Archives Temmuz 2025

Musab Yasir Özen

Büyük Doğu Necip Fazıl KISAKÜREK / Tarkan Balcı

Büyük Doğu Necip Fazıl KISAKÜREK

Tarkan Balcı

Bir şair için en kötü şey sadece birkaç şiiri ile tanınması, bu şiirler dışında şair ile ilgili hiçbir şey bilmediğimiz. “Düşüncesi ne? Amacı ne? “ gibi sualleri kendimize sormadan “bu şiir güzelmiş“ deyip üstü kapalı bir şekilde hissiyatlardan uzak durmamız, şairin birkaç şiiri ile yetinmemize sebep oluyor. Acaba bu zamana kadar herhangi bir şair’i en ince detaylarına girecek şekilde inceledik mi? İşte bizim eksiklerimiz burada başlıyor. Bu düşüncelerde şairleri etkisi altına alıyor ve kendilerini kanıtlama düşüncesine giriyor. Şairler bir toplumun haykıran sesi, gören gözü, duyan kulağıdır. Ve en önemlisi de vicdan aynasıdır. Bazıları bunun dışında kalsa bile hassas ruhlarıyla farklı âlemlerden aldıklarını, bize şiir diliyle aktarırlar. Bu mana çerçevesine giren şairler birkaç şiire hapsedilmeyerek bir bütün olarak değerlendirilmelidir.

Cumhuriyet devri Türk şiirine nefes olmasını sağlayan Necip Fazıl Kısakürek, son dönemde yapılan çalışmalarla hak ettiği yeri almışsa da, onun halk tarafından tanınması Sakarya türküsü, zindandan Mehmet’e mektup ve kaldırımlar olmuştur. Necip Fazıl’ı bu üçgende tanıyıp, belli bir kalıba hapsetmek, şairin diğer fikirleri hakkında bilgi sahibi olmamızı engeller. Bizce Necip Fazıl’ı esas sanatkâr ruhunu aksettiren diğer şiirleri ile değerlendirmek icap eder.

Ben’ki Toz Kanatlı Bir Kelebeğim

Toz kanatlı bir kelebek edasıyla Kaf Dağı’nı omuzlayan şairimiz 1905’te kocaman bir konakta doğar, ilk öğrenimini yaptıktan sonra Fransız mektebi ve Amerikan koleji gibi okullara devam eder. Orta öğreniminden sonra Mekteb-i Fünuni Bahriye’ye kaydolur. Öğrenim gördüğü bu okul bir yıl uzatılınca burayı bırakarak Darü-l Fünün’un Felsefe bölümüne kayıt yaptırır. Bu yıllarda şair ruhu, onu şiir yazmaya zorlar. Yazdığı şiirlerin bir kısmını dönemin edebiyat Necip Fazıl’ı Yakup Kadri’ye gösterir. Bir taltif olarak şiirleri bir süre sonra devrin sanat ve edebiyat alanında nabzını tutan Yeni Mecmua’da yayımlanır. Aslında Necip Fazıl’ın şairliği kendi ifadesiyle 12 yaşında, tuhaf bir bahaneyle başlamıştır.

Şairliğim 12 yaşında başladı. Bahanesi tuhaftır. Annem hastanedeydi ziyaretine gitmiştim beyaz yatak örtüsünde siyah kaplı küçük ve eski bir defter, bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde, haberi veren annem bir an gözlerimin içini tarayıp “senin” dedi, şair olmanı ne kadar isterdim! Annemin bu dilediği bana, içimde besleyip de 12 yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Varlık hikmetimin taa kendisi… gözlerim, hastane odasının penceresinde, savrulan kan ve uluyan rüzgâra karşı, içimden kararımı verdim. Şair olacağım! Ve oldum. O gün bugün, şairliği küçük ve adi hissiliklerin üstünde gören, onu idrakin en ileri merhalesi sayan ben, bu küçük ve adi bahaneyi hiç unutmadım. Aslında patlamaya hazır bir duygunun ortaya çıkması için sürenin dolması anlamındadır. Annesinin isteği zaten şair bir ruha sahip olan, şiiri bir ihlas olarak gören Necip Fazıl için şiirin ve şairliğin ortaya çıkmasıdır bu küçük bahane.

Zamanın Milli Eğitim Bakanlığı, yurt dışına burslu olarak talebe göndermek için bir imtihan açar. Kazananların gideceği yer, edebiyatın kalesi olarak nitelendirilen Paris’tir. Edebiyatın kalesi olan Paris’e gitmek için Necip Fazıl’da bu imtihana girer. Yıl 1924 Paris’e geçen şairimiz, meşhur Sorbonne Üniversitesi’ne kaydolur. Yaşamış olduğu fikir bunalımları neticesinde düzensiz bir hayat yaşayan şairimiz okula devam edemez. Fransa’nın gece hayatında bulur kendini. Bu şartlar altında bütün parasını kumarda kaybeden şair, devletin dönüş için verdiği bileti bile aynı şekilde kaybeder. Başarısız geçen bu tahsil dönemi neticesi devlet bursu kesilir. İstanbul yolu görünür şairimize.

Yıl 1925’tir. Bu dönüş onun için yeniden doğuş’un ilk tohumları olacaktır. İleriki yıllarda. Şairin ruhundaki fırtınalar, varlık ve yokluk arasındaki gelgitlerden kurtulamamıştır henüz.

Bir arkadaşının vasıtasıyla Felemenk bahri Sefid bankasında işbaşı yapar. Bir süre sonra Osmanlı Bankası’nın çeşitli şubelerinde çalışır. 1934’e kadar içindeki gelgitlerle yaşayan şair, bir tevafuk eseri durgunlaşmanın ilk yansımalarıyla tanışır. Bir gece çalıştığı bankadan evine vapurla dönerken karşısında oturan ve gözlerini ondan ayırmayan “Hızır” tavırlı bir adam ona kurtuluş reçetesi yazacak bir hekimin adresini verir. Bu hekim, şairin içindeki iniş çıkışları düzlüğe çevirecek, gelgitleri yutacak, ruhunu sakinleştirip onun hakikat ilmini çevirecek bir zattır; Abdulhakim Avrasi.

Şairin, “EFENDİM! Benim efendim, benim güzeller güzeli efendim!” diye hayranlık ve aşk derecesinde bağlı olduğu Abdulhakim Arvasi; tam 30 yıl şairin ufkunda bir hakikat güneşi gibi doğar.

YARAM VAR, HAVANLAR DÖVEMEZ MERHEM

Yaram Var, Havanlar Dövemez Merhem

Artık, yeni bir hayat başlar Necip Fazıl için . Hayat bakış tarzı değişir. Yeni bir isim arayışı içindedir bu yeni haline çünkü heybesi hayat doludur bundan böyle. Tek meselesi sonsuza varmak olur. Artık eskilerde barınamayan şair.

“KAÇIR beni ahenk, al beni birlik!” der yalvarırcasına birilerinin çok değer verdiği şairliği, sanatkârlığı dahi istemez:

“ Ver cüceye onun olsun şairlik şimdi gözüm büyük sanatkârlıkta”

mısralarıyla bu dönemde şiirdeki gaye ve anlayışını belirler. Artık şiir, mutlak hakikati aramakta kullanılan bir vasıtadır onun için.

Necip Fazıl’ın bu dönüşü hazmedemeyenlerin taarruza geçtikleri görülür. Bir zamanlar Türk edebiyatı‘nın gelecek vaat eden genç şairi olarak takdim edilen Necip Fazıl, bu dönüşten sonra sabık şair diye resmedilir bir süre. Fakat şairimizin tenkitlere değer vermez ve kendini hakikat arayisi içerisine sokar. Değişmenin önünde direnmek veya insanı sabit fikirlerle yaşamaya alıştırmaktan daha büyük bir yobazlık var mıdır yeryüzünde? Ama şunu unutmamak gerekir ki, bu karşı duruşların, altında yatan temel düşünce aydınımızın tarihi ile ve kültürüyle olan yakınlaşmasından duyulan rahatsızlıktır. “ Kendi geçmişini bilmeyenler, başka milletlerin şikarı (avı) olmaya mahkumdur.” Sözüyle zıtlaşma, bizim aydınlarımızın en bariz vasfı haline gelmiştir. Son dönem Türk edebiyatında.

Bütün bu tepkilere kendi çapında göğüs geren Necip Fazıl için, artık yeni bir dünyada bulmuştur kendini. Bu değişim sürecinde Türk fikir ve edebiyat dünyasında yabancı fikir akımlarının sesi çıkmaktadır. Buna bir nebze de olsa “Dur!” Demek için, 1936’da “Ağaç” dergisini çıkarır Necip Fazıl. Devrin bir çok yazarını bünyesinde barındıran bu dergi bir çok sanat ürününün de tanınmasında vesile olur. Mücadelelerle geçen bu dönem akabinde 1943’te Büyük Doğu dergisini de yayın hayatına hediye eder. 35 yıl yayımlanan bu dergi, edebiyat ve fikir tarihi açısından ayrı bir öneme sahiptir. Dergilerde çıkan yazıları, kalem kavgaları Necip Fazıl’ın isminin yurdun her tarafında duyulmasını sağlıyordu. Konferanslar bütün yurdu dolaşarak Sinesindeki hakikatleri nesne boşaltma imkanı veriyordu şaire. Hemen hemen yurdun dört bir yanını dolaşan şair, konferanslarıyla geniş bir kitleye ulaşma imkanı bulur. Konferansları sürerken kendini şiir ve yazıdan da uzaklaştırmayan Necip Fazıl, 1980 yılına kadar 13 yıl süren ve siyasi, kültür ağırlıklı olan meşhur “Rapor” larını fikir hayatımıza armağan eder.

26 Mayıs 1980’de Türk edebiyatı Vakfınca “sultânu’ş-şu’arâ” (Şairler sultanı) seçilir. Bunu, 1982 yılında ‘Batı tefekkürü ve İslam tasavvufu’ eseri vesilesiyle aldığı yılın fikir ve sanat adamı mükafatı takip eder. Artık hayatının son demlerini yaşayan şair, kendini tamamıyla çok önem verdiği eserleri yazmaya adar. Cemiyetteki aksiyoner kişiliği yerini bir tasavvuf dervişine bırakır. İnzivaya çekilir, bir daha çıkmamak üzere küçücük odasına kapanır. Kendisinden fikir almak için yanına gidip gelenleri kabul eder.                                                                                              Ömrünün son günlerinde 25 Mayıs 1983 gecesinde şu mısralar dökülür dilinden ;

“ Ben ölünce etsin dostlarım bayram,

üst üste tam kırk gün kırk gece düğün!”

“ Açı doyurmaksa kabirde meram,

yemeğim Fatih’a, günde beş öğün.”

Necip Fazıl da son randevusunun hazırlığı içerisindedir. Ama bilsem nerede, saat kaçta Tabumun tahtası, bilsem hangi ağaçta diyerek bu randevunun ölüm olduğunu fısıldar kulaklarımıza.

Her şeye küsmüştür şair. Bu dünyada ne varsa renk, nakış, lezzet, ne varsa küstür. Gözündeki son marifet, Azrail’e tebessümdür. Yahya Kemal’in Sessiz gemi şiirinde ifade ettiği gibi, Artık demir almak günü gelmiştir zamandan. Meçhule giden bir gemi kalkmaktadır hayat limanından. Yolcusunu almaya kararlıdır. Son gidişte ne mendil sallanır ne de kol. Çok kimse gitmiştir bu sefere, ama seferinden dönen olmamıştır. Sessiz gemiye bu sefer de Necip Fazıl binmiştir, ve dilinde şu mısralarla bize el sallayarak mutluluk diyarına doğru yol almıştır:

“Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber… Hiç güzel olmasaydı ölürmüydü peygamber?!“

 

Ver Cüceye Onun Olsun Şairlik

Ver Cüceye Onun Olsun Şairlik

Osmanlı’nın son dönemlerini yaşamış cumhuriyetin ilk dönemlerini idrak etmiş Necip Fazıl, tam bir kültür buhranının ortasında kendisini bulmuştur. Bir taraftan Trablusgarp Savaşları, bir taraftan meşrutiyet, bir taraftan Çanakkale ve milli mücadele… Cemiyetin en hassas ferdi olan şairlerimizin ruh dünyalarında bir nevi şok tesiri yapmıştır bu tarihi hadiseler.

Fikirleriyle olduğu kadar şiirleri ile de Türk edebiyatında farklı bir yere yerleşen Necip Fazıl, Cumhuriyet sonrası Türk şiirinin kurulmasında temel fonu teşkil etmiştir. Bir yandan halk şiiri bir yandan da batı şiiri ölçülerini aynı potada eriterek şiiri, basit hislenmelerden kurtarıp insanın kendi ‘ben’ ini arayan bir vasıta haline getirmiştir. Türk şiirinde yeni bir oluşumu sessiz ve derinden yapmıştır.

Onu sadece bir şair olarak görmemek gerekir, tiyatroları, nesirleri, romanları, hikayeleri, anıları ve kalem kavgalarıyla da bir devre ışık tutmaktadır Necip Fazıl. Bu mevzuda mutlaka söylenecek çok söz vardır. Necip Fazıl’ı en iyi tanıyan ve yorumlayanlardan olan son dönem Türk edebiyatının şair ve mütefekkirlerinden Sezai Karakoç’un şu nefis yorumuna kulak verelim bir de:
Necip Fazıl’ın şiirinin asıl özellik, gerçeği arama ve ona vararak üstün ruh erginliğine, ebedi iyilik tadına varma olunca ‘Çile’ şiirinin tahlili, bütün şiirinin anahtarı olabilecek demektir. Çile şiirinin Necip Fazıl’ın daha önceki şiirlerine bakan bir yüzü, daha sonraki şiirlerine bakan bir başka yüzü vardır. Daha doğrusu sanki dört bölümlü olan şiirin birinci ve ikinci bölümleri yer yer daha önceki şiirleri benliğinde, belli belirsiz özetlemiştir. Son bölümü de gelecek şiirlerinin bir habercisi, bir proloğudur. Çile‘nin birinci bölümünde içinde bulunulan ve sanki hakikatmiş gibi benimsenen peşin hükümler ve alışkanlıklar dünyasının yıkılması ve bu yıkılıştan duyulan acı anlatılmaktadır. İkincide bunalıma düşen ruh, artık eşyanın, varlığın varoluşun sırlarını aramakta ve bu arayışın ölümden beter azabını dillendirmektedir. Üçüncü bölümde şair hakikati bulmanın ve bunalımdan kurtulmanın metot ve çarelerini arar gibidir. Mesafeler ve yolların insanı aldatışı, büyücünün hıncı, aynaların geçen zamana eş verdiği ızdırap, lügat kavramıyla sembolize edilen bilginin yetersizliği, tabiatın insanın içindeki iniş ve çıkışlardan daha basit bir yapıda oluşu, yani insan girişliliğinin dış dünyayı aşması, umudun bunlarda olmadığını bize göstermektedir. Fakat son bölüm bir var oluş bunalımına sürükleyen galiplerden gelme sesin bu kez aydınlıklarla ansızın ‘ben’i sardığını ve ezel fikrin ve ebedi duygusuna götürdüğünü, ansızın mavera perdelerinin yırtılarak insanın hakikatin kucağına düştüğünü, artık insanın saman yollarından daha ötesi ile deniz dibindeki incilere sahip çıkarcasına en değerli tutanak olan ebedi olmaya yönelmesi gerektiğini, yani ALLAH’ı bulmak ve ondan asla ayrılmamak için yeni, büyük ve ulu hayatına başlamasıyla kurtulabileceğini Türk şiir tarihinde unutulmaz bir poetik bütünlükteki kıtalarla anlatmaktadır.

Halk şiiri motiflerinden, eşyanın ötesinde bekleyen mesaja giden ve ondan yeniden topluma dönen Necip Fazıl şiiri, uygarlığından soyulmuş bir toplum için, uzun vadede yeni bir kurtuluş umudunun kaybolmadığını, eşyanın ezildiği yerden mistik, tarihin koptuğu yerden metafizik kurtuluş çizgilerinin fışkırdı ruhun uyanışı şiiri oluyor.

Necip Fazıl, şiiri merkez alınmadığı için Cumhuriyet sonrası şiirimizin gerçek yorumu yapılamamıştır. Toplumdaki ekmek kavgası, ne Orhan Veli şiirini ne de Nazım Hikmet özentisi şiiri kurtarabilmiştir. Çünkü toplumumuz ekmek derdini bile lirik ve daha doğrusu poetik planda, en soylu dolaylı anlatıma kavuşturacak bir mizaçtadır.
Bin yıldır varoluş davasına ekmek kavgasının çok üstünde yaşamış bir toplumu, tarihsiz, geçmişsiz, onursuz bir toplummuşçasına dile getirmeye imkan yoktur. İsterse o toplum gerçekten aç olsun. Onun açlığında tarihin sıkıntısı vardır. O, ekmeğin içinde bile tarihe acıkmışken, tarihini bile ekmeğe acıkma şeklinde anlatma, bu toplumu anlamama ve onun ruhuyla gerçek bir bağ kuramama demektir. Hatta böyle bir bağ kurabilmenin bütün imkanlarını da kaybetmek demek.

 

Tarkan Balcı                

www.musabyasirozen.com.tr

 

 

Musab Yasir Özen, Musab Özen, M.Y.Ö, M.Yasir Özen, Musab, Musab Y Özen, Yasir Özen

BÜYÜK DOĞU MESELESİ / Musab Yasir Özen

BÜYÜK DOĞU MESELESİ

Musab Yasir Özen

Büyük Doğu Davasını idrak etmek, sisteminin ne olduğunun farkına varmak gerekir. Bu uğraşın ne olduğunu, bilhassa Türkiyeliyim ve Müslümanım diyenlerin dedikleri gibi olmaları için, “ Büyük Doğu” gerek pratik gerekse ideal değerler çerçevesinde mütaala edilen meselelerin mutlak fikre göre olması gerekeni gösteren ahenkli bir terkip ve faaliyetlerin kendisindeki ipuçlarından hareketle sonuçlandırılması gereği bakımından bir olması gereken idealdir.

İnsan ve toplum meselelerine İslami bir prodigma ile bakan ve çözüm yolları sunan “ Büyük Doğu Fikriyatı” samimi ve şeffaf bir terkiptir. Hakikat ölçülerinde derinleşmek, hakk-el yakin derecesinde bilme, mutlak ölçülere bağlılık ve pratik bir yaşamı ifade eder. Konuya merhum Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nunBerzah” isimli kitabından bir pasaj ile devam edecek olursak; “Toplumsal meselelerin haline doğru pratik ve İslam tasavvufundan çekilecek iplikçiler halinde diye formüle ettiği yol, yolumuz. İslami ve evrensel ölçülerde derinleşmesine hakk-el yakin derecesinde bilme şeklinde onun batın ve derinlik buudu olan tasavvuf, şeriat’ine nispetle pratik yaşananı ifade eder, ruhiliğin ruhçuluğun hakikati. Onun insan ve toplum meselelerinin haline doğru “kabli” olarak ele alınması ise, içe doğru yakin getirilmesi gereken ve dışa doğru tatbik pratik ifade eder. Bu yakin getirme manasına anlaşılmak üzere, yerinde “doğrulama“ yerinde ”ispat” diyoruz. Kısaca bizim ruhiliğimiz ve mistiğimiz, son tecridde “ mutlak ölçüler”e bağlı bir muvazene seyridir.; İnsanı hakikati yerinde şuur “Berzah” şeklinde değerlendirmeye rastlamak mümkün.

Büyük Doğu” mana olarak doğunun doğuşu, doğum, büyüyen doğu ideali… Kısaca batı bloğuna karşı bir doğu idealizmini temsilen 1943’de Üstad Necip Fazıl Kısakürek (N.F.K) tarafından islam idealleri uğruna açılan bayrak. Üstad Necip Fazıl Kısakürek‘in ortaya koyduğu Büyük Doğu İdeolocyası özellikle Cumhuriyet sonrası Türkiye’de halklar tarafından ciddi oranda ilgi görmüş, milyonları peşinde sürüklemiş, sağ görüşlüsü, sol görüşlüsü inançlısı, inançsızı bir çok kesim ciddi oranda alakadar olmuştur. Yazılar makaleler, basılan kitaplar milyonların masalarını, evlerindeki kütüphaneleri süslemiş Üstad Necip Fazıl Kısakürek‘in fikirleri milyonların zihninde devrim niteliğinde değişimlere neden olmuştur. Neticede ciddi kitleleri uyandıran Büyük Doğu akımı bir çoklarını da rahatsız etmiş, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’i ve yayınlarını engellemek için ellerinden geleni yapmışlardır. “Necip Fazıl Kısakürek” uzun yıllar hapsedilmiş, defalarca idamla yargılanmış, günlerce ağır işkenceler altında kalmıştır. Bunlara rağmen “ başını bir gayeye satmış kahraman gibi” davasından taviz vermemiş, tüm ağır şartlarda dahi islam davasının en mühim kaidesi olan tebliğ görevinden bir an bile vazgeçmemişti. Defalarca idam istemli iddianamelerle yargılanmasına karşın şu sözler kaleme almıştır: “Asılanlar ölmeyi bilmedikleri için, asıldılar. Ölmeye başta razı olmadıkları için, ölmeyi bilmek lazım, yaşamaya hak kazanmak için…“ Üstad Necip Fazıl Kısakürek dava şahsiyeti, derinliği ve samimiyeti ile ALLAH arasındaki teslimiyetini bu satırlarla açıklamıştır. Hakkında defalarca idam kararı çıkmış, fakat bir şekilde idam kararı infaz edilememiştir. Buna sebep bazen temyiz itirazı, bazen çıkan aflar, bazen de değişen hükumetler neden olmuştur. Neticede ısrarla asılması, idam edilmesi yönünde verilen uğraşlar “İlahi Mukadderat” tarafından engellenmiştir. “Ben kulumu eşya ve hadiselere feth ve tesir için kendime halife olarak yarattım” ayeti kelimesini muhatap bir hayat sürmüş, sayısız hikmet ve eserleri ile tüm dünya müslümanlarına ciddi bir manevi miras bırakmıştır. Karşısına çıkanlara da; “Durun hiç kimse yok ben varım! Sadece iman ve İslam! Başka yol tanımıyorum.” diyerek aksiyoner kimliğini de zaman zaman dile getirmiştir.

Etiketler: Büyük Doğu Meselesi, Musab Yasir Özen, Büyük Doğu, Türkiye, Müslümanım, İnsan ve toplum, İslami bir prodigma, Büyük Doğu Fikriyatı, hakk-el yakin, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, berzah, İslami ve evrensel, tasavvuf, 1943’de, Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Cumhuriyet devrim, NFK, idam, islam davası, ALLAH, idam kararı, dünya, iman

Musab Yasir ÖZEN, Musab, Musab Yasir, Yasir Özen, y. Özen, musab özen, MYO, M.Y.O

SALİH MİRZABEYOĞLU

İbda Büyük Doğunun Yürüyenidir.
(Musab Yasir Özen)

“Demek ki bu iş kafa ve fikir meselesinden önce ve ötesinde kalp ve gönül işidir. Ayna olmadan insanın kendi çevresini seyredemeyeceği hakikati çerçevesinde diyebilirim ki; hasta karşısında doktorun ondakini ona gösterici olması gibi onun şahsında tecelli eden muhasebenin sırasında ona rağmen onun için onunla kavga yapan dostuyum. “Diyerek Büyük Doğu sancağına talip olan “Kumandan Salih Mirzabeyoğlu”

Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Salih Mirzabeyoğlu için şu sözlere yer verir; “Elime bir geçti, pir geçti, biraz geç oldu ama fark etmez. Seni inşallah ben yetiştireceğim.” Ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, gongu çalar, fikir Üretir… Büyük Doğu bayrağı ibda hareketi ile tekrardan göndere çekilmiştir. Karanlık odaklar süreci takip eder ve ilk fırsatta Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nu hapsederler. Salih Mirzabeyoğlu masumdur, fikirlerini kaleme almaktan başka bir şey yapmamıştır. Tek gayesi İslam davasına katkıda bulunmak Cumhuriyet sonrası kırılan manevi vecd ateşini tekrardan canlandırmaktır. Ele aldığı yazılarından batının çoğu filozof diye geçinen isimlerini, İslam dışı materyalist akım ve buluşlarını eleştirir ve çürütür. Kalemi o derece güçlüdür ki Üstad Necip Fazıl Kısakürek şahsına hitaben “ seni insanlar anlamıyor, çok yükseklerde uçuyorsun kanatların yanabilir, sana en büyük övgümde budur, eleştirimde budur.” der Kumandan Salih Mirzabeyoğlu öyle bir cevherdir ki üstadı dahi etkileyebilmiştir. Ne yazık ki şer odakları her zaman olduğu gibi vatana, millete, ülkesine faydalı olacağı ve kitleleri harekete geçirebilmek potansiyelinden dolayı Salih Mirzabeyoğlu’nu tutuklaırlar. Ve zorlu mahkeme süreçleri akabinde yaklaşık 15,16 yıl cezaevinde haksız ve hukuksuz bir şekilde alıkonulur. Salih Mirzabeyoğlu mücadelesinden ve davasından asla taviz vermez, konulduğu küçük hücresinde üretmeye ve yazmaya devam eder, bir çok eser kaleme alır. cezaevinin tüm olumsuz koşullarına ve ağır psikolojik şartlarına rağmen gayesinden bir an bile sapma yaşamaz…

“Bizim dünyayı nakışlandırma meselesi olarak marifet ve tecrübe alanımız belli;

İslam tasavvufu ve Batı tefekkürü kanatları arasında, ikinciyi, birinciye icra…”

                                                                                                                                                                                                                (Kumandan)
                                                                                                                                                                                                        Salih Mirzabeyoğlu

Yaklaşık bir asırlık bu manevi hareketi, çekilen çileleri, ortaya konulan değerleri ve iki önder şahsiyeti naçizane anlatmaya çalışsak da, hiçbir şekilde haklarını teslim edemeyeceğimiz su götürmez bir gerçektir. Büyük Doğu Meselesi günümüzde iki önemli şahsiyeti kaybetmiş olsa da, bırakılan eserlerde ideolojik olarak gayet kapsamlı ve detaylı olarak ele alınmış ilgili her bir bireyin de önüne sunulmuştur. Bu davaya ve ideolojiye gönül vermiş bireyler de Büyük Doğu’nun şanlı tarihine ve önderlerine yakışır bir şekilde hareket etmesi vatanına, milletine, değerlerine, devletine sahip çıkması gerekmektedir. Büyük Doğu Hareketi taliplilerinden derinlemesine samimiyet bekler. Aynı oranda bağlı olduğunu ve dava bayraktarlığına soyunan zümrelerden de aynı hassasiyeti ve şeffaflığı bekler. Şayet bir yolda samimiyet yoksa, burada hakiki bir dava gütme anlayışından bahsedilmesi akla ziyan bir durum teşkil edecektir. Koyun postuna bürünmüş kurtlar misali davaya en çok zarar veren unsurların başında bu şahsiyetler başı çekmektedir. Genel maksat dava adamlığı değil, dava adamı gibi görünme çabasıdır. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in deyimi ile bunlar; “bir hokkabaz, bir benlik heykeli, bir idrak dilsizi, bir vicdan sağırı, bir kalp ve kafa çilesizinden öteye gidemezler.”

Büyük Doğu Mefhumu, hurda karakter ve kişiliğe sahip, ne olduğu belirsiz, tahsilsiz, Semt köşelerinde dünya kurtaran, hayatında üniversite kapısına uğramamış, şekilcilik ve para kovalayan, şiddete sevdalı, tabanca taşımaya hülyalı, değnekçilik ve dergicilik oynayıp, vekillik hayalleri kuranların, kalleş ruhlu bozukların, kimliksizlerin ve onlarca ruh hastalığına muhatap şizofrenlerin güdeceği, sözde bayraktarlığına soyunacağı bir mesele değildir. Büyük Doğu Davası öncelik olarak koyun sürüleri içindeki kurtları ayıklamakla işe başlar. Çürükler ayırt edilmezse davaya en büyük zararı bu şarlatanların vereceği acı bir gerçektir. Burada önemle vurgulanması gereken ideolojinin öğrenilmesi ve tanınma aşamasında iki mümtaz ismin (Necip Fazıl Kısakürek, Salih Mirzabeyoğlu) eserlerinden istifade edilmesi mevzunun kaynağından bilgi sahibi olunmasıdır. Hakikatler Ali’den, Ayşe’den öğrenilmez, hakikatin ne olduğu öğrenilir, devamında Ali ve Ayşe’nin de ne olduğu ortaya çıkar. Önceliğimiz aradığımızın ne olduğunu bilme durumudur. Şayet aradığımızın ne olduğunu bilmezsek, bulduğun ve karşılaştığın şeylerin ne olduğunu bilemezsin. Aksi halde bozuk güruhların etrafında bir eşya misali kullanılır, bırakılırsın. Mümin kişi odur ki; kendisini kullandıracak kadar akıllı ve derinliklidir. Bu bağlamda bizim davamıza gönül vermiş kişilerin bu hususları titizlikle irdelemesi boyun bükülecekse şahıslara değil, hakikatlere boyun bükülmesi gerekmektedir.

 

Türkiye toplumlarında artık klasikleşmiş bir hal alan çeşitli stk, dernek, vakıf, dergicilik adı altında kurulan sözde halklar için faydalı işler yapıldığı görüntüsü veren yapılar bulunmaktadır. Bunlar şahsi hayatlarında ve sosyal çevrelerinde yer edememiş ciddi ruhsal sorunları olan ve stk kisvesi altında yer edinip, maddi çıkar sağlamayı hedefleyen bozuk karakterli şahsiyetlerdir. Bu yapılanların hiçbir şekilde vatan, millet, dava şahsiyeti ile dertlenmesi gibi bir düşünceleri yoktur. Bu tespitleri yapabilmek için çok ciddi bir zeka seviyesine sahip olmaya gerek yoktur. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun deyimiyle; “Bizim işimiz doğruyu bilmeden, sadece yanlışı çıkarma değil. Yanlışı içindeki doğrularıyla doğrumuza vesile ve malzeme kılma işidir, tasarruf işi bunun içinde ona dair kılacağın doğrun olacak.” Değinmek mümkün.

Etiketler: Salih Mirzabeyoğlu, İbda, Musab Yasir Özen, fikir, insan, büyük doğu, kumandan salih mirzabeyoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, ibda hareketi, islam davası, islam dışı, büyük doğu meselesi, ideolojik, büyük doğu hareketi, dava adamlığı, dava adamı, mümin.

Musab Yasir ÖZEN, Musab, Musab Yasir, Yasir Özen, y. Özen, musab özen, MYO, M.Y.O

BÜYÜK DOĞUCULUK DİYALEKTİĞİ

(Musab Yasir ÖZEN)

İslam inancına sahip her birey inancı gereği ALLAH’tan başka hiçbir otorite ve güce boyun büküp, tabi olmaz. En güçlü sorgulama ve muhalefet İslam dininde mevcuttur. Dinimizde aklı körü körüne kiraya vermek sefil bir kölelik olarak adlandırılır. Hakikatin özü nasıl ve niçin’den meydana gelmektedir. 20. yüzyıl ve devamı bilgi, enformasyon çağı olarak nitelendirilmekte, bilginin bir silah olduğu önemle vurgulanmaktadır. Ülkeler teknoloji, sanayi ve yeni keşifler hususunda kıran kıran’a bir yarış içerisindedir. Toplumsal olarak kendini geliştiremeyen ve bu yarışın çok gerisinde kalan milletlerin nasıl coğrafyalarının kan gölü’ne döndüğü hepimizin malumudur. Mürekkebin akmadığı toplumlarda, kan akar sözü durumu özetlemektedir. Kentleşme ve metropolleşmenin zirvelerini yaşadığı Türkiye’de hala ne idüğü belirsiz, kot kafalı, empati duygusundan mahrum, analitik düşünemeyen, oturduğu yerde devlet kurup devlet çökerten traji komik profillere rastlamak mümkün. Bizim mutlak önceliğimiz bu şarlatanları aramızdan ayıklamak ve defnetmek olmalıdır. Bunlardan samimi bir dost olamayacağı gibi, samimi bir düşman da olamaz. Yani bunlardan bir şey olmaz. Bunları biz tabela reklamcısı olarak görüyor, işin kaymağını hedeflediklerini de iyi biliyoruz.
Fakat körlükleri o kadar büyüktür ki, o kıt akıllarıyla başkalarını da kafalayabileceklerini düşünürler. Ulu orta bir komedyadır halleri. Bunların çevrelerindeki şakşakçıların Büyük Doğu Davası ve Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in kısmi bir tefsir mahiyeti güden eser içerikleri ve fikirleriyle hiçbir bağları yoktur. Bu nedenle de yapılan hamleler pasif kalıp, ALLAH‘ın manevi yardımından mahrum bir halde sürünmeye mahkumdur. Kalemlerini kimsenin kaale almadığını bildiklerinden oyun dışı kalan çocuk misali mızmızlanmaya, suyu bulandırmaya, gündemde kalmaya çalışırlar. Beslenbildikleri tek husus yaygara propagandasıdır. Kimliksizliklerini boş, beleş uğraşlarla kimliklendirmeye çalışırlar. Necip Fazıl Kısakürek ve devamındaki Salih Mirzabeyoğlu eserlerindeki fikirleri kendi menfaatleri doğrultusunda yorumlayıp, dava çığırtkanlığına soyunan bu şahsiyetsizlerin mutlak surette ayıklanması ve kafalarının ezilmesi gerekmektedir. Üç, beş internet sitesi kurup Devlet Politikaları’na dil uzatmak, alakasız algılar oluşturup, propaganda yapmak, lider icat etmek, 3. Dünya Savaşı çıkarmak, mafyacılık oynamak, efendim bizim binler militanımız var, şu kadar bombamız var ayakları, cıo-mossad teraneleri… Bu çirkin dil ve anlatımların bizim davamızla, ehl-i sünnet yoluyla ve dava şahsi ahlakıyla hiçbir ilgisi alakası yoktur. Bu teraneler ancak bu şahısların sokak diliyle kolpalığı başka yerlere naval okuması olarak adlandırılabilir.
Ahlaklı bir Müslüman, ahlaklı bir dava adamı şiddet söylemi ile kimlik bulmaya Çalışmaz, çabalamaz. Cebinde bir şey varsa, sürekli onu dillendirme ihtiyacı duymazsın… Şayet yoksa geriye dil cambazlığı iyi bir yöntemdir. Bunları mutlak suretle görmeli sap ile samanı ayırmalıyız. Don kişot misali hayali düşmanlar üretip, kahramanlık makaleleri yayınlamanın dava ile ne alakası var, anlamak mümkün değil. Devrim denilen şey önce insanın içindeki putları, ruh hastalıklarını devirecek bir şey olmalıdır. Kendi nefsini, duygularını ıslah edememiş 3,5 balonun kalkıp bu işlerin bayraktarlığına soyunması akla ziyan bir iştir. Bunlar işin keyfiyetinde, mahalle kahvehanelerinde toplanan emekliler misali boş lakırdı peşindeler. Cezaevine girmekten ve ölmekten korkan tipler. Dedik ya mesele dava adamlığı değil dava adamı görüntüsü vermekte. Avrupa’nın falan ülkesi filan müptezellerinden anca talimat alır, bu vatana ihanet edersiniz. Yaptığınız iş tam olarak budur.

Tespit edilmesi yönünden, bunların sözler ve söylemleri yerine hal ve hareketlerine bakmak yerine bulacaktır. Çünkü sözler işin vitrini, gözükmek istenilen rollerin propagandası, haller ve hareketler ise doğrudan beyin yapılarını ortaya koyan somut tanımlamalardır. Bu çelişkili durum yani sözler ve hareketlerin uymaması hali ortada bir dürüstlüğün de olmadığının en önemli göstergesidir. Lakin her şey taklit edilebilir, fakat samimiyet asla taklit edilebilir bir şey değildir.

Etiketler: Büyük Doğuculuk Diyalektiği, Musab Yasir Özen, islam, ALLAH, islam dini, türkiye, büyük doğu davası, Necip Fazıl Kısakürek, Salih Mirzabeyoğlu, Devlet Politikası, müslüman, dava adamı, devrim, dava.

Musab Yasir ÖZEN, Musab, Musab Yasir, Yasir Özen, y. Özen, musab özen, MYO, M.Y.O

ALLAH, YOL, DAVA, İDEAL…

(Musab Yasir ÖZEN)

İnanmak, ya çok üstün, kendi kendini kül edecek kadar üstün bir akıl davasıdır; yahut yarı yolda bangır bangır iflas eden aklın her türlü desteğinden mahrum fakat gizli bir ruh feyzi ile gayesini sezmiş ve fikir kargaşalarından kurtulmuş saf ve basit adam işidir… Sonuç ve netice olarak bizlerin bu yolda gönüldaş ve yoldaş olarak görmek istediği kişiler muallakta kalan, toprak altında sürünen tipler kesinlikle değildir. Biz Büyük Doğu ruhundan bahsediyoruz. Kur’an-ı Kerim ışığında, ehli sünnet yolunda bir inanç ve yol. Ve bu manevi inançla oluşturulmuş, devletçi bir teşkilat yapısı oluşturulmalıdır. Bu kutsi yolun uğraşıda esersiz, irfansız, Çilesiz ve samimiyetsiz olamayacağı ortadadır. Bu nedenle de zihniyet olarak berrak kalıp, davaya sadık olamayanları, sokak jargonu ile kolpacıları, reddediyoruz. Bunların ve yanlarında dolanan 3,5 şivananın bizim nezdimizde çöp kadar hükmü yoktur. Malum müminin ferasetinden sakınmak lazım. Sahtekarı ve gözü bağcıyı ayırt etmek bizim işimiz.

Etiketler: ALLAH, YOL, DAVA, İDEAL, Musab Yasir ÖZEN, Büyük Doğu, ehli sünnet, kuran-ı kerim, Fikir, inanmak

BÜYÜK DOĞU MARŞI

Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet!
Güneşten başını göklere yükselt!
Avlanır, kim sana atarsa kement,
Ezel kuşatılmaz, çevrilmez ebet.

Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet!
Güneşten başını göklere yükselt!

Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un!
Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.
Nur yolu izinden git, KILAVUZ’un!
Fethine çık, doğru, güzel, sonsuzun!

Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un!
Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.

Aynası ufkumun, ateşten bayrak!
Babamın külleri, sen, kara toprak!
Şahit ol, ey kılıç, kalem ve orak!
Doğsun BÜYÜK DOĞU, benden doğarak!

Aynası ufkumun, ateşten bayrak!
Babamın külleri, sen, kara toprak!

                                                                                                                                                                          Necip Fazıl Kısakürek
                                                                                                                                                                    www.musabyasirozen.com.tr

Bulunduğu çağın nabzını yakalayan gençler ve ideali aramayla toprağa bağlanma arasında bir berzahta kıvranan insan oğlunun oluş ıstırabını hakikatin hakikatini nispetle heykelleştiren adam; Üstad Necip Fazıl Kısakürek’e saygı ve rahmetle… Ruhu şad olsun.

 

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

 

error: İçerik korunuyor !!!