Tag İslam

Fenerbahçe

FENERBAHÇE

Her şey güllük gülistanlık giderken 19 maçta yenilmeyen takıma ne oldu? Sayın İsmail Kartal’ın Basiretsizliğimi, futbol bilgisi mi yoksa sakatlanan futbolcuların kötü oyunun sebebi midir.

Ben size kendi çıkarımlarımla anlatmaya çalışayım ya arkadaşım bu irfan can kahvecinin 8 numara oynayabileceğini kimse İsmail hocaya söylemiyor mu, arkadaşım sinirden öfkeden deliye dönmek üzereyim, neymiş İsmail hoca Samandıra’da yatıp kalkıyormuş  yatmasında kalkmasında ya bir teknik direktörün hiç mi B planı, C planı olmaz. Bu kadar mı futboldan nasibini almadın hoca takke düştü kel göründü. Rize deplasmanı dönüşü Kurşunlanan otobüsü bahane Edip yabancı futbolcuları bir türlü ikna edemedin halbuki daha da hızlandırıp şampiyon yapman lazımken o kadroyu türlü bahanelerin arkasına sığınıp o günden bugüne aynı senaryoyu izlemekteyiz. Ya biz çok yeriz ya da İsmail hoca çok zeki ama zeki insan plan sahibi olur şekersiz çayda içmesini bilmeli. Bir insan bu kadar mı iletişimden uzak ve görüneni görmeyecek kadar kör olması lazım Sayın Ali Koç’a sesleniyorum, acil çok acil ivedi bir şekilde ya hocayı Çağır konuş ya da ivedi bir şekilde yanına futboldan anlayan eski futbolcularımızdan birini getir, hoca kör hoca bu işi bilmiyor bir kez daha belli oldu ki bilmiyorsun hoca bilseydin eğer Abdullah Avcı gelip seni Kadıköyde yenemezdi. Abdullah avcı zeki adam evet analiz edip ekibiyle Fenerbahçe bunları yapıyor böyle oynuyor farklı bir sistemleri yok sistemlerini kitleyip işi bitireceğiz dedi ve bitirdi. Tarihi fark da çıkabilirdi, o maçta 4-6-0 çık oyna 3-5-2 oyna Dzekoyu defansa çek irfanı 8 oynat Ferdi sol kanat ya da 10 numara oynat, Yani bir şeyler dene aykırı bir şey koy ortaya yoksa işte böyle gider tarihin en farklı Avrupa’da yenilgisini alırsın. Sonra da çıkıp söylenecek bir şey yok Fenerbahçe camiası ve taraftarından özür dileyeceksin kim kabul ederse etsin ben etmiyorum hoca 40 defa da zemzem suyuyla yıkansan eğer beceriksizsin olmuyor bu iş. İkinci adam olarak kalırsın ya bir insanın Öngörüleri olur bu kadar olmaz Umut Nayir, Ryan kent, batsuayi, Cengiz Ünder emre mor  ya bu çocuklar kaliteli teknik futbolcular bunları bir dene evet beyler 11’i açıklıyorum zaten Dzeko, Tadıc, schmanzky, Bunların direk oynat bu forma kutsaldır. Nasip olmaz herkese ya adam olun akıllı biri çıksın bu kulübü yönetsin ya da sayın Ali Koç  Ancelotti iyi mi, getirirsin Chloppu mu bu taraftar Şampiyonluk istiyor hem de eze eze kanırta kanırta köşede heykel gibi durup evet çocuklar oyun anlayışınız belli dakika 70 irfan cık, cengiz, gir Dzeko çık umut gir böyle bir şey yok hoca biraz insan yırtık olur be yapamıyorsan git emekliliğin tadını çıkar Çocuklarımda milyonlarca taraftarı olan kulübü bu hale koyma. Maç yenilmediğin kim vardı defans bloğun ve önlerinde oynayan adam, İngiltere liginin sekiz yıldır banko oyuncusu tamam, Becao, Dzeko ve Fred bunlar sakat olabilir her takımın başına gelir hocam üstüne Serdar Aziz de sakat evet her maçın farklı bir havası karşıdaki rakibe göre de bir sistemi olmalı evet biz Fenerbahçeyiz. Her maçı kazanmak için sahaya çıkarız ama bir sistem olmazsa ya da ezberlenmiş herkes tarafından ayyuka çıkmış ve as oyuncularından yokken sistem error vermesi farklı bir şeyler dener insan. Bu kadar ağır konuşacağım kepaze bir oyun olmaz. Benim burada yazacaklarımı duygulara tercüman olmak hoca Bu kafayı bu zihniyeti değiştirmediğin sürece Şampiyonluklar başka bahara kalır tabii ki Sayın Ali Yıldırım Koç, ada Vermediğiniz tüm emeklerden dolayı güle güle demenin sırası gelipte geçiyor. Allah iyiliğinizi versin elaleme güldürdünüz bizi büyük başkan büyük fenerbahçeli İsmail Kartal. Dış da fenerbahçeli ama içinde kim olduğunu kimse bilmiyor yoksa bizi de içimizde kapkara olmazdı. As olan Fenerbahçe’dir. Şahıslar geçicidir sizde geçicisiniz başarısız ve teknik direktör kervancıları, umutlar başka bahara Aziz Başkana.

Bizler inandık sizler inanmasanız da olur, İsmail Kartal eğer aklınız yetmiyorsa başkasının aklını kullanın da belki bir yere varırsın temizce. İsmail hocam size bir düşmanlığımız yok hocam siz ya Egolusunuz ya da süper Egolusunuz. Mütevaziliğinizi bir kenara bırakıyorum. Siz kendinizden bir defa emin değilsiniz. Basın toplantılarınız da em küm etmeniz Oyuncularımızın vurdum duymazlığı formanın ağırlığını futbolcularımıza aktaramamanız bakın size ne önerim var. Dikkate alır mısınız almaz mısınız bilmem ama. Crespo, mert Hakan, zajc, Samet bunlarla artı ryan kent hemen teşekkür edip yollayın, Yerine krunıc olur sağlam bir 6 numara torreira gibi olmazsa olmaz. Antalya’dan Türk olarak Oynatacağım defans Ömer Toprak ı Al forvete de Boupendza hataydan ayrılan golcü sağlam birde 6-8 Oynayabilen bir oyuncu daha ayrıca sol kanatta hızlı ve teknik bir futbolcu bunları da yaptıramıyorsun, farklı sistemler dene futbol bilgisine görüşüne güvendiğin iki adam eski futbolcularımızdan getir. Serhat akın, Ogün Temizkanoğlu, Alex, Anelka, Tümer, git al yanına en azından yanında sana akıl veren biri olur, çünkü yetmiyor hocam seninki etseydi bugün böyle bunları yazmazdım aç bir köşe yazarlarını oku adam daha futbol topunu görse canlı bomba sanacak işin şakası sen bu formayı on sezon terletip ağırlığını bilip sahadan gelmene rağmen sen öngörüleri bin kat daha fazla bu bir dost tavsiyesi çok bildiğini sandığın bir şeyi bilmediğin ortaya çıkıyorsa bunu fırsata çevir git rıdvan hocayı yanına al getir. Oğuz hocayı getir egonu koy bir kenara hocam özür dilemekle beraberlikle teknik ekibini koruyarak doktorları koruyarak bir yere varamazsın, vardığında da yanında günü geldiğinde sahip çıktıklarını en sonunda görürsün oy akıl akıl git biraz da İsmail Kartalla takıl. Hocam aykırı ol zit ol beyefendiliğini bir kenara bırak bizi şampiyon yap yapamayacağını inanıyorsan git 1 dakika bile durma git ben inanmıyorum inandırtamıyorsun hocam kabahat hep sana yazıyor. Artık yeter yeter ya kendinize gelin ya da şapkanızı da alıp gidin KARTAL VE KOÇ

Değerli Fenerbahçe Ailesi…

Yusuf İslam Burhan

www.musabyasirozen.com.tr

Şehir

HAYALİMDEKİ ŞEHİR

Hayalimdeki şehiri kurmaya çalışırken çok iyi zemin etütlerinden geçirip jeolojisini, coğrafyasını ince eleyip sık dokuyıp nakış nakış dokunan, dirlikte yol alan hakkaniyetsizlikleri, düşmanlıkları yok eden barış, esenlik ve kardeşlik penceresinde imar edilecek bu şehir, imanla, ilim, irfan ve iyiniyetle ışık saçacak huzuru tesisini kendi sağlayacak bireylerle adaleti ile herkesin yaşamak isteyeceği bir kent. Tabii ki İslam sancağı altında Müslüman olsun olmasın kuranı Kerim’in hükümleri ve peygamber efendimiz Sallallahü aleyhivesellem Hadisleri ve hoşgörüsü güzel ahlakı ile yönetilecek bir şehir.

Bu şehir hayali değil hayatın ta içinde herkezin kalbine nüfuz ediyor. Sokak başlarında devriye gezen ekip arabalarını değil, insanların omuzlarındaki yazıcı meleklerin ve el basrinin kendilerini gördüğünü Bilerek kötülüğe yaklaşmadıkları bir şehir. Farklı din, mezheplerin mensuplarının da toprağın da emniyet ve huzur bulduğun şehir. MOBESE’lerle, farklı güvenlik kameralarla değil, güvenliğin vicdanlarını sağlandığI bir şehir. Kaosun, Kavganın, karaborsanın, uyuşturucu, alkol ve hırsızlığın olmadığı istikrar ve dirliğin olduğu bir şehir… Karanlığında cehalet ve küfürün at koşturdu değil, bereketin letatenin, tevazunun ve alçakgönüllülüğün karanlığından sabahlarını açtığı bir şehir. Tabii ki bu şehir aklı selim ve temiz düzeni sağlayıp kalplere teysir Edip kardeşlik bilinci ile imanla ünsiyeti çoğaltıyor bu şehir. Bunuda çok iyi biliyoruz ki şehrimizin etrafında gezinen düşmanları yok edemeyiz belki ama şehrimizin etrafını dostluk sularıyla Önersek iyilik ve doğrulukla sağlamlaştırır askerlerimizi de hazır tutarsak cihan şehrimiz imanlı kalpleri emanet; kalplerde şehrin doğruluğuna.

Kent

Zaman halkasında tayy-ı mekan oluyor. Vefayı hatırlatarak ihanetten kurtuluyor. Olmaması gerekenler değil, olması gerekenler şaşırtıyorsa, gecenin karanlığında rahatça dolaşan bir insanın, iş gününün sonunda meyve ve sebzelerin üstüne örtmeyip  sokakta bırakan manavın; Bilmediği kaldırın ve sokaklarda bir oyuna kendini kaptırıp korkusuzca oynayan çocuğun veyahut eşyasını unuttu yere saatler hatta günler sonra döndüğünde onu bulan kişinin görüntüsü bize inandırıcı gelseydi, her şeyin doğru gittiğini şaşırmazdık. Şimdi de aklımıza emanet edilen idrakdan bahsedelim. Yedi gün 24 saat dikenli teller ve Kulelerle güvenliğini tesis eden akıl bu emin şehrin haricinde her yerde güvensizlik endişe fısıltılar içinde yaşayıp gidecektir.

Şehrimizi tarım arazilerini ekip su baskınlarında korumak için kanallar yapıp çok çeşitli tarım ürünleri yetiştirip dünyaya ihracat etmemiz halkın üretim ve ticaret faaliyetlerini şehrin tam gücüyle desteklemek, ipek, kumaş, deri, kağıt çeşitli yağlar ve ilaç üretimleriyle, aktarlar, kitapçılar, Sarraflar gibi her meslek erbabının ayrı ayrı örgütlendiği çarşılarda da Ünsalan bir ticaret merkezi haline getirmek ilim ve sanatla muhteşem camileri ve Kasırlarıyla, medreseleri ve zengin kütüphaneleri ile Rasathaneleriyle dillere destan etmemizdir. Vaad ettiğimiz ilim ve kültür ortamı bilim insanlarını ve sanat Erbaplarına cezbedip hayalimizdeki şehrin kalkınmasını ve armağan olarak nesillere kalmasına vesile olmasını temin ederim. Hayalimin zirveye ulaştığı bu noktada bu devirde emareden ilerleye ilerleye Rabbime mutmain olarak yazımı siz değerli okurlarımıza emanet eder sevgilerimi ve 

saygılarımı sunarım.

Yusuf İslam Burhan

www.musabyasirozen.com.tr

AKIL VE AŞK

AKIL VE AŞK

Bu bahse Nakib el-Attas’tan bir alıntıyla başlayalım: “Akıl bir anlamda kalp ile eş anlamlıdır. Aslında Gazali’nin de gösterdiği gibi akıl, kalp, Nefs, ruh terimleri eninde sonunda aynı realiteyi gösterdiklerinden birbirleriyle çok sıkı bir şekilde bağlıdırlar. Aklın gerçek mahiyeti Ruhi bir cevher oluşudur… İnsan tanımının altında yatan hakikatte işte söz konusu bu ruh’i cevherdir. İslam dünyasında geleneksel olarak iki ana caddeden farklı sloganlar atarak geçen iki tür kalabalık hep dikkatleri çekmiştir. Bu kesimin sloganları şunlardır:

Akıl bir kılın bile Hakikat-ını anlayamaz”

Aşk küfürden de yücedir imandan da “

“Aşk imiş her ne var alemde ilim, bir kıyl ü kal imiş ancak “

Öteki caddede yürüyenlerin ise sloganları şöyle;

“Dini hakkın mahalli akıl sahipleridir”

İman, aklın müteradifir”

Aklı olmayanın dini yoktur”

Akıl için yol birdir”

Yatay bir bakışla, bir yumuşak başlılıkla düşünürsek bu iki kesimi birbirine yaklaştırmanın yollarını aramamız gerekecektir. Nasıl Edip de onlar arasında ülfeti sağlamalıyız? Yahut bu mümkün müdür? Tarih boyunca sürekli muarız iki caddenin kalabalıklarını birleştirmek bizim ne haddimize? Aşk taraftarları ve akıl taraftarları diye kabaca niteleyebileceğimiz bu iki kesimin birbirine uzaklığı, hezeyanın düşünceye uzaklığı gibi gözüküyor. Akıl taraftarları kavramları ve onların tanımını mümkün olduğunca nassa yahut kendilerince elde ettikleri kati yada zanni bir delile dayandırmaya özen gösterirler. Zaten aklın işleyiş biçimi budur.

AŞK

Aşk taraftarları ise felsefi yorumlarla karşımıza çıkarlar. Şeriatın ya da nassın katı kurallarını yumuşatma savıyla kendilerini gösterirler. İslam aleminin en özgür düşüncelerini tasavvuf yetiştirmiştir denilir. Ancak bizce buradaki özgürlük vahye uzak düşmek yahud onu uzun emellilikle tevil etmek, vahyin sınırlarını tevsi etmekle Özdeş anlaşılmaktadır. Bu telakki arzuların fikir suretini giyerek karşımıza çıkmasıdır! Özgürlüğün yanlış yorumudur. Zira özgürlük bizim anlayışımıza göre, önce de değindiğimiz gibi, Allah’tan başkasının buyruğuna eğilmemektir. Felsefe adına zırva üreten insan en azından kendi hevasının buyruğuna boyun eğme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Aşk taraftarlarının kalkış noktasını oluşturan kavramların tanımları dış kaynaklıdır. Akıl ve kalp insanın özüdür, içidir. Zırva ise fehmetmez belki vehmeder. Vehim insana içinden çok dışarıdan, kendinden çok şeytandan ilk edilendir. Heva, heves ve ihtiras da dışı açık, daha doğrusu dışa dönük etkilenmelerdir. İnsan, içini, özünü, fıtratını, elbabanı, aklını ve kalbini kapatırsa, kendini şeytana ve onun elemanlarına teslim etmiş demektir. Zaman zaman isabet etse bile isabeti makbul sayılmaz. Çünkü yanlış caddede, yanlış yöne doğru, yanlış sloganlar atarak ilerlemektedir. Akıl taraftarlarının da her zaman isabet ederek yürüdüklerini savunmak mümkün değildir. Ne var ki yol ve yöntem yönünden, kavramları aldıkları ve tanımladıkları kaynak yönünden onlar sağlamcıdırlar. Sağlamcıdırlar, çünkü Kuran’ı dinlemişlerdir. Kuran derki mealen: “Allah için ikişer ikişer ve teker teker ayağa kalkın, sonra da düşünün. Arkadaşınız mecnun değildir. (Araf, 184) onlar artık iyice bilmektedirler ki mecnunlukla düşünmek bir arada barınmaz. Ya aşık olacaklardır ya akıllı. Akıllı olmayı seçmek en akıllı yoldur. Çünkü insanları ancak zırvacı filozoflar cinnete çağırırlar. Oysa Resuller mecnun olmadıkları gibi kulları da cinnete,  aşka çağırmazlar, akıllığa düşünceye çağırırlar.

 

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

Teslimiyet

Teslimiyet

Tabiatın determinizmi insanın kaderi vardır. İslam’ın en büyük kader dediğimiz şey acaba var mı? Nasıllar olabiliyor? Kendi hayatımızı bir göz atalım en sevdiğimiz gençliğimizin Hayallerinden ne kaldığını inceleyelim. Bu dünyaya gelişimiz İrademizin dışında olmamış mı? Şahsiyetimiz le, yüksek veya düşük seviyeli zihniyetimizle, cüce ya da, kralın sarayında veya fakirin kulübesinde, gürültülü patırtılı sakin zamanlarda bir zalimin veya kadirşinas bir büyüğün hükmü altında ve umumi olarak üzerinde hiçbir tesirimizin olmadığı siyasi, coğrafi ve Sosyal şartlar içinde dünyaya gelmedik mi? İrademizle oluşan şeyler ne kadar sınırlı, kaderimiz olanlar ise ne kadar hadsiz hesapsız.

İnsan “Dünyanın içine atılmıştır “ Ve hayatı, kendilerine hiçbir tesiri de bulunamayacağı bir çok gerçeğe bağlıdır. Bu gerçekler ona tesir etmektedir, ister uzak ister en yakın olsunlar. 1944 senesinde müttefiklerin Avrupa’ya karşı istila harekatı sırasında, radyo irtibatı birden kesilerek harekatın seyri tehlikeye düşüyordu. Daha sonra bizden birkaç milyon ışık yılı uzaktaki Andromeda galaksisinde vaki olan muazzam bir Patlamanın buna sebep olduğu tespit edilmiştir. Yeryüzünde felaketlere yol açan bazı zelzeleler güneşin yüzeyinde olup bitenlerin bir neticesidir. Dünya hakkında bilgilerimizin artmasıyla, kaderimize hiçbir zaman tamamen hakim olamayacağımıza dair bilinç seviyemiz de artıyor. İlmin mümkün olan en büyük ilerlemesini farzetsek bile, kontrolümüz altında bulunan hususlar, henüz kontrolümüz altında olmayan ve hiçbir zaman olmayacak olanlar karşısında ehemmiyetsiz kalmaktadır. İnsanla dünya birbirine karşı Muayyen bir nispet içinde bulunmamaktadır. İnsanın ve onun hayat süreci, olup bitenleri için bir ölçü birimi değildir. İnsanın daimi güvensizliği bundan ileri geliyor. Psikolojik olarak kötümserlik, isyan ,yeis, lakayıtlık. kadere ALLAH’ın İradesine teslimiyette yansımayabilir. Terbiye ve kanunlar sayesinde dünyayı düzenlemek İslam ve ALLAH’a Teslimiyet çok geniş bir çözüm planıdır.

Ferdi adalet, varlığın şartları içerisinde, hiçbir zaman tamamen tatmin edilemez, dünya ve ahirette saadetimizi sağlayacak biçimde İslam’ın bütün emirlerini yerine getirebiliriz ayrıca bütün diğer tıbbi, sosyal ve ahlaki kaidelere riayet edebiliriz ve fakat buna rağmen, irademizin dışında cereyan eden olaylarla mukadderatın müthiş bir şekilde birbirlerine geçirilmiş olması sebebi ile ruhen ve bedenen ızdırap etmemiz mümkündür. Yegane çocuğunu kaybetmiş bir anne hangi şeyde teselli bulabilir? Beklenmeyen bir hadise de kötürüm kalan bir kişiyi ne teselli edebilir? Beşeri durumumuzu bir düşünelim. Biz her zaman muayyen hallerde bulunmaktayız. İçinde bulunduğum halin değişmesi için uğraşabilirim, fakat öyle haller var ki esas itibari ile değiştirilmesi mümkün değildir. Onlar başka türlü görünse ve onların kahir kuvveti perdeler arkasında Gizlense bile, ölmeye, ızdırap çekmeye, mücadele etmeye mecburum; Tesadüfe tabiyim, kaçınılmaz olarak suç işleyebilirim. Varoluşumuzun Bu esas hallerine “Sınır halleri” deriz.

İnsanın dünyada ıslah edilebilen her şeyi ıslah etmelidir. Fakat bundan sonra da çocuklar haksız yere ölmeye devam edecekler mükemmel bir toplumda bile… İnsan en büyük gayreti içinde, ancak dünyanın acısını eğitim etik olarak indirmek üzere kendi kendine bir vazife verebilir. Adaletsizlik ve ızdırap ne kadar çok sınırlandırılmış olursa olsun, Gene rezalet olmaya devam edecektir. ( Albert Camus, Başkaldıran İnsan)

ALLAH’a Teslimiyet ve isyan, aynı ikilemi birbirine zıt iki cevaptır! Teslimiyet içinde her insani Hikmet’ten biraz bir şeyler vardır, bir tek istisna ile oda sığ iyimserliktir. Teslimiyet insanın kaderinin hikayesidir, dolayısıyla kaçınılmaz olarak kötümserlik havasını estirmektedir. Çünkü “her kader trajik ve dramatiktir eğer ta dibine kadar yenilirse”(gasset)

Kadere teslimiyet, kaçınılmaz olan büyük insani ızdırabı dokunaklı bir cevaptır. O, hayatı olduğu gibi idrak etmek ve her şeye sabır ve tahammül etmeye bilinçli bir şekilde karar vermek demektir. Bu noktada İslam, Avrupa felsefesinin sığ İyimserliğinden ve dünyayı “Mümkün olan bütün dünyaların en iyisi” olarak gösteren safdilane hikayesinden esaslı bir şekilde farklıdır. Teslimiyet kötümserliğin ötesinden gelen bir nurdur.

Güçsüzlük ve güvensizlik hislerinin neticesi olarak hasıl olan teslimiyetin kendisi, yeni bir kuvvet ve yeni bir emniyet kaynağı olur. ALLAH’a Ve takdirine inanç bize öyle bir emniyet hissi verir ki başka hiçbir şey onun yerine geçemez. Emerson “bütün kahraman ırklar kadere inanmışlardır“ diye iddia ediyor. Zira teslimiyet birçoklarının tamamen yanlış olarak zarettiği gibi asla Pasifik demek değildir. Bizim “kadere fiilen teslim olmamız” Mevzubahis değildir. Çünkü kaderle olan münasebetlerimizin ancak ahlaki bir manası vardır. Teslimiyet insanın bir bütün olarak dünyaya ve kendi faaliyeti neticelerine karşı iç tutumudur. ALLAH’ın İradesine teslimiyet, insanların iradesine karşı bağımsızlık demektir. ALLAH’a İtaat insana itaati men eder. Bu, insan ile ALLAH arasında Ve dolayısıyla insan ile insan arasında yeni bir münasebet teşkil etmektedir. Onun için kaderini kabul etmek kendini en büyük ölçüde hissetmektir. Bu öyle bir hürriyettir ki Kaderi yerine getirmekle, ahenk içinde olmakla kazanılır mücadelemizi insani ve makul kılan, Ona sükün ve huzur damgasını vuran, Her şeyin akibetinin Elimizde olmadığı kanaatidir. Bize ait olan, gayret etmek, uğraşmaktır; netice ise ALLAH’ın elindedir.

Binaenaleyh, Bu dünyadaki hayatımızı hakiki manada anlamak; Her şeyi itaata etmek ve her şeye hakim olmak hevesine kapılmadan çabalamak ve doğduğumuz yer ve zamanı, yani kaderimiz ve ALLAH’ın İradesi olan yer ve zamanı kabul etmeye hazır olmak demektir. Teslimiyet, hayatın çözülemezlik ve manasızlığından insani ve vakarlı tek çıkış yoludur; isyansız, yeissiz , nihilizmsiz, intiharsız tek çare… Teslimiyet, hayatın kaçınılmaz olarak getirdiği sıkıntılar da alelade bir insanın kendini kahraman gibi hissetmesi veya vazifesini yapmış ve kaderine razı olmuş bir şehidin zihniyetidir.

İslam konularına, emir ve yasaklarına beden ve ruhtan talep ettiği gayrete göre değil; Bunun hepsini kapsayan ve akşam bir şeye göre, marifetin bir anılar, ruhun zamanla yarışmak kuvvetine, varoluşun getirebileceği her şeye tahammül etmeye, rızaya, yani tek kelime ile ALLAH’a Teslimiyetin hakikatine göre öyle adlandırılmıştır.

Ey Teslimiyet Senin Adın İSLAM’dır.

Musab Yasir Özen / 17.03.2023

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

Kibir

Kibir

Kibir lehçemizde mana olarak kendini büyükleme hastalığı, kendi kendine tapınma, kendini şahsi iş dünyasında putlaştırma, bir nevi ruhsal takıntı, ahlaki zaafiyet, dinsel açıdan kendini “Rab”leştirme küfür tohumu…

İlahi huzurda işlenen ilk günah (Şeytanın Adem (a.s)’a secde etmeme olayı) Olan kibir, 20. yüzyılda da toplumları ve fertleri etkisi altına almış, kendini kontrol edemeyen (otokontrolü zayıf) bireylerde bir ruh hastalığı olarak karakterize olmuştur. İç dünyalarında kendi kendilerine yetemeyen ve bunun yoksunluğunu hisseden şahsiyetler, bir nevi iç dünyalarındaki buhranı bastırma ve dışa tersi istikamette yansıtma güdüsüyle kibirli davranmak mecburiyeti hissederler. Tıpkı güçsüz insanların güçsüzlüklerini gurur duygusu ile örtmeye çalıştıkları gibi…

İnsanı diğer varlıklardan ayıran ayırt edici tek özellik akıl (işleyen, düşünen, kıyaslayan) olarak bilinir. Akıl yerinde kullanılmadığında, insanın gücünü aşan bir çok hususta rehber olur, bugün onlarca kat yapılan gökdelenler, yüzlerce metre inşa edilen gemiler, uzay yolculukları teknolojik olarak icat edilen süpersonik cihazlar…gibi Bir çok harikulade eseri mihmanlarıdır, aklını kullanan insan. Konumuza dönecek olursak akıl beraberinde düşünmeyi düşünmekte bir fikri ortaya çıkardığına göre, kişinin ahlaki hastalıklarından kurtulmak sürecinde kendi nefis muhasebesini yaparak bu kötü huylardan kurtulması gayet tabi mümkündür. Ayette “daima kendini kınayan nefse and olsun ki” cümlesi geçer, burada verilmek istenen mesaj kişinin her daim o mükemmel aklını kullanarak kendini, tavırlarını, hareketlerini sorgulayarak en doğru olanı bulma yolunda göstermesi gereken çabadır. Düşünen ve ayırt edebilmeyi iyi yapan insan profili her daim değişmeye ilerlemeye ve gelişmeye müsaittir. Aksi olarak kendisini her şeye kapatmış tekdüze yaşayan insanların fikirlerine önem vermeyen kibir abidesi şahsiyetler hayatları boyunca bir gelişim gösteremeyecekleri gibi sadece yerlerinde sayacaklardır.

Dört büyük dinde olduğu gibi İslam dininde de tefekkürün (ilahi düşünüş biçimi) Önemi çok yerde vurgulamaktadır. Burada düşünmeden kasıt kişinin içsel yolculuğunda güzel ahlak ile ahlaklanması, geçmiş hatalardan ders alması sürekli olarak bir yenilenme sürecinde olmasıdır. İnsan oğlunun Beşikten mezara kadar fiziksel ve ruhsal gelişim sürecinde olduğu bir gerçektir. Bu bağlamda ahlaki gelişimi de doğru orantılı olarak ilerlemeli sürekli yenilenerek gelişmelidir. Ahlaki ve ruhsal hastalıkların başında gelen kibir duygusu dengeli bir şekilde törpülenmez ise gerek sosyal gerek iş gerekse aile hayatında ciddi problemlere zemin hazırlayacaktır. Bu bağlamda her bireyin kendi ruhsal dünyasını analiz ederek en küçükten büyüye ahlaki zafiyetlerden kendini arındırarak ruhsal gelişim sürecini en üst seviyelere taşımalıdır. Unutulmamalıdır ki hayatta tek değişmeyen şey Değişimin ta kendisidir.

Musab Yasir Özen

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

Düşünmek

Düşünmek

Düşünmek konuşulan neden merak sardık? Oradan başlamak gerek. Hatırlarsanız bizleri küçükken,” fazla düşünmek akla zarar” diye örgütlerlerdi. “Fazla düşünürsen aklını yitirirsin“ derlerdi. Bir de anımsarsanız, eli şakağında oflayıp oflayarak oturan, acı çektiğini gösteren, dert yüklü kimseleri “efkarlı“ diye adlandırırlardı. Efkarlı mana olarak yani çok fikirli, çok düşünen. Düşünmek çok zaman Hüzünle, yorgunlukla bazen de her türlü sıkıntıyla özdeştirildi. Uygunsuz durumlara kullanılan bu sözcük hiçbir zaman “kendisi” niteleyemezdi Günümüzde durum çok farklılaşmış sayılmaz. Sıradan insanların her gün yinelediği, Bir çok aydının, seçkin insanlar üzerinde düşünmeden sayıp döktükleri hep aynı terennümlerdir. Özellikle bizim doğu toplumlarında, düşünmeyi zarar saymak, hüzün saymak, acı saymak, ama kendisi saymamak modası geçmeyen bir olgudur. Bölge, söz konusu düşün alanı, Adeta bir tünelidir. Ne zaman hangi tarihte ne tür bir şekilde Müslüman çoğunluklar düşünmeyi böyle anlamaya ve ondan korkmaya başlamışlardır? Düşünmekten korkmayı, bütünüyle itaat etmedikçe iman etmiş sayılmayacakları İslam’ın vahyi nass’ları öğretmiş olabilir mi? Eğer ilahi vahye bakmayı biliyor onu iyi anlıyorsanız çok çabuk fark edeceğiniz ilk özellik, vahyin insana düşünmeyi ön plana çıkaran bir yaşama biçimini Önerdiğini görmek olmalıdır. Kendi toplumu arasında, tüm insanlığa model olsun diye, Kuran’ı ahlak edinerek yaşayan Resulullaha bakalım. Onun günün birinde insanların herhangi bir hususta düşünmesini yasakladığını yahut birtür düşünmeye engel olduğunu duyup bilen var mıdır?

Aradığımız konuda tek bir ima tek bir söz, tek bir fiil bulamıyoruz. Ama şunu biliyoruz. Örneğin ilmihal yazarı merhum Ömer Nasuhi bilmen gibi dikkatli bir müellif, büyük İslam ilmi hali adlı eserinin daha ilk sayfalarında, her ne hikmetse hiç kaynak göstermeyi bile ihtiyacı hissetmeden peygamber sözü diye şu ifadeye yer vermektedir; “La ibadete ke tefekkür” Türkçesi: tefekkür gibi ibadet yoktur. Bizim Kur’an‘dan edindiğimiz izlenime göre insan için mücerret düşünmek ve düşünerek yaşamak farzı ayındır. İlginçtir, düşünmek üzerine merakımız arttıkça Müslümanlar arasında küçük istatistikler yaptık. Gerçi istatistiklerle ne tür Yalanlar söylendi yine bolca tanık olduğumuz çağı da yaşıyoruz. Ama içimizi kemiren meraka engel olmak kolay değildi. Kime “Düşünmek farzdır” dediysek, ondan “aksini söyleyen mi var?” Türünden peşin, pişkin ve bizi hayli şaşırtan yanıtlar aldık. Peki şu çevremizdeki düşüncesizlikler neyin nesiydi?

Sathi Bir bakış açısından bakıldığında, sorunun yanıtını, emperyalizm de bulmak mümkün. Denebilir ki, belki bir tarihsel dönemden sonra başka dinlere mensup insanların İslam’a ihtida etmesiyle, Önceki din ve kültürlerinden taşıyıp getirdiklerini, bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek İslam dünyasında yaygınlaştırmaları, eleştirdiğimiz sonucu doğurmuş olabilir. Yine kültürel gelişime, okuryazarlığının çoğalması, başka dillerden müslümanların kullandığı dillere yapılan çeviriler, öteki din ve felsefelerin eserleri söz konusu sonuçta basat etken olmuştur, denilebilir. Bu bir açıdan bakış tarzıdır belki, saygı duyulabilir, haklı payı onaylana bilir, ama olayın mevcut vahametini izah etmeye hiç yetmez. Zira emperyalist yayılmacılığın koskoca kitleyi böylesine derinden etkilemesi demek, o kitlenin topyekün yeni bir dini yeni bir kültüre mensubiyeti demektir ki, kabul edilebilir bir açıklama olamaz bu. Emperyalistlerin bu insanların topraklarını, mallarını hatta cesetlerini teslim almaları, esir etmeye deli belki mümkündür. Ancak insanların kafalarını ve kalplerini esir almak, toptan büyülemek O kadar kolay bir iş değildir. İnsan teki, eğer kendisi gönülden razı değilse, onun bilincini hiç kimseyi seyredemez, rehin tutamaz. Bu onun doğuştanlığına aykırıdır. Yalnız bir cereyan var ki, İslam dünyasında son peygamberden çok sonraları ortaya çıkmıştır. Yeni bir tarzdır. Yeni bir bakış açısıdır. Yeni bir düşünme biçimidir ki, son peygamber ile irtibatlandırmak yahut onun arkadaşlarından birisini dayandırmak mümkün olmayan korkunç bir Zandır.Burada akıl ile naklin çatışma ihtimali olduğunu sanmaktır, söylemektir.

Tefekkür

Ne garip tecellidir ki İslam dünyasında, ilk özgür düşünce ekolünü sanılan, aslında Müslüman filozoflardan başkası olmayan öncülerin açtığı bir çığır, yani aklın nakille çalışabileceğini sanma çağrısı, çağımızdaki yepyeni bir felsefeye Hipotezlik etmiştir. Özgürlüğü sahili kaynaktan uzaklaşmak olarak anlarsak belki haklı görülebilecek bu yorum, ekolün son sempatizanlarıdan birisi olan Cemil Meriç’in ifadelerinde şöyle özetlemektedir. Batı felsefesinin, doğu vahyin kaynağıdır. Batı aklın, doğu gönlün vatanıdır. Şu bir cümlecik anlatıdan anladığımız, mefhumun muhalifinden çıkacağımız sonuç, akıl ile vahyin karşı karşıya getirilişi, yine akıl ile gönlün kalp çatışmasıdır. Vahyi elbette epeyce uzak düşen bir görüştür sözü edilen. Belki Cemil Meriç bu sözünde mazurdu. Zira o da referansını önceki Müslüman filozoflardan aldı. Ancak ilahi vahyin espirisinden böylesine uzak bir yorumun, Kur’andan habersiz yahut onu göz ardı eden bir zihniyetin ürünü olabileceğini işaret etmek gerek. Nakib el Attas’ın, Cürcaniden Naklettiği bir alıntıyla yanıtlamaya çalışalım. “ Akıl, Kalp (gönül) ” İle eş anlamlıdır, idrakin ruh’i algılama ruh’i algılama organı olan kalp dediğimiz şey de aynı şekilde akıl ile özdeştir. Akılın gerçek doğası akleden nefsin onunla hakkı batıldan ayırdı bir Ruhi cevher olmasıdır.

Doğu batı ayrımını bir kenara bırakarak düşünmek zorundayız, bu prodoksa yanıtımız nedir? Yanılgısı nerededir? İlk çözümlenmesi gereken sorun herhalde vahyi ile fikir arasındaki fark ve ilişkiye bir çözüm bir çare üretmektir. Öncelikle vahyi, ilahidir, mutlaktır, tartışılmaz ve yanılmasızdır, bunu biliyoruz. Oysa fikir beşeridir, özneldir, tartışılabilir ve yanılır. Elbette Allah’ın vahyi karşısında ve ona rağmen Bir fikir vahyi ile boy ölçüşemez. Tabii bu noktada hatıra bir soru takılıyor. Doğuştanlığını bozmamış bir akıl ( Elbette kalp demek istiyoruz) Yani Selim kılıp vahye aykırı bir fikre iman edilebilir mi? Dikkat edilmesi gereken bir başka noktada fikri ihmal etmekle ona iman etmek arasındaki ince farktır. Evet insan aklederek her türlü fikri imal edebilir. Ancak her fikre iman etmesi, yani yakin kesbetmesi muhâldir. Şöyle düşünelim; İnsan vahyin Allah’tan geldiğini bilecek, ona inanacak, akletmenin Allahın fıtratımıza yerleştirdiği kerametli bir melek olduğunu da bilecek… Sonra bize bu Kerametli nimetle birlikte söz konusu bu yetimize hitap eden teklifler gönderdiğini öğrenecek… Yani akıl etmenin de teklifinde Allah’tan geldiğine inanan bir Müslüman olacak… Bütün bu varsayımlardan sonra kişi, akıl ile naklin, Allah’tan gelen bu iki nimetin birbiriyle çatıştığını savunacak… İşte bizce muhal olan böylesi bir sonuçtur.

Fazlurrahman’ın “Bin yıllık kutsal ahmaklık” dediği sanırım İslam dünyasındaki bu bulanık zihinlerde. Ki onlar çok zaman söz konusu dünyaya egemen diler. Yahut Siyasal güçlerin gölgesinde sürdürülen tahribatlarını Sözlerimize başlarken alıntıladığımız ayeti kerime ile bir başkasını zikredelim, mealen; “Dinleseydik veya akıletseydik ateşin yarını olmazdık”.(Mülk süresi 10) “Allah‘ın ayetlerini düşünerek reddetmek mümkün değildir. “Vahyi yani nakil dediğimiz, düşünen insana bir göndermedir, hitaptır, tekliftir. Düşünmesine rağmen insanoğluna bir dayatma değildir. İlkin Kalplerden bu yanlış niyetin kökten silinip atılması umulur. Akla yapılan teklif yani seçimlik bir teklif, akla nasıl aykırı olabilir? Nasıl düşünebilir ki, bir hitap, hem hangisini seçiyorsun diye uysallık ve doğallıkla insana yaklaşacak, hem de onun için anlamayacağı yahut doğuştanlığının asla kabul edemeyeceği bir dayatmayı burnunun dibinde dikte ettirecektir. Hem hak ile batılı birbirinden ayır, Allah’a ait olanla İblis’inkini Fark et denilecek, hem de bu fark edici yetenek fark etmesi gereken ve kavgalı olacak. Reyini lehimize kullanmasını istediğimiz bir organa, kendisine menfur gelen bir koku sürünerek yaklaşmamız bilmem doğru olur muydu? Burada yine köklü bir yanlış anlayışın, bir yanlış yönlendirilişin İzlerini görebiliriz. maalesef ileride ayrıntılarıyla tartışmaya çalışacağımız bir bakış açısından akıl, insanın içinde muzır bir şeytan gibi telakki edilmiştir. Eğer bu gözlükten soruna bakarsanız elbet o muzır şeytan Allah’ın temiz vahyi ile barışık yaşayamaz. Yanılgı nerede demiştik? Neydi insanların büyük bir kısmını yanıltan? Evet, Allahın vahyi temizdi. Ama Allahın nimeti olan akıl yani kalbin bu melekesi de tertemizdir. O halde kirli olan nedir? Yeryüzünde yaşarken kimi düşünenlerin ilahi vahyin karşısında, vahye itirazları olan öğretilen ürettiklerini görüp durmakdayız. Öyle ya insanlar Allah’ın vahyine, Allaha, başka neleri ile, neleri ile itiraz edebilirler ki? İlk hatıra gelen elbet akıl olacak. Zira itaatte de ilk hattına gelen, bunu her zaman itiraf etmeseler de yine akletme işidir. madem ki insan düşünerek Allah’a itirazda edebiliyor, isyanda, öyleyse suçlu olan düşünme melekesidir öyle mi?

Allah

Atlanmaması, bu noktada ısrarla vurgulanması gereken husus bu Meleke’nin, kullanırken, fıtratından, tabiyatından, kaydırıp kaydırılmadığına dikkat edilip edilmediği hususudur. Öyle ya eşyanın bir tabiyatı vardır. Eşyayı tabiatının zıddına kullanırsanız, en azından beklenen umulan verimi alamaz, amacı araca kurban etmiş olursunuz. Elbet insan yaratılırken özgür bırakılmıştır, ona özgürlüğü sağlayan da düşünme yetisinden başkası değildir. Çünkü seçim yeteneği, oyunu kullanma yeteneği özgürlüğünün gereğidir. Bir düşünme mekanizması, ilahi vahyin karşısında ona aykırı fikir üretiyorsa o artık sapmış, doğuştanlığından kaymış demektir. Çünkü ilahi vahyin Kaynağıyla, İleride göreceğimiz gibi, akl etmenin kaynana aynıdır. Ve birbiri için var edilmişlerdir. Çünkü din yani ilahi vahyi aynı zamanda fıtrattır, Allahın fıtratıdır.

Düşünen insandan istenen de bu fıtrat üzere yürümesinden başka bir şey değildir. Öyleyse insanın söz konusu paralelliği bozması akıllılık sayılamaz. Yeteneği doğrultusunda özgürlüğünü kötüye, fıtratının adına kullanan insan, artık addeden olmaktan çıkmıştır. Şeytanların iğvasına aldanmış, Kendini müstağni görmüş, raydan sapmıştır. Şimdi raydan çıkmış bir insanın da üretimleri vardır diye akletmenin ilahi vahiy le çalıştığına İnanmak sağlıklı bir anlayış mıdır? Her yoldan çıkmış insanın ilahi vahye itiraz nedenleri değişiktir. Ama çok yinelenen bir neden var ki onu kuranı kerim, indirilen ilk Suresinde, ilk ayeti kelimelerin de bize özellikle anımsatmaktadır. Düşündürmektedir yoldan çıkmayı, fıtratını bozmayı kendisine hak kabul edenlere yönelik uyarıcı mealen yeniden okuyalım, alak suresinin başında buyurulur. “İnsan, kendini kendine yeter, görerek azgınlaşır “şimdi hangi Müslüman insanın, ayette sözü edilen azgınlaşmasını, aklı kullanmak, akıllılık olarak görebilir? Biz, aklılık derken nasıl olurda böylesi bir sonucu anlayabiliriz? Bizce yanılgının ilk düğün noktası yukardaki sanırlardır.

Musab Yasir Özen

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

İSLAM İDEOLOCYASININ DOĞUŞU SIRASINDA DÜNYANIN GENEL DURUMU

İSLAM İDEOLOCYASININ DOĞUŞU SIRASINDA DÜNYANIN GENEL DURUMU

İslâmiyetin muzdarip insanlara neler getirdiğini ve Hazreti Muhammed’in tebliğ eylediği İslam talimatının beşeri yeti nice hizmetleri olduğunu Laiki ile anlayabilmek için, o zamanki dünya ahvaline söyle umumi bir nazar atif etmek yerinde olur. Miladi altıncı asırda dünyanın üstünü kalın siyah bulutlar kaplamıştı. Dünyada insanlığın en muhtaç olduğu şey olan huzur ve sükun, asayiş ve emniyet kalkmış gibi İdi. Dünyanın bir çok köşeleri kanlı dolaşmalara sahne oluyordu.

Şöyle ki; İspanya ve cenubî Fransa’da saltanat davaları yüzünden siyasi buluşmalar, kargaşalıklar vardı. Fransa’da Vizigotlarla Franklar arasındaki savaşlar tarihin en hazin sahifelerini yazıyordu. Anglo Saksonlar İngiltere adasını istila etmişlerdi. Orada da kanlı buluşmalar oluyordu. Bugünkü medeni geçinen ve kendini ilerlemiş ilan eden İngiltere, o zaman vahşet içindeydi. Koyu bir zülüm ve zulmet içinde bocalıyordu. İtalya’da Romalılar eski şöhret ve emniyetini kaybetmiş o koca imparatorluğun merkezi olan Roma şehri sırf bir dini merkez haline gelmişti. Bir Roma-germen milleticam yası yapmak, yeni bir gol bir Roma İmparatorluğunu kurmak isteyen Theodoric bunu yapamadan ölmüş; Dahili ve harici entrikalarla sarsıldıktan sonra Roma’da kurduğu bu gelmen Got Hakimiyeti nihayet bulmuştu. Bu hakimiyetin hududlari Sicilyadan tuna kaynaklarına ve Dalmaçya Alpleri’ne kadar uzanan sahalarda bulunuyordu.

Bizans, eski tarihi şöhreti silinmiş, Sünlük bir halde idi. Sarki Avrupa garpten , Ren nehrinin döküldüğü yerden başlayarak Doğu’da Tuna’nın ağzına kadar kargaşalık içinde çalkalanıyor, yeni yeni istilalara maruz bulunuyordu. İskandinav yollar Norveçliler, Danimarkalılar, Gotların ve Hunların Ağırına koyulmuşlar, İstila peşinde idiler. Milletler geçiyor, devletler çekiyor, bu memleketlere Hristiyanlık yeni yayılıyor, eski İpçi Tai dinin izleri siliniyor, mezhep ve din mücadeleleri oluyordu. Avrupa’da vaziyet kısaca böyle bir manzara arz ediyordu. Asya’ya gelince, o da Avrupa’dan hiç de aşağı değildi. Lisanların ve fikirlerin kaynağı olan hind Ve Tibet siyasi ve felsefi meselelerin en gariplerine sahne olan Çin, iç ve dış harflerle, dinin münazaralarla birbirlerine girmişler, boğazlaşıp duruyorlardı. Asya’nın simali, o zaman henüz malum bile değildi. İran ise Bizansla daimi bir harp halindeydi. Irak mezhep kavgalarına sahne olmuştu. Afrika’da ise, Romalılar ve Yunanlılar, Mısır’ın kanını emiyorlar; O eski medeniyet ülkesini sömürüyorlardı. Afrika’nın ihmalini aynı siyah bulutlar kaplamış, Korkunç fırtınalar kasıp kavuruyordu. Bütün dünyayı saran bu ahu aldır kurtulabilmiş tek bir ülke vardı; Arabistan Yarımadası. İşte İslam’ın zuhurundan önce dünyanın vaziyeti böyleydi.

İSLAM İDEOLOCYASININ DOĞUŞU SIRASINDA DÜNYANIN GENEL DURUMU

İSLAMİYET ÖNCESİ DÜNYADAKİ SINIF FARKLILIKLARI

Bütün dünyada sınıf farkları vardı. Köleler esirler pek acınacak halde bulunuyorlardı. Heleki kadınların bir çok haklardan mahrum tutuldukları, erkeklerin evinde bir köle muamelesi gördükleri, eşya gibi alınıp satıldıkları göz önüne getirilirse İnsanlığın ne kadar acıklı bir vaziyete düştüğü kolayca anlaşılabilir. İslamiyet zayıfların hamisi olarak ortaya çıkmıştır. Her nevi sınıf farklarının ortadan kaldırılıp, dünyanın hala erişemedimyi müsavatı tam bir şekilde iyi Dame ve tatbik etmiştir. Fransız büyük ihtilalinin binlerce insan konuyla yazdığı hukuki beşer beyannamesinden, bugün birleşmiş milletler beyannamesinden o zaman eser yoktu. Bunları, bundan 14 asır önce İslam peygamberi, veda hacında bütün insanlığı çok belli bir tarzda ilan etmiştir. İlerde etrafiyle bahsedeceğimiz o hutbesinde, cihan Sümbül nutkunda büyük İslam peygamberi, Bütün insanlığa hitap edecektir. Burada bir münasebete arz edelim ki, bir şeyin ilanı başka, tatbiki başkadır. Nasıl ki tatbik edilemeyen nice beyannameler ve beyanat vardır. Halbuki İslam’ın ilave tesis ettiği şeyler tatbik edilmiştir. Misal mi istiyorsunuz. İşte Hazreti Ömer dünyada adaletin timsali olan bu mübarek zat, hem demiş ve hem de dediklerini öylece yapmıştır.

Herkes adaletten ve demokrasiden bahseder. Fakat Hazreti Ömer gibi dediklerini aynen tatbik edebilen hani? Ömer hak bildiği ve hak olduğunu söylediği şeyleri bizzat kendisine yapmıştır. Laf kolaydır, fakat iş güçtür. Dediklerini tatbik edenler azdır. Dava adamı, iş adamı olabilmek, halkı kendisini örnek alabilmek, işte büyüklük budur. Halkın başına geçtikten sonra, kendisinin halktan Bir fert olduğunu Unutmadan yaşayabilmek; İşte Hazreti Ömer’in cihana hayran eden azametli buradadır. Halk yamalı elbise giyerken o süslü elbiseler içinde giremez. Halka taze et dağıtırken evinde ekmeğini zeytinyağına banarak yer. Koy serin elçileri onu, kırda bir taşı başına yastık yapmış uyurken bulur. Halk adamı işte böyle olur. İslamiyet insanlığa böyle misaller ve örnekler vermiştir. Ve böylelikle insanlığı kurtarmıştır yoksa beşeri yetin bir çareliği, perişanlığı sürüp gidecekti. Dünyanın o zamanki manzarası pek içler acısıydı. Beşeri yetin nasıl bir Duruma düştüğünü biraz daha belirtmek için insanlığın yarısı olan kadınların ahvalinden de bahsedecek olursak.

Kadını içtima iyi durumu Araplarda çok kötüydü. Fakat diğer milletlerde sanki daha mı iyiydi, asla! Gerek Asya ve gerek Avrupa’da kadın hukuku yoktu. Hiçbir kadın hak sahibi sayılmazdı. Erkek istediği zaman onu boş ver, istediği zaman onu alırdı. Kadın eşya gibi telakki edilirdi. Evde hizmetçi derecesinde tutulurdu. Yahudi kızları babalarının evlerinde bile bir hizmet kar gibiydi. İcabında satılırdı. İranda Mazdek, kız kardeş ve ona ile evlenmediği bile caiz gören, çözüm olabilirdin kurmuştu. Zar dürüstlük de kız kardeş ile evlenmeyi kabul ediyordu. Bu vaziyete düşen kadınlıktan ne beklenirdi?

Çin ve hint gibi eski milletlerde, kadının ne kadar acıklı bir halde tutulduğu herkesçe belli bir şeydir. Eski kavimlerde kadının mevki, her nedense, çok geride tutulurdu. Bilhassa Hint’te kadın pek zavallı bir mahluk addolunurdu. Kadının hiçbir hakkı yoktu. Kadın zevk aletiydi. Rahibeler bile Fesada vasıta yapılırdı. Silahlarının Musikiyi ve raksı sever Olduklarına inançları olduğundan muhabbetlerde bir çok Rakkaseler papazların her emrine amade bulunurdu. Kadınlar (vedaları) okumaktan ruhlara yapılan ayinlere katılmaktan ilahlara kurbanlar takdim merasimine iştirakdan memnun idiler. Kadının dinini, efendisine hizmetten ibaretti. Ölen kocasının naşi üzerinde de kendisini yakmak suretiyle kurban eden sadık zevce, en asil ve en iyi kadın diye bütün hint muhabbetlerinde tebcil olunurdu. Bu ne kötü bir adettir. Dul kalan kadın, böyle feci bir suretle yakılarak kurtulmuş sayılırdı. Çünkü ona olmadığı takdirde böyle bir kadının duçar olacağı yegane akıbet, en müthiş sefaletti. Hiçbir feylesof ve mütefekkir dullarındüğü Çar oldukları bu feci zulme karşı nefret seslerini bile duyurmamıştır. Hindularca kadının mevkii çok alçak tutulurdu. Kadın hakkında “Manu” Da şöyle denmektedir;

“Kadınların murdar temayülleri vardır. Kadınların Seciyesi zayıf, ahlakları fenadır. Bunlar gece gündüz tahakküm altında bulundurulmalıdır”
İranda Mecusi Zerdüştler’in devrinde kadınların geçirdiği tahakküm ve mahkumiyet de çok fenadır. Kadın bu devirde erkeğin şehvetine mahkum olan bir esirden ibaretti. Bir İranlı en yakın akrabası ile bile evlenebilirdi. İstediği zaman boşanmak da serbesti. Bu işi onun keyfine bağlıydı. Kadınları İnfra de mahkum etmek, yalnız İranlılara mahsus bir adet değildi. Yunanlılar da. Kadınları evlerinde kilitler ve bunların umum arasında görünmelerine müsade etmezlerdi. İranda kadınları muhafaza için harem Ağları kullanmak en eski zamanlardan beri soyia idi. Yunanistan’da olduğu gibi İranda da odalıklar almak adet olmuştu.

İSLAM İDEOLOCYASININ DOĞUŞU SIRASINDA DÜNYANIN GENEL DURUMU

Şimali ve gol bir Avrupa, İslamiyetin zuhuru sırasında koyu bir kararlılık içinde yüzdüğünden oradaki aile hayatını bilemiyoruz. O karanlık içinde kadının durumunun ne olduğunu sezmeye imkan yoktur. O günün efendisi sayılan biz hasta ise kadının durumu şöyleydi; Kadın erkeğin malı 7,10 da istediği gibi tasarruf hakkı vardı. Hayatı ve ölümü eşini elindeydi. Köle muamelesine tabi tutulurdu. Kadın evvela babasının, evlendikten sonra kocasının, kocası öldükten sonra oğlunun esiri idi Kadın bir şehvet metan Olarak addolunurdu. En medeni olan Atinalılar arasında bile kadın, çarşılarda satılır, başkalarına ihale olunur, zevke tabi bir aletti. Kadın sırf evin düzeni, çocuklara bakmak için lazım olan, fakat buna rağmen fena addolunan Bir şeydi. Eski yunan da ailede baba hakimdi, çocukları satabilirdi. Eski Fransa’da da hal böyleydi. Eski Roma aile teşkilatında baba reis idi. Reis çocuklarını istediği gibi tasarruf eder, aileden satar ve aile disipline aykırı harekette bulunan aile efradını öldürebilirdi.

Hazreti İsa kadınlar hakkında çok hayır halktı. Fakat hıristiyan Avrupa-putperest Avrupa gibi kadını hakir görmekten kendisini bir türlü kurtaramadı. Kadın ile erkek arasındaki münasebete başka gözle bakarak eski görüşlerden ayrılanmadı. Kadın köle mevkinden kurtulamadı. Muhtelif devirlerde zaman zaman ortaya atılan felsefe meseleleri arasında bile karışan şu meseleler, kadın hakkındaki o kötü Tellakkinin devamında başka birşeymidir? Ona mesuliyet var mı, yok mu? Yoksa hayvanlar gibi mesul değil mi? Bu gibi acayip şeyleri ortaya çıkaranlar bulundu. Kadının ruhu olup olmadığını tartışılırdı. Hristiyanlık, şevkat ve merhamet duygularını çok fazla önem verirdi, putperestliği yıkmak için gelmişti, fakat bunlar tersine dönüyordu. Halk ölülerin ruhlarına tapıyordu. Azizlerin muhalefatı takdis yapılıyordu. Kilise kendi fikrine muhalif olanları amansız eziyordu.

Bütün cihan medeniyetlerinin gözü önünde Hıristiyanlığın tarihinde Namık ( Aziz) olarak kaydoldu lan birinin eliyle ve teşviki ile asil bir kadın gayri kabili tavsif bir şekilde katledilmiş ve bu aziz son asırda kendisini müdafaa edecek ve hattı hareketini maruz gösterecek bir adam da bulmuştu. Trapez de beli sahifeleri Hıristiyanlığın feci cinayetlerinden biri olarak yaşayacak olan bu cinayet Tasvir etmektedir. Dershanesi İskenderiye’nin bütün servet ve ihtişamıyla dopdolu olan güzel, hakim ve fazilet kadar bir kadın dershaneden çıktığı sırada hıristiyan müte asıpları tarafından Taarruza uğramıştı. Kendilerini din müdafi ileri addeden bu haydutlar, bir çare kadını arabasından çekmişler, üstünü başını tarumar ederek tamamıyla üryan bir Halde sokaklarda sürüklemişlerdir. Korkudan kendini kaybeden bir çare kadın en yakın kiliseye götürülmüş ve orada azizin eliyle katledilmişti. Buna müteakip Üryan ceset parça parça edilmişti. Kadının etleri kemiklerinden ayrılarak ateşe atılmış ve bu suretle bu şeytani cinayeti nihayet verilmişti. Hristiyanlık, bu cinayetin faili olan bu Haydudu aziz mertebesine yükseltmiş. Fakat kurban edilen Hipath yanın intikamını Amr İbnu’l AS’ın muzaffer kılıcı almıştı.

İçtima i hayatın bozulduğu , ahlak bağlarını çözüldü, fazilet nizamlarının, cemiyet kaidelerinin ihlal ettiği böyle bir zamanda Hazreti Muhammed yeni bir din ve nizam getirmiştir. Bu dinde, kadının mevki çok muhteremdir. Kadında merhamet, hürmet esastır. Kadın erkek değişik haklara sahiptir. Kadın ve erkek gibi itikadi, ameli ve ahlaki hükümlerle mükellef, iyilikle amel, Kötülükten nehy İle memurdur. Erkeklere okumak farz olduğu gibi kadınlara da farzdır. Kadın muamelat ve ukubat da tıpkı erkek gibidir. Mali, nefsi ve zimmeti üzerinde istediği gibi tasarruf hakkına maliktir. Kimsenin iznine ve hâkimin müdahalesine ihtiyacı yoktur. Evlenme, alım, satım, kiraya verip alma, bağışlama, emanet etme, kefil olma, havale yapma ödünç para verip alma, şirket kurma, vekâlet, Sulh ve ibra, dava ve İkrar gibi bütün hususlarda İslam hukukuna göre erkek gibidir. Kadın da erkek gibi gayrimeşru fiil ve hareketlerin de Malen, vicdanen mesuldür, mirasta erkekten noksan olması, ihtiyaca, kar ı ve Çocukları infak külfeti koca üzerine almasına, şehadette iki kadının bir erkek makamında tutulması, Şahadeti tahammüldeki zaafına diyeti erkeğin diyetinin yarısı olması soy kudretindeki noksana bingeldir.

İSLAM İDEOLOCYASININ DOĞUŞU SIRASINDA DÜNYANIN GENEL DURUMU

Bununla beraber bazı hallerde bir kadının şahadeti bile kabul olunup onunla hüküm verilir. Bundan da anlaşılıyor ki birkaç mesajı da kadın ile erkek arasında görülen fark, insan hakları bakımından değil kadınların hususiyetleri bakımındandır. Hatta İslam şeriatında, kadınlar siyasi haklara dahi maliktirler. Hazreti peygamber efendimiz onların da fiyatlarını kabul ediyordu, kadınlarda rey veriyordu. İmamı azamın İçtihatına göre Kadınlar hakim de olabilirler. Doktor, hasta bakıcı olan nice kadınlar vardır. Talim ve tedris işlerine kadınlar da iştirak etmişlerdir.

Bütün bunlar meydanda iken nasıl oluyor da, “İslamiyetten önceki devirde Arap kadını, bilhassa iktisaden müstakil olduğu takdirde, sonraki zamanlardan çok daha fazla bir hürriyete sahip bulunuyordu” diyebilir ve hakikatleri bu kadar ters göstermeye kalkışır. Sırası gelince bu mesele üzerinde uzun boylu duracağız. Burada bu kadarcık İşaretle iktifa ediyoruz. İşte Hazreti Peygamber’in İslam dinini tebliğ için ALLAH Tarafından gönderilmesinde önce dünya ahvali bu merkezdeydi. İslamiyet muzdarip beşeri yetin kurtarıcısı olmuş ve beşeriyete muhtaç olduğu şeyi getirmiştir. Hülasa, İslamiyetten evvel dünyanın hiçbir yerinde huzur yoktu. Romalıların bozuk ahlakı, sefalet her tarafı kaplamıştı. Bizans çöküş halinde bulanıyordu. Bütün dünya vahşet ve zülüm içinde idi. Hayır ve faziletin namına anan yoktu. Herkes şer kuvveti ile iş görüyordu. Hak kuvvete mahkumdu, Kalplerden merhamet silinmişti, şevkat ve merhamet getiren Hristiyanlık bile, eskiden mensuplarının gördüğü acıların intikamını almak sevdasında idi. Yahudiler neler yapmıyorlardı baş dakilerin en büyük gayeleri harp idi dünyayı ateşe verip kan ve alev içinde insanlar boğulurken, gezi met toplamak istiyorlardı. Şehirler yıkılıyor, ülkeler Arap oluyor, hastalık ve sefalet dünyayı kırıp geçiriyordu fitne ve fesat kasırgaları her tarafı kasıp kavuruyordu. Dünyadan el çekmiş keşişlerin manastırlarında ve eski felsefe kırıntılarını taşıyan bazı âlimlerin mesailerinde ancak ümit veren bir selamet ışığı görülüyordu, fakat onlar da azdı, boğulmaya mahkumdu. Emniyet ve huzur, adalet ve asayiş-Beşir’in en muhtaç olduğu bu şeyler-yeryüzünden kalkmış, barbarlık yeryüzünü kaplamıştı.

Hasılı cihan pek karanlık ve karışık bir haldeydi. Islahı bir peygamberin zuhuruna muhtaçtı. Bütün ümitler, Yahudi ve hıristiyan dinlerinin müjdelediği ahir zaman peygamberilerine yönelikti. Bütün dünya zulmet içinde bu kurtarıcının zuhurunu dört gözle bekliyordu. Mukaddes Beyt’in bulunduğu Mekke’de doğan Muhammet abdullah, işte beklenen bu kurtarıcı idi.

M.YASİR ÖZEN

www.musabyasirozen.com

TÜRKLERDE OLMASI GEREKEN İSLAMİ İNANÇ SİSTEMİ

TÜRKLERDE OLMASI GEREKEN İSLAMİ İNANÇ SİSTEMİ

İnsan kaynat düzeni için konulan konularla, kendi benliğine hükmeden ve mecburi olarak boyunediği konuları kavramaktan aciz olduğu için, insan ile kaynat, iç benliği ile dış (Görünür) hayatı arasındaki uyumu, uzlaşmayı ve düzeni sağlayacak mükemmel bir hayat düzeni tespit etmesi ve uygulanabilir hale getirmesi imkansızdır. Böyle bir fonksiyonu icra etme hakkı, yalnız ol kainatın ve insanı yaratan, her konuda onları sevk ve idare etme gücüne sahip olan yüce yaratıcınındır. İnsanla Kainat, insanla, kendi içsel ve dışsal yaşamı arasındaki kurulması gereken bu uyumu sağlayabilmek için ALLAH’ın koyduğu konuların uygulanması kaçınılmazdır. Ancak bu uygulama eylemi, İslam’ın inanç sistemine mutabık olmalıdır. İslam’ın birey ve toplum hayatında etkinlik kazanması ancak insanların ihlasla tek Allah’a kulluk etmeleri ve kulun nasıl yapılacağına Dair kesin bilgileri Allah Resulünden olmaları ile mümkündür. Bir başka deyimle tam teslimiyet ve harici sistemleri reddetme öğretisinin yaşama geçirilmesi ile mümkünleşebilir.

TÜRKLERDE OLMASI GEREKEN İSLAMİ İNANÇ SİSTEMİ

İnsan hayatı ile kainatı idare eden yasalar arasında sağlanacak uyum, insan hayatını her türlü fesattan kurtaracağı gibi, insanlık için yararlı olan her şeyi sağlayacaktır. Bu uyum sayesinde insanlar, her şeyden önce kendileriyle barışık yaşarlar. İnsanın kainat düzeni ile mutabakat içerisinde olması meselesine gelince bu insanların hareket ve davranışlarının, kainat hareketleri ile uyum içerisinde olması, insanların yönelimi ile kainatın Yöneliminin örtüşmesi ile mümkün olur. İnsanların kendileri İle barışık yaşamaları ise, iradeleri ile yaptıkları hareket ve davranışların, Fesada uğramamış saf fıtratları ile örtüşmesi ile gerçekleşir. Bunun gerçekleşmesi halinde insanın yapısı ile fıtri yapısı arasında herhangi bir çatışma veya çelişme meydana gelmez. Çünkü Allah‘ın koyduğu Şeriat, insanın içsel yapısı ile Dışsal yapısının, içsel Hareketleri ile dışsal hareketlerinin arasını telif eder. Kolaylık ve barış içerisinde hareket etmelerini sağlar. Bu telif ve düzenleme insanlar arası ilişkilerde ve insanların genel aktivitelerinde de başka bir telifi, Başka bir düzenlemeyi meydana getirir. Böyle bir durumda insanlar kainat sisteminin uyumlu bir parçası haline gelerek kendileri ile kainat arasında yüce Allah‘ın koyduğu ortak yönteme uygun davranırlar. Yani kainatla da tam bir barış içerisinde yaşarlar. Bundan başka Allah‘ın şeriatı sayesinde kainatın kendisinden gizli olan sırlarını da kolay yoldan keşfeden insan, orada saklı olan hazineleri ortaya çıkarıp insanlığın yararına sunabilir. Bu imkanlarla kainat arasında herhangi bir çatışmaya meydan vermeyen insanlığın ortak çıkarları için Kullanılmalarını sağlar.
TÜRKLERDE OLMASI GEREKEN İSLAMİ İNANÇ SİSTEMİ
Bazı şer fikirli insanların Allah’ın nizami yerine ortaya koydukları değerler, insanlığın hevasıdır. Kutsal kitabımız Kur’an böyleleri hakkında şu açıklamayı yapar. Eğer hak onların istediklerine uyusaydı, gökler ve yer içindekiler Fesada uğrardı. ( Müminun,23/72) Bu nedenle, İslami bakış açısı, İslam’ın dayanağı olan “Hak” İle göklerin ve yerin dayanağı olan “Hak” kavramlarını birleştirerek dünya ve ahiret işlerini, bu yeni kavram muvacehesinde düzerler. Çünkü Allah insanları bu ölçüye göre hesaba çekecek, ona uygun hareket edeni ödüllendirecek, ona tecavüz edeni cezalandıracaktır. Çünkü o Parçalanması imkansız bütünsel bir kavramdır. Her halükarda Allah’ın bu varlık alemi için dilediği kavmi Bir sistemidir. Yasalar manzumesidir. Canlı cansız tüm alem o sisteme boyun eğmek Ve onu değişmeyen bir ilke olarak kabul etmek zorundadır. Konu ile alakalı kuran şu açıklamayı yapmakta;
And olsun, size içinde şanlı ve şerefiniz olan bir kitap indirdik. Akletmiyormusunuz? “ Halkı zalim olan nice kenti kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka bir topluluk getirdik”
“ Azabımızı hissettiklerinde, derhal ondan kaçmak için binek hayvanlarını Mahmuzluyorlardı”
“ Boşuna kaçmayın bol bol verilip içinde Şımartıldığınız nimetlere ve Yurtlarınıza dönün; Çünkü sorgulanacaksınız. Eyvah bize derler gerçekten biz zalimlermişiz. Bu mırıldanmaları sürüp giderken biz onları biçilmiş ekin gibi yaptık; Sunup gittiler”
“ Biz göğü, Yeri ve bunların arasında bulunanları eğlence olsun diye yaratmadık”
“ Eğer biz eğlence edinmek isteseydik, kendi katımızdan bir eğlence edinirdik. Yapacak olsaydık böyle yapardık”
“Hayır biz hakkı batılın üzerine atarız da o, onun beynini parçalar, derhal batılın canı çıkar. Allah’a yaklaştırdığınız niteliklerden ötürü vay sizin halinize!“
“ Göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur. Onun yanında bulunanlar, ona kulluk etmekten dolayı kibirlenmez ve usanmazlar”
İnsan fıtratı, çünkü fıtratının yapısal özelliği, onu çevreleyen kainat sisteminin oluş, özellikleri benliğine, Bu varlık âleminin hakka dayandığını,
“Hak” Üzere kurulduğunu, bu konuda “ Hakkın temel olduğunu ilham eder. O “Hak” İlahi düzenleme temeli üzerine yerleştirilmiştir. Kesinlikle sarsılmaz, değişik yollara ayrılmaz, işlevi değişmez, birbiri ile çelişir nede çatışır; Geçici raslantılar, yoldan çıkmış Kaçamaklar, değişken tutkular ve istemlerini uygun biçimde yürümez. Ölçüleri önceden belirlenmiş sağlam ve son derece incelikli bir düzen içerisinde seyreder. Bu yüzden insan ile benliğinin derinliklerinde saklı “Hak” arasında, hevasının etkisi ile bir ters düşme, bir ayrılık baş gösterdiğinde, insanla fıtratı arasında çelişme ve çatışma meydana gelir. Böylesi bir çelişme ve çatışma, ancak insanoğlu, hayatını Allah‘ın şeriatına değil, kendi hevasına dayalı, yaşama biçimine Dayandırdığında, yaratıcısına kayıtsız şartsız bağlı olan su kaynat gibi Allah’ına teslim olmadığı zaman söz konusu olur.
Bu ayrılığa ve çatışmaya düşme vakiasının Bir benzeri fertler cemaatler, Ümmetler ve kuşaklar arasında meydana gelebileceği gibi, insanlık ile onu çevreleyen kainat arasında da meydana gelir. Bu durumda kainat sistemine bağlı güçleri, hazineleri, insan oğlunun huzuruna ve Medenileşmesine vesile olur. Bu takdirde Allahın kanunu yeryüzüne yerleştirmenin görünürdeki belli başlı hedefi salt ahiret için çalışmak, hazırlanmak için olmaz. Çünkü dünya ve ahiret insan hayatı için birbirini bütünleyen iki aşamadır. Allahın Kanunları insan hayatında bu iki aşamanın arasını ulaştırır; İnsan hayatı ile kainat düzeni için Allah’ın koyduğu düzenin arasını bağdaştırır. Cihansümul İlahi düzen ile uzlaşmak, insan oğlunun mutlu olmasını ahirete  bırakmaz. Aksine mutluluğa erme meselesini ilk aşamada yani dünyada gerçekleştirilebilecek bir olgu olarak kabul eder. Ahirette ise insanın bu mutluluğunu zirveye ulaştırır.
İslam düşüncesinin ( veya dünya görüşünün) Kainat ve bu kainatın gölgesinde yaşamını sürdüren insan varlığı hakkındaki temel kanaati Ve tutumu böyledir. Bu fikri temel, Özü itibari ile insanlığın tanıdığı Diğer dünya görüşlerinden farklıdır. Bu nedenle İslami dünya görüşü başka sosyal düzen verin, ideolojilerin Hiç birisinin dayanmadığı özgün gereklilikler temeline dayanır.
09.11.2022
M.Yasir ÖZEN
error: İçerik korunuyor !!!