İDEALİST İNSAN MODELİ VE İNSANIN SAADETİ

İDEALİST İNSAN MODELİ VE İNSANIN SAADETİ

Melankolik Avrupalı filozof Niçe’nin Örnek insan olarak insanlığa sunduğu üstün insan anlayışı hemen hemen bütün Batı medeniyeti dairesinde benimsenmiş, Batının dünyayı sömürgeleştirme macerasına sebep olmuştur. Buna göre, insan güç sahibiyse değerlidir. Üstün insan egosu, gelişmiş diğer insanlara yukarıdan bakan, üst seviye giyinen, görünüşü, yaşayışı ile diğer insanların üstünde, adeta yarı tanrı insan tipidir. Ona göre, güçsüz insanlar eski Romadaki gibi insanlığın başına beladır ve sürünürler, ancak güçlü insanlara hizmet ettikleri oranda değerlidirler. Bu bakış açısından ortaya çıkan bir çok ideoloji, son iki asırda dünyayı kasıp kavurmuştur. Niçe’nin zihniyeti Darvin ve Freud gibi İlmi adamlarının anlayışlarıyla birleşince materyalist felsefe pekişmiştir. Neticede mesela faşist anlayışa sahip Adolf Hitler Gibi liderlerin üstün ırk oluşturma çabaları sonucu milyonlarca insan katledilmiştir. Bu olay sadece Avrupa’da değil, ABD’de de yaşanmıştır ki; Bu evgenik harekete daha önceki Fikir Klübü  sayfamızdaki makalelerimizde değinmiştik. Komünizm ve kapitalizm gibi ideolojilerde uygulamada farklılıklar içerse de temellerinde Batı’nın bu materyalist bakış açısı ve üstün insan anlayışı yer almaktadır.

İDEALİST İNSAN MODELİ VE İNSANIN SAADETİ

Aynen Roma imparatorluğunda asilzade olmayanlara uygulanan köle muamelesinde olduğu gibi, son 3-4 Asırdan beri batılıların Afrika, Amerika ve Asya’da uyguladıkları sömürge çalışmalarından dolayı Avrupa zaten bozuk bir sicile sahiptir. Amerika’da yer edinmek için yaptıkları Kızılderili katliamları yanında enka ve Aztek medeniyetlerinin izlerinin bile silinmesi, Afrika’daki zulümler ve sömürü incelendiğinde batılı üstün insanların kendi dışında kalan insanlara hiçbir değer verme işi insanlara bakışdaki bu yanlışlığı gözler önüne sermektedir.

Bugün gelinen nokta itibari ile de kapitalizm, bütün insanlığı adeta çok az sayıdaki üstün insana hizmet ettirmek istemektedir. Bugün güç sahipleri, bilim ve teknolojiyi insanları kontrol altına alma ve manipüle etme vasıtası olarak kullanmaktadırlar. Bir kapitalistin çıkarı için yüz binlerce insan acımadan ezilip geçirebilmek de, ülkeler talan edilebilmektedir. ABD de yaşayan çok küçük bir azınlığın ( yaklaşık 400 aile) Maddi varlığının, o ülkedeki yaklaşık 250 milyon insanın maddi varlığından daha fazla olduğunu söylemiştik. Son zamanlarda ABD de başlayan Wall Street İsyanları bu duruma öfkenin “insani” bir tezahürü olarak görülmektedir. Bu sakat insan anlayışının insanlığı mutlu etmediği bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Hatta üstün sayılarak adeta dünyayı sömürmeye çalışan kapitalist insanların bile mutlu olmadığı kamuoyuna yansımaktadır. Daha önce kısmen değindiğimiz ve son yıllarda yerleştirmeye çalışan, Popüler kişisel gelişim kültürü ise, batının vahyiden yoksun, dini anlayıştan uzak bu bakış açısının bir sonucudur ve yine üstün insan anlayışına hizmet etmektedir.

İDEALİST İNSAN MODELİ VE İNSANIN SAADETİ

Ön yargılar sebebi ile verdiği mesaj yeterince anlaşılmayan veya yanlış temsiller sebebiyle doğru algılanamayan İslam ise, 15 asırdır bütün insanların tek tek önemini vurgulayıp durmaktadır. İslam’a göre insanın maddeyle tatmin olması mümkün değildir. İnsan içinde yaşadığımız dünyadan istifade etmeli, nasıl biri olmalıdır. Fakat onun mutlu olması ancak manevi tatminle mümkün olacaktır. İslam’a göre, insanın gerçekten hür olması; kalbinde Allah’tan başka hiçbir şeyi ilah tutmamakla mümkün olacaktır. İnsanın kalbinde dünyevi arzu ve istekler ihtiyaç ötesi geçtikçe objektif veya subjektif Tabular bulundukça gerçek hürriyete ulaşması, dolayısıyla huzura ermesi mümkün değildir. Bu yüzden İslam’ın ilk şartı “Lâ ilahe illallah ( Allah’tan başka ilah yoktur) Diyebilmek ve bütün kalbiyle, ruhuyla buna inanabilmektir. Fıtratta bunu gerektirmektedir. Cenabı Allah insanın yaşatan gayesini anlatırken “ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” ( Zariyat : 51/56) demektedir. Bu yüzden kulluk, insan için yüce bir makamdır ve yaratıcı ya teslimiyettir. Bu kulluk bilinci ile hareket eden insan ancak, misyonun gereğini yapmanı huzuruna kavuşacaktır. En önemli vazifelerden biri İslami öğreti ye göre dünyayı güzelleştirmek, iman etmektir. İslam’ın estetik anlayışı bu anlayıştan ortaya çıkmıştır. “Kulluk, insan için yüce bir makamdır ve yaratıcı ya teslimiyettir. Kalbinden bu dünyaya bağlılığı tam olarak adamamış bir insan bu seviyeye ulaşması mümkün gözükmemektedir.”

İnsanın tabiyatı ve çevreye saygısıyla ilgili şu olaydan daha etkisini bulabilir miyiz? Allah’ın Resulü, Taif Seferine çıktığında Ordu’nun yolu üzerinde bir köpeğin yavrusunu gezdirdiğini görürler. Bunun üzerine o yüce insan, “emen ve emziren rahatsız edilmeyecek“ diye emir verir. Bunun üzerine binlerce kişilik ordu yolunu değiştirir, köpek ve yavruları rahatsız edilmez. ( İbni Hisam, siyer). Biz bu olayı bugün insanlara olduğu gibi, hayvanlara da yeşil çevreye de, mesela ozon tabakasına karşıda genelleyebiliriz.

İnsanlara gelince; Mümin bir insanın dünya hayatındaki en önemli beklentisi Allahın rızasını almaktır. Hakkın rızası ise halkın rızasındadır. Yani çevresindeki insanları da kendisine verilmiş birer emanet ( vediatullah) Kabul etmeli ve onlar içinde çalışmalıdır. Çevredeki bu insanlar bazen aile ve akrabaları bazen komşular bazen çalışanlar olabilir. Hepsine karşı insanın sorumlulu vardır. Makamlar yükseldikçe bu sorumluluk artmaktadır. Bu anlayış içinde olan Osmanlı padişahlarının tatların da “value külli mazlumin“ ( Bütün mazlumların koruyucusu, kollayıcısı) yazarmış. Bu insanların hangi dinden, hangi ırktan, hangi renkten olduğu da önemli değildir. Cemil Meriç’in dediği gibi insanlık olarak en büyük ihtiyacımız hoşgörü, en büyük düşmanımız ise ön yargıdır. Bugünkü çıkmazdan kurtulmak isteyen batı insanı, işte bu ön yargıları sebebiyle İslam’ı tanıyamamakta veya yanlış tanımaktadır. Bugün maalesef batıda İslam adeta bir terörist dini gibi görünmekte ve bu sebeple ondan korkulmaktadır. Bu yaklaşımda bazı art niyetliler tarafından körüklemekte, arayış içindeki insanları böylece korkutarak İslamdan uzaklaştırmaktadır. Oysa bütün insanlığın olduğu gibi Batının da kurtuluşu Allahın son dini olan İslam düşüncesi ndedir.

Musab Yasir Özen 

www.musabyasirozen.com.tr

İNSAN HAKKINDA

Bir zamanlar Darwin’in sayesinde insan konusuna nihai bir çözümün getirildiği sanılıyordu, tıpkı kainat hakkında Newton’un nihai bir doktrin ortaya koyduğuna inanıldığı gibi fakat Newton’un Mekanikçi kainat tasavvuru bazı gerçekleri izah edemediğinden dolayı nasıl tutunamadığı ise, Öyle görünüyor ki Darwin teorisi de aynı sebepten “izafi “sayılmaya mahkum dur. Tekamül teorisi insanın ilkdini sayfasını tatminkar bir tarzda izah edemiyor, ve hatta Uygarlıkla ilgili bazı olguları bile açıklamaktan aciz kalıyor.

İNSAN HAKKINDA
Maddi bakımdan hali düzelince insanlardan daha az memnun olur? Maddi standart yükselince psikolojik standart neden düşer? İntihar olayları ve Ruhi bunalım vakaları neden milli gelirin artışı ve eğitim derecesi ile doğrudan doğru ya bir münasebet arz ediyor? Veya evrimin başlangıcında, sonunda kıyasen neden daha fazla insaniyet vardı? İlerleme neden aynı zamanda Hümanizasyon değildir? Nasıl oluyor da dünyanın gayrı nedeni bölgelerinin mesela ( Okyanusya ve Afrika) Sanatı, sözde kültür bölgelerininkinden daha kuvvetlidir. Ve bu sanatın bu bölgeleri üçlü, hemen yön değiştirici bir tesiri vardır, vs. Darwin’le Newton Bir defa tanıdıktan sonra insanın aklı onların açık ve sayını kabul görüşlerini kolay kolay terk edemez.
İNSAN HAKKINDA
Newton’un dünyası sürekli, mantıklı istikrarlı olduğu gibi, Darwin’in insanı da tabii, Basit ve öngörülür mahiyettedir, var olması için mücadele, ihtiyaçları tatmin, ye knesok ve fonksiyonel bir dünya istihdaf ediyor. Fakat Newton’un hayalini en içten yıkmıştır; Burada ise, Şimali, karamsar felsefe ve uygarlığın başarısızlığını aynı şeyi yapıyor. İnsan öngörülemez, açıklanamaz ve tatmin edilemez, şüphe ve korkudan müteessir, Einstein İfadesine göre “eğritilmiş” Bir varlıktır. İnsanın konu olan felsefe uzun müddet, doğru çizgili Darwin vizyonunun tesiri altında kaldıktan sonra, şimdi kendi inkilabını, Einstein’in Görüşüne uygun bir dönüşü bekliyor. İnsan hakkında bu yeni anlayışın Darwin’inci Anlayışına olan nispeti, Einstein’ın kainat anlayışının Newton’unkine olan nispeti gibi olacaktır. Eğer ızdırap yolunda yükselmemiz, zevk yolunda ise görebilmemiz doğru ise, o zaman bir ruha sahip oluşumuzun Hayvan atalarımızla bizi farklılaştırılmasından dolayı bu böyledir. Ne insan Darwin’e göre, ne de kainat Newt ona göre “biçimlendirilmiş” tir.
M.Yasir ÖZEN
08.03.2023
İNSANA DAİR (Darwin ve Michelangelo)

İNSANA DAİR (Darwin ve Michelangelo)

İnsan menşeine dair düşünceler, her dünya görüşünün temel taşını oluşturur. İnsanın nasıl yaşaması icap ettiğine dair incelemelerin hepsi bizi, insanın nereden geldiğini sorusuna götürür. İlimle dinin cevapları burada da birbirine zittır.

İlim, insanın ortaya çıkışını, Zoolojik ve insani hususiyetler arasında kesin sınırın bulunmadığı ve insanın uzun bir geçiş safhası geçirdiği, basit hayat şekillerinden Başlayarak bir tekamül sürecinden geçtiği yolundaki yorumlarla izah eder. Dik yürüyüş, alet yapma veya kullanma, açık ve düzgün konuşma gibi hususlardan hangisi bu ayrılış için tayin edici bir faktör olarak alınırsa alınsın; Bu hususlar ister insanın fiziki yapısının gelişmesine isterse onun etrafındaki tabiattan faydalanması bahsinde söz konusu olsun, ilim için daima harici, maddi bir gerçek olarak görülmüştür. Bu anlayışa göre insan tabiyatın kucağında büyüyen, ondan ayrılmayan ve ona ait olan bir varlıktır.
Buna karşı din ve sanat insanın yaratılmışlığından tanrının bir fiili olan, gelişmeye dayanmayan ani, sancılı, facialı bir olaydan bahsetmek tedirler. Hemen hemen bütün dinlerde farklı tasvirlerle mevcut olan insanın yaratılışı ile ilgili vizyon, insanın maddenin içine atılmış olmasından, dünyaya “ Düşüşü”nden , İnsan ile tabiat arasındaki zıddiyetten, İnsana yabancı ve düşmanca bir muhitden söz etmektedir. İnsanın bir gelişme neticesimi, Yoksa yaratılışları mı ortaya çıktığı meselesi böylece insanın kim olduğu, dünyanın bir parçası mı, yoksa ondan ayrı mı olduğu meselesine dönüşür. Materyalistlere göre insan “Mükemmel hayvandır”, home machine,biyolojik makine… İnsan ile hayvan arasında kalite değil sadece derece farkı vardır. Sırf insana ait bir söz yoktur. Ancak ve ancak “müsahhas” Ve bir fiil var olan, ekonomik ve sosyal tariftir. Macar Watar yelist yazarlarından Gyorgy Lukacs’ın “Egzistencijalizam ili marksizam” adlı eseri; Tüm diğer sistemler gibi insanda tabiat içinde ve tüm tabiyatın kaçınılmaz ve umumi kanunlarına tabi bir sistemdir. (Ivan Pavlov; Psychologie Experimentele) Bir insanın tekamülde harici objektif bir faktör vardır ki oda çalışmadır. İnsan dış çevresini ve kendi çalışmasının bir ürünüdür. İnsan oluşu maddi faktörlerin tahmin ettiği harici, biyolojik bir süreç olarak gösterilmektedir. El Ruhi hayatı tahrik Edip hızlandırıyor. Elin keşfi konuşmanın keşfi gibi Zoolojik tarihin sonunu ve insan tarihinin başlangıcını teşkil ediyor.
İNSANA DAİR (Darwin ve Michelangelo)
Açık ve inandırıcı görünen bu görüşlerin tesiri aşikardır. Aşikar olmayan ise bu görüşlerin bir bakımdan insanı inkar etmesidir. Materyalist bilim ve felsefe insan cüzümütemmimlere ayrılıyor. Ve sürecin sonunda, öyle görünüyor ki tamamen yok oluyor. Sosyal insanı ilk defa Engels tahlil ediyor ve onu sosyal ilişkilerin veya daha sarih bir ifade ile üretim ilişkilerinin bir ürünü olarak gösteriyor. Burada insan tek başına bir hiçtir ve hiçbir şey yaratamaz. Bilakis o var olan bu gerçeklerin bir neticesidir. Bu suretle Kendi gerçeğinden soyutlanmış ve sadece biyolojik bir gerçek olarak gösterilen insanı Darwin ele alıyor. Darwin konuşan Dik yürüyen ve alet yapan bu mahlukun, Tabi ayıklama ve hayatta kalma mücadelesinin neticesi olarak, yakın hayvan atalarından geliştiğini gayet mantıki bir tarzda gösterecektir. Bu sürecin tasvirini, biyolojik canlı dünyanın tüm şekillerini ilk şekillere, bunların ise nihai çizgide fizik, kimya, diğer tabirle moleküller güçlerin oyununa icra edildiğini göstermek suretiyle tamamlayacaktır. Hayat şuur ve insan ruhu gerçek olarak mevcut değildir. Bunlar sadece bu niteliksiz güçlerin karşılıklı eyleminin bilhassa karışık görünümüdür. Orjinal ve “ayrıntılanamayan” Bir insani cevher aslında yoktur. Şimdi biraz cumali ve fakat açık ve anlaşılır olan bu Şeymadan sonra, Sistina Şapeli’nin Michelangelo Tarafından yapılan tavan tasvirlerini, “cennetten kovulma” dan, Âdem’in yaratılmasından “korkunç mahkemeye “kadar bir süreci gözlemlerimizin Önüne seren bu tasvirleri gözden geçirirsek, ister istemez dünya tarihinin belkide en heyecanlandırıcı sanat eserleri olan bu resimlerin manasını kendi kendimize sorarız. Bunlar mevzubahis ettiği o büyük olaylar hakkında acaba herhangi bir gerçeği ihtiva ediyor mu? Ediyorsa bu gerçek nedir? Veya daha açık bir ifadeyle bu resimler gerçeği ne bakımdan yansıtmaktadır?
Yunan trojeorileri Dante’nin Cennet ve cehennem vizyonları, zencilerin ruhani şarkıları,
 Shakes Peore’nin dramları,Faus’tun cennette prologu, Melanezya Maskleri,eski Japon frenksleri, Yahud bazı çağdaş ressamların eserlerinin bu örnekleri bir sıraya rüya yet etmeden ortaya koyuyorum, çünkü bütün sanat bu bakımdan ayrı tarzda tanıklık yapmaktadır.
M.Yasir ÖZEN
error: İçerik korunuyor !!!