HACILARA VİLAYETTEN BİR NASİP

HACILARA VİLAYETTEN BİR NASİP VAR / Mustafa Özen

HACILARA VİLAYETTEN BİR NASİP VAR

Mustafa Özen

Haccı-ı Şerif, gücü yeten her Müslümanın üzerine farz olan bir ibadettir. Cenab-ı Hakk Ali İmran süresi 79. Ayetinde mealen:

“Yoluna gücü yeten kimse için o evi Kabe’yi haccetmesi insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır.”

Buyurarak haccın Allah katındaki değerini insanların nazarına arz etmektedir. Hac, her hacının hayatında adeta yeni bir tarih başlangıcı olur ve hacının üzerindeki müspet tesirleri bazen bir ömür boyu devam eder. Haccın, kişinin hem kendi şahsına, hem alem-i İslam’a bakan pek çok hayati faydaları ve hikmetleri vardır. Risale-i Nür’un on altıncı söz’ünde haccın gayet kıymettar bir nüktesine mealen şöyle işaret edilmiştir: nasıl ki sıradan bir asker hususi bir bayram gününde padişahın bayramına gider ve lütuflarına mazhar olur, ve orada gördüğü, pek çok insanların iştiraki ile icra olunan resmi geçitler, haşmetli merasimler ve pek cömertçe ikramlar, o askerin, sultanın haşmetini daha yakından görmesine ve daha yüksek mertebeler de o haşmet‘i anlamasına, hissetmesine ve zevk almasına sebep olur. Aynen onun gibi; bir hacı, ne kadar avamdan biri de olsa, manen yüksek mertebelere ulaşmış bir veli gibi umum yeryüzünün azametli Rabbi olduğunun şuuruna vararak Allah’a yönelir. Çünkü hac daveti ile huzuruna çıktığı Rabbinin yalnızca kendi Rabbi değil, belki dünyanın her tarafından aynı davete icabet ederek koşup gelen milyonlarca hacıların da Rabbi olduğunu ve hepsinin o yüce zat’a kulluk etmeye görmekle tam manasıyla hisseder. Ve Kabe, Mescid-i haram, Müzdelife, Mina ve bilhassa Arafat gibi mübarek mekanlarda bütün o milyonlarca hacı birlikte tek bir Rabbe yalvarıp ibadet etmekte olduğunu görmesi ile kendi kalbiyle hususi müteveccih olduğu Rabbinin aslında bütün insanların ve umum kürre-i arzın Rabbi olduğunu aynen bir velinin anladığı gibi anlamaya ve evliyanın tattıkları manevi hallerin ve zevklerin benzerlerini tatmaya başlar.

Mustafa Özen

Bu şekilde Cenab-ı vahibül-Ataya Hazretleri, her bir mümin kuluna velayeti Allah’a yakın olmanın ve gerçek kulluğun nasıl ulvi bir saadet olduğunu bir nebze tattırmış olur. Ve o mübarek makamlarda kalbine ve hayaline açılan geniş kulluk daireleri, Allah‘ın Kibriya, azamet ve büyüklük mertebeleri ve pek çok tecelliler o acının ruhunda manevi bir hararet, hayret, dehşet ve heybet altında kalmak gibi pek çok coşkun hissiyatın inkişafına sebep olur. Bu ulvi hisleri hem terkin edecek ve hem de ilan edecek olan yalnız “Allahü Ekber! Allahü Ekber!” kelimeleridir. İşte hacda pek kesretli “Allahü Ekber!” Denilmesinin sırrı da budur. İşte bu ulvi, kudsi lezzetleri tadan hacılar döndükten sonra artık Allah‘ın sevdiği bir kul olmak, onun rızasını kazanmak ve istikametten ayrılmamak için daha bir şevk ve iştiyakla çaba sarf ederler. Herhalde aklı başında olan ve gitmeye yol bulan her bir müslüman, bu yüce saadete iştirak etmek ve daha istikametli bir hayat için aşk ve şevkle oraya koşacaktır. Ve bir giden, tekrar tekrar gitmeyi arzulayacak ve o saadeti ömrü boyunca hiç unutmayacaktır. Cenab-ı Hakk, hepimize o mübarek mekanlarda, böyle külli mertebelere ibadet etmeyi ve onun Rubübiyet tecellilerinin azami mertebelerine şahit olmayı nasip eylesin AMİN.

Mustafa Özen 

www.musabyasirozen.com.tr

Necip Fazıl Kısakürek

NECİP FAZIL KISAKÜREK / Abdülaziz Çekirge

NECİP FAZIL KISAKÜREK

Sancısı tutmuştu yine zihnimin… Ve sancısı tutunca zihnimin, rahatlatıcı alıyordum bir doz… Belki birkaç doz… Gerçekten de fayda ediyordu ama mülahazalarım yoluna giriyor, düşlerin ferahlıyordu. Sancısı tuttuğunda zihnimin, derdimle dertlenmiş ama aynı zamanda fikri heyecanın zirvesine ermiş, beyni zonk zonk sızlayan bir değerin fikirlerine, fikirlerinin kelimelere dökülüşüne, mana ikliminde süzülüşüne ve gönlüme müthiş haz verişine bırakıyordum kendimi. Günlük koşturma ve düşünce telaşı ve endişelerden sıyrılıp bir anlamda Kendimi tecrit Edip hakikatin manayla bütünleşen sözlerdeki ahengi ile kendime geliyordum. Bana kendimi, bana Özü, bana O’nu hatırlatıyordu.

Necip Fazıl Kısakürek

 

Necip Fazıl okumak işte böyle bir hissiyatı benim için,
Necip Fazıl okumak ve anlamak…

Yol onun varlık onun kelimeleri işlemişti içime önce. Anneciğimi her okuyuşumda içim sızlıyordu. Kaldırımlardan geçerken düşüncelerim yoğunlaşıyordu zaman, mekan, insan ilişkisinin nasıl anlam kandırıldığını görmüştüm. Necip Fazıl da… ve zirve haliyle fikri bir bütün olarak ve bir amaç doğrultusunda kalarak yaşamayı …

Üstadın eserleri, ortaya koyduğu düşünce iklimi ve savunduğu görüşleri yan yana koyduğumuzda elbette’ki hepsi birer kıymet olan üretimlerinden, şiirleri daha bir etkiliyordu beni. Üstat da zaten ; şiir bir cemiyetin top yükün his ve fikir hayatını tefahhus ve nura Kabe eden başlıca Rasat merkezidir diyordu. Ve şiirlerinde düşünmekten uzak geçirdiğimiz yıllarımızda, düşünce adamı olarak lanse edilenlerin, hayatlarında hiç tanımadığı Çile kavramını ve garbın eğreti taklidi ile ahkam kesenlerin acziyetini ortaya koyuyordu.

Şarkımızın dudaklarda hep kalacağını söylüyordu. ÜSTAD gençliğin olması gereken duruş noktasını belirliyor ve belirlenen bu yolda nasıl yürüyeceğini de yol haritasını çıkarıyordu; bugün komik üniversitesi, Hokkabaz profesörü yabancı ders kitabı, demagog politikacısı, çıkartma kağıdı şehri, müzahferat kanalı sokağı, takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi, mümin Zindanı mabedi, temeli yıkık ailesi, hasılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden atabilecek kendi öz talim ve terbiyesini memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan Savaşı içinde ve bu savaşı mutlaka kazanmakta vazifeli bir gençlik… Diye de çerçeveyi tutuyordu.

Necip Fazıl’ın 1934 yılına kadar ürettigi eserleri, büyük bir hayranlık uyandırmış ve beğeni toplamıştı ama 34’ten sonrakilerde başka bir mana boyutunda etkiliyordu insanı. Necip Fazıl da zaten kendi içindeki hesapla sonucunda daha önce yazdığı şiirlerinden bir kısmını artık benimsemedi gerekçesiyle yok sayıyordu.

Tek parti döneminde, hakikatleri ;

“Ey akıl, nasıl delinmez Küfen? Ebedi oluşun Urbası kefen! Kursa da boşluğa asma köprü, fen, Allah derim, başka hiçbir şey demem! düsturu ile yazılar yazması ve dönem dönem çıkardığı dergilerin bu nedenle kapatılması düşündürüyordu beni. Geçmişi sorgulatıyor anı anlamlandırıyor, geleceği ışık oluyordu. Özellikle 1943 yılında çıkarmaya başladığı Büyük Doğu’nun 1947’de toplatılması, fikri mücadelesine meşru yolla cevap veremeyenlerin çaresizliğini ispatlıyordu. Siyasi baskılara rağmen söz ve mana dehası Necip Fazıl Büyük Doğu’lara devam etmişti. Bahtiyarım ki, yaş olarak yetişemezsem de rahmetli amcamın büyük bir özenle her sayı sayısını biriktirip koruduğu orijinal Büyük Doğu’lar şimdi benim kütüphanemde duruyordu. Ve zaman zaman bana önderlik ediyordu.

Büyük Doğu gençliğinin bir parçası bile olmasam da Üstad, fikri örnekleme karşımda öylece duruyor ve her zaman kulağıma bir şeyler fısıldıyordu.

Sancısı ne zaman tutsa zihnimin, rahatlatıcı birkaç doz alıyordum. Bunun için okuyor, okudukça ferahlıyordum. Üstadın fikri dairesinde yoğrularak ve gösterdiği yolda yürümeye çalışarak hayratı örüyordum.

 

Abdülaziz Çekirge          

www.musabyasirozen.com.tr

 

 

error: İçerik korunuyor !!!