. Ancak insanların kafalarını ve kalplerini esir almak, toptan büyülemek O kadar kolay bir iş değildir. İnsan teki, eğer kendisi gönülden razı değilse, onun bilincini hiç kimseyi seyredemez, rehin tutamaz. Bu onun doğuştanlığına aykırıdır. Yalnız bir cereyan var ki, İslam dünyasında son peygamberden çok sonraları ortaya çıkmıştır. Yeni bir tarzdır. Yeni bir bakış açısıdır. Yeni bir düşünme biçimidir ki, son peygamber ile irtibatlandırmak yahut onun arkadaşlarından birisini dayandırmak mümkün olmayan korkunç bir Zandır.Burada akıl ile naklin çatışma ihtimali olduğunu sanmaktır, söylemektir.

Tefekkür

Ne garip tecellidir ki İslam dünyasında, ilk özgür düşünce ekolünü sanılan, aslında Müslüman filozoflardan başkası olmayan öncülerin açtığı bir çığır, yani aklın nakille çalışabileceğini sanma çağrısı, çağımızdaki yepyeni bir felsefeye Hipotezlik etmiştir. Özgürlüğü sahili kaynaktan uzaklaşmak olarak anlarsak belki haklı görülebilecek bu yorum, ekolün son sempatizanlarıdan birisi olan Cemil Meriç’in ifadelerinde şöyle özetlemektedir. Batı felsefesinin, doğu vahyin kaynağıdır. Batı aklın, doğu gönlün vatanıdır. Şu bir cümlecik anlatıdan anladığımız, mefhumun muhalifinden çıkacağımız sonuç, akıl ile vahyin karşı karşıya getirilişi, yine akıl ile gönlün kalp çatışmasıdır. Vahyi elbette epeyce uzak düşen bir görüştür sözü edilen. Belki Cemil Meriç bu sözünde mazurdu. Zira o da referansını önceki Müslüman filozoflardan aldı. Ancak ilahi vahyin espirisinden böylesine uzak bir yorumun, Kur’andan habersiz yahut onu göz ardı eden bir zihniyetin ürünü olabileceğini işaret etmek gerek. Nakib el Attas’ın, Cürcaniden Naklettiği bir alıntıyla yanıtlamaya çalışalım. “ Akıl, Kalp (gönül) ” İle eş anlamlıdır, idrakin ruh’i algılama ruh’i algılama organı olan kalp dediğimiz şey de aynı şekilde akıl ile özdeştir. Akılın gerçek doğası akleden nefsin onunla hakkı batıldan ayırdı bir Ruhi cevher olmasıdır.

Doğu batı ayrımını bir kenara bırakarak düşünmek zorundayız, bu prodoksa yanıtımız nedir? Yanılgısı nerededir? İlk çözümlenmesi gereken sorun herhalde vahyi ile fikir arasındaki fark ve ilişkiye bir çözüm bir çare üretmektir. Öncelikle vahyi, ilahidir, mutlaktır, tartışılmaz ve yanılmasızdır, bunu biliyoruz. Oysa fikir beşeridir, özneldir, tartışılabilir ve yanılır. Elbette Allah’ın vahyi karşısında ve ona rağmen Bir fikir vahyi ile boy ölçüşemez. Tabii bu noktada hatıra bir soru takılıyor. Doğuştanlığını bozmamış bir akıl ( Elbette kalp demek istiyoruz) Yani Selim kılıp vahye aykırı bir fikre iman edilebilir mi? Dikkat edilmesi gereken bir başka noktada fikri ihmal etmekle ona iman etmek arasındaki ince farktır. Evet insan aklederek her türlü fikri imal edebilir. Ancak her fikre iman etmesi, yani yakin kesbetmesi muhâldir. Şöyle düşünelim; İnsan vahyin Allah’tan geldiğini bilecek, ona inanacak, akletmenin Allahın fıtratımıza yerleştirdiği kerametli bir melek olduğunu da bilecek… Sonra bize bu Kerametli nimetle birlikte söz konusu bu yetimize hitap eden teklifler gönderdiğini öğrenecek… Yani akıl etmenin de teklifinde Allah’tan geldiğine inanan bir Müslüman olacak… Bütün bu varsayımlardan sonra kişi, akıl ile naklin, Allah’tan gelen bu iki nimetin birbiriyle çatıştığını savunacak… İşte bizce muhal olan böylesi bir sonuçtur.

Fazlurrahman’ın “Bin yıllık kutsal ahmaklık” dediği sanırım İslam dünyasındaki bu bulanık zihinlerde. Ki onlar çok zaman söz konusu dünyaya egemen diler. Yahut Siyasal güçlerin gölgesinde sürdürülen tahribatlarını Sözlerimize başlarken alıntıladığımız ayeti kerime ile bir başkasını zikredelim, mealen; “Dinleseydik veya akıletseydik ateşin yarını olmazdık”.(Mülk süresi 10) “Allah‘ın ayetlerini düşünerek reddetmek mümkün değildir. “Vahyi yani nakil dediğimiz, düşünen insana bir göndermedir, hitaptır, tekliftir. Düşünmesine rağmen insanoğluna bir dayatma değildir. İlkin Kalplerden bu yanlış niyetin kökten silinip atılması umulur. Akla yapılan teklif yani seçimlik bir teklif, akla nasıl aykırı olabilir? Nasıl düşünebilir ki, bir hitap, hem hangisini seçiyorsun diye uysallık ve doğallıkla insana yaklaşacak, hem de onun için anlamayacağı yahut doğuştanlığının asla kabul edemeyeceği bir dayatmayı burnunun dibinde dikte ettirecektir. Hem hak ile batılı birbirinden ayır, Allah’a ait olanla İblis’inkini Fark et denilecek, hem de bu fark edici yetenek fark etmesi gereken ve kavgalı olacak. Reyini lehimize kullanmasını istediğimiz bir organa, kendisine menfur gelen bir koku sürünerek yaklaşmamız bilmem doğru olur muydu? Burada yine köklü bir yanlış anlayışın, bir yanlış yönlendirilişin İzlerini görebiliriz. maalesef ileride ayrıntılarıyla tartışmaya çalışacağımız bir bakış açısından akıl, insanın içinde muzır bir şeytan gibi telakki edilmiştir. Eğer bu gözlükten soruna bakarsanız elbet o muzır şeytan Allah’ın temiz vahyi ile barışık yaşayamaz. Yanılgı nerede demiştik? Neydi insanların büyük bir kısmını yanıltan? Evet, Allahın vahyi temizdi. Ama Allahın nimeti olan akıl yani kalbin bu melekesi de tertemizdir. O halde kirli olan nedir? Yeryüzünde yaşarken kimi düşünenlerin ilahi vahyin karşısında, vahye itirazları olan öğretilen ürettiklerini görüp durmakdayız. Öyle ya insanlar Allah’ın vahyine, Allaha, başka neleri ile, neleri ile itiraz edebilirler ki? İlk hatıra gelen elbet akıl olacak. Zira itaatte de ilk hattına gelen, bunu her zaman itiraf etmeseler de yine akletme işidir. madem ki insan düşünerek Allah’a itirazda edebiliyor, isyanda, öyleyse suçlu olan düşünme melekesidir öyle mi?

Allah

Atlanmaması, bu noktada ısrarla vurgulanması gereken husus bu Meleke’nin, kullanırken, fıtratından, tabiyatından, kaydırıp kaydırılmadığına dikkat edilip edilmediği hususudur. Öyle ya eşyanın bir tabiyatı vardır. Eşyayı tabiatının zıddına kullanırsanız, en azından beklenen umulan verimi alamaz, amacı araca kurban etmiş olursunuz. Elbet insan yaratılırken özgür bırakılmıştır, ona özgürlüğü sağlayan da düşünme yetisinden başkası değildir. Çünkü seçim yeteneği, oyunu kullanma yeteneği özgürlüğünün gereğidir. Bir düşünme mekanizması, ilahi vahyin karşısında ona aykırı fikir üretiyorsa o artık sapmış, doğuştanlığından kaymış demektir. Çünkü ilahi vahyin Kaynağıyla, İleride göreceğimiz gibi, akl etmenin kaynana aynıdır. Ve birbiri için var edilmişlerdir. Çünkü din yani ilahi vahyi aynı zamanda fıtrattır, Allahın fıtratıdır.

Düşünen insandan istenen de bu fıtrat üzere yürümesinden başka bir şey değildir. Öyleyse insanın söz konusu paralelliği bozması akıllılık sayılamaz. Yeteneği doğrultusunda özgürlüğünü kötüye, fıtratının adına kullanan insan, artık addeden olmaktan çıkmıştır. Şeytanların iğvasına aldanmış, Kendini müstağni görmüş, raydan sapmıştır. Şimdi raydan çıkmış bir insanın da üretimleri vardır diye akletmenin ilahi vahiy le çalıştığına İnanmak sağlıklı bir anlayış mıdır? Her yoldan çıkmış insanın ilahi vahye itiraz nedenleri değişiktir. Ama çok yinelenen bir neden var ki onu kuranı kerim, indirilen ilk Suresinde, ilk ayeti kelimelerin de bize özellikle anımsatmaktadır. Düşündürmektedir yoldan çıkmayı, fıtratını bozmayı kendisine hak kabul edenlere yönelik uyarıcı mealen yeniden okuyalım, alak suresinin başında buyurulur. “İnsan, kendini kendine yeter, görerek azgınlaşır “şimdi hangi Müslüman insanın, ayette sözü edilen azgınlaşmasını, aklı kullanmak, akıllılık olarak görebilir? Biz, aklılık derken nasıl olurda böylesi bir sonucu anlayabiliriz? Bizce yanılgının ilk düğün noktası yukardaki sanırlardır.

Musab Yasir Özen

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

Çöl Aslanı Ömer Muhtar

Çöl Aslanı Ömer Muhtar

Global sömürgeciliğin en uygun olarak yaşandığı bölge şüphesiz Afrika kıtasıydı. Sömürgeciliğe karşı bu kıtada destansı bir mücadele başlatan ve tüm dünyaya ismini kazıyan “Çöl Aslanı Ömer Muhtar” Uzun yıllar İtalyan ordularıyla savaştı. İtalya’ya ait orduların ilerleyişini durdurdu gibi sonraki yıllarda ülkesinin bağımsız olmasını sağlayan o kutsal meşaleyi yaktı. “Çöl Aslan’ı Ömer muhtar” 1858 yılında dünyaya geldi. Kaliteli bir İslami eğitimi alan Ömer muhtar genç yaşında senusi  İslam hareketine katıldı. Gözü karalığı, cesareti, ve üstün savaşçı yanlarını ilk olarak 1899 yılında Fransa’nın Çad işgali sırasında gösterdi. Ordularını geç tamamlayan ve sömürgecilik de geciken İtalya, Osmanlı topraklarından Libya’yı işgal girişiminde bulundu. Karadan Libya sınırının olmaması ve deniz Yolunun da İtalyan donanması tarafından kapatılması nedeni ile başta Mustafa Kemal ve Enver Paşa olmak üzere Osmanlı subayları Libya’ya geçerek direnişi başlattı. Osmanlı subaylarının mahiyetine giren Ömer muhtar, destansı mücadelesine başladı. Osmanlı subay ve ordularının önderliğinde inanılmaz bir mücadele veren Libya halkı İtalyanları sahil kısmına hapsetti. Stratejik dehasını ve lider yönlerini bu savaşta gösteren Ömer Muhtar  halk tarafından kahraman ilan edildi.

İtalya devletinin Osmanlı adaları‘nı işgal etmesi, Çanakkale boğazına abluka altına alması ve başlayan Balkan Savaşı nedeniyle Osmanlı subayları mecburen geri dönmek zorunda kaldı. Gözyaşları ile Balkanlara geçmek zorunda kalan Osmanlı subaylarının koordine ettiği mücadelenin başına Çöl Aslanı Ömer Muhtar geçti. Gözü karalığı, teşkilatçılı ve inanılmaz stratejik dehası ile Ömer Muhtar  22 yıl boyunca İtalyanlara Libya topraklarını dar etti. Gönüllü kuvvetleri ile İtalyan ordusuna inanılmaz ağır kayıplar verdirdi. İtalyan ordularının Libya içlerine ilerlemesine engel oldu. İtalya’nın atadığı sözde valileri savaş  meydanlarında tek tek yendi. Tarihler 1931 yılını gösterdiğinde Ömer muhtar 73 yaşına gelmişti. İlerlemiş yaşına rağmen İtalyanlarla destansı mücadelesine devam ediyor, bağımsızlık için gece gündüz demeden çarpışıyordu. İtalyan hava Kuvvetleri’nin ağır bombardımanla maruz kalan Çöl aslani, yaralı olmasına rağmen son mermisi ne kadar çarpışmıştı, ama esir düşmekten kurtulamamıştır. İtalyanlar tarafından yargılanan “Ömer muhtar “idam edilerek çok istediği şehitlik mertebesi ne ulaştı.

Musab Yasir Özen

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

İNSAN HAKKINDA

Bir zamanlar Darwin’in sayesinde insan konusuna nihai bir çözümün getirildiği sanılıyordu, tıpkı kainat hakkında Newton’un nihai bir doktrin ortaya koyduğuna inanıldığı gibi fakat Newton’un Mekanikçi kainat tasavvuru bazı gerçekleri izah edemediğinden dolayı nasıl tutunamadığı ise, Öyle görünüyor ki Darwin teorisi de aynı sebepten “izafi “sayılmaya mahkum dur. Tekamül teorisi insanın ilkdini sayfasını tatminkar bir tarzda izah edemiyor, ve hatta Uygarlıkla ilgili bazı olguları bile açıklamaktan aciz kalıyor.

İNSAN HAKKINDA
Maddi bakımdan hali düzelince insanlardan daha az memnun olur? Maddi standart yükselince psikolojik standart neden düşer? İntihar olayları ve Ruhi bunalım vakaları neden milli gelirin artışı ve eğitim derecesi ile doğrudan doğru ya bir münasebet arz ediyor? Veya evrimin başlangıcında, sonunda kıyasen neden daha fazla insaniyet vardı? İlerleme neden aynı zamanda Hümanizasyon değildir? Nasıl oluyor da dünyanın gayrı nedeni bölgelerinin mesela ( Okyanusya ve Afrika) Sanatı, sözde kültür bölgelerininkinden daha kuvvetlidir. Ve bu sanatın bu bölgeleri üçlü, hemen yön değiştirici bir tesiri vardır, vs. Darwin’le Newton Bir defa tanıdıktan sonra insanın aklı onların açık ve sayını kabul görüşlerini kolay kolay terk edemez.
İNSAN HAKKINDA
Newton’un dünyası sürekli, mantıklı istikrarlı olduğu gibi, Darwin’in insanı da tabii, Basit ve öngörülür mahiyettedir, var olması için mücadele, ihtiyaçları tatmin, ye knesok ve fonksiyonel bir dünya istihdaf ediyor. Fakat Newton’un hayalini en içten yıkmıştır; Burada ise, Şimali, karamsar felsefe ve uygarlığın başarısızlığını aynı şeyi yapıyor. İnsan öngörülemez, açıklanamaz ve tatmin edilemez, şüphe ve korkudan müteessir, Einstein İfadesine göre “eğritilmiş” Bir varlıktır. İnsanın konu olan felsefe uzun müddet, doğru çizgili Darwin vizyonunun tesiri altında kaldıktan sonra, şimdi kendi inkilabını, Einstein’in Görüşüne uygun bir dönüşü bekliyor. İnsan hakkında bu yeni anlayışın Darwin’inci Anlayışına olan nispeti, Einstein’ın kainat anlayışının Newton’unkine olan nispeti gibi olacaktır. Eğer ızdırap yolunda yükselmemiz, zevk yolunda ise görebilmemiz doğru ise, o zaman bir ruha sahip oluşumuzun Hayvan atalarımızla bizi farklılaştırılmasından dolayı bu böyledir. Ne insan Darwin’e göre, ne de kainat Newt ona göre “biçimlendirilmiş” tir.
M.Yasir ÖZEN
08.03.2023
İNSANA DAİR (Darwin ve Michelangelo)

İNSANA DAİR (Darwin ve Michelangelo)

İnsan menşeine dair düşünceler, her dünya görüşünün temel taşını oluşturur. İnsanın nasıl yaşaması icap ettiğine dair incelemelerin hepsi bizi, insanın nereden geldiğini sorusuna götürür. İlimle dinin cevapları burada da birbirine zittır.

İlim, insanın ortaya çıkışını, Zoolojik ve insani hususiyetler arasında kesin sınırın bulunmadığı ve insanın uzun bir geçiş safhası geçirdiği, basit hayat şekillerinden Başlayarak bir tekamül sürecinden geçtiği yolundaki yorumlarla izah eder. Dik yürüyüş, alet yapma veya kullanma, açık ve düzgün konuşma gibi hususlardan hangisi bu ayrılış için tayin edici bir faktör olarak alınırsa alınsın; Bu hususlar ister insanın fiziki yapısının gelişmesine isterse onun etrafındaki tabiattan faydalanması bahsinde söz konusu olsun, ilim için daima harici, maddi bir gerçek olarak görülmüştür. Bu anlayışa göre insan tabiyatın kucağında büyüyen, ondan ayrılmayan ve ona ait olan bir varlıktır.
Buna karşı din ve sanat insanın yaratılmışlığından tanrının bir fiili olan, gelişmeye dayanmayan ani, sancılı, facialı bir olaydan bahsetmek tedirler. Hemen hemen bütün dinlerde farklı tasvirlerle mevcut olan insanın yaratılışı ile ilgili vizyon, insanın maddenin içine atılmış olmasından, dünyaya “ Düşüşü”nden , İnsan ile tabiat arasındaki zıddiyetten, İnsana yabancı ve düşmanca bir muhitden söz etmektedir. İnsanın bir gelişme neticesimi, Yoksa yaratılışları mı ortaya çıktığı meselesi böylece insanın kim olduğu, dünyanın bir parçası mı, yoksa ondan ayrı mı olduğu meselesine dönüşür. Materyalistlere göre insan “Mükemmel hayvandır”, home machine,biyolojik makine… İnsan ile hayvan arasında kalite değil sadece derece farkı vardır. Sırf insana ait bir söz yoktur. Ancak ve ancak “müsahhas” Ve bir fiil var olan, ekonomik ve sosyal tariftir. Macar Watar yelist yazarlarından Gyorgy Lukacs’ın “Egzistencijalizam ili marksizam” adlı eseri; Tüm diğer sistemler gibi insanda tabiat içinde ve tüm tabiyatın kaçınılmaz ve umumi kanunlarına tabi bir sistemdir. (Ivan Pavlov; Psychologie Experimentele) Bir insanın tekamülde harici objektif bir faktör vardır ki oda çalışmadır. İnsan dış çevresini ve kendi çalışmasının bir ürünüdür. İnsan oluşu maddi faktörlerin tahmin ettiği harici, biyolojik bir süreç olarak gösterilmektedir. El Ruhi hayatı tahrik Edip hızlandırıyor. Elin keşfi konuşmanın keşfi gibi Zoolojik tarihin sonunu ve insan tarihinin başlangıcını teşkil ediyor.
İNSANA DAİR (Darwin ve Michelangelo)
Açık ve inandırıcı görünen bu görüşlerin tesiri aşikardır. Aşikar olmayan ise bu görüşlerin bir bakımdan insanı inkar etmesidir. Materyalist bilim ve felsefe insan cüzümütemmimlere ayrılıyor. Ve sürecin sonunda, öyle görünüyor ki tamamen yok oluyor. Sosyal insanı ilk defa Engels tahlil ediyor ve onu sosyal ilişkilerin veya daha sarih bir ifade ile üretim ilişkilerinin bir ürünü olarak gösteriyor. Burada insan tek başına bir hiçtir ve hiçbir şey yaratamaz. Bilakis o var olan bu gerçeklerin bir neticesidir. Bu suretle Kendi gerçeğinden soyutlanmış ve sadece biyolojik bir gerçek olarak gösterilen insanı Darwin ele alıyor. Darwin konuşan Dik yürüyen ve alet yapan bu mahlukun, Tabi ayıklama ve hayatta kalma mücadelesinin neticesi olarak, yakın hayvan atalarından geliştiğini gayet mantıki bir tarzda gösterecektir. Bu sürecin tasvirini, biyolojik canlı dünyanın tüm şekillerini ilk şekillere, bunların ise nihai çizgide fizik, kimya, diğer tabirle moleküller güçlerin oyununa icra edildiğini göstermek suretiyle tamamlayacaktır. Hayat şuur ve insan ruhu gerçek olarak mevcut değildir. Bunlar sadece bu niteliksiz güçlerin karşılıklı eyleminin bilhassa karışık görünümüdür. Orjinal ve “ayrıntılanamayan” Bir insani cevher aslında yoktur. Şimdi biraz cumali ve fakat açık ve anlaşılır olan bu Şeymadan sonra, Sistina Şapeli’nin Michelangelo Tarafından yapılan tavan tasvirlerini, “cennetten kovulma” dan, Âdem’in yaratılmasından “korkunç mahkemeye “kadar bir süreci gözlemlerimizin Önüne seren bu tasvirleri gözden geçirirsek, ister istemez dünya tarihinin belkide en heyecanlandırıcı sanat eserleri olan bu resimlerin manasını kendi kendimize sorarız. Bunlar mevzubahis ettiği o büyük olaylar hakkında acaba herhangi bir gerçeği ihtiva ediyor mu? Ediyorsa bu gerçek nedir? Veya daha açık bir ifadeyle bu resimler gerçeği ne bakımdan yansıtmaktadır?
Yunan trojeorileri Dante’nin Cennet ve cehennem vizyonları, zencilerin ruhani şarkıları,
 Shakes Peore’nin dramları,Faus’tun cennette prologu, Melanezya Maskleri,eski Japon frenksleri, Yahud bazı çağdaş ressamların eserlerinin bu örnekleri bir sıraya rüya yet etmeden ortaya koyuyorum, çünkü bütün sanat bu bakımdan ayrı tarzda tanıklık yapmaktadır.
M.Yasir ÖZEN
DEVLET İKTİDAR VE SİYASET

DEVLET İKTİDAR VE SİYASET

Siyaset sosyolojisinin geniş kapsamlı bir biçimde tanımlanması bir önceki makalede işlendiği gibi, 1980 lerden itibaren genel kabul görmesine rağmen bir çok siyaset sosyoloğu Ve hatta bu tanımı bizzat kendilerine mal eden siyaset sosyologları bile siyaset toplumun bir çok farklı alanında, örneğin aile, eğitim gibi bir dizi toplumsal kurumlarda analiz etmektense yine devlet çerçevesinde, devlet aygıtının sınırları dahilinde meydana gelen bir olgu olarak irdelemeye devam Etmişlerdir. Siyaset olgusunun devletle bu şekilde özdeşleştirilmesinin Tabi bir çok nedeni vardır. Bunlardan biri siyaset sosyolojisinin çok uzun bir süre geleneksel olarak nitelendirilebileceğimiz Bir kurumsal Siyaset bilimi anlayışının etkisi altında kalmış olmasıdır. Siyaset sosyologlarının zihin haritasının bu şekilde çizilmesi ve edindikleri düşünce alışkanlığı onların devlete, merkezi bir önem atfetmelerine ve devlete Siyasal sürecin odağı ve neredeyse tek dayanağı ve kaynağı Olarak algılamalarına neden olmuştur.

Geleneksel siyaset biliminin inşa ettiği kavramsal çerçeve siyaset sosyolojisi üzerinde etkili olmuştur, dedik ve bu eski kendisini öncelikle siyaset kavramının tanımlanmasında göstermektedir. Gerçekte de siyaset nedir? Bu soru ya Yanıt bulmak için Siyaset sözcüğünün zaman içerisinde, bilim tarihi boyunca, bilim dilinde taşımış olduğu anlamlarına bakmak gerekir. Ama herkes bilir ki, siyaset sözcüğünün bilim dışı gündelik sohbetlerde kullanımın Bile birden fazla anlamı taşıdığıda bir gerçektir. Örneğin bir hükümetin eğitim Siyasetinden yakınıyor, devletin dış Siyasetinden ya da belirli bir işletmenin Personel istihdam Siyasetinden söz ediyoruz. Bunun yanı sıra falanca kişinin siyasi davrandığını söylüyor ya da ben siyasete karışmam diyerek tehlikeli saydığımız bazı tartışmalardan kendimizi sıyırabiliyoruz. Demekki günlük konuşma dilinde siyaset sözcüğünün birden fazla anlam taşıması meselesi bir yana, zaman zaman bir kişinin siyasi davrandığını ileri sürdüğümüzde olduğu gibi, bu sözcüğün olumsuz bir yan anlam taşıdığı da ortaya çıkıyor. Gerçi bu sözcüğü sohbetlerimizde kullandığımız da neyi kast ettiğimiz, siyaset sözcüğünün neye tekabül ettiği konusunda sezgisel düzeyde de olsa belirli bir bilgiye sahibiz. Ama birisi çıkıpta bize siyaset sözcüğü ile kesin olarak ve net bir biçimde neyi kastettiğimizi soracak olsa yanıt vermekte güçlük çeker ve bu amiyane   ( yada vürgel) Bilginin yetersiz olduğunu anlarız. Çünkü Siyaseti bir kavram olarak tanımlamak da güçlük çekeriz.
DEVLET İKTİDAR VE SİYASET
Ne var ki, Siyaseti bilim alanında da bir kavram olarak tanımlanması Çetin çabaları neden olmuş ve bu konuda çeşitli yorumlar birbirleriyle çekişme noktasına gelmiştir. Gerek siyaset biliminin, gerek siyaset sosyolojisinin ortak bilimsel objesi olan siyasetin kavramlaştırılması gerçekten de zorlu Bir uğraş teşkil etmiştir. Oysaki diğer bilim dallarının, özellikle doğa bilimlerinin bilimsel objelerine ilişkin bu türden bir tartışma ve güçlük yok. Örneğin botaniğin bilimsel objesi olan bitkilerin tanımlanması ekoller arasında yaklaşım çarpıtmalarına yol açmıyor. Gerçi bu alanda da tartışma var, ama burada tartışma bilimsel objenin tanımı üzerinde değil bitkilerin mesela organik yapıları üzerinde ya da çeşitli tasnifleri konusunda odaklasıyor. Bu toplumun fiziksel ve de aradan zaman geçtikçe daha iyi tespit edilebileceğimiz Şekilde, sosyolojik anlamda da sarsan 17 Ağustos 1999 depreminden sonra bunu gördük.
Yer bilimcilerin ve jeofizikçilerin bilimsel objeleri, örneğin depremlerin Fay hareketlerinden kaynaklandığı, bir fayın ne olduğu ya da ne olmadığı konusunda tanımsal çalışmalara girmediklerini müşahade ettik. Tartışmalar bilimsel objelerinin teşhisi ve tanıma konusunda değil, başka bir alanda cereyan ediyordu. Fayların aktif olup olmadığı, tek parçalı ya da birden çok parçalı olup olmadığı bir sonraki muhtemel depremin tarihi ve tahrip gücü hakkında anlaşmazlık vardı. Onları dinleyen TV seyircileri gerçi hepsinin bir araya gelip aynı yönünde beyanat vermelerinden şikayetçiydi. Çünkü ekran karşısındaki izleyiciler, bilimsel faaliyetin ve bilimde gerçeği aramanın tartışma ve eleştiri zemini üzerinde temellidiğini bilmiyorlardı. Elbette bilmek zorunda da değillerdi. Bilimsel olarak imkansızı, tek beşi aşmaz bir doğulunun açıklanmasını istiyorlardı. Ama biz yine siyaset konusuna dönelim ve sorularımıza dönelim. Toplumsal hayatta cereyan eden sayısız olaylar arasında neyin siyaset olduğunu neyin olmadığını ayırt etmemizin, yani herhangi bir olayı bir siyasal olay olarak teşhir etmemizin yöntemi nedir? Siyaset kavramını tanımlama çabası belli başlı iki yönde süregelmiştir. Bir grup araştırmacı siyasetin devlet olgusuna ilişkin bir faaliyet alanı teşkil ettiğini ileri sürmüştür. Bu yorum Aristo‘nun siyaset bilimine miras bırakmış olduğu geleneksel anlayışın temelini oluşturmaktadır.
DEVLET İKTİDAR VE SİYASET
Aristo, Biliyoruz, insan oğlunun doğasını açıklamak için 10.01 Siyasal hayvan (zoon politikon) Olarak tarif etmişti. Ona göre Siyaset İnsan oğlunun doğasında olan toplumsallığının, Yani cinsleri ile iletişim kurma ihtiyacının ve yeteneğinin uzantısı olarak karşımıza çıkıyordu. Gerçi Toplumsallık bazı hayvan türlerinin de sahip oldukları bir özellikti. Hayvanlar aleminde de sürüler halinde birlikte yaşama hareket etme ilişki ve iletişim kurma örnekleri gözlemlenmiyor değildi, Ama hiçbir hayvan türünün geliştirdiği iletişim sisteminin Siyasal düzeyde bir örgütlenmesi, Siyasal nitelikli bir ilişkiler sistemi kurması varit değildi.
DEVLET-İKTİDAR-VE-SİYASET
Oysaki Siyasallık sadece insanlara özgü bir özellikti ama yine de Aristo tüm insanların Siyasal bir toplum oluşturmadıkları ya da oluşturma istidadına sahip olmadıkları kanaatini taşıyordu. Bazıları topluluklar halinde yaşıyordu, ama bu topluluklar henüz siyaset öncesi bir düzen aşamasında oluşan topluluklardır. Bu topluluklar, Atinanın halkı gibi bir Siyasal toplumu insan oğlunun doğallığının en üst düzey bir sonucu olan ve dolayısı ile ona en çok yakışan Siyasal düzeyde bir örgütlenmeyi, polisi oluşturamamışlardı. O gerçekten de, Aristo‘nun Bu konudaki değerlendirmesi kesindir. O site – Devletin (Polis’in) Doğanın yarattığı bir şey olduğu, insan oğlunun da doğası gereği Siyasal bir hayvan olduğu aşikar bir gerçektir diyordu. Gerçi insanlar polisin dışında da Siyasal nitelikte olmayan bazı örgütlenmeleri gerçekleştirmişlerdi. Ama Aristo biliyoruz, polisi (yani devleti) En önemli iki yerde, toplumsal gruplaşmaların tümünü, örneğin aileyi ya da cemaat biçiminde örgütlenmiş insan gruplarının tümünü sinesinde barındıran, siyaset üzerinde temellenmesinden ve siyaset üretmesinden dolayı da hepsini içeren en üstün topluluk olarak tanımlıyordu. Siyaset düşünme tarihi bize gösteriyor ki, bu tanım uzun yüzyıllar boyunca çok büyük rağbet görecektir.
27.02.2023
M.Yasir ÖZEN
error: İçerik korunuyor !!!