DÜŞÜNME VEÇHELERİ
Düşünmeme olumsuzluğu üzülerek belirtelim ki sanıldığı gibi her zaman avamın, okuma yazma bilmeyenlerin, ümmilerin düştüğü bir hastalık gibi gözükmüyor bize. Düşünmek de düşünmemek de bir durumdur, duruştur. Her insan, her Bilgin, her düşünür, herhangi bir zaman ve mekanda tüm birikimini rağmen hiç düşünmeyebileceği gibi çok az düşünüyor olabilir. Düşünür, bilgin, sanatçı ve aydınları sürekli düşünen, doğru düşünen insanlar sanmak yanılgıdır. Yine kuranı Kerim’de tefekkür kavramıyla zaman zaman eş anlamlı kullanılan tezekkür kavramı vardır demiştik. Bir ayet meali üzerinde düşünelim şimdi: “Rabbimiz bizi çıkar; Yaptıklarımızın yerine iyi işler yapalım diye feryat ederler. Size düşünecek ( yahut hatırlayacak) kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi; uyarıcılar gelmedi mi? ( Fatıt süresi, 37)
Bilen insanın, düşünürün, sanatçının, Aydın’ın, bilmeyen ve halk edildiği gibi yaşayan avam kadar, aynen düşünmeme, hatırlamama gafil olma tehlikesiyle her an karşı karşıya bulunduğu özellikle vurgulamak gerekir. Hatta biraz daha ileri gidersek diyebiliriz ki zihnini, düşünme merkezini lüzumsuz sorunlarla daha ziyade meşgul eden aydınların gaflete düşme tehlikesi daha ziyadedir. Bu bakımdan yeterince düşünmeyen bilginler, düşünmeyen düşünürler, düşünemeyen aydın ve sanatçılar bizi şaşırtmamalı. Bu bahis de son olarak düşünmemin üç vecihli bir eylem olduğundan söz edecek olursak;
1- Vahye doğru düşünmek
2- Vahye göre düşünmek
3- Vahye rağmen düşündüğünü sanmak ki buna daha önce bazen hezeyan bazen felsefe, demiştik.
Doğruluk insan için fıtraten, doğal olarak tercih edilecek bir yönelimdi. Yalnız konu bireyin iki cihanda saadeti, toplumun bu cihanda selameti ise, kendisini var edenin, yaşatan ve öldürecek olanın buyruğu yönünde doğru olması tek ve en çıkar yoldur. Ancak konu dinse yani hangi dinin hak, hangisinin batıl olduğuysa, o zaman aklı selim ( Aslı kalbi selimdir) Olarak ve tek başına düşünecek yani vahye doğru düşünecektir. Biz Hazreti İbrahim kıssasını vahye doğru düşünmek, vahyin rahmetini, desteğini aramak olarak niteliyoruz. Vahye ulaştıktan sonra yol alabildiğince aydınlanacaktır artık. Vahyin insana rahmet olarak peşin bilgiler, ipuçları, yol levhaları, röperler verecektir. Selim akıl (kalp) Sahipleri bu bilgilerden hareketle bireysel ve toplumsal hayatını tek doğru seçenek olan vahyin öğretisi yönünde gerçekleştirmeyi hedefleyecektir. Kısacası “Vahye göre düşünecektir” Vahiy bir rehberdir. Birey ve toplumların iki cihanda kurtuluşlarının rehberi analitik haritasıdır. Bu rehber ona iki seçenek sunacaktır. Bu Seçenekler üzerinde sık sık hatırlatmalar da bulunacaktır. Seçeneklerin akibetini ihtar edecek, bütün bunları yaparken, insana düşünmeden özgür olduğunu bildirecek, onu zorlamayacak, en önemlisi onu şaşırtıp aldatmayacaktır. Sadece onu şaşırmış bulduğunda bu şaşkınlıkdan kurtaracak deliller, burhanlar gösterecek, ikna etmeye çalışacaktır. Sonuçta iman da inkar da insanın elindedir. İnsanın yapıp ettiklerinden başka geriye bir şey kalmayacaktır. Bir bahanesi olmayacaktır. “İnsanın çalışmasından başkası kendisinin değil”(Necm, 39)
Vahye rağmen düşünmeye çabalamak ise bizce muhali zorlamaktır. Zira bu durumda insan Vahye rağmen Önce kendisinin sınırlılığını unutmuş yahut inkar etmiş demektir. Buda aklın devredışı bırakılmasıdır. Hiç olmazsa bir veçhile akıl devreden çıkmış demektir. Zira alet kendi alanının dışında kullanılırsa iş görmez. Bu tavır fıtratla inatlaşmadır, düşünme değildir, böbürlenmedır. Kibirdir. Hezeyan felsefesidir. Ulaşabileceği sonuç kuruntu, ziyan, vehim ve cinnettir. Çünkü düşünen insan kendini yaratmamıştır, kendini aşamaz. Esasen düşünme yetisi Allah’ın evrendeki sayısız sözsüz vahyinden birisidir. Kendisini yadsıyarak nereye varabilir. Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir akıl sahibi vahye ulaştıktan sonra artık vahye göre düşünmeye başlar. Vahye ulaşmak onun düşünme eylemini azaltmaz, hatta yönlendirip çoğaltır. Vahiy ona esasları ve ilkeleri belirtir. Bu esas ve ilkeler doğrultusunda hayatın teferruatına salih ameli doldurulmasını, onu düzenlemesini emreder. Bu tür düşünmenin adı da kuranda fıkhetmek olarak alınır. Düşünme işi artık sahici fonksiyonuna kavuşmuş tur. Fıkıh yani ince anlayış sahibi olmak, onun kulvarıdır. Orada lehinde ve aleyhinde olanı anlayıp uygulamaya geçecektir düşünen insan.
Muhayyelliklerde, müşkül durumlarda reyini kullanacak galip zannına göre davranacaktır.
Cehd kökünden Cihad ve içtihat kavramlarını bir konuda bütün gücünü kullanarak davranmak demektir. İnsan gücü ise, fiziksel ve ruhsal gücünün ikisinin de patronu olan akl etmesi ile ölçülür. İşte bir tür düşünmenin, bütün delilleri inceleyerek gücünün ulaşabildi her kapıyı çalarak elde ettiği son kararı içtihad denilmiştir. İçtihat ulaşılmış beşeri bir sonuçtur. Her zaman yanılgı ihtimalini içinde taşır. Ne var ki insanın bu onurlu faaliyeti sonunda ulaşılan kanaat yanlış dahi olsa, İslam fıkhında bir sevap kazanılacağı savunulmuştur. Ecir unutulmuştur. İnsan düşüncesinin böylesi bir faaliyetine bile mükafat veren İslam’ın kurduğu sistemi, beşeri telakkilerle karşılaştıranlar ziyan ederler. Bir kul olarak her zaman yanılabilme ihtimalini yedekte tutan anlayış sahibi, rasyonalistlerden o akılcı son olanlardan ne kadar uzaktır. İnsan düşüncesini patlaştıranlar, aklı her şeyin ölçüsünü koyan olarak görenlerle bize bir tutmak insafla bağdaşmaz.
Umulan önce düşünme mekanizmasının faaliyet içinde bulunmasıdır, ikincisi diğer beşeri yetilere egemenliğidir. Selim biçimde çalışırsa vahye ulaşacaktır. Vahye ulaştıktan sonra ise Fıkhetmeye çalışırken beklenen bütün gücünü harcayarak doğruyu aramasıdır. Bu esnada doğruya isabet etmesi ya da etmemesi çok önemli değildir artık. Zorunluluğu yoktur en azından. Asıl sorumluluk düşünmeyi bırakmak da, fark ederken bütün gücünü harcamamaktadır. Biz akılsız olmaz diyoruz. Akletme ise rehbersiz olmaz. Biz Allah’ı birleyenler her türlü putlaştırmadan ALLAH’a sığınırız.
Musab Yasir Özen