BİR ADAM VE BİR GENÇLİK NECİP FAZIL KISAKÜREK

BİR ADAM VE BİR GENÇLİK NECİP FAZIL KISAKÜREK

BİR ADAM VE BİR GENÇLİK NECİP FAZIL KISAKÜREK 

Musab Yasir ÖZEN

Hakikat ışığının içeri girmesine müsaade etmeyen bir pencere ve o pencerenin ardında çırpınan, çile çeken, boşluğun farkında olan ama neyin boş olduğunu bilmeyen kavrayabilmek adına beyni yırtılırcasına düşünen bir adam

Fikir paltosuyla bir tutmuş batılı eriten ve bir su gibi akıllardan akıp gitmesini sağlayan, emekleyen, sürüklenen bir adam

Bir Fikir adamı,
Bir dava adamı Necip Fazıl Kısakürek.

Ömrünün çeyrek asırdan biraz fazlasını hakikat ışığından yoksun geçirmiş, her bitkinin yaşadığı sonbahar evresini o ilkbaharında yaşamış ve beynini yarıp içerisinden öz beynini çıkartana kadar; ileride gideceği ve nesilleri sürükleyeceği istikametin tam zıddı yönde hareket etmiştir.

Evdeki Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri ile tanışıncaya dek. Onunla tanışıncaya kadar bohem hayatı yaşayan şair, büyük zat ile beraber kendisini büyük bir inkılabın içerisinde bulmuştur.

Göz aynı göz ama artık görülen farklı,

Kulak aynı kulak ama artık duyulan farklı,

El, kol, ayak dışta,

Beyin, kalp, akıl içte.

Hepsi olduğu yerinde duruyor ama artık hepsi farklı çalışmakta. Hepsi eski hayatlarını çöpe atmakta ve yeni bir yolculuğa çıkmakta. Hepsi farkın esrarını yaradanın farkına varmakta.

Öncesinde şair sonrasında ÜSTAD.
ÜSTAD beyninde çakan şimşek ve efendisinin kendisinde bıraktığı ilk izlenimi şu satırlarla ifade ediyor.

“Bana yakan gözlerle, bir kerecik baktınız;

Ruhuma büyük temel çivisi çaktınız!”

Çakılan çivi ruh inşasının ilk kademesini oluşturmaktadır. Artık bambaşka bir Eda’ya bürünen üstad hakikat ışığını engelleyen pencereyi söküp atmış, o ışıktan olanca gücüyle faydalanmaya çalışmış ve de bu ışığı tarife girişmeye kendisine borç edinmiştir.

Değişim kendini gösteriyor, Fikir yerinde durmuyor. Sanat kuşunu ustalıkla evcilleştiren üstad istediği dala konduruyor. Sanat arısıyla istediği çiçekten bal alıyor. Sanat onun elinde inceliklerin inceliğine ulaşmak maksadıyla kullanılan bir araç, kendileri ifade ediyor;

“Anladım işi sanat Allah’ı aramakmış, Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış”

Dava, dava ve dava
Davanın kalesi Büyük Doğu. Düşünce kıyafetlerinde ilericilikte gerici bedeni kullanan, isimlerini düşündüğüm an aklımın bana cephe aldığı, isimlerini yazma niyetine giriştiğim an parmaklarımın yazının devamını getirmeyeceğini belirttiği, netice itibari ile alçaklığın bile yanlarında yüksek kaldığı kişiler defalarca Büyük Doğu’yu bombardımana tutmuş, yapılmak istenen çalışmalara set kurmaya çalışmış, adi ideoloji kıyafetlerini giymelerine engel olan ve çırılçıplak ortada kalmalarına sebebiyet veren üstadı engellemeye çalışmışlardır. Bazen kendilerince başarıya ulaştıklarına dair ipuçları elde etseler de nihai olarak amaçlarına ulaşamamış ve üstadı susturamamışlardır.

Musab Yasir ÖZEN

Davası olan insan dertsiz olmaz cümlesinin birebir izlerini taşıyan üstad yanlış yolda bulundukları her halinden belli olan dönemin siyasilerini çekinmeden eleştirmiştir. Eleştirdikleri arasında yalnızca siyasi kişilikler değil edebiyat dünyasının önde gelen isimleri de mevcuttur. Onun için önemli olan hakikat ve hakikate ters düşen en yakın dostuna bile göz kırpmadan tenkit. Bu yüzdendir ki hakkında bir çok dava açılmış yıllarca hapsi istenmiş bazı dönemlerde kendisi alıkonulsa da Fikri asla hapse atılmamış, alıkonmamıştır.

O geleceğin inşasında kilit taşın gençlik olduğunun farkındadır.

Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin ,kininin, kalbinin davacısı bir gençlik

“Kim var?” Diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert ben varım!“ Cevabını verici, her ferdi almadığım yerde kimse yoktur!“ Fikrini besleyici bir dava ahlakına kaynak bir gençlik

Necip Fazıl’ın istediği ve tutmaya başlayan gençlik mayası budur. Budur ki o maya ileride yani günümüzde tuttuğunu ispatlarcasına karşımızda tazahür etmektedir, etmeye de devam edecektir.

Onu tanıma gayretine dahi girişmeyen, o mükafata erişenler sadece şairane yönünde bildikleri bilgiler hem büyük bir onur ve kazanç hem de büyük bir ayıp ve kayıptır.

Kazançtır ki; üstada ait bir şiirin bile sırrına varabilmek kişiye çok şey katabilir ve farklı ufuklarda kendisine yardımcı olabilir.

Kayıptır ki; Necip Fazıl şiirin haricinde bir çok farklı türlerde eser vermiştir ve kişi o eserlerden mahrum kalmıştır.

Necip Fazıl’ı anlamak zordur, anlatmak daha da zordur. Bu yazı onu anlama ve anlatma noktasında yetersizin yetersiz ve buz dağının sadece görünen kısmıdır. Cahit Zarifoğlu diyor ya “Buz dağının görünmeyen kısmını yazmaya çalışıyorum” diye, asıl mesele de budur. Görünmeyeni anlatabilmek…

Necip Fazıl Kısakürek bir yol açmıştır ve o yolda yürümesi gereken gençler hayal etmiştir. Bizim yapmamız gereken o yolda yürümek, yoldaki tuzakları ortadan kaldırmak ve ardımızda tertemiz bir yol bırakmaktır. Dertlenmek, düşünmek, fikir paltosuyla gezinmektir yapmamız gereken..

Ne diyor ÜSTAD;
“Surda bir gedik açtık Mukaddes mi Mukaddes, Ey kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen es!”

 

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

 

 

 

 

 

TÜRKİYE’NİN SURİYE POLİTİKASINA DAİR BİLİNMESİ GEREKENLER

TÜRKİYE’NİN SURİYE POLİTİKASINA DAİR BİLİNMESİ GEREKENLER

TÜRKİYE’NİN SURİYE POLİTİKASINA DAİR BİLİNMESİ GEREKENLER

Musab Yasir ÖZEN

1897 yılında İsviçre’nin Basel şehrinde, Dünya Siyonist Kongresi, bir yıl önce “Der Jugenstaat (Yahudiler Devleti) adlı bir kitap telif etmiş olan “Theodor Herzl” başkanlığında toplanır. Bu yıllarda Filistin, bir Osmanlı toprağı olan Suriye’nin VİLAYETİ KONUMUNDA olup burada 20 bin civarında Sefarad Yahudisi, yani İspanya’dan göç etmiş Yahudi cemaati yaşamaktadır. Avrupa ülkelerinde artan baskılar, siyonistlerin Yahudilere yeni bir yurt bulma çabalarına acil hale getirir. Öncelikle kimsenin kendilerine yurt vermeyeceğini düşündükleri için ünlü banker ailesi Rothschild’lerin de aralarında bulunduğu Yahudi zenginler bir araya gelerek bir ülkeden toprak satın almak ve Yahudileri yerleştirmek için harekete geçerler. Tabiatıyla öncelikli vatan adayı, “Arz-ı Mev’üd” yani “Vaad Edilmiş Topraklar” adını verdikleri Filistin’dir.

Hatta bir ara Theodor Herzl, belki de Yasef Nassi’den ilham alarak bugün bir bölümü bize ait olan Kıbrıs Adası’nı Yahudilere yurt yapmayı düşünür. Siyonist kongresinde, o sıralarda Fransa’nın sömürgesi olan Uganda‘nın da olaylar arasında adının geçtiğini yazar, kaynaklar. Uganda toprak satışı taleplerini kabul etmesine rağmen, siyonistler fikir değiştirip gözlerini yeniden Filistin’e dikerler. Filistin söz konusu olunca tabiatıyla konu Suriye ve devamında Türkiye’dir. Ruhu şad olsun Erbakan hoca hatırlayalım ne demişti. Bir gün Suriye hedef olur, parçalanmaya çalışılırsa bunun sonrası Türkiye topraklarıdır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın her konuşmasında tanımladığı, anlatmaya çalıştığı hususta tam olarak bu değil midir. Her şey apaçık ortada iken, çeşitli mecmua ve ulusal basınında ortaya çıkan çatlak sesleri anlamak idrak etmek mümkün değil. İkinci Abdülhamid döneminde yaşanan küresel senaryolar aynı tabiatıyla şu an yaşanmakta lakin devletimiz o döneme göre daha güçlü ve keskin akla sahip olmakla beraber. Türkiye üzerindeki siyonist projeleri yerle bir edecek kudret ve kabiliyetine fazlası ile sahiptir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Suriye politikasını bu nedenle çok iyi idrak etmek ve ettirmek her vatanseverin duyarlı olması gereken bir konudur.

Musab Yasir ÖZEN

“Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak
Halbuki, biz sussak, tarih susmayacak.
Tarih sussa, hakikat susmayacak”

ALLAH, YOL, DAVA, İDEAL…

 

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

 

Musab Yasir Özen, Musab Özen, M.Y.Ö, M.Yasir Özen, Musab, Musab Y Özen, Yasir Özen

BÜYÜK DOĞU MESELESİ / Musab Yasir Özen

BÜYÜK DOĞU MESELESİ

Musab Yasir Özen

Büyük Doğu Davasını idrak etmek, sisteminin ne olduğunun farkına varmak gerekir. Bu uğraşın ne olduğunu, bilhassa Türkiyeliyim ve Müslümanım diyenlerin dedikleri gibi olmaları için, “ Büyük Doğu” gerek pratik gerekse ideal değerler çerçevesinde mütaala edilen meselelerin mutlak fikre göre olması gerekeni gösteren ahenkli bir terkip ve faaliyetlerin kendisindeki ipuçlarından hareketle sonuçlandırılması gereği bakımından bir olması gereken idealdir.

İnsan ve toplum meselelerine İslami bir prodigma ile bakan ve çözüm yolları sunan “ Büyük Doğu Fikriyatı” samimi ve şeffaf bir terkiptir. Hakikat ölçülerinde derinleşmek, hakk-el yakin derecesinde bilme, mutlak ölçülere bağlılık ve pratik bir yaşamı ifade eder. Konuya merhum Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nunBerzah” isimli kitabından bir pasaj ile devam edecek olursak; “Toplumsal meselelerin haline doğru pratik ve İslam tasavvufundan çekilecek iplikçiler halinde diye formüle ettiği yol, yolumuz. İslami ve evrensel ölçülerde derinleşmesine hakk-el yakin derecesinde bilme şeklinde onun batın ve derinlik buudu olan tasavvuf, şeriat’ine nispetle pratik yaşananı ifade eder, ruhiliğin ruhçuluğun hakikati. Onun insan ve toplum meselelerinin haline doğru “kabli” olarak ele alınması ise, içe doğru yakin getirilmesi gereken ve dışa doğru tatbik pratik ifade eder. Bu yakin getirme manasına anlaşılmak üzere, yerinde “doğrulama“ yerinde ”ispat” diyoruz. Kısaca bizim ruhiliğimiz ve mistiğimiz, son tecridde “ mutlak ölçüler”e bağlı bir muvazene seyridir.; İnsanı hakikati yerinde şuur “Berzah” şeklinde değerlendirmeye rastlamak mümkün.

Büyük Doğu” mana olarak doğunun doğuşu, doğum, büyüyen doğu ideali… Kısaca batı bloğuna karşı bir doğu idealizmini temsilen 1943’de Üstad Necip Fazıl Kısakürek (N.F.K) tarafından islam idealleri uğruna açılan bayrak. Üstad Necip Fazıl Kısakürek‘in ortaya koyduğu Büyük Doğu İdeolocyası özellikle Cumhuriyet sonrası Türkiye’de halklar tarafından ciddi oranda ilgi görmüş, milyonları peşinde sürüklemiş, sağ görüşlüsü, sol görüşlüsü inançlısı, inançsızı bir çok kesim ciddi oranda alakadar olmuştur. Yazılar makaleler, basılan kitaplar milyonların masalarını, evlerindeki kütüphaneleri süslemiş Üstad Necip Fazıl Kısakürek‘in fikirleri milyonların zihninde devrim niteliğinde değişimlere neden olmuştur. Neticede ciddi kitleleri uyandıran Büyük Doğu akımı bir çoklarını da rahatsız etmiş, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’i ve yayınlarını engellemek için ellerinden geleni yapmışlardır. “Necip Fazıl Kısakürek” uzun yıllar hapsedilmiş, defalarca idamla yargılanmış, günlerce ağır işkenceler altında kalmıştır. Bunlara rağmen “ başını bir gayeye satmış kahraman gibi” davasından taviz vermemiş, tüm ağır şartlarda dahi islam davasının en mühim kaidesi olan tebliğ görevinden bir an bile vazgeçmemişti. Defalarca idam istemli iddianamelerle yargılanmasına karşın şu sözler kaleme almıştır: “Asılanlar ölmeyi bilmedikleri için, asıldılar. Ölmeye başta razı olmadıkları için, ölmeyi bilmek lazım, yaşamaya hak kazanmak için…“ Üstad Necip Fazıl Kısakürek dava şahsiyeti, derinliği ve samimiyeti ile ALLAH arasındaki teslimiyetini bu satırlarla açıklamıştır. Hakkında defalarca idam kararı çıkmış, fakat bir şekilde idam kararı infaz edilememiştir. Buna sebep bazen temyiz itirazı, bazen çıkan aflar, bazen de değişen hükumetler neden olmuştur. Neticede ısrarla asılması, idam edilmesi yönünde verilen uğraşlar “İlahi Mukadderat” tarafından engellenmiştir. “Ben kulumu eşya ve hadiselere feth ve tesir için kendime halife olarak yarattım” ayeti kelimesini muhatap bir hayat sürmüş, sayısız hikmet ve eserleri ile tüm dünya müslümanlarına ciddi bir manevi miras bırakmıştır. Karşısına çıkanlara da; “Durun hiç kimse yok ben varım! Sadece iman ve İslam! Başka yol tanımıyorum.” diyerek aksiyoner kimliğini de zaman zaman dile getirmiştir.

Etiketler: Büyük Doğu Meselesi, Musab Yasir Özen, Büyük Doğu, Türkiye, Müslümanım, İnsan ve toplum, İslami bir prodigma, Büyük Doğu Fikriyatı, hakk-el yakin, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, berzah, İslami ve evrensel, tasavvuf, 1943’de, Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Cumhuriyet devrim, NFK, idam, islam davası, ALLAH, idam kararı, dünya, iman

Musab Yasir ÖZEN, Musab, Musab Yasir, Yasir Özen, y. Özen, musab özen, MYO, M.Y.O

SALİH MİRZABEYOĞLU

İbda Büyük Doğunun Yürüyenidir.
(Musab Yasir Özen)

“Demek ki bu iş kafa ve fikir meselesinden önce ve ötesinde kalp ve gönül işidir. Ayna olmadan insanın kendi çevresini seyredemeyeceği hakikati çerçevesinde diyebilirim ki; hasta karşısında doktorun ondakini ona gösterici olması gibi onun şahsında tecelli eden muhasebenin sırasında ona rağmen onun için onunla kavga yapan dostuyum. “Diyerek Büyük Doğu sancağına talip olan “Kumandan Salih Mirzabeyoğlu”

Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Salih Mirzabeyoğlu için şu sözlere yer verir; “Elime bir geçti, pir geçti, biraz geç oldu ama fark etmez. Seni inşallah ben yetiştireceğim.” Ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, gongu çalar, fikir Üretir… Büyük Doğu bayrağı ibda hareketi ile tekrardan göndere çekilmiştir. Karanlık odaklar süreci takip eder ve ilk fırsatta Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nu hapsederler. Salih Mirzabeyoğlu masumdur, fikirlerini kaleme almaktan başka bir şey yapmamıştır. Tek gayesi İslam davasına katkıda bulunmak Cumhuriyet sonrası kırılan manevi vecd ateşini tekrardan canlandırmaktır. Ele aldığı yazılarından batının çoğu filozof diye geçinen isimlerini, İslam dışı materyalist akım ve buluşlarını eleştirir ve çürütür. Kalemi o derece güçlüdür ki Üstad Necip Fazıl Kısakürek şahsına hitaben “ seni insanlar anlamıyor, çok yükseklerde uçuyorsun kanatların yanabilir, sana en büyük övgümde budur, eleştirimde budur.” der Kumandan Salih Mirzabeyoğlu öyle bir cevherdir ki üstadı dahi etkileyebilmiştir. Ne yazık ki şer odakları her zaman olduğu gibi vatana, millete, ülkesine faydalı olacağı ve kitleleri harekete geçirebilmek potansiyelinden dolayı Salih Mirzabeyoğlu’nu tutuklaırlar. Ve zorlu mahkeme süreçleri akabinde yaklaşık 15,16 yıl cezaevinde haksız ve hukuksuz bir şekilde alıkonulur. Salih Mirzabeyoğlu mücadelesinden ve davasından asla taviz vermez, konulduğu küçük hücresinde üretmeye ve yazmaya devam eder, bir çok eser kaleme alır. cezaevinin tüm olumsuz koşullarına ve ağır psikolojik şartlarına rağmen gayesinden bir an bile sapma yaşamaz…

“Bizim dünyayı nakışlandırma meselesi olarak marifet ve tecrübe alanımız belli;

İslam tasavvufu ve Batı tefekkürü kanatları arasında, ikinciyi, birinciye icra…”

                                                                                                                                                                                                                (Kumandan)
                                                                                                                                                                                                        Salih Mirzabeyoğlu

Yaklaşık bir asırlık bu manevi hareketi, çekilen çileleri, ortaya konulan değerleri ve iki önder şahsiyeti naçizane anlatmaya çalışsak da, hiçbir şekilde haklarını teslim edemeyeceğimiz su götürmez bir gerçektir. Büyük Doğu Meselesi günümüzde iki önemli şahsiyeti kaybetmiş olsa da, bırakılan eserlerde ideolojik olarak gayet kapsamlı ve detaylı olarak ele alınmış ilgili her bir bireyin de önüne sunulmuştur. Bu davaya ve ideolojiye gönül vermiş bireyler de Büyük Doğu’nun şanlı tarihine ve önderlerine yakışır bir şekilde hareket etmesi vatanına, milletine, değerlerine, devletine sahip çıkması gerekmektedir. Büyük Doğu Hareketi taliplilerinden derinlemesine samimiyet bekler. Aynı oranda bağlı olduğunu ve dava bayraktarlığına soyunan zümrelerden de aynı hassasiyeti ve şeffaflığı bekler. Şayet bir yolda samimiyet yoksa, burada hakiki bir dava gütme anlayışından bahsedilmesi akla ziyan bir durum teşkil edecektir. Koyun postuna bürünmüş kurtlar misali davaya en çok zarar veren unsurların başında bu şahsiyetler başı çekmektedir. Genel maksat dava adamlığı değil, dava adamı gibi görünme çabasıdır. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in deyimi ile bunlar; “bir hokkabaz, bir benlik heykeli, bir idrak dilsizi, bir vicdan sağırı, bir kalp ve kafa çilesizinden öteye gidemezler.”

Büyük Doğu Mefhumu, hurda karakter ve kişiliğe sahip, ne olduğu belirsiz, tahsilsiz, Semt köşelerinde dünya kurtaran, hayatında üniversite kapısına uğramamış, şekilcilik ve para kovalayan, şiddete sevdalı, tabanca taşımaya hülyalı, değnekçilik ve dergicilik oynayıp, vekillik hayalleri kuranların, kalleş ruhlu bozukların, kimliksizlerin ve onlarca ruh hastalığına muhatap şizofrenlerin güdeceği, sözde bayraktarlığına soyunacağı bir mesele değildir. Büyük Doğu Davası öncelik olarak koyun sürüleri içindeki kurtları ayıklamakla işe başlar. Çürükler ayırt edilmezse davaya en büyük zararı bu şarlatanların vereceği acı bir gerçektir. Burada önemle vurgulanması gereken ideolojinin öğrenilmesi ve tanınma aşamasında iki mümtaz ismin (Necip Fazıl Kısakürek, Salih Mirzabeyoğlu) eserlerinden istifade edilmesi mevzunun kaynağından bilgi sahibi olunmasıdır. Hakikatler Ali’den, Ayşe’den öğrenilmez, hakikatin ne olduğu öğrenilir, devamında Ali ve Ayşe’nin de ne olduğu ortaya çıkar. Önceliğimiz aradığımızın ne olduğunu bilme durumudur. Şayet aradığımızın ne olduğunu bilmezsek, bulduğun ve karşılaştığın şeylerin ne olduğunu bilemezsin. Aksi halde bozuk güruhların etrafında bir eşya misali kullanılır, bırakılırsın. Mümin kişi odur ki; kendisini kullandıracak kadar akıllı ve derinliklidir. Bu bağlamda bizim davamıza gönül vermiş kişilerin bu hususları titizlikle irdelemesi boyun bükülecekse şahıslara değil, hakikatlere boyun bükülmesi gerekmektedir.

 

Türkiye toplumlarında artık klasikleşmiş bir hal alan çeşitli stk, dernek, vakıf, dergicilik adı altında kurulan sözde halklar için faydalı işler yapıldığı görüntüsü veren yapılar bulunmaktadır. Bunlar şahsi hayatlarında ve sosyal çevrelerinde yer edememiş ciddi ruhsal sorunları olan ve stk kisvesi altında yer edinip, maddi çıkar sağlamayı hedefleyen bozuk karakterli şahsiyetlerdir. Bu yapılanların hiçbir şekilde vatan, millet, dava şahsiyeti ile dertlenmesi gibi bir düşünceleri yoktur. Bu tespitleri yapabilmek için çok ciddi bir zeka seviyesine sahip olmaya gerek yoktur. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun deyimiyle; “Bizim işimiz doğruyu bilmeden, sadece yanlışı çıkarma değil. Yanlışı içindeki doğrularıyla doğrumuza vesile ve malzeme kılma işidir, tasarruf işi bunun içinde ona dair kılacağın doğrun olacak.” Değinmek mümkün.

Etiketler: Salih Mirzabeyoğlu, İbda, Musab Yasir Özen, fikir, insan, büyük doğu, kumandan salih mirzabeyoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, ibda hareketi, islam davası, islam dışı, büyük doğu meselesi, ideolojik, büyük doğu hareketi, dava adamlığı, dava adamı, mümin.

Musab Yasir ÖZEN, Musab, Musab Yasir, Yasir Özen, y. Özen, musab özen, MYO, M.Y.O

BÜYÜK DOĞUCULUK DİYALEKTİĞİ

(Musab Yasir ÖZEN)

İslam inancına sahip her birey inancı gereği ALLAH’tan başka hiçbir otorite ve güce boyun büküp, tabi olmaz. En güçlü sorgulama ve muhalefet İslam dininde mevcuttur. Dinimizde aklı körü körüne kiraya vermek sefil bir kölelik olarak adlandırılır. Hakikatin özü nasıl ve niçin’den meydana gelmektedir. 20. yüzyıl ve devamı bilgi, enformasyon çağı olarak nitelendirilmekte, bilginin bir silah olduğu önemle vurgulanmaktadır. Ülkeler teknoloji, sanayi ve yeni keşifler hususunda kıran kıran’a bir yarış içerisindedir. Toplumsal olarak kendini geliştiremeyen ve bu yarışın çok gerisinde kalan milletlerin nasıl coğrafyalarının kan gölü’ne döndüğü hepimizin malumudur. Mürekkebin akmadığı toplumlarda, kan akar sözü durumu özetlemektedir. Kentleşme ve metropolleşmenin zirvelerini yaşadığı Türkiye’de hala ne idüğü belirsiz, kot kafalı, empati duygusundan mahrum, analitik düşünemeyen, oturduğu yerde devlet kurup devlet çökerten traji komik profillere rastlamak mümkün. Bizim mutlak önceliğimiz bu şarlatanları aramızdan ayıklamak ve defnetmek olmalıdır. Bunlardan samimi bir dost olamayacağı gibi, samimi bir düşman da olamaz. Yani bunlardan bir şey olmaz. Bunları biz tabela reklamcısı olarak görüyor, işin kaymağını hedeflediklerini de iyi biliyoruz.
Fakat körlükleri o kadar büyüktür ki, o kıt akıllarıyla başkalarını da kafalayabileceklerini düşünürler. Ulu orta bir komedyadır halleri. Bunların çevrelerindeki şakşakçıların Büyük Doğu Davası ve Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in kısmi bir tefsir mahiyeti güden eser içerikleri ve fikirleriyle hiçbir bağları yoktur. Bu nedenle de yapılan hamleler pasif kalıp, ALLAH‘ın manevi yardımından mahrum bir halde sürünmeye mahkumdur. Kalemlerini kimsenin kaale almadığını bildiklerinden oyun dışı kalan çocuk misali mızmızlanmaya, suyu bulandırmaya, gündemde kalmaya çalışırlar. Beslenbildikleri tek husus yaygara propagandasıdır. Kimliksizliklerini boş, beleş uğraşlarla kimliklendirmeye çalışırlar. Necip Fazıl Kısakürek ve devamındaki Salih Mirzabeyoğlu eserlerindeki fikirleri kendi menfaatleri doğrultusunda yorumlayıp, dava çığırtkanlığına soyunan bu şahsiyetsizlerin mutlak surette ayıklanması ve kafalarının ezilmesi gerekmektedir. Üç, beş internet sitesi kurup Devlet Politikaları’na dil uzatmak, alakasız algılar oluşturup, propaganda yapmak, lider icat etmek, 3. Dünya Savaşı çıkarmak, mafyacılık oynamak, efendim bizim binler militanımız var, şu kadar bombamız var ayakları, cıo-mossad teraneleri… Bu çirkin dil ve anlatımların bizim davamızla, ehl-i sünnet yoluyla ve dava şahsi ahlakıyla hiçbir ilgisi alakası yoktur. Bu teraneler ancak bu şahısların sokak diliyle kolpalığı başka yerlere naval okuması olarak adlandırılabilir.
Ahlaklı bir Müslüman, ahlaklı bir dava adamı şiddet söylemi ile kimlik bulmaya Çalışmaz, çabalamaz. Cebinde bir şey varsa, sürekli onu dillendirme ihtiyacı duymazsın… Şayet yoksa geriye dil cambazlığı iyi bir yöntemdir. Bunları mutlak suretle görmeli sap ile samanı ayırmalıyız. Don kişot misali hayali düşmanlar üretip, kahramanlık makaleleri yayınlamanın dava ile ne alakası var, anlamak mümkün değil. Devrim denilen şey önce insanın içindeki putları, ruh hastalıklarını devirecek bir şey olmalıdır. Kendi nefsini, duygularını ıslah edememiş 3,5 balonun kalkıp bu işlerin bayraktarlığına soyunması akla ziyan bir iştir. Bunlar işin keyfiyetinde, mahalle kahvehanelerinde toplanan emekliler misali boş lakırdı peşindeler. Cezaevine girmekten ve ölmekten korkan tipler. Dedik ya mesele dava adamlığı değil dava adamı görüntüsü vermekte. Avrupa’nın falan ülkesi filan müptezellerinden anca talimat alır, bu vatana ihanet edersiniz. Yaptığınız iş tam olarak budur.

Tespit edilmesi yönünden, bunların sözler ve söylemleri yerine hal ve hareketlerine bakmak yerine bulacaktır. Çünkü sözler işin vitrini, gözükmek istenilen rollerin propagandası, haller ve hareketler ise doğrudan beyin yapılarını ortaya koyan somut tanımlamalardır. Bu çelişkili durum yani sözler ve hareketlerin uymaması hali ortada bir dürüstlüğün de olmadığının en önemli göstergesidir. Lakin her şey taklit edilebilir, fakat samimiyet asla taklit edilebilir bir şey değildir.

Etiketler: Büyük Doğuculuk Diyalektiği, Musab Yasir Özen, islam, ALLAH, islam dini, türkiye, büyük doğu davası, Necip Fazıl Kısakürek, Salih Mirzabeyoğlu, Devlet Politikası, müslüman, dava adamı, devrim, dava.

Musab Yasir ÖZEN, Musab, Musab Yasir, Yasir Özen, y. Özen, musab özen, MYO, M.Y.O

ALLAH, YOL, DAVA, İDEAL…

(Musab Yasir ÖZEN)

İnanmak, ya çok üstün, kendi kendini kül edecek kadar üstün bir akıl davasıdır; yahut yarı yolda bangır bangır iflas eden aklın her türlü desteğinden mahrum fakat gizli bir ruh feyzi ile gayesini sezmiş ve fikir kargaşalarından kurtulmuş saf ve basit adam işidir… Sonuç ve netice olarak bizlerin bu yolda gönüldaş ve yoldaş olarak görmek istediği kişiler muallakta kalan, toprak altında sürünen tipler kesinlikle değildir. Biz Büyük Doğu ruhundan bahsediyoruz. Kur’an-ı Kerim ışığında, ehli sünnet yolunda bir inanç ve yol. Ve bu manevi inançla oluşturulmuş, devletçi bir teşkilat yapısı oluşturulmalıdır. Bu kutsi yolun uğraşıda esersiz, irfansız, Çilesiz ve samimiyetsiz olamayacağı ortadadır. Bu nedenle de zihniyet olarak berrak kalıp, davaya sadık olamayanları, sokak jargonu ile kolpacıları, reddediyoruz. Bunların ve yanlarında dolanan 3,5 şivananın bizim nezdimizde çöp kadar hükmü yoktur. Malum müminin ferasetinden sakınmak lazım. Sahtekarı ve gözü bağcıyı ayırt etmek bizim işimiz.

Etiketler: ALLAH, YOL, DAVA, İDEAL, Musab Yasir ÖZEN, Büyük Doğu, ehli sünnet, kuran-ı kerim, Fikir, inanmak

BÜYÜK DOĞU MARŞI

Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet!
Güneşten başını göklere yükselt!
Avlanır, kim sana atarsa kement,
Ezel kuşatılmaz, çevrilmez ebet.

Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet!
Güneşten başını göklere yükselt!

Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un!
Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.
Nur yolu izinden git, KILAVUZ’un!
Fethine çık, doğru, güzel, sonsuzun!

Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un!
Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.

Aynası ufkumun, ateşten bayrak!
Babamın külleri, sen, kara toprak!
Şahit ol, ey kılıç, kalem ve orak!
Doğsun BÜYÜK DOĞU, benden doğarak!

Aynası ufkumun, ateşten bayrak!
Babamın külleri, sen, kara toprak!

                                                                                                                                                                          Necip Fazıl Kısakürek
                                                                                                                                                                    www.musabyasirozen.com.tr

Bulunduğu çağın nabzını yakalayan gençler ve ideali aramayla toprağa bağlanma arasında bir berzahta kıvranan insan oğlunun oluş ıstırabını hakikatin hakikatini nispetle heykelleştiren adam; Üstad Necip Fazıl Kısakürek’e saygı ve rahmetle… Ruhu şad olsun.

 

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

 

Büyük Doğu

BÜYÜK DOĞU (DAVAMIZ) Musab Yasir Özen

BÜYÜK DOĞU (DAVAMIZ)

Musab Yasir Özen

Anlaşılırlık
Biz insanlara, amacımız apaçık sunmayı, sistemimizi gözlerinin önüne sermeyi ve onları güneşten daha parlak, sabahın beyazlığından daha açık, gündüzlerin aydınlığından daha aydınlık olan davamıza açıkça ve mertçe davet etmeyi severiz.

Masumluk
Yine aynı şekilde milletimizin bütün müslümanlar’ın Büyük Doğu” davasının masum ve saf bir dava olduğunu bilmelerini isteriz. Davamızın saffiyeti öylesine berraklaşmıştır ki, davetçilerimiz şahsi arzularını aşmış, maddi menfaatleri değersiz görerek bırakmış, arzu ve heveslerini arkasına atmış. Hak Tebareke ve Teala’nın davetçileri için belirlediği yolda ilerlemeye başlamışlardır.

De ki, bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar apaçık bir şekilde insanları ALLAH’a davet ederiz. O ALLAH ne yücedir. Ben asla O’na şirk koşanlardan olamam. (Yusuf, 108)

Biz insanlardan bir şey istemiyoruz. Bize mal vermelerini şart koşmuyoruz, mükafat da beklemiyoruz. Onların bizi övmelerini beklemiyoruz. Ne bir karşılık ne de bir teşekkür umuyoruz.

Karşılıksız Sevgi
Yine milletimizin bilmesini isteriz ki onlar bizlere kendi nefsimizden daha sevimlidirler. Bilinmelidir ki bu insanlar feda edilecek bir şeyleri varsa onu bu ümmetin izzeti için feda etmeye can atanlar, eğer bir mal varlıkları varsa onu bu milletin varlığı, saygınlığı, dini ve amaçları için sarf etmeyi arzularlar. Bizi bu konuma getiren şey kalplerimizi saran, hislerimize hakim olan sevgimiz, uykularımızı kaçıran ve gözlerimizden kan yaşları akıtan endişemizdir. Milletimizi bu halde gördükten sonra yine tembelliğe devam etmemiz, gevşekliğe ve ümitsizliğe boyun eğmemiz bizim için asla mümkün değildir. Biz kendi nefsimiz için çalıştığımızdan çok ALLAH yolunda insanlar için çalışıyoruz. Bizlerin varlığı türküm ve Müslümanım diyenler içindir.

“Üstünlük Ve Başarı Yalnızca ALLAH’ındır.”

Biz, hiçbir şeyi kendi başarımız olarak görmüyor, kendimizde bir üstünlük hissetmiyoruz. Biz sadece ALLAH‘ın şu sözüne iman ediyoruz.

“Aksine, sizi hidayete erdirmek suretiyle en büyük işi ALLAH yapmıştır. Eğer doğrulardansanız.” (Hucurat, 17)

Eğer dilediğimiz fayda verirse, dileriz ki ALLAH ümmetimizin kalplerini açsın da görsün ve işitsinler, baksınlar ki acaba “Büyük Doğu İdeolocyası na samimi olarak gönül vermişlerdi, milletin ıslahı için gayret göstermekten başka hiçbir his var mı? Biz de içine düştükleri bu hale üzülmemizden başka bir şey bulabilecekler mi? Fakat bize ALLAH yeter. O bunların hepsini biliyor. Bizi hak yoldan ayırmamak için onun kefaleti yeterlidir. Kalplerimizin bağları ve anahtarları onun elindedir.

ALLAH kimi hidayete erdirirse o artık sapmaz. Kimi de saptırırsa o artık doğru yolu bulamaz” (Zumer, 36-37)

“ O, bize kafidir, o ne güzel yardımcıdır.”

“ALLAH , kuluna yeterli değil midir? “ (Zumer, 36)

Büyük Doğu’nun İstediği Dört Sınıf

İnsanlardan istediğimiz yegane şey karşımızda şu dört sınıftan biri olmalıdır.

Salih Mirzabeyoğlu

1. İnananlar

Büyük Doğu” davasına inanan, sözümüzü doğrulayan ve prensiplerimizi beğenen, onda bir hayır gören, kalben tatmin olan ve faydasına inanan kişi. Biz bu kişiyi derhal bize bağlanmaya ve bizimle beraber çalışmaya çağırıyoruz. Ki böylece mücahitlerin sayıları artsin ve davetlilerin sesleri yükseltsin. Çalışmaya katılmadıkça inanmanın hiçbir anlamı yoktur. Sahibini onu gerçekleştirmeye ve uğurun da fedakarlık yapmaya sevk etmeyen bir inancın da hiçbir faydası yoktur. Kalplerine ALLAH‘ın hidayetini yerleştirmesi ile hayırda öne geçen Sahabeler de böyle davranmış, peygamberlerine tabi olmuş, onun getirdiklerine iman etmiş, ve onun yolunda hakkıyla cihad etmişlerdi. Bu kişiler için ALLAH en güzel mükafatı verecektir. Onların sevabı tıpkı tabi oldukları kişinin sevabı gibi olacak ve asla ondan eksik kalmayacaktır. 

2. Tereddütler

Bu kişi, henüz, hakkı tespit edememiş, sözlerimizdeki samimiyeti ve faydayı anlamamış olan kişidir. O, henüz kararsız bir şekilde bocalamak ta’dır. Bu kişiyi tereddütle baş başa bırakır ve ona şöylece tavsiyede bulunuruz:

– Bizimle bol bol ilişki kur, uzaktan ve yakından faaliyetlerimizi takip et, kitaplarımızı oku, cemiyetlerimizi ziyaret et, kardeşlerimizle tanış, inşallah bundan sonra bizim hakkımızda senin kalbine güven gelecektir. Daha önce de peygamberlere uyanlar arasında evvela böyle tereddütlü şekilde davrananlar olmuştur.

3. Menfaatperestler

Kendisine bir menfaat kazandıracağından emin olmadıkça destek vermeyi istemeyen ve ancak bir ganimet karşılığı gayret gösteren kişilerdir. Onlara deriz ki:
– Kusura bakma. Bizim yanımızda, ancak samimi davrandığın takdirde ALLAH‘ın sana vereceği sevap ve hayırla davranışlara devam ettiğinde kazanabileceğin bir cennetten başka bir şey yoktur. Biz, şeref yönünden üstün mal yönünden ise fakir kimseleriz. Bizim işimiz, beraberimizdeki insanlar için fedakarlık etmek, elimizdeki bütün malımızı dağıtmaktır. Tek dileğimiz de en güzel dost ve yardımcı olan ALLAH‘ın rızasıdır. Eğer Allah’ü Teala onun kalbini hırsın baskısından kurtarırsa, ALLAH indinde olanın hayırlı ve ebedi olduğunu bilecek, bu dünyaya ait bütün varlığını, ALLAH‘ın ahirette vereceği sevaba nail olmak için feda etmek üzere ALLAH ordusuna katılacaktır.

“Sizin yanınızdaki şeyler tükenir, ALLAH’ın yanındakiler ise bakidir.” (Neml, 96)

Eğer bu kişi, uzak durur, nefsine, malına, dünyasında, ahiretin de, ölümünde ve yaşamında evvela ALLAH‘ın hakkı olduğunu kabullenmez ise hiç şüphesiz ALLAH ondan ve hakkı görmeyen her kişiden münezzehtir. Resulullah (S.a.v)’a biat ederken de onun vefatından sonra da kendilerine amirlik verilmesini isteyenler de aynen bunlar gibiydiler. Fakat Resulullah, onlara sadece şunu bildirmekle yetindi.

“Arz Allah’a aittir. Onu kullarından dilediğine verir. Akıbet müttakilerindir.” (Araf, 123)

4. Karşı Çıkanlar

Bunlar, bizim hakkımızda kötü düşünen, şüphe ve tereddütten kurtulamayan kimselerdir. Bunlar bize koyu siyah bir gözlükle bakanlar. Bizden şüpheyle ve dışlayarak söz ederler. Gurur da inat etmekten sakınmaz, şüpheleri gidermeye çalışmaz ve evhamlarıyla birlikte yaşarlar. Bu durumda ALLAH’ın ona ve bize hakkı hak gösterip ona tabi olmamızı, batılı batıl gösterip ondan sakınmamızı sağlamasını niyaz ederiz. Çünkü her şey onun elindedir, hidayete erdirmek de ona aittir. Eğer çağrıya kulak verenlerden ise onu davet eder, söz dinleyenlerden ise ona nasihat ederiz. Yegane ümit kaynağımız olan ALLAH’a onun hayrı için dua ederiz. ALLAH’u Teala bu insanların bir kısmı hakkında peygamberlerine şu ayeti kelimeyi indirmiştir.

“Sen sevdiklerini hidayete erdirmezsin, fakat Allah dilediğini hidayete erdirir. “ (Kasas, 80)

Bu nedenle onları seveceğiz ve onların bize meyletmelerini, davamıza güven duymalarını temenni edeceğiz. Onlar hakkında efendimiz Muhammed Mustafa’nın bize bildirdiği şu sözü söylemekle yetineceğiz.

“Allah’ım kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar. “

Artık insanların bize karşı bu dört sınıftan biri olmayı tercih etmelerini diliyoruz. Artık müslümanların amaçlarını anlamalarının, yönlerini tayin etmelerinin ve bu yolda amaçlarına erinceye kadar çalışmalarının vakti çoktan geçmiştir. Bu şaşırtıcı gaflete, eğlenceli oyalanmalarla, aldatılmış kalplere, kör yönelişlere ve her konuşanın peşine takılmaya, stadyumları doldurup, Semt hoklabazları’na, akıllarını kiraya vermeye, uyuşturucu bataklıklarında çırpınmaya ve bu tip şeylere yer yoktur.

“Delikanlı hala ne diye oyunda oynaştasın, Fatih’in İstanbul’u fetih ettiği yaştasın.“

Kendi Varlığından Vazgeçmek

Milletimizin bilmesini isteriz ki ancak her yönüyle uyum sağlamayı kabullenenler, canından, malından, vaktinden ve sıhhatinden sorumlu olduğu oranda fedakarlık yapabilirler bu davaya layık olabilirler.

“De ki; eğer, babalarınız, evlatlarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretleriniz, kazandığınız mallarınız, kesat gitmesinden korktuğunuz alışverişiniz, ve hoşlanmadığınız evleriniz size Allah’tan, Resulü’nden ve onun yolunda cihad etmekten daha sevimli geliyorsa, Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyiniz. Allah fasıklar kavmini hidayete erdirmez” (Tevbe, 24)

Büyük Doğu’nun daveti asla şirki kabullenmeyen bir davettir. Tevhid, onun karakteridir. Kim bu esası kabullenirse Büyük Doğu davasını yaşar ve yaşatır. Bu temel esası ihmal ederler ise mücahitlerin sevabından mahrum kalır, geride kalanlara denk olur ve oturanlarla beraber otururlar. O zaman ALLAH çağrısını başka bir kavme yöneltir.

“O, müminlere karşı şefkatli, kâfirlere karşı şiddetlidir. Müminler, ALLAH yolunda cihad eder ve kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, ALLAH’ın dilediğine verdiği bir mükafattır. (Maide, 52)

Büyük Doğu Davasının Açıklığı

Biz insanları bir takım prensiplere davet ediyoruz. Bu prensipler, açık, belirli ve insanların bir çoğunu teslim olduğu İslam’ın prensipleridir. Bütün müslüman ülkeleri (Afganistan, Arnavutluk, Azerbaycan, Bahreyn, Bangladeş, Benin, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Brunei Darüsselam, BurkinaFaso, Cezayir, Cibuti, Çad, Endonezya, Fas, Fildişi Sahili, Filistin, Gabon, Gambiya, Gine, Gine Bissau, Guyana, Irak, İran, Kamerun, Katar, Kazakistan, Kırgızistan, Komorlar, Kuveyt, Libya, Lübnan, Maldivler, Malezya, Mali, Mısır, Moritanya, Mozambik, Nijer, Nijerya, Özbekistan, Pakistan, Senegal, Sierra Leone, Somali, Sudan, Surinam, Suriye*, Suudi Arabistan, Tacikistan, Togo, Tunus, Türkiye, Türkmenistan, Uganda, Umman, Ürdün, Yemen.) bu prensipleri tanır, gereğine iman eder ve bu prensiplerin mutluluk ve rahatlığı için yegane reçete olduğuna samimiyetle inanırlar. Bu prensipler, ebedi iyilik ve varlık âlemini ıslah edebileceğini bizzat tarihi tecrübelerince ispatladığı prensiplerdir.

Bu prensiplere iman etmek noktasında birleştikten sonra kavmimizle bizim aramızda kalan yegane fark onların imanı ; kalplerde uyuklayan, miskin ve tembel bir duygu olarak algılamalar, hükmünü uygulamayı ve gereğini yerine getirmeyi istemeleri, Büyük Doğu’cuların ise imanı, nefislerinde alevli ve canlı, kuvvetli ve uyarıcı bir şekilde kabullenmeleridir. Biz doğulularda söyle acayip bir psikolojik hal vardır; inandığımız şeyden bahsedilince öyle heyecanlanırız ki bizi gözetleyen insanlar bu inanç uğurun da başarıncaya dek dağları devireceğimizi, canimizi, malımızı feda edeceğimizi, her türlü zorluklara katlanacağımızı ve kahramanlıklar göstereceğimizi zannederler. Fakat sözün tesiri geçip topluluk dağılınca, imanımızı tamamen unutur ve fikrimizden uzaklaşırız. Bu yolda en basit bir mücadeleye gelişmeyi bile aklımıza getirmeyiz. Bu unutkanlık ve gaflet o derece büyür ki bazen fikrimizin tam zıddını kasten veya gayri ihtiyari isteriz. Fikir, amel veya düşünce adamlarından birisinin aynı günün iki yakın saatinden birinde inkarcılarla ikarcı, ötekisinde ise ibadet edenlerle beraber abid olduğunu görseniz şaşırarak gülmez misiniz? İşte bu gevşeklik, unutkanlık, gaflet ve uyuşukluk bizi, davamızı anlatmaya sevk etmiştir. Bu dava, sevgili milletimizin ana esaslarına zaten iman etmiş olduğu Büyük Doğu İslam Davasıdır.

Davalar, Davetçiler Ve Araçlar

Sözümüzün başına dönerek diyoruz ki, Büyük Doğu Davası, esaslı prensipleri olan bir davadır. Bugün doğuda ve batıda insanların akıllarını işgal eden ve kalplerini karıştıran ideolojiler, prensipler, fikirler, mezhepler, münakaşalar vardır. Bunlardan her birini öven taraftarları, yaymaya çalışan evlatları, aşıkları ve mürşitleri vardır. Onlar davalarının meziyet ve güzelliklerini anlatır, davalarını insanlara güzel, şaşaalı ve parlak bir şekilde sunmaya çalışırlar.

Günümüzdeki davetliler eskiye oranla özellikle batı’da daha iyi eğitilmiş, hazırlanmış ve donatılmış kişilerdir. Her fikir kendi karanlık yönlerini açıklayan, güzelliklerini ortaya seren, insanların kalplerine en kolay yoldan sızması ve onları tatmin etmesi için bütün reklam ve propaganda yollarını kullanan bir davetçi ordusuna sahiptir.

Davetçilerin kullandığı araçlara gelince bunlarda eskiye oranla son derece farklıdır. Eski davetliler ancak topluma söyleyebildikleri veya eserleri geçirebildikleri birkaç sözle davalarını anlatabilirlerdi. Şimdiyse yayın organları, dergiler, gazeteler, kitaplar, tiyatro ve filmler, radyo ve televizyon propaganda aracı olarak kullanılmakta, bu fikirlerinin kadın-erkek bütün insanların kalplerine, evlerine, ticarethanelerine, fabrikalarına ve tarlalarına ulaştırılması için bütün vesilelere başvurulmaktadır. Bu nedenle davetlilerin arzuladıkları amaca ulaşıncaya kadar bu araçların tamamını en güzel şekilde kullanmaları gerekmektedir. Bu açıklamaları neden yapıyoruz? Burada, ikinci kez geriye dönerek diyeceğim ki; dünya şu anda siyasi, milliyetçi, ırkçı, ekonomik, askeri ve barışcı ideolojilerin arasında sıkışıp kalmıştır. Büyük Doğu mensuplarının güttüğü bu kutsal davanın bu karmakarışık ortamda konumu nedir?

Büyük Doğu

Büyük Doğu Işığında İslam Anlayışımız

Büyük Doğu Davasını tüm yönleriyle ifade eden tek kelime İslam’dır. Bu kelimede insanların anladigi dar manalardan başka çok geniş manalar gizlidir. Biz inanıyoruz ki; İslam, hayatın bütün safhalarını düzenleyen, bütün problemlere çözüm yolu gösteren, her konuda en hassas hükümleri veren, hayati problemler karşısında eli kolu bağlı kalmayan ve insanların ıslah etmesi mümkün olan yegane nizam olarak çok geniş manalar içermektedir. Bazı insanların İslam’ı sadece, bazı ibadet biçimleri ve ruhi haller olarak dar bir alana sıkıştırmaları büyük bir hatadır. Onlar, islam hakkındaki bu dar anlayışları nedeniyle yaşamlarını ve iradelerini çok dar bir çerçeveye sıkıştırmışlardır. Fakat biz İslam‘dan bundan başka, dünya ve ahiret işlerini düzenleyen geniş ve derin bir anlam çıkarıyoruz. Biz bunu kendimiz iddia etmiyor veya uydurmuyoruz. Aksine bu bizim ALLAH‘ın kitabı olan ve ilk müslümanlar’ın yaşayış tarzlarından çıkardığımız bir sonuçtur. Bizle alakadar olanlar “Büyük Doğu Davası” olan İslam kelimesinin ifade ettiği en geniş manayı anlamak istiyorsa, nefsini, heva ve ön yargılarından arındırdıktan sonra Mushaf-ı Şerif-i eline alsın ve Kur’an ‘ ın ne demek olduğunu anlatsın. Bu takdirde Büyük Doğu Davası’nı kolaylıkla anlayacaktır. Evet davamız İslam davasıdır. Bu kelimenin ifade ettiği bütün özelliklere sahiptir. ALLAH’ın kitabı islamın esasları ve temelidir. Resulullah’ın sünneti kitaba dayanır. ve onu açıklar. Selefi Salih’in yaşam tarzları ise ALLAH‘ın emirlerine uymaları ve doğrudan doğruya Resul’ünün öğretisinden haberdar olmaları nedeniyle İslam’ın pratikteki öğretisidir.

ÇEŞİTLİ DAVALARA KARŞI BÜYÜK DOĞU TAVRI

Bu asırda insanların kalplerini ayıran fikirlerini karmakarışık eden davaları, davamızın terazisinde tartarız. Uygun düşenleri hoşlukla kabul eder, aykırı olanlardan ise uzak dururuz. Biz inanıyoruz ki davamız genel ve kapsamlı bir davadır. Hangi davada olursa olsun, hayırlı olan şeyleri asla dışlama, alır ve kabulleniriz.

1. Vatanseverlik

İnsanların bazen vatanseverlik, bazen de milliyetçilik davalarına sarıldıkları görülmektedir. Doğuda, özellikle doğulu milletlerin batılıların kendilerine yaptıkları kötülükleri, şereflerine, üstünlüklerine ve istiklallerine el uzattıklarını, mallarını aldıklarını ve kanlarını akıttıklarını görmelerinden sonra bu milletler batının içlerinde yaktığı bu ateşle tutuşmuşlar, vatanseverliği ihmali mümkün olmayan bir görev saymışlar, bütün güçlerini, gayretlerini ve imkanlarını harcayarak batının boyunduruğundan kurtulmaya koşmuşlardır. Liderlerin dilleri, gazetelerin sahifeleri, hatiplerin konferansları ve insanların sloganları vatanseverlik ve milliyetçiliğin önemini haykırmaya koyulmuştu. Bütün bunlar güzeldi. Fakat güzel olmayan şey doğulu müslümanlar’ın, bu fikirlerin Avrupalıların söylediklerinden ve yazdıklarından daha güzel, daha etraflı, daha hassas ve daha arınmış bir şekilde İslam’da ifadesini bulmasına rağmen İslam‘dan kaçınmaları, Avrupalıları kör bir şekilde taklide dalmaları ve İslam’la bu fikirlerin karşıt iki tarafı temsil ettiğini zannetmeleridir. Hatta, bazıları İslami düşüncenin milletin birliğini parçalayacağını ve gençler arasındaki bağları zayıflatacağını sanmışlardır. Bu hatalı kuruntu doğulu milletler için her yönden zararlı olmuştur. İşte bu yanlış kuruntu nedeniyle şimdi sizlere Büyük Doğu’nun vatanseverliğe yönelik bakışının ne olduğunu belirtmekte fayda var. Bu tavır Büyük Doğu’cuların kendilerinin kabul ettikleri ve insanlara yaymak için gayret gösterdikleri tavırdır.

a) Duygusal Vatanseverlik

Eğer vatanseverler davalarından bu toprakları sevmeyi, bağlanmayı, ona karşı arzulu olmayı ve vatana derin duygularla bağlanmayı kastediyorlarsa bu hem insan fıtratında bulunan hem de İslam tarafından emredilen bir husustur. İşte, her şeyini dini ve inancı uğruna feda eden Bilal (r.a) hicret yurdu Medine’de vatanı olan Mekke’ye ince ve hassas duygularıyla şöyle hitap ediyor:

“Mekke vadilerinde bir gece kalabilecek miyim?
Çevremdeki güzel otlar ve çiçekler arasında …
Bir gün meccane suyuna varabilecek miyim?
Same ve Tufeyl dağlarını görebilecek miyim?”

Yine Resulullah (S.a.v) şair Useyl’in Mekke’yi anlatışını dinlerken hasretle gözlerinden yaşlar akarak:

“-Dur ey Useyl dur ki kalplerimiz durulsun.” Demiştir.

b) Hürriyet ve Şeref Açısından Vatanseverlik

Eğer onlar, vatanseverlikten vatanın işgalcilerin elinden kurtulmasını, istiklâlini kavuşturulmasını ve vatan evlatlarının kalbine hürriyet ve şeref duygularının yerleştirilmesi için elden gelen bütün gayretin sarf edilmesini kastediyorlarsa bu husus da, biz onlarla müttefikiz. Bu konuda İslam son derece sert ve tavizsiz bir tavır takılmıştır;

“Şeref ALLAH içindir, Resulü içindir ve müminler içindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler. “ (Münafikun, 8)

“Allah, kâfirlerin eline, müslümanların aleyhine bir fırsat vermeyecektir. (Nisa, 141)

c) Sosyal Açıdan Vatanseverlik

Eğer onlar, vatanseverlikle aynı ülkenin insanları, arasındaki bağların kuvvetlendirilmesini, fertlerin faydaları gereği olan bu bağı kuvvetlendirmek için aydınlatılmalarını kastediyorlarsa bu hususta da aynı şekilde onları destekleriz. Bunu bizzat gerekli bir vecibe olarak görmüş ve İslam peygamberleri şöyle buyurmuştur :

“Ey ALLAH’ın kulları, kardeşler olunur.” Kur’an ise şöyle demektedir:
“ Ey iman edenler, sizden olmayanları dost edinmeyiniz. Onlar sizi helak etmek isterler, sizin sıkıntıya düşmenizi dilerler. Kinleri ağızlarına, dökülmüştür. Kalplerinde gizledikleri ise daha fazladır. Bu ayetleri size açıkladık, umulur ki akıl erdirirsiniz.” (Ali İmran, 13)

d) Fetihçi Vatanseverlik
Eğer vatanseverlikten, ülkelerin feth edilmesini ve dünyada üstünlük kurulmasını kastediyorlarsa zaten İslam’ın farz kıldığı ve fetihlerin en mübarek ve en faziletlisine teşvik ettiği yol budur. Bu hususta Allahu Teala şöyle buyurmuştur :

“Yeryüzünde hiçbir fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın “ (Bakara, 193)

e) Bölücü Vatanseverlik
Eğer vatanseverlikten maksat, milletimizi çeşitli gruplara ayırıp aralarına çekişme, kin, iftira düşürmek, birbirlerine sövüp itham ederek tuzaklar kurmalarını sağlamak, şahsi menfaatleri için kurulan partilere sımsıkı bağlanan taraflar haline getirmekse bu anlayış, toplumdaki ateşi alevlendirmekten ve onları Haktan ayırıp batıla bağlamaktan başka bir iş göremez. Bu anlayış, insanların birbirleri arasındaki bağları koparır, birbirleriyle yardımlaşmalarını Önler. Onların çekişme ve iftiralar ile uğraşmasını sağlar. Bu tip bir vatanseverliğin ne insanlara ne de davetlilere bir faydası vardır. İşte gördüğünüz gibi biz de vatanseveriz. Fakat biz ancak vatanımız ve milletimiz için hayırlı olan yönleri kabulleniyoruz. Yine gördüğünüz gibi uzun uzun anlattığımız bu vatanseverlik davası da esasında İslam’ın öğretilerinin bir bölümünden başka bir şey değildir.

Necip Fazıl Kısakürek

Vatanseverliğin Amacı Ve Birlik

Vatanseverler bugün Avrupalıların yaptığı gibi önce vatanlarını kurtarmayı, ardından da maddi açıdan yükselmeyi hedef edinmişlerdir. Biz, ise müslümanların boynunda canlarını, kanlarını ve mallarını feda ederek yapmaları gereken bir görevlerinin olduğuna inanıyoruz. Bu görev, insanlığın İslam nuruyla aydınlatılması ve İslam bayrağının yeryüzünün her tarafına yükseltilmesidir. Bu görev yerine getirmek için ne mala ne şöhrete ne saltanata ne de bir millet üzerine sömürge kurmaya ihtiyaç vardır. Bunun için yalnızca Allah‘ın rızasını gaye edinmek yeryüzünü onun diniyle saadete erdirmek ve onun ismini yüceltmek yeterlidir. İşte bu metod, Mukaddes fetihleriyle dünyayı dehşete düşüren, sürat, adalet ve fazilet yönünden tarihin şahit olduğu bütün harikalara aşan Selefi Salih’inin (Allah onlardan razı olsun) metodudur.

İslam dini birlik ve eşitlik dinidir. Karşılıklı hayırda yardımlaşmaya devam ettikleri müddetce diğer dinlerin bağlılarıyla Müslümanlar arasındaki bağları korumayı garanti altına almıştır.

“Allahü Teala sizin, din hususunda sizinle savaşmayanlara ve sizi vatanınızdan sürüp çıkarmayanlara yardımda bulunmanızı ve iyilik etmenizi yasaklama. Allah iyilik yapanları sever.” (Mümtehine,8)

O halde ayrımcılık nereden kaynaklanmaktadır?
Görmüyor musunuz, bir vatan için ülkemizin hayrı için, kurtuluşu ve yükselmesi için, Cihad yolunda insanların ifratta en şiddetli gidenleri ile bile ittifak ediyoruz bu uğurda samimiyetle çalışan herkesi destekliyor ve onlara yardım ediyoruz. Onların gayretleri vatanın kurtulması ve maddi açıdan ilerlemelerini sağlanmasıyla sınırlı kalıyor. Fakat bütün bunlar Büyük Doğu nazarında yolun bir kısmı veya mücadelenin sadece bir aşaması olarak kabul ediliyor. Bunun ardından yeryüzünün diğer bölgelerindeki İslam ülkelerinin ilerlemesini sağlamak ve Allah hitabının, bayrağının oralara da yükselmesini gerçekleştirmek görevi gelir.

2. Milliyetçilik
Büyük Doğu İdeolocyası’nın milliyet karşısındaki tavrına değinecek olursak;

a) Ecdad Milliyetçiliği
Eğer bu tip milliyetçilik fikrini kabullenenler bununla yeni nesillerin ilerlemek, hızlı bir şekilde yükselmek ve başarı kazanmak için atalarının metod’larını takip etmelerini en güzel örnek olarak onları almalarını, evlatların da aynen babalarının yücelttikleri ve zafer kazandıkları yollarla yücelteceklerini kastediyorlarsa bu çok güzel bir metod’dur. Biz bu metodu alır ve destekleriz. Şuanki milletimizi uyarma da, atalarımızdan aldığımız derslerden faydalanmakta değil miyiz? Resulullah (S.a.v)’de şu sözünde büyük bir ihtimalle buna işaret etmektedir:
“İnsanlar madenler gibidirler. Cahiliyye devrinde hayırlı olanları derin anlayışlı davrandıkları takdirde İslam döneminde de hayırlılardan olurlar.”
Görüldüğü üzere milliyetçilik bu faziletli ve değerli şekli ile İslam’da yasaklanmamaktadır.

b) Ümmet Milliyetçiliği
Eğer milliyetçiler, milliyetçilikten kişinin iyilik etmesine ve yardımına en layık olanların, içinde büyüyüp geliştiği kendi kavmi ve milleti olduğunu kastediyorsa bunda hiçbir mahzur yoktur.

c) Teşkilatçı Milliyetçilik
Eğer milliyetçilikten hep birlikte çalışıp cihad etmemizi, her milletin kendine düşen görevi yapması ve Allah’a kavuşuncaya kadar zafer yolunda yürümesi kast ediliyorsa bu çok güzel bir amaçtır. Hürriyet ve istiklal amacıyla doğulu milletlerden hep birisi kendi alanında teşkilatlanarak mücadeleye atılırsa biz onları desteklemekten başka bir şey yapmayız. Bu ve benzeri manalarda milliyetçilik, yegane ölçümüz olan İslam’ın yasaklanmamadığı, üstelik kalplerimize yerleştirdiği ve teşvik ettiği güzel ve hayranlık duyulacak bir fikirdir.

 

Büyük Doğu (Davamız)

d) Cahili Milliyetçilik
Eğer milliyetçilikten eskimiş cahili adetlerin diriltilmesini, geçmiş masalların canlandırılması, yerleşmiş faydalı medeniyetin silinmesini, İslam inancıyla milliyetçilik davası arasındaki ilişkinin koparılması, bazı devletlerin isimlere, yazının harflerine ve konuşmanın kelimelerine varıncaya kadar her yerde İslam’ın ve Türklüğün izlerini silmeye kalkıştıkları gibi saçmalıklara ve yıkılıp gitmiş cahiliyye adetlerini dönmeyi kastediyorlarsa bu tip bir milliyetçilik çirkin, aptalcasına ve akıbeti kötü bir milliyetçiliktir. Bu milliyetçilik, doğulu milletleri şiddetli bir husumete götürür. Bununla birlikte maddi varlıklarının yok olmasına, değerlerinin azalmasına en mühim özelliklerinin şeref ve asaletlerinin en mukaddes görüntülerini kaybetmesine yol açar. Onların böyle davranması Allah‘ın dinine bir zarar vermez.

“Eğer siz yüz çevirirseniz sizin yerinize başka bir milleti getiririz ve onlar sizin gibi dönek de olmazlar.” (Kıtal, 38)

e) Kinci Milliyetçilik
Eğer milliyetçilikten diğer milletleri küçümseyerek onlara düşmanlık yapıp onların aleyhine kendi milletlerinin yücelmesi için daha önce Almanya’nın ve İtalya’nın yaptığı gibi mücadelede bulunmayı kastediyorlarsa ki her millet bu manada kendi üstünlüğünü iddia eder. Bu çirkin bir iddiadır, insanlıkla alakası yoktur. Bunun manası hakikatle alakası olmayan ve hiçbir hayır getirmesi mümkün olmayan insanların birbirleriyle çekişmeleri demek demektir.

Büyük Doğu İdeolocyası’na mensup bireyler bu anlamda ve benzeri noktalarda milliyetçiliğe inanmazlar. Firavunculuk, araççılık, Kürtçülük, Türkçülük, fenikecilik iddiasında bulunmazlar. İnsanların birbirleriyle çekişmek için kullandıkları isim ve lakapları kullanmazlar. Onlar insanların en mükemmeli ve insanlara hayrı öğreten muallim Resulullah (S.a.v)’in şu sözüne kulak verirler:
“Allahu Teala cahiliyyetle Övünmeyi ve atalarla kibirlenme size yasakladı. İnsanlar Adem’dendir. Adem ise topraktandır. Arabın aceme, üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir. “ (Veda Hutbesinden)
Ne doğru, ne güzel ve ne gerçek bir söz… insanlar Adem’den yaratılmışlardır. Bu noktada bütün insanlar eşittir. İnsanlar amellerle fazilet kazanabilirler. Bu nedenle onlara gereken şey hayırda yarışmaktır. İşte iki sağlam prensip. Eğer insanlık bu iki prensip üzerine dayanırlarsa en yüksek derecelere ulaşırlar. İnsanlar Adem’dendir ve birbirlerinin kardeşleridir. Bu nedenle birbirleri ile yardımlaşmaları, birbirlerini desteklemeleri, birbirlerine merhamet etmeleri, hayır yolunda birbirlerine yol göstermeleri amellerde yarışmaları ve insanlık iyice ilerleyinceye kadar her alanda gayret göstermeleri gerekir. İnsanlık için bundan daha kapsamlı bir anlayış, daha faziletli bir terbiye var mıdır?

Yaşasın Büyük Doğu Bizlerden Doğarak.

BAŞIBOŞ

Vatanımda sular akar başıboş;
Herkes birbirini kakar, başıboş.

Bozkırlardan topal bir tren geçer;
Çocuk, merkep, öküz bakar, başıboş.

Yanmaz da yürekler, ateşe atsan!
Bir kibrit bir orman yakar, başıboş.

Tarih, kutuplara kaçmış bir fener,
Buz denizlerinde çakar başıboş.

Yirmi dokuz harflik sözde aydınlar,
Yafta yazar, isim takar, başıboş.

Allah’ım, sen acı bu saf millete!
Aksam yatar, sabah kalkar, başıboş.

                                                                                                                                                                                          Necip Fazıl Kısakürek (1964)

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

 

İslami açıdan Toplumunun Sosyolojik Yapısı

İSLAMİ AÇIDAN TÜRK TOPLUMUNUN SOSYOLOJİK YAPISI

Dini Yönden Türk Toplum Yapısı

İSLAMİ AÇIDAN TÜRK TOPLUMUNUN SOSYOLOJİK YAPISI

Türkiye toplumunun sosyal yapısı “üzerine türlü teoriler üretilmiştir, bunların bir bölümü resmi tarih ve resmi teorilerdir. Tarih, bu bilgi dalının karakteri gereği hemen her dönemde Siyasal iktidarların eğilimi yönünde toplumu tanımlar. Özellikle ülkedeki 70 yıllık Siyasal rejim adeta öznel tarihini yansıyarak kendini hayatiyet alanı açabilmiştir. Ancak yine de tarih, sıkışınca müracaat edilen bir mekan, merci ve hacet kapısı yerine kullanılmaktadır. Bazen düşmanların gözünü korkutmak için, bazen doğal bir ihtiyaçtan, bazen de sağduyunun çalması sonucu yeniler eskilere sığınır, onları anlar. Tarih en ziyade hatıra getirildiği zaman dilimi, onun kırılma dönemleri, eski deyimle def-İ mefsedet halleri olsa gerekir.

Resmi tarihte elbette her zaman yalan söylemez. Belki küçük rötuşlarla büyük yanılgılara neden olur; makyaj değiştirir, mask tazeler. Bir de kimi tarihsel kareleri dev aynasında gösterir; kiminin fotoğrafını bile çekmez. Tarih kötüdür yahut tarih iyidir türünden yargılar bu yargıya varanların kendi gelecekleri hakkındaki kehanetten başka nedir ki? Günümüzün resmi tarihsel perspektiften görüntüsü herkesçe malum; tarih kötüdür, şimdiyse iyidir. Tarih, bireyi, toplumu, sistemi ile başlangıcından beri halkın yahut halkların karanlıklarda yaşadığı dönemlerdi. Kitaplar yazmıştır ama kamu vicdanında yankısı bulunmadığı için belki de insanlar çabuk unuttular; aslında yeni tarihsel dönemin fikri kurucuları tarafından savunulmuştur, denilmiştir ki İslam, Türkiye toplumunun tarihsel ve geleneksel hızını kesmiştir. Bir resmi tarihsel söylem açısından İslam, orta Asya’dan kopup gelen bu cevval kavmin hem ileriye dönük yönünü değiştirmiştir, hem de onun nizamını alem davasında geri bırakmıştır!

Nerede, ne zaman, hangi delile dayandırıldığı belirtilmeksizin cumhuriyet, demokrasi ve hatta laiklik bu toplumun öznel bünyesinde öteden beri var olan olgular gibi gösterilmiştir. Ülke yönetiminde tek söz sahibi gibi görünen TBMM’ye kadar girmiş nice insanla konuşursanız işitirsiniz, yukarıdaki yargıyı ya da çok yakın bir iddiayı. Ancak delil sormayacaksınız, çünkü bu böyledir. Yani Türkler doğuştan (Orta Asya’dan) demokrat, cumhuriyetçi ve laiktirler. Eski Şamanist Türklerden birkaç eski püskü delil bile gösterebilirler size… Yine resmi teorilere göre düne kadar Türkiye’de Türk’ten başka kavim yoktu. Varsa da kimisi kuzeyde Türk’ün deniz görmüş kısmı, kimisi karda yürüyüp izini hiç kaybetmeyen ve kart kurt sesleri çıkaran dağlı kesimidir. Onlarda herkes gibi özbeöz Türk’türler. Öyleyse “Ne Mutlu Türküm Diyene”… Ayrıca kendini Türk hisseden herkes Türk’tür! Bu ülkede yaşayıp kendini Türk hissetmemek ise hem ayıp hem günahtır.

Ülkede sürdürülen resmi söylemin halkından, halkın düşünce ve yaşama tarzından tamamen kopuk ve tepeden inmeci bir zihniyet olduğu savunulur. Ama bunu bütünüyle paylaşmak bize doğru gözükmüyor. Birtakım dayatmacı yöntemlerle halkın kimi konularda zorla yönlendirildiği, çeşitli dönemler için doğrudur. Ancak halkın tüm bu olup bitenlere çanak tutucu rıza felsefesi, göz yumulduğu yani müstahaklığı da görmezden gelinemez. Zaten eşyanın tabiatına aykırıdır. Kurt ile kuzunun aynı mekanda yıllarca ve kardeşçe yaşaması… Eğer yaşıyorlarsa ya kurt kuzulaşmıştır ya kuzu kurtlaşmış, tabiatları bozulmuştur. Toplum mozaiği hakkında ileri sürülen teorilerin en iyi niyetli ve üslubu düzgün olanı; “uysal ve tepkisiz“ benzetmesidir. Öteki benzetmelerin çoğu bu vasıfları daha çok uç noktalara taşıyan örneklerdir. Örneğin toplumun çoğunluğu en çok bedevi, hala göçebe, köylü, taşralı, kolektif bilinçten yoksun ve en nihayet Aziz Nesin tarafından aptal olarak nitelendirilmiştir.

Üçü de kendi köşesinde birbirinden daha marjinal üç sınıftan söz edilebilir. “ Türkiye Toplumu “içinde: yöneten sınıf (büyük sanayici iş adamları onların ortağı sayılır), yönetilen kitleler ve aydınlar (geniş kitleden kültürü ve yaşam biçimi ile kopmuş ama yöneticilerin dümen suyuna girmemiş olanları sayıyoruz yalnızca, büyük, gittikçe büyüyen medya, gazete patron ve milyarderleri de hariç elbet). Üç sınıfta birçok bakımdan birbirine karşı, birbirinden hazzetmeyen, birbirini götürmek istedikleri yöne inat edip gitmemekte direnen, elinden gelse öteki sınıfları susturacak kadar onlardan uzak düşen duyarlılıklara sahiptirler. Yani aralarında ciddi bir sevgisizlik, kopukluk, soğukluk egemendir. Resmi söylemle her ne kadar kendini Türk hisseden herkes Türk sanılsa da en azından her Türk’ün bir diğerine muhabbet ve sadakatle bağlanacağı bir urvetul vuska yoktur. Son yıllarda toplumun sosyal yapısını belirlemeye yönelik resmi olmayan ama sağlıklı ve derinliklide olmayan çalışmalar, iddialar, değişik görüşler yoğunlaştı. Tarihsel kökleri bulunan bir toplumun bu gününü belirlemede ve kurmada geleneksel yapısına yönetmenin önemi, hiç olmazsa bu kadarı, hem de Müslüman olmayan aydınlarca vurgulanmaya başladı. Tek parti despotizminin neredeyse günümüze dek sürdüğü bir dönemde, tek sesliliğin yerini çok sesliliğe terk etmesi açısından bu bir gelişme olarak görülebilir. Ancak bilim ve gerçeklik uğruna, gerekirse acımasız olundukça hakikat, ne anlaşılır ne de elde edilebilir. Toplumda var diyorsak eğer çöküntüyü yalnızca sömürgecilerin aleyhteki çalışmalarıyla açıklamaya kalkışmak, toplumun kendi kusurlarını göz ardı etmek, yine çözümsüz sonuçlarda sorunları düğümlemekten öte bir işe yaramaz. Türk toplumunda kültür, öteki her şeye benzetilerek adeta bir fors, askeri üniforma gibi kullanılmaktadır. Fiyakasından geçmemektedir çoğu insanın.

Türk Toplumunun Sosyolojik Yapısı

Bizim taşra kentinde bir vakitler bitpazarında Avrupa eskisi giysiler satılırdı. Avrupalılar eski giysilerini güya yardım olsun diye Filistin’e gönderirmiş. Onlar bu yabancı giysileri en yakın ülke olan ve bu giysileri çoktan giymeye alışkın Türkiye’ye Suriye üzerinden kaçak olarak gönderir, yerine kaçak tütün vs. alırlarmış. İşte bu giysilerden bir takım elbiseyi esnaftan bir adam satın almış, giyinmişti. İşin ilginç yanı ceketin iç cebi üzerindeki Avrupai etiket görünmediğinden onu da söktürüp ceketin dışındaki mendil cebinin üzerine rozet gibi diktirmişti. Sanırım hala iftiharla rozet kullanan yegane ülke Türkiye’dir. Her vesile ile profesörlüğünü gündeme getiren hocalar yabancı dil bilgisini kullandığı kelimelerle sergilemeye koşan bilgiçler, din hakkında konuşanları ille de müftü görmek isteyen dindarlar, basit bir haberi veya hakikati hatırlayıp halkı aydınlatmayı amaçlayan yazı ve sözlerdeki ağdalı, gösterişli üslup, her şeyi ille de üniforma gibi kullanma arzusunun göstergesi değilmidir? Ya Batı’dan gelen her şeye karşı o sonradan görme tavrın mazereti de var kuşkusuz. Bir kere gelen nesne (Ve beraberinde gelen ahlak) gerçekten ilk karşılaşılan bir nesnedir. İkincisi, Batı niceden beri icat ve keşiflerin merkezidir. Üçüncüsü ise, üretilen şey bu ülke toplumunun gerçekten yabancısıdır. Zira batı kendine özgü şeyler üretmekle, kendi yaşama standartları ve dünya görüşü çerçevesinde biçim vermektedir. Bunlara şaşırmak da toplum belki haklıdır. Ama bunları topluma taşıyanlara ne demeli? Herhalde bilgi ve görgü artırım denemeleridir, bunlar. Ve bilinçsizce, hiç kritik etmeden, tüm reklam mallarına saldırmanın haklı ve anlamlı bir yanı yoktur. Sonra bütün bunlar feodal kalıntılar, göçebelik, taşralık, köylülük ile izah edilir ve hatta aptallıkla…

Düşünmesi az olan toplumun duygusallıkları yaşantısında daha ağır basar, bu sonuç doğaldır. Türkiye toplumu çoğunluk itibari ile duygusal bir toplumdur. Bu yüzden kolay dönüşen bir toplumdur. Geleneksel yapısında da bu vardır. Salt akıl yürütmek, düşünmek yerine, deyim yerindeyse, filozofiye (hikmet yumurtlama çabası anlamında) eğilim daha ziyadedir. Filozofiye de İslami hikmet kavramıyla örtüştürerek kendince ona meşrutiyet elbisesi giydirmiştir. Bir kere herkesin hayatı romandır.

Hemen herkes filozof yada şairdir. Biraz avam kalanlar halk filozoflarıyla idare eder. Bunların çoğu da veli sanılan delilerdir. Daha kültürlü çevrelerde yaşayanlar en son moda felsefe cereyanlarının erken muhibbidirler. Bakılırsa daha kaynaklarında kim olduklarını iyice anlamadan postmodernist Türkler aramızda dolaşmaktadır. Özgür düşünceden çok filozofiye ve kendince sözlere eğilimi, toplumun, alıştırıldığı ve özendirdiği hoşgörüsünden, tevilci mantalitesinden ve aşırı duygusallığından kaynaklansa gerekir.

Türkiyede Yaşanan İslam

Kur’an‘ın öğrettiği İslam ile halkın yaşadığı İslam arasındaki bariz farkları gözlemlemek de toplumun yapısı hakkında ipuçları, bilgiler veriyor. Örneğin Türkiye toplumunun Kur’an‘a bakışının tipik modeli Osman Gazi’ye yaşatılmış, efsaneleştirilmiş ve bir halk mitolojisi gibi yinelenip durmaktadır. Osman Gazi eğer doğruysa yatmak için girdiği odada duvara asılı Kur’an-ı Kerim i görünce, Kur’an‘ın bulunduğu odada edebinden uyuyamamış, sabaha kadar uykusuz beklemiştir. Evet, bu belki mütevekkil sanılan bir tavırdır ama düşüncesizcedir. Ve tevekkül noksanlığı değil lakin düşüncesizlik Kur’an‘ın nasıl yendiği bir tutumdur. Halkların yanlış tevekkül eğilimine, duygusal bakışına örnek çoktur. Örneğin Kur’an-ı Kerim, insanın kendi başına, bağımsız düşünmesine verdiği önemi, hiçbir tutum ve tavra vermemiştir. Ama bunu görmezden gelen insanlar Kur’an‘da ancak birer defa zikredilen “vesile“ ve “nazar “ kavramları üzerine nice korkunç ve İslam dışı felsefeler bina etmişlerdir. “Vesile“ öne sürülerek, Allah ile kul arasında aracın bile bulunması gerektiği bile savunulmuştur. “ Nazar“ ile de büyücülüğe, sihre, fala, şans oyunlarına neredeyse caizeler üretilmiştir. Her iki telakki Kur’an‘ın başka ayetleri ile tevhidin karşıtı gösterilerek verilse de, ne gam; halk kendi duyarlığına uygun felsefeyi yakalamıştır, üstelik kendince bunun kaynağı Kur’an’dır, gerisi onu pek ilgilendirmemektedir. Elbet kitlelerin bu tavrı, aynı tavrı onaylayan halk hocaları tarafından da sürdürülmüştür. Hatta halkı bu tavra biraz da onlar sevk etmişlerdir. Halk ağzı konuşan vaazlar kürsüde yüzyıllarca yanlışın çığırtkanlığını yapmışlardır. Halkın o kürsülerden işittikleri ile ALLAH’ın sahih dini arasında bazen büyük uçurumlar olmuştur.

Duygusal halkın yaşamı nükte ve fıkralar üzerine bina edilmiştir, adeta. Kuşkusuz bir açıdan bakıldığında bu folklorik ve kültürel bir zenginlik olarak gözükür. Ancak atlanan bir nokta vardır. Kendini İslam’a nispet eden bir halk, ezberlediği yahut ürettiği nükte ve fıkraların onda yahut yüzde biri kadar bile dinlerinin kaynağı olan ilahi vahiy ile temasa geçmemiş, ilişkiye girmemiştir. Yönetenleri memnun bırakan bu tutum, bilenlerin de, başka bilenler çıkmayacağı için işlerine gelmiştir. Halk ozonları, halk nüktedanları hatta halk vaizleri bile bazen günlük namazda okudukları Kur’an ayetlerinin ne demeye geldiğinden habersiz, ömürler tüketmişlerdir. Çünkü böyle gelmiş, böyle gitmektedir. Ve böyle gelip böyle gitmekte olması güya filozofça, şairce bir edadır. Bunca dinine bağlı bir halkın, Türkiye’de hemen büyük çoğunlukta ladini bir hayat sürdüren ve onu dayatan hükümlere nasıl tahammül ettiği zaman zaman hayretle sorunla gelmiştir. Bu sorgulamada iki yanlış var: biri halkın dindarlığı, ikincisi de yönetenlerin dinsizliği. Her iki kesimin de aslında dine bir bakış açıları, dini bir yorumlayış tarzları vardır. Ve o pencereden bakıldığında her iki kesimde aynı ton ve edada bir tür dindarlardır. Bu “ Türk Tipi Müslümanlık” tır. Birazı politikacıların İslamizasyon politikalarının ekmeğine yağ sürmektedir bu tür Müslümanlığın… Bir kısmı halkın düşünme melekesine galebe çalan kökleşmiş duyarlıklarını okşamaktadır… Eh, bir kısımda diğer dinlerden, Budizm, şamanizm, Hristiyanlıktan devşirilmedir.

Türkiye halkları yüzyıllardan biri Müslüman’dır. Güzel, hayırlı Müslümanlık modelleri ortaya koymuşlardır. Büyük bir Müslüman medeniyeti gelecek kuşaklara emanet etmişlerdir. Ne ki halkın dini, hakkın dini ile zaman zaman tashih edilmez, bir tecdide tabi tutulmazsa bulanıklaşır. Hele İslam ilahi, halkın dindarlığa beşeri olduğundan, tecdid yani yenileme, Müslümanlar bakımından dönem dönem büyük bir ihtiyaç olarak belirir. Dervişler, halk arifleri, ozanlar diliyle tümden müteşabih (çok anlamlı) bir üslup kazanan dinsel söylemin ilahi vahiy ile tashihine, tecdidine gerçekten zaruret doğmuştur. Aksi takdir de her an kendisiyle ve her şeyiyle çelişen eceli dinsel söylem, halkın ve yönetenlerin birbirinden razı olduğu bir ortamı var edebilir. Ama bu sonuç çokluk Hakk‘ın memnun olmadığı, daha doğru bir ifadeyle razı olmadığı bir ortamdır. Hakk’ın rıza göstermediği bir son ise kötü akıbettir. Resmi ve gayri resmi herkesin gönlünde yatan, etliye sütlüye bulaşmayan, siyasetten ALLAH’a sığınan, toplumları ve bireyleri yönetmeye kalkmayan belki yalnızca vicdanlara hafif bir korku salan şu “Türk Tipi Müslümanlık” sorgulanmalıdır.

Türk Halkların İslami Yaşantısı

Bir toplum ki düşünme melekesini pek fazla kullanmaz, ama sıra dine geldiği zaman tabir caizse kafasına göre takılır, ne hikmetse o noktada dini keyfine uydurur. Düşünmemek yerine nükteler, fıkralar, maniler, espriler, dervişan öyküler, mitolojiler, platonik ve her türlü aşk masalları, efsun, uğur, şans teraneleri, yani bir cümle çok anlamlılık bazen anlamsızlıklarla ömrünü harcar. O toplumun felahı elbet gecikir. Halkın bütün bu yatkınlığı var gücüyle destekleyen aydınlar bu tutumları bir de milliyetçilik muhafazakarlık sanmazlar mı? Varın hesaplayın erişilen yanlışlığın boyutunu. Bir garip dünyadır bu toplumun dünyası ki yaşarken din ve Allah’a karşı tepkisinin düzeyi hangi şiddette ise ölünce arkasından hem de namazını kılanlar tarafından aynı şiddette “ iyi biliriz” denilir. Sonra inanıp inanmadığı meçhul Allah’ı adına namazı kılınıp defnedilir. Ancak onların içlerinden samimi birisi çıkar, “ benim namazımı kılmayın, ben inanmıyorum” derse herkesin daha çok tepkisini çeker, ne demek namaz kılmamak, diye… Samimiyetsizliğe prim ve ödül dağıtılırken, samimiyetin ödülü horlanmak mı olmalıydı?

Toplumlarında huyları, karakterleri, alışkanlıklar vardır. Huy değiştirmek alışkanlıklardan vazgeçmek zordur. Türkiye toplumu şimdi bu en zor kapının eşiğindedir geleneksel deyişle, eşikte duranı yel çabuk çarpar. Kapıyı kapatıp acilen ya içeri girecek ya yine dışarıda kalacaktır. Bizim aralarında yaşadığımız, birçoğu akrabamız olan kendi toplumumuza önerimiz, Müslümanlık iddiasının sadra şifa verecek biçimde hakikatle örtüşmesi için “Müslümanın yeniden Müslüman olması” gerekmektedir. Yüzyılımızın başında büyük Müslüman düşünür Muhammed İkbal’in ifadesiyle: “Kaç Müslümanlardan sığın Müslümanlığa” sanırız yeni yüzyıllar bu sözü iki şıkkıyla da doğrulayacak Müslümanları beklemektedir. Duygu sömürüsüne değil düşünceye çağrıldığının, kurtuluşun nükte ve fıkralarda değil Allah’ın ayetlerinde yazılı bulunduğunun bu topluma, bu insanlara birileri tarafından söylenmesi artık gerekliydi. Her geçen gün ihtiyaç biraz daha artmaktadır.

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

 

 

error: İçerik korunuyor !!!