Büyük Doğu

BÜYÜK DOĞU (DAVAMIZ) Musab Yasir Özen

BÜYÜK DOĞU (DAVAMIZ)

Musab Yasir Özen

Anlaşılırlık
Biz insanlara, amacımız apaçık sunmayı, sistemimizi gözlerinin önüne sermeyi ve onları güneşten daha parlak, sabahın beyazlığından daha açık, gündüzlerin aydınlığından daha aydınlık olan davamıza açıkça ve mertçe davet etmeyi severiz.

Masumluk
Yine aynı şekilde milletimizin bütün müslümanlar’ın Büyük Doğu” davasının masum ve saf bir dava olduğunu bilmelerini isteriz. Davamızın saffiyeti öylesine berraklaşmıştır ki, davetçilerimiz şahsi arzularını aşmış, maddi menfaatleri değersiz görerek bırakmış, arzu ve heveslerini arkasına atmış. Hak Tebareke ve Teala’nın davetçileri için belirlediği yolda ilerlemeye başlamışlardır.

De ki, bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar apaçık bir şekilde insanları ALLAH’a davet ederiz. O ALLAH ne yücedir. Ben asla O’na şirk koşanlardan olamam. (Yusuf, 108)

Biz insanlardan bir şey istemiyoruz. Bize mal vermelerini şart koşmuyoruz, mükafat da beklemiyoruz. Onların bizi övmelerini beklemiyoruz. Ne bir karşılık ne de bir teşekkür umuyoruz.

Karşılıksız Sevgi
Yine milletimizin bilmesini isteriz ki onlar bizlere kendi nefsimizden daha sevimlidirler. Bilinmelidir ki bu insanlar feda edilecek bir şeyleri varsa onu bu ümmetin izzeti için feda etmeye can atanlar, eğer bir mal varlıkları varsa onu bu milletin varlığı, saygınlığı, dini ve amaçları için sarf etmeyi arzularlar. Bizi bu konuma getiren şey kalplerimizi saran, hislerimize hakim olan sevgimiz, uykularımızı kaçıran ve gözlerimizden kan yaşları akıtan endişemizdir. Milletimizi bu halde gördükten sonra yine tembelliğe devam etmemiz, gevşekliğe ve ümitsizliğe boyun eğmemiz bizim için asla mümkün değildir. Biz kendi nefsimiz için çalıştığımızdan çok ALLAH yolunda insanlar için çalışıyoruz. Bizlerin varlığı türküm ve Müslümanım diyenler içindir.

“Üstünlük Ve Başarı Yalnızca ALLAH’ındır.”

Biz, hiçbir şeyi kendi başarımız olarak görmüyor, kendimizde bir üstünlük hissetmiyoruz. Biz sadece ALLAH‘ın şu sözüne iman ediyoruz.

“Aksine, sizi hidayete erdirmek suretiyle en büyük işi ALLAH yapmıştır. Eğer doğrulardansanız.” (Hucurat, 17)

Eğer dilediğimiz fayda verirse, dileriz ki ALLAH ümmetimizin kalplerini açsın da görsün ve işitsinler, baksınlar ki acaba “Büyük Doğu İdeolocyası na samimi olarak gönül vermişlerdi, milletin ıslahı için gayret göstermekten başka hiçbir his var mı? Biz de içine düştükleri bu hale üzülmemizden başka bir şey bulabilecekler mi? Fakat bize ALLAH yeter. O bunların hepsini biliyor. Bizi hak yoldan ayırmamak için onun kefaleti yeterlidir. Kalplerimizin bağları ve anahtarları onun elindedir.

ALLAH kimi hidayete erdirirse o artık sapmaz. Kimi de saptırırsa o artık doğru yolu bulamaz” (Zumer, 36-37)

“ O, bize kafidir, o ne güzel yardımcıdır.”

“ALLAH , kuluna yeterli değil midir? “ (Zumer, 36)

Büyük Doğu’nun İstediği Dört Sınıf

İnsanlardan istediğimiz yegane şey karşımızda şu dört sınıftan biri olmalıdır.

Salih Mirzabeyoğlu

1. İnananlar

Büyük Doğu” davasına inanan, sözümüzü doğrulayan ve prensiplerimizi beğenen, onda bir hayır gören, kalben tatmin olan ve faydasına inanan kişi. Biz bu kişiyi derhal bize bağlanmaya ve bizimle beraber çalışmaya çağırıyoruz. Ki böylece mücahitlerin sayıları artsin ve davetlilerin sesleri yükseltsin. Çalışmaya katılmadıkça inanmanın hiçbir anlamı yoktur. Sahibini onu gerçekleştirmeye ve uğurun da fedakarlık yapmaya sevk etmeyen bir inancın da hiçbir faydası yoktur. Kalplerine ALLAH‘ın hidayetini yerleştirmesi ile hayırda öne geçen Sahabeler de böyle davranmış, peygamberlerine tabi olmuş, onun getirdiklerine iman etmiş, ve onun yolunda hakkıyla cihad etmişlerdi. Bu kişiler için ALLAH en güzel mükafatı verecektir. Onların sevabı tıpkı tabi oldukları kişinin sevabı gibi olacak ve asla ondan eksik kalmayacaktır. 

2. Tereddütler

Bu kişi, henüz, hakkı tespit edememiş, sözlerimizdeki samimiyeti ve faydayı anlamamış olan kişidir. O, henüz kararsız bir şekilde bocalamak ta’dır. Bu kişiyi tereddütle baş başa bırakır ve ona şöylece tavsiyede bulunuruz:

– Bizimle bol bol ilişki kur, uzaktan ve yakından faaliyetlerimizi takip et, kitaplarımızı oku, cemiyetlerimizi ziyaret et, kardeşlerimizle tanış, inşallah bundan sonra bizim hakkımızda senin kalbine güven gelecektir. Daha önce de peygamberlere uyanlar arasında evvela böyle tereddütlü şekilde davrananlar olmuştur.

3. Menfaatperestler

Kendisine bir menfaat kazandıracağından emin olmadıkça destek vermeyi istemeyen ve ancak bir ganimet karşılığı gayret gösteren kişilerdir. Onlara deriz ki:
– Kusura bakma. Bizim yanımızda, ancak samimi davrandığın takdirde ALLAH‘ın sana vereceği sevap ve hayırla davranışlara devam ettiğinde kazanabileceğin bir cennetten başka bir şey yoktur. Biz, şeref yönünden üstün mal yönünden ise fakir kimseleriz. Bizim işimiz, beraberimizdeki insanlar için fedakarlık etmek, elimizdeki bütün malımızı dağıtmaktır. Tek dileğimiz de en güzel dost ve yardımcı olan ALLAH‘ın rızasıdır. Eğer Allah’ü Teala onun kalbini hırsın baskısından kurtarırsa, ALLAH indinde olanın hayırlı ve ebedi olduğunu bilecek, bu dünyaya ait bütün varlığını, ALLAH‘ın ahirette vereceği sevaba nail olmak için feda etmek üzere ALLAH ordusuna katılacaktır.

“Sizin yanınızdaki şeyler tükenir, ALLAH’ın yanındakiler ise bakidir.” (Neml, 96)

Eğer bu kişi, uzak durur, nefsine, malına, dünyasında, ahiretin de, ölümünde ve yaşamında evvela ALLAH‘ın hakkı olduğunu kabullenmez ise hiç şüphesiz ALLAH ondan ve hakkı görmeyen her kişiden münezzehtir. Resulullah (S.a.v)’a biat ederken de onun vefatından sonra da kendilerine amirlik verilmesini isteyenler de aynen bunlar gibiydiler. Fakat Resulullah, onlara sadece şunu bildirmekle yetindi.

“Arz Allah’a aittir. Onu kullarından dilediğine verir. Akıbet müttakilerindir.” (Araf, 123)

4. Karşı Çıkanlar

Bunlar, bizim hakkımızda kötü düşünen, şüphe ve tereddütten kurtulamayan kimselerdir. Bunlar bize koyu siyah bir gözlükle bakanlar. Bizden şüpheyle ve dışlayarak söz ederler. Gurur da inat etmekten sakınmaz, şüpheleri gidermeye çalışmaz ve evhamlarıyla birlikte yaşarlar. Bu durumda ALLAH’ın ona ve bize hakkı hak gösterip ona tabi olmamızı, batılı batıl gösterip ondan sakınmamızı sağlamasını niyaz ederiz. Çünkü her şey onun elindedir, hidayete erdirmek de ona aittir. Eğer çağrıya kulak verenlerden ise onu davet eder, söz dinleyenlerden ise ona nasihat ederiz. Yegane ümit kaynağımız olan ALLAH’a onun hayrı için dua ederiz. ALLAH’u Teala bu insanların bir kısmı hakkında peygamberlerine şu ayeti kelimeyi indirmiştir.

“Sen sevdiklerini hidayete erdirmezsin, fakat Allah dilediğini hidayete erdirir. “ (Kasas, 80)

Bu nedenle onları seveceğiz ve onların bize meyletmelerini, davamıza güven duymalarını temenni edeceğiz. Onlar hakkında efendimiz Muhammed Mustafa’nın bize bildirdiği şu sözü söylemekle yetineceğiz.

“Allah’ım kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar. “

Artık insanların bize karşı bu dört sınıftan biri olmayı tercih etmelerini diliyoruz. Artık müslümanların amaçlarını anlamalarının, yönlerini tayin etmelerinin ve bu yolda amaçlarına erinceye kadar çalışmalarının vakti çoktan geçmiştir. Bu şaşırtıcı gaflete, eğlenceli oyalanmalarla, aldatılmış kalplere, kör yönelişlere ve her konuşanın peşine takılmaya, stadyumları doldurup, Semt hoklabazları’na, akıllarını kiraya vermeye, uyuşturucu bataklıklarında çırpınmaya ve bu tip şeylere yer yoktur.

“Delikanlı hala ne diye oyunda oynaştasın, Fatih’in İstanbul’u fetih ettiği yaştasın.“

Kendi Varlığından Vazgeçmek

Milletimizin bilmesini isteriz ki ancak her yönüyle uyum sağlamayı kabullenenler, canından, malından, vaktinden ve sıhhatinden sorumlu olduğu oranda fedakarlık yapabilirler bu davaya layık olabilirler.

“De ki; eğer, babalarınız, evlatlarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretleriniz, kazandığınız mallarınız, kesat gitmesinden korktuğunuz alışverişiniz, ve hoşlanmadığınız evleriniz size Allah’tan, Resulü’nden ve onun yolunda cihad etmekten daha sevimli geliyorsa, Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyiniz. Allah fasıklar kavmini hidayete erdirmez” (Tevbe, 24)

Büyük Doğu’nun daveti asla şirki kabullenmeyen bir davettir. Tevhid, onun karakteridir. Kim bu esası kabullenirse Büyük Doğu davasını yaşar ve yaşatır. Bu temel esası ihmal ederler ise mücahitlerin sevabından mahrum kalır, geride kalanlara denk olur ve oturanlarla beraber otururlar. O zaman ALLAH çağrısını başka bir kavme yöneltir.

“O, müminlere karşı şefkatli, kâfirlere karşı şiddetlidir. Müminler, ALLAH yolunda cihad eder ve kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, ALLAH’ın dilediğine verdiği bir mükafattır. (Maide, 52)

Büyük Doğu Davasının Açıklığı

Biz insanları bir takım prensiplere davet ediyoruz. Bu prensipler, açık, belirli ve insanların bir çoğunu teslim olduğu İslam’ın prensipleridir. Bütün müslüman ülkeleri (Afganistan, Arnavutluk, Azerbaycan, Bahreyn, Bangladeş, Benin, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Brunei Darüsselam, BurkinaFaso, Cezayir, Cibuti, Çad, Endonezya, Fas, Fildişi Sahili, Filistin, Gabon, Gambiya, Gine, Gine Bissau, Guyana, Irak, İran, Kamerun, Katar, Kazakistan, Kırgızistan, Komorlar, Kuveyt, Libya, Lübnan, Maldivler, Malezya, Mali, Mısır, Moritanya, Mozambik, Nijer, Nijerya, Özbekistan, Pakistan, Senegal, Sierra Leone, Somali, Sudan, Surinam, Suriye*, Suudi Arabistan, Tacikistan, Togo, Tunus, Türkiye, Türkmenistan, Uganda, Umman, Ürdün, Yemen.) bu prensipleri tanır, gereğine iman eder ve bu prensiplerin mutluluk ve rahatlığı için yegane reçete olduğuna samimiyetle inanırlar. Bu prensipler, ebedi iyilik ve varlık âlemini ıslah edebileceğini bizzat tarihi tecrübelerince ispatladığı prensiplerdir.

Bu prensiplere iman etmek noktasında birleştikten sonra kavmimizle bizim aramızda kalan yegane fark onların imanı ; kalplerde uyuklayan, miskin ve tembel bir duygu olarak algılamalar, hükmünü uygulamayı ve gereğini yerine getirmeyi istemeleri, Büyük Doğu’cuların ise imanı, nefislerinde alevli ve canlı, kuvvetli ve uyarıcı bir şekilde kabullenmeleridir. Biz doğulularda söyle acayip bir psikolojik hal vardır; inandığımız şeyden bahsedilince öyle heyecanlanırız ki bizi gözetleyen insanlar bu inanç uğurun da başarıncaya dek dağları devireceğimizi, canimizi, malımızı feda edeceğimizi, her türlü zorluklara katlanacağımızı ve kahramanlıklar göstereceğimizi zannederler. Fakat sözün tesiri geçip topluluk dağılınca, imanımızı tamamen unutur ve fikrimizden uzaklaşırız. Bu yolda en basit bir mücadeleye gelişmeyi bile aklımıza getirmeyiz. Bu unutkanlık ve gaflet o derece büyür ki bazen fikrimizin tam zıddını kasten veya gayri ihtiyari isteriz. Fikir, amel veya düşünce adamlarından birisinin aynı günün iki yakın saatinden birinde inkarcılarla ikarcı, ötekisinde ise ibadet edenlerle beraber abid olduğunu görseniz şaşırarak gülmez misiniz? İşte bu gevşeklik, unutkanlık, gaflet ve uyuşukluk bizi, davamızı anlatmaya sevk etmiştir. Bu dava, sevgili milletimizin ana esaslarına zaten iman etmiş olduğu Büyük Doğu İslam Davasıdır.

Davalar, Davetçiler Ve Araçlar

Sözümüzün başına dönerek diyoruz ki, Büyük Doğu Davası, esaslı prensipleri olan bir davadır. Bugün doğuda ve batıda insanların akıllarını işgal eden ve kalplerini karıştıran ideolojiler, prensipler, fikirler, mezhepler, münakaşalar vardır. Bunlardan her birini öven taraftarları, yaymaya çalışan evlatları, aşıkları ve mürşitleri vardır. Onlar davalarının meziyet ve güzelliklerini anlatır, davalarını insanlara güzel, şaşaalı ve parlak bir şekilde sunmaya çalışırlar.

Günümüzdeki davetliler eskiye oranla özellikle batı’da daha iyi eğitilmiş, hazırlanmış ve donatılmış kişilerdir. Her fikir kendi karanlık yönlerini açıklayan, güzelliklerini ortaya seren, insanların kalplerine en kolay yoldan sızması ve onları tatmin etmesi için bütün reklam ve propaganda yollarını kullanan bir davetçi ordusuna sahiptir.

Davetçilerin kullandığı araçlara gelince bunlarda eskiye oranla son derece farklıdır. Eski davetliler ancak topluma söyleyebildikleri veya eserleri geçirebildikleri birkaç sözle davalarını anlatabilirlerdi. Şimdiyse yayın organları, dergiler, gazeteler, kitaplar, tiyatro ve filmler, radyo ve televizyon propaganda aracı olarak kullanılmakta, bu fikirlerinin kadın-erkek bütün insanların kalplerine, evlerine, ticarethanelerine, fabrikalarına ve tarlalarına ulaştırılması için bütün vesilelere başvurulmaktadır. Bu nedenle davetlilerin arzuladıkları amaca ulaşıncaya kadar bu araçların tamamını en güzel şekilde kullanmaları gerekmektedir. Bu açıklamaları neden yapıyoruz? Burada, ikinci kez geriye dönerek diyeceğim ki; dünya şu anda siyasi, milliyetçi, ırkçı, ekonomik, askeri ve barışcı ideolojilerin arasında sıkışıp kalmıştır. Büyük Doğu mensuplarının güttüğü bu kutsal davanın bu karmakarışık ortamda konumu nedir?

Büyük Doğu

Büyük Doğu Işığında İslam Anlayışımız

Büyük Doğu Davasını tüm yönleriyle ifade eden tek kelime İslam’dır. Bu kelimede insanların anladigi dar manalardan başka çok geniş manalar gizlidir. Biz inanıyoruz ki; İslam, hayatın bütün safhalarını düzenleyen, bütün problemlere çözüm yolu gösteren, her konuda en hassas hükümleri veren, hayati problemler karşısında eli kolu bağlı kalmayan ve insanların ıslah etmesi mümkün olan yegane nizam olarak çok geniş manalar içermektedir. Bazı insanların İslam’ı sadece, bazı ibadet biçimleri ve ruhi haller olarak dar bir alana sıkıştırmaları büyük bir hatadır. Onlar, islam hakkındaki bu dar anlayışları nedeniyle yaşamlarını ve iradelerini çok dar bir çerçeveye sıkıştırmışlardır. Fakat biz İslam‘dan bundan başka, dünya ve ahiret işlerini düzenleyen geniş ve derin bir anlam çıkarıyoruz. Biz bunu kendimiz iddia etmiyor veya uydurmuyoruz. Aksine bu bizim ALLAH‘ın kitabı olan ve ilk müslümanlar’ın yaşayış tarzlarından çıkardığımız bir sonuçtur. Bizle alakadar olanlar “Büyük Doğu Davası” olan İslam kelimesinin ifade ettiği en geniş manayı anlamak istiyorsa, nefsini, heva ve ön yargılarından arındırdıktan sonra Mushaf-ı Şerif-i eline alsın ve Kur’an ‘ ın ne demek olduğunu anlatsın. Bu takdirde Büyük Doğu Davası’nı kolaylıkla anlayacaktır. Evet davamız İslam davasıdır. Bu kelimenin ifade ettiği bütün özelliklere sahiptir. ALLAH’ın kitabı islamın esasları ve temelidir. Resulullah’ın sünneti kitaba dayanır. ve onu açıklar. Selefi Salih’in yaşam tarzları ise ALLAH‘ın emirlerine uymaları ve doğrudan doğruya Resul’ünün öğretisinden haberdar olmaları nedeniyle İslam’ın pratikteki öğretisidir.

ÇEŞİTLİ DAVALARA KARŞI BÜYÜK DOĞU TAVRI

Bu asırda insanların kalplerini ayıran fikirlerini karmakarışık eden davaları, davamızın terazisinde tartarız. Uygun düşenleri hoşlukla kabul eder, aykırı olanlardan ise uzak dururuz. Biz inanıyoruz ki davamız genel ve kapsamlı bir davadır. Hangi davada olursa olsun, hayırlı olan şeyleri asla dışlama, alır ve kabulleniriz.

1. Vatanseverlik

İnsanların bazen vatanseverlik, bazen de milliyetçilik davalarına sarıldıkları görülmektedir. Doğuda, özellikle doğulu milletlerin batılıların kendilerine yaptıkları kötülükleri, şereflerine, üstünlüklerine ve istiklallerine el uzattıklarını, mallarını aldıklarını ve kanlarını akıttıklarını görmelerinden sonra bu milletler batının içlerinde yaktığı bu ateşle tutuşmuşlar, vatanseverliği ihmali mümkün olmayan bir görev saymışlar, bütün güçlerini, gayretlerini ve imkanlarını harcayarak batının boyunduruğundan kurtulmaya koşmuşlardır. Liderlerin dilleri, gazetelerin sahifeleri, hatiplerin konferansları ve insanların sloganları vatanseverlik ve milliyetçiliğin önemini haykırmaya koyulmuştu. Bütün bunlar güzeldi. Fakat güzel olmayan şey doğulu müslümanlar’ın, bu fikirlerin Avrupalıların söylediklerinden ve yazdıklarından daha güzel, daha etraflı, daha hassas ve daha arınmış bir şekilde İslam’da ifadesini bulmasına rağmen İslam‘dan kaçınmaları, Avrupalıları kör bir şekilde taklide dalmaları ve İslam’la bu fikirlerin karşıt iki tarafı temsil ettiğini zannetmeleridir. Hatta, bazıları İslami düşüncenin milletin birliğini parçalayacağını ve gençler arasındaki bağları zayıflatacağını sanmışlardır. Bu hatalı kuruntu doğulu milletler için her yönden zararlı olmuştur. İşte bu yanlış kuruntu nedeniyle şimdi sizlere Büyük Doğu’nun vatanseverliğe yönelik bakışının ne olduğunu belirtmekte fayda var. Bu tavır Büyük Doğu’cuların kendilerinin kabul ettikleri ve insanlara yaymak için gayret gösterdikleri tavırdır.

a) Duygusal Vatanseverlik

Eğer vatanseverler davalarından bu toprakları sevmeyi, bağlanmayı, ona karşı arzulu olmayı ve vatana derin duygularla bağlanmayı kastediyorlarsa bu hem insan fıtratında bulunan hem de İslam tarafından emredilen bir husustur. İşte, her şeyini dini ve inancı uğruna feda eden Bilal (r.a) hicret yurdu Medine’de vatanı olan Mekke’ye ince ve hassas duygularıyla şöyle hitap ediyor:

“Mekke vadilerinde bir gece kalabilecek miyim?
Çevremdeki güzel otlar ve çiçekler arasında …
Bir gün meccane suyuna varabilecek miyim?
Same ve Tufeyl dağlarını görebilecek miyim?”

Yine Resulullah (S.a.v) şair Useyl’in Mekke’yi anlatışını dinlerken hasretle gözlerinden yaşlar akarak:

“-Dur ey Useyl dur ki kalplerimiz durulsun.” Demiştir.

b) Hürriyet ve Şeref Açısından Vatanseverlik

Eğer onlar, vatanseverlikten vatanın işgalcilerin elinden kurtulmasını, istiklâlini kavuşturulmasını ve vatan evlatlarının kalbine hürriyet ve şeref duygularının yerleştirilmesi için elden gelen bütün gayretin sarf edilmesini kastediyorlarsa bu husus da, biz onlarla müttefikiz. Bu konuda İslam son derece sert ve tavizsiz bir tavır takılmıştır;

“Şeref ALLAH içindir, Resulü içindir ve müminler içindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler. “ (Münafikun, 8)

“Allah, kâfirlerin eline, müslümanların aleyhine bir fırsat vermeyecektir. (Nisa, 141)

c) Sosyal Açıdan Vatanseverlik

Eğer onlar, vatanseverlikle aynı ülkenin insanları, arasındaki bağların kuvvetlendirilmesini, fertlerin faydaları gereği olan bu bağı kuvvetlendirmek için aydınlatılmalarını kastediyorlarsa bu hususta da aynı şekilde onları destekleriz. Bunu bizzat gerekli bir vecibe olarak görmüş ve İslam peygamberleri şöyle buyurmuştur :

“Ey ALLAH’ın kulları, kardeşler olunur.” Kur’an ise şöyle demektedir:
“ Ey iman edenler, sizden olmayanları dost edinmeyiniz. Onlar sizi helak etmek isterler, sizin sıkıntıya düşmenizi dilerler. Kinleri ağızlarına, dökülmüştür. Kalplerinde gizledikleri ise daha fazladır. Bu ayetleri size açıkladık, umulur ki akıl erdirirsiniz.” (Ali İmran, 13)

d) Fetihçi Vatanseverlik
Eğer vatanseverlikten, ülkelerin feth edilmesini ve dünyada üstünlük kurulmasını kastediyorlarsa zaten İslam’ın farz kıldığı ve fetihlerin en mübarek ve en faziletlisine teşvik ettiği yol budur. Bu hususta Allahu Teala şöyle buyurmuştur :

“Yeryüzünde hiçbir fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın “ (Bakara, 193)

e) Bölücü Vatanseverlik
Eğer vatanseverlikten maksat, milletimizi çeşitli gruplara ayırıp aralarına çekişme, kin, iftira düşürmek, birbirlerine sövüp itham ederek tuzaklar kurmalarını sağlamak, şahsi menfaatleri için kurulan partilere sımsıkı bağlanan taraflar haline getirmekse bu anlayış, toplumdaki ateşi alevlendirmekten ve onları Haktan ayırıp batıla bağlamaktan başka bir iş göremez. Bu anlayış, insanların birbirleri arasındaki bağları koparır, birbirleriyle yardımlaşmalarını Önler. Onların çekişme ve iftiralar ile uğraşmasını sağlar. Bu tip bir vatanseverliğin ne insanlara ne de davetlilere bir faydası vardır. İşte gördüğünüz gibi biz de vatanseveriz. Fakat biz ancak vatanımız ve milletimiz için hayırlı olan yönleri kabulleniyoruz. Yine gördüğünüz gibi uzun uzun anlattığımız bu vatanseverlik davası da esasında İslam’ın öğretilerinin bir bölümünden başka bir şey değildir.

Necip Fazıl Kısakürek

Vatanseverliğin Amacı Ve Birlik

Vatanseverler bugün Avrupalıların yaptığı gibi önce vatanlarını kurtarmayı, ardından da maddi açıdan yükselmeyi hedef edinmişlerdir. Biz, ise müslümanların boynunda canlarını, kanlarını ve mallarını feda ederek yapmaları gereken bir görevlerinin olduğuna inanıyoruz. Bu görev, insanlığın İslam nuruyla aydınlatılması ve İslam bayrağının yeryüzünün her tarafına yükseltilmesidir. Bu görev yerine getirmek için ne mala ne şöhrete ne saltanata ne de bir millet üzerine sömürge kurmaya ihtiyaç vardır. Bunun için yalnızca Allah‘ın rızasını gaye edinmek yeryüzünü onun diniyle saadete erdirmek ve onun ismini yüceltmek yeterlidir. İşte bu metod, Mukaddes fetihleriyle dünyayı dehşete düşüren, sürat, adalet ve fazilet yönünden tarihin şahit olduğu bütün harikalara aşan Selefi Salih’inin (Allah onlardan razı olsun) metodudur.

İslam dini birlik ve eşitlik dinidir. Karşılıklı hayırda yardımlaşmaya devam ettikleri müddetce diğer dinlerin bağlılarıyla Müslümanlar arasındaki bağları korumayı garanti altına almıştır.

“Allahü Teala sizin, din hususunda sizinle savaşmayanlara ve sizi vatanınızdan sürüp çıkarmayanlara yardımda bulunmanızı ve iyilik etmenizi yasaklama. Allah iyilik yapanları sever.” (Mümtehine,8)

O halde ayrımcılık nereden kaynaklanmaktadır?
Görmüyor musunuz, bir vatan için ülkemizin hayrı için, kurtuluşu ve yükselmesi için, Cihad yolunda insanların ifratta en şiddetli gidenleri ile bile ittifak ediyoruz bu uğurda samimiyetle çalışan herkesi destekliyor ve onlara yardım ediyoruz. Onların gayretleri vatanın kurtulması ve maddi açıdan ilerlemelerini sağlanmasıyla sınırlı kalıyor. Fakat bütün bunlar Büyük Doğu nazarında yolun bir kısmı veya mücadelenin sadece bir aşaması olarak kabul ediliyor. Bunun ardından yeryüzünün diğer bölgelerindeki İslam ülkelerinin ilerlemesini sağlamak ve Allah hitabının, bayrağının oralara da yükselmesini gerçekleştirmek görevi gelir.

2. Milliyetçilik
Büyük Doğu İdeolocyası’nın milliyet karşısındaki tavrına değinecek olursak;

a) Ecdad Milliyetçiliği
Eğer bu tip milliyetçilik fikrini kabullenenler bununla yeni nesillerin ilerlemek, hızlı bir şekilde yükselmek ve başarı kazanmak için atalarının metod’larını takip etmelerini en güzel örnek olarak onları almalarını, evlatların da aynen babalarının yücelttikleri ve zafer kazandıkları yollarla yücelteceklerini kastediyorlarsa bu çok güzel bir metod’dur. Biz bu metodu alır ve destekleriz. Şuanki milletimizi uyarma da, atalarımızdan aldığımız derslerden faydalanmakta değil miyiz? Resulullah (S.a.v)’de şu sözünde büyük bir ihtimalle buna işaret etmektedir:
“İnsanlar madenler gibidirler. Cahiliyye devrinde hayırlı olanları derin anlayışlı davrandıkları takdirde İslam döneminde de hayırlılardan olurlar.”
Görüldüğü üzere milliyetçilik bu faziletli ve değerli şekli ile İslam’da yasaklanmamaktadır.

b) Ümmet Milliyetçiliği
Eğer milliyetçiler, milliyetçilikten kişinin iyilik etmesine ve yardımına en layık olanların, içinde büyüyüp geliştiği kendi kavmi ve milleti olduğunu kastediyorsa bunda hiçbir mahzur yoktur.

c) Teşkilatçı Milliyetçilik
Eğer milliyetçilikten hep birlikte çalışıp cihad etmemizi, her milletin kendine düşen görevi yapması ve Allah’a kavuşuncaya kadar zafer yolunda yürümesi kast ediliyorsa bu çok güzel bir amaçtır. Hürriyet ve istiklal amacıyla doğulu milletlerden hep birisi kendi alanında teşkilatlanarak mücadeleye atılırsa biz onları desteklemekten başka bir şey yapmayız. Bu ve benzeri manalarda milliyetçilik, yegane ölçümüz olan İslam’ın yasaklanmamadığı, üstelik kalplerimize yerleştirdiği ve teşvik ettiği güzel ve hayranlık duyulacak bir fikirdir.

 

Büyük Doğu (Davamız)

d) Cahili Milliyetçilik
Eğer milliyetçilikten eskimiş cahili adetlerin diriltilmesini, geçmiş masalların canlandırılması, yerleşmiş faydalı medeniyetin silinmesini, İslam inancıyla milliyetçilik davası arasındaki ilişkinin koparılması, bazı devletlerin isimlere, yazının harflerine ve konuşmanın kelimelerine varıncaya kadar her yerde İslam’ın ve Türklüğün izlerini silmeye kalkıştıkları gibi saçmalıklara ve yıkılıp gitmiş cahiliyye adetlerini dönmeyi kastediyorlarsa bu tip bir milliyetçilik çirkin, aptalcasına ve akıbeti kötü bir milliyetçiliktir. Bu milliyetçilik, doğulu milletleri şiddetli bir husumete götürür. Bununla birlikte maddi varlıklarının yok olmasına, değerlerinin azalmasına en mühim özelliklerinin şeref ve asaletlerinin en mukaddes görüntülerini kaybetmesine yol açar. Onların böyle davranması Allah‘ın dinine bir zarar vermez.

“Eğer siz yüz çevirirseniz sizin yerinize başka bir milleti getiririz ve onlar sizin gibi dönek de olmazlar.” (Kıtal, 38)

e) Kinci Milliyetçilik
Eğer milliyetçilikten diğer milletleri küçümseyerek onlara düşmanlık yapıp onların aleyhine kendi milletlerinin yücelmesi için daha önce Almanya’nın ve İtalya’nın yaptığı gibi mücadelede bulunmayı kastediyorlarsa ki her millet bu manada kendi üstünlüğünü iddia eder. Bu çirkin bir iddiadır, insanlıkla alakası yoktur. Bunun manası hakikatle alakası olmayan ve hiçbir hayır getirmesi mümkün olmayan insanların birbirleriyle çekişmeleri demek demektir.

Büyük Doğu İdeolocyası’na mensup bireyler bu anlamda ve benzeri noktalarda milliyetçiliğe inanmazlar. Firavunculuk, araççılık, Kürtçülük, Türkçülük, fenikecilik iddiasında bulunmazlar. İnsanların birbirleriyle çekişmek için kullandıkları isim ve lakapları kullanmazlar. Onlar insanların en mükemmeli ve insanlara hayrı öğreten muallim Resulullah (S.a.v)’in şu sözüne kulak verirler:
“Allahu Teala cahiliyyetle Övünmeyi ve atalarla kibirlenme size yasakladı. İnsanlar Adem’dendir. Adem ise topraktandır. Arabın aceme, üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir. “ (Veda Hutbesinden)
Ne doğru, ne güzel ve ne gerçek bir söz… insanlar Adem’den yaratılmışlardır. Bu noktada bütün insanlar eşittir. İnsanlar amellerle fazilet kazanabilirler. Bu nedenle onlara gereken şey hayırda yarışmaktır. İşte iki sağlam prensip. Eğer insanlık bu iki prensip üzerine dayanırlarsa en yüksek derecelere ulaşırlar. İnsanlar Adem’dendir ve birbirlerinin kardeşleridir. Bu nedenle birbirleri ile yardımlaşmaları, birbirlerini desteklemeleri, birbirlerine merhamet etmeleri, hayır yolunda birbirlerine yol göstermeleri amellerde yarışmaları ve insanlık iyice ilerleyinceye kadar her alanda gayret göstermeleri gerekir. İnsanlık için bundan daha kapsamlı bir anlayış, daha faziletli bir terbiye var mıdır?

Yaşasın Büyük Doğu Bizlerden Doğarak.

BAŞIBOŞ

Vatanımda sular akar başıboş;
Herkes birbirini kakar, başıboş.

Bozkırlardan topal bir tren geçer;
Çocuk, merkep, öküz bakar, başıboş.

Yanmaz da yürekler, ateşe atsan!
Bir kibrit bir orman yakar, başıboş.

Tarih, kutuplara kaçmış bir fener,
Buz denizlerinde çakar başıboş.

Yirmi dokuz harflik sözde aydınlar,
Yafta yazar, isim takar, başıboş.

Allah’ım, sen acı bu saf millete!
Aksam yatar, sabah kalkar, başıboş.

                                                                                                                                                                                          Necip Fazıl Kısakürek (1964)

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

 

MUSTAFA ÖZEN

ŞUUR ŞİİR’LERİ / MUSTAFA ÖZEN TAKDİM

İslami idrak vasıtalarından en mühimi akıldır. Kur’an çoğu yerde aklınızı kullanmaz mısınız mahiyetinde bizleri uyarıyor. İnsan doğru ile eğriyi ayırt ederken aklını kullanır. Onu hakem tayin eder. Aklı olmayanın dini de yoktur. Yani dini emirleri yerine getirme de mesul değildir.

İstek ve arzularımızın harice yansıtılması, başkalarıyla anlaşmak veya düşünce karşılaştırmaları yapmak sözlerimizle gerçekleşir. Bazen bir söz hayatımızı değiştirebilir. Tesirli bir şiir kalabalıkları hem etkiler, hem de harekete geçirebilir. Demek oluyor ki, sözün tesiri diğer kuvvetlerden daha etkilidir. Hele fikirler bir de hakka dayanıyorsa, ülkeler gönüller fethedilir. Edebi sanatının kıymeti hiçbir zaman ortadan kalkmaz. Bütün mesele Ölçülü olmaktır. Fert ve cemiyet Hürriyet adına, Beşerin fıtri yapısının aksine bir faaliyet içinde bulunuyorsa, fikre güce malik bulunanlar, bunları her bakımdan tenkit etmeye ve düzeltmeye hakları vardır. Cemiyetlerin kurtuluşu, hakikate göz yummaktır. Bilmediğini idrak edememektir. Bu asırda insanlık kendi eliyle yaptığı düzenlemelerle henüz olgunluk çağına girmekten uzaktır. Tarih ve hadiseler bunun canlı şahididir. Yaşanmış tecrübelere arkasını dönmüş, hem kalesini, hem de siperini kaybetmiştir. İskelet halinde var olduğu iddiasındadır. Bu ise boş bir hayaldir. Kahkahalar arasında feryatlar duyulmadığında, o toplum çarmıha gerilmiş demektir. Mukaddes değerleri sataşan doğruları yanlış tefsir eden, putlara toz kondurmayanların zemme edilmesi hak davayı savunanların birinci vazifesidir. Kullanılan vasıtalar zamanın geçerli silahları olmalı, feryatlar indirilmelidir.

Her devirde olduğu gibi, bu asırda da basın, kitap, gazete, broşür vb. Yayın organlarının her biri birinci kuvvet olmaktan çıkmamışlardır. Milyonları etkileyen haberleşme araçları, anında uzak dünya köşelerine yayılmak suretiyle tesirini icra etmektedir. Umumi efkar ehemmiyetli veya ehemmiyetsiz meselelerle meşgul edilmekte, kitleler kendi istikametleri nde kullanıla bilmektedir. Derhal söylemek lazım ki bütün bu faaliyetler hakikati gizlemek maksadıyla cereyan ediyorsa, elbette bunların karşısına çıkarak, örtbas edilmek istenen hakikatleri ortaya koyma gibi bir vazifemizin olduğunu itiraf etmek zorundayız. Haksızlık karşısında susanlar, dilsiz şeytanın çanını çalıyorlar demektir. Memleketimizde lâik rejimi arkalarına alıp İslam’a saldırmayı kendilerine vazife bilen Kemalistlerin susturulması, itirazsız İslam şuurunun yerleşmesi ile mümkündür. Umumi efkar yıllardır uydurulmuş bir dinle uyutulmuş, laik rejim silahı müslümanların sesini boğmuştur. Her gün insan beynini çürüten tartışmalar, fısıltılar ve gürültülerin umumi efkarda mide bulandırmasından başka bir şeye yaramamıştır. Parti tartışmaları, İlme diz Çöktüren “prof “taslaklarının acıklı halleri şeref bakımından iflas etmiştir.

Menfaat sevki ile taraf olma, beraberinde hakikatin üzerininde kapatılmasına sebep olmuştur. İğrenç batının zebunu olmuş bazı basının sahte sütunları ile bir yerlere sırtına yaslayarak yol alıyorsa, Hürriyet’in aslından, vicdanın sadeliğinden, aklın büyük zaferinden nasıl söz edilebilir! Ferdi hürriyet çığırtkanlığı adı altında cemiyetin üzerine püskürtülen her türlü ahlaksızlığın günümüzde ne içiyorlar açtığı ortadadır. Fazilet rejimi dedikleri demokrasinin hizmeti, ruh ve zihniyeti, başarısı bu derece fenalıkları şemsiye olmuş ise, hayat hakkımızı çeşitli tecavüzlerden nasıl koruyacağız. Gelecek nesil küfür girdaplarına teslim isteniyor. Onlar için aşk adı altında zina pususu, çağdaşlık adına teşhircilik, hoşgörülü kadına dinsizlik, eğlenceli bir hale getirilmiştir. Pez…., fahişeler, dolandırıcılar, lüzumsuz adamlar birinci derece Vatandaş olarak sahneye sürülmekte, gençlerin hayat istikametini alçaklar tayin etmektedir.

Şiirin tesisleri’ne gelince, mayasını hırs ve vahşetin koyu karanlığından alan şair taslakları, ahlak sükutunun birer temsilcisi olmuşlardır. Bir anda saman çöpü gibi alev alarak parlamışlar, tarife sığmaz bir şekilde de dönmüşlerdir. Hele bir de mukaddesata, tarihi kültür köklerine göstermiş oldukları at başı isyanları dehşet vericidir.  Bunları yeniden hortlatmaya yeltenenler nöbet değiştirip yüz kızartıcı neticelere doğru yürüdüklerinin farkında değillerdir. Onlar için en büyük müsamaha cesaret ise laisizm’in temeline dayanır. Açık olan bu kapı hiç tereddüt etmeden Kemalist inkilap mahsulüdür. Kendi cephemize gelince şeytan Taşlar gibi, Şiirde kullanılan her kelime her mısra Hürdoğan insan iradesinin hak namına nişan alması gibidir. İnsan ruhunun bir ihtiyacı olan şiirin müspet ve hayırlı neticeler Doğurması en başta peygamber (s.a.v) tarafından desteklenmiştir. Şiirin insana yüklediği mananın reddi mümkün değildir. Gözden kaçmaması lazım gelen bir hususta Peygamberimizin (s.a.v) Şairi Hasan b. Sabit’e kürsü kurdurarak, Edebi şiirlerinin etrafa yayılmasına müsaade etmesidir. Hasan B. Sabit’e Peygamberimiz (s.a.s) “Allah”ım Onu mukaddes ruhla teyid eyle! Diye dua etmiştir.

O devrin şairleri arasında Ka’b İbn-i Züheyr bulunuyordu. Henüz Müslüman olmamıştı. Hatta peygamberimiz (s.a.v) onun hakkında “kim rastlarsa Ka’b’ı öldürsün artık onun kanı helal kılınmıştır” buyurmuştu. Bu şahıs mekke fethi nde Kabe’nin örtüsü altına sığınmış olsalar dahi öldürülmesi, Resulullah (a.s) tarafından emir olunan kanı helal kılınanlardan birisi idi. Zira kalemini İslam’ın aleyhine kullanıyordu. Ka’b öldürüleceğini duyunca kaçmıştı. Nihayet İslamiyet yayılınca, Ka’b’ın Kardeşi kendisine mektup yazdı. Resulullah (a.s)’ın yanına gelip şehadet etmesini, af dilemesini istiyordu. Mektup ulaşınca Ka’b Hz.Ebu Bekire (r.a) haber gönderdi. Medine’ye gelip Müslüman olacağını, lakin kendisini himayesini almasını istiyordu. Ka’b Medine yolunu tuttu. Hz. Ebu Bekire (r.a) sığındı. Hz. Ebu Bekir (r.a) onu Peygamberimizin (s.a.v) huzuruna çıkardı. Ka’b özür ve af diledi. Şehadet getirerek Müslümanlığı kabul etti. Daha önce peygamberimiz (s.a.v) Aleyhinde kötü şiirler söylemiş ve yazmıştı. Müslüman olduktan sonra “Banet Suad” diye anılan Peygamberimizi (s.a.v) Methe’den meşhur uzun kasidesini okumuştur.

Ka’b’a “Şüphe yok ki Resulullah doğru yolu gösteren bir nur, kötülükleri yok etmek için sıyrılmış ALLAH’ın (c.c) Keskin ve yalın kılıçlarından bir kılıçtır” mealindeki beyitlerinde gelince Peygamberimiz (s.a.v) yanındaki muhacirlere bakıp gömleğinin yeniyle işaret ederek “Dinleyiniz” buyurduğu. Peygamberimiz (s.a.v) bu kasideyi büyük bir haz ile dinledi. O anda yanında hediye edecek başka bir şey olmadığından üzerindeki hırkasını çıkararak şair Ka’b’a hediye etti. Ondan dolayı bu kasideye “Kaside-i Bürde denir. Hz. Muaviye (r.a) ın hilafeti zamanında bu hırkayı Ka’b’dan satın almak istemişti, vermedi. Ka’b vefat edince mübarek hırkasını Hz. Muavire(r.a) yirmi bin dirheme varislerinden satın aldı.

Hırka kendisinden sonra gelen halifelere intikal ettikten sonra, nihayet Osmanlı hükümdarı yavuz sultan Selim Han’ın Mısır’ı fethi ile mukaddes emanetler arasında İstanbul’a getirildi. Osmanlı sultanlarının son derece dikkat ve hürmetle muhafaza ettikleri bu Hırka-i Şerif halen Topkapı Sarayında Hırka-i saadet dairesinde Emanat-ı mübareke arasında mahfuz olup ziyaret edilmektedir.

Şiir her kavim de tabi hal almıştır. Her milletin kendine mahsus şiirleri vardır. Kullanılan lisan o milletin mensup olduğu Mashalat’a (barışına) uygun düşmeli , eli kalem tutan herkes kendi keyfine göre hareket ederse, kargaşa başlamış demektir. Hele bu devirde, zihinler küflenmiş lügat Uydurma kelimelerin ayla örülmüştür.

Milletin mazisinden gelen edebi, lisanı, tertibi, çalıların Savaşı gibi, cahillerin kötü niyetlerini kurban edilmiştir. Bizi asli hürriyetinden ayrılmaya mecbur bırakan şey, harf inkilabının kamusumuzu zincire bağlayıp, imhası ile neticelenmesidir. Nesiller arası anlaşmazlıklar, bozukluklar, “harf devrimi” adını verdikleri, Murdar çarşafın lisanımız üzerine çekilmesi, asırlardan gelen ve yazılmış olan bütün ilmi eserlerin İnkarı demektir. Yeni nesil ise bu dikenlerin arasında kendisini kaybetmiştir. Milli şair dediğimiz Mehmet Akif’i bile yazmış olduğu milli kültüre ve kimliğe ait Şiirlerini, anlamak için yine kendi kelimelerimizle tefsir etmeyiz, harf inkilabının açmış olduğu derin yaranın dehşetini gösteriyor. Arkadan gelen nice nesiller ise mezarlıklar içinde dedesinin mezar taşını bulup okumaktan ziyade, oturup Matem tutmaktan başka, kendini ruh kökünden ayıranlara lanet yağdırmaktadır. Şiir, yazının iç aleminde esen fırtınaların tercümanıdır. Onun kaleminden canlı, cansız varlıklar dile gelir. Bülbülleri öttürür, suları çağlatır, dağları konuşturur, en nihayet, yorgun düşer. Hakkın eşiğinde nefes nefese kalır. Mahzunluk için de af diler. Bir hiç olduğunu anlar. Mihrabını bulamayanlar ise, Milli değerleri ayaklar altına alıp, inkarlarıyla kör şeytanın söz persenginde boğulup giderler. Mühim olan alemi beka’da karşılaşılacak tavırdır.

Bu küçük eser, Hakka firar etme Nevin’den olup, ihmal ve kusuru bize aittir. Gayret bizden Tevfik ve yardım ALLAH’tan (c.c) dır.

Mustafa Özen 

12.06.2020

www.musabyasirozen.com.tr

Etiketler : şuur şiirleri, Mustafa Özen, takdim, İslam, Kur’an, insan, şiir, söz, sözün tesiri, fikirler, hakk, Fert, cemiyet, fikre, idrak, insanlık, tarih, tefsir, dava, asıl, basın, Kitap, gazete, broşür, Haberleşme araçları, dünya, umumi efkar, hakikat, laik rejim, Kemalistler, prof, hürriyet, demokrasi, vatandaş, hayat, şair, hırs, kültür, cesaret, laisizm, Kemalist inkilap, şeytan, hak, mısra, peygamberimiz (s.a.v), ALLAH, devrin şairleri, Dua, peygamberimizin (s.a.v) şairi Hasan b. Sabit, müslüman, Ka’b İbn- i Züheyr, Helal, kahve, mekke, hz. Ebu Bekir, medine , af, şehadet, Banet suad, Kaside-i Bürde, Hz.muaviye, Hırka, yavuz sultan Selim, mısır, istanbul, Osmanlı, Hırkai Şerif, Topkapı Sarayı, hırkayı saadet dairesi Harf inkilabı, harf devrimi, Mehmet Akif, milli değerler

DÖNÜŞ  ANCAK SANADIR

 

DÖNÜŞ  ANCAK SANADIR

(ŞİİR)

Dönüş ancak Sana’dır

Kainatı yaratıp, hükümler koyan,

Hükmüne boyun eğmeyenleri alçaltan,

Kudret sahibi, bağışlayan

Dönüş ancak Sana’dır

 

Dönüş ancak Sana’dır

Yeryüzü beşiğinde bizleri sallayan,

Sıra dağları, birer birer kazık yapan,

Her şeyi çift çift yaratan

Doğmamış, doğrulmamış olan,

Dönüş ancak Sana’dır

 

Dönüş ancak Sana’dır

Dinlenmemiz için uyku veren,

Geceyi üstümüze örtü eyleyen

Maişet için gündüzü süsleyen,

Yaratılanları her an gözetleyen,

Dönüş ancak Sana’dır

 

Dönüş ancak Sana’dır

Gökyüzü direksiz, yedi kat gök binası,

Gecelerde pırıl pırıl parlayan nur lambası,

Yağmur yüklü bulutlar bol su deryası,

Canlıların rızkına kefil olması,

Dönüş ancak Sana’dır

 

Dönüş ancak Sana’dır

Rahmetin düştüğü yerden daneler, bitkiler çıkardın

Sarmaş dolaş bahçelerin tefekkürünü bize bıraktın,

Hüküm verme gününün tayini senin hakkın,

Elçiler gönderip, cihad meydanına attın,

Dönüş ancak Sana’dır

 

Dönüş ancak Sana’dır

O gün sura üfrülür bizler, bölük bölük geliriz,

Gök kapıları açılır hayretler ederiz,

Dağlar yürür Serap’a döner, kalırız çaresiz,

Kullarını hesaba çekmez, göndermeden öndersiz,

Dönüş ancak Sana’dır

 

Dönüş ancak Sana’dır

Muhakkak takva sahiplerine kurtuluş vardır.

Hak muratlarına ermede onlara vardır.

Hakka yürüyenlere karşılıksız rızıklar yayılır.

Karun gibilerin malları, mülkleri kalanlara talandır.

Dönüş ancak Sana’dır

 

Dönüş ancak Sana’dır

Cennet ehli dolu dolu kadehlerle serinler,

Orada buluşur Allah için birbirini sevenler.

Rablerinin ihsanı ve mükafatı onları bekler.

Peygamberlere bir olur Allah uğrunda şehitler.

Dönüş ancak Sana’dır

 

Dönüş ancak Sana’dır

O göklerin ve yerlerin, ikisi arasında olanların Rabbidir.

Huzurunda söz söylemek kimin haddidir.

O gün Cebrail ve melekler saf saf olup dizilir

Ve kainatın idarecisi, hem nimetlendiricisidir.

Dönüş ancak Sana’dır

 

Dönüş ancak Sana’dır

Rahmandan izinsiz, mahşerde hiç kimse konuşamaz,

Konuşsa da ancak doğruyu söyler, eğriye kaçamaz,

İşte hak yol budur, gidilecek başka yol bulamaz.

Alemi nurlandıran kitabına karşı çıkılamaz.

Dönüş ancak Sana’dır

 

Dönüş ancak Sana’dır

Ademoğlu yakın gelecekte, ol emriyle uyandırılır.

Kendi ehliyle yaptıklarına bir bir bakılır.

Kafirler ne olurdu toprak olaydı diye şaşırır,

Müslümanların işittik itaat ettik sözleri, hedefe vardırır.

Dönüş ancak Sana’dır. (*)

(*)Esma-ül Hüsna (Allah’ın isim ve sıfatları). Bakara suresinin son iki ayeti Nebe suresinin bir kısmından atıf yapılıyor.

Mustafa Özen 

www.musabyasirozen.com.tr

Etiketler : Dönüş ancak Sana’dır, Mustafa Özen, Kainat, Şiir, Hüküm, Sana, Kudret, Gece, Gündüz, Maişet, Gökyüzü, Yedi Kat, Gök, Yağmur, Rahmet, Cihat, Gök Kapıları, Dağlar, Serap, Takva, Cennet Ehli, Allah, Şehitler, Rabb, Cebrail, Ademoğlu, Kafirler, Mustafa Özen

SENSİZ MEVLAMIZ YARDIMCIMIZ

 

SENSİZ MEVLAMIZ YARDIMCIMIZ

(ŞİİR)

Noksanlıktan münezzeh, selamet kaynağı,

Kurtuluşa erdiren, müminlerin sığınağı.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Yenilmez güç sahibi, büyüklüğünü açıklayan,

Her şeyi yaratan, şeklimizi güzel yapan.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Bizleri korudun, gözettin, beladan sakladın,

Zalimliğe gidem yolları, yasakladın,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Asla zulmetmeyen, adalet sahibimiz,

En büyük önder, lider peygamberimiz,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Tevbe etmemiz için kullarına mehil verdin.

Bu esnada hiçbirimizin rızkını kesmedin.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Mülkü dilediğine veren ve alansın.

Her bakımdan övgüye layıksın.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Kullarını diriltmek için öldüren,

Ebedi bir hayatı bize bildiren,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Yüce zatının görülmesi imkansız,

Mahiyetinin anlaşılması akılla tutarsız.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Azamet, yücelik ve kerem sahibi,

Kafirlerin ahirette yoktur nasibi,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Hakimiyetinde hükmünde hiç ortağın yok.

Az iyiliğe karşı veren, sensin çok.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Güneş ve kamer’i ibadet vakitleri için döndürdün,

Atom çekirdeği etrafında, elektronları yürüttün.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Ahşrette bütün insanların hesabı sende,

En ince ölçü yapılır, adalet ve denge,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Kulların istekleri yerine getirilir,

Dilediğine hesapsız zenginlik verir,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Şerde rızan yok, faydalıda rızan var.

Affına geldik, bizi kapından kim kovar,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Yeryüzünü canlılara döşek, göğü tavan yaparsın,

Zulmün her çeşidini yasaklayasın.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Şükrün karşılığını veren Gafuru’ş-Şekur’sun.

İsyancı kulların tevbesi için bekler, durursun.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Secde etmeyenleri berbat eder alçaltırsın,

Sana kulluk edenleri izzetli şerefli kılarsın,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Her işin isabetli, insanları itersin doğru yola.

Günahlardan dönmeyenler şeytanla kol kola,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Varlığının inkarı, kanunlarının reddi kimin haddine,

Varlığı kesin ve açık, kurtul gir islam dinine,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Bütün ve tek varlık, Rahman ve Rahim,

Yerlerin ve göklerin nurudur Kur’an-ı Hakim.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Varlığına işaretler, deliller şu kainat.

Tagutlara kul olmayanlara verir mükafat.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Ey nefsin arzularına mağlup mücrim kul.

Her nefes şükre gebe, tevbe et kurtul.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Bedenin ve ruhların gıdası sultanımız.

Senden başka yoktur ilahımız,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız. (*)

 

(*)Esma-ül Hüsna’nın bir kısmından atıf yapılıyor.

Mustafa Özen

www.musabyasirozen.com.tr

Etiketler : Sensin Mevla’mız, Yardımcımız, Mevla, Mustafa Özen, Selamet Kaynağı, Mümin, Adalet, Lider, Peygamberimiz, Tevbe, Mevlamız, Ebedi, Sabırlı, Azamet, Kerem Sahibi, Güneş, Kamer, İbadet Vakitleri, Gofüruş, Şekür, Secde, İzzetli, Şerefli, İslam, Kainat, Rahman ve Rahim, Kuran-ı Hakim, Kul, Mustafa Özen Şiirleri

 

ESMA-ÜL HÜSNA'DAN

ESMA-ÜL HÜSNA’DAN

Her şey son bulur, baki kalan el’Ahir.

Eski hal muhal, bu alem zahir.

Kainatın delilleri, varlığına ez’Zahir.

O Allah ki her şeye el’Kaadir.

 

Kullarının tevbe etmesine müsaade eden el’Halim.

Tevbe etmezsen olursun zalim,

Noksan sıfatlardan tenzih edilen el’alim,

O Allah ki her şeye el’Hakim.

 

İsyankarları kahreden el’Kahhar,

Lufuna sığın isteme kahhar,

Yenilmez güç sahibidir el’Cebbar,

O Allah ki her şeye el’Gaffar.

Mustafa Özen

www.musabyasirozen.com.tr

Etiketler : Esma-ül Hüsnadan, Mustafa Özen, Baki, Al Ahir, Muhal, Zahir, Kainat, Ez Zahir, Tevbe, El Halim, Zalim, Al Alim, Allah, El Hakim, El Kahhar, El Cebbar, El Gaffar, Mustafa Özen Şiirleri

ESMA-ÜL HÜSNA'DAN

ZIRZOP GENÇLİK

(ŞİİR)

Bu asrın Zirzop gençleri,

Apiş arası, mevki ve şerefleri.

Dinlenmez sözleri, yırtık hikayeleri,

Nefis ve İblisten alırlar emirleri.

 

Aşk adı altında zina’dır ettikleri,

Sabah, akşam şarkıdır dinledikleri.

Bilinmez hangi soydan geldikleri,

Basiretleri körelmiş, temizlenmez pislikleri.

 

Papağan misali, üç kelimedir bildikleri.

İçtikleri kola, pizzadır yedikleri.

Marifetmiş gusülsüz gezdikleri.

Kabul edilmez şahitlikleri.

 

Ana, baba düşman mazeretleri,

Nuh’un oğlu kenandan yoktur haberi.

Okunmaz yazılan dilekçeleri.

Din-i mübin-i İslam’dır engelleri.

 

Parfüm sevdaları, gül kokusu nefretleri,

Hiçbir canlıya yoktur merhametleri.

Şafak’a kadar dizi futboldur seyirleri.

Ezan’dan habersiz nesilleri.

 

Kanlarında dolaşır kamalist telkinleri,

İçki, kumar, fuhuştur gelirleri.

Sevindirmektir işleri, kafirleri,

Zulmetmek de geçtiler eski kavimleri.

 

Yaradandan vardır şüpheleri,

Musallat ederler görünmez virüsleri,

Batılı hayranlarıdır vezirleri,

Başlarına bela, sahte tarihleri.

 

Evvela çarşı putlarıdır gördükleri,

Saygıda kusuru etmektir adetleri,

Putların üstüne çıkmaz fikirleri,

Soysuzla şahittir cehaletleri.

 

İnkılap kanunlarıdır mezhepleri,

Yetki iblisin, verir vesveseleri,

Çağdaş batıklıkta, kapanmaz gedikleri,

Cehennem gayyasından gelir sesleri.

 

Yamyamlara özenti kıyafetleri, dövmeleri,

Birbirine saldıran hayvan türleri.

Deli, sağır, dilsiz ve kör devletleri,

Hakir görürler asılan âlimleri.

 

Kim düzeltir bozulmuş karakterleri,

Asıl maksat, tanımaktır peygamberleri,

Yola getirdiler nice mücrimleri.

Bir yer gibi geçer, dünya dedikleri.

 

Ayağından ısırır düzenin köpekleri,

Gör ezanı, yükselten minareleri,

Unutma kafir ellerle, ipe çekilenleri.

Helak olursun, ehline vermezsen emanetleri.

Zirzop: Münasebetsiz.

Mustafa Özen

www.musabyasirozen.com.tr

DİPNOT: “Dönüş ancak sana’dır, Sensin Mevlamız, Yardımcımız, Esmaül Hüsna’dan, Zirzop Gençlik isimli şiirler, Mustafa Özen’in Şuur Şiir’leri isimli eserinden alıntı yapılmıştır. Her hakkı mahfuz ve www.musabyasirozen.com.tr ‘ye aittir.

Etiketler : Zirzop Gençlik, Mustafa Özen, Aşk, Papağan, Ana, Baba, Nuh, Kenan, İslam, Gül Kokusu, Şafak, Futbol, Ezan, Kemalist, Kafir, Kavim, İnkilap, Cehennem, Alimler, Peygamber, Dünya, Helak, Mustafa Özen Şiirleri

MALCOLMX

MALCOLMX

(Büyük Doğu’nun Batı’daki Devrimci Sesi)

İtalyan maceraperest kaptan Kristof Kolomb’un önderliğindeki Nina, Pinta ve St.Maria isimli üç gemi sakince Amerika Kıtasına ulaştı. Aynı sırada bu gemilerden binlerce kilometre uzaklıkta, Afrika’da sakince bir yaşam süren milyonlarca insan kendileri aleyhine yüzyıllarca sürecek olan acı ve gözyaşı atmosferinin başladığından habersizdi

Üç geminin açtığı on meşhur yoldan yüzlerce gemi Amerika kıtasına doğru yola çıktı. Avrupalı halklar yeni kıtaya sökün etmeye başladıklarında, sonradan Amerika ismini verecekleri bu topraklarda Kızılderililer yaşamaktaydı. Fakat Avrupa’dan gelen beyazların bu Toprakları, yüzyıllardır burada yaşayan yerlilerle paylaşma niyetleri yoktu. Öyle de oldu. Avrupalıların hakkı kuvvette gören anlayışı sonrası dört asrı kapsayan zaman dilimi içerisinde yaklaşık 70 milyon Kızılderili katledildi. Avrupanın doymayan nefsi Kızılderilileri yok etmekle kalmadı. Yeni kurdukları çiftliklere ucuz işgücü sağlamak için Afrika’ya insan avcıları hücum etmeye başladı. Sakince yaşayan siyahi insanlar zorla topraklarından koparıldı zencilere vurularak gemilerle yeni kıtaya beyaz efendilerine hizmet etmek için köle olarak isimlendirilip Amerika kıtasına doğru yola çıkarıldı. Daha sonra “özgürlükler ülkesi” (sözde) olarak anılacak ABD’de garip bir biçimde buraya zorla getirilen Afrikalılar XIX. yüzyıla dek ilk üç yüzyıllarını Köle olarak geçirdiler. Garipti başlı başına çünkü. Söylemle eylem birbirini tutmuyordu, bu topraklarda. Misal 1776 senesinde yine bu topraklarda İngiliz kralı üçüncü George’a başkaldıran koloni önderleri bir bildirgeyle tüm insanların eşit olduğunu Dünya aleme duyurmuştu. Bu bildirgenin önde gelen yazarı ise Thomas Jefferson’s du. Kendisi kültürlü, demokrasiye inanan bir insandı. Ama gelin görün ki tipik Amerikalı olarak kendi kaleme aldığı bildirgedeki 250 siyahi köleye uygulamadı. Uygulamadığı gibi bunu ahlaki bir sıkıntı olarak görmeyecek kadar kördü.

MALCOLM LITTLE işte böyle bir sosyolojik ortamda 19 Mayıs 1925 yılında Nebraska da gözlerini dünyaya açtı. Hıristiyanlığın Baptist Mezhebine bağlı, Reverend Eorl Little adlı bir rahibin oğluydu. Babası, Amerika’da siyahlara karşı uygulanan ağır ırkçılığa tepkili bir din adamıydı. Bu topraklarda ki siyahların Afrika’ya geri dönmediği sürece asla özgürlüklerine kavuşamayacaklarına inanıyordu. Malcolm‘ un Omuzlarında ayrımcılığın ağır baskısı yanı sıra bir de siyahların hakları için mücadele eden bir ailede doğmanın zorluğunda yüklenmişti. Zorluklar kendini göstermekte gecikmedi. Malcolm henüz 4 yaşındayken Ku Klux Klan adlı siyah karşıtı, ırkçı bir terör örgütü evlerini ateşe verdi. Aile fertleri can kaybı yaşamadan yalan evden kendilerini dışarı atmayı başardı. Felaket, can kaybı yaşanmadan atlatıldı ama bu olay Malcolm’un belleğinden hiç çıkmayacaktı. Ama asıl darbe 1931 senesinde geldi. Babasının faili meçhul ama siyah nefreti sonucu olduğu malum bir cinayette kurban gitmesi, onun zor olan hayatını daha da zorlaştırdı. Malcolm, yedi kardeşiyle birlikte başka ailelerin yanına evlatlık verildi. Ruh sağlığını yitiren annesi de akıl hastanesine yatırıldı.

Zor şartlar Malcolm’un öğrenim hayatını da olumsuz etkiledi. Amerikan toplumda siyahlara karşı uygulanan ayrımcı düşüncenin ağır darbelerini alan Malcolm, başarılı bir eğitim süreci geçirse de beyazların dünyasında kariyer yapabilmenin imkansızlığına inanmaya başladı. Zira bu acımasız ortamda kendine bir siyah olarak tanınan en iyi hakkın; Garson, otobüs biletçisi veya ayakkabı Boyacısı olmaktan öteye geçemeyeceğini, çok şanslıysa belki en fazla postacı olabileceğini biliyordu. Aslında bu düşüncesini kesinleştirilmesini en sevdiği öğretmeni ile yaşadığı bir diyaloğun duygusal yıkımı yol açmıştı.Bir gün öğretmen kendisini, hangi mesleği ileride düşündüğünü sormuştu. Malcolm heyecanla Avukat olmak istediğini söylemişti. Bu cevap üzerine şaşıran öğretmeni, bir siyah olduğunu aklından çıkarmaması ve gerçekçi olması iyi kazını yaptıktan sonra marangoz olmasını tavsiye etmişti. Yaşadığı bu diyaloğu yıllar sonra şöyle dile getirmişti kendisi: “Ben onun en iyi öğrencilerinden biriydim. Hatta okulun en iyi öğrencilerinden biriydim ama onun “sizin yerinize “düşünebileceği gelecek bütün beyazları Siyahlar için düşündüğünden hiç de farklı değildi”. Bu düşünce doğrultusunda liseye devam etmeye karar verdi. Bu çaresiz ve öfkeli düşüncelerle Boston’da yaşayan üvey ablasının yanına giden Malcolm, Yaşama tutunmak için elinden gelen her işi yaptı. Böylece hayatı daha yakından tanıdı ve fikirlerin de daha da keskinleşti. Ama asıl kırılma New York’a gidip siyahların yoğun olarak yaşadığı Harlemi tanıyınca oldu. Harlem’de çalışmaya başladıktan sonra hızla kirli bir hayatın içine yuvarlandı. Böyle bir atmosferin doğal sonucu olarak karıştığı bir çok suçu nedeniyle 1946 da hapse mahkum oldu. Ama hapis günleri ona yaşamını değiştirecek yepyeni bir yol sunacaktı.

MALCOLM LITTLE

NATION OF ISLAM İLE TANIŞMASI 

Malcolm bir Kilise rahibinin oğluydu dolayısıyla Hristiyanlıktan başka bir din tanımıyordu. Fakat o dönem Amerika’da siyahların beyaz kiliselerine girmesinin yasak olduğu düşünüldüğünde, hıristiyanlığı da beyaz adamın dini olarak görmesi sebebiyle bu dinden nefret ediyordu. İşte tam bu ruh halindeyken, hapiste Elijah Muhammed adlı birinin liderlik ettiği Nation Of İslam yani “İslam milleti” adlı topluluğa mensup kişilerle tanıştı. Bu topluluğun lideri Elijah Muhammed, Siyah milliyetçiliğini savunuyordu. Hatta Tanrının zenci olduğunu söyleyecek kadar ileri gidiyordu. Beyazlara öfkesi hat safhada olan Malcolm için siyahlara özgü bu din çok cazip geldi. Bu nedenle 1949 yılında, Elijah Muhammed’in öğretisini kabul ederek müslüman oldu, 1952 yılında tahliye edilerek hapishanedeki günlerini yoğun bir okuma programı içinde geçirdi. Tam altı yıl süren hapishane hayatından sonra Malcolm için artık bambaşka bir hayat başlıyordu. Pek çok öfkesi siyah gibi Malcolm’da siyahları amaçsız yığınlar halindeki başıboş bir kitle olmaktan kurtarıp kendine güvenen inançlı bir kitle haline getiren bu topluluğa ilgi gösterdi. ABD’de salih bir İslam inancının pek tanımadığı o yıllarda, itikadı  anlamda Kuran ve sünnet çizgisinde olmayan bu yapının Siyahlar için sosyal bakımdan bir boşluğu doldurulduğu da gerçekti.

Malcolm, adeta kendini Nation Of İslam topluluğuna adadı. Enerjik ve teşkilatçı genç hatip, hemen hemen lider Elijah Muhammed’in dikkatini çekti ve Harlem’de görevlendirildi. Malcolm, siyah davasının isimsiz bir hizmetkarı olduğuna işarette bundan sonra Malcolm X adını kullanmaya başladı. Öyle ki artık kendisi topluluğun lideri Elijah Muhammed’in konuşan ağzı olarak biliniyordu. Malcolm X 1964’te Nation Of İslam hareketinden ayrıldı, hacca gitmek amacıyla Orta Doğu ve kuzey Afrika ülkelerinde bir seyahate çıktı. Ama gördüklerine inanamadı. Çünkü onun 1949’da hapishanede tanıdı topluluğun İslam’ı ile Mekke’de gördüğü İslam bambaşka şeylerdi. Burada dünyanın 4.01 yanından gelmiş, rengi ve ırkı farklı müslümanların Allah huzurunda tam bir eşitlik ve kardeşlik içinde bulunduklarına şahit olduğunda adeta çarpıldı. Bu durum irkilip uyanmasına sebep oldu ve böylece sahih islam anlayışına ulaştı. Malcolm X, ABD’de soludu zehirli ırkçılık ikliminden sonra ilk kez mukaddes topraklarda İslâmiyet inancına dayalı eşitlikçi sosyal ortamı teneffüs etti. Gördüklerinin ona yaşattığı duyguyu şöyle dile getirmişti;

İslam dünyasına geldim geleli on bir gün oluyor; O gün bugündür de gözlerim maviler mavisi ve saçları sarılar sarısı ve tenleri beyaz var beyazı olan Müslüman kardeşlerle aynı yaratıcıya inandığımız için aynı tabaklardan yemekteyiz, aynı bardaktan içmekdeyiz, aynı yataklarda ( yada aynı halılarda) uyumaktayız. Ve yine “beyaz” müslümanların sözlerinde, davranışlarında, tutumlarında; Nijerya’dan, Sudan’dan Gana’dan gelen Afrikalı siyah müslümanların gösterdikleri samimiyetin aynısını bulmak dayım. Hepimizde gerçekten “kardeş” gibiyiz, çünkü bu insanların aynı ilaha yönelen inançları; Kafalarındaki tüm “beyaz” imajları, davranışlarındaki tüm “beyaz” imajları, ruhlarındaki tüm “beyaz” imajları silip almıştır”

Evet Malcolm X Tüm yaşamı boyunca maruz kaldığı ırkçılık ve ayrımcılık zehrinin Pan zehrini bulmanın coşkusunu yaşıyordu. Yani İslamiyeti!

MALİK ŞAHBAZ

Malcolm X Hayatımın bu döneminde artık el-hac malik eş-Şahbaz adını kullanmaya başladı. ırkçılık zehrine karşı hz. Peygamber’in veda hutbesi nde yankılanan sesini yani; “Beyazın siyaha, siyahın da beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takva iledir. “ABD toplumuna anlatmak için aynı coşkuyla ülkesine döndü. Hemen faaliyete başlayarak Siyah-beyaz kardeşliğini esas alan bir toplum meydana getirmeyi amaçladı ve bu amaçla Muslim Mosp ve (Müslüman camii) ve Organization of Afro- Amerıcan Unity (Afroamerikalılar Birliği Organizasyonu) adlı teşkilatları kurdu. Malcolm X yani Malik Şahbaz, büsbütün başka birisi olmuştu. Artık davası öfke ve nefret değil birlik ve selamet içeriyordu. ırkçı fikirlerden tamamen sayılmış bir Müslüman olarak beyazlarla işbirliğine açık birisi olmuştu. Her haktan mahrum edilen siyahların muhtaç olduğu eşitlik ve özgürlüğün, Amerika’nın iç meselesi ve bir ırk sorunu değil bütün dünyayı ilgilendirir biçimde bir “insan hakları“ meselesi olduğunu düşünüyordu. Kafasındaki bu yeni yaklaşımı hayata geçirmek için Orta doğuya, Afrika’ya ve Avrupa’ya seyahatlerinde kendisine ilgi çok yüksek oldu. Bilhassa Afrika’da ve Müslüman ülkelerde. Seyahatleri de ister istemez uzuyordu. Bu durumu şöyle dile getirmişti. “Gittiğim her yerde biraz daha kalmam için ısrar ettiler. Bu yüzden her ülkede planladığımdan fazla kalmak zorunda kaldım. Müslüman dünyada, Amerikalı bir Müslüman olduğumu öğrenince hemen seviyorlardı beni.

Her şey yolunda gidiyor gibiydi fakat Malik Şahbaz iki kesimin nefretini üzerine çekiyordu. Beyaz ırkçılar ve siyah ırkçılar. FBI tarafından yakın takip de tutulan ve toplum düşmanı sayılan Malik Şahbaz aynı zamanda yanından ayrıldığı Elijah Muhammed de topluluğu tarafından hain ilan edilmişti. Artık Malik Şahbaz’a ölüm tehditleri yağmaya başlamıştı. Canına kast edilen bazı başarısız girişimler olmuştu fakat birisi çok ciddiydi ailesinin de içinde olduğu evine ateş bombaları atıldı, ve soğuk 1 Şubat gecesi eşi ve çocukları ile birlikte yanmakta olan evden çıkmayı son anda başardı. Tıpkı dört yaşında yaşadığı olay gibi. Bu olaydan henüz bir hafta geçmişti ki 21 Şubat 1965 Pazar günü öğleden sonra, bir konuşma yapmak üzere çıktığı kürsüde “Esselamu aleyküm” diyerek başladığı sözlerine yüzlerce dinleyiciden “ve aleykümselam” karşılığını aldıktan hemen sonra tüm ömrünü haklarını savunmak için harcadığı üç siyah tenli suikastçı tarafından açılan ateş sonucu şehit edildi.

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

KUDÜS

BEDİR RUHUNDAN GAZZE’YE

Beşinci asırda dünya karanlık ve buhran içerisinde, zulüm zirvede, Avrupa’da engizisyon mahkemeleri kadınları cadı diye giyotine vurup, bilim adamlarını canlı canlı kazıklarda yakıyordu. Çocukların ve kadınların hiçbir insani hakkı yoktu, köle olarak alınıp, satılır keyfi olarak öldürülürdü. Kilise din adı altında istediklerinin mallarına el koyar, İstediğini de zenginleştirirdi. Avrupa kıtası bu zalimliklerin altında perişan bir durumdaydı. Bugün Orta Doğu diye bilinen Arap yarımadasında durum pek de farklı değildi, adeta cahilliğin ve zulmün doruklarını bir kültür olarak yaşıyor, yaşatılıyordu. Kadınlar pazarlanıyor, bir eşya misali kullanılıyor, doğan kız çocukları bir utanç eseri olarak algılanıp diri diri toprağa gömülüyor, riba, faiz ticarete bulaşmış, Kavimler arası korkunç kan davaları almış başını gitmiş, adalet mefhumu sadece güçlü olandan yana, kölelik ve cariyelik son derece normalleşmiş, vicdanlardan katranlaşmış, gözler körelmiş, akıl dumanlaşmış bir hal içindeydi. Tüm insanlık bir ceset misali ruhunu arıyor karanlıklara bulanmış vicdanlar ışığa muhtaçtı…

Üstad Necip Fazıl’ın deyimiyle çöle bir Nur teşrif etmişti. Yıl 571, kainatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı, Fahri kainat efendimiz Resulullah (s.a.v) yeryüzünü kutlu doğumuyla şereflendirmişti. 40 yıl daha dünya sahnesi boşluktaydı, zulüm sürmekte, insanlık çaresizlik içerisinde Kıvranmak taydı. Tekgöz bir evde 30 metrekarelik bir ortamda “İslam davası“ mevzusu başladı. Bir çocuk, iki erkek, bir kadın ve gök dolusu melek kalabalığı ordular ordular görünmeyen ordular, gizli davet çığırı… Sayıları 40’a doğru ve bütün bunlar arasında karanlığı çakı ucuyla kesen en zevkli helezonları çizen ışık Nakışları öğren minicik fakat kıvılcım kuvvetinden yana biricik ateş, peygamber yeğeni” Ebu Turab lakaplı Ali... Mevzunun daha fazla ilerleyebileceğini sanmadıkları bir tuhaflık gözüyle ve ahmakça baka kalan mankafalar. Sağ elime güneşi sol elime kameri verseler de bu davadan vazgeçmemi isteseler, ben öleceğimi bilsem yine dönmem sözüyle liderse lider, önderse önder Peygamberse peygamber… 

Ben Resulüm

Herkes dondu çıt yok

İçlerinde en küçük Ali

Hz Ali ayağa kalktı

Allah Resulü onu oturttular

Bir daha kalktı

Bir daha oturtuldu

GAZZE

Üçüncüsünde Allah’ın Resulü elini Ali’ye uzattı. Ali topluluğa haykırdı. Bu mecliste yaşça en küçük olan benim. Belki vücudum küçük, kollarım cılız, bacaklarım sıska, ama bu halimle ben yine size yardım etmeye hazırım. Haydi davranın, herkes taptığı putlardan farksız, hareketsiz mankafa, İslam’ın aksiyon bayrağı bunca olgun ve pişkin insan arasında toy ve zayıf bir çocuğun elinde…

Bedir Gazvesine doğru 313 sahabi yola çıkar zayıf ve güçsüzler, okuma yazmaları yok, yoksullar, toplumda bir ağırlıkları olmayan kimseler, gözler onları basit görüyor, elbiseleri yırtık, Çarıkları söktü, kılıçlarının Kapları eskiydi… Ne akılla, ne akılsız, hesapsız, çıkarsız ölüm ötesi bir inanç ve kararlılıkla, sayıca kendilerinden On kat fazla tam donanımlı ve tecrübeli bir orduya karşı, Ya Rabbi; Bu topluluğu da helak edersen, sana yeryüzünde ibadet edecek toplum kalmayacak davasına muhatap “şanlı bedir aslanları yürüdüler. Bu öyle bir kutlu yürüyüş ki Allah davasının ilk sorumluluğuyla yeryüzündeki ilk İslam Savaşı, ilk fiili mücadele ve ilk şehitlik mertebeleri, ilk dökülen kan Her şeyin ilki… Bu fedakarlığı ve inanca karşı kayıtsız kalmayan Allah orduları sağ cenahta 3000 melek sol cenahta 3000 melekle büyük İslam tarihimizdeki ilk zafer…

FİLİSTİN DAVASI

Kutlu ve kutsal tarihimize yaptığımız bu yolculukta inanmışlığın ve itaatin önderliğinde insanların nice azlarla Çok lara galip geldiğini küffarı bozguna uğrattığını bir kez daha hatırlamış olduk. Hakikat meydanında karıncaların filleri yere çaldığını bir kez daha anlaşılmış oldu. Bedir de gösterilen bu tavrın ve inancın Allah‘ın da yardımıyla nasıl bir zafere çevirdiği apaçık ortada iken, günümüz İslam toplumlarında ki Ruhi sönüklük, Çaresizlik, başıboşluk, uyuşmuşluk, hadbinlik neticesinde bugünlerde “Gazze” tonlarca bomba ya, binlerce füzeye muhatap bir halde perişan, garip, boynu bükük halde… Adeta çoluk çocuk, yaşlı, kadın evlerinde saklandıkları bir köşede tepelerine düşecek füzeyi beklercesine gelecek ölümü titreyerek bekliyorlar. Yaklaşık 2 milyar Müslüman ve bağlı oldukları devletler sessiz, Kör ve sağır. Yazımızın başında yaptığımız ufak tarihi yolculuğa değinecek olursak, insan düşünmeden duramıyorum acaba 20. asırda teknolojinin ve çağının zirvesini yaşayan insanlık beşinci asırdaki olanak ve imkanlardan daha mı geride de Bu büyük zulme ses çıkaramıyor. Tek yaptıkları halkların gazlarını alırcasına meydanlarda şiir okuyup, bayrak sallatmak olan devletlerin bugün uluslararası siyaset gereği düştükleri bu durum sizce kabul edilebilir bir durum mudur?

FİLİSTİN'E ÖZGÜRLÜK

Dış siyaset veya uluslararası politika gereği 20. yüzyılda dünya devletlerinin sadece çıkarları ve menfaatleri uğruna  uyguladıkları bir dünya Siyaseti var. Prensipler yok, yalnızca olaylar var. İyi ve kötü yok, yalnızca şartlar vardır. Devlet başkanları onlara rehberlik etmek için olayları ve şartları benimser. Gömlek değişir gibi tavırlar, ilişkiler değiştirilir. Ve netice itibari ile devletler kendi varlıklarını ekonomilerini, dış ilişkilerini, Haklarını korumuş olurlar. Ülke yönetimlerin bu davranışları da ülke aydınları tarafından övülür. Çeşitli kanallarda dış politikada çok iyiyiz, güzel gidiyoruz, idare ediyoruz… Gibi sözler söylenir. Oysaki dini ve insani açıdan baktığımızda son 25 gündür Gazze’de yaşananlar, katliam ve zulümler karşısında yapılması gereken neydi? Ne olmalıydı? Müslüman olup kültürüne, tarihine son derece bağlı bir ülke olarak bu suskunluğumuzun altında yatan nedenler nelerdir? Geçmişte Bedir de Sergilediğimiz o şanlı ruhla bugünkü duruşumuz arasında neler değişmiştir?

Asırlardır süren doğu-batı mücadelesinin 21. yüzyılda ki başlığı olan “Filistin davası“ bugün mazlum ve mağdur, milyonların ahları ve inlemeleri kimseyi yeterince ilgilendirmiyor. Müslüman toplumlar üzerinde çok ciddi bir uyuşukluk hakim, özlerini, tarihlerini ve değerlerini unutmuş kitleler söz konusu. Oysa ne diyor hadisi şerif de “Her kim kendisi için istediğini mümin kardeşi için istemedikçe tam olarak iman etmiş olmaz“ bugün bu ruh ölmüş tür. Gazze’de kadın, yaşlı, çocukların üzerine düşen tonlarca bomba, füze bugün bizlerin evlerine, ocaklarına Düşseydi, acaba hangi duygular içerisinde olurduk. Ve böyle giderse Orta Doğu‘daki kan durdurulmazsa elbet sıra Türkiye’ye de gelecektir.

Türkiye (Adana, Adıyaman, Afyonkarahisar, Ağrı, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Balıkesir, Bartın, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Hatay, Iğdır, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kırıkkale, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Şırnak, Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Uşak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak)

Siyonizmin hedeflerinde olan bir ülkedir. İsrail’in vadedilmiş topraklar görüş ve zihniyeti Türkiye’yi de kapsamaktadır. Bu nedenle “Filistin davasıTürkiye’nin kırmızı çizgisidir. Mutlak suretle başkenti Kudüs olan Filistin devleti kurulmalı ve Yahudi mezalimine dur denilmelidir. Türkiye devleti ve milletleri ile her daim Filistin davasının destekçisi ve savunucusu dur. Filistin özgür olmalı ve sonsuza kadar özgür kalmalıdır.

Büyük Doğu Marşı

Allahın seçtiği kurtulmuş millet!

Güneşten başını göklere yükselt!

Avlanır, kim sana atarsa kement,

Ezel kuşatılmaz, çevrilmez ebet.

Allahın seçtiği kurtulmuş millet!

Güneşten başını göklere yükselt!

Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un!

Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.

Nur yolu izinden git, KILAVUZ’un!

Fethine çık, doğru, güzel, sonsuzun!

Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un!

Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.

Aynası ufkumun, ateşten bayrak!

Babamın külleri, sen, kara toprak!

Şahit ol, ey kılıç, kalem ve orak!

Doğsun BÜYÜK DOĞU, benden doğarak!

Aynası ufkumun, ateşten bayrak!

Babamın külleri, sen, kara toprak!

Necip Fazıl Kısakürek (1938)

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZINA İLİŞKİN “İkinci Defa Mükerrir, İkinci Defa Tekerrür (4/4 Mükerrir, ve Tekerrür)” SORUNU

CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZINA İLİŞKİN “İkinci Defa Mükerrir, İkinci Defa Tekerrür (4/4 Mükerrir, ve Tekerrür)” SORUNU

Ülkemizde Türk ceza hukuku tarihsel bir geçmişe sahiptir. Modern anlamda kamulaştırma ve güncellemeler, diğer ülkelerin kanunlarına iktibas edilmesi, ceza hukukumuz açısından Tanzimat döneminde başlamıştır. Tanzimat döneminin en mühim belgeleri ise 1839 Gülhane hattı hümayunu ve 1851 ıslahat fermanıdır. Tanzimat dönemi, Gülhane Hattı hümayununda, çıkarılacak kanunlara aykırı istikamette davrananların cezalarının belirlenmesi amacıyla ayrıca bir “ceza İnfaz sistemi“ çıkarılacağı duyurulmuştur. Padişah fermanında ki bu emrin gereği olarak İlk başta 3 Mayıs 1840 tarihli ceza kanunname i Hümayu’nu ve daha sonra bu kanundaki yetersizlikleri gidermek üzere de  14 Temmuz 1851 tarihli yeni bir ceza kanununu oluşturulmuştur. 9 Ağustos 1858 tarihli, “ceza kanunname i Hümayun’u İse, Islahat fermanında açıklanan talimat gereği çıkarılmış olup büyük ölçüde 1810 Fransa ceza kanunundan iktibas edilerek yasalaştırılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve 1926 Türk ceza kanunu ( T.C.K) nın Kabul edilmesine kadar yürürlükte olan 1858 ceza kanunu, önceki iki kanundan farklı olarak genel ve özel hükümler bölümlerin içermesi sebebiyle, modern ceza hukuku kurumlarının oluşturulması ve icraya geçilmesinde önemli bir dönüm noktası olarak bilinmektedir.

Geçen onlarca yıl sonunda global çapta ki hukuki değişikliklere ve reformlara uyum sağlama çabasında olan Türkiye’nin AİHM’e bireysel başvuru hakkını kabul etmesi ve 1999 yılında Avrupa Birliğine aday ülke olarak kabul edilmesi ile birlikte öncelik Anayasa olmakla birlikte “ceza hukuku“ mevzuatında köklü reformlara gidilmiştir. 5237 sayılı Türk ceza kanunu 26.09.2004 tarihinde kabul edilmiş ve 12.10.2004 tarihli 25611 Resmî Gazete’de yayımlanmış ve yürürlüğe alınmıştır. İkinci temel kanun 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu olup bu kanun 4.12.2004 tarihinde kabul edilmiş ve 17.12.2004 tarih ve 25673 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Bunların yanı sıra Avrupa Birliği Yasalarına uyum kapsamında Ceza İnfaz Sisteminde de reform niteliğinde değişiklikler yapılmış olup, 5275 sayılı ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkında kanun 13.12.2004 tarihinde kabul edilerek 25685 sayılı Resmî Gazete’de 29.12.2004 tarihinde yayımlanmıştır.

Türkiye hukuk sisteminde yapılan ard arda bu köklü reformlar ile AİHM ( Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) İçtihatları ilke edinilmiş insancıl bir bakış açısı ile yenilenme yoluna gidilmiştir. Öyle ki; maddi (para) cezaları bakımından kişinin ekonomik durumunun dikkate alındığı, gün para cezası sistemine uyarlama yapılmıştır. Hümanizm ilkesi gereği olarak ölüm cezası (idam) istisnasız olarak kaldırılmıştır. Yeni güncellenen ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki kanunda ise, infaz aşamasında kişinin “zalimhane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı“ muameleye maruz bırakılmaması temel siar olarak kabul edilmiştir.

CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZINA İLİŞKİN “İkinci Defa Mükerrir, İkinci Defa Tekerrür (4/4 Mükerrir, ve Tekerrür)” SORUNU

Türkiye hukuk sistemi“ tarihçesi, tüm yönleriyle ele alındığında reform üzeri reform yapılan, sürekli yenilenip, güncellenen hümanist ilkeler çerçevesinde kabul edilebilir bir şekilde evrilme çabası ile her ne kadar iyi bir görüntü verse de. Günümüz 2024 yılında hala Türk ceza kanunu, Türk ceza muhakemesi kanunu, Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki kanunlar hakkında ciddi derecede kaygı verici, eşitlik mefhumundan uzak, hümanizm ilkesine aykırı uygulamalar bulunmakta, Anayasa mahkemesi nde ilgili kanunların eşitsizliği ve yıpratıcı sorunları ile alakalı bizzat devlet kurumları, infaz hakimlikleri  ( Adana İnfaz Hakimliği, Adıyaman İnfaz Hakimliği, Afyon İnfaz Hakimliği, Ağrı İnfaz Hakimliği, Amasya İnfaz Hakimliği, Ankara İnfaz Hakimliği, Antalya İnfaz Hakimliği, Artvin İnfaz Hakimliği, Aydın İnfaz Hakimliği, Balıkesir İnfaz Hakimliği, Bilecik İnfaz Hakimliği, Bingöl İnfaz Hakimliği, Bitlis İnfaz Hakimliği, Bolu İnfaz Hakimliği, Burdur İnfaz Hakimliği, Bursa İnfaz Hakimliği, Çanakkale İnfaz Hakimliği, Çankırı İnfaz Hakimliği, Çorum İnfaz Hakimliği, Denizli İnfaz Hakimliği, Diyarbakır İnfaz Hakimliği, Edirne İnfaz Hakimliği, Elazığ İnfaz Hakimliği, Erzincan İnfaz Hakimliği, Erzurum İnfaz Hakimliği, Eskişehir İnfaz Hakimliği, Gaziantep İnfaz Hakimliği, Giresun İnfaz Hakimliği, , Muş İnfaz Hakimliği, Nevşehir İnfaz Hakimliği, Niğde İnfaz Hakimliği, Ordu İnfaz Hakimliği, Rize İnfaz Hakimliği, Sakarya İnfaz Hakimliği, Samsun İnfaz Hakimliği, Siirt İnfaz Hakimliği, Sinop İnfaz Hakimliği, Sivas İnfaz Hakimliği, Tekirdağ İnfaz Hakimliği, Tokat İnfaz Hakimliği, Trabzon İnfaz Hakimliği, Tunceli İnfaz Hakimliği, Şanlıurfa İnfaz Hakimliği, Ağır Ceza Mahkeme Başkanları, Sivil Toplum Kuruluşları, Avukatlar, Vatandaşların yüzlerce basına yansımış Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru dosyaları bulunmaktadır. Bunun son örneği de Ankara 11. ağır ceza mahkemesinin 2.defa mükerrir,  2.defa tekerrür olarak bilinen toplumda 4/4 İnfaz rejimi olarak tanımlanan; 13.12.2004 tarihli 5275 sayılı ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki kanunun; A.14.maddesinin 14.04.2020 tarihli ve 7242 sayılı kanunun 18. maddesi ile değiştirilen (2) numaralı fıkranın a. Bendinde yer alan “ ikinci Defa Mükerrir”… ibaresinin B.108. Maddesinin (3) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin, iptallerine karar verilmesine yönelik 25.01.2023 tarihli 2023/13 esas nolu başvurusudur. Anayasa Mahkemesi’nin 25 Temmuz 2023 sa:17:01 de resmî Web sitesinde yayınladığı başvuru belgesinde; Ankara 11. ağır ceza mahkemesinin 2023/13 sayılı başvuru dilekçesinde görüleceği üzere 4/4 mükerrer ve 4/4 tekerrür hükümlerinin iptali ne yönelik müracaat edildiği anlaşılacaktır. Haricen bir çok İnfaz Hakimliğinin de çift Mükerrir, çift tekerrür infaz rejiminin kaldırılması, ilgili TCK 58.mad, cik 108/3 mad. İptallerine yönelik başvurularının olduğuda bilinmektedir.

Etiketler : Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazına ilişkin “ikinci defa Mükerrir, ikinci defa tekerrür (4/4 mükerrir ve tekerrür) cezalar, T.C.K, Türk Ceza Hukuku, Gülhane Hattı Hümayun, C.İ.K, Tanzimat Dönemi, İslahat Fermanı, Ceza İnfaz Sistemi, Ceza Kanunname-i Hümayunu, Ceza Kanunu, Türkiye Cumhuriyeti, 1926 Türk Ceza Kanunu, 1858 Ceza Kanunu, Modern Ceza Hukuku, AİHM, Bireysel Başvuru, Resmi Gazete, Avrupa Birliği Yasaları, Hümanizm İlkesi, reform, Türk Ceza Muhakemesi Kanunu, İnfaz Hakimlikleri, tekerrür, mükerrir, çift mükerrir, çift tekerrür, 2.defa tekerrür, 2.defa mükerrir, 4/4 mükerrir, 4/4 tekerrür infaz rejimi, 108/3 C.İ.k, tck 58., Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru, 4/4 sorunu

CEZA İNFAZ KANUNU 2.DEFA MÜKERRİR, 2.DEFA TEKERRÜR HÜKÜMLERİ NEDİR? ÇİFT MÜKERRİR 4/4 SIRUNU ÇÖZÜLECEK Mİ? İKİNCİ DEFA MÜKERRİR VEYA TEKERRÜR CEZA İNFAZ REJİMİNE TABİ OLANLARIN AÇIK CEZA İNFAZ KURUMLARINA AYRILMA HAKKI VE DENETİMLİ SERBESTLİK UYGULAMASINDAN YARARLANMA HAKKI VAR MIDIR?

CEZA İNFAZ KANUNU 2.DEFA MÜKERRİR, 2.DEFA TEKERRÜR HÜKÜMLERİ NEDİR? ÇİFT MÜKERRİR 4/4 SORUNUNU ÇÖZÜLECEK Mİ? İKİNCİ DEFA MÜKERRİR VEYA TEKERRÜR CEZA İNFAZ REJİMİNE TABİ OLANLARIN AÇIK CEZA İNFAZ KURUMLARINA AYRILMA HAKKI VE DENETİMLİ SERBESTLİK UYGULAMASINDAN YARARLANMA HAKKI VAR MIDIR?

13.12.2004 tarih ve 5275 sayılı ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin değişiklikler neticesinde ceza İnfaz sistemine tekerrür ve Mükerrir kavramları eklenerek aşamalı ceza İnfaz sistemine geçiş sağlanmıştır. Alınan hapis cezasının 1/2 si 3/2 si 4/3 ü gibi yatar oranları belirlenmiş ve suç tekrarları ve infaz zaman arkalıklarına göre uygulamaya geçilmiştir. Yine 13.12.2004 tarih ve 5275 sayılı kanunun A.14. Maddesinin 14.04.2020 tarihli ve 7242 sayılı kanunun 18. maddesi ile değiştirilen (2) numaralı fıkrasının (a) bendine “İkinci defa mükerrer” ibaresi eklenerek kişinin aldığı hapis cezasının 4/4 oranında açık cezaevi ve denetimli serbestlik hakkı olmadan tamamının Kapalı ceza İnfaz kurumlarında  (  Ankara 1 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara 2 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara Çocuk ve Gençlik (Genç erkek), Ankara Kadın Kapalı (Kız çocuk), Antalya E Tipi ceza infaz kurumu, Antalya L Tipi ceza infaz kurumu, Ardahan Kapalı ceza infaz kurumu, Artvin Kapalı ceza infaz kurumu, Aydın Kapalı ceza infaz kurumu, Bafra Kapalı ceza infaz kurumu, Bakırköy Kadın Kapalı  (Kız çocuk), Balıkesir Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (E) Kapalı ceza infaz kurumu, Bursa (H) Kapalı ceza infaz kurumu, Ceyhan Kapalı ceza infaz kurumu, Çanakkale Kapalı ceza infaz kurumu, Çankırı Kapalı, ceza infaz kurumu,  Hatay Kapalı ceza infaz kurumu, Hınıs Kapalı ceza infaz kurumu, Iğdır Kapalı ceza infaz kurumu, Isparta Kapalı ceza infaz kurumu, İnebolu Kapalı ceza infaz kurumu, İskenderun Kapalı ceza infaz kurumu, Kahramanmaraş Kapalı ceza infaz kurumu, Karabük Kapalı ceza infaz kurumu, Karaman Kapalı ceza infaz kurumu, Karataş Kadın Kapalı  (Kız çocuk) ceza infaz kurumu, Kars Kapalı ceza infaz kurumu, Kartal Kapalı ceza infaz kurumu, Kastamonu Kapalı ceza infaz kurumu, Kayseri Kapalı ceza infaz kurumu, Maltepe 2 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Maltepe 3 No lu L tipi ceza infaz kurumu, Manisa Kapalı ceza infaz kurumu, Mardin Kapalı ceza infaz kurumu, Mersin Kapalı ceza infaz kurumu, Metris 1 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Metris 2 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Midyat Kapalı ceza infaz kurumu, Muğla Kapalı ceza infaz kurumu, Muş Kapalı ceza infaz kurumu, Nazilli Kapalı ceza infaz kurumu, Nevşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Niğde Kapalı ceza infaz kurumu, Oltu Kapalı ceza infaz kurumu, Ordu Kapalı ceza infaz kurumu, Osmaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Ödemiş Kapalı ceza infaz kurumu, Paşakapısı Kapalı  (Memur) ceza infaz kurumu,  Şebinkarahisar Kapalı ceza infaz kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Boyabat Kapalı ceza infaz kurumu, Burhaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Çarşamba Kapalı ceza infaz kurumu, Develi Kapalı ceza infaz kurumu, Tekirdağ 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tarsus Kapalı ceza infaz kurumu, Tokat Kapalı ceza infaz kurumu, Tunceli Kapalı ceza infaz kurumu, Yalvaç Kapalı ceza infaz kurum.)  İnfaz edilmesi hedeflenmiş ve uygulamaya başlanılmıştır. Ceza İnfaz sistemindeki farklılıklar ve uygulamaların eşitsizliği beraberinde birçok tartışmaları getirmiş Anayasal bir hak olan “eşitlik ilkesine“ aykırılığı nedeni ile binlerce kişinin mağduriyetine sebep olunmuş ve halende olunmaktadır. Özellikle Dünyada eşi ve benzeri olmayan 4/4 çift mükerrir, çift tekerrür ( alınan hapis cezasının tamamının Kapalı cezaevinde infaz ettirilmesi ) İnfaz sistemi uygulaması kamuoyunda ciddi tepkilere sebep olmuştur. Sözde Kıta Avrupa hukukuna tabi olan hukuk sistemimizde uygulanan Ceza İnfaz Rejimlerinin tamamen insan haklarına aykırı, eşitlik ilkesine ters ve hümanizm kavramından uzak bir yapıda olması kabul edilebilir bir durum olmayıp toplum aydınları ve kanaat önderleri tarafından sert eleştirilere maruz kalmıştır.

CEZA İNFAZ KANUNU 2.DEFA MÜKERRİR, 2.DEFA TEKERRÜR HÜKÜMLERİ NEDİR? ÇİFT MÜKERRİR 4/4 SIRUNU ÇÖZÜLECEK Mİ? İKİNCİ DEFA MÜKERRİR VEYA TEKERRÜR CEZA İNFAZ REJİMİNE TABİ OLANLARIN AÇIK CEZA İNFAZ KURUMLARINA AYRILMA HAKKI VE DENETİMLİ SERBESTLİK UYGULAMASINDAN YARARLANMA HAKKI VAR MIDIR?

Bilindiği üzere T.C.K (Türk Ceza Kanunu) 1. Maddesinde ceza kanunun temel amacı “ceza kanunun amacı kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlemesini önlemektir. Kanunda, bu amacın gerçekleştirilmesi için ceza sorumluluğunun temel esasları ile suçlar, ceza ve güvenlik tedbirlerinin türleri düzenlenmiştir“ şeklinde belirtilmiştir. Bunun yanı sıra ceza infaz hukuku ceza yargılaması neticesinde verilen ve kesinleşmiş bir hüküm de yer alan ceza veya güvenlik tedbirlerine ilişkin yaptırımların adil bir şekilde uygulanmasına, bu kapsamda infazın başlamasına, yerine getirilmesine, gözetleme ve denetime dair kuralları kapsamaktadır. Tüm bu uygulamalar bütünü ile değerlendirildiğinde Sosyal Devletlerin esasında hedeflediği unsur “Adaletçi Teoriler“ kapsamında da yer alan Özel Önleme Teorisi“ nin gerçekleştirilmiş olmasıdır. “Özel Önleme Teorisi“, Türk ceza kanununda yer alan, Anlam olarak cezadan sağlanacak faydayı hedefleyen bir anlayıştır. Özel Önleme Teorisine göre; Cezanın infazı ile suç işleyenin işlediği suçtan dolayı pişmanlık duymasının sağlanıp, ıslah edilerek topluma yeniden kazandırılmasını görmektir. Bir yandan cezanın infaz sürecinde, Toplum tehlikeden korunmuş olacakken, infaz sonrasında ise ıslah edilerek yeniden sosyalleştirilmiş kişinin tekrar suç işlemesinin önüne geçilmiş olacaktır. Yine hukuk devleti ilkesine göre sosyal hukuk devletlerinin suç politikalarında, Anayasal değerler sisteminin temel norm olarak insan haysiyetinin korunmasına dayanmakta, insancıl bir bakışla adalet mefhumunun sağlanması hedeflenmektedir.

Her ne kadar Türkiye’de ( Adana, Adıyaman, Afyonkarahisar, Ağrı, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Balıkesir, Bartın, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Hatay, Iğdır, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kırıkkale, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Şırnak, Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Uşak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak) Hukuki olarak düzenlemeler bu ilkeler çevresinde oluşturulmuş olsa da uygulama süreçlerinde çok ciddi telafisi mümkün olmayan sorunlarla karşılaşmaktadır. Son yıllarda binlerce kişinin tepkisine de yol açan ceza infaz sisteminde ki çift mükerrer, çift tekerrür (4/4 yatar) uygulamaları hiçbir şekilde Türk yargı sistemindeki hümanizm ilkesi ile bağdaşmamakta, cezaya muhatap bireyin topluma psikolojik, sosyolojik olarak hazırlanması bir yana tamamen Mental olarak ruhsal bir çöküntüye neden olmakta, verilen ağır cezalar ve infaz rejimi ile kişi normal ruh halinden uzaklaştırılıp ne olursa olsun düşüncesine itilmekte buna bağlı olarak ta, Aile birliklerinin yıkılması ve benzer bir çok ağır sorunlar yaşanmaktadır. Ceza İnfaz rejimleri nde, daha önce de açıkladığımız üzere kişi toplumdan soyutlanarak belirli bir süre kapalı bir ortamda tutulurken, bu süre zarfında kişinin içsel yolculuğunda olumlu ve pozitif yönde katkı sağlanarak vicdani kanının ve empatik düşünme biçiminin olgunlaşması sağlanmalıdır ki kişi tahliye sonrası toplum ile sorunsuz bir şekilde bütünleşebilirsin. Aksi halde sağlanan ve mevcuttaki çözüm yöntemleri anı kurtarmaktan ibaret olup, ileriye dönük bireysel ve toplumsal ciddi sorunlara yol açacaktır. Yaklaşık 6,7 yıldır uygulanan ve kişiler, aileler üzerinde yıkıcı sıkıntılara yol açan çift mükerrir, çift tekerrür (4/4 yatar oranı) İvedilikle çözülmesi gereken toplumsal bir sorun olup, evrensel hukuk ilkeleri ile uyuşmayan hümanizm ilkesini resmen ayaklar altına alan hukuk dışı bir uygulamadır.  Ceza İnfaz kurumuna alınan bireyler “iyi hali olmaşartı ile “Şartlı salı verilme“, “koşullu salı verilme“, “adli kontrol ile salı verilme  gibi uygulamalar ile dışarıya, özgür bir ortama daha erkenden çıkabileceği düşüncesi taşıtılarak sosyalleşmesi sağlanırken, ceza İnfaz sistemindeki çift mükerrer, çift tekerrür ( 4/4 yatar oranı) rejimi tüm bunların aksine hiçbir umut emaresi bırakma, olan kişinin psikolojik durumunuda travmatik bir çıkmaza sokmakta, Bu patoloji içerisindeki bir bireyin de bırakın topluma kazandırılması mevcut suçluluk Halinin daha da tırmanışa geçeceği şüphe götürmez bir gerçektir.  Her birey toplumla sosyolojik olarak ilişkilidir, her toplumda sosyolojik olarak kendi yapısını oluşturan bireylerle doğrudan ilişkilidir. Ünlü düşünür Montes Puiev’dan bir sözle konuyu bütünleştirecek olursak “Bir tek kişiye yapılan bir haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir.” Der ünlü düşünür. Ceza İnfaz sistemindeki sorunların sadece bir bireyi ilgilendiren sorun olmayıp toplumlara, milletleri ve nihayetinde devleti yakinen alakadar eden bir problem olduğu fark edilmelidir.

Etiketler : CEZA İNFAZ KANUNU 2.DEFA MÜKERRİR, 2.DEFA TEKERRÜR HÜKÜMLERİ NEDİR? ÇİFT MÜKERRİR 4/4 SIRUNU ÇÖZÜLECEK Mİ?, 5275 sayılı ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı, ceza infaz sistemi, tekerrür, mükerrir, yatar oranları, infaz, ikinci defa mükerrir, denetimli serbestlik hakkı, eşitlik ilkesi, dünya, 4/4 çift mükerrir, çift tekerrür, tekerrür, mükerrir nedir, T.C.K, Ceza Kıta Avrupa Hukuku, Hukuk Devleti, kanun, infaz, Adaletçi Teoriler, özel önleme teorisi, ceza infaz süreci, hukuk devleti ilkesi, insan, adalet, Türkiye, 4/4 yatar, 108/3, Türk Yargı Sistemi, 4/4 yatar oranı, sartlı salıverilme, koşullu salıverilme, adli kontrol, ceza infaz sisteminde çift mükerrir, çift tekerrür rejimi

İKİNCİ DEFA MÜKERRİR VE İKİNCİ DEFA TEKERRÜR HÜKÜMLERİNİN, DİĞER CEZA İNFAZ SİSTEMLERİNE GÖRE ORANTISIZLIĞI, ANAYASAL BİR HAK OLAN EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRILIĞI YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

İKİNCİ DEFA MÜKERRİR VE İKİNCİ DEFA TEKERRÜR HÜKÜMLERİNİN, DİĞER CEZA İNFAZ SİSTEMLERİNE GÖRE ORANTISIZLIĞI, ANAYASAL BİR HAK OLAN EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRILIĞI YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

2. Kez tekerrür, 2. Kez mükerrir Ceza infaz rejimine tabi olan kişiler hiçbir şekilde açık ceza İnfaz Kurumu’na çıkamamakla birlikte, Denetimli serbestlik hakkından da istifade edememektedir. Sorun teşkil eden bu durum diğer ceza İnfaz rejimleri ile kıyaslandığında vicdanen kabul edilmesi mümkün değildir. Cezasının 1/2 sini, 3/2 sini ve 4/3 ünü yatan tüm hükümlüler suç ayırt etmeksizin açık ceza evlerini ve denetimli sürelerini ayrılma hakkına sahip olmalarına rağmen ikinci kez tekerrür, ikinci kez Mükerrir olan hükümlüler alınan cezanın tamamını en ağır şartlarda kapalı ceza İnfaz kurumlarında tamamlamak zorundadır. Ceza İnfaz kanunu’ndaki bu uygulama her Türkiye cumhuriyeti Vatandaşının Anayasal hakkı olan eşitlik hakkına aykırı bir uygulamadır. Düşünün ki; 20 yıl ceza alan birisi 1/2 oranında 10 yıl yatması gerekir. Açık cezaevi + Denetimli serbestlik süreleri şu anda 10 yıl (son)  uygulanmasından dolayı 2,3 gün Kapalı cezaevinde yatıp, işlemlerinin ardından açık cezaevine çıkabilirken, sadece 1 yıl ceza alan ve ikinci kez tekerrür ( 2.kez mükerrir) hükümlerine tabi olan bir hükümlü 1 yıl (12 ay) boyunca cezasının son gününe kadar Kapalı cezaevinde yatmak zorundadır. 20 yıl Ceza almak, mevcut adaletsiz uygulamadan dolayı 1 yıl ceza almaktan çok çok daha iyidir. Bu akla ziyan adaletsiz ve insan haklarına aykırı durum bir an evvel bu günlerde konuşulan 10. Yargı paketinde düzeltilmelidir. Söz konusu Türkiye 81 ilinde ( Adana, Adıyaman, Afyonkarahisar, Ağrı, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Balıkesir, Bartın, Batman, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkâri, Hatay, Iğdır, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kilis, Kırıkkale, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Mersin, Muğla, Muş, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Şanlıurfa, Siirt, Sinop, Sivas, Şırnak,Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Uşak, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak) Tekerrür ve mükerrer ceza infaz rejimine tabi olarak cezaevlerinde bulunan 180.000 vatandaşımız ve aileleridir. Bu sayı ailelerle birlikte yarım milyonu geçik bir sayıdaki insanları ciddi derecede mağdur etmektedir. Zaman zaman Ankara’nın Ulus, Kızılay ilçelerinde, İstanbul Bakırköy ve Çağlayan’da binlerce kişi bu Hukuk dışı ve adil olmayan uygulamayı protesto etmek amacıyla toplanmıştır, binlerce tutuklu ve hükümlü yakını durumdan son derece rahatsızdır.

Etiketler : İKİNCİ DEFA MÜKERRİR VE İKİNCİ DEFA TEKERRÜR HÜKÜMLERİNİN, DİĞER CEZA İNFAZ SİSTEMLERİNE GÖRE ORANTISIZLIĞI, ANAYASAL BİR HAK OLAN EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRILIĞI YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ, 2.kez tekerrür, 2. Kez mükerrir, açık ceza infaz kurumu, denetimli serbestlik, ceza infaz rejimi, ikinci kez tekerrür, ikinci kez mükerrir, ceza infaz kanunu, insan hakları, tekerrür ve mükerrir ceza infaz rejimi, Ankara, Ulus, Kızılay, İstanbul, Bakırköy, Çağlayan, tutuklu ve hükümlü

2.KEZ TEKERRÜR, 2. KEZ MÜKERRİR İNFAZ KANUNLARINA TABİ TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLER DEVLET YETKİLİLERİNDE GENEL AF VEYA KISMİ BİR AF BEKLEMEMEKLE BİRLİKTE EN İNSANİ HAKLARI OLAN EŞİTLİK HAKLARININ GÖZETİLMESİNİ İSTİYORLAR

2.KEZ TEKERRÜR, 2. KEZ MÜKERRİR İNFAZ KANUNLARINA TABİ TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLER DEVLET YETKİLİLERİNDE GENEL AF VEYA KISMİ BİR AF BEKLEMEKLE BİRLİKTE EN İNSANİ HAKLARI OLAN EŞİTLİK HAKLARININ GÖZETİLMESİNİ İSTİYORLAR

Çift mükerrer ve çift tekerrür infaz rejiminden kaynaklı mağduriyet yaşayan tutuklu ve hükümlüler, aileleri, yakınları kesinlikle Türkiye cumhuriyeti devletinden genel af veya kısmi bir af talebinde bulunmamaktadır. Burada önemli vurgulanması gereken husus şudur. 15 Temmuz hain darbe girişimi esnasında F-16 Savaş uçağı kaldırıp gazi Meclisi ve kendi milletine bombalayan, taarruz helikopterleri ile polisleri, devlet kurumlarını, çoluk, çocuğu tarayan tanklarla yüzlerce kişiyi adeta biçen terörist vatan hainleri aldıkları cezanın 4/3 ünü yatıp, Denetimli serbestlik hakkı tanınırken… Çift Mükerrir, çift tekerrür (108/3) e tabi adli tutuklu ve hükümlüler bu terörist vatan hainlerinden daha ağır bir ceza infaz rejimine tabi tutulmuştur. Bu noktada bu ağır yaptırımlara muhatap kılınan bu ülkenin insanları neyi, nasıl düşünmelidir, mevcut kanun dışı vaziyeti ne ölçüde sindirmelidir. Asker, polis, ceza infaz koruma memuru, doktor, öğretmen, kadın, yaşlı, çocuk katleden bombalayan teröristler, Tecavüzcüsü, canisi, kadın katili, uyuşturucu satıcısı, hırsızı ve birçok aşağılık suçtan hüküm giyen Kişiler Açık cezaevlerine, denetimi ayrılabilirken 4/4 mağdurlarına bu imkanların tanınmaması vicdanın kabul edilebilecek bir şey değildir. Bu hususun en erken ve en ivedi şekilde gazi mecliste çözülerek 10. yargı paketinde Kanunlaştırılması gerekmektedir. Burada yarım milyon vatandaşın mağduriyeti söz konusu dur. Türkiye Büyük Millet Meclisi tüm parti başkan ve vekilleri, toplum kanaat önderleri, ülke aydınları, Stk’lar, basın, medya, gazete, barolar, 81 ildeki infaz hakimlikleri, ilgili dernek ve vakıflar yıllardır süren bu hukuk dışı uygulamayı tartışmalı gündeme getirmelidir. Bu ülkede bir terörist bir ırz suçlusu Hasbel kader cezaevine girmiş bir vatandaştan daha iyi şartlarda infaz rejimine tabi olmamalıdır.

2.KEZ TEKERRÜR, 2. KEZ MÜKERRİR İNFAZ KANUNLARINA TABİ TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLER DEVLET YETKİLİLERİNDE GENEL AF VEYA KISMİ BİR AF BEKLEMEMEKLE BİRLİKTE EN İNSANİ HAKLARI OLAN EŞİTLİK HAKLARININ GÖZETİLMESİNİ İSTİYORLAR

Türkiye’deki ceza İnfaz kurumları ( Ağrı Kapalı ceza infaz kurumu, Akhisar Kapalı ceza infaz kurumu, Aksaray Kapalı ceza infaz kurumu, Akşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Alaşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Alanya L Tipi ceza infaz kurumu, Amasya Kapalı ceza infaz kurumu, Ankara 1 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara 2 Nolu L ceza infaz kurumu, Ankara Çocuk ve Gençlik (Genç erkek), Ankara Kadın Kapalı (Kız çocuk), Antalya E Tipi ceza infaz kurumu, Antalya L Tipi ceza infaz kurumu, Ardahan Kapalı ceza infaz kurumu, Ceyhan Kapalı ceza infaz kurumu, Kastamonu Kapalı ceza infaz kurumu, Kayseri Kapalı ceza infaz kurumu, Keskin Kapalı ceza infaz kurumu, Kırklareli Kapalı ceza infaz kurumu, Kırşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Kilis Kapalı ceza infaz kurumu, Kocaeli Kapalı ceza infaz kurumu, Konya Kapalı ceza infaz kurumu, Kozan Kapalı ceza infaz kurumu, Maltepe 1 No lu L tipi ceza infaz kurumu, Maltepe 2 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Maltepe 3 No lu L tipi ceza infaz kurumu, Manisa Kapalı ceza infaz kurumu, Mardin Kapalı ceza infaz kurumu, Mersin Kapalı ceza infaz kurumu, Metris 1 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Metris 2 Nolu T tipi ceza infaz kurumu, Midyat Kapalı ceza infaz kurumu, Muğla Kapalı ceza infaz kurumu, Muş Kapalı ceza infaz kurumu, Nazilli Kapalı ceza infaz kurumu, Nevşehir Kapalı ceza infaz kurumu, Niğde Kapalı ceza infaz kurumu, Oltu Kapalı ceza infaz kurumu, Ordu Kapalı ceza infaz kurumu, Osmaniye Kapalı ceza infaz kurumu, Ödemiş Kapalı ceza infaz kurumu, Paşakapısı Kapalı  (Memur) ceza infaz kurumu, Rize Kapalı ceza infaz kurumu, Sakarya  Kapalı ceza infaz kurumu, Salihli Kapalı ceza infaz kurumu, Samsun Kapalı ceza infaz kurumu, Sandıklı Kapalı ceza infaz kurumu, Seydişehir Kapalı ceza infaz kurumu, Siirt Kapalı ceza infaz kurumu, ceza infaz kurumu, Silifke Kapalı ceza infaz kurumu, Silivri 3 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Silivri 5 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Silivri 6 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Silivri 7 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Silivri 8 Nolu L tipi ceza infaz kurumu, Sinop Kapalı ceza infaz kurumu,  Tekirdağ 1 Nolu T tipi Kapalı ceza infaz kurumu, Ümraniye E ve T tipi ceza infaz kurumu, Ünye Kapalı ceza infaz kurumu, Van Kapalı ceza infaz kurumu, Vezirköprü Kapalı ceza infaz kurumu, Yalvaç Kapalı ceza infaz kurumu, Yozgat Kapalı ceza infaz kurumu, Zile Kapalı ceza infaz kurumu, Zonguldak Kapalı ceza infaz kurumu, Akhisar Kapalı ceza infaz kurumu, Aksaray Kapalı ceza infaz kurumu, Sandıklı Kapalı ceza infaz kurumu, Seydişehir Kapalı ceza infaz kurumu, Siverek Kapalı ceza infaz kurumu, Sungurlu Kapalı ceza infaz kurumu, Şebinkarahisar Kapalı ceza infaz kurumu, Tunceli Kapalı ceza infaz kurumu, Yalvaç Kapalı ceza infaz kurumu) teröristlere vatan hainlerine zindan, kendini geliştirip topluma adapte olmak isteyenlere eğitim yuvası, okul, devletimizin milletine manen yatırım yaptığı bir çatı olmalıdır. Şüphesiz en büyük yatırım insan gelişimine yönelik yapılan yatırımdır. Kişileri ağır bir şekilde yıpratıcı akla ve vicdana aykırı uygulamaların kimseye bir faydası olmayacaktır. Yetkililerden 2. kez tekerrür ve 2. kez Mükerrir hususları üzerinde acilen çalışma yapmaları beklenilmektedir. 180.000 kişi ve aileleri adına kamuoyuna önemle duyurulur.

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

Etiketler : 2.KEZ TEKERRÜR, 2. KEZ MÜKERRİR İNFAZ KANUNLARINA TABİ TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLER DEVLET YETKİLİLERİNDE GENEL AF VEYA KISMİ BİR AF BEKLEMEKLE BİRLİKTE EN İNSANİ HAKLARI OLAN EŞİTLİK HAKLARININ GÖZETİLMESİNİ İSTİYORLAR, Türkiye, Çift mükerrir ve Çift tekerrür, tutuklu ve hükümlüler, genel af, kısmi af, çift mükerrir, çift tekerrür, ceza infaz rejimi, 4/4 mağdurları, 10.Yargı Paketi, 2.kez tekerrür, 2.kez mükerrir, infaz hakimliği

 

8.YARGI PAKETİ İÇERİĞİ NEDİR? 8.YARGI PAKETİNDE HANGİ MADDELER VAR? 8.YARGI PAKETİNDE KISMİ AF VAR MIDIR? 2024 YILINDA GÜNDEME ALINACAK OLAN 8.YARGI PAKETİNDE ÇİFT MÜKERRİR VE ÇİFT TEKERRÜR İNFAZ REJİMİ İLE ALAKALI DÜZENLEME OLACAK MI? İNFAZ KANUNU DEĞİŞİYOR MU?

10.YARGI PAKETİ İÇERİĞİ NEDİR? 10.YARGI PAKETİNDE HANGİ MADDELER VAR? 10.YARGI PAKETİNDE KISMİ AF VAR MIDIR? 2024 YILINDA GÜNDEME ALINACAK OLAN 10.YARGI PAKETİNDE ÇİFT MÜKERRİR VE ÇİFT TEKERRÜR İNFAZ REJİMİ İLE ALAKALI DÜZENLEME OLACAK MI? İNFAZ KANUNU DEĞİŞİYOR MU?

10. Yargı Paketi” olarak bilinen ve ceza infaz sistemindeki bazı sorunların düzeltileceği yönünde detaylı haberlerin yer aldığı yargı düzenlemesi son aylarda merakla beklenilmektedir. Adalet Bakanımız tarafından da kısmen başlıkların açıklandığı 10. Yargı Paketi milyonların beklentisini karşılayabilecek şekilde son şekli oluşturulmaya çalışılıyor. Bütçe görüşmelerinden sonra 2023 sonu 2024 ocak ayı gibi meclise sunulması bekleniyor. Basında yer alan bazı bilgilere göre 10. Yargı Paketi içeriğinde Çift mükerrir (2.kez mükerrir), çift tekerrür (2.kez tekerrür) T.C.K 58. Mad ve C.İ.K 108/3 maddelerinde de değişiklik yapılacağı. 4/4 yatar oranlarının tamamen kaldırılacağı. 1/2, 3/2, 4/3 yatar oranlarındaki farklılıkların 40/100 oranında çekilerek sabitleneceği dolayısıyla eşitsizlik ilkesine ters uygulamanın düzeltileceği yönünde bilgiler yer almakla birlikte tekerrür ve mükerrir kavramlarında aynı şuçlar harici farklı suçlarda uygulanamayacağı gibi iyileştirici maddeler de yer almaktadır. Yine denetimli serbestlik oranları ve açık ceza infaz kurumlarına ( Adana Açık Ceza İnfaz Kurumu, Isparta Açık Ceza İnfaz Kurumu, Adıyaman Açık Ceza İnfaz Kurumu, İskenderun Açık Ceza İnfaz Kurumu, Afyonkarahisar Açık Ceza İnfaz Kurumu, İskilip Açık Ceza İnfaz Kurumu, Akçakale Açık Ceza İnfaz Kurumu, İzmir Açık Ceza İnfaz Kurumu, Akhisar Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kahramanmaraş Açık Ceza İnfaz Kurumu, Akşehir Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kalecik Açık Ceza İnfaz Kurumu, Alanya Açık Ceza İnfaz Kurumu, Karaman Açık Ceza İnfaz Kurumu, Ankara Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kars Açık Ceza İnfaz Kurumu, Antalya Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kartal Açık Ceza İnfaz Kurumu, Ayaş Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kastamonu Açık Ceza İnfaz Kurumu, Aydın Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kırıkhan Açık Ceza İnfaz Kurumu, Bafra Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kırşehir Açık Ceza İnfaz Kurumu, Balıkesir Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kocaeli Açık Ceza İnfaz Kurumu, Bergama Açık Ceza İnfaz Kurumu, Konya Açık Ceza İnfaz Kurumu, Bingöl Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kozan Açık Ceza İnfaz Kurumu, Bolu Açık Ceza İnfaz Kurumu,  Kütahya Açık Ceza İnfaz Kurumu, Bolvadin Açık Ceza İnfaz Kurumu, Maltepe Açık Ceza İnfaz Kurumu, Bozüyük Açık Ceza İnfaz Kurumu, Manisa Açık Ceza İnfaz Kurumu, Buca Açık Ceza İnfaz Kurumu, Mersin Açık Ceza İnfaz Kurumu, Burdur Açık Ceza İnfaz Kurumu, Muğla Açık Ceza İnfaz Kurumu, Burhaniye Açık Ceza İnfaz Kurumu, Muratlı Açık Ceza İnfaz Kurumu, Ceyhan Açık Ceza İnfaz Kurumu, Nazilli Açık Ceza İnfaz Kurumu,Çanakkale Açık Ceza İnfaz Kurumu, Niğde Açık Ceza İnfaz Kurumu, Çorum Açık Ceza İnfaz Kurumu, Ordu Açık Ceza İnfaz Kurumu, Dalaman Açık Ceza İnfaz Kurumu, Ödemiş Açık Ceza İnfaz Kurumu, Denizli Açık Ceza İnfaz Kurumu, Pınarbaşı Açık Ceza İnfaz Kurumu, Edime Açık Ceza İnfaz Kurumu, Salihli Açık Ceza İnfaz Kurumu, Elmalı Açık Ceza İnfaz Kurumu, Sarayköy Açık Ceza İnfaz Kurumu, Erciş Açık Ceza İnfaz Kurumu, Saruhanlı Açık Ceza İnfaz Kurumu, Erzincan Açık Ceza İnfaz Kurumu, Sultanhisar Açık Ceza İnfaz Kurumu, Erzurum Açık Ceza İnfaz Kurumu, Siirt Açık Ceza İnfaz Kurumu, Eskipazar Açık Ceza İnfaz Kurumu, Silivri Açık Ceza İnfaz Kurumu, Eskişehir Açık Ceza İnfaz Kurumu, Sincan Açık Ceza İnfaz Kurumu, Foça Açık Ceza İnfaz Kurumu, Sivas Açık Ceza İnfaz Kurumu, Gaziantep Açık Ceza İnfaz Kurumu, Şebinkarahisar Açık Ceza İnfaz Kurumu, Gemlik Açık Ceza İnfaz Kurumu, Tekirdağ Açık Ceza İnfaz Kurumu, Gevaş Açık Ceza İnfaz Kurumu, Tokat Açık Ceza İnfaz Kurumu, Geyve Açık Ceza İnfaz Kurumu,  Toprakkale Açık Ceza İnfaz Kurumu, Giresun Açık Ceza İnfaz Kurumu, Trabzon Açık Ceza İnfaz Kurumu, Gümüşhane Açık Ceza İnfaz Kurumu, Ula Açık Ceza İnfaz Kurumu, Hatay Açık Ceza İnfaz Kurumu, Uşak Açık Ceza İnfaz Kurum, Ünye Açık Ceza İnfaz Kurumu , Yozgat Açık Ceza İnfaz Kurumu) ayrılma sürelerinde de düzenlemeler yapılacak.

8.YARGI PAKETİ İÇERİĞİ NEDİR? 8.YARGI PAKETİNDE HANGİ MADDELER VAR? 8.YARGI PAKETİNDE KISMİ AF VAR MIDIR? 2024 YILINDA GÜNDEME ALINACAK OLAN 8.YARGI PAKETİNDE ÇİFT MÜKERRİR VE ÇİFT TEKERRÜR İNFAZ REJİMİ İLE ALAKALI DÜZENLEME OLACAK MI? İNFAZ KANUNU DEĞİŞİYOR MU?

10. Yargı Paketi ndeki düzenlemelerin kesinlikle bir Genel Af veya Kısmi Af ile alakası olmadığı da yetkililer tarafından kamuoyu ile paylaşıldı. Toplumun bir genel af veya kısmi bir af ile toplumsal barışa ihtiyacı var mıdır, buda zaman zaman T.B.M.M. nde tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri “genel afverilmediği bilinirken kısmi bir afverilmesine Gazi Meclisteki bütün partiler olumlu bakmaktadır. Zita Türkiyedeki Ceza İnfaz Kurumlarında bulunan tutuklu ve hükümlüler yarım milyona yaklaşmış olup tutuksuz yargılanan ve adliyelerdeki birikmiş dosyalarda baz alınırsa milyonu geçen bir kitle söz konusudur. 10. Yargı Paketi nde tüm kanun maddeler tamamen oluşturulmuş değil, çalışmalarında sürmesi nedeniyle bir ihtimal talepler doğrultusunda eklenecek birkaç madde ile bu sorunlarında çözülmesi mümkündür. Bizlerin temennisi Vatana, Millete en faydalı olacak şekilde 10. Yargı Paketi nin tamamlanarak kanunlaşmasının sağlanmasıdır.

Etiketler : 10.YARGI PAKETİ İÇERİĞİ NEDİR? 8.YARGI PAKETİNDE HANGİ MADDELER VAR? 10. YARGI PAKETİNDE KISMİ AF VARMIDIR? 2024 YILINDA GÜNDEME ALINACAK OLAN 10. YARGI PAKETİNDE ÇİFT MÜKERRİR VE ÇİFT TEKERRÜR İNFAZ REJİMİ İLE ALAKALI DÜZENLEME OLACAK MI? İNFAZ KANUNU DEĞİŞİYORMU?, 10. Yargı Paketi, Yargı Düzenlemesi, Çift Mükerrir, 2.kez Mükerrir, çift tekerrür, 2.kez tekerrür, tck 58.mad., 4/4 yatar, tekerrür, mükerrir, denetimli serbestlik, Yargı Paketi, Kısmi Af, Genel Af, T.B.M.M, Türkiye, tutuklu ve hükümlüler

8.YARGI PAKETİNDE ŞARTLI TAHLİYELERİ GERİ ALINAN HALK DEYİMİYLE İNFAZI YANAN HÜKÜMLÜLER İÇİNDE YENİ BİR DÜZENLEME VARMIDIR? MÜKERRİR VE TEKERRÜR CEZA SİSTEMLERİNDEKİ HUKUKSUZLUKLAR ŞARTLI TAHLİYESİ GERİ ALINAN (İNFAZI YANAN) HÜKÜMLÜLER İÇİNDE TARTIŞMA KONUSU OLABİLİR Mİ?

10.YARGI PAKETİNDE ŞARTLI TAHLİYELERİ GERİ ALINAN HALK DEYİMİYLE İNFAZI YANAN HÜKÜMLÜLER İÇİNDE YENİ BİR DÜZENLEME VARMIDIR? MÜKERRİR VE TEKERRÜR CEZA SİSTEMLERİNDEKİ HUKUKSUZLUKLAR ŞARTLI TAHLİYESİ GERİ ALINAN (İNFAZI YANAN) HÜKÜMLÜLER İÇİNDE TARTIŞMA KONUSU OLABİLİR Mİ?

10. Yargı Paketinde Milliyet ve Hürriyet Gazetelerinin yayınlamış olduğu haber içeriklerine göre Ceza infaz Kurumları nda şartlı tahliyesi geri alınan (infazı yanan) hükümlüler içinde iyileştirici düzenlemeler olduğu bir defaya mahsus şartlı tahliyelerin geri hükümlülere iade edileceği yönünde bilgiler bulunmaktadır. Çift mükerrir, (2.kez mükerrir) çift tekerrür(2.kez tekerrür) ceza infaz sistemindeki hak yoksunlukları aynı oranda şartlı tahliyesi geri alınanlar içinde geçerli olması sebebiyle benzer beklentiler şartlı tahliyesi geri alınanlar (infazı yananlar) için de gündemi korumaktadır. Öyleki çeşitli ceza infaz kurumlarında 25-30 yıldır yatan ve düzenlemeyi bekleyen infaz yakmaderdinden muzdarip olan hükümlüler bulunmaktadır. Edinilen bilgilere göre, son düzenlemelerde ilgili maddeler kaldırılmazsa infaz yatan hükümlülerde tahliye olabilecek. Yatar süresi şayet tahliye olabilme süresini karşılayamaz ise açık cezaevi ve denetimli serbestlik sürecinden istifade edilmesi içinde Meclis Adalet Komisyonunda çalışma yapıldığı gelen bilgiler arasında yer aldı.

Editör

www.musabyasirozen.com.tr

Etiketler : 10. YARGI PAKETİNDE ŞARTLI TAHLİYELERİ GERİ ALINAN HALK DEYİMİYLE İNFAZI YANAN HÜKÜMLÜLER İÇİNDE YENİ BİR DÜZENLEME VARMIDIR? MÜKERRİR VE TEKERRÜR CEZA SİSTEMLERİNDEKİ HUKUKSUZLUKLAR ŞARTLI TAHLİYESİ GERİ ALINAN (İNFAZI YANAN) HÜKÜMLÜLER İÇİNDE TARTIŞMA KONUSU OLABİLİR Mİ?, 10. Yargı Paketi, tekerrür, ceza infaz kurumları, şartlı tahliye, infaz yanması, çift mükerrir 2.kez mükerrir, çift tekerrür 2.kez tekerrür, infaz yakma, infaz yatar, tahliye, C.İ.K, 10.Yargı Paketinde Neler Var

Türkiye'de Irk Sorunu

Irkçılık

Irk Kelime kökeni çok çeşitli olarak kullanılmakla beraber biz İnsan oğlunun zihninde aynı kavmi, soydan gelen toplumun birden Ten’sel (siyah-beyaz) Birbirine benzeyen topluluklar için kullanırız. Tabii ki daha da çeşitlendirenler var. ırk veya ırkçılık insan oğlunun varoluşundan günümüze kadar gelmiş en vebalı ve bulaşıcı hastalıklardan bir tanesidir. Son yüzyıllarda her ne kadar gelişmiş ya da demokrasisi gelişmiş bazı toplum ve ülkelerde sık rastlanmasa da aslında kanser hastalığı gibi insan oğlunda bitmeyen bir hastalığa dönüşmüş bulunmaktadır. Kendimce ırkçılık insan oğlunun ilk yaratılışı ile başlamış öyle ki yüce Allah bütün insanlığın babası Hazreti Adem’i topraktan yaratırken, ondan önce yaratılmış olan bütün meleklere ve cinlere Hazreti Adem’e secde etmelerini emretmiş. Fakat kendisinin ateşten yaratıldığını ve bu yüzden kibir yapıp kendisini daha üstün gören şeytan (İblis) secde etmeyi Allah’ın emrine karşı gelip lanetlenmiştir. Bu kıssadan bile anlaşılıyor ki ırkçılık çok kötü ve tehlikeli olur sonu lanetlenmedir.

Halbuki yüce Allah (cc) İnsanı “eşref-i mahluk” Olarak yaratmış ve hikmet gereği kavimlere, kabileleri ve farklı Tende yaratıp birbirinden ayırarak birbirleriyle daha iyi ilişki, ticaret, birbirlerini tanıma vb.Bir şekilde hayatın devamını sağlamıştır. ( Kuran’i şuura mensup her insanın hadiseye böyle bakması imanın) bir gereğidir. Baştan bilelim ki Allah (cc) Yeryüzüne gelmiş, geçmiş bütün insanların Hazreti Adem ile Havva’dan olduklarını insanlara tebliğ edilen 4 kutsal kitapta da belirtmiştir. Kuran’i kelime göre ise ırklar özellikle yaratılmışlardır. Başlangıçta insanlar tek bir Ümmet tek bir toplum idi sonradan ayrılığa düşmeleri üzerine Allah rahmetinin müjdecileri ve azabın habercileri olarak peygamberler ve habercileri Hak ile kitap indirdik ki o kitap insanlar arasında ayrılığa düşme noktasında hakem olsun. Yine bir ayette “ Ey insanlar muhakkak biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık sizi tanışmanız için şubeleri ve kavimlere ayırdık. Şüphesiz Allah indinde en şerefliniz takva da Allahın emrini dinleme konusunda kim daha dikkatli ise en üstün olanınız odur. Muhakkak ki Allah her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandırdiye buyuruyor.

Bunca açıklamalara ve delillere rağmen insan oğlunun içinde müthiş bir ırkçılık mevcuttur. Hatta bu ırkçılık yüzünden elçi olarak gelen bir sürü peygamberlere bile uyumamış yeri gelmiş zulüm edilmiştir. Hatta bu illet bugün bile hayatımızda olup gerek devletimizde gerekse de ilimizde ilçemizde köyümüzde mahallelerimizde bazen de evimizin içerisinde bile karşılaştığımız bir kangrene dönüşmüş bulunmaktadır. Küresel olarak biraz örnek Verdikten sonra şu an yaşadığımız hayattan da biraz değiniriz. İsrailliler (Yahudiler) Geçmişte olduğu gibi hala yüce Allah’ın onları bütün ırklardan daha üstün olarak yarattıklarını geri kalan tüm insanların onlara biat etmeleri kanısındadır.

Amerika kıtasında beyazlar kendilerini daha üstün ırk olarak zannetmiş ve alt tabaka gördükleri kıtanın gerçek sahipleri Kızılderili halkını katliamdan geçirmiş ve orada yaşayan zenci vatandaşları insan yerine koymayıp senelerce zulüm etmiş, işkence etmiş ve insan yerine koymamıştır. Günümüzde her ne kadar eşit haklar ve imtiyazlar sağlamışlarsa da hala ruhların da ırkçılık bitmemiş zaman zaman vuruluyor.

Yine Avrupa ülkeleri İngiltere, İspanya ve Fransa başta olmak üzere ülkeler 20. ve 21. yüzyıllarda Afrika kökenli zenci vatandaşları köle olarak kullanmış sırf siyahi ırktan oldukları için yine işkence ve zülüm yapmış evlerinde, işlerinde kullanmışlardır. Yine Çingene ırkına mensup vatandaşlar da ırklarından dolayı ikinci sınıf muamelelere maruz kalmış özellikle Fransa daha da ileriye giderek ibadet ettikleri kiliseleri bile beyaz Fransız ve siyah çingene kiliseleri ayrı olarak kullanmışlardır. Gen ve Ten’den sonra aynı dinden olmadıkları içinde insanlara ıkçılık yapmıştır.

Avustralya kıtasında Aburjiniler aynı musamelelere Yine Balkanlar’da yaşayan çingeneler yıllarca kimliklerini ve onurlarını korumak için kendi ırklarını inkar etme derecelerine gelmiştirler.

Moğollar Kendilerini dünyanın en üstün ırklı sanıp bir zamanlar gördükleri her yeri yakıp, yıkıp katliamlar yapmışlardır.

Almanların yahudilere ırklarından dolayı yaptığı katliamlar nedeniyle dünyanın son evrelerinde birinci ve ikinci Dünya Savaşları patlak vermiş milyonlarca insan ölmüş, sakatlanmış, sürülmüş ve milyonlarca insanın hayalleri sönmüştür. Yine gerek Selçuklular gerekse Osmanlılar Zamanında yine bir sürü ırk, toplum, farklı inanç grupları katliamdan geçilmiş, ya da işkence ve zülüm çekmiştir.

Hindistan’da Müslüman Arakan toplumuna tarifsiz yorumlar yapmakta.

Çin devleti şimdi de Uygur Türklerine inançlarından dolayı zülüm yapmakta.

Yine maalesef günümüz Türkiye’sinde bir çok talihsiz olaylar yaşanmış hala da en güncel olan Kürt karşıtlığı üst seviyededir bunun gibi dünyada bir sürü olmuş ve hala devam etmekte olan sorunlar mevcut. Bunun için yüzlerce roman, makale, köşe yazıları yazılmış olup belgeseller çekilmiştir. Son 21. yüzyıl dünyasında kendince demokrasi ve insan hakları açısından Kendini geliştiren ülkeler de bayağı gelişmeler kaydedilmiş. Bu incelendiğinde eğitim seviyesinin gelişmesi ön sıralarda yer almaktadır. Maalesef eğitim seviyesinin düşük ve çok kültürlü Orta Doğu bölgesinde ırkçılık hala kanayan yara gibi her gün değişik haberlerle karşılaşmaktayız.

Irkçılık Hastalığı

Evet kimsenin elinde olmayan Doğarken rengine, milletini, ırkını seçmediği gibi dünyaya geliş şartlarından dolayı böbürlenmemeli ve dışlanmamalı çünkü gerçekte ırkın önemi yok önemli olan insan olmak ve inançlı olmak. İnsan olan inancı ve ırkı ne olursa olsun hiçbir ırkın mensubu aşağılayıcılığa maruz kalmamalı. Aynen Allah beni dilediği Irktan yaratmış, ama yaratılanlar ırktan dolayı ırkçılık yapıyor. Sözü gibi aslında bu ırkçılığın temelinde biraz devlet resimlerinin payı yüksek. Çünkü rejimi biz kurduk diyenler kendi ırklarının kahramanlıklarını ve her fırsatta ırklarının dünyaya bedel olduklarını bas bas bağırıyorlar. Ama onlarla kolkola, göğüs göğüse mücadele etmiş başka ırkın kahramanlıklarından fedakarlıklarından nedense hiç söz etmiyorlar. Bunu dile getirmeye çalışan, bu kullanılan dilin yanlış ve toplumu zehirliyor diyen bir sürü Aydın, siyasetçi, yazar, bilim insanı maalesef ya cezai işlemlere maruz kalıyor ya da başka devletlerde ülkelerinden uzakta sürgün hayatı yaşamaktadırlar.

Bugün ırkçılık maalesef ülkemizde çeşit çeşit şekillendirmelerle o kadar çok yaygınlaştırmış ki her an kapınızı çalar durumdadır. Günlük yaşantımızda hastanelerde, okullarda, düğünlerde, eğlencelerde, spor müsabakalarında, metroda, mahallelerimizde vs vs her nefes alışımızda hissetmekteyiz. Bunun temel nedeni ülkemiz adına söylemek gerekirse çok dinli ve çok dili kadim ve zengin mozaiksel kültürümüzden kaynaklanmaktadır. Çünkü yaşadığımız coğrafya gerek bölgenin köklü yerlileri gerekse de imparatorluktan geriye kalan çok çeşitli milletlerin bir arada yaşadığı ve bir o kadarda kadim bölgesel açıdan çok inançlılığın bol olduğu kadim bir bölgedir. Tabi buna eğitim düşüklüğü ve üstün ırk hastalığına da eklediğimizde maalesef 100 yıldır kurulan cumhuriyetimiz de olaylar hiç eksik olmuyor. Çünkü beraber kurdukları bu güzel Vatanda Türkler, Kürtleri kabul etmiyor Kürtler Süryanileri kabul etmiyor, Süryaniler Ezidi mensubu halkı kabul etmiyor. Bu böyle Lazlar, Çerkezler, abazalar, Ermeniler, arnavut, gürcü vs vs bunun yanında çingeneler, romanlar, hayatın her alanında dışlanmaktadırlar. Dediğim gibi bu konular üzerinde ciltlerle kitaplar yazılmış her ne kadar abartılıyor, eskidendi, yok canım daha neler denilse de maalesef gerçekleri değiştirmiyor. Çünkü toplum içinde gezilip, dolaşıp onların acı ve sevinçlerini dokunduğunda insan maalesef gerçeklerle karşılaşıyorlar. Bugün hala ırktan dolayı okullarda özellikle alay konusu olan horlanan, dışlanan ve bu yüzden bir ömür boyu travmaları atlatamayan ve bunun sonucunda bir yanında kin ve nefretle büyüyen çocuklar var. Hala evlerimizde gelin olarak gelmiş fakat farklı ırk veya inançtan olan ve çaktırmadan ırklarından dolayı hor gördüğümüz ve bazen de yuvaları dağıtılırcasına hissettirdiğimiz gelinlerimiz var. Yine yeni giyinişlerinden, elbiselerinden, çalgısından, konuşmasından ve bir sürü özelliğinden dolayı bizden kabul etmediğimiz kendimizi kutsal onların aşağılık bir ırktan, kavimden geldiklerini sanıp rejimin bize sağladığı imtiyazlardan dolayı hayatın her evresinde hakaret ettiğimiz insanlar var. Bunu inkar Edip göz ardı edemeyiz. Sonuç bu tür davranış ve girişimlerin hepsi bize mutsuzluk, olumsuzluk, Siyasal, sosyal, ekonomik olarak ters bir şekilde dönüyor. Ve yara hiçbir şekilde kapanmıyor. Tabii ki bu tür yaşam ve davranışlar çoğu insanın Siyasal, sosyal ve ekonomik olarak işlerine geliyor. Hata diye Teşvik edici girişimleri de var. Daha önce de ifade ettiğim gibi bu konular üzerine ciltler dolusu yazı makaleler yazılmış. Halbuki insanlar sadece insan olduklarını, özünde Herkesin beşeriyat olarak aynı ırk ve soydan geldiklerini bilse paylaşmanın, hoşgörünün, kendisine yapılmasını istemediğini onunda başkasına yapmamasını bilse herkes eşit bir şekilde Adaletli, kardeşçe, sevgi ve saygı çerçevelerinde herkesin inancını, dilini, kültürünü kabul etse ve bunların hepsinin ortak zenginlik olduğunun farkına varsa ve özellikle her vatandaşın vergisinden, iş gücünden, emeğinden faydalandığı vatandaşlarına bir ve eşit tutsa sanırım hayat herkes için daha güzel olacak ve insanlarımız mutluluğu başka ülkelerde aramaz. Tüm pozitif enerjisini kendi ülkesi, devleti için sarf eder.

Herkesin eşit ve özgürce hakça ve Adalete birlikte yaşaması dileğiyle.

Hidayet Salçok

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

İSLAM İDEOLOCYASININ DOĞUŞU SIRASINDA DÜNYANIN GENEL DURUMU

İSLAM İDEOLOCYASININ DOĞUŞU SIRASINDA DÜNYANIN GENEL DURUMU

İslâmiyetin muzdarip insanlara neler getirdiğini ve Hazreti Muhammed’in tebliğ eylediği İslam talimatının beşeri yeti nice hizmetleri olduğunu Laiki ile anlayabilmek için, o zamanki dünya ahvaline söyle umumi bir nazar atif etmek yerinde olur. Miladi altıncı asırda dünyanın üstünü kalın siyah bulutlar kaplamıştı. Dünyada insanlığın en muhtaç olduğu şey olan huzur ve sükun, asayiş ve emniyet kalkmış gibi İdi. Dünyanın bir çok köşeleri kanlı dolaşmalara sahne oluyordu.

Şöyle ki; İspanya ve cenubî Fransa’da saltanat davaları yüzünden siyasi buluşmalar, kargaşalıklar vardı. Fransa’da Vizigotlarla Franklar arasındaki savaşlar tarihin en hazin sahifelerini yazıyordu. Anglo Saksonlar İngiltere adasını istila etmişlerdi. Orada da kanlı buluşmalar oluyordu. Bugünkü medeni geçinen ve kendini ilerlemiş ilan eden İngiltere, o zaman vahşet içindeydi. Koyu bir zülüm ve zulmet içinde bocalıyordu. İtalya’da Romalılar eski şöhret ve emniyetini kaybetmiş o koca imparatorluğun merkezi olan Roma şehri sırf bir dini merkez haline gelmişti. Bir Roma-germen milleticam yası yapmak, yeni bir gol bir Roma İmparatorluğunu kurmak isteyen Theodoric bunu yapamadan ölmüş; Dahili ve harici entrikalarla sarsıldıktan sonra Roma’da kurduğu bu gelmen Got Hakimiyeti nihayet bulmuştu. Bu hakimiyetin hududlari Sicilyadan tuna kaynaklarına ve Dalmaçya Alpleri’ne kadar uzanan sahalarda bulunuyordu.

Bizans, eski tarihi şöhreti silinmiş, Sünlük bir halde idi. Sarki Avrupa garpten , Ren nehrinin döküldüğü yerden başlayarak Doğu’da Tuna’nın ağzına kadar kargaşalık içinde çalkalanıyor, yeni yeni istilalara maruz bulunuyordu. İskandinav yollar Norveçliler, Danimarkalılar, Gotların ve Hunların Ağırına koyulmuşlar, İstila peşinde idiler. Milletler geçiyor, devletler çekiyor, bu memleketlere Hristiyanlık yeni yayılıyor, eski İpçi Tai dinin izleri siliniyor, mezhep ve din mücadeleleri oluyordu. Avrupa’da vaziyet kısaca böyle bir manzara arz ediyordu. Asya’ya gelince, o da Avrupa’dan hiç de aşağı değildi. Lisanların ve fikirlerin kaynağı olan hind Ve Tibet siyasi ve felsefi meselelerin en gariplerine sahne olan Çin, iç ve dış harflerle, dinin münazaralarla birbirlerine girmişler, boğazlaşıp duruyorlardı. Asya’nın simali, o zaman henüz malum bile değildi. İran ise Bizansla daimi bir harp halindeydi. Irak mezhep kavgalarına sahne olmuştu. Afrika’da ise, Romalılar ve Yunanlılar, Mısır’ın kanını emiyorlar; O eski medeniyet ülkesini sömürüyorlardı. Afrika’nın ihmalini aynı siyah bulutlar kaplamış, Korkunç fırtınalar kasıp kavuruyordu. Bütün dünyayı saran bu ahu aldır kurtulabilmiş tek bir ülke vardı; Arabistan Yarımadası. İşte İslam’ın zuhurundan önce dünyanın vaziyeti böyleydi.

İSLAM İDEOLOCYASININ DOĞUŞU SIRASINDA DÜNYANIN GENEL DURUMU

İSLAMİYET ÖNCESİ DÜNYADAKİ SINIF FARKLILIKLARI

Bütün dünyada sınıf farkları vardı. Köleler esirler pek acınacak halde bulunuyorlardı. Heleki kadınların bir çok haklardan mahrum tutuldukları, erkeklerin evinde bir köle muamelesi gördükleri, eşya gibi alınıp satıldıkları göz önüne getirilirse İnsanlığın ne kadar acıklı bir vaziyete düştüğü kolayca anlaşılabilir. İslamiyet zayıfların hamisi olarak ortaya çıkmıştır. Her nevi sınıf farklarının ortadan kaldırılıp, dünyanın hala erişemedimyi müsavatı tam bir şekilde iyi Dame ve tatbik etmiştir. Fransız büyük ihtilalinin binlerce insan konuyla yazdığı hukuki beşer beyannamesinden, bugün birleşmiş milletler beyannamesinden o zaman eser yoktu. Bunları, bundan 14 asır önce İslam peygamberi, veda hacında bütün insanlığı çok belli bir tarzda ilan etmiştir. İlerde etrafiyle bahsedeceğimiz o hutbesinde, cihan Sümbül nutkunda büyük İslam peygamberi, Bütün insanlığa hitap edecektir. Burada bir münasebete arz edelim ki, bir şeyin ilanı başka, tatbiki başkadır. Nasıl ki tatbik edilemeyen nice beyannameler ve beyanat vardır. Halbuki İslam’ın ilave tesis ettiği şeyler tatbik edilmiştir. Misal mi istiyorsunuz. İşte Hazreti Ömer dünyada adaletin timsali olan bu mübarek zat, hem demiş ve hem de dediklerini öylece yapmıştır.

Herkes adaletten ve demokrasiden bahseder. Fakat Hazreti Ömer gibi dediklerini aynen tatbik edebilen hani? Ömer hak bildiği ve hak olduğunu söylediği şeyleri bizzat kendisine yapmıştır. Laf kolaydır, fakat iş güçtür. Dediklerini tatbik edenler azdır. Dava adamı, iş adamı olabilmek, halkı kendisini örnek alabilmek, işte büyüklük budur. Halkın başına geçtikten sonra, kendisinin halktan Bir fert olduğunu Unutmadan yaşayabilmek; İşte Hazreti Ömer’in cihana hayran eden azametli buradadır. Halk yamalı elbise giyerken o süslü elbiseler içinde giremez. Halka taze et dağıtırken evinde ekmeğini zeytinyağına banarak yer. Koy serin elçileri onu, kırda bir taşı başına yastık yapmış uyurken bulur. Halk adamı işte böyle olur. İslamiyet insanlığa böyle misaller ve örnekler vermiştir. Ve böylelikle insanlığı kurtarmıştır yoksa beşeri yetin bir çareliği, perişanlığı sürüp gidecekti. Dünyanın o zamanki manzarası pek içler acısıydı. Beşeri yetin nasıl bir Duruma düştüğünü biraz daha belirtmek için insanlığın yarısı olan kadınların ahvalinden de bahsedecek olursak.

Kadını içtima iyi durumu Araplarda çok kötüydü. Fakat diğer milletlerde sanki daha mı iyiydi, asla! Gerek Asya ve gerek Avrupa’da kadın hukuku yoktu. Hiçbir kadın hak sahibi sayılmazdı. Erkek istediği zaman onu boş ver, istediği zaman onu alırdı. Kadın eşya gibi telakki edilirdi. Evde hizmetçi derecesinde tutulurdu. Yahudi kızları babalarının evlerinde bile bir hizmet kar gibiydi. İcabında satılırdı. İranda Mazdek, kız kardeş ve ona ile evlenmediği bile caiz gören, çözüm olabilirdin kurmuştu. Zar dürüstlük de kız kardeş ile evlenmeyi kabul ediyordu. Bu vaziyete düşen kadınlıktan ne beklenirdi?

Çin ve hint gibi eski milletlerde, kadının ne kadar acıklı bir halde tutulduğu herkesçe belli bir şeydir. Eski kavimlerde kadının mevki, her nedense, çok geride tutulurdu. Bilhassa Hint’te kadın pek zavallı bir mahluk addolunurdu. Kadının hiçbir hakkı yoktu. Kadın zevk aletiydi. Rahibeler bile Fesada vasıta yapılırdı. Silahlarının Musikiyi ve raksı sever Olduklarına inançları olduğundan muhabbetlerde bir çok Rakkaseler papazların her emrine amade bulunurdu. Kadınlar (vedaları) okumaktan ruhlara yapılan ayinlere katılmaktan ilahlara kurbanlar takdim merasimine iştirakdan memnun idiler. Kadının dinini, efendisine hizmetten ibaretti. Ölen kocasının naşi üzerinde de kendisini yakmak suretiyle kurban eden sadık zevce, en asil ve en iyi kadın diye bütün hint muhabbetlerinde tebcil olunurdu. Bu ne kötü bir adettir. Dul kalan kadın, böyle feci bir suretle yakılarak kurtulmuş sayılırdı. Çünkü ona olmadığı takdirde böyle bir kadının duçar olacağı yegane akıbet, en müthiş sefaletti. Hiçbir feylesof ve mütefekkir dullarındüğü Çar oldukları bu feci zulme karşı nefret seslerini bile duyurmamıştır. Hindularca kadının mevkii çok alçak tutulurdu. Kadın hakkında “Manu” Da şöyle denmektedir;

“Kadınların murdar temayülleri vardır. Kadınların Seciyesi zayıf, ahlakları fenadır. Bunlar gece gündüz tahakküm altında bulundurulmalıdır”
İranda Mecusi Zerdüştler’in devrinde kadınların geçirdiği tahakküm ve mahkumiyet de çok fenadır. Kadın bu devirde erkeğin şehvetine mahkum olan bir esirden ibaretti. Bir İranlı en yakın akrabası ile bile evlenebilirdi. İstediği zaman boşanmak da serbesti. Bu işi onun keyfine bağlıydı. Kadınları İnfra de mahkum etmek, yalnız İranlılara mahsus bir adet değildi. Yunanlılar da. Kadınları evlerinde kilitler ve bunların umum arasında görünmelerine müsade etmezlerdi. İranda kadınları muhafaza için harem Ağları kullanmak en eski zamanlardan beri soyia idi. Yunanistan’da olduğu gibi İranda da odalıklar almak adet olmuştu.

İSLAM İDEOLOCYASININ DOĞUŞU SIRASINDA DÜNYANIN GENEL DURUMU

Şimali ve gol bir Avrupa, İslamiyetin zuhuru sırasında koyu bir kararlılık içinde yüzdüğünden oradaki aile hayatını bilemiyoruz. O karanlık içinde kadının durumunun ne olduğunu sezmeye imkan yoktur. O günün efendisi sayılan biz hasta ise kadının durumu şöyleydi; Kadın erkeğin malı 7,10 da istediği gibi tasarruf hakkı vardı. Hayatı ve ölümü eşini elindeydi. Köle muamelesine tabi tutulurdu. Kadın evvela babasının, evlendikten sonra kocasının, kocası öldükten sonra oğlunun esiri idi Kadın bir şehvet metan Olarak addolunurdu. En medeni olan Atinalılar arasında bile kadın, çarşılarda satılır, başkalarına ihale olunur, zevke tabi bir aletti. Kadın sırf evin düzeni, çocuklara bakmak için lazım olan, fakat buna rağmen fena addolunan Bir şeydi. Eski yunan da ailede baba hakimdi, çocukları satabilirdi. Eski Fransa’da da hal böyleydi. Eski Roma aile teşkilatında baba reis idi. Reis çocuklarını istediği gibi tasarruf eder, aileden satar ve aile disipline aykırı harekette bulunan aile efradını öldürebilirdi.

Hazreti İsa kadınlar hakkında çok hayır halktı. Fakat hıristiyan Avrupa-putperest Avrupa gibi kadını hakir görmekten kendisini bir türlü kurtaramadı. Kadın ile erkek arasındaki münasebete başka gözle bakarak eski görüşlerden ayrılanmadı. Kadın köle mevkinden kurtulamadı. Muhtelif devirlerde zaman zaman ortaya atılan felsefe meseleleri arasında bile karışan şu meseleler, kadın hakkındaki o kötü Tellakkinin devamında başka birşeymidir? Ona mesuliyet var mı, yok mu? Yoksa hayvanlar gibi mesul değil mi? Bu gibi acayip şeyleri ortaya çıkaranlar bulundu. Kadının ruhu olup olmadığını tartışılırdı. Hristiyanlık, şevkat ve merhamet duygularını çok fazla önem verirdi, putperestliği yıkmak için gelmişti, fakat bunlar tersine dönüyordu. Halk ölülerin ruhlarına tapıyordu. Azizlerin muhalefatı takdis yapılıyordu. Kilise kendi fikrine muhalif olanları amansız eziyordu.

Bütün cihan medeniyetlerinin gözü önünde Hıristiyanlığın tarihinde Namık ( Aziz) olarak kaydoldu lan birinin eliyle ve teşviki ile asil bir kadın gayri kabili tavsif bir şekilde katledilmiş ve bu aziz son asırda kendisini müdafaa edecek ve hattı hareketini maruz gösterecek bir adam da bulmuştu. Trapez de beli sahifeleri Hıristiyanlığın feci cinayetlerinden biri olarak yaşayacak olan bu cinayet Tasvir etmektedir. Dershanesi İskenderiye’nin bütün servet ve ihtişamıyla dopdolu olan güzel, hakim ve fazilet kadar bir kadın dershaneden çıktığı sırada hıristiyan müte asıpları tarafından Taarruza uğramıştı. Kendilerini din müdafi ileri addeden bu haydutlar, bir çare kadını arabasından çekmişler, üstünü başını tarumar ederek tamamıyla üryan bir Halde sokaklarda sürüklemişlerdir. Korkudan kendini kaybeden bir çare kadın en yakın kiliseye götürülmüş ve orada azizin eliyle katledilmişti. Buna müteakip Üryan ceset parça parça edilmişti. Kadının etleri kemiklerinden ayrılarak ateşe atılmış ve bu suretle bu şeytani cinayeti nihayet verilmişti. Hristiyanlık, bu cinayetin faili olan bu Haydudu aziz mertebesine yükseltmiş. Fakat kurban edilen Hipath yanın intikamını Amr İbnu’l AS’ın muzaffer kılıcı almıştı.

İçtima i hayatın bozulduğu , ahlak bağlarını çözüldü, fazilet nizamlarının, cemiyet kaidelerinin ihlal ettiği böyle bir zamanda Hazreti Muhammed yeni bir din ve nizam getirmiştir. Bu dinde, kadının mevki çok muhteremdir. Kadında merhamet, hürmet esastır. Kadın erkek değişik haklara sahiptir. Kadın ve erkek gibi itikadi, ameli ve ahlaki hükümlerle mükellef, iyilikle amel, Kötülükten nehy İle memurdur. Erkeklere okumak farz olduğu gibi kadınlara da farzdır. Kadın muamelat ve ukubat da tıpkı erkek gibidir. Mali, nefsi ve zimmeti üzerinde istediği gibi tasarruf hakkına maliktir. Kimsenin iznine ve hâkimin müdahalesine ihtiyacı yoktur. Evlenme, alım, satım, kiraya verip alma, bağışlama, emanet etme, kefil olma, havale yapma ödünç para verip alma, şirket kurma, vekâlet, Sulh ve ibra, dava ve İkrar gibi bütün hususlarda İslam hukukuna göre erkek gibidir. Kadın da erkek gibi gayrimeşru fiil ve hareketlerin de Malen, vicdanen mesuldür, mirasta erkekten noksan olması, ihtiyaca, kar ı ve Çocukları infak külfeti koca üzerine almasına, şehadette iki kadının bir erkek makamında tutulması, Şahadeti tahammüldeki zaafına diyeti erkeğin diyetinin yarısı olması soy kudretindeki noksana bingeldir.

İSLAM İDEOLOCYASININ DOĞUŞU SIRASINDA DÜNYANIN GENEL DURUMU

Bununla beraber bazı hallerde bir kadının şahadeti bile kabul olunup onunla hüküm verilir. Bundan da anlaşılıyor ki birkaç mesajı da kadın ile erkek arasında görülen fark, insan hakları bakımından değil kadınların hususiyetleri bakımındandır. Hatta İslam şeriatında, kadınlar siyasi haklara dahi maliktirler. Hazreti peygamber efendimiz onların da fiyatlarını kabul ediyordu, kadınlarda rey veriyordu. İmamı azamın İçtihatına göre Kadınlar hakim de olabilirler. Doktor, hasta bakıcı olan nice kadınlar vardır. Talim ve tedris işlerine kadınlar da iştirak etmişlerdir.

Bütün bunlar meydanda iken nasıl oluyor da, “İslamiyetten önceki devirde Arap kadını, bilhassa iktisaden müstakil olduğu takdirde, sonraki zamanlardan çok daha fazla bir hürriyete sahip bulunuyordu” diyebilir ve hakikatleri bu kadar ters göstermeye kalkışır. Sırası gelince bu mesele üzerinde uzun boylu duracağız. Burada bu kadarcık İşaretle iktifa ediyoruz. İşte Hazreti Peygamber’in İslam dinini tebliğ için ALLAH Tarafından gönderilmesinde önce dünya ahvali bu merkezdeydi. İslamiyet muzdarip beşeri yetin kurtarıcısı olmuş ve beşeriyete muhtaç olduğu şeyi getirmiştir. Hülasa, İslamiyetten evvel dünyanın hiçbir yerinde huzur yoktu. Romalıların bozuk ahlakı, sefalet her tarafı kaplamıştı. Bizans çöküş halinde bulanıyordu. Bütün dünya vahşet ve zülüm içinde idi. Hayır ve faziletin namına anan yoktu. Herkes şer kuvveti ile iş görüyordu. Hak kuvvete mahkumdu, Kalplerden merhamet silinmişti, şevkat ve merhamet getiren Hristiyanlık bile, eskiden mensuplarının gördüğü acıların intikamını almak sevdasında idi. Yahudiler neler yapmıyorlardı baş dakilerin en büyük gayeleri harp idi dünyayı ateşe verip kan ve alev içinde insanlar boğulurken, gezi met toplamak istiyorlardı. Şehirler yıkılıyor, ülkeler Arap oluyor, hastalık ve sefalet dünyayı kırıp geçiriyordu fitne ve fesat kasırgaları her tarafı kasıp kavuruyordu. Dünyadan el çekmiş keşişlerin manastırlarında ve eski felsefe kırıntılarını taşıyan bazı âlimlerin mesailerinde ancak ümit veren bir selamet ışığı görülüyordu, fakat onlar da azdı, boğulmaya mahkumdu. Emniyet ve huzur, adalet ve asayiş-Beşir’in en muhtaç olduğu bu şeyler-yeryüzünden kalkmış, barbarlık yeryüzünü kaplamıştı.

Hasılı cihan pek karanlık ve karışık bir haldeydi. Islahı bir peygamberin zuhuruna muhtaçtı. Bütün ümitler, Yahudi ve hıristiyan dinlerinin müjdelediği ahir zaman peygamberilerine yönelikti. Bütün dünya zulmet içinde bu kurtarıcının zuhurunu dört gözle bekliyordu. Mukaddes Beyt’in bulunduğu Mekke’de doğan Muhammet abdullah, işte beklenen bu kurtarıcı idi.

M.YASİR ÖZEN

www.musabyasirozen.com

error: İçerik korunuyor !!!