SELAHADDİN EYYUBİ
Selahaddin Eyyubi (Arapça: صلاح الدين الأيوبي; Kürtçe: سەلاحەدینی ئەییووبی, Selahedînê Eyûbî; y. 1137 – 4 Mart 1193), Eyyûbîler Devleti’nin kurucusu ve ilk hükümdarıdır. 1187 yılında Kutsal Topraklar’ı Haçlılardan geri almak için bir ordu kurdu ve komutasındaki ordusuyla beraber 4 Temmuz 1187 tarihinde gerçekleşen Hıttin Muharebesi ile Kudüs Kralı Lüzinyanlı Guy’ın ordusunun büyük bir bölümünü yok etti. 2 Ekim 1187 tarihinde ise Kudüs’ü Haçlı kuvvetlerinden alarak bölgedeki 88 yıl süren Hristiyan egemenliğine son verdi ve kenti İslam dünyasına geri kazandırdı. Avrupalı Hristiyanlar, yaşadıkları bu yenilgiden sonra, Kudüs’ü tekrar hakimiyetlerine geçirebilmek amacıyla III. Haçlı Seferi’ni düzenlediler.
Selahaddin, III. Haçlı Seferi sırasında Haçlı devletlerine karşı Müslüman askerî harekâtına öncülük etti. 1191 yılında gerçekleşen Arsuf Muharebesi’nde İngiliz Kralı I. Richard’a yenildiyse de, onunla yaptığı Ramla Antlaşması sayesinde Kudüs’ü muhafaza etti.
Selahaddin, 1169’da Mısır’daki Fâtımî halifesinin veziri oldu; 1171’de ise Şii Fâtımî halifeliğini feshedip Fâtımîler Devleti’ni yıkarak kendini “Mısır Sultanı” ilan etti ve İslam hilâfetini, Bağdat’ta bulunan Sünni Abbâsî halifeliğine bağladı. Bu olaydan sonra Mısır’da kendi bağımsız hanedanlığını kuran Selahaddin, kısa sürede topraklarını genişletti. Kurmuş olduğu saltanat, gücünün doruğunda olduğu dönemde Mısır, Suriye, Irak, Cezire (Yukarı Mezopotamya), Hicaz, Yemen, Kuzey Afrika’nın bazı bölgeleri ve Nubia’yı kapsıyordu.
Selahaddin Eyyubi, 1187’de kutsal şehir Kudüs’ü 88 yıl süren Hristiyan egemenliğinden kurtarıp Müslüman dünyasına katmasıyla ve III. Haçlı Seferi’nde Haçlı devletlerine karşı verdiği mücadelesiyle Müslüman, Kürt, Arap ve Türk kültürlerinde önemli bir figür hâline geldi, kahraman olarak görüldü ve “Kudüs Fâtihi” olarak anıldı.
Ayrıca Selahaddin Eyyubi’nin, “iki kutsal caminin hizmetkârı” unvanına sahip olan ilk kişi olduğu düşünülmektedir.
Soyu ve ailesi
Selahaddin Eyyubi’nin ailesi, Hezbaniyye Kürtlerinin Revvadiler kolundandır. Revvadiler’in soyu ise, aslı Arap olan Yemenli Ezd kabilesine dayanmaktadır. Revvadiler aşireti, Abbasi Halifeliği tarafından 758’de Basra’dan alınarak Azerbaycan’a yerleştirilmişlerdir. Kabileye adını veren Revvad bin Müsenna el-Ezdî, Azerbaycan valisi Yezid bin Hatim tarafından güvenliği sağlama amaçlı Tebriz civarında vazifelendirilmiştir. Daha sonra onun soyundan gelen torunları, 8. ve 9. yüzyıllarda Abbasilerin Tebriz valisi olarak vazife yapmışlardır.
Revvadiler, 10. yüzyılın başından itibaren Azerbaycan’da baskın hâle gelen Kürt varlığıyla, özellikle de Hezbaniler aşiretiyle karışarak Kürtleşmiş ve bu tarihten itibaren Kürt olarak tanınmışlardır. Ahmed için Ahmedil ve Muhammed için Memlân gibi isimleri kullanmaya başlamışlardır.
Ailesi
Selahaddin, 1137 yılında bugünkü Irak’taki Tikrit’te, tanınmış bir Kürt ailede dünyaya geldi. Selahaddin’in babası Necmeddin Eyyûb, o dönemde bir Kürt Hanedanlığı olan Şeddâdîler’in hüküm sürdüğü Divin’de, Ecdenakan isimli, ahalisinin tamamının Kürtlerden oluştuğu bir köyde doğmuş olup babasının adı Şâdi bin Mervan’dır. Şadi’nin babasına ise genellikle “Mervan” denmekte, ancak onun hakkında pek bir şey bilinmemektedir. Selahaddin’in doğduğu gece Necmeddin Eyyub, ailesini de alarak Halep’e göçtü. Burada Kuzey Suriye’nin Türk valisi İmadeddin Zengi’nin hizmetine girdi.
Necmeddin Eyyub, oğlu Selahaddin ile birlikte.
Selahaddin’in dedesi Şâdi, Bağdat şehrinin valisi Bihruz’un yakın arkadaşıydı. Bihruz, nüfuzunu kullanarak Şâdi’nin oğlu Necmeddin Eyyub’un Tikrit’in kumandanlığına atanmasını sağlamıştır. Böylece Büyük Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar, Şâdi’yi ailesiyle birlikte Tikrit civarına yerleştirmiştir.
Şam ve Halep valisi İmadeddin Zengi’nin ordusu, 1131’de Karaca El-Saki tarafından mağlup edildi ve Zengi, Tikrit’e sığındı. Selahaddin’in babası Necmeddin Eyyub ve amcası Esedüddin Şirkuh, İmadeddin Zengi’ye yardım etmiş ve bundan sonra aralarında sıkı dostluklar kurulmuştur. Bu olay üzerine Bağdat valisi Bihruz ile araları açılmış, onlar da buna karşılık Musul ve Halep atabeyliği olan Zengilere yaklaşmışlardır. Şirkuh’un bir Selçuklu yüksek memurunu öldürme olayından sonra iki kardeş İmadeddin Zengi’ye başvurmuş ve 1138’de görevinden alınan Necmeddin Eyyub ve ailesi, İmadeddin Zengi’nin hizmetine girmiştir.
Selahaddin’in kardeşlerinin isimleri Tacülmülk Böri, Seyfülislam Tuğtekin, Adil Ebû Bekir ve Şahinşah’tır. Torunlarından 13. yüzyılda yaşayan Okçu Yusuf, Anadolu Selçuklu Devleti’nin okçu kuvvetlerinin komutanıydı. Selçuklu Sultanı I. Alaeddîn Keykubad’ın en güvendiği komutanlardan biriydi. Aynı zamanda İpek Yolu’nun koruyuculuğunu yapmaktaydı.
Etnik kökeni
Tarih boyunca Selahaddin Eyyubi’ye birçok farklı etnik köken atfedilmiştir. Selahaddin’in etniği üzerine olan tartışmaların çoğu, onun Kürt, Arap veya Türk olması temelinde dönmektedir. Selahaddin Eyyubi, genel kanaate göre bir Kürt’tür.
Türk tarihçi Zeki Velidi Togan, Eyyubîlerin evvelâ Kürtleşmiş, sonra da Türkleşmiş bir Arap sülâlesinden olduğunu iddia etmiştir. Ünlü Orta Çağ tarihçisi İbn Haldun’a göre ise, Selahaddin Eyyubi’nin ataları, aslı Arap olan Yemen’in Himyeri vilayeti eşrafından, Hezbâniyye Kürtlerinin Revvadi aşiretine mensuptur.
Rus tarihçi Vladimir Minorski, Orta Çağ tarihçisi İbn Esir’in başka bir komutandan bir pasaj aktardığını yazdığı yazısını paylaşır:
Hem sen hem de Selahaddin Kürtsünüz ve gücün Türklerin eline geçmesine izin vermeyeceksiniz.
Arap tarihçi El-Hazreci, Memlûk tarihçisi Ebu Hamid el-Kudsi, Osmanlı tarihçisi Ahmed Vasıf Efendi gibi şahsiyetler de eserlerinde Selahaddin’den ve onun hanedanından “Kürt” diye bahsetmişlerdir.
Eyyubi tarihçisi Prof. Dr. Ramazan Şeşen, Selahaddin Eyyubi ve ataları olan Revvadiler aşiretinin Yemenli Arap Ezd kabilesine gittiğinin düşünüldüğünü, ancak güvenilir kaynaklara göre Eyyubilerin Hezbaniyye Kürtlerine mensup olan Revvadiler kolundan olduğunu belirtir. Şeşen, Eyyubilerin nesebi ile ilgili olarak Arapların, özellikle de Yemenli Himyeriler’in uydurma bilgiler çıkarmış olabileceklerini de söyleyerek, tarihçilerin bu Arap kaynaklarına pek fazla itibar etmediğini ve genel olarak Eyyubilerin Hezbaniyye Kürtlerine mensup olduğunun kabul edildiğini söyler.
Selahaddin’in uzun süre inşa kâtipliğini yapmış olan tarihçi İbn-i Şeddad da (1145-1235), “Siretu Selahaddin” isimli eserinde, Selahaddin’in kökeninin Arap olduğu iddialarını kesin bir dille reddetmiştir.
Türkiye’de ise başta İlber Ortaylı, Yavuz Bahadıroğlu, Tufan Gündüz ve Müfid Yüksel gibi ünlü isimler olmak üzere birçok tarihçi Selahaddin’in Kürt olduğunu dile getirirken, diğer bazı tarihçiler ise onun bir Türk, Türkleşmiş bir Kürt veya bir Arap olduğunu söylemektedir. Buna temel olarak, Selahaddin’in kardeşlerinin isimlerinin birer Türk ismi olması yoğun olarak gösterilmekle birlikte, Türklerde yoğun olarak kullanılan ülüş sistemini de kullanmış olduğu iddiası buna dayandırılır.
Bazı Türk tarihçiler, Selahaddin’in kardeşlerinin isimlerinin Türk ismi olmalarını, onun bir Türk olduğunun göstergesi olduğunu savunmaktadırlar. Buna karşılık olarak, Selahaddin’in babası Necmeddin’in, vakti zamanında Türk devleti olan Zengilerin hizmetine girdiği ve ölümüne dek de Türklere karşı sevgi ve sadakatle bağlı kaldığı, ilerleyen yıllarda da oğlu Selahaddin’e Zengi ordusunun komutanlığının verilmesi, dolayısıyla Türklerle sıkı fıkı bir ilişkilerinin olması dolayısıyla, Necmeddin Eyyub’un sadakat amacıyla oğullarına Türk isimleri vermiş olmasının muhtemel olduğu söylenilir.
İngiliz tarihçi Clive Ponting, 2000 yılında yayımladığı “Dünya Tarihi: Yeni Bir Perspektif” isimli eserinde, 12. yüzyıl ortalarında Hristiyan egemenliğindeki Kudüs için Haçlı kuvvetlerine karşı yapılan saldırıları büyük oranda Kürtlerden meydana gelen bir ordunun desteğiyle Zengilerin yönettiğini, Türklerle Kürtlerin ilişki içinde olduklarını ve Selahaddin Eyyubi’nin de bir Kürt olduğunu yazmaktadır.
Çocukluğu ve eğitimi
İmadeddin Zengi’nin, babası Necmeddin Eyyub’u vali olarak atadığı Baalbek ve Şam’da büyüyen Selahaddin, ayrıcalıklı bir çocukluk geçirmedi; ancak iyi bir tahsil aldı. Selahaddin’in Şam’a özel bir düşkünlüğü olduğu bildirilse de, kendisinin erken çocukluk dönemine ilişkin bilgiler çok azdır. Askeri dersler gibi, dinî derslere de meraklıydı. Aynı zamanda sanatla ve bilimle de uğraşırdı. Selahaddin’in biyografisini yazan El-Wahrani, onun Öklid geometrisi, astronomi, matematik ve aritmetik konularında uzman olduğunu ve bu alanlardaki soruların çoğunu yanıtlayabildiğini belirtmiştir. Mantık, felsefe, sosyoloji, fıkıh, hukuk ve tarih öğrendi. Bazı kaynaklar, öğrenimi sırasında orduya katılmaktan çok dinî çalışmalara ilgi duyduğunu iddia etmektedir. Dine olan ilgisini etkilemiş olabilecek bir diğer faktör de, Birinci Haçlı Seferi sırasında Kudüs’ün Hristiyanlar tarafından alınmasıydı. Selahaddin, Arap şair Ebu Temmam’ın şiirlerini ezbere biliyordu. Kürtçe ve Arapça konuşuyordu ve Farsça ile Türkçe de biliyordu.
Tarihçilerin anlattığına göre Selahaddin, zamanının çoğunu ya ilimle ya da devlet işleriyle geçirirdi. Ayrıca Kur’an’ı ezberlemiş ve iyi bir eğitim görmüştü. Amelde Şâfiî, itikatta Eş’arî idi. Müneccimlere (yıldız falcısı) inanmazdı. Tarihçi İbn Şeddâd, tarih bilgisinin kuvvetli, kültürünün geniş olduğunu, meclisinde bulunanların başkasından duymadıkları şeyleri ondan duyduklarını söylemektedir.
Erken hizmet dönemi
Selahaddin, yirmi altı yaşındayken amcası tarafından eğitilmek üzere kendi hizmetine alındı. Mısır’ın güçlü aşiretlerinden olan Banu Ruzzaikler’in ele geçirilmesinde Fâtımî halifesinin yanında savaştı. Daha sonra Haçlı ordusunun elinde bulunan Mısır’daki Bilbeys şehrinin ele geçirilmesinde görev aldı. Bilbeys’in ele geçirilmesinden sonra, karşılaştıkları Haçlı ordusuna karşı amcasının ordusunun sol kanadını oluşturan süvari birlikleri ile elde ettiği başarılar sayesinde kendini gösterdi. Savaşın sonunda Haçlı kumandanı Kayseryalı Hugh (Hugh of Caesarea), Selahaddin’in birliğine saldırdığı esnada esir düştü. Savaşın sonunda Selahaddin ve amcası Şirkuh, İskenderiye’ye geçtiler. Burada kendilerine Fâtımî hâlifesi tarafından para, asker ve bir kale verildi. Kaleye saldıran Haçlılar, Şirkuh’un birliklerini dağıtmayı başardılar; fakat Selahaddin’in birlikleri kalenin düşmesine engel oldu.
Mısır Seferleri
Birinci Haçlı Seferi sonucunda Kudüs’te kurulan Kudüs Krallığı, gözünü Mısır’a dikmişti. Dönemin bulunduğu koşullar, Mısır’ın alınabilmesi için çok elverişliydi. O gün de, Mısır’daki Fâtımîler Devleti’nin iç siyaseti karışıklıklar içindeydi. Mısır veziri Şaver, bir saray darbesi sonucu rakibi olan diğer vezir Dırgam’a yenilip vezirlikten olunca, gizlice Şam’a, Nureddin Mahmud Zengi’nin yanına gitti ve yardım istedi (1164). Nureddin Mahmud Zengi, bu olayı fırsat bilerek İslam dünyasındaki iki başlılık problemini halledebileceğini ve Müslümanları tekrar tek çatı altında birleştirip Haçlılarla mücadele konusunda güçleneceğini hesaplayarak Şaver’e olumlu yanıt verdi.
Birinci Mısır Seferi
Nureddin Zengi, Mısır’da Şaver’e yardım etme görevini Selahaddin’in amcası Esedüddin Şirkuh’a verdi. Şirkuh bu görevi, kardeşinin oğlu olan Selahaddin’i de yanında götürmek karşılığında kabul etti. Selahaddin, amcasının savaşa gitme tekliflerini bin bir ricayla kabul etti. Ardından Şirkuh ve askerlerle yola çıktı. Selahaddin’in askeri hayatı bu noktada, amcası Esedüddin Şirkuh’un hizmetine girmesiyle başladı.
Bu arada, Mısır’da işler iyiden iyiye karışmıştı. Şaver, rakibi Dırgam’ı mağlup etmiş ve Nureddin Mahmud Zengi’den gelecek olan desteğe ihtiyacı kalmamıştı. Nureddin Zengi’ye bağlı askerlerin müdahalesinden korkan Şaver, cizye karşılığında Kudüs Krallığı’ndan yardım istedi. Bu istek sonucunda deniz yoluyla bir Haçlı ordusu, kendisine yardım için gönderildi. Haçlı ve Mısır ordusu, Afrika ile Asya’nın birleştiği noktada buluştular ve savunmaya geçtiler. Bu durum karşısında çok şaşıran Selahaddin ve Şirkuh, yanlarındaki az bir kuvvetle ne yapacaklarını bilemediler. Daha sonra Selahaddin, ordunun komutasını ele aldı ve Nureddin Zengi’den gelecek yardımı bekleme fikrini beyan etti. Ardında Belbis Kalesi’ni ele geçirdi. Nureddin Zengi ise, Selahaddin ve Şirkuh’a doğrudan yardım yerine, Haçlı topraklarına yürüyerek onları geri çekilmeye zorladı. Bu yüzden çekilen müttefiklerinden ümidi kesen Şaver, Nureddin’in hücum etmesinden korkarak Şirkuh’un ordusuyla barışa mecbur oldu. Selahaddin, barış şartlarını bizzat kendi tespit etti. Barış yapıldıktan sonra Şam’a dönen Selahaddin, ilim ve irfan sohbetlerine yeniden katılmaya başladı. Bu seferle beraber Selahaddin, askeri alanda ilk maharetini göstermiş oldu.
İkinci Mısır Seferi
Nureddin Mahmud Zengi, Şirkuh’un ifadelerinden Mısır’ın fethinin kolay olacağını anlamıştı ve bu yüzden Şirkuh’u bir kez daha Mısır üzerine gönderdi. Şirkuh, Selahaddin’in yeniden kendisiyle gelmesi şartıyla bunu kabul etti. Çoğu kişinin ricasını reddeden Selahaddin, Nureddin’in ricasıyla sefere çıktı.
Nureddin’e bağlı bir ordunun üstüne geldiğini duyan Şaver, cizye vaadiyle Haçlılardan yardım istedi. Kudüs’ten hareket eden Haçlı ordusu, Asya ile Afrika’nın birleştiği yerde Şaver ve ordusuyla buluştu. Selahaddin, ordunun kumandasını eline aldı ve Sina Çölü’nü aştılar. Düşmanlarını mağlup etmeyi başardıktan sonra İskenderiye’ye gelip bu kaleyi ele geçirdiler. Kısa sürede kale halkının muhabbetini kazanan Selahaddin, canları pahasına da olsun, bu halkın kendisiyle savaşacağını anladı. İskenderiye’nin düştüğü haberini alan Mısırlılar ve Haçlılar, önceki mağlubiyetin etkisinden çıkıp İskenderiye üzerine yürüdüler. İskenderiye önemli bir mevkiydi ve doğu ile batının ticaret merkeziydi.
Şirkuh ve bazı askerler, şehir dışında mühim bir mevkiyi tutarak Nureddin Zengi’den gelecek yardımı beklemeye koyuldular. Selahaddin ve yanındakiler ise şehri korumaya çalıştılar. Selahaddin, kaleyi üç ay boyunca savundu. Fakat Haçlılara desteğe gelen bir Rum donanmasının deniz yolunu kesmesi sebebiyle umduğu yardımı bulamayan Şirkuh, zaten erzak sıkıntısı çeken kalenin kurtarılmasını mümkün görmeyerek çekilmeye başladı. Selahaddin, Şirkuh ve askerlerinin gitmesinden sonra barış istemekten başka çare bulamadı. Barış şartı olarak askerleri ve silahlarıyla beraber Suriye’ye dönmeyi istiyordu. Barış yapıldıktan sonra Selahaddin ve askerleri kaleden çıktılar. Daha sonra Kudüs Kralı, üç gün boyunca Selahaddin ve askerlerini kendi ordugâhında misafir etti. Selahaddin, bu üç gün içinde Hristiyanların ordu tertibatına ve Hristiyan kumandanlar arasındaki çekişmelere vakıf oldu. Misafirlikten sonra Suriye’ye dönen Selahaddin, kendini tekrar ilim sohbetlerine verdi.
Eyyûbîler Devleti’nin kurulması
1171’de Mısır’daki Şii Fâtımî Halifeliği’ne son vererek İslam halifeliğinin Bağdat’taki Abbâsî Halifeliği’ne geçip Sünniliğe dönüldüğünü ve Abbâsîlere bağlılığını ilan eden Selahaddin Eyyubi, böylece Mısır’ın tek yöneticisi durumuna geldi. Bu olay, Mısır’da bağımsız bir Eyyubi Hanedanlığı’nın doğuşunu sağlamakla birlikte, Müslümanların Haçlılara karşı olan birleşmesinde de tarihi dönemeçlerden biri olmuştur.
Selahaddin, Nureddin Mahmud Zengi’ye hayatı boyunca bağlı kaldı, fakat Nureddin Zengi’nin 1174’te ölmesiyle durum değişti. Selahaddin, Nureddin’in dul eşi İsmet Hatun ile evlendi.
Nureddin’in yerine geçen oğlu İsmail, Selahaddin’i tanımadı ve işbirliğine yanaşmadı. Mısır’daki zengin tarım topraklarını mali dayanak olarak kullanan Selahaddin, Nureddin’in çocuk yaştaki oğlu adına naiplik talebinde bulunmak üzere küçük, ama çok disiplinli bir orduyla Suriye’ye hareket etti. Ama çok geçmeden bu talebinden vazgeçti.
Haçlılarla mücadeleler
Selahaddin, 1177 yılındaki Montgisard Muharebesi’nde Kudüs Kralı IV. Baudouin’e yenildi. Bundan sonra, 1186’ya değin Suriye, Kuzey Mezopotamya, Filistin ve Mısır’daki tüm Müslüman topraklarını kendi bayrağı altında birleştirmeye girişti ve İslam birliğini tekrar kurdu. Zamanla sahtekarlık, ahlaksızlık ve gaddarlıktan uzak, cömert, erdemli, ama kararlı bir hükümdar olarak ünlendi. O zamana değin iç çekişmeler ve yoğun rekabet yüzünden Haçlılara direnmede güçlük çeken Müslümanların maddi ve manevi açıdan güçlenmelerini sağladı.
Hıttin Muharebesi (1187)
Selahaddin, yeni ya da gelişmiş askeri teknikler kullanmak yerine, çok sayıdaki düzensiz kuvvetleri birleştirip disiplin altına alarak askeri güç dengesini de kendi lehine çevirmeyi başardı. 1177’de yaşadığı Montgisard Muharebesi yenilgisinden 10 yıl kadar sonra, 1187 yılında, bütün gücüyle Kutsal Topraklar’da hüküm süren Latin Haçlı krallıklarına yöneldi. Bu arada da, 1185’de Kudüs Kralı IV. Baudouin cüzzam hastalığından dolayı ölmüş, onun yerine tahta Lüzinyanlı Guy geçmişti.
Selahaddin, Kudüs kralı Lüzinyanlı Guy’ı ve onun ordusunu Kuzey Filistin’de, Tiberya yakınlarındaki Hıttin Köyü civarına kadar getirmeyi başardı. Hıttin Tepesi, su kuyularıyla ünlü bir yerdi. Çok önceden buradaki kuyuları tutan Selahaddin, böylece Haçlılara su bırakmamayı planladı.
Kudüs ordusu, günlerce süren yürüyüşten sonra 4 Temmuz 1187’de tükenmiş ve susuzluktan bitkin düşmüş bir hâlde Selahaddin ile karşılaştı. İslam ordusu ise çoktan kuyuları tutmuştu. Bundan sonra Haçlılar geri dönemediler ve Selahaddin’in karşısına çıkmak zorunda kaldılar. Hıttin Muharebesi’nde Selahaddin, Kudus Kralı Lüzinyanlı Guy komutasındaki Haçlı ordusunu, büyük bir kısmını yok ederek yenmeyi başardı.
Hıttin Muharebesi sonrasında Kudüs Kralı Lüzinyanlı Guy, Haçlı komutanı Renaud de Châtillon ile birlikte Selahaddin’e esir düştü. Selahaddin, Renaud’u kafasını keserek öldürdü. Çünkü öncesinde Renaud, Müslümanlara karşı şiddet içerikli uygulamalarda bulunmuş ve bu nedenle de Müslüman yazarlar, onu İslam’ın düşmanlarının başı olarak görmüşlerdi. Selahaddin, Lüzinyanlı Guy’a da aynı muameleyi yapmadı; bunun yerine Kudüs kralına, ”Kral öldürmek, kralların bir âdeti değildir; fakat bu adam (Renaud) tüm sınırları aştı ve sonuçta ona bu şekilde davrandım.” dedi ve ona iyi davrandı.
Haçlıların bu savaşta vermiş olduğu kayıpların büyüklüğü, Müslümanların Kudüs Krallığı’nın neredeyse tümünü ele geçirmesini sağladı. Akka, Betrun, Beyrut, Sayda, Nasıra, Gaman, Caesarea, Nablus, Yafa ve Aşkelon gibi yerler üç ay içinde düştü.
Selahaddin, Haçlılara en büyük darbesini ise, 88 yıl Hristiyan Frankların elinde kalan kutsal şehir Kudüs’ü 2 Ekim 1187 tarihinde teslim alarak indirdi. Avrupalı Hristiyanlar, yaşadıkları bu yenilgiden sonra, aralarında İngiltere, Fransa ve Kutsal Roma krallıkların da bulunduğu yeni bir Haçlı seferi düzenlemeye başladılar.
Üçüncü Haçlı Seferi (1189-1192)
Selahaddin’in başarısına düşen tek gölge, Sur’un ele geçirilmemesiydi. 1189 yılına gelindiğinde Haçlı işgalleri altında yalnızca üç kent kalmış, ama sağ kalan dağınık Hristiyanlar, zorlu bir kıyı kalesi olan Sur’da toplanarak Latin karşı saldırısının çıkış noktasını oluşturmuşlardı.
Kudüs’ün düşmesiyle derinden sarsılan Batılılar, yeni bir Haçlı seferi çağrısında bulundu. III. Haçlı Seferi, çok sayıda büyük soylu ve ünlü şövalyenin yanı sıra, üç ülkenin krallarını da savaş alanına çekti.
Üçüncü Haçlı Seferi uzun ve tüketici sürdü. İngiltere Kralı I. Richard, 1191’deki Arsuf Muharebesi’nde Selahaddin Eyyubi’nin ordularını yense de, hiçbir sonuca ulaşamadı. Haçlılar Doğu Akdeniz’de ancak güvensiz bir toprak parçasına tutunabildiler.
Kral Richard, Ekim 1192’de dönüş için yelken açtığında savaş sona ermişti. Ve böylelikle kutsal kent sayılan Kudüs, Müslümanların hakimiyetinde kalmış oldu.
Çocukları
Selahaddin Eyyubi’nin 17 oğlu ve bir kızı olmuştur. Eyyûbîlerin tarihçisi İbn Kesir’in eserinde verilen bilgilere göre bilinen çocuklarının isimleri şunlardır:
Efdal Nureddin Ebu Hasan Ali (d.y. Mısır), (d. Haziran 1170 – ö. Haziran 1225) Eyyubiler Şam Emiri (1193-1196)
Aziz İmadeddin Ebu´l Feth Osman (d.y. Mısır), (d. Ocak 1172 – ö. Kasım 1198) Eyyubiler Mısır Sultanı (1193-1198)
Zafir Muzaffereddin Ebu´l Abbas Hızır (d.y. Mısır), (d. Nisan 1173)
Zahir Gıyaseddin Ebu Mansur Gazi (d.y. Mısır), (d. Nisan 1173 – ö. Ekim 1216) Eyyubiler Halep Emiri (1193-1216)
Aziz Fethettin Ebu Yakub îshak (d.y. Dımaşk), (d. 1174)
Necmeddin Ebu´l Feth Mesud (d.y. Dımaşk), (d. 1175)
Ağar Şerefeddin Ebu Yusuf Yakub (d.y. Mısır), (d. 1176)
Zahir Mücireddin Ebu Süleyman Davud (d.y. Mısır), (d. 1177)
Muzaffer Kutbeddin Ebu´l Fadl Musa (d.y. Mısır), (d. 1177)
Eşref Muizzeddin Ebu Abdullah Muhammed (d.y. Şam), (d. 1179)
Muhsin Zahireddin Ebu´l Abbas Ahmed (d.y. Mısır), (d. 1181)
Muazzam Fahreddin Ebu Mansur Turanşah (d.y. Mısır), (d. Temmuz 1181 – ö. 1260)
Galib Nusayreddin Ebu´l Feth Melikşah (d.y. Şam), (d. 1182)
Rükneddin Ebu Said Eyyûb (d.y. Şam), (d. 1182)
Mansur Ebu Bekir (d.y. Harran), (d. 1193)
Nusayreddin Mervan (d.y. Şam), (d. 1193)
Şadî (d.y. Şam), (d. 1193)
Munise: Kocası, Amcasının oğlu Melik Kamil bin Adil’le evlendi.
Utkureddin-i Eyyübi Utkureddin-i Eyyübi, bu çocuğu pek çok bilinmez ama Ehmetçelik isimli bir kadınla evlenmiş ve 2 kız çocuğu olmuştur.