Archives 13 Nisan 2024

ŞİİRLER / MUSTAFA ÖZEN

ŞİİRLER / MUSTAFA ÖZEN

ESİRSİN

(ŞİİR)

Ölüm, yaman hasmını yere serer,

Korkun sona erer sevinirsin,

Aynı akıbet seni de bekler,

Gassal’ın elinde esirsin.

Not: Ölü yıkayan adam.

Mustafa Özen

www.musabyasirozen.com.tr

ETİKETLER: ESİRSİN, ÖLÜM, GASSAL, MUSTAFA ÖZEN ŞİİRLERİ, MUSTAFA ÖZEN, ŞİİR

 

GÖZLERİM

(ŞİİR)

Kendini görmez gözlerim.

Nefsime geçmez sözlerim,

Gurbetten asker gözlerim.

Serhatte düşman gözlerim.

Not: Serhat: İki devlet arasındaki hudut boyu

Mustafa Özen

www.musabyasirozen.com.tr

ETİKETLER: GÖZLERİM, SERHAT, MUSTAFA ÖZEN ŞİİRLERİ, MUSTAFA ÖZEN, ŞİİR

 

BİZLERİZ

(ŞİİR)

Dünya dönek değil, ikiyüzlü bizleriz.

Günaha dalıp, figan etmeyen bizleriz,

Fıtrat ahdine ihanet eden bizleriz,

Din’i cehlimizle yaralayan bizleriz.

Figan: İnleme, feryat.

Ahd: Cenab-ı Hakka karşı olan sözleşme, yemin, mukavele. (Cenab-ı Hakruhları yarattığında “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Mealinde (elestü bi Rabbiküm) diye sorduğunda ruhlar (Kalu bela) yani evet sen bizim Rabbimizsin dediler. Söz verdiler, sözleştiler) İnsanoğlu fıtratının icabına yani ahdine aykırı hareket ettiğinden masul tutulmuştur.

Cehl: İlimsizlik, cahillik

Mustafa Özen

www.musabyasirozen.com.tr

ETİKETLER: MUSTAFA ÖZEN, ŞİİR, BİZLERİZ, DİN, MUSTAFA ÖZEN ŞİİRLERİ, FITRAT, AHD, FİGAN, CEHL

 

BULUNMAZ

(ŞİİR)

Yüzsüzden his, ırz sorulmaz,

Huysuza fikir, akide aranmaz,

Terazide iffet, izzet tartılmaz,

Yokluğa delil bulunmaz.

Mustafa Özen

www.musabyasirozen.com.tr

ETİKETLER: FİKİR, ŞİİR, İFFET, İZZET, MUSTAFA ÖZEN

 

DÖNMEK

(ŞİİR)

Ruhlar ebedidir, çürüyen iskelet,

Mesele kendini bilerek ölmek,

Her saniye kesiliyor ukbaya bilet,

Artık yok, dünyaya dönmek.

Ukba: Ahiret

Mustafa Özen

www.musabyasirozen.com.tr

ETİKETLER: MUSTAFA ÖZEN, RUHLAR, DÖNMEK, ŞİİR, UKBA

 

SAFHASI

(ŞİİR)

Hakk’a meydan okuyan aklın,

Dünya’da yok safası

Hayat aynasında riyanın

Sende hangi safhası.

Safa:Rahat, Huzur, eğlence (Safa sürmek)

Safha: Yüz, bir şeyin düz yüzü.

Mustafa Özen

www.musabyasirozen.com.tr

ETİKETLER: HAKK, MUSTAFA ÖZEN, DÜNYA, SAFHASI, ŞİİR

 

KANMA

(ŞİİR) 

Güneş  ufuk’ta belirir,

Batmayacağına aldanma,

Ömür bir anda tükenir,

Bitmeyeceğine kanma.

Mustafa Özen

www.musabyasirozen.com.tr

ETİKETLER: ŞİİR, MUSTAFA ÖZEN, KANMA, GÜNEŞ

 

HAK BİLİRDİK

(ŞİİR)

Kainatı yaratanın sırlarını,

Peygamberler gönderilmeseydi ne bilirdik,

Anlamazdık kitapların manasını,

Batılları, hurafeleri hak bilirdik.

Mustafa Özen

www.musabyasirozen.com.tr

ETİKETLER: HAK BİLİRDİK, ŞİİR, MUSTAFA ÖZEN, KAİNAT

 

İSLAM’A GEBE

(ŞİİR)

Beyin hazinesinin kilidi,

Hak söze gebe,

Batıl hak’la silindi,

Avrupa islam’a gebe.

Mustafa Özen

www.musabyasirozen.com.tr

ETİKETLER: İSLAMA GEBE, MUSTAFA ÖZEN, ŞİİR, AVRUPA, İSLAM

 

MES’UL

(ŞİİR)

İnsan hareketinde aklı hür,

Hür olduğu için mes’ul.

Suçu kadere yükleyenin,

Kadere isyanından mes’ul.

Mes’ul: İş ve hareketinden dolayı cevap vermeye mecbur ve kusurunun cezası kendisine ait olan.

Mustafa Özen

www.musabyasirozen.com.tr

ETİKETLER: MESUL, ŞİİR, MUSTAFA ÖZEN, HÜR, İNSAN, KADER

 

SENED

(ŞİİR)

Ey mazisi olmayan ezel,

Geçmiş günahlarımı,

Affet gelmeden ecel.

Ey sonu olmayan ebed,

Gelecek günahlarımı,

Affa elimde yok sened. (*)

(*)Günahların affına dayanağın yoksa günah işlemekten uzak dur.)

 Mustafa Özen 

www.musabyasirozen.com.tr

ETİKETLER: SENED, ŞİİR, MUSTAFA ÖZEN, EZEL, ECEL, EBED

Dipnot: Esirsin, Gözlerim, Bizleriz, Bulunmaz, Dönmek, Safhası, kanma, Hak Bilirdik, İslam’a Gebe, Mes’ul, Sened, başlıklı (isimli)şiirler “Mustafa ÖZEN’in “ŞUUR ŞİİR”leri isimli kitabından alıntı yapılmıştır.

MUSTAFA ÖZEN

ŞUUR ŞİİR’LERİ / MUSTAFA ÖZEN TAKDİM

İslami idrak vasıtalarından en mühimi akıldır. Kur’an çoğu yerde aklınızı kullanmaz mısınız mahiyetinde bizleri uyarıyor. İnsan doğru ile eğriyi ayırt ederken aklını kullanır. Onu hakem tayin eder. Aklı olmayanın dini de yoktur. Yani dini emirleri yerine getirme de mesul değildir.

İstek ve arzularımızın harice yansıtılması, başkalarıyla anlaşmak veya düşünce karşılaştırmaları yapmak sözlerimizle gerçekleşir. Bazen bir söz hayatımızı değiştirebilir. Tesirli bir şiir kalabalıkları hem etkiler, hem de harekete geçirebilir. Demek oluyor ki, sözün tesiri diğer kuvvetlerden daha etkilidir. Hele fikirler bir de hakka dayanıyorsa, ülkeler gönüller fethedilir. Edebi sanatının kıymeti hiçbir zaman ortadan kalkmaz. Bütün mesele Ölçülü olmaktır. Fert ve cemiyet Hürriyet adına, Beşerin fıtri yapısının aksine bir faaliyet içinde bulunuyorsa, fikre güce malik bulunanlar, bunları her bakımdan tenkit etmeye ve düzeltmeye hakları vardır. Cemiyetlerin kurtuluşu, hakikate göz yummaktır. Bilmediğini idrak edememektir. Bu asırda insanlık kendi eliyle yaptığı düzenlemelerle henüz olgunluk çağına girmekten uzaktır. Tarih ve hadiseler bunun canlı şahididir. Yaşanmış tecrübelere arkasını dönmüş, hem kalesini, hem de siperini kaybetmiştir. İskelet halinde var olduğu iddiasındadır. Bu ise boş bir hayaldir. Kahkahalar arasında feryatlar duyulmadığında, o toplum çarmıha gerilmiş demektir. Mukaddes değerleri sataşan doğruları yanlış tefsir eden, putlara toz kondurmayanların zemme edilmesi hak davayı savunanların birinci vazifesidir. Kullanılan vasıtalar zamanın geçerli silahları olmalı, feryatlar indirilmelidir.

Her devirde olduğu gibi, bu asırda da basın, kitap, gazete, broşür vb. Yayın organlarının her biri birinci kuvvet olmaktan çıkmamışlardır. Milyonları etkileyen haberleşme araçları, anında uzak dünya köşelerine yayılmak suretiyle tesirini icra etmektedir. Umumi efkar ehemmiyetli veya ehemmiyetsiz meselelerle meşgul edilmekte, kitleler kendi istikametleri nde kullanıla bilmektedir. Derhal söylemek lazım ki bütün bu faaliyetler hakikati gizlemek maksadıyla cereyan ediyorsa, elbette bunların karşısına çıkarak, örtbas edilmek istenen hakikatleri ortaya koyma gibi bir vazifemizin olduğunu itiraf etmek zorundayız. Haksızlık karşısında susanlar, dilsiz şeytanın çanını çalıyorlar demektir. Memleketimizde lâik rejimi arkalarına alıp İslam’a saldırmayı kendilerine vazife bilen Kemalistlerin susturulması, itirazsız İslam şuurunun yerleşmesi ile mümkündür. Umumi efkar yıllardır uydurulmuş bir dinle uyutulmuş, laik rejim silahı müslümanların sesini boğmuştur. Her gün insan beynini çürüten tartışmalar, fısıltılar ve gürültülerin umumi efkarda mide bulandırmasından başka bir şeye yaramamıştır. Parti tartışmaları, İlme diz Çöktüren “prof “taslaklarının acıklı halleri şeref bakımından iflas etmiştir.

Menfaat sevki ile taraf olma, beraberinde hakikatin üzerininde kapatılmasına sebep olmuştur. İğrenç batının zebunu olmuş bazı basının sahte sütunları ile bir yerlere sırtına yaslayarak yol alıyorsa, Hürriyet’in aslından, vicdanın sadeliğinden, aklın büyük zaferinden nasıl söz edilebilir! Ferdi hürriyet çığırtkanlığı adı altında cemiyetin üzerine püskürtülen her türlü ahlaksızlığın günümüzde ne içiyorlar açtığı ortadadır. Fazilet rejimi dedikleri demokrasinin hizmeti, ruh ve zihniyeti, başarısı bu derece fenalıkları şemsiye olmuş ise, hayat hakkımızı çeşitli tecavüzlerden nasıl koruyacağız. Gelecek nesil küfür girdaplarına teslim isteniyor. Onlar için aşk adı altında zina pususu, çağdaşlık adına teşhircilik, hoşgörülü kadına dinsizlik, eğlenceli bir hale getirilmiştir. Pez…., fahişeler, dolandırıcılar, lüzumsuz adamlar birinci derece Vatandaş olarak sahneye sürülmekte, gençlerin hayat istikametini alçaklar tayin etmektedir.

Şiirin tesisleri’ne gelince, mayasını hırs ve vahşetin koyu karanlığından alan şair taslakları, ahlak sükutunun birer temsilcisi olmuşlardır. Bir anda saman çöpü gibi alev alarak parlamışlar, tarife sığmaz bir şekilde de dönmüşlerdir. Hele bir de mukaddesata, tarihi kültür köklerine göstermiş oldukları at başı isyanları dehşet vericidir.  Bunları yeniden hortlatmaya yeltenenler nöbet değiştirip yüz kızartıcı neticelere doğru yürüdüklerinin farkında değillerdir. Onlar için en büyük müsamaha cesaret ise laisizm’in temeline dayanır. Açık olan bu kapı hiç tereddüt etmeden Kemalist inkilap mahsulüdür. Kendi cephemize gelince şeytan Taşlar gibi, Şiirde kullanılan her kelime her mısra Hürdoğan insan iradesinin hak namına nişan alması gibidir. İnsan ruhunun bir ihtiyacı olan şiirin müspet ve hayırlı neticeler Doğurması en başta peygamber (s.a.v) tarafından desteklenmiştir. Şiirin insana yüklediği mananın reddi mümkün değildir. Gözden kaçmaması lazım gelen bir hususta Peygamberimizin (s.a.v) Şairi Hasan b. Sabit’e kürsü kurdurarak, Edebi şiirlerinin etrafa yayılmasına müsaade etmesidir. Hasan B. Sabit’e Peygamberimiz (s.a.s) “Allah”ım Onu mukaddes ruhla teyid eyle! Diye dua etmiştir.

O devrin şairleri arasında Ka’b İbn-i Züheyr bulunuyordu. Henüz Müslüman olmamıştı. Hatta peygamberimiz (s.a.v) onun hakkında “kim rastlarsa Ka’b’ı öldürsün artık onun kanı helal kılınmıştır” buyurmuştu. Bu şahıs mekke fethi nde Kabe’nin örtüsü altına sığınmış olsalar dahi öldürülmesi, Resulullah (a.s) tarafından emir olunan kanı helal kılınanlardan birisi idi. Zira kalemini İslam’ın aleyhine kullanıyordu. Ka’b öldürüleceğini duyunca kaçmıştı. Nihayet İslamiyet yayılınca, Ka’b’ın Kardeşi kendisine mektup yazdı. Resulullah (a.s)’ın yanına gelip şehadet etmesini, af dilemesini istiyordu. Mektup ulaşınca Ka’b Hz.Ebu Bekire (r.a) haber gönderdi. Medine’ye gelip Müslüman olacağını, lakin kendisini himayesini almasını istiyordu. Ka’b Medine yolunu tuttu. Hz. Ebu Bekire (r.a) sığındı. Hz. Ebu Bekir (r.a) onu Peygamberimizin (s.a.v) huzuruna çıkardı. Ka’b özür ve af diledi. Şehadet getirerek Müslümanlığı kabul etti. Daha önce peygamberimiz (s.a.v) Aleyhinde kötü şiirler söylemiş ve yazmıştı. Müslüman olduktan sonra “Banet Suad” diye anılan Peygamberimizi (s.a.v) Methe’den meşhur uzun kasidesini okumuştur.

Ka’b’a “Şüphe yok ki Resulullah doğru yolu gösteren bir nur, kötülükleri yok etmek için sıyrılmış ALLAH’ın (c.c) Keskin ve yalın kılıçlarından bir kılıçtır” mealindeki beyitlerinde gelince Peygamberimiz (s.a.v) yanındaki muhacirlere bakıp gömleğinin yeniyle işaret ederek “Dinleyiniz” buyurduğu. Peygamberimiz (s.a.v) bu kasideyi büyük bir haz ile dinledi. O anda yanında hediye edecek başka bir şey olmadığından üzerindeki hırkasını çıkararak şair Ka’b’a hediye etti. Ondan dolayı bu kasideye “Kaside-i Bürde denir. Hz. Muaviye (r.a) ın hilafeti zamanında bu hırkayı Ka’b’dan satın almak istemişti, vermedi. Ka’b vefat edince mübarek hırkasını Hz. Muavire(r.a) yirmi bin dirheme varislerinden satın aldı.

Hırka kendisinden sonra gelen halifelere intikal ettikten sonra, nihayet Osmanlı hükümdarı yavuz sultan Selim Han’ın Mısır’ı fethi ile mukaddes emanetler arasında İstanbul’a getirildi. Osmanlı sultanlarının son derece dikkat ve hürmetle muhafaza ettikleri bu Hırka-i Şerif halen Topkapı Sarayında Hırka-i saadet dairesinde Emanat-ı mübareke arasında mahfuz olup ziyaret edilmektedir.

Şiir her kavim de tabi hal almıştır. Her milletin kendine mahsus şiirleri vardır. Kullanılan lisan o milletin mensup olduğu Mashalat’a (barışına) uygun düşmeli , eli kalem tutan herkes kendi keyfine göre hareket ederse, kargaşa başlamış demektir. Hele bu devirde, zihinler küflenmiş lügat Uydurma kelimelerin ayla örülmüştür.

Milletin mazisinden gelen edebi, lisanı, tertibi, çalıların Savaşı gibi, cahillerin kötü niyetlerini kurban edilmiştir. Bizi asli hürriyetinden ayrılmaya mecbur bırakan şey, harf inkilabının kamusumuzu zincire bağlayıp, imhası ile neticelenmesidir. Nesiller arası anlaşmazlıklar, bozukluklar, “harf devrimi” adını verdikleri, Murdar çarşafın lisanımız üzerine çekilmesi, asırlardan gelen ve yazılmış olan bütün ilmi eserlerin İnkarı demektir. Yeni nesil ise bu dikenlerin arasında kendisini kaybetmiştir. Milli şair dediğimiz Mehmet Akif’i bile yazmış olduğu milli kültüre ve kimliğe ait Şiirlerini, anlamak için yine kendi kelimelerimizle tefsir etmeyiz, harf inkilabının açmış olduğu derin yaranın dehşetini gösteriyor. Arkadan gelen nice nesiller ise mezarlıklar içinde dedesinin mezar taşını bulup okumaktan ziyade, oturup Matem tutmaktan başka, kendini ruh kökünden ayıranlara lanet yağdırmaktadır. Şiir, yazının iç aleminde esen fırtınaların tercümanıdır. Onun kaleminden canlı, cansız varlıklar dile gelir. Bülbülleri öttürür, suları çağlatır, dağları konuşturur, en nihayet, yorgun düşer. Hakkın eşiğinde nefes nefese kalır. Mahzunluk için de af diler. Bir hiç olduğunu anlar. Mihrabını bulamayanlar ise, Milli değerleri ayaklar altına alıp, inkarlarıyla kör şeytanın söz persenginde boğulup giderler. Mühim olan alemi beka’da karşılaşılacak tavırdır.

Bu küçük eser, Hakka firar etme Nevin’den olup, ihmal ve kusuru bize aittir. Gayret bizden Tevfik ve yardım ALLAH’tan (c.c) dır.

Mustafa Özen 

12.06.2020

www.musabyasirozen.com.tr

Etiketler : şuur şiirleri, Mustafa Özen, takdim, İslam, Kur’an, insan, şiir, söz, sözün tesiri, fikirler, hakk, Fert, cemiyet, fikre, idrak, insanlık, tarih, tefsir, dava, asıl, basın, Kitap, gazete, broşür, Haberleşme araçları, dünya, umumi efkar, hakikat, laik rejim, Kemalistler, prof, hürriyet, demokrasi, vatandaş, hayat, şair, hırs, kültür, cesaret, laisizm, Kemalist inkilap, şeytan, hak, mısra, peygamberimiz (s.a.v), ALLAH, devrin şairleri, Dua, peygamberimizin (s.a.v) şairi Hasan b. Sabit, müslüman, Ka’b İbn- i Züheyr, Helal, kahve, mekke, hz. Ebu Bekir, medine , af, şehadet, Banet suad, Kaside-i Bürde, Hz.muaviye, Hırka, yavuz sultan Selim, mısır, istanbul, Osmanlı, Hırkai Şerif, Topkapı Sarayı, hırkayı saadet dairesi Harf inkilabı, harf devrimi, Mehmet Akif, milli değerler

DÖNÜŞ  ANCAK SANADIR

 

DÖNÜŞ  ANCAK SANADIR

(ŞİİR)

Dönüş ancak Sana’dır

Kainatı yaratıp, hükümler koyan,

Hükmüne boyun eğmeyenleri alçaltan,

Kudret sahibi, bağışlayan

Dönüş ancak Sana’dır

 

Dönüş ancak Sana’dır

Yeryüzü beşiğinde bizleri sallayan,

Sıra dağları, birer birer kazık yapan,

Her şeyi çift çift yaratan

Doğmamış, doğrulmamış olan,

Dönüş ancak Sana’dır

 

Dönüş ancak Sana’dır

Dinlenmemiz için uyku veren,

Geceyi üstümüze örtü eyleyen

Maişet için gündüzü süsleyen,

Yaratılanları her an gözetleyen,

Dönüş ancak Sana’dır

 

Dönüş ancak Sana’dır

Gökyüzü direksiz, yedi kat gök binası,

Gecelerde pırıl pırıl parlayan nur lambası,

Yağmur yüklü bulutlar bol su deryası,

Canlıların rızkına kefil olması,

Dönüş ancak Sana’dır

 

Dönüş ancak Sana’dır

Rahmetin düştüğü yerden daneler, bitkiler çıkardın

Sarmaş dolaş bahçelerin tefekkürünü bize bıraktın,

Hüküm verme gününün tayini senin hakkın,

Elçiler gönderip, cihad meydanına attın,

Dönüş ancak Sana’dır

 

Dönüş ancak Sana’dır

O gün sura üfrülür bizler, bölük bölük geliriz,

Gök kapıları açılır hayretler ederiz,

Dağlar yürür Serap’a döner, kalırız çaresiz,

Kullarını hesaba çekmez, göndermeden öndersiz,

Dönüş ancak Sana’dır

 

Dönüş ancak Sana’dır

Muhakkak takva sahiplerine kurtuluş vardır.

Hak muratlarına ermede onlara vardır.

Hakka yürüyenlere karşılıksız rızıklar yayılır.

Karun gibilerin malları, mülkleri kalanlara talandır.

Dönüş ancak Sana’dır

 

Dönüş ancak Sana’dır

Cennet ehli dolu dolu kadehlerle serinler,

Orada buluşur Allah için birbirini sevenler.

Rablerinin ihsanı ve mükafatı onları bekler.

Peygamberlere bir olur Allah uğrunda şehitler.

Dönüş ancak Sana’dır

 

Dönüş ancak Sana’dır

O göklerin ve yerlerin, ikisi arasında olanların Rabbidir.

Huzurunda söz söylemek kimin haddidir.

O gün Cebrail ve melekler saf saf olup dizilir

Ve kainatın idarecisi, hem nimetlendiricisidir.

Dönüş ancak Sana’dır

 

Dönüş ancak Sana’dır

Rahmandan izinsiz, mahşerde hiç kimse konuşamaz,

Konuşsa da ancak doğruyu söyler, eğriye kaçamaz,

İşte hak yol budur, gidilecek başka yol bulamaz.

Alemi nurlandıran kitabına karşı çıkılamaz.

Dönüş ancak Sana’dır

 

Dönüş ancak Sana’dır

Ademoğlu yakın gelecekte, ol emriyle uyandırılır.

Kendi ehliyle yaptıklarına bir bir bakılır.

Kafirler ne olurdu toprak olaydı diye şaşırır,

Müslümanların işittik itaat ettik sözleri, hedefe vardırır.

Dönüş ancak Sana’dır. (*)

(*)Esma-ül Hüsna (Allah’ın isim ve sıfatları). Bakara suresinin son iki ayeti Nebe suresinin bir kısmından atıf yapılıyor.

Mustafa Özen 

www.musabyasirozen.com.tr

Etiketler : Dönüş ancak Sana’dır, Mustafa Özen, Kainat, Şiir, Hüküm, Sana, Kudret, Gece, Gündüz, Maişet, Gökyüzü, Yedi Kat, Gök, Yağmur, Rahmet, Cihat, Gök Kapıları, Dağlar, Serap, Takva, Cennet Ehli, Allah, Şehitler, Rabb, Cebrail, Ademoğlu, Kafirler, Mustafa Özen

SENSİZ MEVLAMIZ YARDIMCIMIZ

 

SENSİZ MEVLAMIZ YARDIMCIMIZ

(ŞİİR)

Noksanlıktan münezzeh, selamet kaynağı,

Kurtuluşa erdiren, müminlerin sığınağı.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Yenilmez güç sahibi, büyüklüğünü açıklayan,

Her şeyi yaratan, şeklimizi güzel yapan.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Bizleri korudun, gözettin, beladan sakladın,

Zalimliğe gidem yolları, yasakladın,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Asla zulmetmeyen, adalet sahibimiz,

En büyük önder, lider peygamberimiz,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Tevbe etmemiz için kullarına mehil verdin.

Bu esnada hiçbirimizin rızkını kesmedin.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Mülkü dilediğine veren ve alansın.

Her bakımdan övgüye layıksın.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Kullarını diriltmek için öldüren,

Ebedi bir hayatı bize bildiren,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Yüce zatının görülmesi imkansız,

Mahiyetinin anlaşılması akılla tutarsız.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Azamet, yücelik ve kerem sahibi,

Kafirlerin ahirette yoktur nasibi,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Hakimiyetinde hükmünde hiç ortağın yok.

Az iyiliğe karşı veren, sensin çok.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Güneş ve kamer’i ibadet vakitleri için döndürdün,

Atom çekirdeği etrafında, elektronları yürüttün.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Ahşrette bütün insanların hesabı sende,

En ince ölçü yapılır, adalet ve denge,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Kulların istekleri yerine getirilir,

Dilediğine hesapsız zenginlik verir,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Şerde rızan yok, faydalıda rızan var.

Affına geldik, bizi kapından kim kovar,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Yeryüzünü canlılara döşek, göğü tavan yaparsın,

Zulmün her çeşidini yasaklayasın.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Şükrün karşılığını veren Gafuru’ş-Şekur’sun.

İsyancı kulların tevbesi için bekler, durursun.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Secde etmeyenleri berbat eder alçaltırsın,

Sana kulluk edenleri izzetli şerefli kılarsın,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Her işin isabetli, insanları itersin doğru yola.

Günahlardan dönmeyenler şeytanla kol kola,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Varlığının inkarı, kanunlarının reddi kimin haddine,

Varlığı kesin ve açık, kurtul gir islam dinine,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Bütün ve tek varlık, Rahman ve Rahim,

Yerlerin ve göklerin nurudur Kur’an-ı Hakim.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Varlığına işaretler, deliller şu kainat.

Tagutlara kul olmayanlara verir mükafat.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Ey nefsin arzularına mağlup mücrim kul.

Her nefes şükre gebe, tevbe et kurtul.

Sensin Mevla’mız, yardımcımız.

 

Bedenin ve ruhların gıdası sultanımız.

Senden başka yoktur ilahımız,

Sensin Mevla’mız, yardımcımız. (*)

 

(*)Esma-ül Hüsna’nın bir kısmından atıf yapılıyor.

Mustafa Özen

www.musabyasirozen.com.tr

Etiketler : Sensin Mevla’mız, Yardımcımız, Mevla, Mustafa Özen, Selamet Kaynağı, Mümin, Adalet, Lider, Peygamberimiz, Tevbe, Mevlamız, Ebedi, Sabırlı, Azamet, Kerem Sahibi, Güneş, Kamer, İbadet Vakitleri, Gofüruş, Şekür, Secde, İzzetli, Şerefli, İslam, Kainat, Rahman ve Rahim, Kuran-ı Hakim, Kul, Mustafa Özen Şiirleri

 

ESMA-ÜL HÜSNA'DAN

ESMA-ÜL HÜSNA’DAN

Her şey son bulur, baki kalan el’Ahir.

Eski hal muhal, bu alem zahir.

Kainatın delilleri, varlığına ez’Zahir.

O Allah ki her şeye el’Kaadir.

 

Kullarının tevbe etmesine müsaade eden el’Halim.

Tevbe etmezsen olursun zalim,

Noksan sıfatlardan tenzih edilen el’alim,

O Allah ki her şeye el’Hakim.

 

İsyankarları kahreden el’Kahhar,

Lufuna sığın isteme kahhar,

Yenilmez güç sahibidir el’Cebbar,

O Allah ki her şeye el’Gaffar.

Mustafa Özen

www.musabyasirozen.com.tr

Etiketler : Esma-ül Hüsnadan, Mustafa Özen, Baki, Al Ahir, Muhal, Zahir, Kainat, Ez Zahir, Tevbe, El Halim, Zalim, Al Alim, Allah, El Hakim, El Kahhar, El Cebbar, El Gaffar, Mustafa Özen Şiirleri

ESMA-ÜL HÜSNA'DAN

ZIRZOP GENÇLİK

(ŞİİR)

Bu asrın Zirzop gençleri,

Apiş arası, mevki ve şerefleri.

Dinlenmez sözleri, yırtık hikayeleri,

Nefis ve İblisten alırlar emirleri.

 

Aşk adı altında zina’dır ettikleri,

Sabah, akşam şarkıdır dinledikleri.

Bilinmez hangi soydan geldikleri,

Basiretleri körelmiş, temizlenmez pislikleri.

 

Papağan misali, üç kelimedir bildikleri.

İçtikleri kola, pizzadır yedikleri.

Marifetmiş gusülsüz gezdikleri.

Kabul edilmez şahitlikleri.

 

Ana, baba düşman mazeretleri,

Nuh’un oğlu kenandan yoktur haberi.

Okunmaz yazılan dilekçeleri.

Din-i mübin-i İslam’dır engelleri.

 

Parfüm sevdaları, gül kokusu nefretleri,

Hiçbir canlıya yoktur merhametleri.

Şafak’a kadar dizi futboldur seyirleri.

Ezan’dan habersiz nesilleri.

 

Kanlarında dolaşır kamalist telkinleri,

İçki, kumar, fuhuştur gelirleri.

Sevindirmektir işleri, kafirleri,

Zulmetmek de geçtiler eski kavimleri.

 

Yaradandan vardır şüpheleri,

Musallat ederler görünmez virüsleri,

Batılı hayranlarıdır vezirleri,

Başlarına bela, sahte tarihleri.

 

Evvela çarşı putlarıdır gördükleri,

Saygıda kusuru etmektir adetleri,

Putların üstüne çıkmaz fikirleri,

Soysuzla şahittir cehaletleri.

 

İnkılap kanunlarıdır mezhepleri,

Yetki iblisin, verir vesveseleri,

Çağdaş batıklıkta, kapanmaz gedikleri,

Cehennem gayyasından gelir sesleri.

 

Yamyamlara özenti kıyafetleri, dövmeleri,

Birbirine saldıran hayvan türleri.

Deli, sağır, dilsiz ve kör devletleri,

Hakir görürler asılan âlimleri.

 

Kim düzeltir bozulmuş karakterleri,

Asıl maksat, tanımaktır peygamberleri,

Yola getirdiler nice mücrimleri.

Bir yer gibi geçer, dünya dedikleri.

 

Ayağından ısırır düzenin köpekleri,

Gör ezanı, yükselten minareleri,

Unutma kafir ellerle, ipe çekilenleri.

Helak olursun, ehline vermezsen emanetleri.

Zirzop: Münasebetsiz.

Mustafa Özen

www.musabyasirozen.com.tr

DİPNOT: “Dönüş ancak sana’dır, Sensin Mevlamız, Yardımcımız, Esmaül Hüsna’dan, Zirzop Gençlik isimli şiirler, Mustafa Özen’in Şuur Şiir’leri isimli eserinden alıntı yapılmıştır. Her hakkı mahfuz ve www.musabyasirozen.com.tr ‘ye aittir.

Etiketler : Zirzop Gençlik, Mustafa Özen, Aşk, Papağan, Ana, Baba, Nuh, Kenan, İslam, Gül Kokusu, Şafak, Futbol, Ezan, Kemalist, Kafir, Kavim, İnkilap, Cehennem, Alimler, Peygamber, Dünya, Helak, Mustafa Özen Şiirleri

SOSYAL DEVLET ANLAYIŞI UĞUR GÜVEN

SOSYAL DEVLET ANLAYIŞI

İnsanlar zaman, zaman değişim gösterip büyük depresifler geçirebilir. Ruhen daralmalar, fiziksel yapıların değişmesi, çeşitli organ zararları geçirebiliyor… Sosyolojik erezyonlar içerisinde boğuşup Halet-i Ruhi’ye Ruh hali parçalanması dağılma sürecine girebiliyorlar. Dünya düzenine zarar, doğaya zarar, doğada yaşayan tüm canlılara zarar veren düzen tekrardan canlının elinden oluşabiliyor. Optimal bir dengesi olmayan insan çoğu zaman istenmedik cinnetler geçirebiliyor. Bu maksat ile daha kötüsü, insan ölümleri, cinayetler, farklı suç unsurları oluşabiliyor. Fakat bu tür durumların olmaması adına, sosyolojik refah, insanlık adına bütün güzel kuralların insanlık hizmetine koyulması şarttır. Ekonomik bağımsızlık, eğitim seviyesi, sosyal devlet anlayışlarının bir mozaik gibi insan hizmetine sunulması şarttır. Eğer ki bu durumların heyecanı insanların ferasetine empoze edilirse her şeyin kıymetli ve kıymete değer olduğunu fark edebiliriz.

Sosyal devlet anlayışında tüm vatandaşlarına daha refah ve geleceğe dayalı bir zemin hazırlaması, yeni reform zenginliği oluşturması mübah ve kesindir. Gelişim tesisleri, eğitim seviyesinin hızlı bir şekilde artması adına tesisler, spor, müzik, tiyatro insanların mutlu olması adına her şey. Sosyal devlet anlayışına ve modeline uygun Olmayan sistem her zaman yıkıcı ve suç oranlarının daha fazla nüks etmesi demektir.

SOSYAL DEVLET ANLAYIŞI UĞUR GÜVEN

Kendi yaşadığımız şehir, ortam, insan psikolojisi ne fark edildiği bir dönemi yaşıyoruz. Cezalandırma sisteminin daha ağır şartlarda olduğu, ruh ve Sinir odalarının bayağı fazlalaşması, amatemlerin, Uyuşturucu bağımlılığına yönelik özel hastaneler çoğalması durumun ne derece vahim olduğunun en büyük göstergesi bizlere. İnsan toplum ”ortam“ içinde yaşadığından kendisine benzer ve kendisi gibi hassas kişilerle sarılmış bulunmaktadır. Daralmış bir ruh, lal olmuş bir dil, benzi benzi solmuş bir ten… Ya da mutlu yüz, neşeli bir hayat, pekala sevgi dolu bir tutku. Dedik ya insan kendisine benzer, ve kendisi gibi hassas kişilerle sarılmış bulunmaktadır. İşte tam da bu minvalde sosyal devlet anlayışına ya da modelini çok ihtiyaç olduğu radikaldir. Aslında biraz örnek verici durumlardan konu ele alırsak, mesela cezaevleri bireylerin suç işleyip girdikleri sözüm ona ıslah kampları maalesef ki psikolojik olarak daha da yıpratıcı durumlar mevcut. Sosyal devlet anlayışında her yerde yani Islah kamplarında sosyal faaliyetlerin yoğun olması ve her bireyin yaptığı suç şekline göre konferanslar yapılması, birebir psikologlar tarafından tedavi edilmesi şarttır.Fakat benim de geçmişte yaşadığım cezaevi pratiğinde gözlemlediğim ve içinde bulunduğumuz ortamın ihtiyaç duyduğu hiçbir faaliyetin olmaması daha da psikiyatrist durumların çoğalmasına sebeptir.

Sosyal devlet anlayışında hiçbir mevkii, coğrafya, bölge gözetilmeksizin sosyal devlet anlayışına göre avrupayi sitili uygun olması Islâh-i durumların hem ailesel, ortamsal, toplumsal olgularla dolanması lazım. Hem mahkumiyetler adına hem de sosyolojik olarak rahatlamalar olacaktır. Bilindiği üzere dünyanın var olmasının temel taşı insandır. Fakat yıpranmasının bilakis temel taşı tekrardan insandır. Bilinçlendirme sempozyumların olmamayışı yeni bir toplum modelinin düşünülmeye işi koskocaman bir gaflettir. Sonrasında dışarı adaptasyonlar ekonomik olarak iş imkanları fırsatları arzu edilmelidir. Sosyal devlet anlayışında yaşlı bakım evlerinin modern hizmetlerle donanması, sağlık hastanelerinin halka daha iyi hizmet vermesi adına bilinçli temeller hazırlanması. Zanaat, sanat üzerinde yeni yaratımlar oluşturulmalı.

SOSYAL DEVLET ANLAYIŞI UĞUR GÜVEN

Aslına karar verilirse kişiler düşebilir, hatalar yapabilir farklı depresif nedenler sonucunda hayata küsebilir fakat, sosyal devlet modeli her zaman bu tür durumlara karşılık alternatifler yaratması lazım. Topluma adapte etme maratonu Stiller oluşturulması lazım… Sanat okullarında her zamanki oluşum karakteri oturtmaktadır… Hastanedeki oluşum sağlığa, edebiyat gramerindeki gibi ebedi düşünceleri daha şeffaf hale getirmek için toplumdaki algıları da nazik, daha saygı ve sevgi bağına ulaşmakta an meselesi hedefi olmalı. Aslında konunun ne kadar basit ve keyifli olma durumunun kolektif bir biçimde köy meclisleri, mahalle meclisleri, ilçe ve il meclisleri kurulmalı köy kendi içerisindeki sorunları mahalle kendi bulunduğu sokağı ve caddeyi tartışıp ilçe meclislerine yollayıp daha şeffaf ve daha da basit sorunları bir arada güvenli ve kolektif tartışmalarla Sonuçlara götürebilir. Burada aslında kaba kuvvet bir anlayış değil hiyerarşi oluşumu değil daha çok yatay bir feraseti baz alıp sorunların daha az düşünüp oluşacak suç oranlarının daha da gözle görülür bir şekilde düşüneceğini görebiliriz, fakat çoğu zaman bu tür komisyonların olmayışı, Çok hızlı surette suç oranı fazla oluşu kaçınılmaz oluyor. Sıkı bir denetim mekanizması maddi ve manevi yasalar koyulmalı, kültür hareketliliği oluşturmaları köy, mahalle anfileri kurulmalı. Sevgi ve saygı bağını oluşturacak her şey, ahlak ve din ilişkileri örtüşmeli ve serpiştirinmeli bu şekilde kollektif her zaman huzuru ve refahı getirmekte, insanların birbirlerini sevme fırsatı daha çok oluyor. Suç oranlarının daha da minimuma düşmesi görülür. Maddi manevi bağlılık ve sadakat daha da güçleniyor kaba kuvvetlerin bitişi birbirlerine tahammüllülükte gülümsemelerine fırsat veriyor. Üzüntülerin çok az’a, mutlulukların yüz mimiklerine vurumu ruhen rahatlamalar insanların birbirlerine çok azimli bir şekilde yardım kapılarını açmalarını Kişiler arasındaki, diyalogların sabırlı olması herzaman mükemmelliğe götürür.

Bu minvalde yürütülen tüm anlayışlar kollektif fikirler sosyal devlet anlayışının anayasasıdır. İngiltere modelinde stres artık iş kazası olarak kabul edilmektedir, çalışanın üzerinde gereksiz stres oluşturur ve zarar veren işveren yüksek tazminatlar ödemek tedir. Toplumsal depresyon kişisel depresyon, insanların Bireylerin kendini yetersiz ve değersiz görmesi kötü hissetmesi zaman zaman herkes için geçerlidir, bu bir suç ya da zayıflık değildir. Bu duygular toplumsal, ya da bireysel depresyonla dönüşmezse büyük bir yardım ile rahatlatabilir rehabilite edilebilir.

Sosyal devlet her zaman kendi toplum menfaatini gözler, sevgiyi saygıyı aşılar topluma bireye mükemmel bir ayna olma rolünü isyan eder. Bu temenni ile daha güzel yarınlarla başarılı sosyal devlet ümidi ile toplumsal refah modeli oluşturma arzusu ve içtenliğiyle…

Uğur Güven 

www.musabyasirozen.com.tr

MALCOLMX

MALCOLMX

(Büyük Doğu’nun Batı’daki Devrimci Sesi)

İtalyan maceraperest kaptan Kristof Kolomb’un önderliğindeki Nina, Pinta ve St.Maria isimli üç gemi sakince Amerika Kıtasına ulaştı. Aynı sırada bu gemilerden binlerce kilometre uzaklıkta, Afrika’da sakince bir yaşam süren milyonlarca insan kendileri aleyhine yüzyıllarca sürecek olan acı ve gözyaşı atmosferinin başladığından habersizdi

Üç geminin açtığı on meşhur yoldan yüzlerce gemi Amerika kıtasına doğru yola çıktı. Avrupalı halklar yeni kıtaya sökün etmeye başladıklarında, sonradan Amerika ismini verecekleri bu topraklarda Kızılderililer yaşamaktaydı. Fakat Avrupa’dan gelen beyazların bu Toprakları, yüzyıllardır burada yaşayan yerlilerle paylaşma niyetleri yoktu. Öyle de oldu. Avrupalıların hakkı kuvvette gören anlayışı sonrası dört asrı kapsayan zaman dilimi içerisinde yaklaşık 70 milyon Kızılderili katledildi. Avrupanın doymayan nefsi Kızılderilileri yok etmekle kalmadı. Yeni kurdukları çiftliklere ucuz işgücü sağlamak için Afrika’ya insan avcıları hücum etmeye başladı. Sakince yaşayan siyahi insanlar zorla topraklarından koparıldı zencilere vurularak gemilerle yeni kıtaya beyaz efendilerine hizmet etmek için köle olarak isimlendirilip Amerika kıtasına doğru yola çıkarıldı. Daha sonra “özgürlükler ülkesi” (sözde) olarak anılacak ABD’de garip bir biçimde buraya zorla getirilen Afrikalılar XIX. yüzyıla dek ilk üç yüzyıllarını Köle olarak geçirdiler. Garipti başlı başına çünkü. Söylemle eylem birbirini tutmuyordu, bu topraklarda. Misal 1776 senesinde yine bu topraklarda İngiliz kralı üçüncü George’a başkaldıran koloni önderleri bir bildirgeyle tüm insanların eşit olduğunu Dünya aleme duyurmuştu. Bu bildirgenin önde gelen yazarı ise Thomas Jefferson’s du. Kendisi kültürlü, demokrasiye inanan bir insandı. Ama gelin görün ki tipik Amerikalı olarak kendi kaleme aldığı bildirgedeki 250 siyahi köleye uygulamadı. Uygulamadığı gibi bunu ahlaki bir sıkıntı olarak görmeyecek kadar kördü.

MALCOLM LITTLE işte böyle bir sosyolojik ortamda 19 Mayıs 1925 yılında Nebraska da gözlerini dünyaya açtı. Hıristiyanlığın Baptist Mezhebine bağlı, Reverend Eorl Little adlı bir rahibin oğluydu. Babası, Amerika’da siyahlara karşı uygulanan ağır ırkçılığa tepkili bir din adamıydı. Bu topraklarda ki siyahların Afrika’ya geri dönmediği sürece asla özgürlüklerine kavuşamayacaklarına inanıyordu. Malcolm‘ un Omuzlarında ayrımcılığın ağır baskısı yanı sıra bir de siyahların hakları için mücadele eden bir ailede doğmanın zorluğunda yüklenmişti. Zorluklar kendini göstermekte gecikmedi. Malcolm henüz 4 yaşındayken Ku Klux Klan adlı siyah karşıtı, ırkçı bir terör örgütü evlerini ateşe verdi. Aile fertleri can kaybı yaşamadan yalan evden kendilerini dışarı atmayı başardı. Felaket, can kaybı yaşanmadan atlatıldı ama bu olay Malcolm’un belleğinden hiç çıkmayacaktı. Ama asıl darbe 1931 senesinde geldi. Babasının faili meçhul ama siyah nefreti sonucu olduğu malum bir cinayette kurban gitmesi, onun zor olan hayatını daha da zorlaştırdı. Malcolm, yedi kardeşiyle birlikte başka ailelerin yanına evlatlık verildi. Ruh sağlığını yitiren annesi de akıl hastanesine yatırıldı.

Zor şartlar Malcolm’un öğrenim hayatını da olumsuz etkiledi. Amerikan toplumda siyahlara karşı uygulanan ayrımcı düşüncenin ağır darbelerini alan Malcolm, başarılı bir eğitim süreci geçirse de beyazların dünyasında kariyer yapabilmenin imkansızlığına inanmaya başladı. Zira bu acımasız ortamda kendine bir siyah olarak tanınan en iyi hakkın; Garson, otobüs biletçisi veya ayakkabı Boyacısı olmaktan öteye geçemeyeceğini, çok şanslıysa belki en fazla postacı olabileceğini biliyordu. Aslında bu düşüncesini kesinleştirilmesini en sevdiği öğretmeni ile yaşadığı bir diyaloğun duygusal yıkımı yol açmıştı.Bir gün öğretmen kendisini, hangi mesleği ileride düşündüğünü sormuştu. Malcolm heyecanla Avukat olmak istediğini söylemişti. Bu cevap üzerine şaşıran öğretmeni, bir siyah olduğunu aklından çıkarmaması ve gerçekçi olması iyi kazını yaptıktan sonra marangoz olmasını tavsiye etmişti. Yaşadığı bu diyaloğu yıllar sonra şöyle dile getirmişti kendisi: “Ben onun en iyi öğrencilerinden biriydim. Hatta okulun en iyi öğrencilerinden biriydim ama onun “sizin yerinize “düşünebileceği gelecek bütün beyazları Siyahlar için düşündüğünden hiç de farklı değildi”. Bu düşünce doğrultusunda liseye devam etmeye karar verdi. Bu çaresiz ve öfkeli düşüncelerle Boston’da yaşayan üvey ablasının yanına giden Malcolm, Yaşama tutunmak için elinden gelen her işi yaptı. Böylece hayatı daha yakından tanıdı ve fikirlerin de daha da keskinleşti. Ama asıl kırılma New York’a gidip siyahların yoğun olarak yaşadığı Harlemi tanıyınca oldu. Harlem’de çalışmaya başladıktan sonra hızla kirli bir hayatın içine yuvarlandı. Böyle bir atmosferin doğal sonucu olarak karıştığı bir çok suçu nedeniyle 1946 da hapse mahkum oldu. Ama hapis günleri ona yaşamını değiştirecek yepyeni bir yol sunacaktı.

MALCOLM LITTLE

NATION OF ISLAM İLE TANIŞMASI 

Malcolm bir Kilise rahibinin oğluydu dolayısıyla Hristiyanlıktan başka bir din tanımıyordu. Fakat o dönem Amerika’da siyahların beyaz kiliselerine girmesinin yasak olduğu düşünüldüğünde, hıristiyanlığı da beyaz adamın dini olarak görmesi sebebiyle bu dinden nefret ediyordu. İşte tam bu ruh halindeyken, hapiste Elijah Muhammed adlı birinin liderlik ettiği Nation Of İslam yani “İslam milleti” adlı topluluğa mensup kişilerle tanıştı. Bu topluluğun lideri Elijah Muhammed, Siyah milliyetçiliğini savunuyordu. Hatta Tanrının zenci olduğunu söyleyecek kadar ileri gidiyordu. Beyazlara öfkesi hat safhada olan Malcolm için siyahlara özgü bu din çok cazip geldi. Bu nedenle 1949 yılında, Elijah Muhammed’in öğretisini kabul ederek müslüman oldu, 1952 yılında tahliye edilerek hapishanedeki günlerini yoğun bir okuma programı içinde geçirdi. Tam altı yıl süren hapishane hayatından sonra Malcolm için artık bambaşka bir hayat başlıyordu. Pek çok öfkesi siyah gibi Malcolm’da siyahları amaçsız yığınlar halindeki başıboş bir kitle olmaktan kurtarıp kendine güvenen inançlı bir kitle haline getiren bu topluluğa ilgi gösterdi. ABD’de salih bir İslam inancının pek tanımadığı o yıllarda, itikadı  anlamda Kuran ve sünnet çizgisinde olmayan bu yapının Siyahlar için sosyal bakımdan bir boşluğu doldurulduğu da gerçekti.

Malcolm, adeta kendini Nation Of İslam topluluğuna adadı. Enerjik ve teşkilatçı genç hatip, hemen hemen lider Elijah Muhammed’in dikkatini çekti ve Harlem’de görevlendirildi. Malcolm, siyah davasının isimsiz bir hizmetkarı olduğuna işarette bundan sonra Malcolm X adını kullanmaya başladı. Öyle ki artık kendisi topluluğun lideri Elijah Muhammed’in konuşan ağzı olarak biliniyordu. Malcolm X 1964’te Nation Of İslam hareketinden ayrıldı, hacca gitmek amacıyla Orta Doğu ve kuzey Afrika ülkelerinde bir seyahate çıktı. Ama gördüklerine inanamadı. Çünkü onun 1949’da hapishanede tanıdı topluluğun İslam’ı ile Mekke’de gördüğü İslam bambaşka şeylerdi. Burada dünyanın 4.01 yanından gelmiş, rengi ve ırkı farklı müslümanların Allah huzurunda tam bir eşitlik ve kardeşlik içinde bulunduklarına şahit olduğunda adeta çarpıldı. Bu durum irkilip uyanmasına sebep oldu ve böylece sahih islam anlayışına ulaştı. Malcolm X, ABD’de soludu zehirli ırkçılık ikliminden sonra ilk kez mukaddes topraklarda İslâmiyet inancına dayalı eşitlikçi sosyal ortamı teneffüs etti. Gördüklerinin ona yaşattığı duyguyu şöyle dile getirmişti;

İslam dünyasına geldim geleli on bir gün oluyor; O gün bugündür de gözlerim maviler mavisi ve saçları sarılar sarısı ve tenleri beyaz var beyazı olan Müslüman kardeşlerle aynı yaratıcıya inandığımız için aynı tabaklardan yemekteyiz, aynı bardaktan içmekdeyiz, aynı yataklarda ( yada aynı halılarda) uyumaktayız. Ve yine “beyaz” müslümanların sözlerinde, davranışlarında, tutumlarında; Nijerya’dan, Sudan’dan Gana’dan gelen Afrikalı siyah müslümanların gösterdikleri samimiyetin aynısını bulmak dayım. Hepimizde gerçekten “kardeş” gibiyiz, çünkü bu insanların aynı ilaha yönelen inançları; Kafalarındaki tüm “beyaz” imajları, davranışlarındaki tüm “beyaz” imajları, ruhlarındaki tüm “beyaz” imajları silip almıştır”

Evet Malcolm X Tüm yaşamı boyunca maruz kaldığı ırkçılık ve ayrımcılık zehrinin Pan zehrini bulmanın coşkusunu yaşıyordu. Yani İslamiyeti!

MALİK ŞAHBAZ

Malcolm X Hayatımın bu döneminde artık el-hac malik eş-Şahbaz adını kullanmaya başladı. ırkçılık zehrine karşı hz. Peygamber’in veda hutbesi nde yankılanan sesini yani; “Beyazın siyaha, siyahın da beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takva iledir. “ABD toplumuna anlatmak için aynı coşkuyla ülkesine döndü. Hemen faaliyete başlayarak Siyah-beyaz kardeşliğini esas alan bir toplum meydana getirmeyi amaçladı ve bu amaçla Muslim Mosp ve (Müslüman camii) ve Organization of Afro- Amerıcan Unity (Afroamerikalılar Birliği Organizasyonu) adlı teşkilatları kurdu. Malcolm X yani Malik Şahbaz, büsbütün başka birisi olmuştu. Artık davası öfke ve nefret değil birlik ve selamet içeriyordu. ırkçı fikirlerden tamamen sayılmış bir Müslüman olarak beyazlarla işbirliğine açık birisi olmuştu. Her haktan mahrum edilen siyahların muhtaç olduğu eşitlik ve özgürlüğün, Amerika’nın iç meselesi ve bir ırk sorunu değil bütün dünyayı ilgilendirir biçimde bir “insan hakları“ meselesi olduğunu düşünüyordu. Kafasındaki bu yeni yaklaşımı hayata geçirmek için Orta doğuya, Afrika’ya ve Avrupa’ya seyahatlerinde kendisine ilgi çok yüksek oldu. Bilhassa Afrika’da ve Müslüman ülkelerde. Seyahatleri de ister istemez uzuyordu. Bu durumu şöyle dile getirmişti. “Gittiğim her yerde biraz daha kalmam için ısrar ettiler. Bu yüzden her ülkede planladığımdan fazla kalmak zorunda kaldım. Müslüman dünyada, Amerikalı bir Müslüman olduğumu öğrenince hemen seviyorlardı beni.

Her şey yolunda gidiyor gibiydi fakat Malik Şahbaz iki kesimin nefretini üzerine çekiyordu. Beyaz ırkçılar ve siyah ırkçılar. FBI tarafından yakın takip de tutulan ve toplum düşmanı sayılan Malik Şahbaz aynı zamanda yanından ayrıldığı Elijah Muhammed de topluluğu tarafından hain ilan edilmişti. Artık Malik Şahbaz’a ölüm tehditleri yağmaya başlamıştı. Canına kast edilen bazı başarısız girişimler olmuştu fakat birisi çok ciddiydi ailesinin de içinde olduğu evine ateş bombaları atıldı, ve soğuk 1 Şubat gecesi eşi ve çocukları ile birlikte yanmakta olan evden çıkmayı son anda başardı. Tıpkı dört yaşında yaşadığı olay gibi. Bu olaydan henüz bir hafta geçmişti ki 21 Şubat 1965 Pazar günü öğleden sonra, bir konuşma yapmak üzere çıktığı kürsüde “Esselamu aleyküm” diyerek başladığı sözlerine yüzlerce dinleyiciden “ve aleykümselam” karşılığını aldıktan hemen sonra tüm ömrünü haklarını savunmak için harcadığı üç siyah tenli suikastçı tarafından açılan ateş sonucu şehit edildi.

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

İSLAMİ DÜŞÜNCE TARİHİ

İSLAMİ DÜŞÜNCE TARİHİ

İslami düşünce tarihi konusunda kaleme alınmış geleneksel çalışmalara baktığımızda bir. İlgimizi ve dikkatimizi çekti. Gerek Müslüman yazarlığın gerekse Müsteşriklerin çalışmalarında, İslam düşüncesi hakkında nedense başka alanlarda rastlamadığımız garip bir paralellik vardı. İslam düşünce tarihi adlı eserin hemen tümü hep aynı düşünür. Bilgin ve yazarları zikr ediyorlar. Örneğin bu çalışmalarda geleneksel olarak, Gazzali, Farabi, Kindi, İbni Sina ve İbni Arabi her zaman ve her fırsatta yer alırlar. Onlar adeta tartışmasız İslam düşünürleridirler.

İslami Düşünce Tarihi” ile ilgili eserlerde Ebu Hanife’yi İmam Safii’yi, Ahmed bin Hanbel’i kolay kolay göremezsiniz. O kadar ketumdur ki söz konusu eserler bu hususta, artık bu zaatların birer İslam düşünürü olmadıklarına karar verirsiniz. Belli ki epeyce eski zamanlardan beri zihinlerde tarafgir imajlar oluşmuştur. Kim tarafından hangi tarihte yapıldığı bilinmeyen, ancak belki biraz tahmin edilebilen bir dönemden beri, vahim sonuçlar Doğurması düşünülmeden, çok yanlış sınıflandırmalar ortaya konmuştur. Özellikle İslam söz konusu ise, falan zat fakihtir, filan zat tarihçi, bir diğeri de düşünürdür, biçiminde bir sınıflandırma esastan batıl bir sınıflandırmadır. Bu septik ve parçacı bölünme ci mantık İslami bir esas üzerine oturmuyor. Sözgelimi yapılan sınıflandırmalarda başkalarına göre meseleyi biraz daha fazla bilen Müslümanı fakih, tarihçi yahut düşünür yapan kriter neydi acaba? Ve böyle bir kriter varsa, onu kim, neye dayanarak koymuştur? Numan Bin Sabit yani Ebu Hanife bir çok Müslümanın ittifakıyla dini üzerinde cidden kafa ve kalbini yormuş, yetkin, bir bilim ve düşünce adamıdır. Ne var ki halkın nazarında bir kötü Şablon onu düşünür olmakta çıkarmış, mezhep imamlığına güya tarif ettirmiştir. Aslında onlar belki bilmeden Ebu Hanife’yi Bir kez de kendisinden sonra gelen insanlar nezdinde gizemli bir kutsiyetin belirsiz bir karanlığına mahkum etmişlerdir.

DÜŞÜNCE

Yine söz konusu ettiğimiz o bilinmeyen çevreler tarafından İslami düşünce tarihlerini adı kaydedilenler, ilginçtir, çok defa Müslümanlık anlayışları tartışma götüren bilim ve düşünce adamlarıdır. Birçoklarınca İslam’ın ona caddesinden sapmakla suçlanmış kim varsa İslam düşünürü diye ortaya atılmış ya da attırılmıştır. Kim varsa ki kendini bile beğenmeyip yapıp ettiklerinden pişmanlık duyan, kim varsa ki zaman zaman tekfir bile edilen, onu İslam düşüncesi kitaplarında görmeniz mümkündür. Hayatı zikzaksız, örnek bir İslam yaşantısı olan düzgün insanlar ise ya fakih ya Sanatçı ya da mahpus luğa hak kazanmıştır. Anlaşılan o ki İslam dünyasında düşüncelerin kaderi maalesef hep Zıtlık, aykırılık, sapma ve dışlanmalarla vasıflandırıla gelmiştir. Sonuçta iki türlü yanlış bizi çepeçevre kuşatmıştır. Birisinde düşünenlerin hepsi yapanlar olduğu Zehabı sinelere yerleşmiştir. İkincisi de sahici düşünenler düşünce tarihi kitaplarında bu gösterememiş ve Müslümanlar tarihlerini, kendilerinden önce yaşama deneyimleri olanları, çok yeri yanlış tanımışlardır. İnsanları benzer yanılgılara sürükleyen nedenler açıktır aslında. İslam vahye dayalı bir dindir ve kaynağı ilahidir. Onun karşısındaki dinler, ya Beşer’in kendi elleriyle bozduğu ilahi Din’in önceki mesajlarıdır-ki onları beşer eli değdirerek beşerileştirmişlerdir. Şimdiki isevilik, Musevilik gibi yahut köken itibari ile de beşeri olan türlü teoriler, felsefeler, insanları etkileyen ve itikat etmelerini sağlayan doktrinlerdir. Siyasal doktrinler olarak demokrasi, teokrosi, ekonomik yönü ağırlıklı doktrinler olarakta ulusçuluk, devletçilik ve benzerleri sayılabilir.

Birileri tarafından, anlaşılan o ki, İslam vahye dayalı bir din olduğundan onun bağlılarının, vahiy varken bir doktrin, bir düşünce üretemeyecekleri yahut üretmemeleri gerektiği gibi bir izlenim yayılmıştır. Eğer vahyin kendisi bir doktrin, bir fikir olsaydı belki böylesi bir izlenimin uyanması  haklı sayılabilirdi. Ancak unutulan nokta, ilahi vahyin, insanın doktrin üreten dimağına, daha çok doktrin üretmesine teşvik hatta emretmek için gönderildiğidir.  Batıda din, beşeri dünya görüşlerine dayalı olabilir. İslam’ın ise bu kavgada, bu çekişme de en ufak bir dahli yoktur. Müslüman din’i alternatif üretmek için düşünmez. Ya da düşünmek her seferinde din’e alternatif üretmek için yapılan bir iş midir? Öyle sanıyoruz ki bu yanlış zahap İslam düşünce tarihi kitapları çoğunlukla aykırı, Vahye zıt düşünceleri öne çıkan bilgin ve düşünürlerin alınmasında önemli ölçüde rol oynamıştır. Düşünürler aykırı fikirleri olanlar, diğerleri ise fakih, tarihçi… Vb…

Yanlış algıların, derinliksiz ve İslam dışı kaynaklardan etkilenen zihniyetin tez elden Müslüman fertlerin zihinlerinden silinmesi gerekir kanısındayız. Çünkü biz Müslümanlar biliriz ki aklımızı da vahyi de bize nimet olarak İhsan eden yüce Rabbimizdir. O aklımızla ( akleden kalple) Ortaya koyabileceğimiz bir doktrin vahiy yoluyla yeniden bize niçin göndersin ki? Vahyin bize ulaştığı, gaybi hakikat düşünerek üstesinden gelinemeyecek alanlara ait haber, bilgi ve tekliflerde. Vahyin bize taşıyıp getirdiği kimi tarihi belgeler, gaybi bilgiler ve kimi yargılar düşünen kalbimize dönük ibretlerle doludur. İnsan, düşünerek, bu belge ve bilgilerin hiçbirisini, kendi gücüyle, ilahi vahiy de mevcut olduğu doğruluk ve isabetlilikte asla saptayamazdı. Çünkü insan düşünme mekanizmasının bunları elde edecek verileri ve gücü yoktur. Düşünmenin faaliyeti, yetki ve güç alanının dışında vahiy yoluyla bize gelen ek nimet ve rahmet, aynı zamanda akıl etme işinin de işleyiş biçiminin rehberliğini yapacaktır. En azından Müslüman zihinler şu paradoksu çözmüş olmalıdır: Akıllarımızın tümü bir araya gelse aklımız gibi bir aklı var edemeyecektir. Bize ayrıca vahiy yoluyla ulaştırılan goybi bilgilerin en yakın tarihlisini ve en kolayını bile yaratamayacağı gibi, vahiy üslubun bir benzerini var edemezler. Öyleyse başkalarının yönlendirmelerine kanarak Müslümanlar aklı vahyin rakibi görmekten vazgeçmeliler. Kaldı ki vahyin karşısında doktrin üretenler, Vahye rakip öğretileri salt beşeri düşünceyle ortaya koyduklarını sananlar ne kadar akıllıdırlar ve vahiy düzleminin yada düzeyinin hangi noktasına kadar ulaşmışlardır.

Akıl ( isim olan değil fiil yani kalbin akletme işi) Özellikle kendisi gibi Allahın bir başka nimeti olan vahiy karşısında onu anlamak için gerekli ve zaruri bir kudrettir, cevherdir. Ve düşüncenin asıl fonksiyonu, faaliyeti, vahye ulaştıktan sonra başlar, böylece istikamet kazanır. Müslümanlar inanırlar ki düşünmek bizatihi vahyin yoluyla gelen bize hatırlattığı ( bir düşünme biçimi olarak zikir) ve emrettiği bir hadisedir. Değil mi ki vahyin taşıdığı haberler, bireysel ve toplumsal yaşamımızı düzenlememiz, Dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmada bize rehberlik etmektedir. O zaman akıl baliğ olur olmaz, yapmaya başlayacağımız ilk iş, İlahi Vahyin tilavet olunan ve olunmayan bütün şubeleri üzerinde düşünmektir. İlk ve acil sorumluluğumuz budur. Müslümanın düşünme faaliyeti ilkin vahiy üzerinde başlar. Müslüman düşünür olarak hatırla ilk gelmesi gerekenler, vahyi yanlış anlayan ve yanlış yorumlayanlar, ona aykırılık edenler değil, belki vahiy üzerinde kalbini ve zihnini yoran fakihler ve Müfessirler olmalıydı. Oysa bir çok İslam düşünce tarihi kitabı fakihleri ve müfessirleri kapsamlarına almamıştır.Müslüman olmayanlar düşünür diye genellikle filozoflarını zikrederler. Filozoflar sa geleneksel olarak birbirlerini geliştirmişlerdir. Ekoller böylece doğmuştur. Yani onların boşa özellikleri birbirlerine aykırılıklarıdır. Birbirlerine aykırı fikirler imal edenler ancak filozof olmaya hak kazanırlar. Bundan daha doğal bir sonuç olamazdı çünkü hiçbir beşerin salt düşüncesi ilelebet müstakim kalacak, herkese doğru gelecek, herkesin onaylayabilirceği bir sözü, bir bilgiyi, bir iddiayı ortaya koyamazdı. Felsefenin karakteridir aykırılık. Felsefe geleneğinin Müslüman düşünce tarihçilerini etkilediği, felsefenin karakterlerine baktığımızda açıkça ortadadır. Anlaşılan Müslümanlar da kendi işlerinden yetişen filozofları yahut filozof gibi düşünce üretenleri düşünür sayma eğilimindedirler.Gönül isterdi ki “İslam düşünce tarihi” yerine sözünü ettiğimiz çalışmalar, Müslüman filozoflar tarihi diye adlandırılırsaydı. Yeniden bir İslam düşünce tarihi yazılsa elbet yalnızca fakihlerle müfessirleri sıralasın istemiyoruz. Üstelik ille de böyle bir çalışma yapma amacı ve iddaamız da yok. Amacımız, düşüncenin İslam dünyasında neden hep aykırılıkları ad olduğu ve neden hep ikinci üçüncü dereceden değeri haiz kılındığının araştırılmasıdır. Ve akıl ile kalbi tevhit etmiş Müslüman düşünceler kuşağının bir neferi olmak, bu imajını güçlendirmektir. Yoksa İslam düşünce tarihinde fakihler ve Müfessirler kadar vahye müşterid Fikir imal eden her mümin kalemini ilahi vahyin uğurun da kullansın her yazar, sanatını vahye aykırı olmayan alanlarda sürdüren her sanatçı peşinen kendisine bir yer edinmiş demektir.  Hatta Müslüman da olsalar, filozoflar bunun aksine İslamdan, İslami alandan uzaklaştıkları nispette İslam düşünce tarihinin belkide aykırı malzemesi olarak anılmalıdır.

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

İDEALİST İNSAN MODELİ VE İNSANIN SAADETİ

İDEALİST İNSAN MODELİ VE İNSANIN SAADETİ

Melankolik Avrupalı filozof Niçe’nin Örnek insan olarak insanlığa sunduğu üstün insan anlayışı hemen hemen bütün Batı medeniyeti dairesinde benimsenmiş, Batının dünyayı sömürgeleştirme macerasına sebep olmuştur. Buna göre, insan güç sahibiyse değerlidir. Üstün insan egosu, gelişmiş diğer insanlara yukarıdan bakan, üst seviye giyinen, görünüşü, yaşayışı ile diğer insanların üstünde, adeta yarı tanrı insan tipidir. Ona göre, güçsüz insanlar eski Romadaki gibi insanlığın başına beladır ve sürünürler, ancak güçlü insanlara hizmet ettikleri oranda değerlidirler. Bu bakış açısından ortaya çıkan bir çok ideoloji, son iki asırda dünyayı kasıp kavurmuştur. Niçe’nin zihniyeti Darvin ve Freud gibi İlmi adamlarının anlayışlarıyla birleşince materyalist felsefe pekişmiştir. Neticede mesela faşist anlayışa sahip Adolf Hitler Gibi liderlerin üstün ırk oluşturma çabaları sonucu milyonlarca insan katledilmiştir. Bu olay sadece Avrupa’da değil, ABD’de de yaşanmıştır ki; Bu evgenik harekete daha önceki Fikir Klübü  sayfamızdaki makalelerimizde değinmiştik. Komünizm ve kapitalizm gibi ideolojilerde uygulamada farklılıklar içerse de temellerinde Batı’nın bu materyalist bakış açısı ve üstün insan anlayışı yer almaktadır.

İDEALİST İNSAN MODELİ VE İNSANIN SAADETİ

Aynen Roma imparatorluğunda asilzade olmayanlara uygulanan köle muamelesinde olduğu gibi, son 3-4 Asırdan beri batılıların Afrika, Amerika ve Asya’da uyguladıkları sömürge çalışmalarından dolayı Avrupa zaten bozuk bir sicile sahiptir. Amerika’da yer edinmek için yaptıkları Kızılderili katliamları yanında enka ve Aztek medeniyetlerinin izlerinin bile silinmesi, Afrika’daki zulümler ve sömürü incelendiğinde batılı üstün insanların kendi dışında kalan insanlara hiçbir değer verme işi insanlara bakışdaki bu yanlışlığı gözler önüne sermektedir.

Bugün gelinen nokta itibari ile de kapitalizm, bütün insanlığı adeta çok az sayıdaki üstün insana hizmet ettirmek istemektedir. Bugün güç sahipleri, bilim ve teknolojiyi insanları kontrol altına alma ve manipüle etme vasıtası olarak kullanmaktadırlar. Bir kapitalistin çıkarı için yüz binlerce insan acımadan ezilip geçirebilmek de, ülkeler talan edilebilmektedir. ABD de yaşayan çok küçük bir azınlığın ( yaklaşık 400 aile) Maddi varlığının, o ülkedeki yaklaşık 250 milyon insanın maddi varlığından daha fazla olduğunu söylemiştik. Son zamanlarda ABD de başlayan Wall Street İsyanları bu duruma öfkenin “insani” bir tezahürü olarak görülmektedir. Bu sakat insan anlayışının insanlığı mutlu etmediği bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Hatta üstün sayılarak adeta dünyayı sömürmeye çalışan kapitalist insanların bile mutlu olmadığı kamuoyuna yansımaktadır. Daha önce kısmen değindiğimiz ve son yıllarda yerleştirmeye çalışan, Popüler kişisel gelişim kültürü ise, batının vahyiden yoksun, dini anlayıştan uzak bu bakış açısının bir sonucudur ve yine üstün insan anlayışına hizmet etmektedir.

İDEALİST İNSAN MODELİ VE İNSANIN SAADETİ

Ön yargılar sebebi ile verdiği mesaj yeterince anlaşılmayan veya yanlış temsiller sebebiyle doğru algılanamayan İslam ise, 15 asırdır bütün insanların tek tek önemini vurgulayıp durmaktadır. İslam’a göre insanın maddeyle tatmin olması mümkün değildir. İnsan içinde yaşadığımız dünyadan istifade etmeli, nasıl biri olmalıdır. Fakat onun mutlu olması ancak manevi tatminle mümkün olacaktır. İslam’a göre, insanın gerçekten hür olması; kalbinde Allah’tan başka hiçbir şeyi ilah tutmamakla mümkün olacaktır. İnsanın kalbinde dünyevi arzu ve istekler ihtiyaç ötesi geçtikçe objektif veya subjektif Tabular bulundukça gerçek hürriyete ulaşması, dolayısıyla huzura ermesi mümkün değildir. Bu yüzden İslam’ın ilk şartı “Lâ ilahe illallah ( Allah’tan başka ilah yoktur) Diyebilmek ve bütün kalbiyle, ruhuyla buna inanabilmektir. Fıtratta bunu gerektirmektedir. Cenabı Allah insanın yaşatan gayesini anlatırken “ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” ( Zariyat : 51/56) demektedir. Bu yüzden kulluk, insan için yüce bir makamdır ve yaratıcı ya teslimiyettir. Bu kulluk bilinci ile hareket eden insan ancak, misyonun gereğini yapmanı huzuruna kavuşacaktır. En önemli vazifelerden biri İslami öğreti ye göre dünyayı güzelleştirmek, iman etmektir. İslam’ın estetik anlayışı bu anlayıştan ortaya çıkmıştır. “Kulluk, insan için yüce bir makamdır ve yaratıcı ya teslimiyettir. Kalbinden bu dünyaya bağlılığı tam olarak adamamış bir insan bu seviyeye ulaşması mümkün gözükmemektedir.”

İnsanın tabiyatı ve çevreye saygısıyla ilgili şu olaydan daha etkisini bulabilir miyiz? Allah’ın Resulü, Taif Seferine çıktığında Ordu’nun yolu üzerinde bir köpeğin yavrusunu gezdirdiğini görürler. Bunun üzerine o yüce insan, “emen ve emziren rahatsız edilmeyecek“ diye emir verir. Bunun üzerine binlerce kişilik ordu yolunu değiştirir, köpek ve yavruları rahatsız edilmez. ( İbni Hisam, siyer). Biz bu olayı bugün insanlara olduğu gibi, hayvanlara da yeşil çevreye de, mesela ozon tabakasına karşıda genelleyebiliriz.

İnsanlara gelince; Mümin bir insanın dünya hayatındaki en önemli beklentisi Allahın rızasını almaktır. Hakkın rızası ise halkın rızasındadır. Yani çevresindeki insanları da kendisine verilmiş birer emanet ( vediatullah) Kabul etmeli ve onlar içinde çalışmalıdır. Çevredeki bu insanlar bazen aile ve akrabaları bazen komşular bazen çalışanlar olabilir. Hepsine karşı insanın sorumlulu vardır. Makamlar yükseldikçe bu sorumluluk artmaktadır. Bu anlayış içinde olan Osmanlı padişahlarının tatların da “value külli mazlumin“ ( Bütün mazlumların koruyucusu, kollayıcısı) yazarmış. Bu insanların hangi dinden, hangi ırktan, hangi renkten olduğu da önemli değildir. Cemil Meriç’in dediği gibi insanlık olarak en büyük ihtiyacımız hoşgörü, en büyük düşmanımız ise ön yargıdır. Bugünkü çıkmazdan kurtulmak isteyen batı insanı, işte bu ön yargıları sebebiyle İslam’ı tanıyamamakta veya yanlış tanımaktadır. Bugün maalesef batıda İslam adeta bir terörist dini gibi görünmekte ve bu sebeple ondan korkulmaktadır. Bu yaklaşımda bazı art niyetliler tarafından körüklemekte, arayış içindeki insanları böylece korkutarak İslamdan uzaklaştırmaktadır. Oysa bütün insanlığın olduğu gibi Batının da kurtuluşu Allahın son dini olan İslam düşüncesi ndedir.

Musab Yasir Özen 

www.musabyasirozen.com.tr

HASAN EL BENNA

HASAN EL BENNA

(Biyografi)

Şehid imam, Abdurrahman oğlu Ahmed oğlu Hasan El BENNA 1906 yılında İskenderiye’ye yakınlarındaki mahmudiyyede doğdu. Kahire Darül-Umum Medresesinden mezun oldu. Şehirler arasında dolaşarak öğretimle meşgul oldu. Ümmeti, Kuranı kerimle amel etmeye ve Peygamber ( s.a.v) in Sünnetine sarılmaya devam etti. Üniversite öğrencilerinden, işçilerden, çiftçilerden ve milletin çeşitli tabakalarından binlerce kişi onun elinde hidayete erdi. Sonra uzun bir zaman İsmailiyye Şehrinde oturdu. Orada bazı arkadaşlarıyla birlikte Müslüman Kardeşler’in ilk bürosunu açtı. Ardından konferanslar ve yayın Organları vasıtasıyla davasını yaymaya hızlandırdı. Sonra şehir ve köyleri teker teker ziyarete başladı. Gittiği her yerde Müslüman Kardeşler’in bürolarını açtı. Davetini yalnızca erkeklere tahsis etmedi. Kızlara İslami terbiye vermek için İsmailiyye’de Müslüman anneler enstitüsünü kurdu.

Bir süre sonra Kahire’ye tayin edildi. Onunla birlikte genel merkezde taşındı. Daveti Kahire’de güneşin doğuşu gibi doğdu. Kısa zamanda Müslüman kardeşler Teşkilatı büyüdü ve sayıları yarım milyona ulaştı. İngiliz uşağı siyaset adamları şehit imamın faaliyetlerinden korktular ve onu siyasetten uzaklaştırmaya gayret gösterdiler. Fakat bütün bunlar onun azmini kırmadı. İslam’ın hem inanç, hem ibadet, hem vatan, hem ırk, hem Müslümaha, hem kuvvet, hem ahlak, hem kültür, Hemde kanun, olduğunu öğretmeye devam etti. Sonra Kahire’de günlük Müslüman kardeşler gazetesini kurdu. Bu gazete onun hem yazı hem de hitabet kürsüsüydü. Filistin felaketi meydana geldiğinde kardeşlerin bölükleri Savaşan bölüklerin en hareketlileriydiler. Bu bölükler  Tel Aviv kapılarına kadar dayandılar. Zamanın idarecileri hainlik Edip derhal anlaşma imzalamasaydılar ve Kral Faruk savaşçıları alıkoymasaydı neredeyse Tel Aviv’i ele geçireceklerdi. Emperyalistler bununla da kalmayarak Hasan el benna ya SUİKAST düzenlemeleri için uşaklarını harekete geçirdiler. Kahiredeki, Müslüman gençler dernek merkezi önünde, hain kurşunlarını onun üzerine boşaltıp kaçtılar.

MÜSLÜMAN KARDEŞLER

Hasan el Benna Yarasını saracak birisini bulamadı. Hastahaneye kaldırılarak sonra onu öylece bıraktılar. Hasan el benna’nın kanları akıyor, onlar ise gözleri yaşarmadan, kalpleri titremeden seyre diyorlardı. Kardeşlerin ona yardım etmesini de engellediler. Böylece Hasan el benna, 1949 yılında, hastaneye kaldırıldıktan 2 saat sonra vefat etti.

ŞARKIMIZ

Kırılırda bir gün bütün dişliler

Döner şanlı şanlı çarkımız bizim

Gökten bir el yaşlı gözleri siler

Şenlenir evimiz barkımız bizim

Yokuşlar kaybolur çıkarız düze

Kavuşuruz sonu gelmez gündüze

Sapan taşlarının yanında füze

Başka alemlerle farkımız bizim

Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman

Görürler nasılmış, neymiş kahraman

Yer ve gök su vermem dediği zaman

Her tarlayı sular arkımız bizim

 Gideriz nur yolu izde gideriz

Taş bağırda, sular dizde gideriz

Bir gün akşam olur bizde gideriz

Kalır dudaklarda şarkımız bizim

1964 (Necip Fazıl Kısakürek)

Musab Yasir Özen

www.musabyasirozen.com.tr

DÜŞÜNME VEÇHELERİ

DÜŞÜNME VEÇHELERİ

Düşünmeme olumsuzluğu üzülerek belirtelim ki sanıldığı gibi her zaman avamın, okuma yazma bilmeyenlerin, ümmilerin düştüğü bir hastalık gibi gözükmüyor bize. Düşünmek de düşünmemek de bir durumdur, duruştur. Her insan, her Bilgin, her düşünür, herhangi bir zaman ve mekanda tüm birikimini rağmen hiç düşünmeyebileceği gibi çok az düşünüyor olabilir. Düşünür, bilgin, sanatçı ve aydınları sürekli düşünen, doğru düşünen insanlar sanmak yanılgıdır. Yine kuranı Kerim’de tefekkür kavramıyla zaman zaman eş anlamlı kullanılan tezekkür kavramı vardır demiştik. Bir ayet meali üzerinde düşünelim şimdi: “Rabbimiz bizi çıkar; Yaptıklarımızın yerine iyi işler yapalım diye feryat ederler. Size düşünecek ( yahut hatırlayacak) kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi; uyarıcılar gelmedi mi? ( Fatıt süresi, 37)

Bilen insanın, düşünürün, sanatçının, Aydın’ın, bilmeyen ve halk edildiği gibi yaşayan avam kadar, aynen düşünmeme, hatırlamama gafil olma tehlikesiyle her an karşı karşıya bulunduğu özellikle vurgulamak gerekir. Hatta biraz daha ileri gidersek diyebiliriz ki zihnini, düşünme merkezini lüzumsuz sorunlarla daha ziyade meşgul eden aydınların gaflete düşme tehlikesi daha ziyadedir. Bu bakımdan yeterince düşünmeyen bilginler, düşünmeyen düşünürler, düşünemeyen aydın ve sanatçılar bizi şaşırtmamalı. Bu bahis de son olarak düşünmemin üç vecihli bir eylem olduğundan söz edecek olursak; 

1- Vahye doğru düşünmek

2- Vahye göre düşünmek

3- Vahye rağmen düşündüğünü sanmak ki buna daha önce bazen hezeyan bazen felsefe, demiştik. 

Doğruluk insan için fıtraten, doğal olarak tercih edilecek bir yönelimdi. Yalnız konu bireyin iki cihanda saadeti, toplumun bu cihanda selameti ise, kendisini var edenin, yaşatan ve öldürecek olanın buyruğu yönünde doğru olması tek ve en çıkar yoldur. Ancak konu dinse yani hangi dinin hak, hangisinin batıl olduğuysa, o zaman aklı selim ( Aslı kalbi selimdir) Olarak ve tek başına düşünecek yani vahye doğru düşünecektir. Biz Hazreti İbrahim kıssasını vahye doğru düşünmek, vahyin rahmetini, desteğini aramak olarak niteliyoruz. Vahye ulaştıktan sonra yol alabildiğince aydınlanacaktır artık. Vahyin insana rahmet olarak peşin bilgiler, ipuçları, yol levhaları, röperler verecektir. Selim akıl (kalp) Sahipleri bu bilgilerden hareketle bireysel ve toplumsal hayatını tek doğru seçenek olan vahyin öğretisi yönünde gerçekleştirmeyi hedefleyecektir. Kısacası “Vahye göre düşünecektirVahiy bir rehberdir. Birey ve toplumların iki cihanda kurtuluşlarının rehberi analitik haritasıdır. Bu rehber ona iki seçenek sunacaktır. Bu Seçenekler üzerinde sık sık hatırlatmalar da bulunacaktır. Seçeneklerin akibetini ihtar edecek, bütün bunları yaparken, insana düşünmeden özgür olduğunu bildirecek, onu zorlamayacak, en önemlisi onu şaşırtıp aldatmayacaktır. Sadece onu şaşırmış bulduğunda bu şaşkınlıkdan kurtaracak deliller, burhanlar gösterecek, ikna etmeye çalışacaktır. Sonuçta iman da inkar da insanın elindedir. İnsanın yapıp ettiklerinden başka geriye bir şey kalmayacaktır. Bir bahanesi olmayacaktır. “İnsanın çalışmasından başkası kendisinin değil”(Necm, 39)

DÜŞÜNEN İNSAN

Vahye rağmen düşünmeye çabalamak ise bizce muhali zorlamaktır. Zira bu durumda insan Vahye rağmen Önce kendisinin sınırlılığını unutmuş yahut inkar etmiş demektir. Buda aklın devredışı bırakılmasıdır. Hiç olmazsa bir veçhile akıl devreden çıkmış demektir. Zira alet kendi alanının dışında kullanılırsa iş görmez. Bu tavır fıtratla inatlaşmadır, düşünme değildir, böbürlenmedır. Kibirdir. Hezeyan felsefesidir. Ulaşabileceği sonuç kuruntu, ziyan, vehim ve cinnettir. Çünkü düşünen insan kendini yaratmamıştır, kendini aşamaz. Esasen düşünme yetisi Allah’ın evrendeki sayısız sözsüz vahyinden birisidir. Kendisini yadsıyarak nereye varabilir. Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir akıl sahibi vahye ulaştıktan sonra artık vahye göre düşünmeye başlar. Vahye ulaşmak onun düşünme eylemini azaltmaz, hatta yönlendirip çoğaltır. Vahiy ona esasları ve ilkeleri belirtir. Bu esas ve ilkeler doğrultusunda hayatın teferruatına salih ameli doldurulmasını, onu düzenlemesini emreder. Bu tür düşünmenin adı da kuranda fıkhetmek olarak alınır. Düşünme işi artık sahici fonksiyonuna kavuşmuş tur. Fıkıh yani ince anlayış sahibi olmak, onun kulvarıdır. Orada lehinde ve aleyhinde olanı anlayıp uygulamaya geçecektir düşünen insan.

Muhayyelliklerde, müşkül durumlarda reyini kullanacak galip zannına göre davranacaktır.

Cehd kökünden Cihad ve içtihat kavramlarını bir konuda bütün gücünü kullanarak davranmak demektir. İnsan gücü ise, fiziksel ve ruhsal gücünün ikisinin de patronu olan akl etmesi ile ölçülür. İşte bir tür düşünmenin, bütün delilleri inceleyerek gücünün ulaşabildi her kapıyı çalarak elde ettiği son kararı içtihad denilmiştir. İçtihat ulaşılmış beşeri bir sonuçtur. Her zaman yanılgı ihtimalini içinde taşır. Ne var ki insanın bu onurlu faaliyeti sonunda ulaşılan kanaat yanlış dahi olsa, İslam fıkhında bir sevap kazanılacağı savunulmuştur. Ecir unutulmuştur. İnsan düşüncesinin böylesi bir faaliyetine bile mükafat veren İslam’ın kurduğu sistemi, beşeri telakkilerle karşılaştıranlar ziyan ederler. Bir kul olarak her zaman yanılabilme ihtimalini yedekte tutan anlayış sahibi, rasyonalistlerden o akılcı son olanlardan ne kadar uzaktır. İnsan düşüncesini patlaştıranlar, aklı her şeyin ölçüsünü koyan olarak görenlerle bize bir tutmak insafla bağdaşmaz.

Umulan önce düşünme mekanizmasının faaliyet içinde bulunmasıdır, ikincisi diğer beşeri yetilere egemenliğidir. Selim biçimde çalışırsa vahye ulaşacaktır. Vahye ulaştıktan sonra ise Fıkhetmeye çalışırken beklenen bütün gücünü harcayarak doğruyu aramasıdır. Bu esnada doğruya isabet etmesi ya da etmemesi çok önemli değildir artık. Zorunluluğu yoktur en azından. Asıl sorumluluk düşünmeyi bırakmak da, fark ederken bütün gücünü harcamamaktadır. Biz akılsız olmaz diyoruz. Akletme ise rehbersiz olmaz. Biz Allah’ı birleyenler her türlü putlaştırmadan ALLAH’a sığınırız.

Musab Yasir Özen 

www.musabyasirozen.com.tr

error: İçerik korunuyor !!!