GAFLET UYKUSU
Mustafa Özen
Sinirli tavırlarla hızlı hızlı geziniyor bir aşağı bir yukarı giderken döşeme tahtalarının yaptığı gıcırtılar arasında kaybolan sesiyle kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Sinirliydi, yorulmuştu. Zaten yorgun değil miydi bu böyle olduktan sonra yorulmuş olan dimağına bir de yorgun bir vücut ilave ediliyordu, arada sırada darmadağınık saçlarını eliyle arkaya doğru yatırırken yuvalarında fıldır fıldır dönen gözleriyle etrafı arıyor ve belki de hırsını yenmek için kırmak üzere bir şeyler istiyordu, Bir müddet böylece oturdu, fakat otururken yorgunlugunu duymamıştı. Oturduktan sonradır ki tamamiyle yorgunlugunun altında kalan bir esir ve bir eziyet çeken oldu. Şimdi yorgunluk onun üstüne ağırlığını katbekat yüklemişti. Heyhat ki bu düşüncelerle bir müddet sonra uykusu geldi, gözleri kapanıyor gözkapakları ağır bir yük tesiri ile düşüyordu.
Oturduğu yerde dakikalarca böyle kaldı ve nihayet o da günün sessizligi arasında sükuna kavuştu. Fakat bu sükun çok sürmedi, biraz evvel vücudundaki ağır yük ve kafasındaki ağır izdiham onu burada da rahat bırakmıyordu. Sağına ve soluna dönüyor netice rahat bir sükuna kavuşamıyordu. Bu böylece devam etti artık bir Göksu testini andıran suratından terler damla damla ve alev alev sızmaya başlamıştı.
Ne idi bu. Günlük yorgunluk veya bir şahsa kızmış mıydı? Hayır! Hayır ne kızış ne de yorgunluktu. O sadece yaptığı bir kabahat’in kendisine verdiği vicdan azabı ile yanıp tutuşuyordu.
Geçen bir günlük mazisi ne yazık onu uykuda bile rahat bırakmıyordu. Ona türlü türlü azaplar ve işkenceler çektiriyordu . Dimağının verdiği yorgunlukla karaltılar içinde kendine olmayarak bütün günü yaşıyor, gündüz ki çektiği azaba bir de geceki gaflet ilave ediliyordu. Hafiften bir ses onun kulağına. Daha duracak mısın istifa et devlet sandalyesi senin gibilerin yeri değildir, çünkü siz milletin kanından geçinen yarı asalak birer mahluksunuz. Hatırlamıyor musun? Düşün biraz belki hatırlarsın, geçen gün ihtiyar bir kadın size yana yakıla derdini anlatmıştı.Fakat siz aziz beyim o kadını, zavallı o insanı günlerce peşinizde dolaştırmıştınız.
Ey gafil insan avcısı biraz düşünerek yüzünüz kızardı mı, yoksa iki yüzünüzden birini mi ancak burada kullandın? Şimdi çektiğin vicdan azabı unutma ki seni daima yalnız bırakmayacaktır. Ve acısını iki misli ve daimi olarak çıkaracaktır.
Ey nadan adam galip‘ten gelen bu sesi dinle ve bu gaflet uykusundan uyan. Bugün yapılan muhtar irtibatında hakkını kaybettiğin halde sen o iki yüzlü adama soruyorum. Vazife sandalyesinden ne hakla bahsediyorsun. Yoksa millet kesesinden yediğin paralar seni doyurmadı mı? Yoksa milletin kimi isterse koymak hakkına haiz bulunduğu iş sandalyesinden kalkmak fikrinde değil misin? Hak daima kazananındır. Bunu unutma ki yüzün kızarsın. O ses yavaş yavaş uzaklaştı ve daimi iskemlesinin üzerinde yığılmış olan adamı yalnız bırakarak sonsuzluğa çekildi. Pencereler kapalıydı, sanki onlarda bu adama, bu gafil insan avcısı gelecek ışığı çok görüyorlardı.
Ne yazık ki vicdan azabının bu akşamki ağır yükünden kurtulan adam sabaha karşı günün aydınlanmasıyla belki rahata kavuşmuştu. Fakat akşam o yine gelecekti, o yine onu yalnız bırakmayacaktı. Ondan hakkı olmadığı halde hak iddia ettiği vazifesi dolayısıyla hincini esirgemeyecekti. Hak ve hakikat Geceleri bile vicdanları yoklayan, rüyalara kadar nüfuz eden birer kudret’tir.
O bunu anlayabilecek miydi?..
Demokrasiye Doğru, Siyasi, İçtimai Dergi
29.03.1947 Sayı 13 / sh.15
Mustafa Özen
www.musabyasirozen.com.tr