Archives 24 Kasım 2023

Nihilizm Dedikleri

Nihilizm Dedikleri

Nihilizm ve absürt felsefesi dünyanın en zengin ve en uygar kısmının ortaya koyduğu bir üründür. Bu felsefe, “perspektifsiz Dünya”, “ruhen parçalanmış fert”, “sağır-dilsiz sükut dünyası” vs den bahseder. Fakat zehir saçan bir felsefe değildir. Haddi zâtında çok derin ve ibret vericidir. İmajına ters bir tarzda yürüyen ve gelişen bir dünyaya karşı insanın mukavemet ve bir ifadesidir. O, tek boyutlu uygarlık dünyasına karşı insanın isyanıdır. Bu manada modern nihilizm, bazı kimselerce dinin bir şekli olarak vasıflandırırmıştır ve göreceğimiz gibi bu iddia hiç de asılsız değildir. Her ikisi de materyalizmin inkarını teşkil ediyor ve bu dünyayı aynı düşünce ile kucaklıyor. O ezeli sıkışmış olma hali mezarın öte tarafından bakış, insanın yabancı bulunduğu bir dünyanın içinden ümitsizce bir çıkar yol araması her ikisinin de müşterektir. Aralarındaki fark, nihilizmin Bu çareyi bulamaması, dinin ise bulduğunu telakki etmesindendir. Uygarlığın ilmi, gücü ve zenginliği ile insanın mutluluğu meselesini halletmek hususunda başarısız kalışı anlaşılıp kabul edileceği zaman, bu tespit insanlık üzerinde muazzam psikolojik tesir icra edecektir. Bu ayrılmanın ve genel olarak kabul edilmiş bazı temel görüşleri yeniden gözden geçirmenin Başlangıcı olacaktır. Buna maruz kalacak yanılmalar insanla ilgili ilmi yanlışlıklara dair olacaktır. Zira eğer ilim insanın mutluluğu meselesini çözemiyorsa, o zaman insanın kökeni hakkında ki vizyon hakikat, ilmi olan ise yalandır. Üçüncü bir ihtimal yoktur.

Arda kalan şeyler; Kaybolmuş bir Avrupa kültür hayali ve herhangi bir şeyin kurtarılması hakkında idrak kabiliyetsizliğine Dair delil ; Ahlaki ihtirasların da tam isabet almış ve tatbikatının gaddarlığı ile kutsiyeti ihlal edilmiş; Ağır yaralı olarak zafer kazanmış ve hayalleri için mesuliyet taşıyan idealizm; Sükût’u hayale uğramış, yenilmiş, suç ve hataların yükü altında ezilmiş realizm; Aynı şekilde olay mevzu olmuş hırs ve feragat; Zaman içinde birbirine girmiş inançlar, haça karşı haç, Hilale karşı hilal; Yıldırım hızıyla birbirini izleyen şiddetli, sarsıcı hadiseler yüzünden şaşırmış vaziyette bulunan ve kedinin fareyle oynaması gibi düşüncelerimizle oynayan şüpheciler: Şüphelerini kaybeder, yeniden bulur, ve tekrar kaybeder ve kendi zihinlerinin mekanizmalarını kullanmayı unuturlar.

Musab Yasir Özen / 08.03.2023

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

Vebayla Cezalandırılan Hayvanlar

Vebayla Cezalandırılan Hayvanlar

Tanrı öfkesini günahkar dünyaya belirtmek için korkunç bir salgın gönderdi. Cehennemde doldurulan küçük zehir şişeleri her hayvanın üzerine düştü. Hepsi ölmemişti, ama ölüme yakın bir şekilde yatıyorlardı, ve hiçbiri sönmekte olan hayat ateşini yeniden canlandıracak yakıtı aramıyordu artık. Hiçbir yiyecek arzu uyandırmıyordu; Kurtlarla tilkiler zararsız hayvanları avlamak için dolanıp durmuyorlardı: Kumru kumruyla birleşmiyordu, çünkü aşk ve neşe uçup gitmişti. Hayvanlar kralı aslan şunları söyledi; “Sevgili dostlarım, biz günahkarlara bu belayı vermenin Tanrı’nın yüksek amacı olduğundan kuşku duymuyorum. İçimizden en fazla günahkar olanı seçip geri kalanları kurtarmasına izin verelim, çünkü tarih bize öğretmiştir ki bu tür krizler de kurbanlar vermeliyiz. Gözümüzü açarak acımasız bir şekilde vicdanlarımıza bakalım. Hatırladığım kadarıyla açgözlü susturmak için bana hiçbir zaman olmayan kuzularla kendime ziyafet çektim, hatta çoban böreği de yediğim bilinir. O halde eğer gerekirse ben ölürüm. Ama diğerlerini de kendi günahlarına atıp çıkmaları gerektiğini düşünüyorum. En günahkar olanı bulmak için herkezin elinden geleni yapması en adil olanıdır.

Efendimiz, siz çok iyi bir kralsınız,” diye söze başladı tilki. Bu kuruntularınız çok nazik bence kuzuları, yani o saygısız ve kaba sürüyü yemek günah mı? Yoo, efendimiz, böyle bir grubun sizin tarafınızdan gelmesi iyi bir şey; Çobanlar için, başlarına gelen her şeyin en kötüsünü hak ettiklerini söyleyebiliriz,” diye konuştu ve Yaltakçı alkışlar yükseldi. Bu arada kimse affedilmez suçlar işleyen kaplan, ayı ve diğer göze çarpan hayvanlara bakmaya cesaret edemiyordu. Her biri bir azizdir. Sonra merkep çıkıp şunları söyledi; “Bir keresinde manastırın bahçesine girip, açgözlülükle hiç hakkım olmayan çimenlerden yedigimi hatırlıyorum”. Hepsi hemen merkep için ağlamaya başladı. Kitap bilgisine dayanan kurt hayvanların neden oldukları kötü durumların sonucuna katlanmaları gerektiğini söyledi. merkebin darağacı için uygun olduğunu düşündüler. Bir başkasının çimenine el koymak en büyük rezilliktir! Ölüm ancak ölümü böylesine çirkin bir suçun cezası olabilirdi.

Fontaine’in En İyi Masallarından

Jean de La Fantaine, 1621-1695

Musab Yasir Özen

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

MUSAB YASİR ÖZEN - SALİH MİRZABEYOĞLU

Salih Mirzabeyoğlu’nun Yayınlanmış Eserleri

Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in tabiri ile “Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk çilesi sesi” cennet mekan Salih Mirzabeyoğlu’nun hem vasiyeti hem de manevi mirası bakımından “büyük doğucu “her gencin okuması ve okunmasına vesile olması gereken çok kıymetli eserler.

Musab Yasir Özen

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

Salih Mirzabeyoğlu’nun Kitapları

  1. Bütün Fikrin Gerekliliği/Fikir
  2. Aydınlık Savaşçıları/Destan
  3. İdeolocya ve İhtilal/Fikir
  4. Yaşamayı Deneme/Roman
  5. Münseat/Münseat
  6. Tarihten Bir Yaprak/Fikir
  7. Kültür Davamız/Fikir
  8. Damlaya Damlaya/Fikir
  9. Anafor/Şiir
  10. Necip Fazıl’la Başbaşa/Fikir
  11. Müjdelerin Müjdesi/ Hikayeler
  12. İslama Muhatap Anlayış
  13. Kayan Yıldız Sırrı/Şiir
  14. İstikbal İslamındır/Fikir
  15. Gölgeler/Roman
  16. İbda Diyalektiği/Fikir
  17. Dil ve Anlayış/Fikir
  18. Kökler/Menakıb
  19. Marifetname/Fikir
  20. Kavgam/Fikir
  21. Kavgam 2 /Fikir
  22. İktisat ve Ahlak/Fikir
  23. Hakemiyat/Fikir
  24. Şiir ve Sanat Hakemiyatı/Fikir
  25. Hukuk Edebiyatı/Fikir
  26. İşkence/Gözlem
  27. Tilki Günlüğü 1 / Ruhi Roman
  28. Tilki Günlüğü 2 / Ruhi Roman
  29. Tilki Günlüğü 3 / Ruhi Roman
  30. Tilki Günlüğü 4 / Ruhi Roman
  31. Tilki Günlüğü 5 / Ruhi Roman
  32. Tilki Günlüğü 6 / Ruhi Roman
  33. Hakikat-ı Ferdiyye/Fikir
  34. Sahabilerin Rolü ve Manası/Fikir
  35. Başyücelik Devleti/Fikir
  36. Yağmurcu/Fikir
  37. Üç Işık/ Fikir
  38. Adımlar/ Fikir
  39. Paratuka/ Fikir
  40. Hırka-i Tecrid/ Fikir
  41. Büyük Muztaribler2/ Fikir
  42. Sefine/ Fikir
  43. Telegram/ Fikir
  44. Büyük Muztaribler 3/ Fikir
  45. Elif/ Fikir
  46. Büyük Muztaribler 3/ Fikir
  47. Furkan/Lügat
  48. Berzah/ Fikir
  49. Büyük Muzdaribler 4/ Fikir
  50. Erkam/ Fikir
  51. Madde Nedir?/V

“Salih Mirzabeyoğlu’na ait eserlerin temini için İbda Yayınları internet sitesini ziyaret edebilir, (0212)528 33 07 telefon numarasından irtibat kurabilirsiniz”

Çatalçeşme sok üretmen han no:29 kat:3/316 Cağaloğlu/İSTANBUL

Türkiye'de Irk Sorunu

Irkçılık

Irk Kelime kökeni çok çeşitli olarak kullanılmakla beraber biz İnsan oğlunun zihninde aynı kavmi, soydan gelen toplumun birden Ten’sel (siyah-beyaz) Birbirine benzeyen topluluklar için kullanırız. Tabii ki daha da çeşitlendirenler var. ırk veya ırkçılık insan oğlunun varoluşundan günümüze kadar gelmiş en vebalı ve bulaşıcı hastalıklardan bir tanesidir. Son yüzyıllarda her ne kadar gelişmiş ya da demokrasisi gelişmiş bazı toplum ve ülkelerde sık rastlanmasa da aslında kanser hastalığı gibi insan oğlunda bitmeyen bir hastalığa dönüşmüş bulunmaktadır. Kendimce ırkçılık insan oğlunun ilk yaratılışı ile başlamış öyle ki yüce Allah bütün insanlığın babası Hazreti Adem’i topraktan yaratırken, ondan önce yaratılmış olan bütün meleklere ve cinlere Hazreti Adem’e secde etmelerini emretmiş. Fakat kendisinin ateşten yaratıldığını ve bu yüzden kibir yapıp kendisini daha üstün gören şeytan (İblis) secde etmeyi Allah’ın emrine karşı gelip lanetlenmiştir. Bu kıssadan bile anlaşılıyor ki ırkçılık çok kötü ve tehlikeli olur sonu lanetlenmedir.

Halbuki yüce Allah (cc) İnsanı “eşref-i mahluk” Olarak yaratmış ve hikmet gereği kavimlere, kabileleri ve farklı Tende yaratıp birbirinden ayırarak birbirleriyle daha iyi ilişki, ticaret, birbirlerini tanıma vb.Bir şekilde hayatın devamını sağlamıştır. ( Kuran’i şuura mensup her insanın hadiseye böyle bakması imanın) bir gereğidir. Baştan bilelim ki Allah (cc) Yeryüzüne gelmiş, geçmiş bütün insanların Hazreti Adem ile Havva’dan olduklarını insanlara tebliğ edilen 4 kutsal kitapta da belirtmiştir. Kuran’i kelime göre ise ırklar özellikle yaratılmışlardır. Başlangıçta insanlar tek bir Ümmet tek bir toplum idi sonradan ayrılığa düşmeleri üzerine Allah rahmetinin müjdecileri ve azabın habercileri olarak peygamberler ve habercileri Hak ile kitap indirdik ki o kitap insanlar arasında ayrılığa düşme noktasında hakem olsun. Yine bir ayette “ Ey insanlar muhakkak biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık sizi tanışmanız için şubeleri ve kavimlere ayırdık. Şüphesiz Allah indinde en şerefliniz takva da Allahın emrini dinleme konusunda kim daha dikkatli ise en üstün olanınız odur. Muhakkak ki Allah her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandırdiye buyuruyor.

Bunca açıklamalara ve delillere rağmen insan oğlunun içinde müthiş bir ırkçılık mevcuttur. Hatta bu ırkçılık yüzünden elçi olarak gelen bir sürü peygamberlere bile uyumamış yeri gelmiş zulüm edilmiştir. Hatta bu illet bugün bile hayatımızda olup gerek devletimizde gerekse de ilimizde ilçemizde köyümüzde mahallelerimizde bazen de evimizin içerisinde bile karşılaştığımız bir kangrene dönüşmüş bulunmaktadır. Küresel olarak biraz örnek Verdikten sonra şu an yaşadığımız hayattan da biraz değiniriz. İsrailliler (Yahudiler) Geçmişte olduğu gibi hala yüce Allah’ın onları bütün ırklardan daha üstün olarak yarattıklarını geri kalan tüm insanların onlara biat etmeleri kanısındadır.

Amerika kıtasında beyazlar kendilerini daha üstün ırk olarak zannetmiş ve alt tabaka gördükleri kıtanın gerçek sahipleri Kızılderili halkını katliamdan geçirmiş ve orada yaşayan zenci vatandaşları insan yerine koymayıp senelerce zulüm etmiş, işkence etmiş ve insan yerine koymamıştır. Günümüzde her ne kadar eşit haklar ve imtiyazlar sağlamışlarsa da hala ruhların da ırkçılık bitmemiş zaman zaman vuruluyor.

Yine Avrupa ülkeleri İngiltere, İspanya ve Fransa başta olmak üzere ülkeler 20. ve 21. yüzyıllarda Afrika kökenli zenci vatandaşları köle olarak kullanmış sırf siyahi ırktan oldukları için yine işkence ve zülüm yapmış evlerinde, işlerinde kullanmışlardır. Yine Çingene ırkına mensup vatandaşlar da ırklarından dolayı ikinci sınıf muamelelere maruz kalmış özellikle Fransa daha da ileriye giderek ibadet ettikleri kiliseleri bile beyaz Fransız ve siyah çingene kiliseleri ayrı olarak kullanmışlardır. Gen ve Ten’den sonra aynı dinden olmadıkları içinde insanlara ıkçılık yapmıştır.

Avustralya kıtasında Aburjiniler aynı musamelelere Yine Balkanlar’da yaşayan çingeneler yıllarca kimliklerini ve onurlarını korumak için kendi ırklarını inkar etme derecelerine gelmiştirler.

Moğollar Kendilerini dünyanın en üstün ırklı sanıp bir zamanlar gördükleri her yeri yakıp, yıkıp katliamlar yapmışlardır.

Almanların yahudilere ırklarından dolayı yaptığı katliamlar nedeniyle dünyanın son evrelerinde birinci ve ikinci Dünya Savaşları patlak vermiş milyonlarca insan ölmüş, sakatlanmış, sürülmüş ve milyonlarca insanın hayalleri sönmüştür. Yine gerek Selçuklular gerekse Osmanlılar Zamanında yine bir sürü ırk, toplum, farklı inanç grupları katliamdan geçilmiş, ya da işkence ve zülüm çekmiştir.

Hindistan’da Müslüman Arakan toplumuna tarifsiz yorumlar yapmakta.

Çin devleti şimdi de Uygur Türklerine inançlarından dolayı zülüm yapmakta.

Yine maalesef günümüz Türkiye’sinde bir çok talihsiz olaylar yaşanmış hala da en güncel olan Kürt karşıtlığı üst seviyededir bunun gibi dünyada bir sürü olmuş ve hala devam etmekte olan sorunlar mevcut. Bunun için yüzlerce roman, makale, köşe yazıları yazılmış olup belgeseller çekilmiştir. Son 21. yüzyıl dünyasında kendince demokrasi ve insan hakları açısından Kendini geliştiren ülkeler de bayağı gelişmeler kaydedilmiş. Bu incelendiğinde eğitim seviyesinin gelişmesi ön sıralarda yer almaktadır. Maalesef eğitim seviyesinin düşük ve çok kültürlü Orta Doğu bölgesinde ırkçılık hala kanayan yara gibi her gün değişik haberlerle karşılaşmaktayız.

Irkçılık Hastalığı

Evet kimsenin elinde olmayan Doğarken rengine, milletini, ırkını seçmediği gibi dünyaya geliş şartlarından dolayı böbürlenmemeli ve dışlanmamalı çünkü gerçekte ırkın önemi yok önemli olan insan olmak ve inançlı olmak. İnsan olan inancı ve ırkı ne olursa olsun hiçbir ırkın mensubu aşağılayıcılığa maruz kalmamalı. Aynen Allah beni dilediği Irktan yaratmış, ama yaratılanlar ırktan dolayı ırkçılık yapıyor. Sözü gibi aslında bu ırkçılığın temelinde biraz devlet resimlerinin payı yüksek. Çünkü rejimi biz kurduk diyenler kendi ırklarının kahramanlıklarını ve her fırsatta ırklarının dünyaya bedel olduklarını bas bas bağırıyorlar. Ama onlarla kolkola, göğüs göğüse mücadele etmiş başka ırkın kahramanlıklarından fedakarlıklarından nedense hiç söz etmiyorlar. Bunu dile getirmeye çalışan, bu kullanılan dilin yanlış ve toplumu zehirliyor diyen bir sürü Aydın, siyasetçi, yazar, bilim insanı maalesef ya cezai işlemlere maruz kalıyor ya da başka devletlerde ülkelerinden uzakta sürgün hayatı yaşamaktadırlar.

Bugün ırkçılık maalesef ülkemizde çeşit çeşit şekillendirmelerle o kadar çok yaygınlaştırmış ki her an kapınızı çalar durumdadır. Günlük yaşantımızda hastanelerde, okullarda, düğünlerde, eğlencelerde, spor müsabakalarında, metroda, mahallelerimizde vs vs her nefes alışımızda hissetmekteyiz. Bunun temel nedeni ülkemiz adına söylemek gerekirse çok dinli ve çok dili kadim ve zengin mozaiksel kültürümüzden kaynaklanmaktadır. Çünkü yaşadığımız coğrafya gerek bölgenin köklü yerlileri gerekse de imparatorluktan geriye kalan çok çeşitli milletlerin bir arada yaşadığı ve bir o kadarda kadim bölgesel açıdan çok inançlılığın bol olduğu kadim bir bölgedir. Tabi buna eğitim düşüklüğü ve üstün ırk hastalığına da eklediğimizde maalesef 100 yıldır kurulan cumhuriyetimiz de olaylar hiç eksik olmuyor. Çünkü beraber kurdukları bu güzel Vatanda Türkler, Kürtleri kabul etmiyor Kürtler Süryanileri kabul etmiyor, Süryaniler Ezidi mensubu halkı kabul etmiyor. Bu böyle Lazlar, Çerkezler, abazalar, Ermeniler, arnavut, gürcü vs vs bunun yanında çingeneler, romanlar, hayatın her alanında dışlanmaktadırlar. Dediğim gibi bu konular üzerinde ciltlerle kitaplar yazılmış her ne kadar abartılıyor, eskidendi, yok canım daha neler denilse de maalesef gerçekleri değiştirmiyor. Çünkü toplum içinde gezilip, dolaşıp onların acı ve sevinçlerini dokunduğunda insan maalesef gerçeklerle karşılaşıyorlar. Bugün hala ırktan dolayı okullarda özellikle alay konusu olan horlanan, dışlanan ve bu yüzden bir ömür boyu travmaları atlatamayan ve bunun sonucunda bir yanında kin ve nefretle büyüyen çocuklar var. Hala evlerimizde gelin olarak gelmiş fakat farklı ırk veya inançtan olan ve çaktırmadan ırklarından dolayı hor gördüğümüz ve bazen de yuvaları dağıtılırcasına hissettirdiğimiz gelinlerimiz var. Yine yeni giyinişlerinden, elbiselerinden, çalgısından, konuşmasından ve bir sürü özelliğinden dolayı bizden kabul etmediğimiz kendimizi kutsal onların aşağılık bir ırktan, kavimden geldiklerini sanıp rejimin bize sağladığı imtiyazlardan dolayı hayatın her evresinde hakaret ettiğimiz insanlar var. Bunu inkar Edip göz ardı edemeyiz. Sonuç bu tür davranış ve girişimlerin hepsi bize mutsuzluk, olumsuzluk, Siyasal, sosyal, ekonomik olarak ters bir şekilde dönüyor. Ve yara hiçbir şekilde kapanmıyor. Tabii ki bu tür yaşam ve davranışlar çoğu insanın Siyasal, sosyal ve ekonomik olarak işlerine geliyor. Hata diye Teşvik edici girişimleri de var. Daha önce de ifade ettiğim gibi bu konular üzerine ciltler dolusu yazı makaleler yazılmış. Halbuki insanlar sadece insan olduklarını, özünde Herkesin beşeriyat olarak aynı ırk ve soydan geldiklerini bilse paylaşmanın, hoşgörünün, kendisine yapılmasını istemediğini onunda başkasına yapmamasını bilse herkes eşit bir şekilde Adaletli, kardeşçe, sevgi ve saygı çerçevelerinde herkesin inancını, dilini, kültürünü kabul etse ve bunların hepsinin ortak zenginlik olduğunun farkına varsa ve özellikle her vatandaşın vergisinden, iş gücünden, emeğinden faydalandığı vatandaşlarına bir ve eşit tutsa sanırım hayat herkes için daha güzel olacak ve insanlarımız mutluluğu başka ülkelerde aramaz. Tüm pozitif enerjisini kendi ülkesi, devleti için sarf eder.

Herkesin eşit ve özgürce hakça ve Adalete birlikte yaşaması dileğiyle.

Hidayet Salçok

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

Türk Futbolu

Türk Futbolu

Geçmişten günümüze üç büyükler olarak adlandırdığımız, Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe kulüpleri cumhuriyetimizden 15,20 yıl öncesinde kurulan çınar ağaçlarımızdır. Bu üç yüzü de kulüp arasında nice maçlar nice kupalar zaferler efsaneler Türk futboluna altın harflerle imzaların isimlerini yazdırmıştır. Baba hakkı, Süleyman Seba, Metin oktay, Turgay Şenerler, mehmetçik basri, Zeki Rıza Sporel, Ali Sami Yen, Şükrü Saraçoğlu, Lefter, can bartular adı sayamayacağım sayısız Sporcular Türk futboluna kazandırılmıştır. Bu üç kulübün arasındaki tarihi rekabete katılan Trabzonspor olmuştur şampiyonlığuyla altyapısından çıkardığı futbolcularla Türk futboluna kazandırılmıştır. Bunlara 1959 şampiyonluklarının sayıldığı 2023 yılına kadar Bursaspor ve Başakşehir futbol kulüpleri hegemonyalarına Son vermiştir. Bir o kadar üzücü bir olayda şu an Bursaspor içinde bulunduğu durumdur. Türk futboluna kazandırdığı nice yetenekli futbolcular bulunuyor, bunlar Sercan Yıldırım, Özan ipek, volkan Şen, Özan Tufan, Şener Özbayraklı ve adını sayamadığım bir çok futbolcu çıkarmıştır. Bunlar en ince konularca irdelenecek konulardır. Hemen hemen bahsettiğim kulüplerimiz şu an ekonomik sorunlarla boğuşmaktadırlar. UEFA nezdinde finansal Fair-Play anlaşmaları imzalamamakta bu kurallara uymayan kulüplerimize cezai yaptırım uygulanmaktadır.

Gündemimizi meşgul eden konulara gelecek olursak Fenerbahçe’nin 1959 öncesi şampiyonlukları, İstemesini gelirsek bence haklı olarak kabul görmesi gerekir. Sebeplerine değinirsek, Beşiktaş futbol kulübü 1957 ve 56 şampiyonluklarının verilmesi ve bahsettiğim efsane Türk futbolcularına Vefasızlık olur. Hem kendi aralarında bu maçları Yoksaymak tarihlerinede kara bir leke sürer. Göztepe Vefaspor, Altay 1959 önce hangi takımın şampiyonluğunu varsa o kulüplere bir hakkın teslim edilmeli bu konuda kurulan TFF Komisyonu bir an önce karara bağlamalıdır.

Bir diğer konuya değinecek olursak, ülkemizde yaşanan asrın felaketi olarak nitelendirilen 6 Şubat depremlerinin yaralarını sarmaya çalışırken tüm hayatını kaybeden yurttaşlarımızın mekanları cennet olsun. Yaralı olanlara Rabbim bir an önce şifa versin geride kalanlara sabırlar versin. Hiçbir yardım bu yaralara kabuk bağlamaz ama bir nebze olsun acılarını dindirmek adına bu üç güzide Türk futbol takımını ezeli rekabeti bir kenara bırakarak ezeli dostluk adı altında metin Oktay’ın jübilesinideki gibi formalar değiştirilip ya da fenerbahçeli futbolcular beyaz-siyah-kırmızı, Galatasaray, beyaz-lacivert-siyah, Beşiktaş ise sarı-lacivert, kırmızı formalarla buna Trabzonspor’u da dahil Edip renklerin dostluğu adı altında bir turnuva düzenleyip hem rekabeti bir kenara bırakıp futbolun birleştirici gücünü Türk futbolunun dünya kamuoyuna biz biriz demesi gerekmez mi? Tüm şahsi menfaatler bir kenara bırakılarak sadece hayatını kaybeden vatandaşlarımız için geride kalanları tekrar sevindirip tüm yardım gelirlerini depremzede vatandaşlarıma bağışlamak bence süper olur. Tüm fanatik taraftarların da hoşuna gidecek bir ömür boyu konuşup nesilden nesile aktarılacak bu fikri siz değerli okurlar sayesinde TFF ve kulüp yöneticilerine sunan bir an önce değerlendirilip onaylanmasını talep ederim.

Bizim Çocuklar

Bir diğer konuda Türk futbolunun gelişmemesinden hem hüsran yıllardır bunu ekran başlarında körükleyen spor yorumcularına ve spor yazarlarını soruyorum. Siz Türk futbolu için ne yaptınız konuşmaktan başka, tabii ki bunu söylerken balık baştan kokar misali ile konuya giriş yaparsak herkes bildiği işi yapsın kastıyla konuşuyorum. Futbolu, futbolu bilenler yönetmeli buna nasıl bakalım bir manav, fırıncı ve yahut Kasap gelip teknik direktörlük yapabilir mi tabii ki yapamaz niye çünkü antrenman bilgisi yok taktik strateji bilmeden teknik direktör olunmuyor.

Futbolcular bile jübile yaptıktan sonra kurslara gidip sınavlara girip kazandıktan sonra olabiliyor. Bugün kulüp yöneticilerimize bakacak olursak çoğu hatta hiç biri diyebilirim ki futbolun içinden gelmiş değil. Köşesinden kıyısından geçmiş insanlardır. Bugün federasyona baktığımızda bu konu böyle pek ala bu konuyu nasıl bir varsayımla sonuca bağlayalım her kulüpte başkanın yanında iki tane futboldan gelmiş yönetici ve alt yapılara kulübün en çok maaş alan futbolcusu kimse o kadar ücreti alt yapıya aktarmak zorunda olacak bir diğer husus kulüplerden bağımsız Spor bakanlığı ve TFF 81 ilde kuracağı tesislerle o şehrin ilçe, kaza ve köylerine kadar gidip yetenekli Türk futbolcuları bulup yetiştirip ülke futboluna kazandırmak zorundadır. Bunlar olmadığı sürece de Galatasaray’ın milenyumda kazandığı UEFA kupası ve Süper kupa başka milli takımın üçüncülüklerini konuşup vakit kaybetmekten başka yabancı sınırına indirip çoğaltmaktan başka bir işimiz kalmayacak. Bunun devamında işi bilenle iş tutulmalı gerek bu işin okulunu okumuş gerekirse eski profesyonel Futbolcular tutularak ülke genelinde gönüllü kişilerle beraber bu genç yetenekleri birer birer bulup Türk futboluna kazandırılmalıdır. Son olarak ülkemizin hırvatistan’ı yendiği maçta altı futbolcu Kerem Aktürkoğlu, Samet akaydın, Abdülkerim Bardakcı, İsmail yüksek, cengiz Öz kaçar, Barış Alper Yılmaz Gibi Türk futbolcuların 3,4 yıl öncesine kadar PTT ikinci ve üçüncü ligde. Top koşturduklarını da unutmayalım yıllık ve dönemsel kararlar yerine gelecek 40 yılın hesabını yaparak bu işleri imtiyazla yapmalı her kesimden destek alıp bu yetenekli gençleri Türk futboluna kazandırıp hem kulüp bazında hem de milli takımdaki başarılarını devamlı ve sürekli hale getirebiliriz.

TÜRK HAKEMLER

Yıllardır kanayıp duran herkezin dem vurduğu konu Türk hakemleri başarılı hakemlerimiz var mıdır? Bence vardır. İsim söylemeden geçiyorum çünkü kimseyi zan altında bırakmak istemiyorum ama bir Deniz Ateş Bitnel vakası yaşandı bu ülkede bence tüm Türk futbolundaki hakemleri A dan Z ye tüm kurallardan başlayarak hepsini temizlemek yeni yüzlere yeni hakem komiteleri ile bu işe başlamak, temizlik iyidir sayın hakem camiası hiç kimseye isim vermeden şaibeye yer bırakmadan hepsini ya hepsini temiz dürüst gençlerimizden seçerek bu sürede süper lig maçlarını da Bir yıl boyunca yabancı hakemlerle yönetilerek ya da Türk gençliğine güvenip bu kalıplaşmış hakem camiası ‘nı tek celsede A dan Z ye Yollayalım yeniden ligimize dönerek Var’da Varken temiz yönetim temiz futbol anlayışıyla başta Spor Başkanlığı, TFF ve kulüpler birliği’nden bunu yapmalı yoksa her maç sonu kimin canı yandıysa hakem tartışmaları devam Edip gider. Bu konu hakkında kısa ve net çözüm budur başka çözümler arayan işi yokuşa sürüp saman altından su götüren kişilerdir.

A Milli Takım

TÜRK FUTBOLUNDA ŞİKE

3 Temmuz 2011 yılında şike operasyonuyla Fenerbahçe Spor kulübü başkanı Aziz Yıldırım bazı yönetici arkadaşları futbolcuların adı altında operasyon çekildi meşru feto terör örgütü gerek emniyetteki güçleri ve paralı hakim ve savcılarıyla bu operasyonu yaptı. Aziz Yıldırım’ın güçlü ve dik duruşu sayesinde fetö’nün gerçek yüzü bu ülkede ayyuka çıkmış dürüstlüğü korkusuzluğuyla ne şikesi memleket elden gidiyor demişti. ve bugün beraat Edip bir kez daha haklılığını teyit edilmiş fetö’nün bir kumpasını çökertmiştir. O gün TV programlarında Aziz Yıldırım’ı yakından tanıyanlar hariç hepsi şike vardır demiş bir nevi fetö yandaşlığı yapmıştır. Bugün tekrardan fetö’nün kirli yüzü ortaya çıkmış asırlık çınar Fenerbahçe ve dönem başkanı ve adı geçen kişiler alınları ak ve temiz bir şekilde kendilerini aklamışlardır. Ve o dönem federasyon başkanlığı yapan M.Ali Aydınlar Şürekası Kafalarını öne eyip işlerine geri dönmüşlerdir. İvedi bir şekilde tüm mağduriyetlerinin giderilmesi Fenerbahçe’nin maddi manevi hakları verilmeli. O dönem oynanması gereken süper kupa maçı oynatılmalı Beşiktaş’ın Türkiye kupası iade edilmeli Aziz başkana gerekirse devlet nişanı veyahut

Tüm Türkiye önünde onura edilmeli Fenerbahçe camiasıyla taraftarıyla başkanıyla ülkemiz geleceğine göz süren örgütü çökertmesi ile ilgili belgeseller çekilmeli ve takdir edilmelidir.

A MİLLİ TAKIM

Milli takımımızı tebrik eder bizim çocukları kutlar VICENZO MONTELLA’ yıda ayakta alkışlıyorum. Bir teknik direktörün etkisi nedir diye sorsalar buna en iyi örnek olarak gösterilecek bir konu Türk futbolunu bilen tanıyan menfaatsiz çıkarsız ayrımcılık yapmadan futbolcularımızın yeteneklerinin farkında olan onlara bunları aşılayan ve ikna ederek bizi Almanya’ya götürüp Orda’da başarıya ulaşıp hatta kupaya ulaşacağımızdan canı gönülden inanıyorum. Bir aksilik olmazsa bunu da buraya not ediyorum 20.10.2023 saat 18:44’te Kaleme dökülen bu yazım Bizim çocukların şampiyon olup ülke futbolunu altın çağını yaşatacağına eminim. Haydi bizim çocuklar Türk futbolunu gücünü ve yeteneklerinizi tüm dünyaya gösterme vakti yeterki inanın başaracaksınız. Şampiyon olurken de devamlılığımızı esas alıp Montellanın bilgisi ve dahilinde tüm alt yaş milli takım oyuncularını da takip etmesi formayı hak edene vermesini tavsiye eder. Bizim çocukları şimdiden tebrik ederim yeterki inanın zafer bizimdir belki bizi Avrupada Yapabilecegine inanırsam başlangıçta sahip olmasan bile onu yapacak gücü kendimde bulurum. Bizler inandık Sizlerde inanın.

Yusuf İslam Burhan

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

Halil Kantarcı

Halil Kantarcı

“Fikri Yaşamak,Yaşamayı Fikir Bilmek”

Hak, hakikat yolundaki mücadelesinde henüz 16 yaşındayken bedel ödemeye başladı; “Halil Kantarcı”, Türküm ve Müslümanım diyenlerin birbirlerine selam vermesinin dahi suç sayıldığı 28 Şubat döneminde. Mahallesi’ndeki meyhane, pavyonlara saldırdı gerekçesi ile idamla yargılanmaya başlamıştı, Halil Kantarcı’nın 16 yaşında olması bile bir şeyleri değiştirmemişti.

“Hakikati ve adaletin yanında ürkek ve çekimser durulmaz. Adalet duygusu ihya eder insana, bir çok hayrın vesilesidir. Bu duyguyu unutmasınlar”. Diyen ve bunu düstur edinen Zara’nın evladı. Asla dönmedi davasından gençliğini bıraktığı ceza İnfaz kurumu ndan. Yüreğini vatan sevgisi ile dolu şekilde hak yoluna adadı ömrümü “Halil Kantarcı” Ben değil biz hassasiyeti ile. 15 Temmuz hain darbe gecesinde, kalleşlerin karşısında kutlu davanın bayraktarlığını yapmak da nasip oldu Halil’e.

Ayşe Kardeşimizle helalleşti, Ali cihad’ını, Zeynep serra’sını , Ömer Tarık’ını kucakladı. Onları önce Allah’a sonra vatana emanet ederek. “Ya dostları sevindirecek bir hayat ya da düşmanları korkutacak bir diyerek Hakk’a yürüdü yiğit Halil Kantarcı.

Halil Kantarcı

Halil söyledi hal diliyle; bre gafiller, dualarında Allahu Tealadan şehadet isteyenlere karşı durabilir misiniz hiç! Seccadesi verilmedi için nice zulümlere maruz kalanların ruhlarına işler mi kurşunlarınz! Allah’tan başka hiç kimseye başını eğmeyenler, yılanlara, akrepleri, çiyanlara boyun mu büker! Onlar öyle kahramanlardır ki fikirleri, amelleri, amaçları yaşamaya devam eder bedenleri terk etse bile. Şehadetinden sonra dahi hakka hizmete devam etti Halil. Şehidin duası karşılıksız kalmadı. Kabul oldu dualari Halil’in Sri Lanka’daki sıcak bir yuva oldu ümmetin yetimlerine besmelesini çektiği yetimhane hayatını paralel hainlere mücadeleye adayan Halil’in yetimleri de emanet millete ve ümmete…

Sadi Onurcan Başkan

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

Düşünmek

Düşünmek

Düşünmek konuşulan neden merak sardık? Oradan başlamak gerek. Hatırlarsanız bizleri küçükken,” fazla düşünmek akla zarar” diye örgütlerlerdi. “Fazla düşünürsen aklını yitirirsin“ derlerdi. Bir de anımsarsanız, eli şakağında oflayıp oflayarak oturan, acı çektiğini gösteren, dert yüklü kimseleri “efkarlı“ diye adlandırırlardı. Efkarlı mana olarak yani çok fikirli, çok düşünen. Düşünmek çok zaman Hüzünle, yorgunlukla bazen de her türlü sıkıntıyla özdeştirildi. Uygunsuz durumlara kullanılan bu sözcük hiçbir zaman “kendisi” niteleyemezdi Günümüzde durum çok farklılaşmış sayılmaz. Sıradan insanların her gün yinelediği, Bir çok aydının, seçkin insanlar üzerinde düşünmeden sayıp döktükleri hep aynı terennümlerdir. Özellikle bizim doğu toplumlarında, düşünmeyi zarar saymak, hüzün saymak, acı saymak, ama kendisi saymamak modası geçmeyen bir olgudur. Bölge, söz konusu düşün alanı, Adeta bir tünelidir. Ne zaman hangi tarihte ne tür bir şekilde Müslüman çoğunluklar düşünmeyi böyle anlamaya ve ondan korkmaya başlamışlardır? Düşünmekten korkmayı, bütünüyle itaat etmedikçe iman etmiş sayılmayacakları İslam’ın vahyi nass’ları öğretmiş olabilir mi? Eğer ilahi vahye bakmayı biliyor onu iyi anlıyorsanız çok çabuk fark edeceğiniz ilk özellik, vahyin insana düşünmeyi ön plana çıkaran bir yaşama biçimini Önerdiğini görmek olmalıdır. Kendi toplumu arasında, tüm insanlığa model olsun diye, Kuran’ı ahlak edinerek yaşayan Resulullaha bakalım. Onun günün birinde insanların herhangi bir hususta düşünmesini yasakladığını yahut birtür düşünmeye engel olduğunu duyup bilen var mıdır?

Aradığımız konuda tek bir ima tek bir söz, tek bir fiil bulamıyoruz. Ama şunu biliyoruz. Örneğin ilmihal yazarı merhum Ömer Nasuhi bilmen gibi dikkatli bir müellif, büyük İslam ilmi hali adlı eserinin daha ilk sayfalarında, her ne hikmetse hiç kaynak göstermeyi bile ihtiyacı hissetmeden peygamber sözü diye şu ifadeye yer vermektedir; “La ibadete ke tefekkür” Türkçesi: tefekkür gibi ibadet yoktur. Bizim Kur’an‘dan edindiğimiz izlenime göre insan için mücerret düşünmek ve düşünerek yaşamak farzı ayındır. İlginçtir, düşünmek üzerine merakımız arttıkça Müslümanlar arasında küçük istatistikler yaptık. Gerçi istatistiklerle ne tür Yalanlar söylendi yine bolca tanık olduğumuz çağı da yaşıyoruz. Ama içimizi kemiren meraka engel olmak kolay değildi. Kime “Düşünmek farzdır” dediysek, ondan “aksini söyleyen mi var?” Türünden peşin, pişkin ve bizi hayli şaşırtan yanıtlar aldık. Peki şu çevremizdeki düşüncesizlikler neyin nesiydi?

Sathi Bir bakış açısından bakıldığında, sorunun yanıtını, emperyalizm de bulmak mümkün. Denebilir ki, belki bir tarihsel dönemden sonra başka dinlere mensup insanların İslam’a ihtida etmesiyle, Önceki din ve kültürlerinden taşıyıp getirdiklerini, bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek İslam dünyasında yaygınlaştırmaları, eleştirdiğimiz sonucu doğurmuş olabilir. Yine kültürel gelişime, okuryazarlığının çoğalması, başka dillerden müslümanların kullandığı dillere yapılan çeviriler, öteki din ve felsefelerin eserleri söz konusu sonuçta basat etken olmuştur, denilebilir. Bu bir açıdan bakış tarzıdır belki, saygı duyulabilir, haklı payı onaylana bilir, ama olayın mevcut vahametini izah etmeye hiç yetmez. Zira emperyalist yayılmacılığın koskoca kitleyi böylesine derinden etkilemesi demek, o kitlenin topyekün yeni bir dini yeni bir kültüre mensubiyeti demektir ki, kabul edilebilir bir açıklama olamaz bu. Emperyalistlerin bu insanların topraklarını, mallarını hatta cesetlerini teslim almaları, esir etmeye deli belki mümkündür. Ancak insanların kafalarını ve kalplerini esir almak, toptan büyülemek O kadar kolay bir iş değildir. İnsan teki, eğer kendisi gönülden razı değilse, onun bilincini hiç kimseyi seyredemez, rehin tutamaz. Bu onun doğuştanlığına aykırıdır. Yalnız bir cereyan var ki, İslam dünyasında son peygamberden çok sonraları ortaya çıkmıştır. Yeni bir tarzdır. Yeni bir bakış açısıdır. Yeni bir düşünme biçimidir ki, son peygamber ile irtibatlandırmak yahut onun arkadaşlarından birisini dayandırmak mümkün olmayan korkunç bir Zandır.Burada akıl ile naklin çatışma ihtimali olduğunu sanmaktır, söylemektir.

Tefekkür

Ne garip tecellidir ki İslam dünyasında, ilk özgür düşünce ekolünü sanılan, aslında Müslüman filozoflardan başkası olmayan öncülerin açtığı bir çığır, yani aklın nakille çalışabileceğini sanma çağrısı, çağımızdaki yepyeni bir felsefeye Hipotezlik etmiştir. Özgürlüğü sahili kaynaktan uzaklaşmak olarak anlarsak belki haklı görülebilecek bu yorum, ekolün son sempatizanlarıdan birisi olan Cemil Meriç’in ifadelerinde şöyle özetlemektedir. Batı felsefesinin, doğu vahyin kaynağıdır. Batı aklın, doğu gönlün vatanıdır. Şu bir cümlecik anlatıdan anladığımız, mefhumun muhalifinden çıkacağımız sonuç, akıl ile vahyin karşı karşıya getirilişi, yine akıl ile gönlün kalp çatışmasıdır. Vahyi elbette epeyce uzak düşen bir görüştür sözü edilen. Belki Cemil Meriç bu sözünde mazurdu. Zira o da referansını önceki Müslüman filozoflardan aldı. Ancak ilahi vahyin espirisinden böylesine uzak bir yorumun, Kur’andan habersiz yahut onu göz ardı eden bir zihniyetin ürünü olabileceğini işaret etmek gerek. Nakib el Attas’ın, Cürcaniden Naklettiği bir alıntıyla yanıtlamaya çalışalım. “ Akıl, Kalp (gönül) ” İle eş anlamlıdır, idrakin ruh’i algılama ruh’i algılama organı olan kalp dediğimiz şey de aynı şekilde akıl ile özdeştir. Akılın gerçek doğası akleden nefsin onunla hakkı batıldan ayırdı bir Ruhi cevher olmasıdır.

Doğu batı ayrımını bir kenara bırakarak düşünmek zorundayız, bu prodoksa yanıtımız nedir? Yanılgısı nerededir? İlk çözümlenmesi gereken sorun herhalde vahyi ile fikir arasındaki fark ve ilişkiye bir çözüm bir çare üretmektir. Öncelikle vahyi, ilahidir, mutlaktır, tartışılmaz ve yanılmasızdır, bunu biliyoruz. Oysa fikir beşeridir, özneldir, tartışılabilir ve yanılır. Elbette Allah’ın vahyi karşısında ve ona rağmen Bir fikir vahyi ile boy ölçüşemez. Tabii bu noktada hatıra bir soru takılıyor. Doğuştanlığını bozmamış bir akıl ( Elbette kalp demek istiyoruz) Yani Selim kılıp vahye aykırı bir fikre iman edilebilir mi? Dikkat edilmesi gereken bir başka noktada fikri ihmal etmekle ona iman etmek arasındaki ince farktır. Evet insan aklederek her türlü fikri imal edebilir. Ancak her fikre iman etmesi, yani yakin kesbetmesi muhâldir. Şöyle düşünelim; İnsan vahyin Allah’tan geldiğini bilecek, ona inanacak, akletmenin Allahın fıtratımıza yerleştirdiği kerametli bir melek olduğunu da bilecek… Sonra bize bu Kerametli nimetle birlikte söz konusu bu yetimize hitap eden teklifler gönderdiğini öğrenecek… Yani akıl etmenin de teklifinde Allah’tan geldiğine inanan bir Müslüman olacak… Bütün bu varsayımlardan sonra kişi, akıl ile naklin, Allah’tan gelen bu iki nimetin birbiriyle çatıştığını savunacak… İşte bizce muhal olan böylesi bir sonuçtur.

Fazlurrahman’ın “Bin yıllık kutsal ahmaklık” dediği sanırım İslam dünyasındaki bu bulanık zihinlerde. Ki onlar çok zaman söz konusu dünyaya egemen diler. Yahut Siyasal güçlerin gölgesinde sürdürülen tahribatlarını Sözlerimize başlarken alıntıladığımız ayeti kerime ile bir başkasını zikredelim, mealen; “Dinleseydik veya akıletseydik ateşin yarını olmazdık”.(Mülk süresi 10) “Allah‘ın ayetlerini düşünerek reddetmek mümkün değildir. “Vahyi yani nakil dediğimiz, düşünen insana bir göndermedir, hitaptır, tekliftir. Düşünmesine rağmen insanoğluna bir dayatma değildir. İlkin Kalplerden bu yanlış niyetin kökten silinip atılması umulur. Akla yapılan teklif yani seçimlik bir teklif, akla nasıl aykırı olabilir? Nasıl düşünebilir ki, bir hitap, hem hangisini seçiyorsun diye uysallık ve doğallıkla insana yaklaşacak, hem de onun için anlamayacağı yahut doğuştanlığının asla kabul edemeyeceği bir dayatmayı burnunun dibinde dikte ettirecektir. Hem hak ile batılı birbirinden ayır, Allah’a ait olanla İblis’inkini Fark et denilecek, hem de bu fark edici yetenek fark etmesi gereken ve kavgalı olacak. Reyini lehimize kullanmasını istediğimiz bir organa, kendisine menfur gelen bir koku sürünerek yaklaşmamız bilmem doğru olur muydu? Burada yine köklü bir yanlış anlayışın, bir yanlış yönlendirilişin İzlerini görebiliriz. maalesef ileride ayrıntılarıyla tartışmaya çalışacağımız bir bakış açısından akıl, insanın içinde muzır bir şeytan gibi telakki edilmiştir. Eğer bu gözlükten soruna bakarsanız elbet o muzır şeytan Allah’ın temiz vahyi ile barışık yaşayamaz. Yanılgı nerede demiştik? Neydi insanların büyük bir kısmını yanıltan? Evet, Allahın vahyi temizdi. Ama Allahın nimeti olan akıl yani kalbin bu melekesi de tertemizdir. O halde kirli olan nedir? Yeryüzünde yaşarken kimi düşünenlerin ilahi vahyin karşısında, vahye itirazları olan öğretilen ürettiklerini görüp durmakdayız. Öyle ya insanlar Allah’ın vahyine, Allaha, başka neleri ile, neleri ile itiraz edebilirler ki? İlk hatıra gelen elbet akıl olacak. Zira itaatte de ilk hattına gelen, bunu her zaman itiraf etmeseler de yine akletme işidir. madem ki insan düşünerek Allah’a itirazda edebiliyor, isyanda, öyleyse suçlu olan düşünme melekesidir öyle mi?

Allah

Atlanmaması, bu noktada ısrarla vurgulanması gereken husus bu Meleke’nin, kullanırken, fıtratından, tabiyatından, kaydırıp kaydırılmadığına dikkat edilip edilmediği hususudur. Öyle ya eşyanın bir tabiyatı vardır. Eşyayı tabiatının zıddına kullanırsanız, en azından beklenen umulan verimi alamaz, amacı araca kurban etmiş olursunuz. Elbet insan yaratılırken özgür bırakılmıştır, ona özgürlüğü sağlayan da düşünme yetisinden başkası değildir. Çünkü seçim yeteneği, oyunu kullanma yeteneği özgürlüğünün gereğidir. Bir düşünme mekanizması, ilahi vahyin karşısında ona aykırı fikir üretiyorsa o artık sapmış, doğuştanlığından kaymış demektir. Çünkü ilahi vahyin Kaynağıyla, İleride göreceğimiz gibi, akl etmenin kaynana aynıdır. Ve birbiri için var edilmişlerdir. Çünkü din yani ilahi vahyi aynı zamanda fıtrattır, Allahın fıtratıdır.

Düşünen insandan istenen de bu fıtrat üzere yürümesinden başka bir şey değildir. Öyleyse insanın söz konusu paralelliği bozması akıllılık sayılamaz. Yeteneği doğrultusunda özgürlüğünü kötüye, fıtratının adına kullanan insan, artık addeden olmaktan çıkmıştır. Şeytanların iğvasına aldanmış, Kendini müstağni görmüş, raydan sapmıştır. Şimdi raydan çıkmış bir insanın da üretimleri vardır diye akletmenin ilahi vahiy le çalıştığına İnanmak sağlıklı bir anlayış mıdır? Her yoldan çıkmış insanın ilahi vahye itiraz nedenleri değişiktir. Ama çok yinelenen bir neden var ki onu kuranı kerim, indirilen ilk Suresinde, ilk ayeti kelimelerin de bize özellikle anımsatmaktadır. Düşündürmektedir yoldan çıkmayı, fıtratını bozmayı kendisine hak kabul edenlere yönelik uyarıcı mealen yeniden okuyalım, alak suresinin başında buyurulur. “İnsan, kendini kendine yeter, görerek azgınlaşır “şimdi hangi Müslüman insanın, ayette sözü edilen azgınlaşmasını, aklı kullanmak, akıllılık olarak görebilir? Biz, aklılık derken nasıl olurda böylesi bir sonucu anlayabiliriz? Bizce yanılgının ilk düğün noktası yukardaki sanırlardır.

Musab Yasir Özen

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

Çöl Aslanı Ömer Muhtar

Çöl Aslanı Ömer Muhtar

Global sömürgeciliğin en uygun olarak yaşandığı bölge şüphesiz Afrika kıtasıydı. Sömürgeciliğe karşı bu kıtada destansı bir mücadele başlatan ve tüm dünyaya ismini kazıyan “Çöl Aslanı Ömer Muhtar” Uzun yıllar İtalyan ordularıyla savaştı. İtalya’ya ait orduların ilerleyişini durdurdu gibi sonraki yıllarda ülkesinin bağımsız olmasını sağlayan o kutsal meşaleyi yaktı. “Çöl Aslan’ı Ömer muhtar” 1858 yılında dünyaya geldi. Kaliteli bir İslami eğitimi alan Ömer muhtar genç yaşında senusi  İslam hareketine katıldı. Gözü karalığı, cesareti, ve üstün savaşçı yanlarını ilk olarak 1899 yılında Fransa’nın Çad işgali sırasında gösterdi. Ordularını geç tamamlayan ve sömürgecilik de geciken İtalya, Osmanlı topraklarından Libya’yı işgal girişiminde bulundu. Karadan Libya sınırının olmaması ve deniz Yolunun da İtalyan donanması tarafından kapatılması nedeni ile başta Mustafa Kemal ve Enver Paşa olmak üzere Osmanlı subayları Libya’ya geçerek direnişi başlattı. Osmanlı subaylarının mahiyetine giren Ömer muhtar, destansı mücadelesine başladı. Osmanlı subay ve ordularının önderliğinde inanılmaz bir mücadele veren Libya halkı İtalyanları sahil kısmına hapsetti. Stratejik dehasını ve lider yönlerini bu savaşta gösteren Ömer Muhtar  halk tarafından kahraman ilan edildi.

İtalya devletinin Osmanlı adaları‘nı işgal etmesi, Çanakkale boğazına abluka altına alması ve başlayan Balkan Savaşı nedeniyle Osmanlı subayları mecburen geri dönmek zorunda kaldı. Gözyaşları ile Balkanlara geçmek zorunda kalan Osmanlı subaylarının koordine ettiği mücadelenin başına Çöl Aslanı Ömer Muhtar geçti. Gözü karalığı, teşkilatçılı ve inanılmaz stratejik dehası ile Ömer Muhtar  22 yıl boyunca İtalyanlara Libya topraklarını dar etti. Gönüllü kuvvetleri ile İtalyan ordusuna inanılmaz ağır kayıplar verdirdi. İtalyan ordularının Libya içlerine ilerlemesine engel oldu. İtalya’nın atadığı sözde valileri savaş  meydanlarında tek tek yendi. Tarihler 1931 yılını gösterdiğinde Ömer muhtar 73 yaşına gelmişti. İlerlemiş yaşına rağmen İtalyanlarla destansı mücadelesine devam ediyor, bağımsızlık için gece gündüz demeden çarpışıyordu. İtalyan hava Kuvvetleri’nin ağır bombardımanla maruz kalan Çöl aslani, yaralı olmasına rağmen son mermisi ne kadar çarpışmıştı, ama esir düşmekten kurtulamamıştır. İtalyanlar tarafından yargılanan “Ömer muhtar “idam edilerek çok istediği şehitlik mertebesi ne ulaştı.

Musab Yasir Özen

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

ÇAR NİCHOLAS

Başa Bela Dil

1825’te yeni Çar Nichalas Rusya’da Tahta çıktı. Ülkenin modernleşmesine, sanayide ve sivil yapıların, Avrupa’yı yakalamasını talep eden liberallerin başlattığı bir ayaklanma çıktı hemen. Bu ayaklanmayı zalimce bastıran 1. Nicolas liderlerinden birini, Konraty Ryleyev’i Ölüme mahkûm etti. Ryleyev İdam edileceği gün boynunda iple sehpada dikiliyordu. Alttaki kapak açıldı, ama Ryleyev asılırken ip koptu ve Ryleyev yere çakıldı. O zamanlar bu tür olaylar tanrısal bir istek olarak görülür ve idamdan bu şekilde kurtulan insanlar genellikle bağışlanırdı. Ryleyev Yara bere ve kir pas içinde ama kellesinin kurtulduğundan emin olarak ayağa kalkıp, “Görüyorsunuz ya Rusya’da hiçbir şeyi doğru dürüst yapmayı bilmiyorlar, bir ip yapmayı bile!” Dedi.

Bir görevliye asılmanın başarısızlıkla sonuçlandı haberi ile Kış sarayı’na ulaştı hemen. Bu haberle canı sıkılan Nicholas Yine de af belgesini imzalamaya başladı. Ama sonra “Ryleyev Bu mucizeden sonra bir şey söyledi mi?” Diye sordu haberciye”Elbette” Diye yanıt verdi. “Rusya’da bir ipi yapmayı bile beceremediklerini söyledi” “Bu durumda” dedi Çar” aksini Kanıtlayalım.“Ve af belgesini yırttı. Ertesi gün Ryleyev görkemli bir şekilde tekrardan asıldı. Bu kez ip kopmamıştı.

Musab Yasir Özen

                                                                                              www.musabyasirozen.com.tr

error: İçerik korunuyor !!!