SOSYAL DEVLET ANLAYIŞI UĞUR GÜVEN

SOSYAL DEVLET ANLAYIŞI

İnsanlar zaman, zaman değişim gösterip büyük depresifler geçirebilir. Ruhen daralmalar, fiziksel yapıların değişmesi, çeşitli organ zararları geçirebiliyor… Sosyolojik erezyonlar içerisinde boğuşup Halet-i Ruhi’ye Ruh hali parçalanması dağılma sürecine girebiliyorlar. Dünya düzenine zarar, doğaya zarar, doğada yaşayan tüm canlılara zarar veren düzen tekrardan canlının elinden oluşabiliyor. Optimal bir dengesi olmayan insan çoğu zaman istenmedik cinnetler geçirebiliyor. Bu maksat ile daha kötüsü, insan ölümleri, cinayetler, farklı suç unsurları oluşabiliyor. Fakat bu tür durumların olmaması adına, sosyolojik refah, insanlık adına bütün güzel kuralların insanlık hizmetine koyulması şarttır. Ekonomik bağımsızlık, eğitim seviyesi, sosyal devlet anlayışlarının bir mozaik gibi insan hizmetine sunulması şarttır. Eğer ki bu durumların heyecanı insanların ferasetine empoze edilirse her şeyin kıymetli ve kıymete değer olduğunu fark edebiliriz.

Sosyal devlet anlayışında tüm vatandaşlarına daha refah ve geleceğe dayalı bir zemin hazırlaması, yeni reform zenginliği oluşturması mübah ve kesindir. Gelişim tesisleri, eğitim seviyesinin hızlı bir şekilde artması adına tesisler, spor, müzik, tiyatro insanların mutlu olması adına her şey. Sosyal devlet anlayışına ve modeline uygun Olmayan sistem her zaman yıkıcı ve suç oranlarının daha fazla nüks etmesi demektir.

SOSYAL DEVLET ANLAYIŞI UĞUR GÜVEN

Kendi yaşadığımız şehir, ortam, insan psikolojisi ne fark edildiği bir dönemi yaşıyoruz. Cezalandırma sisteminin daha ağır şartlarda olduğu, ruh ve Sinir odalarının bayağı fazlalaşması, amatemlerin, Uyuşturucu bağımlılığına yönelik özel hastaneler çoğalması durumun ne derece vahim olduğunun en büyük göstergesi bizlere. İnsan toplum ”ortam“ içinde yaşadığından kendisine benzer ve kendisi gibi hassas kişilerle sarılmış bulunmaktadır. Daralmış bir ruh, lal olmuş bir dil, benzi benzi solmuş bir ten… Ya da mutlu yüz, neşeli bir hayat, pekala sevgi dolu bir tutku. Dedik ya insan kendisine benzer, ve kendisi gibi hassas kişilerle sarılmış bulunmaktadır. İşte tam da bu minvalde sosyal devlet anlayışına ya da modelini çok ihtiyaç olduğu radikaldir. Aslında biraz örnek verici durumlardan konu ele alırsak, mesela cezaevleri bireylerin suç işleyip girdikleri sözüm ona ıslah kampları maalesef ki psikolojik olarak daha da yıpratıcı durumlar mevcut. Sosyal devlet anlayışında her yerde yani Islah kamplarında sosyal faaliyetlerin yoğun olması ve her bireyin yaptığı suç şekline göre konferanslar yapılması, birebir psikologlar tarafından tedavi edilmesi şarttır.Fakat benim de geçmişte yaşadığım cezaevi pratiğinde gözlemlediğim ve içinde bulunduğumuz ortamın ihtiyaç duyduğu hiçbir faaliyetin olmaması daha da psikiyatrist durumların çoğalmasına sebeptir.

Sosyal devlet anlayışında hiçbir mevkii, coğrafya, bölge gözetilmeksizin sosyal devlet anlayışına göre avrupayi sitili uygun olması Islâh-i durumların hem ailesel, ortamsal, toplumsal olgularla dolanması lazım. Hem mahkumiyetler adına hem de sosyolojik olarak rahatlamalar olacaktır. Bilindiği üzere dünyanın var olmasının temel taşı insandır. Fakat yıpranmasının bilakis temel taşı tekrardan insandır. Bilinçlendirme sempozyumların olmamayışı yeni bir toplum modelinin düşünülmeye işi koskocaman bir gaflettir. Sonrasında dışarı adaptasyonlar ekonomik olarak iş imkanları fırsatları arzu edilmelidir. Sosyal devlet anlayışında yaşlı bakım evlerinin modern hizmetlerle donanması, sağlık hastanelerinin halka daha iyi hizmet vermesi adına bilinçli temeller hazırlanması. Zanaat, sanat üzerinde yeni yaratımlar oluşturulmalı.

SOSYAL DEVLET ANLAYIŞI UĞUR GÜVEN

Aslına karar verilirse kişiler düşebilir, hatalar yapabilir farklı depresif nedenler sonucunda hayata küsebilir fakat, sosyal devlet modeli her zaman bu tür durumlara karşılık alternatifler yaratması lazım. Topluma adapte etme maratonu Stiller oluşturulması lazım… Sanat okullarında her zamanki oluşum karakteri oturtmaktadır… Hastanedeki oluşum sağlığa, edebiyat gramerindeki gibi ebedi düşünceleri daha şeffaf hale getirmek için toplumdaki algıları da nazik, daha saygı ve sevgi bağına ulaşmakta an meselesi hedefi olmalı. Aslında konunun ne kadar basit ve keyifli olma durumunun kolektif bir biçimde köy meclisleri, mahalle meclisleri, ilçe ve il meclisleri kurulmalı köy kendi içerisindeki sorunları mahalle kendi bulunduğu sokağı ve caddeyi tartışıp ilçe meclislerine yollayıp daha şeffaf ve daha da basit sorunları bir arada güvenli ve kolektif tartışmalarla Sonuçlara götürebilir. Burada aslında kaba kuvvet bir anlayış değil hiyerarşi oluşumu değil daha çok yatay bir feraseti baz alıp sorunların daha az düşünüp oluşacak suç oranlarının daha da gözle görülür bir şekilde düşüneceğini görebiliriz, fakat çoğu zaman bu tür komisyonların olmayışı, Çok hızlı surette suç oranı fazla oluşu kaçınılmaz oluyor. Sıkı bir denetim mekanizması maddi ve manevi yasalar koyulmalı, kültür hareketliliği oluşturmaları köy, mahalle anfileri kurulmalı. Sevgi ve saygı bağını oluşturacak her şey, ahlak ve din ilişkileri örtüşmeli ve serpiştirinmeli bu şekilde kollektif her zaman huzuru ve refahı getirmekte, insanların birbirlerini sevme fırsatı daha çok oluyor. Suç oranlarının daha da minimuma düşmesi görülür. Maddi manevi bağlılık ve sadakat daha da güçleniyor kaba kuvvetlerin bitişi birbirlerine tahammüllülükte gülümsemelerine fırsat veriyor. Üzüntülerin çok az’a, mutlulukların yüz mimiklerine vurumu ruhen rahatlamalar insanların birbirlerine çok azimli bir şekilde yardım kapılarını açmalarını Kişiler arasındaki, diyalogların sabırlı olması herzaman mükemmelliğe götürür.

Bu minvalde yürütülen tüm anlayışlar kollektif fikirler sosyal devlet anlayışının anayasasıdır. İngiltere modelinde stres artık iş kazası olarak kabul edilmektedir, çalışanın üzerinde gereksiz stres oluşturur ve zarar veren işveren yüksek tazminatlar ödemek tedir. Toplumsal depresyon kişisel depresyon, insanların Bireylerin kendini yetersiz ve değersiz görmesi kötü hissetmesi zaman zaman herkes için geçerlidir, bu bir suç ya da zayıflık değildir. Bu duygular toplumsal, ya da bireysel depresyonla dönüşmezse büyük bir yardım ile rahatlatabilir rehabilite edilebilir.

Sosyal devlet her zaman kendi toplum menfaatini gözler, sevgiyi saygıyı aşılar topluma bireye mükemmel bir ayna olma rolünü isyan eder. Bu temenni ile daha güzel yarınlarla başarılı sosyal devlet ümidi ile toplumsal refah modeli oluşturma arzusu ve içtenliğiyle…

Uğur Güven 

www.musabyasirozen.com.tr

Mevlana - İnsan

İNSAN

Hz Mevlana’nın yedi kör ile bir fil hikayesini bilir misiniz: bu hikayede fil hakkında bir şey bilmeyen yedi kör insandan önlerindeki bir fili tarif etmeleri istenir. Körlerden biri filin bacağını tutar ve fili sütuna benzetir, diğeri dişlerini tutar ve fili mermere benzetir, kuyruğunu tutan bir başkası, fili kırbacı, kulağını tutan ise onu yumuşak deri bir kumaşa benzetir… Vs vs. Tabii ki bunlar filin farklı yönlerini kısmen açıklayabilir, fakat fili ancak bunların bütünüyle izah edebiliriz.

İnsan en az bilinen varlıktır. Aslında bildiğimizi sandığımız, çoğunlukla da tek taraflı ele aldığımız bir varlık. Gördüğümüz kadarıyla Mevlana’nın hikayesindeki gibi, herkes kendi bakış açısından anlatır insanı. Oysa biyolojik, fizyolojik, anatomik, psikolojik yönlerinin yanında, sosyolojik, felsefi, tasavvufi, dini, estetik vs yani maddi-manevi bütün cepheleri ile birlikte Bir insanın bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekmez mi? Onu bir bütün olarak ele aldığımızda ise görürüz ki doğru bilgi için bu bakış açılarının hiçbiri ihmal edilemez.

İnsan

Böyle söylemekle birlikte günümüzde bilim o kadar ihtisaslaşma yoluna girdi ki, artık bütünü kavrayabilmek oldukça zorlaşmaktadır. Bu durumda adeta bakan başka gören başka biri olmakta ve insanlar teferruat da bulmaktadırlar. Pozitivist tıbbın veya felsefeyi anlayışların insanın sırrını çözememesinin sebebi belki de budur. Tarih boyu insan kendini ve Konumunu sorgulamıştır. Kendinin farkında olan ve kendini sorgulayan tek maddi varlıktır, aslında insan. “Ben neyim, nereden geldim, niçin geldim, neden buradayım, vazifem ne ve nereye gitmekteyim?” Gibi yüzlerce soruyu cevap aramıştır, ve bu arayış halinde sürmektedir. Bu sorulara filozoflar aklın sınırlarını zorlayarak, farklı cevaplar getirmişlerdir. Fakat bütün insanlığı tatmin edecek bir cevap bulamamışlardır. Dinlerde bu bağlamda kendi inanç çerçevesi içinde çözümlerini ortaya koymaya çalışmıştır. Son birkaç asırdır insan ihmal edilerek kenara itilmiştir. Bu yüzden dünya uzun süredir insan bunalımına sahne almaktadır. Zaman ilerledikçe insan dünya telaşı ve koşuşturması içerisinde unutulmakta, bayağılıştırılarak bir tüketim ve istismar vasıtası haline getirilmektedir. Kalabalıklar içinde yalnızlaşan insan kendini meyhanelere, eğlence ve alışveriş merkezlerine, stadyumları atarak mutlu olmaya çalışmaktadır.

“Cihan ara cihan içindedir araya bilmezler,

 Ol mahiler ki Derya içredir deryayı bilmezler”

Cihanı süsleyen Allah Cihan’ın içinde gizlidir ama insanlar onu görmesini (aramasını) bilmezler. Bu hal tıpkı denizin içinde olupta denizi bilmeyen balıkların durumuna benzer. Burada şairin hitabı balıklara değil, tabii ki insanlardır. Cahil insan çevreye bakar ama görmez, hatta düşünmez. Kendisi ve kendisinin hizmetine verilmiş bütün evren hakkında düşünmediği için de balıklardan farklı kalmaz. Pakistanlı şair ve fikir adamı Muhammed İkbal Sözlerinde ne kadar da haklıdır; 

Yıldızlara yol keşfindesin

Lakin kendinden bir habersin

Aç gözünü kendini, bir an tohum gibi

Topraktan dirilsin bir ağaç gibi.

Sokrates - İnsan

Büyük filozof Sokrat ise insanın kendini tanıması konusunda şunları söyler;

İnsanın kendini tanıması, hayran hayran kendini seyretmesi demek değildir. İnsanın hem ne olduğunu hem de ne olması gerektiğini araştırmasıdır. Nasıl düşüneceğini, nasıl yaşayacağını, nasıl mutlu olacağını kendisine sormasıdır”

Her alanda gerçeğe ulaşmak ve başarılı olmak insanı tanımaktan geçer. İnsanı tanımak onu anlamaktır. İnsanı bilmek ve anlamak maksadıyla asırlardır nice filozoflar, nice ilim adamları kafa yormuş, nice peygamberler toplumları aydınlatmak için dil dökmüşlerdir.Bütün bunlara rağmen insan halen kendini bilmeyen bir meçhuldür. Eski yunan da felsefe insanı tanımak için yapılırdı. İslam’da ise, “kendini bilen Rabbini bilir” denilerek insanı tanımadan Rabbimizin tanınamayacağı söylenmektedir. Bu bağlamda irfan sahibi olmanın ilk merhalesi de zaten kendini tanımaktan geçer. Muhammed İkbal de bu manada “sen insanı tanımadan, Allah’ı nasıl arıyorsun?” Demiştir.

İnsanı anlamak için onu bütün yönleriyle keşfetmek; somut ve soyut yönleriyle, duygu ve arzularıyla bir bütün olarak değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü anlaşıldığı kadarıyla alemin sırrı insandadır. Onu Çözdüğümüz zaman bütün alemi anlayabileceğiz diye düşünmekteyiz. Bu yüzden bu zorluğu ve bir o kadarda muhteşem sorgulamaya başlamaya ne dersiniz? Böyle yapmakla adeta bir damlaya  bir deryayı  sunmaya gayret ve cüret etmiş oluyoruz.

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

error: İçerik korunuyor !!!