LEMAN DERGİSİ VE SİMON SOYU İŞ BİRLİKÇİLERİNE MUSAB YASİR ÖZEN’DEN MEKTUP VAR

LEMAN Dergisi Ve Simon Soyu İş Birlikçilerine MUSAB YASİR ÖZEN’den Mektup Var

LEMAN DERGİSİ VE SİMON SOYU İŞ BİRLİKÇİLERİNE MUSAB YASİR ÖZEN’DEN MEKTUP VAR

Leman Dergisi, Türkiye’de yayımlanan ve merkezi İstanbul Beyoğlu’nda bulunan sözde mizah ve karikatür içerikli yayınlar yapan, Fransa özentisi bir kuruluş. Dün alçakça bir karikatür çizimi ile toplumda infial oluşturup gündeme geldiler. Leman Dergisi ve Lut kavmi atığı işbirlikçileri, çalışanları her hal baş başa verip fikir teatisi yapmış olacaklar ki… Bizler zaten LEMAN Dergisi Ailesi olarak mezhep yönünden soysuz, ahlak yönünden alçak insanlarız, lakin bu sıfatlarımızı toplum nezdinde daha köklü ve derinlemesine nasıl tescilleriz diyerek… Yaradan’ın bizzat övdüğü, iki cihan serverimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’mi (yazmakta bile imtina ettiğim) karikatürize etme gibi bir gevşekliğe soyundular. LEMAN Dergisinde yayınlanan bu içerikler, Türkiye’nin 81 ilinde milyonlarca kişinin şiddetli tepkilerine, öfkelenmelerine, tv başında yumruklarını sıkmalarına sebep oldu. İstanbul’da binlerce kişi foseptik çukuru LEMAN Dergisi Bürosu’nu basarak yakıp, yıktılar. Yoğun şikayet ve tepkiler üzerine LEMAN Dergisi ve yönetim kadrosuna emniyet mensupları operasyon düzenledi ve 85 milyon bu soytarılarından yarı çıplak, beyaz donlarıyla nasıl derdest edilip, ceza evine paket edildiklerine şahit olup birebir gözlemlediler.

LEMAN Dergisi

LEMAN dergisi’nin geçmişten günümüze yayın politikaları hem edebi yönden hem ahlaki yönden ele alacak olursak, edebi eser ve yapıtlar bir toplumun dini inanç, örf, adet, kültür ve ananelerinde ayda tuttuğu ölçüde, daha açık ifade ile duygu ve düşüncelerine tercüman olduğu minimalde toplum için sanatsal bir değer taşır. Aksi durumlarda toplum ile özdeşleşmeyen eser o toplumun eseri olmaktan çıkar, başka hesaplara hizmet eden bir aparattan öteye gidemez. Yazımıza sebep simon soyu gurubun hazırladığı LEMAN Dergisini elimize aldığımızda içerik, yazı, kurgu ve karikatürlerin kutlu Türk nesli ile hiçbir yönden bağdaşmadığı, inanç ve kültürel değerlerimizi yansıtmadığı gayet net anlaşılacaktır. LEMAN Dergisi içerik olarak anadan üryan çizimler, gayri ahlaki ağır diyaloglar, hiçbir aile bireyinin katlanamayacağı kurgular ve sapkınlığa dair ne varsa bünyesinde toplanmış leş bir mecmuadır. Bu üslub ve tarzda içerik hazırlayan şahısların droid dünyalarına ve aile yapılarını tahmin etmek, hiçte zor olmasa gerek.

Küresel dünyada islam’ın yegane sancaktarı olan Türkiye gibi bir ülkede ilgili şarlatanların kalkıştıkları bu alçaklık dehşet verici bir gerçekliktir. Komedi ve karikatür mahrumiyeti altında kainat güneşi Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e dil uzatma bedbahtlığı’na kalkışan bu köpeklere ilahi mukadderat gerekli cevabı mutlak sürece verecektir. Nasıl ki Fransa’da aynı terbiyesizliğe kalkışan charlie hopkins dergisinin elim sonunu gördüysek LEMAN Dergisi be iş birlikçilerinin devam eden zaman sürecinde başlarına ne tür talihsizlikler geleceğini gözlemleyeceğiz. Leş LEMAN Dergisi ve ilgililerini tek tek lanetliyor, yaptıkları bu alçakça hareketlerden dolayı haklarında en adil mukadderatın tecelli etmesini diliyoruz.

Musab Yasir Özen

“Baş koymuşuz bu sevdaya”  / “ALLAH YOL DAVA İDEAL…”  

“Musab Yasir ÖZEN”

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

İslami açıdan Toplumunun Sosyolojik Yapısı

İSLAMİ AÇIDAN TÜRK TOPLUMUNUN SOSYOLOJİK YAPISI

Dini Yönden Türk Toplum Yapısı

İSLAMİ AÇIDAN TÜRK TOPLUMUNUN SOSYOLOJİK YAPISI

Türkiye toplumunun sosyal yapısı “üzerine türlü teoriler üretilmiştir, bunların bir bölümü resmi tarih ve resmi teorilerdir. Tarih, bu bilgi dalının karakteri gereği hemen her dönemde Siyasal iktidarların eğilimi yönünde toplumu tanımlar. Özellikle ülkedeki 70 yıllık Siyasal rejim adeta öznel tarihini yansıyarak kendini hayatiyet alanı açabilmiştir. Ancak yine de tarih, sıkışınca müracaat edilen bir mekan, merci ve hacet kapısı yerine kullanılmaktadır. Bazen düşmanların gözünü korkutmak için, bazen doğal bir ihtiyaçtan, bazen de sağduyunun çalması sonucu yeniler eskilere sığınır, onları anlar. Tarih en ziyade hatıra getirildiği zaman dilimi, onun kırılma dönemleri, eski deyimle def-İ mefsedet halleri olsa gerekir.

Resmi tarihte elbette her zaman yalan söylemez. Belki küçük rötuşlarla büyük yanılgılara neden olur; makyaj değiştirir, mask tazeler. Bir de kimi tarihsel kareleri dev aynasında gösterir; kiminin fotoğrafını bile çekmez. Tarih kötüdür yahut tarih iyidir türünden yargılar bu yargıya varanların kendi gelecekleri hakkındaki kehanetten başka nedir ki? Günümüzün resmi tarihsel perspektiften görüntüsü herkesçe malum; tarih kötüdür, şimdiyse iyidir. Tarih, bireyi, toplumu, sistemi ile başlangıcından beri halkın yahut halkların karanlıklarda yaşadığı dönemlerdi. Kitaplar yazmıştır ama kamu vicdanında yankısı bulunmadığı için belki de insanlar çabuk unuttular; aslında yeni tarihsel dönemin fikri kurucuları tarafından savunulmuştur, denilmiştir ki İslam, Türkiye toplumunun tarihsel ve geleneksel hızını kesmiştir. Bir resmi tarihsel söylem açısından İslam, orta Asya’dan kopup gelen bu cevval kavmin hem ileriye dönük yönünü değiştirmiştir, hem de onun nizamını alem davasında geri bırakmıştır!

Nerede, ne zaman, hangi delile dayandırıldığı belirtilmeksizin cumhuriyet, demokrasi ve hatta laiklik bu toplumun öznel bünyesinde öteden beri var olan olgular gibi gösterilmiştir. Ülke yönetiminde tek söz sahibi gibi görünen TBMM’ye kadar girmiş nice insanla konuşursanız işitirsiniz, yukarıdaki yargıyı ya da çok yakın bir iddiayı. Ancak delil sormayacaksınız, çünkü bu böyledir. Yani Türkler doğuştan (Orta Asya’dan) demokrat, cumhuriyetçi ve laiktirler. Eski Şamanist Türklerden birkaç eski püskü delil bile gösterebilirler size… Yine resmi teorilere göre düne kadar Türkiye’de Türk’ten başka kavim yoktu. Varsa da kimisi kuzeyde Türk’ün deniz görmüş kısmı, kimisi karda yürüyüp izini hiç kaybetmeyen ve kart kurt sesleri çıkaran dağlı kesimidir. Onlarda herkes gibi özbeöz Türk’türler. Öyleyse “Ne Mutlu Türküm Diyene”… Ayrıca kendini Türk hisseden herkes Türk’tür! Bu ülkede yaşayıp kendini Türk hissetmemek ise hem ayıp hem günahtır.

Ülkede sürdürülen resmi söylemin halkından, halkın düşünce ve yaşama tarzından tamamen kopuk ve tepeden inmeci bir zihniyet olduğu savunulur. Ama bunu bütünüyle paylaşmak bize doğru gözükmüyor. Birtakım dayatmacı yöntemlerle halkın kimi konularda zorla yönlendirildiği, çeşitli dönemler için doğrudur. Ancak halkın tüm bu olup bitenlere çanak tutucu rıza felsefesi, göz yumulduğu yani müstahaklığı da görmezden gelinemez. Zaten eşyanın tabiatına aykırıdır. Kurt ile kuzunun aynı mekanda yıllarca ve kardeşçe yaşaması… Eğer yaşıyorlarsa ya kurt kuzulaşmıştır ya kuzu kurtlaşmış, tabiatları bozulmuştur. Toplum mozaiği hakkında ileri sürülen teorilerin en iyi niyetli ve üslubu düzgün olanı; “uysal ve tepkisiz“ benzetmesidir. Öteki benzetmelerin çoğu bu vasıfları daha çok uç noktalara taşıyan örneklerdir. Örneğin toplumun çoğunluğu en çok bedevi, hala göçebe, köylü, taşralı, kolektif bilinçten yoksun ve en nihayet Aziz Nesin tarafından aptal olarak nitelendirilmiştir.

Üçü de kendi köşesinde birbirinden daha marjinal üç sınıftan söz edilebilir. “ Türkiye Toplumu “içinde: yöneten sınıf (büyük sanayici iş adamları onların ortağı sayılır), yönetilen kitleler ve aydınlar (geniş kitleden kültürü ve yaşam biçimi ile kopmuş ama yöneticilerin dümen suyuna girmemiş olanları sayıyoruz yalnızca, büyük, gittikçe büyüyen medya, gazete patron ve milyarderleri de hariç elbet). Üç sınıfta birçok bakımdan birbirine karşı, birbirinden hazzetmeyen, birbirini götürmek istedikleri yöne inat edip gitmemekte direnen, elinden gelse öteki sınıfları susturacak kadar onlardan uzak düşen duyarlılıklara sahiptirler. Yani aralarında ciddi bir sevgisizlik, kopukluk, soğukluk egemendir. Resmi söylemle her ne kadar kendini Türk hisseden herkes Türk sanılsa da en azından her Türk’ün bir diğerine muhabbet ve sadakatle bağlanacağı bir urvetul vuska yoktur. Son yıllarda toplumun sosyal yapısını belirlemeye yönelik resmi olmayan ama sağlıklı ve derinliklide olmayan çalışmalar, iddialar, değişik görüşler yoğunlaştı. Tarihsel kökleri bulunan bir toplumun bu gününü belirlemede ve kurmada geleneksel yapısına yönetmenin önemi, hiç olmazsa bu kadarı, hem de Müslüman olmayan aydınlarca vurgulanmaya başladı. Tek parti despotizminin neredeyse günümüze dek sürdüğü bir dönemde, tek sesliliğin yerini çok sesliliğe terk etmesi açısından bu bir gelişme olarak görülebilir. Ancak bilim ve gerçeklik uğruna, gerekirse acımasız olundukça hakikat, ne anlaşılır ne de elde edilebilir. Toplumda var diyorsak eğer çöküntüyü yalnızca sömürgecilerin aleyhteki çalışmalarıyla açıklamaya kalkışmak, toplumun kendi kusurlarını göz ardı etmek, yine çözümsüz sonuçlarda sorunları düğümlemekten öte bir işe yaramaz. Türk toplumunda kültür, öteki her şeye benzetilerek adeta bir fors, askeri üniforma gibi kullanılmaktadır. Fiyakasından geçmemektedir çoğu insanın.

Türk Toplumunun Sosyolojik Yapısı

Bizim taşra kentinde bir vakitler bitpazarında Avrupa eskisi giysiler satılırdı. Avrupalılar eski giysilerini güya yardım olsun diye Filistin’e gönderirmiş. Onlar bu yabancı giysileri en yakın ülke olan ve bu giysileri çoktan giymeye alışkın Türkiye’ye Suriye üzerinden kaçak olarak gönderir, yerine kaçak tütün vs. alırlarmış. İşte bu giysilerden bir takım elbiseyi esnaftan bir adam satın almış, giyinmişti. İşin ilginç yanı ceketin iç cebi üzerindeki Avrupai etiket görünmediğinden onu da söktürüp ceketin dışındaki mendil cebinin üzerine rozet gibi diktirmişti. Sanırım hala iftiharla rozet kullanan yegane ülke Türkiye’dir. Her vesile ile profesörlüğünü gündeme getiren hocalar yabancı dil bilgisini kullandığı kelimelerle sergilemeye koşan bilgiçler, din hakkında konuşanları ille de müftü görmek isteyen dindarlar, basit bir haberi veya hakikati hatırlayıp halkı aydınlatmayı amaçlayan yazı ve sözlerdeki ağdalı, gösterişli üslup, her şeyi ille de üniforma gibi kullanma arzusunun göstergesi değilmidir? Ya Batı’dan gelen her şeye karşı o sonradan görme tavrın mazereti de var kuşkusuz. Bir kere gelen nesne (Ve beraberinde gelen ahlak) gerçekten ilk karşılaşılan bir nesnedir. İkincisi, Batı niceden beri icat ve keşiflerin merkezidir. Üçüncüsü ise, üretilen şey bu ülke toplumunun gerçekten yabancısıdır. Zira batı kendine özgü şeyler üretmekle, kendi yaşama standartları ve dünya görüşü çerçevesinde biçim vermektedir. Bunlara şaşırmak da toplum belki haklıdır. Ama bunları topluma taşıyanlara ne demeli? Herhalde bilgi ve görgü artırım denemeleridir, bunlar. Ve bilinçsizce, hiç kritik etmeden, tüm reklam mallarına saldırmanın haklı ve anlamlı bir yanı yoktur. Sonra bütün bunlar feodal kalıntılar, göçebelik, taşralık, köylülük ile izah edilir ve hatta aptallıkla…

Düşünmesi az olan toplumun duygusallıkları yaşantısında daha ağır basar, bu sonuç doğaldır. Türkiye toplumu çoğunluk itibari ile duygusal bir toplumdur. Bu yüzden kolay dönüşen bir toplumdur. Geleneksel yapısında da bu vardır. Salt akıl yürütmek, düşünmek yerine, deyim yerindeyse, filozofiye (hikmet yumurtlama çabası anlamında) eğilim daha ziyadedir. Filozofiye de İslami hikmet kavramıyla örtüştürerek kendince ona meşrutiyet elbisesi giydirmiştir. Bir kere herkesin hayatı romandır.

Hemen herkes filozof yada şairdir. Biraz avam kalanlar halk filozoflarıyla idare eder. Bunların çoğu da veli sanılan delilerdir. Daha kültürlü çevrelerde yaşayanlar en son moda felsefe cereyanlarının erken muhibbidirler. Bakılırsa daha kaynaklarında kim olduklarını iyice anlamadan postmodernist Türkler aramızda dolaşmaktadır. Özgür düşünceden çok filozofiye ve kendince sözlere eğilimi, toplumun, alıştırıldığı ve özendirdiği hoşgörüsünden, tevilci mantalitesinden ve aşırı duygusallığından kaynaklansa gerekir.

Türkiyede Yaşanan İslam

Kur’an‘ın öğrettiği İslam ile halkın yaşadığı İslam arasındaki bariz farkları gözlemlemek de toplumun yapısı hakkında ipuçları, bilgiler veriyor. Örneğin Türkiye toplumunun Kur’an‘a bakışının tipik modeli Osman Gazi’ye yaşatılmış, efsaneleştirilmiş ve bir halk mitolojisi gibi yinelenip durmaktadır. Osman Gazi eğer doğruysa yatmak için girdiği odada duvara asılı Kur’an-ı Kerim i görünce, Kur’an‘ın bulunduğu odada edebinden uyuyamamış, sabaha kadar uykusuz beklemiştir. Evet, bu belki mütevekkil sanılan bir tavırdır ama düşüncesizcedir. Ve tevekkül noksanlığı değil lakin düşüncesizlik Kur’an‘ın nasıl yendiği bir tutumdur. Halkların yanlış tevekkül eğilimine, duygusal bakışına örnek çoktur. Örneğin Kur’an-ı Kerim, insanın kendi başına, bağımsız düşünmesine verdiği önemi, hiçbir tutum ve tavra vermemiştir. Ama bunu görmezden gelen insanlar Kur’an‘da ancak birer defa zikredilen “vesile“ ve “nazar “ kavramları üzerine nice korkunç ve İslam dışı felsefeler bina etmişlerdir. “Vesile“ öne sürülerek, Allah ile kul arasında aracın bile bulunması gerektiği bile savunulmuştur. “ Nazar“ ile de büyücülüğe, sihre, fala, şans oyunlarına neredeyse caizeler üretilmiştir. Her iki telakki Kur’an‘ın başka ayetleri ile tevhidin karşıtı gösterilerek verilse de, ne gam; halk kendi duyarlığına uygun felsefeyi yakalamıştır, üstelik kendince bunun kaynağı Kur’an’dır, gerisi onu pek ilgilendirmemektedir. Elbet kitlelerin bu tavrı, aynı tavrı onaylayan halk hocaları tarafından da sürdürülmüştür. Hatta halkı bu tavra biraz da onlar sevk etmişlerdir. Halk ağzı konuşan vaazlar kürsüde yüzyıllarca yanlışın çığırtkanlığını yapmışlardır. Halkın o kürsülerden işittikleri ile ALLAH’ın sahih dini arasında bazen büyük uçurumlar olmuştur.

Duygusal halkın yaşamı nükte ve fıkralar üzerine bina edilmiştir, adeta. Kuşkusuz bir açıdan bakıldığında bu folklorik ve kültürel bir zenginlik olarak gözükür. Ancak atlanan bir nokta vardır. Kendini İslam’a nispet eden bir halk, ezberlediği yahut ürettiği nükte ve fıkraların onda yahut yüzde biri kadar bile dinlerinin kaynağı olan ilahi vahiy ile temasa geçmemiş, ilişkiye girmemiştir. Yönetenleri memnun bırakan bu tutum, bilenlerin de, başka bilenler çıkmayacağı için işlerine gelmiştir. Halk ozonları, halk nüktedanları hatta halk vaizleri bile bazen günlük namazda okudukları Kur’an ayetlerinin ne demeye geldiğinden habersiz, ömürler tüketmişlerdir. Çünkü böyle gelmiş, böyle gitmektedir. Ve böyle gelip böyle gitmekte olması güya filozofça, şairce bir edadır. Bunca dinine bağlı bir halkın, Türkiye’de hemen büyük çoğunlukta ladini bir hayat sürdüren ve onu dayatan hükümlere nasıl tahammül ettiği zaman zaman hayretle sorunla gelmiştir. Bu sorgulamada iki yanlış var: biri halkın dindarlığı, ikincisi de yönetenlerin dinsizliği. Her iki kesimin de aslında dine bir bakış açıları, dini bir yorumlayış tarzları vardır. Ve o pencereden bakıldığında her iki kesimde aynı ton ve edada bir tür dindarlardır. Bu “ Türk Tipi Müslümanlık” tır. Birazı politikacıların İslamizasyon politikalarının ekmeğine yağ sürmektedir bu tür Müslümanlığın… Bir kısmı halkın düşünme melekesine galebe çalan kökleşmiş duyarlıklarını okşamaktadır… Eh, bir kısımda diğer dinlerden, Budizm, şamanizm, Hristiyanlıktan devşirilmedir.

Türkiye halkları yüzyıllardan biri Müslüman’dır. Güzel, hayırlı Müslümanlık modelleri ortaya koymuşlardır. Büyük bir Müslüman medeniyeti gelecek kuşaklara emanet etmişlerdir. Ne ki halkın dini, hakkın dini ile zaman zaman tashih edilmez, bir tecdide tabi tutulmazsa bulanıklaşır. Hele İslam ilahi, halkın dindarlığa beşeri olduğundan, tecdid yani yenileme, Müslümanlar bakımından dönem dönem büyük bir ihtiyaç olarak belirir. Dervişler, halk arifleri, ozanlar diliyle tümden müteşabih (çok anlamlı) bir üslup kazanan dinsel söylemin ilahi vahiy ile tashihine, tecdidine gerçekten zaruret doğmuştur. Aksi takdir de her an kendisiyle ve her şeyiyle çelişen eceli dinsel söylem, halkın ve yönetenlerin birbirinden razı olduğu bir ortamı var edebilir. Ama bu sonuç çokluk Hakk‘ın memnun olmadığı, daha doğru bir ifadeyle razı olmadığı bir ortamdır. Hakk’ın rıza göstermediği bir son ise kötü akıbettir. Resmi ve gayri resmi herkesin gönlünde yatan, etliye sütlüye bulaşmayan, siyasetten ALLAH’a sığınan, toplumları ve bireyleri yönetmeye kalkmayan belki yalnızca vicdanlara hafif bir korku salan şu “Türk Tipi Müslümanlık” sorgulanmalıdır.

Türk Halkların İslami Yaşantısı

Bir toplum ki düşünme melekesini pek fazla kullanmaz, ama sıra dine geldiği zaman tabir caizse kafasına göre takılır, ne hikmetse o noktada dini keyfine uydurur. Düşünmemek yerine nükteler, fıkralar, maniler, espriler, dervişan öyküler, mitolojiler, platonik ve her türlü aşk masalları, efsun, uğur, şans teraneleri, yani bir cümle çok anlamlılık bazen anlamsızlıklarla ömrünü harcar. O toplumun felahı elbet gecikir. Halkın bütün bu yatkınlığı var gücüyle destekleyen aydınlar bu tutumları bir de milliyetçilik muhafazakarlık sanmazlar mı? Varın hesaplayın erişilen yanlışlığın boyutunu. Bir garip dünyadır bu toplumun dünyası ki yaşarken din ve Allah’a karşı tepkisinin düzeyi hangi şiddette ise ölünce arkasından hem de namazını kılanlar tarafından aynı şiddette “ iyi biliriz” denilir. Sonra inanıp inanmadığı meçhul Allah’ı adına namazı kılınıp defnedilir. Ancak onların içlerinden samimi birisi çıkar, “ benim namazımı kılmayın, ben inanmıyorum” derse herkesin daha çok tepkisini çeker, ne demek namaz kılmamak, diye… Samimiyetsizliğe prim ve ödül dağıtılırken, samimiyetin ödülü horlanmak mı olmalıydı?

Toplumlarında huyları, karakterleri, alışkanlıklar vardır. Huy değiştirmek alışkanlıklardan vazgeçmek zordur. Türkiye toplumu şimdi bu en zor kapının eşiğindedir geleneksel deyişle, eşikte duranı yel çabuk çarpar. Kapıyı kapatıp acilen ya içeri girecek ya yine dışarıda kalacaktır. Bizim aralarında yaşadığımız, birçoğu akrabamız olan kendi toplumumuza önerimiz, Müslümanlık iddiasının sadra şifa verecek biçimde hakikatle örtüşmesi için “Müslümanın yeniden Müslüman olması” gerekmektedir. Yüzyılımızın başında büyük Müslüman düşünür Muhammed İkbal’in ifadesiyle: “Kaç Müslümanlardan sığın Müslümanlığa” sanırız yeni yüzyıllar bu sözü iki şıkkıyla da doğrulayacak Müslümanları beklemektedir. Duygu sömürüsüne değil düşünceye çağrıldığının, kurtuluşun nükte ve fıkralarda değil Allah’ın ayetlerinde yazılı bulunduğunun bu topluma, bu insanlara birileri tarafından söylenmesi artık gerekliydi. Her geçen gün ihtiyaç biraz daha artmaktadır.

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

 

 

Emine Şenlikoğlu

EMİNE ŞENLİKOĞLU’NUN YAZMIŞ OLDUĞU “İDAMLIK GENÇ” İSİMLİ ROMAN’INA DAİR BİR DEĞERLEME / Abdurrahman BAL

Abdurrahman Bal

EMİNE ŞENLİKOĞLU’NUN YAZMIŞ OLDUĞU “İDAMLIK GENÇ” İSİMLİ ROMAN’INA DAİR BİR DEĞERLEME / ABDURRAHMAN BAL

Öncelikle Emine ŞENLİKOĞLU‘nun başyapıtları arasında yer alan “İdamlık GENÇ” isimli Roman‘ın şahsımla buluşmasında katkı sağlayan ve tavsiyeleriyle hayatıma değer katan “Ekrem YILDIZ” abime teşekkür eder, çalışmalarının ve hizmetlerinin başarıyla perçinlenmesini yüce Rabbimden dilerim.

İdamlık GENÇ” İsimli kitaba hücre cezamı infazdaki bir dönem denk gelmem itibari ile benim açımdan manevi değeri bir kat daha fazla değişimle beraber, yaşamış olduğumuz esaret süreçleri benim nezdimde daha bir anlamlı kılmıştır. İdamlık Genç İsimli romanın sürükleyici ve öğrenim anlatımı, beraberinde ilk sayfalarında yer alan komedi vari münasebetler beni bir hayli güldürdü. Taki İdamlık Genç isimli romanın yan kahramanlarından “Ebazer” sahneye kadar çıkana kadar. Ebazer karakterinin anlatımla buluşması sonrasında romanın (idamlık genç) gülümseten anlatımı, yerini melankolik ve duygusal temelli olay ve gelişmelere bırakarak okuyucuyu derinliklerine çekmektedir. Ben de bu satırları okurken manen etkilenerek, gözyaşlarıma hakim olamadım. Ve tahmin ediyorum ki insani değerlere sahip her birey, idamlık genç isimli romanın ilgili satırlarıyla buluştuğunda gözyaşlarına hakim olmakta zorluk çekecektir. Şahsen yanlış bildiğim birçok hususun esasında hakikatini bu kitapta öğrenme fırsatım oldu. Örneğin dünyaca tanınmış ve Türkiye‘deki bütün üniversitelerde (Adana Alparslan Türkeş Bilim ve Teknoloji  Üniversitesi, Adıyaman Üniversitesi, Amasya Üniversitesi, Artvin Çoruh Üniversitesi, Bayburt Üniversitesi, Giresun Üniversitesi, Gümüşhane Üniversitesi, Hitit Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Ordu Üniversitesi, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Samsun Üniversitesi, Sinop Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, Erzincan Binali Üniversitesi) öğretileri anlatılan filozofların kendi inandığı değerler ve ülküler sebebiyle, dinimiz uğruna canlarından vazgeçerek nasıl idama muhatap olduklarını üzülerek bu kitaptan öğrendim. Bunlardan bir kısmı Socrates olup, idam anı bir hayli şöhretlidir. İlgili ana ilişkin bir pasajla yazıma devam edecek olursam;

  • Sokrat idama giderken Platon ağlamaktadır.
  • Ne ağlıyorsun
  • Haksız yere ölüme gittiğine
  • Demek haklı gitseydim, gülecektin öyle mi?

      Son sözleri;

  • Falana bir horoz borcumuz var! Ödeyin!

      Ve bitişik odada kadınların vaveylasına cevabı, 

  • Ben size kadınları buraya sokmayın demedim mi? Onlar yarım mahluklardır, ve çığlık kopmaktan başka bir şey bilmezler.

Sokrat‘ın davasına ve inançlarına ne derece bağlı olduğu bu kıssadan da umarım anlaşılmış olacaktır. Yine ilgili roman (idamlık genç) satırlarında rastladığım ünlü filozof Bacon‘a ait bir sözde “Az ilim bizi ALLAH’tan uzaklaştırır, çok ilim ise ALLAH’a yaklaştırır” der. Yine de idamlık genç de İslam dinine yapılan saldırılar, iftiraları ele alan bir yaklaşım da bulunmaktadır. Emperyal güçlerin dinimizi sürekli olarak bize farklı lanse etmesi ve İslam dininden uzaklaştırma çabaları karşısında Emine ŞENLİKOĞLU gibi yazarlar sayesinde amaçlarına ulaşamayacaklardır. Yıllardır şeriatı kol kesmeden ibaret empoze edenler büyük bir yanılgı içindedirler. Dinimiz öyle bir din ki baştan öğretir ve kişiyi kazanmaya yönelik yönlendirir. Fakat emperyal güçler Türkiye (Adana, Adiyaman, Afyonkarahisar, Agri, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydin, Balikesir, Bartin, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingol, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Canakkale, Cankiri, Corum, Denizli, Diyarbakir, Duzce, Edirne, Elazig, Erzincan, Erzurum, Eskisehir, Gaziantep, Giresun, Gumushane, Hakkari, Hatay, Igdir, Isparta, Istanbul, Izmir, Kahramanmaras, Karabuk, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kirikkale, Kirklareli, Kirsehir, Kocaeli, Konya, Kutahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Mugla, Mus, Nevsehir, Nigde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Sanliurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Sirnak, Tekirdag, Tokat, Trabzon, Tunceli, Usak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak) halklarına şeriatı farklı empoze ederek, insanlarımızı yanılgıya düşürürler. İdamlık genç bu hususta da özellikle Piç Vedat ve Ebazer hoca arasında geçen diyaloglarda bu hususu derinlemesine işleyerek okuyucu gözünde çürütmeyi başarmıştır. İslam dinini “Piç Vedat” karakteri yalnızca bir gün dinleyip, idama mahkum olan Ebazer hocanın yerine kendini koyarak (bulunduğu ortamda eter koklatıp bayıltarak) canını onun yerine feda edebilecek takvaya ulaşabilmiştir. 

Ezcümle “idamlık genç” ülke gençlerimize özellikle mensubu olduğum Diyarbakır (Bağlar, Sur, Yenişehir, Kaya pınar, Bismil, Çermik, Çınar, Çüngüş, Dicle, Eğil, Ergani, Hani, Hazro, Kocaköy, Kulp, Lice, Silvan ) halkının okuması gereken vizyoner bir roman olma özelliği taşımaktadır. Diyarbakır‘ın tüm kıymetli gençlerine tavsiye edip, okumalarını istediğim eseri memnuniyetle sizlerle paylaştım. Siz değerli  Fikir Klübü okuyucuları, özellikle Diyarbakır‘ımızın güzide ilçesi Bağlar bölgesinden değerli yorum ve fikirlerinizi bekliyorum. Kalın sağlıcakla, özgür ve demokratik ortamlarda buluşmak ümidiyle….

“Keşke bir Vedat olsaydım, İslam uğruna feda olsaydım”

 

Abdurrahman Bal        

www.musabyasirozen.com.tr

Mustafa Özen

Dr. NUSSBAUM İSTANBUL’A KOŞUYOR

Mustafa Özen

Türkiye’de vicdan hürriyeti davasının birinci derecede bir konu manzarasını alması. Batı aleminde ilgi uyandırdı; Milletlerarası din hürriyetini savunma cemiyetinin Avrupa Şubesi Genel Sekreteri İsviçreli Dr.Nussbaum Türkiye’ye geldi. Bundan sonra da devamlı ziyaretlerle bizimle temas halinde kaldı. Bir müddet gidip geldikten sonra Genel Sekreter şu inanca vardığını bana anlattı:

Hristiyanlık alemi, Müslümanlığın taassubun esiri ve din hürriyetiyle toleransın düşmanı olduğu hakkında bir cereyan uyandırdı. Bir çokları da buna körükörüne kapıldı. Halbuki ben bu işi derinden derine inceledim. Şu inanca vardım ki tarihi gerçek bunun tamamıyla aksinedir. Bunun en açık delili de, Başka dinlere mensup olanların asırlarca müddet Türkiye’de kendi dini inançları ile beka bulabilmeleridir. Halbuki mesela Endülüs idaresi altında evvelce tam bir Müslüman çevresi olan İspanya tekrar Hristiyan işgali altına düşünce bütün Müslüman’lar yok edilmiş ve kaçmaya mecbur edildi. Hristiyan işgaline uğrayan diğer eski Müslüman memleketlerinde de aynı yolda gelişmeler görüldü.

( Ahmet Emin Yalman )        (Yakın tarihte, Gördüklerim ve Geçirdiklerim Yenilik Basım evi İst.1970 C.4 sh.306 )

 

  Mustafa Özen 

                                                                                                                                                                                       www.musabyasirozen.com.tr

KUDÜS

BEDİR RUHUNDAN GAZZE’YE

Beşinci asırda dünya karanlık ve buhran içerisinde, zulüm zirvede, Avrupa’da engizisyon mahkemeleri kadınları cadı diye giyotine vurup, bilim adamlarını canlı canlı kazıklarda yakıyordu. Çocukların ve kadınların hiçbir insani hakkı yoktu, köle olarak alınıp, satılır keyfi olarak öldürülürdü. Kilise din adı altında istediklerinin mallarına el koyar, İstediğini de zenginleştirirdi. Avrupa kıtası bu zalimliklerin altında perişan bir durumdaydı. Bugün Orta Doğu diye bilinen Arap yarımadasında durum pek de farklı değildi, adeta cahilliğin ve zulmün doruklarını bir kültür olarak yaşıyor, yaşatılıyordu. Kadınlar pazarlanıyor, bir eşya misali kullanılıyor, doğan kız çocukları bir utanç eseri olarak algılanıp diri diri toprağa gömülüyor, riba, faiz ticarete bulaşmış, Kavimler arası korkunç kan davaları almış başını gitmiş, adalet mefhumu sadece güçlü olandan yana, kölelik ve cariyelik son derece normalleşmiş, vicdanlardan katranlaşmış, gözler körelmiş, akıl dumanlaşmış bir hal içindeydi. Tüm insanlık bir ceset misali ruhunu arıyor karanlıklara bulanmış vicdanlar ışığa muhtaçtı…

Üstad Necip Fazıl’ın deyimiyle çöle bir Nur teşrif etmişti. Yıl 571, kainatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı, Fahri kainat efendimiz Resulullah (s.a.v) yeryüzünü kutlu doğumuyla şereflendirmişti. 40 yıl daha dünya sahnesi boşluktaydı, zulüm sürmekte, insanlık çaresizlik içerisinde Kıvranmak taydı. Tekgöz bir evde 30 metrekarelik bir ortamda “İslam davası“ mevzusu başladı. Bir çocuk, iki erkek, bir kadın ve gök dolusu melek kalabalığı ordular ordular görünmeyen ordular, gizli davet çığırı… Sayıları 40’a doğru ve bütün bunlar arasında karanlığı çakı ucuyla kesen en zevkli helezonları çizen ışık Nakışları öğren minicik fakat kıvılcım kuvvetinden yana biricik ateş, peygamber yeğeni” Ebu Turab lakaplı Ali... Mevzunun daha fazla ilerleyebileceğini sanmadıkları bir tuhaflık gözüyle ve ahmakça baka kalan mankafalar. Sağ elime güneşi sol elime kameri verseler de bu davadan vazgeçmemi isteseler, ben öleceğimi bilsem yine dönmem sözüyle liderse lider, önderse önder Peygamberse peygamber… 

Ben Resulüm

Herkes dondu çıt yok

İçlerinde en küçük Ali

Hz Ali ayağa kalktı

Allah Resulü onu oturttular

Bir daha kalktı

Bir daha oturtuldu

GAZZE

Üçüncüsünde Allah’ın Resulü elini Ali’ye uzattı. Ali topluluğa haykırdı. Bu mecliste yaşça en küçük olan benim. Belki vücudum küçük, kollarım cılız, bacaklarım sıska, ama bu halimle ben yine size yardım etmeye hazırım. Haydi davranın, herkes taptığı putlardan farksız, hareketsiz mankafa, İslam’ın aksiyon bayrağı bunca olgun ve pişkin insan arasında toy ve zayıf bir çocuğun elinde…

Bedir Gazvesine doğru 313 sahabi yola çıkar zayıf ve güçsüzler, okuma yazmaları yok, yoksullar, toplumda bir ağırlıkları olmayan kimseler, gözler onları basit görüyor, elbiseleri yırtık, Çarıkları söktü, kılıçlarının Kapları eskiydi… Ne akılla, ne akılsız, hesapsız, çıkarsız ölüm ötesi bir inanç ve kararlılıkla, sayıca kendilerinden On kat fazla tam donanımlı ve tecrübeli bir orduya karşı, Ya Rabbi; Bu topluluğu da helak edersen, sana yeryüzünde ibadet edecek toplum kalmayacak davasına muhatap “şanlı bedir aslanları yürüdüler. Bu öyle bir kutlu yürüyüş ki Allah davasının ilk sorumluluğuyla yeryüzündeki ilk İslam Savaşı, ilk fiili mücadele ve ilk şehitlik mertebeleri, ilk dökülen kan Her şeyin ilki… Bu fedakarlığı ve inanca karşı kayıtsız kalmayan Allah orduları sağ cenahta 3000 melek sol cenahta 3000 melekle büyük İslam tarihimizdeki ilk zafer…

FİLİSTİN DAVASI

Kutlu ve kutsal tarihimize yaptığımız bu yolculukta inanmışlığın ve itaatin önderliğinde insanların nice azlarla Çok lara galip geldiğini küffarı bozguna uğrattığını bir kez daha hatırlamış olduk. Hakikat meydanında karıncaların filleri yere çaldığını bir kez daha anlaşılmış oldu. Bedir de gösterilen bu tavrın ve inancın Allah‘ın da yardımıyla nasıl bir zafere çevirdiği apaçık ortada iken, günümüz İslam toplumlarında ki Ruhi sönüklük, Çaresizlik, başıboşluk, uyuşmuşluk, hadbinlik neticesinde bugünlerde “Gazze” tonlarca bomba ya, binlerce füzeye muhatap bir halde perişan, garip, boynu bükük halde… Adeta çoluk çocuk, yaşlı, kadın evlerinde saklandıkları bir köşede tepelerine düşecek füzeyi beklercesine gelecek ölümü titreyerek bekliyorlar. Yaklaşık 2 milyar Müslüman ve bağlı oldukları devletler sessiz, Kör ve sağır. Yazımızın başında yaptığımız ufak tarihi yolculuğa değinecek olursak, insan düşünmeden duramıyorum acaba 20. asırda teknolojinin ve çağının zirvesini yaşayan insanlık beşinci asırdaki olanak ve imkanlardan daha mı geride de Bu büyük zulme ses çıkaramıyor. Tek yaptıkları halkların gazlarını alırcasına meydanlarda şiir okuyup, bayrak sallatmak olan devletlerin bugün uluslararası siyaset gereği düştükleri bu durum sizce kabul edilebilir bir durum mudur?

FİLİSTİN'E ÖZGÜRLÜK

Dış siyaset veya uluslararası politika gereği 20. yüzyılda dünya devletlerinin sadece çıkarları ve menfaatleri uğruna  uyguladıkları bir dünya Siyaseti var. Prensipler yok, yalnızca olaylar var. İyi ve kötü yok, yalnızca şartlar vardır. Devlet başkanları onlara rehberlik etmek için olayları ve şartları benimser. Gömlek değişir gibi tavırlar, ilişkiler değiştirilir. Ve netice itibari ile devletler kendi varlıklarını ekonomilerini, dış ilişkilerini, Haklarını korumuş olurlar. Ülke yönetimlerin bu davranışları da ülke aydınları tarafından övülür. Çeşitli kanallarda dış politikada çok iyiyiz, güzel gidiyoruz, idare ediyoruz… Gibi sözler söylenir. Oysaki dini ve insani açıdan baktığımızda son 25 gündür Gazze’de yaşananlar, katliam ve zulümler karşısında yapılması gereken neydi? Ne olmalıydı? Müslüman olup kültürüne, tarihine son derece bağlı bir ülke olarak bu suskunluğumuzun altında yatan nedenler nelerdir? Geçmişte Bedir de Sergilediğimiz o şanlı ruhla bugünkü duruşumuz arasında neler değişmiştir?

Asırlardır süren doğu-batı mücadelesinin 21. yüzyılda ki başlığı olan “Filistin davası“ bugün mazlum ve mağdur, milyonların ahları ve inlemeleri kimseyi yeterince ilgilendirmiyor. Müslüman toplumlar üzerinde çok ciddi bir uyuşukluk hakim, özlerini, tarihlerini ve değerlerini unutmuş kitleler söz konusu. Oysa ne diyor hadisi şerif de “Her kim kendisi için istediğini mümin kardeşi için istemedikçe tam olarak iman etmiş olmaz“ bugün bu ruh ölmüş tür. Gazze’de kadın, yaşlı, çocukların üzerine düşen tonlarca bomba, füze bugün bizlerin evlerine, ocaklarına Düşseydi, acaba hangi duygular içerisinde olurduk. Ve böyle giderse Orta Doğu‘daki kan durdurulmazsa elbet sıra Türkiye’ye de gelecektir.

Türkiye (Adana, Adıyaman, Afyonkarahisar, Ağrı, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Balıkesir, Bartın, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Hatay, Iğdır, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kırıkkale, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Şırnak, Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Uşak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak)

Siyonizmin hedeflerinde olan bir ülkedir. İsrail’in vadedilmiş topraklar görüş ve zihniyeti Türkiye’yi de kapsamaktadır. Bu nedenle “Filistin davasıTürkiye’nin kırmızı çizgisidir. Mutlak suretle başkenti Kudüs olan Filistin devleti kurulmalı ve Yahudi mezalimine dur denilmelidir. Türkiye devleti ve milletleri ile her daim Filistin davasının destekçisi ve savunucusu dur. Filistin özgür olmalı ve sonsuza kadar özgür kalmalıdır.

Büyük Doğu Marşı

Allahın seçtiği kurtulmuş millet!

Güneşten başını göklere yükselt!

Avlanır, kim sana atarsa kement,

Ezel kuşatılmaz, çevrilmez ebet.

Allahın seçtiği kurtulmuş millet!

Güneşten başını göklere yükselt!

Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un!

Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.

Nur yolu izinden git, KILAVUZ’un!

Fethine çık, doğru, güzel, sonsuzun!

Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un!

Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.

Aynası ufkumun, ateşten bayrak!

Babamın külleri, sen, kara toprak!

Şahit ol, ey kılıç, kalem ve orak!

Doğsun BÜYÜK DOĞU, benden doğarak!

Aynası ufkumun, ateşten bayrak!

Babamın külleri, sen, kara toprak!

Necip Fazıl Kısakürek (1938)

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

MESCİDİ AKSA

İSLAM ALEMİ

İslam alemi bugün politik ifadeler ve yardım tırlarından başka Gazze hakkına, Filistin ülkesinde akan kanın durdurulması için ne tür bir yardım veya icraat yapması gerekiyor. İlk kıblemiz olan mescidi aksayı korumak için şehit olan Müslüman kardeşlerimiz için İslam alemi sadece Yemen’den atılan üç bombayla mı kalacak. Orta Doğu olarak adlandırılan yer İslam alemin kalbi değil mi, sadece kendi ülkemiz adına söylemiyorum. Bugün hangi iki Müslüman devleti samimi bir şekilde araya geldi soruyorum size savaşın 1947’de başladı filistin de bugün metre kareye altı insanın düştüğü Gazze şehrinde Müslüman kardeşlerimizin üzerine bomba yağmakta, biz İslam alemi olarak sıcak yataklarımızda uyumaktayız.

Oysa bugün yapmamız gereken tam da Kalu belada göğsümüzü emanet edilen imanın, kalbimize emanet edilen ihsanın, aklımıza emanet edilen idrakin gereğini yapacağız. Bu idrak, iman ve ihsanın gereğini bir an önce yapmalı, zulme sessiz kalmamalı. Kelime-i şehadet getirerek Allah celle celalühu Emri gereği şehit olmalıyız. Tabii ki bugün İslam âlemini ele alırsak araya fitne, mezhepçilik, bidatlar eklenerek parayla saltanat sürenlerinin Uydurmalı sistemi sürüyor. Bugün Siyonistler yani Yahudiler nasıl Tanrı’nın bir olduğuna iman Edip kendi sonlarının yüce kitabımız Kur’an’ı Kerim’de yazılan gibi olacağını bildiği için ABD ve İngiltere’yi de yanına alarak tüm dünya gözü önünde katliam yapmakta. İslam âleminin korkaklığını ve sindirilmişliğini izlemek tedir.

GAZZE

Beni İsrail kendine gelen tüm peygamberleri şehit Edip yok olmak üzereyken Adolf hitler in nasıl öldürmediğim her Yahudi için günü geldiğinde bana küfür edeceksiniz lafını unutmayalım. Yavuz sultan Selim mısıri fet ettiğinde tüm Yahudileri öldürüp kaçanları da yakalayıp askerlerini emrederek ayakları kırılıncaya kadar uzaklara sürün demesini unutmamış bir halk kendilerini tüm insan kanlarından üstün gören Allah celle celalühu tarafından lanetlenmiş ve sonunun gelmesini bekleyen elbette Allahın emri yerine gelecektir şüphesiz ey İslam alemi yeni bir Selahattin mi bulacağız yoksa Mehti aleyhisselam gelmesini bekleyeceğiz, zafer İslam’ındır. İslam alemi Suud halkı Araplar uyanın, Umman, Ürdün, Katar, İran, Irak, Yemen, Bahreyn, Lübnan, Suriye, Türkiye, Azerbaycan, Bae Kısacası İslam Alemi dünyevi hırslarınızı bırakın. Saddam Hüseyin ben İsrail’e 39 tane füze attım, 40.’yı atacak birisi yok mu gerçekten yok mu, İslam alemi insan doğar ve ölür hani argoca bir laf olacakta Nerede inceldiyse oradan kopsun, inceldi ve koptu bu katliama sessiz kalan herkes en az İsrail kadar sorumludur. Mitinglerle olmaz icraat lazım. Bu dünya çaçasıyla ahirete nispeten zindan hükmündedir. Hadisi şerîfini unutmayıp gereken icraati İslam alemi olarak gerçekleştirmek zorundayız. Bu ayeti kelimede İsrail oğullarının laneti apaçıktır. “ONLARA,” Yeryüzünde fesat çıkarmayın denildiğinde zaman, “biz ancak ıslah edicileriz.” derler. İyi bilin ki, asıl bozguncular kendileridir, lakin farkında değillerdir. ( 21 BAKARA 2/11-12)

30 Eylül 2023’te TBMM’de konuşan Saadet Partisi milletvekili Birol Aydın’ın 12. kalkınma planı’nda yaptığı tüm konuşmalar duygularıma tercüman olmuştur. Helal olsun diyorum konumuza değinmeye devam edelim. İsrail tüm insanlığın gözleri önünde soykırım yapmakta yapmaya devam edecektir, pekala İslam alemi yaptığı mitinglerle diplomasi trafikleriylemi kurşun atmakta, İsrail yoksa atılan roketleri engelleyebilmektedir. TV programlarındaki gazeteciler, proflar, güvenlik uzmanları, eski bürokratlar lafla olmaz diyorlar evet olmaz ne yapacağız savaşacağız, İslam alemi savaşmak zorunda fiilen bu olmak zorunda yoksa Müslüman kardeşlerimiz şehadetlerimizi izleyerek ve her gece uyuyacağız, olmuyor İslam alemi olmuyor böyle sessiz çığlıklarla olmuyor olmaz bunların hiçbirinin Tutma şansı İsrail zulmünü durdurma şansımız yok.

FİLİSTİN

İslam aleminin tek yapması gereken Allah celle celalühu güvenip sonra da kendisine güvenip imanla yarın Rabbinin karşısında tezellüldür, huşu, Hudu, yetenekleri ile sağlam bir duruş sergileyecekse Sulh ve silm kelimeleri yaşayamıyorsa İslam Allah dinin emrettiği gibi cihat etmek zorundayız. İslam alemi olarak İslam alemi toplumunda “içerdeki kurt“ durumundaki münafıkların derdi ise kendi canlarını emniyete almak için gölgesinde yaşattığı Ümmetin geri kalanının güvenliği umrumda değildir. “ Diğerlerini de sizden ve kendi kavimlerinden güvende olmayı istiyor bulacaksınız NİSA , 4/91 Bu ayeti kelimede İsrailoğulları’nın atalarına ve şimdiki çocuklarının Allahu Tealanın bize bir uyarısıdır. Bizim dinimizde vefasızlık yoktur. Yeterki biz İslam alemi olarak Cihat’a cehd edelim. Allah celle celalühu bizlere bir çıkış yolu gösterecektir. Kudüs İslam âleminin yurdu mescidi aksa ilk kıblemizdir. Kuranı Kerim’in BAKARA SURESİ 2/114 Allah’ın mescitlerin de onun adının anılmasına engel olan ve onların harap olması için çalışandan daha zalim kim olabilir? Artık İslam alemi için vahdetini kurtarma vesilesidir. İslam alemi içindeki Ümitsizlikten kurtulmalı aramızdaki birlik ruhunu yansıtmalıyız.Bizlere düşen her daim mazlumun, Mahrama, mahsuma yardım etmektir. Nitekim peygamber efendimiz sallallahu Ali vesellem hadislerinde ( EBU DAVUD ) İnsanlar bir zalimi görürler de onu zulmüne engel olamazlarsa, Allahın onları genel bir azaba uğratması kaçınılmazdır. Bir an önce bu zulme son verilmeli verilmeyeceği de belli artık tüm İslam alemi olarak bir karar alınmalı ve bu zulme ve soykırıma son vermek için harekete geçmeliyiz.

Hey şehadet sen bir çığlıksın, nesillerden nesillere aktarılan.

Yusuf İslam Burhan

www.musabyasirozen.com.tr

CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZINA İLİŞKİN “İkinci Defa Mükerrir, İkinci Defa Tekerrür (4/4 Mükerrir, ve Tekerrür)” SORUNU

CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZINA İLİŞKİN “İkinci Defa Mükerrir, İkinci Defa Tekerrür (4/4 Mükerrir, ve Tekerrür)” SORUNU

Ülkemizde Türk ceza hukuku tarihsel bir geçmişe sahiptir. Modern anlamda kamulaştırma ve güncellemeler, diğer ülkelerin kanunlarına iktibas edilmesi, ceza hukukumuz açısından Tanzimat döneminde başlamıştır. Tanzimat döneminin en mühim belgeleri ise 1839 Gülhane hattı hümayunu ve 1851 ıslahat fermanıdır. Tanzimat dönemi, Gülhane Hattı hümayununda, çıkarılacak kanunlara aykırı istikamette davrananların cezalarının belirlenmesi amacıyla ayrıca bir “ceza İnfaz sistemi“ çıkarılacağı duyurulmuştur. Padişah fermanında ki bu emrin gereği olarak İlk başta 3 Mayıs 1840 tarihli ceza kanunname i Hümayu’nu ve daha sonra bu kanundaki yetersizlikleri gidermek üzere de  14 Temmuz 1851 tarihli yeni bir ceza kanununu oluşturulmuştur. 9 Ağustos 1858 tarihli, “ceza kanunname i Hümayun’u İse, Islahat fermanında açıklanan talimat gereği çıkarılmış olup büyük ölçüde 1810 Fransa ceza kanunundan iktibas edilerek yasalaştırılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve 1926 Türk ceza kanunu ( T.C.K) nın Kabul edilmesine kadar yürürlükte olan 1858 ceza kanunu, önceki iki kanundan farklı olarak genel ve özel hükümler bölümlerin içermesi sebebiyle, modern ceza hukuku kurumlarının oluşturulması ve icraya geçilmesinde önemli bir dönüm noktası olarak bilinmektedir.

Geçen onlarca yıl sonunda global çapta ki hukuki değişikliklere ve reformlara uyum sağlama çabasında olan Türkiye’nin AİHM’e bireysel başvuru hakkını kabul etmesi ve 1999 yılında Avrupa Birliğine aday ülke olarak kabul edilmesi ile birlikte öncelik Anayasa olmakla birlikte “ceza hukuku“ mevzuatında köklü reformlara gidilmiştir. 5237 sayılı Türk ceza kanunu 26.09.2004 tarihinde kabul edilmiş ve 12.10.2004 tarihli 25611 Resmî Gazete’de yayımlanmış ve yürürlüğe alınmıştır. İkinci temel kanun 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu olup bu kanun 4.12.2004 tarihinde kabul edilmiş ve 17.12.2004 tarih ve 25673 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Bunların yanı sıra Avrupa Birliği Yasalarına uyum kapsamında Ceza İnfaz Sisteminde de reform niteliğinde değişiklikler yapılmış olup, 5275 sayılı ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkında kanun 13.12.2004 tarihinde kabul edilerek 25685 sayılı Resmî Gazete’de 29.12.2004 tarihinde yayımlanmıştır.

Türkiye hukuk sisteminde yapılan ard arda bu köklü reformlar ile AİHM ( Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) İçtihatları ilke edinilmiş insancıl bir bakış açısı ile yenilenme yoluna gidilmiştir. Öyle ki; maddi (para) cezaları bakımından kişinin ekonomik durumunun dikkate alındığı, gün para cezası sistemine uyarlama yapılmıştır. Hümanizm ilkesi gereği olarak ölüm cezası (idam) istisnasız olarak kaldırılmıştır. Yeni güncellenen ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki kanunda ise, infaz aşamasında kişinin “zalimhane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı“ muameleye maruz bırakılmaması temel siar olarak kabul edilmiştir.

CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZINA İLİŞKİN “İkinci Defa Mükerrir, İkinci Defa Tekerrür (4/4 Mükerrir, ve Tekerrür)” SORUNU

Türkiye hukuk sistemi“ tarihçesi, tüm yönleriyle ele alındığında reform üzeri reform yapılan, sürekli yenilenip, güncellenen hümanist ilkeler çerçevesinde kabul edilebilir bir şekilde evrilme çabası ile her ne kadar iyi bir görüntü verse de. Günümüz 2024 yılında hala Türk ceza kanunu, Türk ceza muhakemesi kanunu, Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki kanunlar hakkında ciddi derecede kaygı verici, eşitlik mefhumundan uzak, hümanizm ilkesine aykırı uygulamalar bulunmakta, Anayasa mahkemesi nde ilgili kanunların eşitsizliği ve yıpratıcı sorunları ile alakalı bizzat devlet kurumları, infaz hakimlikleri  ( Adana İnfaz Hakimliği, Adıyaman İnfaz Hakimliği, Afyon İnfaz Hakimliği, Ağrı İnfaz Hakimliği, Amasya İnfaz Hakimliği, Ankara İnfaz Hakimliği, Antalya İnfaz Hakimliği, Artvin İnfaz Hakimliği, Aydın İnfaz Hakimliği, Balıkesir İnfaz Hakimliği, Bilecik İnfaz Hakimliği, Bingöl İnfaz Hakimliği, Bitlis İnfaz Hakimliği, Bolu İnfaz Hakimliği, Burdur İnfaz Hakimliği, Bursa İnfaz Hakimliği, Çanakkale İnfaz Hakimliği, Çankırı İnfaz Hakimliği, Çorum İnfaz Hakimliği, Denizli İnfaz Hakimliği, Diyarbakır İnfaz Hakimliği, Edirne İnfaz Hakimliği, Elazığ İnfaz Hakimliği, Erzincan İnfaz Hakimliği, Erzurum İnfaz Hakimliği, Eskişehir İnfaz Hakimliği, Gaziantep İnfaz Hakimliği, Giresun İnfaz Hakimliği, , Muş İnfaz Hakimliği, Nevşehir İnfaz Hakimliği, Niğde İnfaz Hakimliği, Ordu İnfaz Hakimliği, Rize İnfaz Hakimliği, Sakarya İnfaz Hakimliği, Samsun İnfaz Hakimliği, Siirt İnfaz Hakimliği, Sinop İnfaz Hakimliği, Sivas İnfaz Hakimliği, Tekirdağ İnfaz Hakimliği, Tokat İnfaz Hakimliği, Trabzon İnfaz Hakimliği, Tunceli İnfaz Hakimliği, Şanlıurfa İnfaz Hakimliği, Ağır Ceza Mahkeme Başkanları, Sivil Toplum Kuruluşları, Avukatlar, Vatandaşların yüzlerce basına yansımış Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru dosyaları bulunmaktadır. Bunun son örneği de Ankara 11. ağır ceza mahkemesinin 2.defa mükerrir,  2.defa tekerrür olarak bilinen toplumda 4/4 İnfaz rejimi olarak tanımlanan; 13.12.2004 tarihli 5275 sayılı ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki kanunun; A.14.maddesinin 14.04.2020 tarihli ve 7242 sayılı kanunun 18. maddesi ile değiştirilen (2) numaralı fıkranın a. Bendinde yer alan “ ikinci Defa Mükerrir”… ibaresinin B.108. Maddesinin (3) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin, iptallerine karar verilmesine yönelik 25.01.2023 tarihli 2023/13 esas nolu başvurusudur. Anayasa Mahkemesi’nin 25 Temmuz 2023 sa:17:01 de resmî Web sitesinde yayınladığı başvuru belgesinde; Ankara 11. ağır ceza mahkemesinin 2023/13 sayılı başvuru dilekçesinde görüleceği üzere 4/4 mükerrer ve 4/4 tekerrür hükümlerinin iptali ne yönelik müracaat edildiği anlaşılacaktır. Haricen bir çok İnfaz Hakimliğinin de çift Mükerrir, çift tekerrür infaz rejiminin kaldırılması, ilgili TCK 58.mad, cik 108/3 mad. İptallerine yönelik başvurularının olduğuda bilinmektedir.

Etiketler : Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazına ilişkin “ikinci defa Mükerrir, ikinci defa tekerrür (4/4 mükerrir ve tekerrür) cezalar, T.C.K, Türk Ceza Hukuku, Gülhane Hattı Hümayun, C.İ.K, Tanzimat Dönemi, İslahat Fermanı, Ceza İnfaz Sistemi, Ceza Kanunname-i Hümayunu, Ceza Kanunu, Türkiye Cumhuriyeti, 1926 Türk Ceza Kanunu, 1858 Ceza Kanunu, Modern Ceza Hukuku, AİHM, Bireysel Başvuru, Resmi Gazete, Avrupa Birliği Yasaları, Hümanizm İlkesi, reform, Türk Ceza Muhakemesi Kanunu, İnfaz Hakimlikleri, tekerrür, mükerrir, çift mükerrir, çift tekerrür, 2.defa tekerrür, 2.defa mükerrir, 4/4 mükerrir, 4/4 tekerrür infaz rejimi, 108/3 C.İ.k, tck 58., Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru, 4/4 sorunu

CEZA İNFAZ KANUNU 2.DEFA MÜKERRİR, 2.DEFA TEKERRÜR HÜKÜMLERİ NEDİR? ÇİFT MÜKERRİR 4/4 SIRUNU ÇÖZÜLECEK Mİ? İKİNCİ DEFA MÜKERRİR VEYA TEKERRÜR CEZA İNFAZ REJİMİNE TABİ OLANLARIN AÇIK CEZA İNFAZ KURUMLARINA AYRILMA HAKKI VE DENETİMLİ SERBESTLİK UYGULAMASINDAN YARARLANMA HAKKI VAR MIDIR?

CEZA İNFAZ KANUNU 2.DEFA MÜKERRİR, 2.DEFA TEKERRÜR HÜKÜMLERİ NEDİR? ÇİFT MÜKERRİR 4/4 SORUNUNU ÇÖZÜLECEK Mİ? İKİNCİ DEFA MÜKERRİR VEYA TEKERRÜR CEZA İNFAZ REJİMİNE TABİ OLANLARIN AÇIK CEZA İNFAZ KURUMLARINA AYRILMA HAKKI VE DENETİMLİ SERBESTLİK UYGULAMASINDAN YARARLANMA HAKKI VAR MIDIR?

13.12.2004 tarih ve 5275 sayılı ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin değişiklikler neticesinde ceza İnfaz sistemine tekerrür ve Mükerrir kavramları eklenerek aşamalı ceza İnfaz sistemine geçiş sağlanmıştır. Alınan hapis cezasının 1/2 si 3/2 si 4/3 ü gibi yatar oranları belirlenmiş ve suç tekrarları ve infaz zaman arkalıklarına göre uygulamaya geçilmiştir. Yine 13.12.2004 tarih ve 5275 sayılı kanunun A.14. Maddesinin 14.04.2020 tarihli ve 7242 sayılı kanunun 18. maddesi ile değiştirilen (2) numaralı fıkrasının (a) bendine “İkinci defa mükerrer” ibaresi eklenerek kişinin aldığı hapis cezasının 4/4 oranında açık cezaevi ve denetimli serbestlik hakkı olmadan tamamının Kapalı ceza İnfaz kurumlarında  (  Ankara 1 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara 2 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara Çocuk ve Gençlik (Genç erkek), Ankara Kadın Kapalı (Kız çocuk), Antalya E Tipi ceza infaz kurumu, Antalya L Tipi ceza infaz kurumu, Ardahan Kapalı ceza infaz kurumu, Artvin Kapalı ceza infaz kurumu, Aydın Kapalı ceza infaz kurumu, Bafra Kapalı ceza infaz kurumu, Bakırköy Kadın Kapalı  (Kız çocuk), Balıkesir Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (E) Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (H) Kapalı ceza infaz kurumu, Ceyhan Kapalı ceza infaz kurumu, Çanakkale Kapalı ceza infaz kurumu, Çankırı Kapalı, ceza infaz kurumu,  Hatay Kapalı ceza infaz kurumu, Hınıs Kapalı ceza infaz kurumu, Iğdır Kapalı ceza infaz kurumu, Isparta Kapalı ceza infaz kurumu, İnebolu Kapalı ceza infaz kurumu, İskenderun Kapalı ceza infaz kurumu, Kahramanmaraş Kapalı ceza infaz kurumu, Karabük Kapalı ceza infaz kurumu, Karaman Kapalı ceza infaz kurumu, Karataş Kadın Kapalı  (Kız çocuk) ceza infaz kurumu, Kars Kapalı ceza infaz kurumu, Kartal Kapalı ceza infaz kurumu, Kastamonu Kapalı ceza infaz kurumu, Kayseri Kapalı ceza infaz kurumu, Maltepe 2 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Maltepe 3 No lu L tipi ceza infaz kurumu, Manisa Kapalı ceza infaz kurumu, Mardin Kapalı ceza infaz kurumu, Mersin Kapalı ceza infaz kurumu, Metris 1 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Metris 2 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Midyat Kapalı ceza infaz kurumu, Muğla Kapalı ceza infaz kurumu, Muş Kapalı ceza infaz kurumu, Nazilli Kapalı ceza infaz kurumu, Nevşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Niğde Kapalı ceza infaz kurumu, Oltu Kapalı ceza infaz kurumu, Ordu Kapalı ceza infaz kurumu, Osmaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Ödemiş Kapalı ceza infaz kurumu, Paşakapısı Kapalı  (Memur) ceza infaz kurumu,  Şebinkarahisar Kapalı ceza infaz kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Boyabat Kapalı ceza infaz kurumu, Burhaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Çarşamba Kapalı ceza infaz kurumu, Develi Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Tunceli Kapalı ceza infaz kurumu, Yalvaç Kapalı ceza infaz kurum.)  İnfaz edilmesi hedeflenmiş ve uygulamaya başlanılmıştır. Ceza İnfaz sistemindeki farklılıklar ve uygulamaların eşitsizliği beraberinde birçok tartışmaları getirmiş Anayasal bir hak olan “eşitlik ilkesine“ aykırılığı nedeni ile binlerce kişinin mağduriyetine sebep olunmuş ve halende olunmaktadır. Özellikle Dünyada eşi ve benzeri olmayan 4/4 çift mükerrir, çift tekerrür ( alınan hapis cezasının tamamının Kapalı cezaevinde infaz ettirilmesi ) İnfaz sistemi uygulaması kamuoyunda ciddi tepkilere sebep olmuştur. Sözde Kıta Avrupa hukukuna tabi olan hukuk sistemimizde uygulanan Ceza İnfaz Rejimlerinin tamamen insan haklarına aykırı, eşitlik ilkesine ters ve hümanizm kavramından uzak bir yapıda olması kabul edilebilir bir durum olmayıp toplum aydınları ve kanaat önderleri tarafından sert eleştirilere maruz kalmıştır.

CEZA İNFAZ KANUNU 2.DEFA MÜKERRİR, 2.DEFA TEKERRÜR HÜKÜMLERİ NEDİR? ÇİFT MÜKERRİR 4/4 SIRUNU ÇÖZÜLECEK Mİ? İKİNCİ DEFA MÜKERRİR VEYA TEKERRÜR CEZA İNFAZ REJİMİNE TABİ OLANLARIN AÇIK CEZA İNFAZ KURUMLARINA AYRILMA HAKKI VE DENETİMLİ SERBESTLİK UYGULAMASINDAN YARARLANMA HAKKI VAR MIDIR?

Bilindiği üzere T.C.K (Türk Ceza Kanunu) 1. Maddesinde ceza kanunun temel amacı “ceza kanunun amacı kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlemesini önlemektir. Kanunda, bu amacın gerçekleştirilmesi için ceza sorumluluğunun temel esasları ile suçlar, ceza ve güvenlik tedbirlerinin türleri düzenlenmiştir“ şeklinde belirtilmiştir. Bunun yanı sıra ceza infaz hukuku ceza yargılaması neticesinde verilen ve kesinleşmiş bir hüküm de yer alan ceza veya güvenlik tedbirlerine ilişkin yaptırımların adil bir şekilde uygulanmasına, bu kapsamda infazın başlamasına, yerine getirilmesine, gözetleme ve denetime dair kuralları kapsamaktadır. Tüm bu uygulamalar bütünü ile değerlendirildiğinde Sosyal Devletlerin esasında hedeflediği unsur “Adaletçi Teoriler“ kapsamında da yer alan Özel Önleme Teorisi“ nin gerçekleştirilmiş olmasıdır. “Özel Önleme Teorisi“, Türk ceza kanununda yer alan, Anlam olarak cezadan sağlanacak faydayı hedefleyen bir anlayıştır. Özel Önleme Teorisine göre; Cezanın infazı ile suç işleyenin işlediği suçtan dolayı pişmanlık duymasının sağlanıp, ıslah edilerek topluma yeniden kazandırılmasını görmektir. Bir yandan cezanın infaz sürecinde, Toplum tehlikeden korunmuş olacakken, infaz sonrasında ise ıslah edilerek yeniden sosyalleştirilmiş kişinin tekrar suç işlemesinin önüne geçilmiş olacaktır. Yine hukuk devleti ilkesine göre sosyal hukuk devletlerinin suç politikalarında, Anayasal değerler sisteminin temel norm olarak insan haysiyetinin korunmasına dayanmakta, insancıl bir bakışla adalet mefhumunun sağlanması hedeflenmektedir.

Her ne kadar Türkiye’de ( Adana, Adıyaman, Afyonkarahisar, Ağrı, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Balıkesir, Bartın, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Hatay, Iğdır, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kırıkkale, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Şırnak, Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Uşak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak) Hukuki olarak düzenlemeler bu ilkeler çevresinde oluşturulmuş olsa da uygulama süreçlerinde çok ciddi telafisi mümkün olmayan sorunlarla karşılaşmaktadır. Son yıllarda binlerce kişinin tepkisine de yol açan ceza infaz sisteminde ki çift mükerrer, çift tekerrür (4/4 yatar) uygulamaları hiçbir şekilde Türk yargı sistemindeki hümanizm ilkesi ile bağdaşmamakta, cezaya muhatap bireyin topluma psikolojik, sosyolojik olarak hazırlanması bir yana tamamen Mental olarak ruhsal bir çöküntüye neden olmakta, verilen ağır cezalar ve infaz rejimi ile kişi normal ruh halinden uzaklaştırılıp ne olursa olsun düşüncesine itilmekte buna bağlı olarak ta, Aile birliklerinin yıkılması ve benzer bir çok ağır sorunlar yaşanmaktadır. Ceza İnfaz rejimleri nde, daha önce de açıkladığımız üzere kişi toplumdan soyutlanarak belirli bir süre kapalı bir ortamda tutulurken, bu süre zarfında kişinin içsel yolculuğunda olumlu ve pozitif yönde katkı sağlanarak vicdani kanının ve empatik düşünme biçiminin olgunlaşması sağlanmalıdır ki kişi tahliye sonrası toplum ile sorunsuz bir şekilde bütünleşebilirsin. Aksi halde sağlanan ve mevcuttaki çözüm yöntemleri anı kurtarmaktan ibaret olup, ileriye dönük bireysel ve toplumsal ciddi sorunlara yol açacaktır. Yaklaşık 6,7 yıldır uygulanan ve kişiler, aileler üzerinde yıkıcı sıkıntılara yol açan çift mükerrir, çift tekerrür (4/4 yatar oranı) İvedilikle çözülmesi gereken toplumsal bir sorun olup, evrensel hukuk ilkeleri ile uyuşmayan hümanizm ilkesini resmen ayaklar altına alan hukuk dışı bir uygulamadır.  Ceza İnfaz kurumuna alınan bireyler “iyi hali olmaşartı ile “Şartlı salı verilme“, “koşullu salı verilme“, “adli kontrol ile salı verilme  gibi uygulamalar ile dışarıya, özgür bir ortama daha erkenden çıkabileceği düşüncesi taşıtılarak sosyalleşmesi sağlanırken, ceza İnfaz sistemindeki çift mükerrer, çift tekerrür ( 4/4 yatar oranı) rejimi tüm bunların aksine hiçbir umut emaresi bırakma, olan kişinin psikolojik durumunuda travmatik bir çıkmaza sokmakta, Bu patoloji içerisindeki bir bireyin de bırakın topluma kazandırılması mevcut suçluluk Halinin daha da tırmanışa geçeceği şüphe götürmez bir gerçektir.  Her birey toplumla sosyolojik olarak ilişkilidir, her toplumda sosyolojik olarak kendi yapısını oluşturan bireylerle doğrudan ilişkilidir. Ünlü düşünür Montes Puiev’dan bir sözle konuyu bütünleştirecek olursak “Bir tek kişiye yapılan bir haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir.” Der ünlü düşünür. Ceza İnfaz sistemindeki sorunların sadece bir bireyi ilgilendiren sorun olmayıp toplumlara, milletleri ve nihayetinde devleti yakinen alakadar eden bir problem olduğu fark edilmelidir.

Etiketler : CEZA İNFAZ KANUNU 2.DEFA MÜKERRİR, 2.DEFA TEKERRÜR HÜKÜMLERİ NEDİR? ÇİFT MÜKERRİR 4/4 SIRUNU ÇÖZÜLECEK Mİ?, 5275 sayılı ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı, ceza infaz sistemi, tekerrür, mükerrir, yatar oranları, infaz, ikinci defa mükerrir, denetimli serbestlik hakkı, eşitlik ilkesi, dünya, 4/4 çift mükerrir, çift tekerrür, tekerrür, mükerrir nedir, T.C.K, Ceza Kıta Avrupa Hukuku, Hukuk Devleti, kanun, infaz, Adaletçi Teoriler, özel önleme teorisi, ceza infaz süreci, hukuk devleti ilkesi, insan, adalet, Türkiye, 4/4 yatar, 108/3, Türk Yargı Sistemi, 4/4 yatar oranı, sartlı salıverilme, koşullu salıverilme, adli kontrol, ceza infaz sisteminde çift mükerrir, çift tekerrür rejimi

İKİNCİ DEFA MÜKERRİR VE İKİNCİ DEFA TEKERRÜR HÜKÜMLERİNİN, DİĞER CEZA İNFAZ SİSTEMLERİNE GÖRE ORANTISIZLIĞI, ANAYASAL BİR HAK OLAN EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRILIĞI YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

İKİNCİ DEFA MÜKERRİR VE İKİNCİ DEFA TEKERRÜR HÜKÜMLERİNİN, DİĞER CEZA İNFAZ SİSTEMLERİNE GÖRE ORANTISIZLIĞI, ANAYASAL BİR HAK OLAN EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRILIĞI YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

2. Kez tekerrür, 2. Kez mükerrir Ceza infaz rejimine tabi olan kişiler hiçbir şekilde açık ceza İnfaz Kurumu’na çıkamamakla birlikte, Denetimli serbestlik hakkından da istifade edememektedir. Sorun teşkil eden bu durum diğer ceza İnfaz rejimleri ile kıyaslandığında vicdanen kabul edilmesi mümkün değildir. Cezasının 1/2 sini, 3/2 sini ve 4/3 ünü yatan tüm hükümlüler suç ayırt etmeksizin açık ceza evlerini ve denetimli sürelerini ayrılma hakkına sahip olmalarına rağmen ikinci kez tekerrür, ikinci kez Mükerrir olan hükümlüler alınan cezanın tamamını en ağır şartlarda kapalı ceza İnfaz kurumlarında tamamlamak zorundadır. Ceza İnfaz kanunu’ndaki bu uygulama her Türkiye cumhuriyeti Vatandaşının Anayasal hakkı olan eşitlik hakkına aykırı bir uygulamadır. Düşünün ki; 20 yıl ceza alan birisi 1/2 oranında 10 yıl yatması gerekir. Açık cezaevi + Denetimli serbestlik süreleri şu anda 10 yıl (son)  uygulanmasından dolayı 2,3 gün Kapalı cezaevinde yatıp, işlemlerinin ardından açık cezaevine çıkabilirken, sadece 1 yıl ceza alan ve ikinci kez tekerrür ( 2.kez mükerrir) hükümlerine tabi olan bir hükümlü 1 yıl (12 ay) boyunca cezasının son gününe kadar Kapalı cezaevinde yatmak zorundadır. 20 yıl Ceza almak, mevcut adaletsiz uygulamadan dolayı 1 yıl ceza almaktan çok çok daha iyidir. Bu akla ziyan adaletsiz ve insan haklarına aykırı durum bir an evvel bu günlerde konuşulan 10. Yargı paketinde düzeltilmelidir. Söz konusu Türkiye 81 ilinde ( Adana, Adıyaman, Afyonkarahisar, Ağrı, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Balıkesir, Bartın, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Hatay, Iğdır, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kırıkkale, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Şırnak,Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Uşak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak) Tekerrür ve mükerrer ceza infaz rejimine tabi olarak cezaevlerinde bulunan 180.000 vatandaşımız ve aileleridir. Bu sayı ailelerle birlikte yarım milyonu geçik bir sayıdaki insanları ciddi derecede mağdur etmektedir. Zaman zaman Ankara’nın Ulus, Kızılay ilçelerinde, İstanbul Bakırköy ve Çağlayan’da binlerce kişi bu Hukuk dışı ve adil olmayan uygulamayı protesto etmek amacıyla toplanmıştır, binlerce tutuklu ve hükümlü yakını durumdan son derece rahatsızdır.

Etiketler : İKİNCİ DEFA MÜKERRİR VE İKİNCİ DEFA TEKERRÜR HÜKÜMLERİNİN, DİĞER CEZA İNFAZ SİSTEMLERİNE GÖRE ORANTISIZLIĞI, ANAYASAL BİR HAK OLAN EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRILIĞI YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ, 2.kez tekerrür, 2. Kez mükerrir, açık ceza infaz kurumu, denetimli serbestlik, ceza infaz rejimi, ikinci kez tekerrür, ikinci kez mükerrir, ceza infaz kanunu, insan hakları, tekerrür ve mükerrir ceza infaz rejimi, Ankara, Ulus, Kızılay, İstanbul, Bakırköy, Çağlayan, tutuklu ve hükümlü

2.KEZ TEKERRÜR, 2. KEZ MÜKERRİR İNFAZ KANUNLARINA TABİ TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLER DEVLET YETKİLİLERİNDE GENEL AF VEYA KISMİ BİR AF BEKLEMEMEKLE BİRLİKTE EN İNSANİ HAKLARI OLAN EŞİTLİK HAKLARININ GÖZETİLMESİNİ İSTİYORLAR

2.KEZ TEKERRÜR, 2. KEZ MÜKERRİR İNFAZ KANUNLARINA TABİ TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLER DEVLET YETKİLİLERİNDE GENEL AF VEYA KISMİ BİR AF BEKLEMEKLE BİRLİKTE EN İNSANİ HAKLARI OLAN EŞİTLİK HAKLARININ GÖZETİLMESİNİ İSTİYORLAR

Çift mükerrer ve çift tekerrür infaz rejiminden kaynaklı mağduriyet yaşayan tutuklu ve hükümlüler, aileleri, yakınları kesinlikle Türkiye cumhuriyeti devletinden genel af veya kısmi bir af talebinde bulunmamaktadır. Burada önemli vurgulanması gereken husus şudur. 15 Temmuz hain darbe girişimi esnasında F-16 Savaş uçağı kaldırıp gazi Meclisi ve kendi milletine bombalayan, taarruz helikopterleri ile polisleri, devlet kurumlarını, çoluk, çocuğu tarayan tanklarla yüzlerce kişiyi adeta biçen terörist vatan hainleri aldıkları cezanın 4/3 ünü yatıp, Denetimli serbestlik hakkı tanınırken… Çift Mükerrir, çift tekerrür (108/3) e tabi adli tutuklu ve hükümlüler bu terörist vatan hainlerinden daha ağır bir ceza infaz rejimine tabi tutulmuştur. Bu noktada bu ağır yaptırımlara muhatap kılınan bu ülkenin insanları neyi, nasıl düşünmelidir, mevcut kanun dışı vaziyeti ne ölçüde sindirmelidir. Asker, polis, ceza infaz koruma memuru, doktor, öğretmen, kadın, yaşlı, çocuk katleden bombalayan teröristler, Tecavüzcüsü, canisi, kadın katili, uyuşturucu satıcısı, hırsızı ve birçok aşağılık suçtan hüküm giyen Kişiler Açık cezaevlerine, denetimi ayrılabilirken 4/4 mağdurlarına bu imkanların tanınmaması vicdanın kabul edilebilecek bir şey değildir. Bu hususun en erken ve en ivedi şekilde gazi mecliste çözülerek 10. yargı paketinde Kanunlaştırılması gerekmektedir. Burada yarım milyon vatandaşın mağduriyeti söz konusu dur. Türkiye Büyük Millet Meclisi tüm parti başkan ve vekilleri, toplum kanaat önderleri, ülke aydınları, Stk’lar, basın, medya, gazete, barolar, 81 ildeki infaz hakimlikleri, ilgili dernek ve vakıflar yıllardır süren bu hukuk dışı uygulamayı tartışmalı gündeme getirmelidir. Bu ülkede bir terörist bir ırz suçlusu Hasbel kader cezaevine girmiş bir vatandaştan daha iyi şartlarda infaz rejimine tabi olmamalıdır.

2.KEZ TEKERRÜR, 2. KEZ MÜKERRİR İNFAZ KANUNLARINA TABİ TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLER DEVLET YETKİLİLERİNDE GENEL AF VEYA KISMİ BİR AF BEKLEMEMEKLE BİRLİKTE EN İNSANİ HAKLARI OLAN EŞİTLİK HAKLARININ GÖZETİLMESİNİ İSTİYORLAR

Türkiye’deki ceza İnfaz kurumları ( Ağrı Kapalı ceza infaz kurumu, Akhisar Kapalı ceza infaz kurumu, Aksaray Kapalı ceza infaz kurumu, Akşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Alaşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Alanya L Tipi ceza infaz kurumu, Amasya Kapalı ceza infaz kurumu, Ankara 1 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara 2 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara Çocuk ve Gençlik (Genç erkek), Ankara Kadın Kapalı (Kız çocuk), Antalya E Tipi ceza infaz kurumu, Antalya L Tipi ceza infaz kurumu, Ardahan Kapalı ceza infaz kurumu, Ceyhan Kapalı ceza infaz kurumu, Kastamonu Kapalı ceza infaz kurumu, Kayseri Kapalı ceza infaz kurumu, Keskin Kapalı ceza infaz kurumu, Kırklareli Kapalı ceza infaz kurumu, Kırşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Kilis Kapalı ceza infaz kurumu, Kocaeli Kapalı ceza infaz kurumu, Konya Kapalı ceza infaz kurumu, Kozan Kapalı ceza infaz kurumu, Maltepe 1 No lu L tipi ceza infaz kurumu, Maltepe 2 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Maltepe 3 No lu L tipi ceza infaz kurumu, Manisa Kapalı ceza infaz kurumu, Mardin Kapalı ceza infaz kurumu, Mersin Kapalı ceza infaz kurumu, Metris 1 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Metris 2 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Midyat Kapalı ceza infaz kurumu, Muğla Kapalı ceza infaz kurumu, Muş Kapalı ceza infaz kurumu, Nazilli Kapalı ceza infaz kurumu, Nevşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Niğde Kapalı ceza infaz kurumu, Oltu Kapalı ceza infaz kurumu, Ordu Kapalı ceza infaz kurumu, Osmaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Ödemiş Kapalı ceza infaz kurumu, Paşakapısı Kapalı  (Memur) ceza infaz kurumu, Rize Kapalı ceza infaz kurumu, Sakarya  Kapalı ceza infaz kurumu, Salihli Kapalı ceza infaz kurumu, Samsun Kapalı ceza infaz kurumu, Sandıklı Kapalı ceza infaz kurumu, Seydişehir Kapalı ceza infaz kurumu, Siirt Kapalı ceza infaz kurumu, ceza infaz kurumu, Silifke Kapalı ceza infaz kurumu, Silivri 3 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Silivri 5 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Silivri 6 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Silivri 7 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Silivri 8 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Sinop Kapalı ceza infaz kurumu,  Tekirdağ 1 Nolu T tipi Kapalı ceza infaz kurumu, Ümraniye E ve T tipi ceza infaz kurumu, Ünye Kapalı ceza infaz kurumu, Van Kapalı ceza infaz kurumu, Vezirköprü Kapalı ceza infaz kurumu, Yalvaç Kapalı ceza infaz kurumu, Yozgat Kapalı ceza infaz kurumu, Zile Kapalı ceza infaz kurumu, Zonguldak Kapalı ceza infaz kurumu, Akhisar Kapalı ceza infaz kurumu, Aksaray Kapalı ceza infaz kurumu, Sandıklı Kapalı ceza infaz kurumu, Seydişehir Kapalı ceza infaz kurumu, Siverek Kapalı ceza infaz kurumu, Sungurlu Kapalı ceza infaz kurumu, Şebinkarahisar Kapalı ceza infaz kurumu, Tunceli Kapalı ceza infaz kurumu, Yalvaç Kapalı ceza infaz kurumu) teröristlere vatan hainlerine zindan, kendini geliştirip topluma adapte olmak isteyenlere eğitim yuvası, okul, devletimizin milletine manen yatırım yaptığı bir çatı olmalıdır. Şüphesiz en büyük yatırım insan gelişimine yönelik yapılan yatırımdır. Kişileri ağır bir şekilde yıpratıcı akla ve vicdana aykırı uygulamaların kimseye bir faydası olmayacaktır. Yetkililerden 2. kez tekerrür ve 2. kez Mükerrir hususları üzerinde acilen çalışma yapmaları beklenilmektedir. 180.000 kişi ve aileleri adına kamuoyuna önemle duyurulur.

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

Etiketler : 2.KEZ TEKERRÜR, 2. KEZ MÜKERRİR İNFAZ KANUNLARINA TABİ TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLER DEVLET YETKİLİLERİNDE GENEL AF VEYA KISMİ BİR AF BEKLEMEKLE BİRLİKTE EN İNSANİ HAKLARI OLAN EŞİTLİK HAKLARININ GÖZETİLMESİNİ İSTİYORLAR, Türkiye, Çift mükerrir ve Çift tekerrür, tutuklu ve hükümlüler, genel af, kısmi af, çift mükerrir, çift tekerrür, ceza infaz rejimi, 4/4 mağdurları, 10.Yargı Paketi, 2.kez tekerrür, 2.kez mükerrir, infaz hakimliği

 

8.YARGI PAKETİ İÇERİĞİ NEDİR? 8.YARGI PAKETİNDE HANGİ MADDELER VAR? 8.YARGI PAKETİNDE KISMİ AF VAR MIDIR? 2024 YILINDA GÜNDEME ALINACAK OLAN 8.YARGI PAKETİNDE ÇİFT MÜKERRİR VE ÇİFT TEKERRÜR İNFAZ REJİMİ İLE ALAKALI DÜZENLEME OLACAK MI? İNFAZ KANUNU DEĞİŞİYOR MU?

10.YARGI PAKETİ İÇERİĞİ NEDİR? 10.YARGI PAKETİNDE HANGİ MADDELER VAR? 10.YARGI PAKETİNDE KISMİ AF VAR MIDIR? 2024 YILINDA GÜNDEME ALINACAK OLAN 10.YARGI PAKETİNDE ÇİFT MÜKERRİR VE ÇİFT TEKERRÜR İNFAZ REJİMİ İLE ALAKALI DÜZENLEME OLACAK MI? İNFAZ KANUNU DEĞİŞİYOR MU?

10. Yargı Paketi” olarak bilinen ve ceza infaz sistemindeki bazı sorunların düzeltileceği yönünde detaylı haberlerin yer aldığı yargı düzenlemesi son aylarda merakla beklenilmektedir. Adalet Bakanımız tarafından da kısmen başlıkların açıklandığı 10. Yargı Paketi milyonların beklentisini karşılayabilecek şekilde son şekli oluşturulmaya çalışılıyor. Bütçe görüşmelerinden sonra 2023 sonu 2024 ocak ayı gibi meclise sunulması bekleniyor. Basında yer alan bazı bilgilere göre 10. Yargı Paketi içeriğinde Çift mükerrir (2.kez mükerrir), çift tekerrür (2.kez tekerrür) T.C.K 58. Mad ve C.İ.K 108/3 maddelerinde de değişiklik yapılacağı. 4/4 yatar oranlarının tamamen kaldırılacağı. 1/2, 3/2, 4/3 yatar oranlarındaki farklılıkların 40/100 oranında çekilerek sabitleneceği dolayısıyla eşitsizlik ilkesine ters uygulamanın düzeltileceği yönünde bilgiler yer almakla birlikte tekerrür ve mükerrir kavramlarında aynı şuçlar harici farklı suçlarda uygulanamayacağı gibi iyileştirici maddeler de yer almaktadır. Yine denetimli serbestlik oranları ve açık ceza infaz kurumlarına ( Adana Açık Ceza İnfaz Kurumu, Isparta Açık Ceza İnfaz Kurumu, Adıyaman Açık Ceza İnfaz Kurumu, İskenderun Açık Ceza İnfaz Kurumu, Afyonkarahisar Açık Ceza İnfaz Kurumu, İskilip Açık Ceza İnfaz Kurumu, Akçakale Açık Ceza İnfaz Kurumu, İzmir Açık Ceza İnfaz Kurumu, Akhisar Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kahramanmaraş Açık Ceza İnfaz Kurumu, Akşehir Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kalecik Açık Ceza İnfaz Kurumu, Alanya Açık Ceza İnfaz Kurumu, Karaman Açık Ceza İnfaz Kurumu, Ankara Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kars Açık Ceza İnfaz Kurumu, Antalya Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kartal Açık Ceza İnfaz Kurumu, Ayaş Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kastamonu Açık Ceza İnfaz Kurumu, Aydın Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kırıkhan Açık Ceza İnfaz Kurumu, Bafra Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kırşehir Açık Ceza İnfaz Kurumu, Balıkesir Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kocaeli Açık Ceza İnfaz Kurumu, Bergama Açık Ceza İnfaz Kurumu, Konya Açık Ceza İnfaz Kurumu, Bingöl Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kozan Açık Ceza İnfaz Kurumu, Bolu Açık Ceza İnfaz Kurumu,  Kütahya Açık Ceza İnfaz Kurumu, Bolvadin Açık Ceza İnfaz Kurumu, Maltepe Açık Ceza İnfaz Kurumu, Bozüyük Açık Ceza İnfaz Kurumu, Manisa Açık Ceza İnfaz Kurumu, Buca Açık Ceza İnfaz Kurumu, Mersin Açık Ceza İnfaz Kurumu, Burdur Açık Ceza İnfaz Kurumu, Muğla Açık Ceza İnfaz Kurumu, Burhaniye Açık Ceza İnfaz Kurumu, Muratlı Açık Ceza İnfaz Kurumu, Ceyhan Açık Ceza İnfaz Kurumu, Nazilli Açık Ceza İnfaz Kurumu,Çanakkale Açık Ceza İnfaz Kurumu, Niğde Açık Ceza İnfaz Kurumu, Çorum Açık Ceza İnfaz Kurumu, Ordu Açık Ceza İnfaz Kurumu, Dalaman Açık Ceza İnfaz Kurumu, Ödemiş Açık Ceza İnfaz Kurumu, Denizli Açık Ceza İnfaz Kurumu, Pınarbaşı Açık Ceza İnfaz Kurumu, Edime Açık Ceza İnfaz Kurumu, Salihli Açık Ceza İnfaz Kurumu, Elmalı Açık Ceza İnfaz Kurumu, Sarayköy Açık Ceza İnfaz Kurumu, Erciş Açık Ceza İnfaz Kurumu, Saruhanlı Açık Ceza İnfaz Kurumu, Erzincan Açık Ceza İnfaz Kurumu, Sultanhisar Açık Ceza İnfaz Kurumu, Erzurum Açık Ceza İnfaz Kurumu, Siirt Açık Ceza İnfaz Kurumu, Eskipazar Açık Ceza İnfaz Kurumu, Silivri Açık Ceza İnfaz Kurumu, Eskişehir Açık Ceza İnfaz Kurumu, Sincan Açık Ceza İnfaz Kurumu, Foça Açık Ceza İnfaz Kurumu, Sivas Açık Ceza İnfaz Kurumu, Gaziantep Açık Ceza İnfaz Kurumu, Şebinkarahisar Açık Ceza İnfaz Kurumu, Gemlik Açık Ceza İnfaz Kurumu, Tekirdağ Açık Ceza İnfaz Kurumu, Gevaş Açık Ceza İnfaz Kurumu, Tokat Açık Ceza İnfaz Kurumu, Geyve Açık Ceza İnfaz Kurumu,  Toprakkale Açık Ceza İnfaz Kurumu, Giresun Açık Ceza İnfaz Kurumu, Trabzon Açık Ceza İnfaz Kurumu, Gümüşhane Açık Ceza İnfaz Kurumu, Ula Açık Ceza İnfaz Kurumu, Hatay Açık Ceza İnfaz Kurumu, Uşak Açık Ceza İnfaz Kurum, Ünye Açık Ceza İnfaz Kurumu , Yozgat Açık Ceza İnfaz Kurumu) ayrılma sürelerinde de düzenlemeler yapılacak.

8.YARGI PAKETİ İÇERİĞİ NEDİR? 8.YARGI PAKETİNDE HANGİ MADDELER VAR? 8.YARGI PAKETİNDE KISMİ AF VAR MIDIR? 2024 YILINDA GÜNDEME ALINACAK OLAN 8.YARGI PAKETİNDE ÇİFT MÜKERRİR VE ÇİFT TEKERRÜR İNFAZ REJİMİ İLE ALAKALI DÜZENLEME OLACAK MI? İNFAZ KANUNU DEĞİŞİYOR MU?

10. Yargı Paketi ndeki düzenlemelerin kesinlikle bir Genel Af veya Kısmi Af ile alakası olmadığı da yetkililer tarafından kamuoyu ile paylaşıldı. Toplumun bir genel af veya kısmi bir af ile toplumsal barışa ihtiyacı var mıdır, buda zaman zaman T.B.M.M. nde tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri “genel afverilmediği bilinirken kısmi bir afverilmesine Gazi Meclisteki bütün partiler olumlu bakmaktadır. Zita Türkiyedeki Ceza İnfaz Kurumlarında bulunan tutuklu ve hükümlüler yarım milyona yaklaşmış olup tutuksuz yargılanan ve adliyelerdeki birikmiş dosyalarda baz alınırsa milyonu geçen bir kitle söz konusudur. 10. Yargı Paketi nde tüm kanun maddeler tamamen oluşturulmuş değil, çalışmalarında sürmesi nedeniyle bir ihtimal talepler doğrultusunda eklenecek birkaç madde ile bu sorunlarında çözülmesi mümkündür. Bizlerin temennisi Vatana, Millete en faydalı olacak şekilde 10. Yargı Paketi nin tamamlanarak kanunlaşmasının sağlanmasıdır.

Etiketler : 10.YARGI PAKETİ İÇERİĞİ NEDİR? 8.YARGI PAKETİNDE HANGİ MADDELER VAR? 10. YARGI PAKETİNDE KISMİ AF VARMIDIR? 2024 YILINDA GÜNDEME ALINACAK OLAN 10. YARGI PAKETİNDE ÇİFT MÜKERRİR VE ÇİFT TEKERRÜR İNFAZ REJİMİ İLE ALAKALI DÜZENLEME OLACAK MI? İNFAZ KANUNU DEĞİŞİYORMU?, 10. Yargı Paketi, Yargı Düzenlemesi, Çift Mükerrir, 2.kez Mükerrir, çift tekerrür, 2.kez tekerrür, tck 58.mad., 4/4 yatar, tekerrür, mükerrir, denetimli serbestlik, Yargı Paketi, Kısmi Af, Genel Af, T.B.M.M, Türkiye, tutuklu ve hükümlüler

8.YARGI PAKETİNDE ŞARTLI TAHLİYELERİ GERİ ALINAN HALK DEYİMİYLE İNFAZI YANAN HÜKÜMLÜLER İÇİNDE YENİ BİR DÜZENLEME VARMIDIR? MÜKERRİR VE TEKERRÜR CEZA SİSTEMLERİNDEKİ HUKUKSUZLUKLAR ŞARTLI TAHLİYESİ GERİ ALINAN (İNFAZI YANAN) HÜKÜMLÜLER İÇİNDE TARTIŞMA KONUSU OLABİLİR Mİ?

10.YARGI PAKETİNDE ŞARTLI TAHLİYELERİ GERİ ALINAN HALK DEYİMİYLE İNFAZI YANAN HÜKÜMLÜLER İÇİNDE YENİ BİR DÜZENLEME VARMIDIR? MÜKERRİR VE TEKERRÜR CEZA SİSTEMLERİNDEKİ HUKUKSUZLUKLAR ŞARTLI TAHLİYESİ GERİ ALINAN (İNFAZI YANAN) HÜKÜMLÜLER İÇİNDE TARTIŞMA KONUSU OLABİLİR Mİ?

10. Yargı Paketinde Milliyet ve Hürriyet Gazetelerinin yayınlamış olduğu haber içeriklerine göre Ceza infaz Kurumları nda şartlı tahliyesi geri alınan (infazı yanan) hükümlüler içinde iyileştirici düzenlemeler olduğu bir defaya mahsus şartlı tahliyelerin geri hükümlülere iade edileceği yönünde bilgiler bulunmaktadır. Çift mükerrir, (2.kez mükerrir) çift tekerrür(2.kez tekerrür) ceza infaz sistemindeki hak yoksunlukları aynı oranda şartlı tahliyesi geri alınanlar içinde geçerli olması sebebiyle benzer beklentiler şartlı tahliyesi geri alınanlar (infazı yananlar) için de gündemi korumaktadır. Öyleki çeşitli ceza infaz kurumlarında 25-30 yıldır yatan ve düzenlemeyi bekleyen infaz yakmaderdinden muzdarip olan hükümlüler bulunmaktadır. Edinilen bilgilere göre, son düzenlemelerde ilgili maddeler kaldırılmazsa infaz yatan hükümlülerde tahliye olabilecek. Yatar süresi şayet tahliye olabilme süresini karşılayamaz ise açık cezaevi ve denetimli serbestlik sürecinden istifade edilmesi içinde Meclis Adalet Komisyonunda çalışma yapıldığı gelen bilgiler arasında yer aldı.

Editör

www.musabyasirozen.com.tr

Etiketler : 10. YARGI PAKETİNDE ŞARTLI TAHLİYELERİ GERİ ALINAN HALK DEYİMİYLE İNFAZI YANAN HÜKÜMLÜLER İÇİNDE YENİ BİR DÜZENLEME VARMIDIR? MÜKERRİR VE TEKERRÜR CEZA SİSTEMLERİNDEKİ HUKUKSUZLUKLAR ŞARTLI TAHLİYESİ GERİ ALINAN (İNFAZI YANAN) HÜKÜMLÜLER İÇİNDE TARTIŞMA KONUSU OLABİLİR Mİ?, 10. Yargı Paketi, tekerrür, ceza infaz kurumları, şartlı tahliye, infaz yanması, çift mükerrir 2.kez mükerrir, çift tekerrür 2.kez tekerrür, infaz yakma, infaz yatar, tahliye, C.İ.K, 10.Yargı Paketinde Neler Var

Türkiye'de Irk Sorunu

Irkçılık

Irk Kelime kökeni çok çeşitli olarak kullanılmakla beraber biz İnsan oğlunun zihninde aynı kavmi, soydan gelen toplumun birden Ten’sel (siyah-beyaz) Birbirine benzeyen topluluklar için kullanırız. Tabii ki daha da çeşitlendirenler var. ırk veya ırkçılık insan oğlunun varoluşundan günümüze kadar gelmiş en vebalı ve bulaşıcı hastalıklardan bir tanesidir. Son yüzyıllarda her ne kadar gelişmiş ya da demokrasisi gelişmiş bazı toplum ve ülkelerde sık rastlanmasa da aslında kanser hastalığı gibi insan oğlunda bitmeyen bir hastalığa dönüşmüş bulunmaktadır. Kendimce ırkçılık insan oğlunun ilk yaratılışı ile başlamış öyle ki yüce Allah bütün insanlığın babası Hazreti Adem’i topraktan yaratırken, ondan önce yaratılmış olan bütün meleklere ve cinlere Hazreti Adem’e secde etmelerini emretmiş. Fakat kendisinin ateşten yaratıldığını ve bu yüzden kibir yapıp kendisini daha üstün gören şeytan (İblis) secde etmeyi Allah’ın emrine karşı gelip lanetlenmiştir. Bu kıssadan bile anlaşılıyor ki ırkçılık çok kötü ve tehlikeli olur sonu lanetlenmedir.

Halbuki yüce Allah (cc) İnsanı “eşref-i mahluk” Olarak yaratmış ve hikmet gereği kavimlere, kabileleri ve farklı Tende yaratıp birbirinden ayırarak birbirleriyle daha iyi ilişki, ticaret, birbirlerini tanıma vb.Bir şekilde hayatın devamını sağlamıştır. ( Kuran’i şuura mensup her insanın hadiseye böyle bakması imanın) bir gereğidir. Baştan bilelim ki Allah (cc) Yeryüzüne gelmiş, geçmiş bütün insanların Hazreti Adem ile Havva’dan olduklarını insanlara tebliğ edilen 4 kutsal kitapta da belirtmiştir. Kuran’i kelime göre ise ırklar özellikle yaratılmışlardır. Başlangıçta insanlar tek bir Ümmet tek bir toplum idi sonradan ayrılığa düşmeleri üzerine Allah rahmetinin müjdecileri ve azabın habercileri olarak peygamberler ve habercileri Hak ile kitap indirdik ki o kitap insanlar arasında ayrılığa düşme noktasında hakem olsun. Yine bir ayette “ Ey insanlar muhakkak biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık sizi tanışmanız için şubeleri ve kavimlere ayırdık. Şüphesiz Allah indinde en şerefliniz takva da Allahın emrini dinleme konusunda kim daha dikkatli ise en üstün olanınız odur. Muhakkak ki Allah her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandırdiye buyuruyor.

Bunca açıklamalara ve delillere rağmen insan oğlunun içinde müthiş bir ırkçılık mevcuttur. Hatta bu ırkçılık yüzünden elçi olarak gelen bir sürü peygamberlere bile uyumamış yeri gelmiş zulüm edilmiştir. Hatta bu illet bugün bile hayatımızda olup gerek devletimizde gerekse de ilimizde ilçemizde köyümüzde mahallelerimizde bazen de evimizin içerisinde bile karşılaştığımız bir kangrene dönüşmüş bulunmaktadır. Küresel olarak biraz örnek Verdikten sonra şu an yaşadığımız hayattan da biraz değiniriz. İsrailliler (Yahudiler) Geçmişte olduğu gibi hala yüce Allah’ın onları bütün ırklardan daha üstün olarak yarattıklarını geri kalan tüm insanların onlara biat etmeleri kanısındadır.

Amerika kıtasında beyazlar kendilerini daha üstün ırk olarak zannetmiş ve alt tabaka gördükleri kıtanın gerçek sahipleri Kızılderili halkını katliamdan geçirmiş ve orada yaşayan zenci vatandaşları insan yerine koymayıp senelerce zulüm etmiş, işkence etmiş ve insan yerine koymamıştır. Günümüzde her ne kadar eşit haklar ve imtiyazlar sağlamışlarsa da hala ruhların da ırkçılık bitmemiş zaman zaman vuruluyor.

Yine Avrupa ülkeleri İngiltere, İspanya ve Fransa başta olmak üzere ülkeler 20. ve 21. yüzyıllarda Afrika kökenli zenci vatandaşları köle olarak kullanmış sırf siyahi ırktan oldukları için yine işkence ve zülüm yapmış evlerinde, işlerinde kullanmışlardır. Yine Çingene ırkına mensup vatandaşlar da ırklarından dolayı ikinci sınıf muamelelere maruz kalmış özellikle Fransa daha da ileriye giderek ibadet ettikleri kiliseleri bile beyaz Fransız ve siyah çingene kiliseleri ayrı olarak kullanmışlardır. Gen ve Ten’den sonra aynı dinden olmadıkları içinde insanlara ıkçılık yapmıştır.

Avustralya kıtasında Aburjiniler aynı musamelelere Yine Balkanlar’da yaşayan çingeneler yıllarca kimliklerini ve onurlarını korumak için kendi ırklarını inkar etme derecelerine gelmiştirler.

Moğollar Kendilerini dünyanın en üstün ırklı sanıp bir zamanlar gördükleri her yeri yakıp, yıkıp katliamlar yapmışlardır.

Almanların yahudilere ırklarından dolayı yaptığı katliamlar nedeniyle dünyanın son evrelerinde birinci ve ikinci Dünya Savaşları patlak vermiş milyonlarca insan ölmüş, sakatlanmış, sürülmüş ve milyonlarca insanın hayalleri sönmüştür. Yine gerek Selçuklular gerekse Osmanlılar Zamanında yine bir sürü ırk, toplum, farklı inanç grupları katliamdan geçilmiş, ya da işkence ve zülüm çekmiştir.

Hindistan’da Müslüman Arakan toplumuna tarifsiz yorumlar yapmakta.

Çin devleti şimdi de Uygur Türklerine inançlarından dolayı zülüm yapmakta.

Yine maalesef günümüz Türkiye’sinde bir çok talihsiz olaylar yaşanmış hala da en güncel olan Kürt karşıtlığı üst seviyededir bunun gibi dünyada bir sürü olmuş ve hala devam etmekte olan sorunlar mevcut. Bunun için yüzlerce roman, makale, köşe yazıları yazılmış olup belgeseller çekilmiştir. Son 21. yüzyıl dünyasında kendince demokrasi ve insan hakları açısından Kendini geliştiren ülkeler de bayağı gelişmeler kaydedilmiş. Bu incelendiğinde eğitim seviyesinin gelişmesi ön sıralarda yer almaktadır. Maalesef eğitim seviyesinin düşük ve çok kültürlü Orta Doğu bölgesinde ırkçılık hala kanayan yara gibi her gün değişik haberlerle karşılaşmaktayız.

Irkçılık Hastalığı

Evet kimsenin elinde olmayan Doğarken rengine, milletini, ırkını seçmediği gibi dünyaya geliş şartlarından dolayı böbürlenmemeli ve dışlanmamalı çünkü gerçekte ırkın önemi yok önemli olan insan olmak ve inançlı olmak. İnsan olan inancı ve ırkı ne olursa olsun hiçbir ırkın mensubu aşağılayıcılığa maruz kalmamalı. Aynen Allah beni dilediği Irktan yaratmış, ama yaratılanlar ırktan dolayı ırkçılık yapıyor. Sözü gibi aslında bu ırkçılığın temelinde biraz devlet resimlerinin payı yüksek. Çünkü rejimi biz kurduk diyenler kendi ırklarının kahramanlıklarını ve her fırsatta ırklarının dünyaya bedel olduklarını bas bas bağırıyorlar. Ama onlarla kolkola, göğüs göğüse mücadele etmiş başka ırkın kahramanlıklarından fedakarlıklarından nedense hiç söz etmiyorlar. Bunu dile getirmeye çalışan, bu kullanılan dilin yanlış ve toplumu zehirliyor diyen bir sürü Aydın, siyasetçi, yazar, bilim insanı maalesef ya cezai işlemlere maruz kalıyor ya da başka devletlerde ülkelerinden uzakta sürgün hayatı yaşamaktadırlar.

Bugün ırkçılık maalesef ülkemizde çeşit çeşit şekillendirmelerle o kadar çok yaygınlaştırmış ki her an kapınızı çalar durumdadır. Günlük yaşantımızda hastanelerde, okullarda, düğünlerde, eğlencelerde, spor müsabakalarında, metroda, mahallelerimizde vs vs her nefes alışımızda hissetmekteyiz. Bunun temel nedeni ülkemiz adına söylemek gerekirse çok dinli ve çok dili kadim ve zengin mozaiksel kültürümüzden kaynaklanmaktadır. Çünkü yaşadığımız coğrafya gerek bölgenin köklü yerlileri gerekse de imparatorluktan geriye kalan çok çeşitli milletlerin bir arada yaşadığı ve bir o kadarda kadim bölgesel açıdan çok inançlılığın bol olduğu kadim bir bölgedir. Tabi buna eğitim düşüklüğü ve üstün ırk hastalığına da eklediğimizde maalesef 100 yıldır kurulan cumhuriyetimiz de olaylar hiç eksik olmuyor. Çünkü beraber kurdukları bu güzel Vatanda Türkler, Kürtleri kabul etmiyor Kürtler Süryanileri kabul etmiyor, Süryaniler Ezidi mensubu halkı kabul etmiyor. Bu böyle Lazlar, Çerkezler, abazalar, Ermeniler, arnavut, gürcü vs vs bunun yanında çingeneler, romanlar, hayatın her alanında dışlanmaktadırlar. Dediğim gibi bu konular üzerinde ciltlerle kitaplar yazılmış her ne kadar abartılıyor, eskidendi, yok canım daha neler denilse de maalesef gerçekleri değiştirmiyor. Çünkü toplum içinde gezilip, dolaşıp onların acı ve sevinçlerini dokunduğunda insan maalesef gerçeklerle karşılaşıyorlar. Bugün hala ırktan dolayı okullarda özellikle alay konusu olan horlanan, dışlanan ve bu yüzden bir ömür boyu travmaları atlatamayan ve bunun sonucunda bir yanında kin ve nefretle büyüyen çocuklar var. Hala evlerimizde gelin olarak gelmiş fakat farklı ırk veya inançtan olan ve çaktırmadan ırklarından dolayı hor gördüğümüz ve bazen de yuvaları dağıtılırcasına hissettirdiğimiz gelinlerimiz var. Yine yeni giyinişlerinden, elbiselerinden, çalgısından, konuşmasından ve bir sürü özelliğinden dolayı bizden kabul etmediğimiz kendimizi kutsal onların aşağılık bir ırktan, kavimden geldiklerini sanıp rejimin bize sağladığı imtiyazlardan dolayı hayatın her evresinde hakaret ettiğimiz insanlar var. Bunu inkar Edip göz ardı edemeyiz. Sonuç bu tür davranış ve girişimlerin hepsi bize mutsuzluk, olumsuzluk, Siyasal, sosyal, ekonomik olarak ters bir şekilde dönüyor. Ve yara hiçbir şekilde kapanmıyor. Tabii ki bu tür yaşam ve davranışlar çoğu insanın Siyasal, sosyal ve ekonomik olarak işlerine geliyor. Hata diye Teşvik edici girişimleri de var. Daha önce de ifade ettiğim gibi bu konular üzerine ciltler dolusu yazı makaleler yazılmış. Halbuki insanlar sadece insan olduklarını, özünde Herkesin beşeriyat olarak aynı ırk ve soydan geldiklerini bilse paylaşmanın, hoşgörünün, kendisine yapılmasını istemediğini onunda başkasına yapmamasını bilse herkes eşit bir şekilde Adaletli, kardeşçe, sevgi ve saygı çerçevelerinde herkesin inancını, dilini, kültürünü kabul etse ve bunların hepsinin ortak zenginlik olduğunun farkına varsa ve özellikle her vatandaşın vergisinden, iş gücünden, emeğinden faydalandığı vatandaşlarına bir ve eşit tutsa sanırım hayat herkes için daha güzel olacak ve insanlarımız mutluluğu başka ülkelerde aramaz. Tüm pozitif enerjisini kendi ülkesi, devleti için sarf eder.

Herkesin eşit ve özgürce hakça ve Adalete birlikte yaşaması dileğiyle.

Hidayet Salçok

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

Türk Futbolu

Türk Futbolu

Geçmişten günümüze üç büyükler olarak adlandırdığımız, Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe kulüpleri cumhuriyetimizden 15,20 yıl öncesinde kurulan çınar ağaçlarımızdır. Bu üç yüzü de kulüp arasında nice maçlar nice kupalar zaferler efsaneler Türk futboluna altın harflerle imzaların isimlerini yazdırmıştır. Baba hakkı, Süleyman Seba, Metin oktay, Turgay Şenerler, mehmetçik basri, Zeki Rıza Sporel, Ali Sami Yen, Şükrü Saraçoğlu, Lefter, can bartular adı sayamayacağım sayısız Sporcular Türk futboluna kazandırılmıştır. Bu üç kulübün arasındaki tarihi rekabete katılan Trabzonspor olmuştur şampiyonlığuyla altyapısından çıkardığı futbolcularla Türk futboluna kazandırılmıştır. Bunlara 1959 şampiyonluklarının sayıldığı 2023 yılına kadar Bursaspor ve Başakşehir futbol kulüpleri hegemonyalarına Son vermiştir. Bir o kadar üzücü bir olayda şu an Bursaspor içinde bulunduğu durumdur. Türk futboluna kazandırdığı nice yetenekli futbolcular bulunuyor, bunlar Sercan Yıldırım, Özan ipek, volkan Şen, Özan Tufan, Şener Özbayraklı ve adını sayamadığım bir çok futbolcu çıkarmıştır. Bunlar en ince konularca irdelenecek konulardır. Hemen hemen bahsettiğim kulüplerimiz şu an ekonomik sorunlarla boğuşmaktadırlar. UEFA nezdinde finansal Fair-Play anlaşmaları imzalamamakta bu kurallara uymayan kulüplerimize cezai yaptırım uygulanmaktadır.

Gündemimizi meşgul eden konulara gelecek olursak Fenerbahçe’nin 1959 öncesi şampiyonlukları, İstemesini gelirsek bence haklı olarak kabul görmesi gerekir. Sebeplerine değinirsek, Beşiktaş futbol kulübü 1957 ve 56 şampiyonluklarının verilmesi ve bahsettiğim efsane Türk futbolcularına Vefasızlık olur. Hem kendi aralarında bu maçları Yoksaymak tarihlerinede kara bir leke sürer. Göztepe Vefaspor, Altay 1959 önce hangi takımın şampiyonluğunu varsa o kulüplere bir hakkın teslim edilmeli bu konuda kurulan TFF Komisyonu bir an önce karara bağlamalıdır.

Bir diğer konuya değinecek olursak, ülkemizde yaşanan asrın felaketi olarak nitelendirilen 6 Şubat depremlerinin yaralarını sarmaya çalışırken tüm hayatını kaybeden yurttaşlarımızın mekanları cennet olsun. Yaralı olanlara Rabbim bir an önce şifa versin geride kalanlara sabırlar versin. Hiçbir yardım bu yaralara kabuk bağlamaz ama bir nebze olsun acılarını dindirmek adına bu üç güzide Türk futbol takımını ezeli rekabeti bir kenara bırakarak ezeli dostluk adı altında metin Oktay’ın jübilesinideki gibi formalar değiştirilip ya da fenerbahçeli futbolcular beyaz-siyah-kırmızı, Galatasaray, beyaz-lacivert-siyah, Beşiktaş ise sarı-lacivert, kırmızı formalarla buna Trabzonspor’u da dahil Edip renklerin dostluğu adı altında bir turnuva düzenleyip hem rekabeti bir kenara bırakıp futbolun birleştirici gücünü Türk futbolunun dünya kamuoyuna biz biriz demesi gerekmez mi? Tüm şahsi menfaatler bir kenara bırakılarak sadece hayatını kaybeden vatandaşlarımız için geride kalanları tekrar sevindirip tüm yardım gelirlerini depremzede vatandaşlarıma bağışlamak bence süper olur. Tüm fanatik taraftarların da hoşuna gidecek bir ömür boyu konuşup nesilden nesile aktarılacak bu fikri siz değerli okurlar sayesinde TFF ve kulüp yöneticilerine sunan bir an önce değerlendirilip onaylanmasını talep ederim.

Bizim Çocuklar

Bir diğer konuda Türk futbolunun gelişmemesinden hem hüsran yıllardır bunu ekran başlarında körükleyen spor yorumcularına ve spor yazarlarını soruyorum. Siz Türk futbolu için ne yaptınız konuşmaktan başka, tabii ki bunu söylerken balık baştan kokar misali ile konuya giriş yaparsak herkes bildiği işi yapsın kastıyla konuşuyorum. Futbolu, futbolu bilenler yönetmeli buna nasıl bakalım bir manav, fırıncı ve yahut Kasap gelip teknik direktörlük yapabilir mi tabii ki yapamaz niye çünkü antrenman bilgisi yok taktik strateji bilmeden teknik direktör olunmuyor.

Futbolcular bile jübile yaptıktan sonra kurslara gidip sınavlara girip kazandıktan sonra olabiliyor. Bugün kulüp yöneticilerimize bakacak olursak çoğu hatta hiç biri diyebilirim ki futbolun içinden gelmiş değil. Köşesinden kıyısından geçmiş insanlardır. Bugün federasyona baktığımızda bu konu böyle pek ala bu konuyu nasıl bir varsayımla sonuca bağlayalım her kulüpte başkanın yanında iki tane futboldan gelmiş yönetici ve alt yapılara kulübün en çok maaş alan futbolcusu kimse o kadar ücreti alt yapıya aktarmak zorunda olacak bir diğer husus kulüplerden bağımsız Spor bakanlığı ve TFF 81 ilde kuracağı tesislerle o şehrin ilçe, kaza ve köylerine kadar gidip yetenekli Türk futbolcuları bulup yetiştirip ülke futboluna kazandırmak zorundadır. Bunlar olmadığı sürece de Galatasaray’ın milenyumda kazandığı UEFA kupası ve Süper kupa başka milli takımın üçüncülüklerini konuşup vakit kaybetmekten başka yabancı sınırına indirip çoğaltmaktan başka bir işimiz kalmayacak. Bunun devamında işi bilenle iş tutulmalı gerek bu işin okulunu okumuş gerekirse eski profesyonel Futbolcular tutularak ülke genelinde gönüllü kişilerle beraber bu genç yetenekleri birer birer bulup Türk futboluna kazandırılmalıdır. Son olarak ülkemizin hırvatistan’ı yendiği maçta altı futbolcu Kerem Aktürkoğlu, Samet akaydın, Abdülkerim Bardakcı, İsmail yüksek, cengiz Öz kaçar, Barış Alper Yılmaz Gibi Türk futbolcuların 3,4 yıl öncesine kadar PTT ikinci ve üçüncü ligde. Top koşturduklarını da unutmayalım yıllık ve dönemsel kararlar yerine gelecek 40 yılın hesabını yaparak bu işleri imtiyazla yapmalı her kesimden destek alıp bu yetenekli gençleri Türk futboluna kazandırıp hem kulüp bazında hem de milli takımdaki başarılarını devamlı ve sürekli hale getirebiliriz.

TÜRK HAKEMLER

Yıllardır kanayıp duran herkezin dem vurduğu konu Türk hakemleri başarılı hakemlerimiz var mıdır? Bence vardır. İsim söylemeden geçiyorum çünkü kimseyi zan altında bırakmak istemiyorum ama bir Deniz Ateş Bitnel vakası yaşandı bu ülkede bence tüm Türk futbolundaki hakemleri A dan Z ye tüm kurallardan başlayarak hepsini temizlemek yeni yüzlere yeni hakem komiteleri ile bu işe başlamak, temizlik iyidir sayın hakem camiası hiç kimseye isim vermeden şaibeye yer bırakmadan hepsini ya hepsini temiz dürüst gençlerimizden seçerek bu sürede süper lig maçlarını da Bir yıl boyunca yabancı hakemlerle yönetilerek ya da Türk gençliğine güvenip bu kalıplaşmış hakem camiası ‘nı tek celsede A dan Z ye Yollayalım yeniden ligimize dönerek Var’da Varken temiz yönetim temiz futbol anlayışıyla başta Spor Başkanlığı, TFF ve kulüpler birliği’nden bunu yapmalı yoksa her maç sonu kimin canı yandıysa hakem tartışmaları devam Edip gider. Bu konu hakkında kısa ve net çözüm budur başka çözümler arayan işi yokuşa sürüp saman altından su götüren kişilerdir.

A Milli Takım

TÜRK FUTBOLUNDA ŞİKE

3 Temmuz 2011 yılında şike operasyonuyla Fenerbahçe Spor kulübü başkanı Aziz Yıldırım bazı yönetici arkadaşları futbolcuların adı altında operasyon çekildi meşru feto terör örgütü gerek emniyetteki güçleri ve paralı hakim ve savcılarıyla bu operasyonu yaptı. Aziz Yıldırım’ın güçlü ve dik duruşu sayesinde fetö’nün gerçek yüzü bu ülkede ayyuka çıkmış dürüstlüğü korkusuzluğuyla ne şikesi memleket elden gidiyor demişti. ve bugün beraat Edip bir kez daha haklılığını teyit edilmiş fetö’nün bir kumpasını çökertmiştir. O gün TV programlarında Aziz Yıldırım’ı yakından tanıyanlar hariç hepsi şike vardır demiş bir nevi fetö yandaşlığı yapmıştır. Bugün tekrardan fetö’nün kirli yüzü ortaya çıkmış asırlık çınar Fenerbahçe ve dönem başkanı ve adı geçen kişiler alınları ak ve temiz bir şekilde kendilerini aklamışlardır. Ve o dönem federasyon başkanlığı yapan M.Ali Aydınlar Şürekası Kafalarını öne eyip işlerine geri dönmüşlerdir. İvedi bir şekilde tüm mağduriyetlerinin giderilmesi Fenerbahçe’nin maddi manevi hakları verilmeli. O dönem oynanması gereken süper kupa maçı oynatılmalı Beşiktaş’ın Türkiye kupası iade edilmeli Aziz başkana gerekirse devlet nişanı veyahut

Tüm Türkiye önünde onura edilmeli Fenerbahçe camiasıyla taraftarıyla başkanıyla ülkemiz geleceğine göz süren örgütü çökertmesi ile ilgili belgeseller çekilmeli ve takdir edilmelidir.

A MİLLİ TAKIM

Milli takımımızı tebrik eder bizim çocukları kutlar VICENZO MONTELLA’ yıda ayakta alkışlıyorum. Bir teknik direktörün etkisi nedir diye sorsalar buna en iyi örnek olarak gösterilecek bir konu Türk futbolunu bilen tanıyan menfaatsiz çıkarsız ayrımcılık yapmadan futbolcularımızın yeteneklerinin farkında olan onlara bunları aşılayan ve ikna ederek bizi Almanya’ya götürüp Orda’da başarıya ulaşıp hatta kupaya ulaşacağımızdan canı gönülden inanıyorum. Bir aksilik olmazsa bunu da buraya not ediyorum 20.10.2023 saat 18:44’te Kaleme dökülen bu yazım Bizim çocukların şampiyon olup ülke futbolunu altın çağını yaşatacağına eminim. Haydi bizim çocuklar Türk futbolunu gücünü ve yeteneklerinizi tüm dünyaya gösterme vakti yeterki inanın başaracaksınız. Şampiyon olurken de devamlılığımızı esas alıp Montellanın bilgisi ve dahilinde tüm alt yaş milli takım oyuncularını da takip etmesi formayı hak edene vermesini tavsiye eder. Bizim çocukları şimdiden tebrik ederim yeterki inanın zafer bizimdir belki bizi Avrupada Yapabilecegine inanırsam başlangıçta sahip olmasan bile onu yapacak gücü kendimde bulurum. Bizler inandık Sizlerde inanın.

Yusuf İslam Burhan

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

SOSYOLOJİK AÇIDAN SUÇ DÜNYASI

SOSYOLOJİK AÇIDAN SUÇ DÜNYASI

Habil ve Kabil Arasında yaşanan menfi hadise ile başlayan cürüm (suç) Silsilesi, günümüz 20. yüzyılda kendini geliştirmiş, çoğaltmış ve bir çok sosyolojik parametrelerinde Etkisi ile kentleşmenin güçlü olduğu demografik yapılarda yerini almıştır. Bugün küresel çaptaki sağlık kuruluşlarının genç kitleler üzerindeki araştırmaları neticesinde uyuşturucu, alkol, antidepresan, kullanımları rekor seviyelere ulaşmış olup; Suç işleme, suça bağımlılık, çeteleşme ve benzeri kent otoritelerinin bünyesinde var olabilme amaçlı suç çeşitliliği ciddi oranda artış yakalamıştır. Özellikle gelişmiş metropol ortamlarında bu yapılar kemikleşmiş bir yapı haline almıştır.

Suçun genel olarak ulaştığı kültürler; Alt kültür olarak tanımlanan kendini geliştirememiş, eğitimsiz, vizyonsuz, varoş semti ve çevrelerinde yaşayan, çok Çocuklu ailelerde yetişmiş, anne veya babasını erken yaşta kaybeden, ani ölüm ve tramva hikayeleri olan aile içinde geçimsizlik ve şiddetin olduğu. Ailede sevgi dengesinin olmadığı, sigara, alkol, uyuşturucu kullanımının aşikar sergilendiği, maddi geçim sıkıntısının yaşandığı, oturulan bölgenin kültür ve bilinç seviyesinin düşük olduğu ayrı tiplerinin oluşturduğu kültürel çevrelerdir. Alt kültür olarak nitelendirilen Bu toplumlar özellikle kent ortamında hissedilen ekonomik farklılıklar, hızla gelişen Sanayi ve teknolojinin ezici yapısı, gelir dağılımındaki ciddi eşitsizlikler ve finansal yapıya. Dayalı çeşitli SORUNLAR, şehir ortamında bireyin kendi varlığını, yaşamına, ailesini sorgular hale getirmiştir. Toplumların sistemleşen bu yapıların da bireylere yönelik etki eden faktörleri neticesinde kişi psikolojik bir buhrana girerek; Farklılaşma, normalin dışına Çıkma, bir kurtuluş reçetesi bulma gibi yollara girmektedir.

SOSYOLOJİK AÇIDAN SUÇ DÜNYASI

Bu dürtülerini de normal ve olan toplum yapılarına yabancılaşarak normaliteyi ötekileştirerek ortaya çıkartır. Bu tramvatik içsel modelleme ve değişimler zamanla içselleştir ve bir yaşam felsefesi haline alır. Gerekli eğitim ve analitik düşünce yapısına sahip olmayan birey suç dünyasının kapısını aralamaya başlamış, her türlü anormal iş, oluş, eyleme fikri olarak hazır hale gelmiştir. Yıllardır yetiştiği kültürel yapı kişiye aşağılık kompleksi empoze etmiş, kendine ve çevresine yeterli olamama, var olma çabasındaki başarısızlık, kendini ruhen gerçekleştirememe gibi bilinçaltı takıntıları artık kontrolü ele geçirmiştir. Kişi bu ruhsal takıntılar nedeni ile adeta kör olmuş Doğruyu-yanlışı ayırt edemez bir hale bürünmüştür. Bugün Siri’yi katillerin üzerinde yapılan araştırmalarda, görülen o ki seri katillerin çoğu nesepsiz düzgün bir ilişkiden doğmamış, baba genellikle belli değil Varsada sağlıklı bir ruh hali yok, sapkın bir ebeveynden taciz görme ihtimali yüksek tipler olduğu anlaşılmıştır. Yine yapılan uluslararası araştırmalar hayat kadınlığı adı altında çok eşli yaşam biçimi olan kadın bireyler ve seri katillerin amigdalalarının diğer insanlara göre %17 daha küçük olduğunu gösteriyor. Normal insanlara göre korkmaları ve karşı tarafla empati kurmaları normal bir beyin yapısındaki kişiye göre çok daha zor. Bu Profillerin oluşmasındaki başlıca etken, aile ortamında yaşanılan tehdit, hakaret ve taciz gibi vakalar sebebiyle kişinin sürekli kanına karışan stres hormonu kortizol ve adrenalin Stres hormonu ile dolup taşan kanda beslenen beynin normal bir beyin amigdalasından Daha küçük olması gayet olağan. ( Kurbanlıklar İslami kesime göre sakin ve sevinerek kesilir…

SOSYOLOJİK AÇIDAN SUÇ DÜNYASI

Ete kortizol sinir hormonu karışmaması içindir) Bugün özellikle gençler üzerinde yapılan anketlerde kolay para kazanma, şöhret olma duygularının yüksek olduğu gözlemlenmektedir. Yasadışı her türlü fiile sevk eden bu hülyalar kişileri adeta canavarlaştırmaktadır. Sosyal medya ve görsel basın da toplumlara bir. Önder, lider gibi empoze edilen sözde mafya serkeşlerine özenilmekte bir çare, kurtuluş olarak bu çetelere üye olunmaktadır. Gençlerdeki bu tecrübesizliği ve buhranı iyi görebilen inançsız ve kimliksiz müşteriler gençler kullanmakta, bir çok ailenin ocağını söndürmekle Toplumsal yapıyı zehirlemektedirler. Bugün günümüz Türkiyesinde uyuşturucu satışları ilkokul seviyelerine inmiş, hovardacılık iş adamlığı olmuş, hırsızı tefecisi itibara erişmiştir. Öyle ki bu profiller ellerindeki türlü programda aletleri ile gerek sosyal medyadan gerekse çeşitli iletişim araçlarıyla alt kültürlerde kimlik bulup, yer edinebilmiştir. Son zamanlarda artan sosyal medya gücü internet kullanımının çoğalması, kitlesel iletişimin hızlanması da bazı art niyetlerin propagandalarına Hizmet etmektedir. Terör örgütleri, suç örgütleri din pazarlamacısı gruplar, vatan-millet-Sakarya naralarıyla bir nesli tüketmektedir.

Beyinleri yıkanan 1000’ler daha ne olduğunu anlamadan hapishane, hastane köşelerinde yitip gitmektedirler. Global çaptaki terör örgütlerinin coğrafi olarak örgütlendiği belgeler incelendiğinde gelişmemiş kırsal bölgelerin çoğunlukta olduğu görülecektir PKK‘nın Ülkemiz doğu bölgesindeki etkisi buna misal olarak gösterilebilir. Kentleşmenin güçlü olduğu şehirlerde, gelişimi yakalayamamış ilçeler içinde aynı şeyler geçerlidir. Sonuç ise özetle savaş, bölücülük, cinayet, uyuşturucu, alkol, zina, rüşvet, kumar, Fal, gelecekten ve geçmişten endişe, yalancılık, yalnızlık, korku, intihar, işkence, bunalma, kötü muamele, boşanma, kan davası, ruh hastalıkları…

M.YASİR ÖZEN

www.musabyasirozen.com.tr

 

TÜRKİYEDE SİYASET SOSYOLOJİSİ

TÜRKİYE’DE SİYASET SOSYOLOJİSİ

Siyaset sosyolojisi, genel sosyolojinin bir alt dalı. Tıpkı şehir sosyolojisi, inanç sosyolojisi, aile sosyolojisi ya da iktisat sosyolojisi gibi. İsminden de anlaşılacağı üzere siyaset sosyolojisinin inceleme alanı toplumda meydana gelen Siyasal gelişme ve süreçlerle alakalı. Ama bilinmelidir ki, Siyaset sosyolojisinin yanı sıra Siyaset bilimi nde Siyasal olgusu üzerinde odaklanmış bir bilim dalıdır. Gerçekte siyaset her iki bilim dalının da ortak bilimsel objesi. Ne var ki bu saptamayı yapmış olmak yeterince aydınlatıcı değil. Siyaset bilimi ile siyaset sosyolojisinin aynı bilimsel objeye odaklanmış olmaları bizi ister istemez bazı sorulara yanıt aramaya davet ediyor. Siyaset bilimi ile siyaset sosyolojisi gerçekte aynı bilim dalını ifade eden ve esasında eş anlamlı olan iki değişik sözcükten mi ibarettir? Aralarında teşhis Edebileceğimiz hiçbir fark yok mudur? Varsa bu farklılık nereden kaynaklanmaktadır?

Siyaset sosyolojisi ile siyaset bilimi arasındaki temel farkın siyaset sosyolojisinin siyaset biliminin aksine siyaset olgusunun toplum içinde var olan diğer olgulardan tecrit ederek ele almayan bir Bilim olduğunu söyleyebiliriz. Önde gelen amacı siyaset ile toplum arasındaki ilişkileri incelemek olan siyaset sosyolojisinin Siyaseti toplumdan soyutlaşmış bir olgu olarak ele alınması beklenemez. Lakin, siyasetin bir toplumsal olgu olarak kabul edilmiş olması, siyaset sosyolojisinin de genel sosyolojinin temel yaklaşımları ve yönetimleri Çerçevesinde ele alınması gerekiyor.
Siyaset bilimi öncelikle parlamento Siyasal Rejimler seçimler ve tabii ki devlet gibi siyasetin kurumsallaşmış öğelerini incelerken, siyaset sosyolojisi bu tür kurumların yer aldığı toplumun yapısal, kültürel, vb Özgürlüğü ile Siyaseti ilişkilendirmeyi Öngörüyor. Siyaset sosyolojisinde vurgu, siyasetin ve siyasi kurumların toplumla Bağlaştırılması üzerinde odaklasıyor. Örneğin, her iki bilim dalının önde gelen objesi olan devlet incelemelerinde siyaset sosyolojisi devletin toplumla ilişkilerini öncelik veriyor. Topluma atfedilen bu öncelikten ötürüdür ki R.Bendix ve S.Lipset Gibi iki önde gelen bilim adamı siyaset sosyolojisinin “işe toplumla başladığını” Ve devletin toplumu değil toplumun devletin nasıl etkilediğini irdelediğinde belirtiyorlar.
Siyaset ile toplum arasındaki ilişkilerin Altını çizmesi bakımından isabetli ve dolayısıyla da yararlı olan bu tanımlamada belirli bir sıkıntıyla da karşılaşılmıyor değil. Çünkü bu tanımlama biçiminde siyaset sosyolojisinin bilimsel alanda sınırlayıcı bir yaklaşımın ifadelenişini De görüyoruz. Siyaset sosyolojisini Devlet ve toplum ilişkilerine adeta indirgeyen ve bu bilim dalını bir çeşit devlet merkezli bir analiz olarak Öneren bu sınırlayıcı yaklaşımın yerine Siyaseti bir toplumsal olgu olarak, toplumda varolan diğer olgular ve kurumların ışığı altında ve onlarla bağlantılarını tespit ederek ortaya çıkaran Daha geniş kapsamlı bir yaklaşım da göz önünde tutmak gerekir. Bu durumda, yukarıda da belirttiğimiz gibi, siyaset sosyolojisinin öncelikle siyaset ile toplum arasındaki etkileşimleri inceleyen bir bilim olduğu görüşünün yeğ Tutmak mümkündür. Bu nispeten daha “toplum merkezli” Görüşün uzantısında, siyaset sosyolojisinin bir toplum tarafından Siyasal olarak kabul edilen ve genel olarak Böyle nitelendirilen her olguyu kapsamına aldığı gerçeği de ortaya çıkmaktadır. Ne var ki bu yaklaşımı benimsediğimiz andan itibaren de karşımıza hangi olguları ya da olayları Siyasal nitelikli olarak değerlendirdiğimiz sorunu çıkmaktadır.
Bu konuda vereceğimiz bir iki örnek, Bir toplumun günlük ya da uzun vadeli yaşamında olay ya da meselelerin Siyasal nitelikli olduğunu kolayca tespit etmemize yardımcı olabilir. Bir çok başka ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de cumhurbaşkanlarının yeni yılın başında eski deyimle bir resmi kabul ya da alafranga değişle bir resepsiyon tertiplemeleri gelenek haline gelmiştir. Ama olay, devletin en üst makamının düzenlediği bir toplantı olmaktan çıkıp devletlilerin bir gösterisi haline de gelmektedir. Bu gösteri iki düzeyde meydana gelen bir gösterilir. Birincisi, davetlilerin birbirlerine karşı gerçekleştirdikleri TV ekranlarından halka karşı sergilenen gösteri, cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde sahnelenen bu gösteride konuklar resmi hiyerarşideki konumlarına ve sosyal statülerine göre bir araya getirilerek yer almaktadırlar. Askeri ekran, anayasal kurumların üyeleri yabancı ülkelerin büyükelçileri, meclis başkanı, bakanlar, iş dünyasının patronları, medya yöneticileri ve ileri gelen köşe yazarları, “devlet sanatçısı” Ünvanını kazanabilmiş olanlar ve protokole dahil edilen diğer zevat düzenlenen koreografinin, sahne sanatının aktörleridir. Böyle bir gösteri gösteri için ön planda olduğu törende sohbetlerin ya da atılan nutukların alışılagelmiş konular ve tekrarlara Bezdirici sözler çerçevesinde cereyan ettiğine de şüphe yoktur.
Yine de cumhurbaşkanının cumhuriyetimizin bir hukuk devleti olduğunu ifade ederken ya da gelir dağılımının fakir, zengin arasındaki uçurumu tahammül edilemez hale getirildiğini söylerken ses tonunu, kullandığı sözcüklerin nüansları, genelkurmay başkanının, etrafını saran konuk gazetecilere ülkenin AB’ye girmesinin Stratejik bir tercih olduğunu söylemesi ya da maliye bakanının vergi politikasını anlatırken çekingen bir tavır takınması, onları dinleyen konuklar tarafından ülkenin siyasetinde bir şeyler olduğunu, bir takım yeni dengelerin kurulmaya çalışıldığı İzlenimini de doğra bilmektedir. O kadar ki, bu konuşmaların içeriği, resepsiyonda kimin kiminle samimi davranıp davranmadığını, çözülmesi gereken bir şifre gibi ele alınıp gazetelerimizin siyaset sayfalarında günlerce anlatılmakta ve pek önemli Siyasal analizler olarak köşe yazarlarını ( ve okurlarını) Meşgul etmektedir. Demek oluyor ki, görünürde ekabiri Bir araya getiren olağan ve biraz da ister istemez “sosyetik” Bir davetten öteye gitmeyen resepsiyonlar gerçekte Siyasal bir olayın ta kendisidir. Zira, konutların resmi görevleri, devlet protokolü uyarınca onların arasında yapılan tanzim ve tertip boşluk Başbakan’ın falanca koalisyon ortağına ya da parti genel başkanına mesafeli davranması, cumhurbaşkanının yorgun ya da zinde gözükmesi gibi ayrıntılar da siyaset nitelikli. Burada söz konusu olan, statüleri az çok eşit olan insanların bir araya getirilmesi, aralarındaki sosyal ilişki, muhabbet veya soğukluk değil. Kimin kiminle yakın oluşundan ya da kimin kime Uzak durduğundan çıkarılan sonuçlar, yani yapılan yorumlar siyasete ilişkin Yeni dengelerin ya da yeni siyaset biçimlerinin işareti ve ön habercisi olarak kabul edilmektedir. Her toplum için geçerli olan bu tür tespitler ve analizler Türkiye’nin son yıllarda gittikçe artan ölçüde ve hayli abartılı bir biçimde ön plana çıkmaktadır.
Bazı siyasetçilerin ve ileri gelenlerin eşlerinin başlarının Ölçülü olması, gerçekte rutin bir sosyal etkinlik olması gereken davetlerin adeta Siyasal açıdan en kayda değer ve belirleyici bir hadiseymiş gibi kimin katıldığı, kimin katılmadığı, hangi Bey’in başı “türbanlı” eşiyle geldiği ya da gelmediği konuşulan kilitlenmiş gibi gözükmektedir verilen davetin eşli mi eşsiz mi olacağı davetten çok önce tartışılmakta, ve heyecan yaratmaktadır. Bu konu Türk siyasi hayatının sadece önemli değil, neredeyse bir numarada belirleyicisiymiş gibi bir anlam taşımakta ve gazetelerde günlerce süren hepimizin bildiği yazı ve yorumlara malzeme olmaktadır. Laiklik gibi hukuki boyutu bir yana, hiç şüphe yok ki, Siyasal bir anlamda taşıyan bir ilke bu tür davetler çerçevesinde değerlendirilemeye çalışılmaktadır. Resepsiyonlarda ortaya çıkan kadın misafirlerin görüntüsünden hareketle Türkiye’deki Siyasal durum hakkında Öngörülerde bulunmaktadır.
Yine ilk bakışta sadece sanatla ilgili bir etkinlik olamadığı bir Siyasal anlam taşıyan bir başka olayda örnek olarak göstermek mümkün. Ülkenin başkenti nde 1997 yılında icra edilen bir batı klasik müziği konseri, Bir Siyasal arenaya dönüşmüş ve Türkiye ile hatta siyasetle yakından uzaktan ilgisi bulunmayan bir besteci olan Beethoven, Türk toplumunda umulmadık bir Siyasal mesaj taşıyıcısı olabilmiştir. Daha sonra anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan Refah Partisi’nin koalisyon üyesi olduğu bu dönemde çeşitli siyasi odaklar ve sivil toplum kuruluşları Laikliğin tehlike altında olduğuna dair görüş birliği içindeydiler. İşte tam bu sırada zamanın cumhurbaşkanının da katıldığı, Ankara’daki konser, bir müzik şöleni olmaktan çıkmış Siyasal nitelikli tezahürata dönüşü vermiştir. Olağan dışı bir kalabalığın toplandığını hıncahınç dolu konser salonunda insanların “Türkiye laiktir laik kalacak” Diye haykırmaya başlamalarının yanı sıra, cumhurbaşkanı dinleyicilere “içten çağdaş Türkiye” Diye seslenmiştir. Demekki alışılmadık olay, görünürde alelade Bir konserin dahil bazı durumlarda siyasetin sergilediği bir faaliyete nasıl dönüşebildiğini Ve Siyasal bir olay olarak nitelendirilebileceğini bize göstermektedir.
25.02.2023
M.Yasir ÖZEN
error: İçerik korunuyor !!!