İslami açıdan Toplumunun Sosyolojik Yapısı

İSLAMİ AÇIDAN TÜRK TOPLUMUNUN SOSYOLOJİK YAPISI

Dini Yönden Türk Toplum Yapısı

İSLAMİ AÇIDAN TÜRK TOPLUMUNUN SOSYOLOJİK YAPISI

Türkiye toplumunun sosyal yapısı “üzerine türlü teoriler üretilmiştir, bunların bir bölümü resmi tarih ve resmi teorilerdir. Tarih, bu bilgi dalının karakteri gereği hemen her dönemde Siyasal iktidarların eğilimi yönünde toplumu tanımlar. Özellikle ülkedeki 70 yıllık Siyasal rejim adeta öznel tarihini yansıyarak kendini hayatiyet alanı açabilmiştir. Ancak yine de tarih, sıkışınca müracaat edilen bir mekan, merci ve hacet kapısı yerine kullanılmaktadır. Bazen düşmanların gözünü korkutmak için, bazen doğal bir ihtiyaçtan, bazen de sağduyunun çalması sonucu yeniler eskilere sığınır, onları anlar. Tarih en ziyade hatıra getirildiği zaman dilimi, onun kırılma dönemleri, eski deyimle def-İ mefsedet halleri olsa gerekir.

Resmi tarihte elbette her zaman yalan söylemez. Belki küçük rötuşlarla büyük yanılgılara neden olur; makyaj değiştirir, mask tazeler. Bir de kimi tarihsel kareleri dev aynasında gösterir; kiminin fotoğrafını bile çekmez. Tarih kötüdür yahut tarih iyidir türünden yargılar bu yargıya varanların kendi gelecekleri hakkındaki kehanetten başka nedir ki? Günümüzün resmi tarihsel perspektiften görüntüsü herkesçe malum; tarih kötüdür, şimdiyse iyidir. Tarih, bireyi, toplumu, sistemi ile başlangıcından beri halkın yahut halkların karanlıklarda yaşadığı dönemlerdi. Kitaplar yazmıştır ama kamu vicdanında yankısı bulunmadığı için belki de insanlar çabuk unuttular; aslında yeni tarihsel dönemin fikri kurucuları tarafından savunulmuştur, denilmiştir ki İslam, Türkiye toplumunun tarihsel ve geleneksel hızını kesmiştir. Bir resmi tarihsel söylem açısından İslam, orta Asya’dan kopup gelen bu cevval kavmin hem ileriye dönük yönünü değiştirmiştir, hem de onun nizamını alem davasında geri bırakmıştır!

Nerede, ne zaman, hangi delile dayandırıldığı belirtilmeksizin cumhuriyet, demokrasi ve hatta laiklik bu toplumun öznel bünyesinde öteden beri var olan olgular gibi gösterilmiştir. Ülke yönetiminde tek söz sahibi gibi görünen TBMM’ye kadar girmiş nice insanla konuşursanız işitirsiniz, yukarıdaki yargıyı ya da çok yakın bir iddiayı. Ancak delil sormayacaksınız, çünkü bu böyledir. Yani Türkler doğuştan (Orta Asya’dan) demokrat, cumhuriyetçi ve laiktirler. Eski Şamanist Türklerden birkaç eski püskü delil bile gösterebilirler size… Yine resmi teorilere göre düne kadar Türkiye’de Türk’ten başka kavim yoktu. Varsa da kimisi kuzeyde Türk’ün deniz görmüş kısmı, kimisi karda yürüyüp izini hiç kaybetmeyen ve kart kurt sesleri çıkaran dağlı kesimidir. Onlarda herkes gibi özbeöz Türk’türler. Öyleyse “Ne Mutlu Türküm Diyene”… Ayrıca kendini Türk hisseden herkes Türk’tür! Bu ülkede yaşayıp kendini Türk hissetmemek ise hem ayıp hem günahtır.

Ülkede sürdürülen resmi söylemin halkından, halkın düşünce ve yaşama tarzından tamamen kopuk ve tepeden inmeci bir zihniyet olduğu savunulur. Ama bunu bütünüyle paylaşmak bize doğru gözükmüyor. Birtakım dayatmacı yöntemlerle halkın kimi konularda zorla yönlendirildiği, çeşitli dönemler için doğrudur. Ancak halkın tüm bu olup bitenlere çanak tutucu rıza felsefesi, göz yumulduğu yani müstahaklığı da görmezden gelinemez. Zaten eşyanın tabiatına aykırıdır. Kurt ile kuzunun aynı mekanda yıllarca ve kardeşçe yaşaması… Eğer yaşıyorlarsa ya kurt kuzulaşmıştır ya kuzu kurtlaşmış, tabiatları bozulmuştur. Toplum mozaiği hakkında ileri sürülen teorilerin en iyi niyetli ve üslubu düzgün olanı; “uysal ve tepkisiz“ benzetmesidir. Öteki benzetmelerin çoğu bu vasıfları daha çok uç noktalara taşıyan örneklerdir. Örneğin toplumun çoğunluğu en çok bedevi, hala göçebe, köylü, taşralı, kolektif bilinçten yoksun ve en nihayet Aziz Nesin tarafından aptal olarak nitelendirilmiştir.

Üçü de kendi köşesinde birbirinden daha marjinal üç sınıftan söz edilebilir. “ Türkiye Toplumu “içinde: yöneten sınıf (büyük sanayici iş adamları onların ortağı sayılır), yönetilen kitleler ve aydınlar (geniş kitleden kültürü ve yaşam biçimi ile kopmuş ama yöneticilerin dümen suyuna girmemiş olanları sayıyoruz yalnızca, büyük, gittikçe büyüyen medya, gazete patron ve milyarderleri de hariç elbet). Üç sınıfta birçok bakımdan birbirine karşı, birbirinden hazzetmeyen, birbirini götürmek istedikleri yöne inat edip gitmemekte direnen, elinden gelse öteki sınıfları susturacak kadar onlardan uzak düşen duyarlılıklara sahiptirler. Yani aralarında ciddi bir sevgisizlik, kopukluk, soğukluk egemendir. Resmi söylemle her ne kadar kendini Türk hisseden herkes Türk sanılsa da en azından her Türk’ün bir diğerine muhabbet ve sadakatle bağlanacağı bir urvetul vuska yoktur. Son yıllarda toplumun sosyal yapısını belirlemeye yönelik resmi olmayan ama sağlıklı ve derinliklide olmayan çalışmalar, iddialar, değişik görüşler yoğunlaştı. Tarihsel kökleri bulunan bir toplumun bu gününü belirlemede ve kurmada geleneksel yapısına yönetmenin önemi, hiç olmazsa bu kadarı, hem de Müslüman olmayan aydınlarca vurgulanmaya başladı. Tek parti despotizminin neredeyse günümüze dek sürdüğü bir dönemde, tek sesliliğin yerini çok sesliliğe terk etmesi açısından bu bir gelişme olarak görülebilir. Ancak bilim ve gerçeklik uğruna, gerekirse acımasız olundukça hakikat, ne anlaşılır ne de elde edilebilir. Toplumda var diyorsak eğer çöküntüyü yalnızca sömürgecilerin aleyhteki çalışmalarıyla açıklamaya kalkışmak, toplumun kendi kusurlarını göz ardı etmek, yine çözümsüz sonuçlarda sorunları düğümlemekten öte bir işe yaramaz. Türk toplumunda kültür, öteki her şeye benzetilerek adeta bir fors, askeri üniforma gibi kullanılmaktadır. Fiyakasından geçmemektedir çoğu insanın.

Türk Toplumunun Sosyolojik Yapısı

Bizim taşra kentinde bir vakitler bitpazarında Avrupa eskisi giysiler satılırdı. Avrupalılar eski giysilerini güya yardım olsun diye Filistin’e gönderirmiş. Onlar bu yabancı giysileri en yakın ülke olan ve bu giysileri çoktan giymeye alışkın Türkiye’ye Suriye üzerinden kaçak olarak gönderir, yerine kaçak tütün vs. alırlarmış. İşte bu giysilerden bir takım elbiseyi esnaftan bir adam satın almış, giyinmişti. İşin ilginç yanı ceketin iç cebi üzerindeki Avrupai etiket görünmediğinden onu da söktürüp ceketin dışındaki mendil cebinin üzerine rozet gibi diktirmişti. Sanırım hala iftiharla rozet kullanan yegane ülke Türkiye’dir. Her vesile ile profesörlüğünü gündeme getiren hocalar yabancı dil bilgisini kullandığı kelimelerle sergilemeye koşan bilgiçler, din hakkında konuşanları ille de müftü görmek isteyen dindarlar, basit bir haberi veya hakikati hatırlayıp halkı aydınlatmayı amaçlayan yazı ve sözlerdeki ağdalı, gösterişli üslup, her şeyi ille de üniforma gibi kullanma arzusunun göstergesi değilmidir? Ya Batı’dan gelen her şeye karşı o sonradan görme tavrın mazereti de var kuşkusuz. Bir kere gelen nesne (Ve beraberinde gelen ahlak) gerçekten ilk karşılaşılan bir nesnedir. İkincisi, Batı niceden beri icat ve keşiflerin merkezidir. Üçüncüsü ise, üretilen şey bu ülke toplumunun gerçekten yabancısıdır. Zira batı kendine özgü şeyler üretmekle, kendi yaşama standartları ve dünya görüşü çerçevesinde biçim vermektedir. Bunlara şaşırmak da toplum belki haklıdır. Ama bunları topluma taşıyanlara ne demeli? Herhalde bilgi ve görgü artırım denemeleridir, bunlar. Ve bilinçsizce, hiç kritik etmeden, tüm reklam mallarına saldırmanın haklı ve anlamlı bir yanı yoktur. Sonra bütün bunlar feodal kalıntılar, göçebelik, taşralık, köylülük ile izah edilir ve hatta aptallıkla…

Düşünmesi az olan toplumun duygusallıkları yaşantısında daha ağır basar, bu sonuç doğaldır. Türkiye toplumu çoğunluk itibari ile duygusal bir toplumdur. Bu yüzden kolay dönüşen bir toplumdur. Geleneksel yapısında da bu vardır. Salt akıl yürütmek, düşünmek yerine, deyim yerindeyse, filozofiye (hikmet yumurtlama çabası anlamında) eğilim daha ziyadedir. Filozofiye de İslami hikmet kavramıyla örtüştürerek kendince ona meşrutiyet elbisesi giydirmiştir. Bir kere herkesin hayatı romandır.

Hemen herkes filozof yada şairdir. Biraz avam kalanlar halk filozoflarıyla idare eder. Bunların çoğu da veli sanılan delilerdir. Daha kültürlü çevrelerde yaşayanlar en son moda felsefe cereyanlarının erken muhibbidirler. Bakılırsa daha kaynaklarında kim olduklarını iyice anlamadan postmodernist Türkler aramızda dolaşmaktadır. Özgür düşünceden çok filozofiye ve kendince sözlere eğilimi, toplumun, alıştırıldığı ve özendirdiği hoşgörüsünden, tevilci mantalitesinden ve aşırı duygusallığından kaynaklansa gerekir.

Türkiyede Yaşanan İslam

Kur’an‘ın öğrettiği İslam ile halkın yaşadığı İslam arasındaki bariz farkları gözlemlemek de toplumun yapısı hakkında ipuçları, bilgiler veriyor. Örneğin Türkiye toplumunun Kur’an‘a bakışının tipik modeli Osman Gazi’ye yaşatılmış, efsaneleştirilmiş ve bir halk mitolojisi gibi yinelenip durmaktadır. Osman Gazi eğer doğruysa yatmak için girdiği odada duvara asılı Kur’an-ı Kerim i görünce, Kur’an‘ın bulunduğu odada edebinden uyuyamamış, sabaha kadar uykusuz beklemiştir. Evet, bu belki mütevekkil sanılan bir tavırdır ama düşüncesizcedir. Ve tevekkül noksanlığı değil lakin düşüncesizlik Kur’an‘ın nasıl yendiği bir tutumdur. Halkların yanlış tevekkül eğilimine, duygusal bakışına örnek çoktur. Örneğin Kur’an-ı Kerim, insanın kendi başına, bağımsız düşünmesine verdiği önemi, hiçbir tutum ve tavra vermemiştir. Ama bunu görmezden gelen insanlar Kur’an‘da ancak birer defa zikredilen “vesile“ ve “nazar “ kavramları üzerine nice korkunç ve İslam dışı felsefeler bina etmişlerdir. “Vesile“ öne sürülerek, Allah ile kul arasında aracın bile bulunması gerektiği bile savunulmuştur. “ Nazar“ ile de büyücülüğe, sihre, fala, şans oyunlarına neredeyse caizeler üretilmiştir. Her iki telakki Kur’an‘ın başka ayetleri ile tevhidin karşıtı gösterilerek verilse de, ne gam; halk kendi duyarlığına uygun felsefeyi yakalamıştır, üstelik kendince bunun kaynağı Kur’an’dır, gerisi onu pek ilgilendirmemektedir. Elbet kitlelerin bu tavrı, aynı tavrı onaylayan halk hocaları tarafından da sürdürülmüştür. Hatta halkı bu tavra biraz da onlar sevk etmişlerdir. Halk ağzı konuşan vaazlar kürsüde yüzyıllarca yanlışın çığırtkanlığını yapmışlardır. Halkın o kürsülerden işittikleri ile ALLAH’ın sahih dini arasında bazen büyük uçurumlar olmuştur.

Duygusal halkın yaşamı nükte ve fıkralar üzerine bina edilmiştir, adeta. Kuşkusuz bir açıdan bakıldığında bu folklorik ve kültürel bir zenginlik olarak gözükür. Ancak atlanan bir nokta vardır. Kendini İslam’a nispet eden bir halk, ezberlediği yahut ürettiği nükte ve fıkraların onda yahut yüzde biri kadar bile dinlerinin kaynağı olan ilahi vahiy ile temasa geçmemiş, ilişkiye girmemiştir. Yönetenleri memnun bırakan bu tutum, bilenlerin de, başka bilenler çıkmayacağı için işlerine gelmiştir. Halk ozonları, halk nüktedanları hatta halk vaizleri bile bazen günlük namazda okudukları Kur’an ayetlerinin ne demeye geldiğinden habersiz, ömürler tüketmişlerdir. Çünkü böyle gelmiş, böyle gitmektedir. Ve böyle gelip böyle gitmekte olması güya filozofça, şairce bir edadır. Bunca dinine bağlı bir halkın, Türkiye’de hemen büyük çoğunlukta ladini bir hayat sürdüren ve onu dayatan hükümlere nasıl tahammül ettiği zaman zaman hayretle sorunla gelmiştir. Bu sorgulamada iki yanlış var: biri halkın dindarlığı, ikincisi de yönetenlerin dinsizliği. Her iki kesimin de aslında dine bir bakış açıları, dini bir yorumlayış tarzları vardır. Ve o pencereden bakıldığında her iki kesimde aynı ton ve edada bir tür dindarlardır. Bu “ Türk Tipi Müslümanlık” tır. Birazı politikacıların İslamizasyon politikalarının ekmeğine yağ sürmektedir bu tür Müslümanlığın… Bir kısmı halkın düşünme melekesine galebe çalan kökleşmiş duyarlıklarını okşamaktadır… Eh, bir kısımda diğer dinlerden, Budizm, şamanizm, Hristiyanlıktan devşirilmedir.

Türkiye halkları yüzyıllardan biri Müslüman’dır. Güzel, hayırlı Müslümanlık modelleri ortaya koymuşlardır. Büyük bir Müslüman medeniyeti gelecek kuşaklara emanet etmişlerdir. Ne ki halkın dini, hakkın dini ile zaman zaman tashih edilmez, bir tecdide tabi tutulmazsa bulanıklaşır. Hele İslam ilahi, halkın dindarlığa beşeri olduğundan, tecdid yani yenileme, Müslümanlar bakımından dönem dönem büyük bir ihtiyaç olarak belirir. Dervişler, halk arifleri, ozanlar diliyle tümden müteşabih (çok anlamlı) bir üslup kazanan dinsel söylemin ilahi vahiy ile tashihine, tecdidine gerçekten zaruret doğmuştur. Aksi takdir de her an kendisiyle ve her şeyiyle çelişen eceli dinsel söylem, halkın ve yönetenlerin birbirinden razı olduğu bir ortamı var edebilir. Ama bu sonuç çokluk Hakk‘ın memnun olmadığı, daha doğru bir ifadeyle razı olmadığı bir ortamdır. Hakk’ın rıza göstermediği bir son ise kötü akıbettir. Resmi ve gayri resmi herkesin gönlünde yatan, etliye sütlüye bulaşmayan, siyasetten ALLAH’a sığınan, toplumları ve bireyleri yönetmeye kalkmayan belki yalnızca vicdanlara hafif bir korku salan şu “Türk Tipi Müslümanlık” sorgulanmalıdır.

Türk Halkların İslami Yaşantısı

Bir toplum ki düşünme melekesini pek fazla kullanmaz, ama sıra dine geldiği zaman tabir caizse kafasına göre takılır, ne hikmetse o noktada dini keyfine uydurur. Düşünmemek yerine nükteler, fıkralar, maniler, espriler, dervişan öyküler, mitolojiler, platonik ve her türlü aşk masalları, efsun, uğur, şans teraneleri, yani bir cümle çok anlamlılık bazen anlamsızlıklarla ömrünü harcar. O toplumun felahı elbet gecikir. Halkın bütün bu yatkınlığı var gücüyle destekleyen aydınlar bu tutumları bir de milliyetçilik muhafazakarlık sanmazlar mı? Varın hesaplayın erişilen yanlışlığın boyutunu. Bir garip dünyadır bu toplumun dünyası ki yaşarken din ve Allah’a karşı tepkisinin düzeyi hangi şiddette ise ölünce arkasından hem de namazını kılanlar tarafından aynı şiddette “ iyi biliriz” denilir. Sonra inanıp inanmadığı meçhul Allah’ı adına namazı kılınıp defnedilir. Ancak onların içlerinden samimi birisi çıkar, “ benim namazımı kılmayın, ben inanmıyorum” derse herkesin daha çok tepkisini çeker, ne demek namaz kılmamak, diye… Samimiyetsizliğe prim ve ödül dağıtılırken, samimiyetin ödülü horlanmak mı olmalıydı?

Toplumlarında huyları, karakterleri, alışkanlıklar vardır. Huy değiştirmek alışkanlıklardan vazgeçmek zordur. Türkiye toplumu şimdi bu en zor kapının eşiğindedir geleneksel deyişle, eşikte duranı yel çabuk çarpar. Kapıyı kapatıp acilen ya içeri girecek ya yine dışarıda kalacaktır. Bizim aralarında yaşadığımız, birçoğu akrabamız olan kendi toplumumuza önerimiz, Müslümanlık iddiasının sadra şifa verecek biçimde hakikatle örtüşmesi için “Müslümanın yeniden Müslüman olması” gerekmektedir. Yüzyılımızın başında büyük Müslüman düşünür Muhammed İkbal’in ifadesiyle: “Kaç Müslümanlardan sığın Müslümanlığa” sanırız yeni yüzyıllar bu sözü iki şıkkıyla da doğrulayacak Müslümanları beklemektedir. Duygu sömürüsüne değil düşünceye çağrıldığının, kurtuluşun nükte ve fıkralarda değil Allah’ın ayetlerinde yazılı bulunduğunun bu topluma, bu insanlara birileri tarafından söylenmesi artık gerekliydi. Her geçen gün ihtiyaç biraz daha artmaktadır.

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

 

 

Türk Futbolu

Türk Futbolu

Geçmişten günümüze üç büyükler olarak adlandırdığımız, Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe kulüpleri cumhuriyetimizden 15,20 yıl öncesinde kurulan çınar ağaçlarımızdır. Bu üç yüzü de kulüp arasında nice maçlar nice kupalar zaferler efsaneler Türk futboluna altın harflerle imzaların isimlerini yazdırmıştır. Baba hakkı, Süleyman Seba, Metin oktay, Turgay Şenerler, mehmetçik basri, Zeki Rıza Sporel, Ali Sami Yen, Şükrü Saraçoğlu, Lefter, can bartular adı sayamayacağım sayısız Sporcular Türk futboluna kazandırılmıştır. Bu üç kulübün arasındaki tarihi rekabete katılan Trabzonspor olmuştur şampiyonlığuyla altyapısından çıkardığı futbolcularla Türk futboluna kazandırılmıştır. Bunlara 1959 şampiyonluklarının sayıldığı 2023 yılına kadar Bursaspor ve Başakşehir futbol kulüpleri hegemonyalarına Son vermiştir. Bir o kadar üzücü bir olayda şu an Bursaspor içinde bulunduğu durumdur. Türk futboluna kazandırdığı nice yetenekli futbolcular bulunuyor, bunlar Sercan Yıldırım, Özan ipek, volkan Şen, Özan Tufan, Şener Özbayraklı ve adını sayamadığım bir çok futbolcu çıkarmıştır. Bunlar en ince konularca irdelenecek konulardır. Hemen hemen bahsettiğim kulüplerimiz şu an ekonomik sorunlarla boğuşmaktadırlar. UEFA nezdinde finansal Fair-Play anlaşmaları imzalamamakta bu kurallara uymayan kulüplerimize cezai yaptırım uygulanmaktadır.

Gündemimizi meşgul eden konulara gelecek olursak Fenerbahçe’nin 1959 öncesi şampiyonlukları, İstemesini gelirsek bence haklı olarak kabul görmesi gerekir. Sebeplerine değinirsek, Beşiktaş futbol kulübü 1957 ve 56 şampiyonluklarının verilmesi ve bahsettiğim efsane Türk futbolcularına Vefasızlık olur. Hem kendi aralarında bu maçları Yoksaymak tarihlerinede kara bir leke sürer. Göztepe Vefaspor, Altay 1959 önce hangi takımın şampiyonluğunu varsa o kulüplere bir hakkın teslim edilmeli bu konuda kurulan TFF Komisyonu bir an önce karara bağlamalıdır.

Bir diğer konuya değinecek olursak, ülkemizde yaşanan asrın felaketi olarak nitelendirilen 6 Şubat depremlerinin yaralarını sarmaya çalışırken tüm hayatını kaybeden yurttaşlarımızın mekanları cennet olsun. Yaralı olanlara Rabbim bir an önce şifa versin geride kalanlara sabırlar versin. Hiçbir yardım bu yaralara kabuk bağlamaz ama bir nebze olsun acılarını dindirmek adına bu üç güzide Türk futbol takımını ezeli rekabeti bir kenara bırakarak ezeli dostluk adı altında metin Oktay’ın jübilesinideki gibi formalar değiştirilip ya da fenerbahçeli futbolcular beyaz-siyah-kırmızı, Galatasaray, beyaz-lacivert-siyah, Beşiktaş ise sarı-lacivert, kırmızı formalarla buna Trabzonspor’u da dahil Edip renklerin dostluğu adı altında bir turnuva düzenleyip hem rekabeti bir kenara bırakıp futbolun birleştirici gücünü Türk futbolunun dünya kamuoyuna biz biriz demesi gerekmez mi? Tüm şahsi menfaatler bir kenara bırakılarak sadece hayatını kaybeden vatandaşlarımız için geride kalanları tekrar sevindirip tüm yardım gelirlerini depremzede vatandaşlarıma bağışlamak bence süper olur. Tüm fanatik taraftarların da hoşuna gidecek bir ömür boyu konuşup nesilden nesile aktarılacak bu fikri siz değerli okurlar sayesinde TFF ve kulüp yöneticilerine sunan bir an önce değerlendirilip onaylanmasını talep ederim.

Bizim Çocuklar

Bir diğer konuda Türk futbolunun gelişmemesinden hem hüsran yıllardır bunu ekran başlarında körükleyen spor yorumcularına ve spor yazarlarını soruyorum. Siz Türk futbolu için ne yaptınız konuşmaktan başka, tabii ki bunu söylerken balık baştan kokar misali ile konuya giriş yaparsak herkes bildiği işi yapsın kastıyla konuşuyorum. Futbolu, futbolu bilenler yönetmeli buna nasıl bakalım bir manav, fırıncı ve yahut Kasap gelip teknik direktörlük yapabilir mi tabii ki yapamaz niye çünkü antrenman bilgisi yok taktik strateji bilmeden teknik direktör olunmuyor.

Futbolcular bile jübile yaptıktan sonra kurslara gidip sınavlara girip kazandıktan sonra olabiliyor. Bugün kulüp yöneticilerimize bakacak olursak çoğu hatta hiç biri diyebilirim ki futbolun içinden gelmiş değil. Köşesinden kıyısından geçmiş insanlardır. Bugün federasyona baktığımızda bu konu böyle pek ala bu konuyu nasıl bir varsayımla sonuca bağlayalım her kulüpte başkanın yanında iki tane futboldan gelmiş yönetici ve alt yapılara kulübün en çok maaş alan futbolcusu kimse o kadar ücreti alt yapıya aktarmak zorunda olacak bir diğer husus kulüplerden bağımsız Spor bakanlığı ve TFF 81 ilde kuracağı tesislerle o şehrin ilçe, kaza ve köylerine kadar gidip yetenekli Türk futbolcuları bulup yetiştirip ülke futboluna kazandırmak zorundadır. Bunlar olmadığı sürece de Galatasaray’ın milenyumda kazandığı UEFA kupası ve Süper kupa başka milli takımın üçüncülüklerini konuşup vakit kaybetmekten başka yabancı sınırına indirip çoğaltmaktan başka bir işimiz kalmayacak. Bunun devamında işi bilenle iş tutulmalı gerek bu işin okulunu okumuş gerekirse eski profesyonel Futbolcular tutularak ülke genelinde gönüllü kişilerle beraber bu genç yetenekleri birer birer bulup Türk futboluna kazandırılmalıdır. Son olarak ülkemizin hırvatistan’ı yendiği maçta altı futbolcu Kerem Aktürkoğlu, Samet akaydın, Abdülkerim Bardakcı, İsmail yüksek, cengiz Öz kaçar, Barış Alper Yılmaz Gibi Türk futbolcuların 3,4 yıl öncesine kadar PTT ikinci ve üçüncü ligde. Top koşturduklarını da unutmayalım yıllık ve dönemsel kararlar yerine gelecek 40 yılın hesabını yaparak bu işleri imtiyazla yapmalı her kesimden destek alıp bu yetenekli gençleri Türk futboluna kazandırıp hem kulüp bazında hem de milli takımdaki başarılarını devamlı ve sürekli hale getirebiliriz.

TÜRK HAKEMLER

Yıllardır kanayıp duran herkezin dem vurduğu konu Türk hakemleri başarılı hakemlerimiz var mıdır? Bence vardır. İsim söylemeden geçiyorum çünkü kimseyi zan altında bırakmak istemiyorum ama bir Deniz Ateş Bitnel vakası yaşandı bu ülkede bence tüm Türk futbolundaki hakemleri A dan Z ye tüm kurallardan başlayarak hepsini temizlemek yeni yüzlere yeni hakem komiteleri ile bu işe başlamak, temizlik iyidir sayın hakem camiası hiç kimseye isim vermeden şaibeye yer bırakmadan hepsini ya hepsini temiz dürüst gençlerimizden seçerek bu sürede süper lig maçlarını da Bir yıl boyunca yabancı hakemlerle yönetilerek ya da Türk gençliğine güvenip bu kalıplaşmış hakem camiası ‘nı tek celsede A dan Z ye Yollayalım yeniden ligimize dönerek Var’da Varken temiz yönetim temiz futbol anlayışıyla başta Spor Başkanlığı, TFF ve kulüpler birliği’nden bunu yapmalı yoksa her maç sonu kimin canı yandıysa hakem tartışmaları devam Edip gider. Bu konu hakkında kısa ve net çözüm budur başka çözümler arayan işi yokuşa sürüp saman altından su götüren kişilerdir.

A Milli Takım

TÜRK FUTBOLUNDA ŞİKE

3 Temmuz 2011 yılında şike operasyonuyla Fenerbahçe Spor kulübü başkanı Aziz Yıldırım bazı yönetici arkadaşları futbolcuların adı altında operasyon çekildi meşru feto terör örgütü gerek emniyetteki güçleri ve paralı hakim ve savcılarıyla bu operasyonu yaptı. Aziz Yıldırım’ın güçlü ve dik duruşu sayesinde fetö’nün gerçek yüzü bu ülkede ayyuka çıkmış dürüstlüğü korkusuzluğuyla ne şikesi memleket elden gidiyor demişti. ve bugün beraat Edip bir kez daha haklılığını teyit edilmiş fetö’nün bir kumpasını çökertmiştir. O gün TV programlarında Aziz Yıldırım’ı yakından tanıyanlar hariç hepsi şike vardır demiş bir nevi fetö yandaşlığı yapmıştır. Bugün tekrardan fetö’nün kirli yüzü ortaya çıkmış asırlık çınar Fenerbahçe ve dönem başkanı ve adı geçen kişiler alınları ak ve temiz bir şekilde kendilerini aklamışlardır. Ve o dönem federasyon başkanlığı yapan M.Ali Aydınlar Şürekası Kafalarını öne eyip işlerine geri dönmüşlerdir. İvedi bir şekilde tüm mağduriyetlerinin giderilmesi Fenerbahçe’nin maddi manevi hakları verilmeli. O dönem oynanması gereken süper kupa maçı oynatılmalı Beşiktaş’ın Türkiye kupası iade edilmeli Aziz başkana gerekirse devlet nişanı veyahut

Tüm Türkiye önünde onura edilmeli Fenerbahçe camiasıyla taraftarıyla başkanıyla ülkemiz geleceğine göz süren örgütü çökertmesi ile ilgili belgeseller çekilmeli ve takdir edilmelidir.

A MİLLİ TAKIM

Milli takımımızı tebrik eder bizim çocukları kutlar VICENZO MONTELLA’ yıda ayakta alkışlıyorum. Bir teknik direktörün etkisi nedir diye sorsalar buna en iyi örnek olarak gösterilecek bir konu Türk futbolunu bilen tanıyan menfaatsiz çıkarsız ayrımcılık yapmadan futbolcularımızın yeteneklerinin farkında olan onlara bunları aşılayan ve ikna ederek bizi Almanya’ya götürüp Orda’da başarıya ulaşıp hatta kupaya ulaşacağımızdan canı gönülden inanıyorum. Bir aksilik olmazsa bunu da buraya not ediyorum 20.10.2023 saat 18:44’te Kaleme dökülen bu yazım Bizim çocukların şampiyon olup ülke futbolunu altın çağını yaşatacağına eminim. Haydi bizim çocuklar Türk futbolunu gücünü ve yeteneklerinizi tüm dünyaya gösterme vakti yeterki inanın başaracaksınız. Şampiyon olurken de devamlılığımızı esas alıp Montellanın bilgisi ve dahilinde tüm alt yaş milli takım oyuncularını da takip etmesi formayı hak edene vermesini tavsiye eder. Bizim çocukları şimdiden tebrik ederim yeterki inanın zafer bizimdir belki bizi Avrupada Yapabilecegine inanırsam başlangıçta sahip olmasan bile onu yapacak gücü kendimde bulurum. Bizler inandık Sizlerde inanın.

Yusuf İslam Burhan

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

error: İçerik korunuyor !!!