Archives 23 Nisan 2023

İNSAN HAKKINDA

Bir zamanlar Darwin’in sayesinde insan konusuna nihai bir çözümün getirildiği sanılıyordu, tıpkı kainat hakkında Newton’un nihai bir doktrin ortaya koyduğuna inanıldığı gibi fakat Newton’un Mekanikçi kainat tasavvuru bazı gerçekleri izah edemediğinden dolayı nasıl tutunamadığı ise, Öyle görünüyor ki Darwin teorisi de aynı sebepten “izafi “sayılmaya mahkum dur. Tekamül teorisi insanın ilkdini sayfasını tatminkar bir tarzda izah edemiyor, ve hatta Uygarlıkla ilgili bazı olguları bile açıklamaktan aciz kalıyor.

İNSAN HAKKINDA
Maddi bakımdan hali düzelince insanlardan daha az memnun olur? Maddi standart yükselince psikolojik standart neden düşer? İntihar olayları ve Ruhi bunalım vakaları neden milli gelirin artışı ve eğitim derecesi ile doğrudan doğru ya bir münasebet arz ediyor? Veya evrimin başlangıcında, sonunda kıyasen neden daha fazla insaniyet vardı? İlerleme neden aynı zamanda Hümanizasyon değildir? Nasıl oluyor da dünyanın gayrı nedeni bölgelerinin mesela ( Okyanusya ve Afrika) Sanatı, sözde kültür bölgelerininkinden daha kuvvetlidir. Ve bu sanatın bu bölgeleri üçlü, hemen yön değiştirici bir tesiri vardır, vs. Darwin’le Newton Bir defa tanıdıktan sonra insanın aklı onların açık ve sayını kabul görüşlerini kolay kolay terk edemez.
İNSAN HAKKINDA
Newton’un dünyası sürekli, mantıklı istikrarlı olduğu gibi, Darwin’in insanı da tabii, Basit ve öngörülür mahiyettedir, var olması için mücadele, ihtiyaçları tatmin, ye knesok ve fonksiyonel bir dünya istihdaf ediyor. Fakat Newton’un hayalini en içten yıkmıştır; Burada ise, Şimali, karamsar felsefe ve uygarlığın başarısızlığını aynı şeyi yapıyor. İnsan öngörülemez, açıklanamaz ve tatmin edilemez, şüphe ve korkudan müteessir, Einstein İfadesine göre “eğritilmiş” Bir varlıktır. İnsanın konu olan felsefe uzun müddet, doğru çizgili Darwin vizyonunun tesiri altında kaldıktan sonra, şimdi kendi inkilabını, Einstein’in Görüşüne uygun bir dönüşü bekliyor. İnsan hakkında bu yeni anlayışın Darwin’inci Anlayışına olan nispeti, Einstein’ın kainat anlayışının Newton’unkine olan nispeti gibi olacaktır. Eğer ızdırap yolunda yükselmemiz, zevk yolunda ise görebilmemiz doğru ise, o zaman bir ruha sahip oluşumuzun Hayvan atalarımızla bizi farklılaştırılmasından dolayı bu böyledir. Ne insan Darwin’e göre, ne de kainat Newt ona göre “biçimlendirilmiş” tir.
M.Yasir ÖZEN
08.03.2023
İNSANA DAİR (Darwin ve Michelangelo)

İNSANA DAİR (Darwin ve Michelangelo)

İnsan menşeine dair düşünceler, her dünya görüşünün temel taşını oluşturur. İnsanın nasıl yaşaması icap ettiğine dair incelemelerin hepsi bizi, insanın nereden geldiğini sorusuna götürür. İlimle dinin cevapları burada da birbirine zittır.

İlim, insanın ortaya çıkışını, Zoolojik ve insani hususiyetler arasında kesin sınırın bulunmadığı ve insanın uzun bir geçiş safhası geçirdiği, basit hayat şekillerinden Başlayarak bir tekamül sürecinden geçtiği yolundaki yorumlarla izah eder. Dik yürüyüş, alet yapma veya kullanma, açık ve düzgün konuşma gibi hususlardan hangisi bu ayrılış için tayin edici bir faktör olarak alınırsa alınsın; Bu hususlar ister insanın fiziki yapısının gelişmesine isterse onun etrafındaki tabiattan faydalanması bahsinde söz konusu olsun, ilim için daima harici, maddi bir gerçek olarak görülmüştür. Bu anlayışa göre insan tabiyatın kucağında büyüyen, ondan ayrılmayan ve ona ait olan bir varlıktır.
Buna karşı din ve sanat insanın yaratılmışlığından tanrının bir fiili olan, gelişmeye dayanmayan ani, sancılı, facialı bir olaydan bahsetmek tedirler. Hemen hemen bütün dinlerde farklı tasvirlerle mevcut olan insanın yaratılışı ile ilgili vizyon, insanın maddenin içine atılmış olmasından, dünyaya “ Düşüşü”nden , İnsan ile tabiat arasındaki zıddiyetten, İnsana yabancı ve düşmanca bir muhitden söz etmektedir. İnsanın bir gelişme neticesimi, Yoksa yaratılışları mı ortaya çıktığı meselesi böylece insanın kim olduğu, dünyanın bir parçası mı, yoksa ondan ayrı mı olduğu meselesine dönüşür. Materyalistlere göre insan “Mükemmel hayvandır”, home machine,biyolojik makine… İnsan ile hayvan arasında kalite değil sadece derece farkı vardır. Sırf insana ait bir söz yoktur. Ancak ve ancak “müsahhas” Ve bir fiil var olan, ekonomik ve sosyal tariftir. Macar Watar yelist yazarlarından Gyorgy Lukacs’ın “Egzistencijalizam ili marksizam” adlı eseri; Tüm diğer sistemler gibi insanda tabiat içinde ve tüm tabiyatın kaçınılmaz ve umumi kanunlarına tabi bir sistemdir. (Ivan Pavlov; Psychologie Experimentele) Bir insanın tekamülde harici objektif bir faktör vardır ki oda çalışmadır. İnsan dış çevresini ve kendi çalışmasının bir ürünüdür. İnsan oluşu maddi faktörlerin tahmin ettiği harici, biyolojik bir süreç olarak gösterilmektedir. El Ruhi hayatı tahrik Edip hızlandırıyor. Elin keşfi konuşmanın keşfi gibi Zoolojik tarihin sonunu ve insan tarihinin başlangıcını teşkil ediyor.
İNSANA DAİR (Darwin ve Michelangelo)
Açık ve inandırıcı görünen bu görüşlerin tesiri aşikardır. Aşikar olmayan ise bu görüşlerin bir bakımdan insanı inkar etmesidir. Materyalist bilim ve felsefe insan cüzümütemmimlere ayrılıyor. Ve sürecin sonunda, öyle görünüyor ki tamamen yok oluyor. Sosyal insanı ilk defa Engels tahlil ediyor ve onu sosyal ilişkilerin veya daha sarih bir ifade ile üretim ilişkilerinin bir ürünü olarak gösteriyor. Burada insan tek başına bir hiçtir ve hiçbir şey yaratamaz. Bilakis o var olan bu gerçeklerin bir neticesidir. Bu suretle Kendi gerçeğinden soyutlanmış ve sadece biyolojik bir gerçek olarak gösterilen insanı Darwin ele alıyor. Darwin konuşan Dik yürüyen ve alet yapan bu mahlukun, Tabi ayıklama ve hayatta kalma mücadelesinin neticesi olarak, yakın hayvan atalarından geliştiğini gayet mantıki bir tarzda gösterecektir. Bu sürecin tasvirini, biyolojik canlı dünyanın tüm şekillerini ilk şekillere, bunların ise nihai çizgide fizik, kimya, diğer tabirle moleküller güçlerin oyununa icra edildiğini göstermek suretiyle tamamlayacaktır. Hayat şuur ve insan ruhu gerçek olarak mevcut değildir. Bunlar sadece bu niteliksiz güçlerin karşılıklı eyleminin bilhassa karışık görünümüdür. Orjinal ve “ayrıntılanamayan” Bir insani cevher aslında yoktur. Şimdi biraz cumali ve fakat açık ve anlaşılır olan bu Şeymadan sonra, Sistina Şapeli’nin Michelangelo Tarafından yapılan tavan tasvirlerini, “cennetten kovulma” dan, Âdem’in yaratılmasından “korkunç mahkemeye “kadar bir süreci gözlemlerimizin Önüne seren bu tasvirleri gözden geçirirsek, ister istemez dünya tarihinin belkide en heyecanlandırıcı sanat eserleri olan bu resimlerin manasını kendi kendimize sorarız. Bunlar mevzubahis ettiği o büyük olaylar hakkında acaba herhangi bir gerçeği ihtiva ediyor mu? Ediyorsa bu gerçek nedir? Veya daha açık bir ifadeyle bu resimler gerçeği ne bakımdan yansıtmaktadır?
Yunan trojeorileri Dante’nin Cennet ve cehennem vizyonları, zencilerin ruhani şarkıları,
 Shakes Peore’nin dramları,Faus’tun cennette prologu, Melanezya Maskleri,eski Japon frenksleri, Yahud bazı çağdaş ressamların eserlerinin bu örnekleri bir sıraya rüya yet etmeden ortaya koyuyorum, çünkü bütün sanat bu bakımdan ayrı tarzda tanıklık yapmaktadır.
M.Yasir ÖZEN
DEVLET İKTİDAR VE SİYASET

DEVLET İKTİDAR VE SİYASET

Siyaset sosyolojisinin geniş kapsamlı bir biçimde tanımlanması bir önceki makalede işlendiği gibi, 1980 lerden itibaren genel kabul görmesine rağmen bir çok siyaset sosyoloğu Ve hatta bu tanımı bizzat kendilerine mal eden siyaset sosyologları bile siyaset toplumun bir çok farklı alanında, örneğin aile, eğitim gibi bir dizi toplumsal kurumlarda analiz etmektense yine devlet çerçevesinde, devlet aygıtının sınırları dahilinde meydana gelen bir olgu olarak irdelemeye devam Etmişlerdir. Siyaset olgusunun devletle bu şekilde özdeşleştirilmesinin Tabi bir çok nedeni vardır. Bunlardan biri siyaset sosyolojisinin çok uzun bir süre geleneksel olarak nitelendirilebileceğimiz Bir kurumsal Siyaset bilimi anlayışının etkisi altında kalmış olmasıdır. Siyaset sosyologlarının zihin haritasının bu şekilde çizilmesi ve edindikleri düşünce alışkanlığı onların devlete, merkezi bir önem atfetmelerine ve devlete Siyasal sürecin odağı ve neredeyse tek dayanağı ve kaynağı Olarak algılamalarına neden olmuştur.

Geleneksel siyaset biliminin inşa ettiği kavramsal çerçeve siyaset sosyolojisi üzerinde etkili olmuştur, dedik ve bu eski kendisini öncelikle siyaset kavramının tanımlanmasında göstermektedir. Gerçekte de siyaset nedir? Bu soru ya Yanıt bulmak için Siyaset sözcüğünün zaman içerisinde, bilim tarihi boyunca, bilim dilinde taşımış olduğu anlamlarına bakmak gerekir. Ama herkes bilir ki, siyaset sözcüğünün bilim dışı gündelik sohbetlerde kullanımın Bile birden fazla anlamı taşıdığıda bir gerçektir. Örneğin bir hükümetin eğitim Siyasetinden yakınıyor, devletin dış Siyasetinden ya da belirli bir işletmenin Personel istihdam Siyasetinden söz ediyoruz. Bunun yanı sıra falanca kişinin siyasi davrandığını söylüyor ya da ben siyasete karışmam diyerek tehlikeli saydığımız bazı tartışmalardan kendimizi sıyırabiliyoruz. Demekki günlük konuşma dilinde siyaset sözcüğünün birden fazla anlam taşıması meselesi bir yana, zaman zaman bir kişinin siyasi davrandığını ileri sürdüğümüzde olduğu gibi, bu sözcüğün olumsuz bir yan anlam taşıdığı da ortaya çıkıyor. Gerçi bu sözcüğü sohbetlerimizde kullandığımız da neyi kast ettiğimiz, siyaset sözcüğünün neye tekabül ettiği konusunda sezgisel düzeyde de olsa belirli bir bilgiye sahibiz. Ama birisi çıkıpta bize siyaset sözcüğü ile kesin olarak ve net bir biçimde neyi kastettiğimizi soracak olsa yanıt vermekte güçlük çeker ve bu amiyane   ( yada vürgel) Bilginin yetersiz olduğunu anlarız. Çünkü Siyaseti bir kavram olarak tanımlamak da güçlük çekeriz.
DEVLET İKTİDAR VE SİYASET
Ne var ki, Siyaseti bilim alanında da bir kavram olarak tanımlanması Çetin çabaları neden olmuş ve bu konuda çeşitli yorumlar birbirleriyle çekişme noktasına gelmiştir. Gerek siyaset biliminin, gerek siyaset sosyolojisinin ortak bilimsel objesi olan siyasetin kavramlaştırılması gerçekten de zorlu Bir uğraş teşkil etmiştir. Oysaki diğer bilim dallarının, özellikle doğa bilimlerinin bilimsel objelerine ilişkin bu türden bir tartışma ve güçlük yok. Örneğin botaniğin bilimsel objesi olan bitkilerin tanımlanması ekoller arasında yaklaşım çarpıtmalarına yol açmıyor. Gerçi bu alanda da tartışma var, ama burada tartışma bilimsel objenin tanımı üzerinde değil bitkilerin mesela organik yapıları üzerinde ya da çeşitli tasnifleri konusunda odaklasıyor. Bu toplumun fiziksel ve de aradan zaman geçtikçe daha iyi tespit edilebileceğimiz Şekilde, sosyolojik anlamda da sarsan 17 Ağustos 1999 depreminden sonra bunu gördük.
Yer bilimcilerin ve jeofizikçilerin bilimsel objeleri, örneğin depremlerin Fay hareketlerinden kaynaklandığı, bir fayın ne olduğu ya da ne olmadığı konusunda tanımsal çalışmalara girmediklerini müşahade ettik. Tartışmalar bilimsel objelerinin teşhisi ve tanıma konusunda değil, başka bir alanda cereyan ediyordu. Fayların aktif olup olmadığı, tek parçalı ya da birden çok parçalı olup olmadığı bir sonraki muhtemel depremin tarihi ve tahrip gücü hakkında anlaşmazlık vardı. Onları dinleyen TV seyircileri gerçi hepsinin bir araya gelip aynı yönünde beyanat vermelerinden şikayetçiydi. Çünkü ekran karşısındaki izleyiciler, bilimsel faaliyetin ve bilimde gerçeği aramanın tartışma ve eleştiri zemini üzerinde temellidiğini bilmiyorlardı. Elbette bilmek zorunda da değillerdi. Bilimsel olarak imkansızı, tek beşi aşmaz bir doğulunun açıklanmasını istiyorlardı. Ama biz yine siyaset konusuna dönelim ve sorularımıza dönelim. Toplumsal hayatta cereyan eden sayısız olaylar arasında neyin siyaset olduğunu neyin olmadığını ayırt etmemizin, yani herhangi bir olayı bir siyasal olay olarak teşhir etmemizin yöntemi nedir? Siyaset kavramını tanımlama çabası belli başlı iki yönde süregelmiştir. Bir grup araştırmacı siyasetin devlet olgusuna ilişkin bir faaliyet alanı teşkil ettiğini ileri sürmüştür. Bu yorum Aristo‘nun siyaset bilimine miras bırakmış olduğu geleneksel anlayışın temelini oluşturmaktadır.
DEVLET İKTİDAR VE SİYASET
Aristo, Biliyoruz, insan oğlunun doğasını açıklamak için 10.01 Siyasal hayvan (zoon politikon) Olarak tarif etmişti. Ona göre Siyaset İnsan oğlunun doğasında olan toplumsallığının, Yani cinsleri ile iletişim kurma ihtiyacının ve yeteneğinin uzantısı olarak karşımıza çıkıyordu. Gerçi Toplumsallık bazı hayvan türlerinin de sahip oldukları bir özellikti. Hayvanlar aleminde de sürüler halinde birlikte yaşama hareket etme ilişki ve iletişim kurma örnekleri gözlemlenmiyor değildi, Ama hiçbir hayvan türünün geliştirdiği iletişim sisteminin Siyasal düzeyde bir örgütlenmesi, Siyasal nitelikli bir ilişkiler sistemi kurması varit değildi.
DEVLET-İKTİDAR-VE-SİYASET
Oysaki Siyasallık sadece insanlara özgü bir özellikti ama yine de Aristo tüm insanların Siyasal bir toplum oluşturmadıkları ya da oluşturma istidadına sahip olmadıkları kanaatini taşıyordu. Bazıları topluluklar halinde yaşıyordu, ama bu topluluklar henüz siyaset öncesi bir düzen aşamasında oluşan topluluklardır. Bu topluluklar, Atinanın halkı gibi bir Siyasal toplumu insan oğlunun doğallığının en üst düzey bir sonucu olan ve dolayısı ile ona en çok yakışan Siyasal düzeyde bir örgütlenmeyi, polisi oluşturamamışlardı. O gerçekten de, Aristo‘nun Bu konudaki değerlendirmesi kesindir. O site – Devletin (Polis’in) Doğanın yarattığı bir şey olduğu, insan oğlunun da doğası gereği Siyasal bir hayvan olduğu aşikar bir gerçektir diyordu. Gerçi insanlar polisin dışında da Siyasal nitelikte olmayan bazı örgütlenmeleri gerçekleştirmişlerdi. Ama Aristo biliyoruz, polisi (yani devleti) En önemli iki yerde, toplumsal gruplaşmaların tümünü, örneğin aileyi ya da cemaat biçiminde örgütlenmiş insan gruplarının tümünü sinesinde barındıran, siyaset üzerinde temellenmesinden ve siyaset üretmesinden dolayı da hepsini içeren en üstün topluluk olarak tanımlıyordu. Siyaset düşünme tarihi bize gösteriyor ki, bu tanım uzun yüzyıllar boyunca çok büyük rağbet görecektir.
27.02.2023
M.Yasir ÖZEN
TÜRKİYEDE SİYASET SOSYOLOJİSİ

TÜRKİYE’DE SİYASET SOSYOLOJİSİ

Siyaset sosyolojisi, genel sosyolojinin bir alt dalı. Tıpkı şehir sosyolojisi, inanç sosyolojisi, aile sosyolojisi ya da iktisat sosyolojisi gibi. İsminden de anlaşılacağı üzere siyaset sosyolojisinin inceleme alanı toplumda meydana gelen Siyasal gelişme ve süreçlerle alakalı. Ama bilinmelidir ki, Siyaset sosyolojisinin yanı sıra Siyaset bilimi nde Siyasal olgusu üzerinde odaklanmış bir bilim dalıdır. Gerçekte siyaset her iki bilim dalının da ortak bilimsel objesi. Ne var ki bu saptamayı yapmış olmak yeterince aydınlatıcı değil. Siyaset bilimi ile siyaset sosyolojisinin aynı bilimsel objeye odaklanmış olmaları bizi ister istemez bazı sorulara yanıt aramaya davet ediyor. Siyaset bilimi ile siyaset sosyolojisi gerçekte aynı bilim dalını ifade eden ve esasında eş anlamlı olan iki değişik sözcükten mi ibarettir? Aralarında teşhis Edebileceğimiz hiçbir fark yok mudur? Varsa bu farklılık nereden kaynaklanmaktadır?

Siyaset sosyolojisi ile siyaset bilimi arasındaki temel farkın siyaset sosyolojisinin siyaset biliminin aksine siyaset olgusunun toplum içinde var olan diğer olgulardan tecrit ederek ele almayan bir Bilim olduğunu söyleyebiliriz. Önde gelen amacı siyaset ile toplum arasındaki ilişkileri incelemek olan siyaset sosyolojisinin Siyaseti toplumdan soyutlaşmış bir olgu olarak ele alınması beklenemez. Lakin, siyasetin bir toplumsal olgu olarak kabul edilmiş olması, siyaset sosyolojisinin de genel sosyolojinin temel yaklaşımları ve yönetimleri Çerçevesinde ele alınması gerekiyor.
Siyaset bilimi öncelikle parlamento Siyasal Rejimler seçimler ve tabii ki devlet gibi siyasetin kurumsallaşmış öğelerini incelerken, siyaset sosyolojisi bu tür kurumların yer aldığı toplumun yapısal, kültürel, vb Özgürlüğü ile Siyaseti ilişkilendirmeyi Öngörüyor. Siyaset sosyolojisinde vurgu, siyasetin ve siyasi kurumların toplumla Bağlaştırılması üzerinde odaklasıyor. Örneğin, her iki bilim dalının önde gelen objesi olan devlet incelemelerinde siyaset sosyolojisi devletin toplumla ilişkilerini öncelik veriyor. Topluma atfedilen bu öncelikten ötürüdür ki R.Bendix ve S.Lipset Gibi iki önde gelen bilim adamı siyaset sosyolojisinin “işe toplumla başladığını” Ve devletin toplumu değil toplumun devletin nasıl etkilediğini irdelediğinde belirtiyorlar.
Siyaset ile toplum arasındaki ilişkilerin Altını çizmesi bakımından isabetli ve dolayısıyla da yararlı olan bu tanımlamada belirli bir sıkıntıyla da karşılaşılmıyor değil. Çünkü bu tanımlama biçiminde siyaset sosyolojisinin bilimsel alanda sınırlayıcı bir yaklaşımın ifadelenişini De görüyoruz. Siyaset sosyolojisini Devlet ve toplum ilişkilerine adeta indirgeyen ve bu bilim dalını bir çeşit devlet merkezli bir analiz olarak Öneren bu sınırlayıcı yaklaşımın yerine Siyaseti bir toplumsal olgu olarak, toplumda varolan diğer olgular ve kurumların ışığı altında ve onlarla bağlantılarını tespit ederek ortaya çıkaran Daha geniş kapsamlı bir yaklaşım da göz önünde tutmak gerekir. Bu durumda, yukarıda da belirttiğimiz gibi, siyaset sosyolojisinin öncelikle siyaset ile toplum arasındaki etkileşimleri inceleyen bir bilim olduğu görüşünün yeğ Tutmak mümkündür. Bu nispeten daha “toplum merkezli” Görüşün uzantısında, siyaset sosyolojisinin bir toplum tarafından Siyasal olarak kabul edilen ve genel olarak Böyle nitelendirilen her olguyu kapsamına aldığı gerçeği de ortaya çıkmaktadır. Ne var ki bu yaklaşımı benimsediğimiz andan itibaren de karşımıza hangi olguları ya da olayları Siyasal nitelikli olarak değerlendirdiğimiz sorunu çıkmaktadır.
Bu konuda vereceğimiz bir iki örnek, Bir toplumun günlük ya da uzun vadeli yaşamında olay ya da meselelerin Siyasal nitelikli olduğunu kolayca tespit etmemize yardımcı olabilir. Bir çok başka ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de cumhurbaşkanlarının yeni yılın başında eski deyimle bir resmi kabul ya da alafranga değişle bir resepsiyon tertiplemeleri gelenek haline gelmiştir. Ama olay, devletin en üst makamının düzenlediği bir toplantı olmaktan çıkıp devletlilerin bir gösterisi haline de gelmektedir. Bu gösteri iki düzeyde meydana gelen bir gösterilir. Birincisi, davetlilerin birbirlerine karşı gerçekleştirdikleri TV ekranlarından halka karşı sergilenen gösteri, cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde sahnelenen bu gösteride konuklar resmi hiyerarşideki konumlarına ve sosyal statülerine göre bir araya getirilerek yer almaktadırlar. Askeri ekran, anayasal kurumların üyeleri yabancı ülkelerin büyükelçileri, meclis başkanı, bakanlar, iş dünyasının patronları, medya yöneticileri ve ileri gelen köşe yazarları, “devlet sanatçısı” Ünvanını kazanabilmiş olanlar ve protokole dahil edilen diğer zevat düzenlenen koreografinin, sahne sanatının aktörleridir. Böyle bir gösteri gösteri için ön planda olduğu törende sohbetlerin ya da atılan nutukların alışılagelmiş konular ve tekrarlara Bezdirici sözler çerçevesinde cereyan ettiğine de şüphe yoktur.
Yine de cumhurbaşkanının cumhuriyetimizin bir hukuk devleti olduğunu ifade ederken ya da gelir dağılımının fakir, zengin arasındaki uçurumu tahammül edilemez hale getirildiğini söylerken ses tonunu, kullandığı sözcüklerin nüansları, genelkurmay başkanının, etrafını saran konuk gazetecilere ülkenin AB’ye girmesinin Stratejik bir tercih olduğunu söylemesi ya da maliye bakanının vergi politikasını anlatırken çekingen bir tavır takınması, onları dinleyen konuklar tarafından ülkenin siyasetinde bir şeyler olduğunu, bir takım yeni dengelerin kurulmaya çalışıldığı İzlenimini de doğra bilmektedir. O kadar ki, bu konuşmaların içeriği, resepsiyonda kimin kiminle samimi davranıp davranmadığını, çözülmesi gereken bir şifre gibi ele alınıp gazetelerimizin siyaset sayfalarında günlerce anlatılmakta ve pek önemli Siyasal analizler olarak köşe yazarlarını ( ve okurlarını) Meşgul etmektedir. Demek oluyor ki, görünürde ekabiri Bir araya getiren olağan ve biraz da ister istemez “sosyetik” Bir davetten öteye gitmeyen resepsiyonlar gerçekte Siyasal bir olayın ta kendisidir. Zira, konutların resmi görevleri, devlet protokolü uyarınca onların arasında yapılan tanzim ve tertip boşluk Başbakan’ın falanca koalisyon ortağına ya da parti genel başkanına mesafeli davranması, cumhurbaşkanının yorgun ya da zinde gözükmesi gibi ayrıntılar da siyaset nitelikli. Burada söz konusu olan, statüleri az çok eşit olan insanların bir araya getirilmesi, aralarındaki sosyal ilişki, muhabbet veya soğukluk değil. Kimin kiminle yakın oluşundan ya da kimin kime Uzak durduğundan çıkarılan sonuçlar, yani yapılan yorumlar siyasete ilişkin Yeni dengelerin ya da yeni siyaset biçimlerinin işareti ve ön habercisi olarak kabul edilmektedir. Her toplum için geçerli olan bu tür tespitler ve analizler Türkiye’nin son yıllarda gittikçe artan ölçüde ve hayli abartılı bir biçimde ön plana çıkmaktadır.
Bazı siyasetçilerin ve ileri gelenlerin eşlerinin başlarının Ölçülü olması, gerçekte rutin bir sosyal etkinlik olması gereken davetlerin adeta Siyasal açıdan en kayda değer ve belirleyici bir hadiseymiş gibi kimin katıldığı, kimin katılmadığı, hangi Bey’in başı “türbanlı” eşiyle geldiği ya da gelmediği konuşulan kilitlenmiş gibi gözükmektedir verilen davetin eşli mi eşsiz mi olacağı davetten çok önce tartışılmakta, ve heyecan yaratmaktadır. Bu konu Türk siyasi hayatının sadece önemli değil, neredeyse bir numarada belirleyicisiymiş gibi bir anlam taşımakta ve gazetelerde günlerce süren hepimizin bildiği yazı ve yorumlara malzeme olmaktadır. Laiklik gibi hukuki boyutu bir yana, hiç şüphe yok ki, Siyasal bir anlamda taşıyan bir ilke bu tür davetler çerçevesinde değerlendirilemeye çalışılmaktadır. Resepsiyonlarda ortaya çıkan kadın misafirlerin görüntüsünden hareketle Türkiye’deki Siyasal durum hakkında Öngörülerde bulunmaktadır.
Yine ilk bakışta sadece sanatla ilgili bir etkinlik olamadığı bir Siyasal anlam taşıyan bir başka olayda örnek olarak göstermek mümkün. Ülkenin başkenti nde 1997 yılında icra edilen bir batı klasik müziği konseri, Bir Siyasal arenaya dönüşmüş ve Türkiye ile hatta siyasetle yakından uzaktan ilgisi bulunmayan bir besteci olan Beethoven, Türk toplumunda umulmadık bir Siyasal mesaj taşıyıcısı olabilmiştir. Daha sonra anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan Refah Partisi’nin koalisyon üyesi olduğu bu dönemde çeşitli siyasi odaklar ve sivil toplum kuruluşları Laikliğin tehlike altında olduğuna dair görüş birliği içindeydiler. İşte tam bu sırada zamanın cumhurbaşkanının da katıldığı, Ankara’daki konser, bir müzik şöleni olmaktan çıkmış Siyasal nitelikli tezahürata dönüşü vermiştir. Olağan dışı bir kalabalığın toplandığını hıncahınç dolu konser salonunda insanların “Türkiye laiktir laik kalacak” Diye haykırmaya başlamalarının yanı sıra, cumhurbaşkanı dinleyicilere “içten çağdaş Türkiye” Diye seslenmiştir. Demekki alışılmadık olay, görünürde alelade Bir konserin dahil bazı durumlarda siyasetin sergilediği bir faaliyete nasıl dönüşebildiğini Ve Siyasal bir olay olarak nitelendirilebileceğini bize göstermektedir.
25.02.2023
M.Yasir ÖZEN
TÜRKLERDE OLMASI GEREKEN İSLAMİ İNANÇ SİSTEMİ

TÜRKLERDE OLMASI GEREKEN İSLAMİ İNANÇ SİSTEMİ

İnsan kaynat düzeni için konulan konularla, kendi benliğine hükmeden ve mecburi olarak boyunediği konuları kavramaktan aciz olduğu için, insan ile kaynat, iç benliği ile dış (Görünür) hayatı arasındaki uyumu, uzlaşmayı ve düzeni sağlayacak mükemmel bir hayat düzeni tespit etmesi ve uygulanabilir hale getirmesi imkansızdır. Böyle bir fonksiyonu icra etme hakkı, yalnız ol kainatın ve insanı yaratan, her konuda onları sevk ve idare etme gücüne sahip olan yüce yaratıcınındır. İnsanla Kainat, insanla, kendi içsel ve dışsal yaşamı arasındaki kurulması gereken bu uyumu sağlayabilmek için ALLAH’ın koyduğu konuların uygulanması kaçınılmazdır. Ancak bu uygulama eylemi, İslam’ın inanç sistemine mutabık olmalıdır. İslam’ın birey ve toplum hayatında etkinlik kazanması ancak insanların ihlasla tek Allah’a kulluk etmeleri ve kulun nasıl yapılacağına Dair kesin bilgileri Allah Resulünden olmaları ile mümkündür. Bir başka deyimle tam teslimiyet ve harici sistemleri reddetme öğretisinin yaşama geçirilmesi ile mümkünleşebilir.

TÜRKLERDE OLMASI GEREKEN İSLAMİ İNANÇ SİSTEMİ

İnsan hayatı ile kainatı idare eden yasalar arasında sağlanacak uyum, insan hayatını her türlü fesattan kurtaracağı gibi, insanlık için yararlı olan her şeyi sağlayacaktır. Bu uyum sayesinde insanlar, her şeyden önce kendileriyle barışık yaşarlar. İnsanın kainat düzeni ile mutabakat içerisinde olması meselesine gelince bu insanların hareket ve davranışlarının, kainat hareketleri ile uyum içerisinde olması, insanların yönelimi ile kainatın Yöneliminin örtüşmesi ile mümkün olur. İnsanların kendileri İle barışık yaşamaları ise, iradeleri ile yaptıkları hareket ve davranışların, Fesada uğramamış saf fıtratları ile örtüşmesi ile gerçekleşir. Bunun gerçekleşmesi halinde insanın yapısı ile fıtri yapısı arasında herhangi bir çatışma veya çelişme meydana gelmez. Çünkü Allah‘ın koyduğu Şeriat, insanın içsel yapısı ile Dışsal yapısının, içsel Hareketleri ile dışsal hareketlerinin arasını telif eder. Kolaylık ve barış içerisinde hareket etmelerini sağlar. Bu telif ve düzenleme insanlar arası ilişkilerde ve insanların genel aktivitelerinde de başka bir telifi, Başka bir düzenlemeyi meydana getirir. Böyle bir durumda insanlar kainat sisteminin uyumlu bir parçası haline gelerek kendileri ile kainat arasında yüce Allah‘ın koyduğu ortak yönteme uygun davranırlar. Yani kainatla da tam bir barış içerisinde yaşarlar. Bundan başka Allah‘ın şeriatı sayesinde kainatın kendisinden gizli olan sırlarını da kolay yoldan keşfeden insan, orada saklı olan hazineleri ortaya çıkarıp insanlığın yararına sunabilir. Bu imkanlarla kainat arasında herhangi bir çatışmaya meydan vermeyen insanlığın ortak çıkarları için Kullanılmalarını sağlar.
TÜRKLERDE OLMASI GEREKEN İSLAMİ İNANÇ SİSTEMİ
Bazı şer fikirli insanların Allah’ın nizami yerine ortaya koydukları değerler, insanlığın hevasıdır. Kutsal kitabımız Kur’an böyleleri hakkında şu açıklamayı yapar. Eğer hak onların istediklerine uyusaydı, gökler ve yer içindekiler Fesada uğrardı. ( Müminun,23/72) Bu nedenle, İslami bakış açısı, İslam’ın dayanağı olan “Hak” İle göklerin ve yerin dayanağı olan “Hak” kavramlarını birleştirerek dünya ve ahiret işlerini, bu yeni kavram muvacehesinde düzerler. Çünkü Allah insanları bu ölçüye göre hesaba çekecek, ona uygun hareket edeni ödüllendirecek, ona tecavüz edeni cezalandıracaktır. Çünkü o Parçalanması imkansız bütünsel bir kavramdır. Her halükarda Allah’ın bu varlık alemi için dilediği kavmi Bir sistemidir. Yasalar manzumesidir. Canlı cansız tüm alem o sisteme boyun eğmek Ve onu değişmeyen bir ilke olarak kabul etmek zorundadır. Konu ile alakalı kuran şu açıklamayı yapmakta;
And olsun, size içinde şanlı ve şerefiniz olan bir kitap indirdik. Akletmiyormusunuz? “ Halkı zalim olan nice kenti kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka bir topluluk getirdik”
“ Azabımızı hissettiklerinde, derhal ondan kaçmak için binek hayvanlarını Mahmuzluyorlardı”
“ Boşuna kaçmayın bol bol verilip içinde Şımartıldığınız nimetlere ve Yurtlarınıza dönün; Çünkü sorgulanacaksınız. Eyvah bize derler gerçekten biz zalimlermişiz. Bu mırıldanmaları sürüp giderken biz onları biçilmiş ekin gibi yaptık; Sunup gittiler”
“ Biz göğü, Yeri ve bunların arasında bulunanları eğlence olsun diye yaratmadık”
“ Eğer biz eğlence edinmek isteseydik, kendi katımızdan bir eğlence edinirdik. Yapacak olsaydık böyle yapardık”
“Hayır biz hakkı batılın üzerine atarız da o, onun beynini parçalar, derhal batılın canı çıkar. Allah’a yaklaştırdığınız niteliklerden ötürü vay sizin halinize!“
“ Göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur. Onun yanında bulunanlar, ona kulluk etmekten dolayı kibirlenmez ve usanmazlar”
İnsan fıtratı, çünkü fıtratının yapısal özelliği, onu çevreleyen kainat sisteminin oluş, özellikleri benliğine, Bu varlık âleminin hakka dayandığını,
“Hak” Üzere kurulduğunu, bu konuda “ Hakkın temel olduğunu ilham eder. O “Hak” İlahi düzenleme temeli üzerine yerleştirilmiştir. Kesinlikle sarsılmaz, değişik yollara ayrılmaz, işlevi değişmez, birbiri ile çelişir nede çatışır; Geçici raslantılar, yoldan çıkmış Kaçamaklar, değişken tutkular ve istemlerini uygun biçimde yürümez. Ölçüleri önceden belirlenmiş sağlam ve son derece incelikli bir düzen içerisinde seyreder. Bu yüzden insan ile benliğinin derinliklerinde saklı “Hak” arasında, hevasının etkisi ile bir ters düşme, bir ayrılık baş gösterdiğinde, insanla fıtratı arasında çelişme ve çatışma meydana gelir. Böylesi bir çelişme ve çatışma, ancak insanoğlu, hayatını Allah‘ın şeriatına değil, kendi hevasına dayalı, yaşama biçimine Dayandırdığında, yaratıcısına kayıtsız şartsız bağlı olan su kaynat gibi Allah’ına teslim olmadığı zaman söz konusu olur.
Bu ayrılığa ve çatışmaya düşme vakiasının Bir benzeri fertler cemaatler, Ümmetler ve kuşaklar arasında meydana gelebileceği gibi, insanlık ile onu çevreleyen kainat arasında da meydana gelir. Bu durumda kainat sistemine bağlı güçleri, hazineleri, insan oğlunun huzuruna ve Medenileşmesine vesile olur. Bu takdirde Allahın kanunu yeryüzüne yerleştirmenin görünürdeki belli başlı hedefi salt ahiret için çalışmak, hazırlanmak için olmaz. Çünkü dünya ve ahiret insan hayatı için birbirini bütünleyen iki aşamadır. Allahın Kanunları insan hayatında bu iki aşamanın arasını ulaştırır; İnsan hayatı ile kainat düzeni için Allah’ın koyduğu düzenin arasını bağdaştırır. Cihansümul İlahi düzen ile uzlaşmak, insan oğlunun mutlu olmasını ahirete  bırakmaz. Aksine mutluluğa erme meselesini ilk aşamada yani dünyada gerçekleştirilebilecek bir olgu olarak kabul eder. Ahirette ise insanın bu mutluluğunu zirveye ulaştırır.
İslam düşüncesinin ( veya dünya görüşünün) Kainat ve bu kainatın gölgesinde yaşamını sürdüren insan varlığı hakkındaki temel kanaati Ve tutumu böyledir. Bu fikri temel, Özü itibari ile insanlığın tanıdığı Diğer dünya görüşlerinden farklıdır. Bu nedenle İslami dünya görüşü başka sosyal düzen verin, ideolojilerin Hiç birisinin dayanmadığı özgün gereklilikler temeline dayanır.
09.11.2022
M.Yasir ÖZEN
Deprem felaketi

04:17 Felaketi

85 milyonun yüreğini yakan asrın felaketi ni yaşamaktayız 2 dakika da yok olan hayatlar dümdüz olan şehirler mucize kurtuluşlara tarifi olmayan acılara bir millet olarak yardımlaşmaya aynı zamanda büyük dersler çıkarmamız gereken en küçüğümüzden büyüğüne kadar şapkasını önüne koyup hayatı, kendini sorguladığı zamanları yaşamaktayız ve tanıklık etmekteyiz.
Sahadaki acıların zorlukların aksaklıkların imkansızlıkların her ne kadar tarifi olmasa da yaşıyor mus gibi hissederek yüreklerimizde sızısını yaşamaktayız. Devletimiz ve milletimiz elele vererek bu enkaz hayatları tamir edecek kimisini tamir etmeye çalışacak ama izi hep kalacak şu zamanda kurtarma çalışmalarından tutun barınma, sağlık, gıda, yaşamsal tüm ihtiyaçlara ilgili eksikliklerini hayatları fedakarlıkları insanlığımı vicdanımı kaybetmiş davranışlarda bulunanları ülkemizin tüm yayın kuruluşlarında sosyal medyada, tüm platformlarda dize getirebilmektedir. Ben daha çok bundan sonrasıyla ilgili konulara değinmek istiyorum millet ve devlet olarak kendimizi sorgulamamızın bunun da somut olarak değişimlere dönüşmesi gerekmektedir şarttır.
Deprem felaketi
Bizler kadere iman etmiş bu imanla şereflendirilmiş bir milletiz bu iman gücüyle Allah celle celalühu buyurduğu üzere yeryüzünün inşası İçin halifesi olan insan doğru şekilde biz Müslüman bu Millet haddi aşmadan tüm tedbirleri alarak tevekkülü Allah diyerek inşa edersek milletçe kaderimizde olan bu imtihanları daha az hasarlarla çok iyi dersler çıkararak geçirebiliriz. Bununda en önemli ilk adımı Üstad necip Fazılın İdeolocya örgüsünden ana hatlarıyla ortaya koyduğu İslam inkılâbının gerçekleştirmek bu şuuru oluşturmaktır bunuda en ücra köylerden başlayarak metropollerimizdeki en ücra mahallelere kadar tüm nesilleri eğiterek başlamak gerekmektedir o zaman ilim de, bilimde tam anlamıyla idrak etmiş ruh derinliğine ulaşmış bir toplum oluşturmak lazım. Toplumun tüm sınıfları bu inkilap doğrultusunda. Bir millet olma şuuru oluşturuldu mu başarıdan söz edilebilir.
O zaman biz Japonların, Amerikalıların, Avrupalıların başarılarından tekniklerinden değilde onlar bizim ilmimizle bilmemizle geliştirdiğimiz tekniklerimizi başarılarımızı konuşurlar. Felaketin ilk gününden belli yabancı milletlerin depremle ilgili geliştirdiği tekniklerden bahsedilmekte özellikle japon halkının başarıları öne çıkarılmakta, halen bu kadar başarılılar diye kimse tam anlamıyla sorgulamakta Materyalist Olarak madde odaklı bakışla yorumlanmaktadır.
Deprem felaketi
İşin aslıysa işi ehline verip tam anlamda inanmış ruh derinliğine ulaşmış disiplinli bir şekilde idrakleri doğrultusunda millet olmaları başarıyı Getirmektedir. İlimde bilimde bahçeden Allah cc dir. Biz Müslüman alemi tam anlamıyla şuurlu İslam inkılâbının Ruhi derinliğine erişmiş nesillerle başarıya varabiliriz aksi takdirde devletimizin ve milletimizin tüm çabalarıyla ekonomik anlamla tüm SORUNLAR çözülse de yeniden konutlar inşa edilerek kentler ekonomik olarak ihya edilip ayağa kaldırılarak Metropolleştirseler bile nesiller boyunca ilimde bilimde tam anlamıyla kavrayamamış başka milletleri taklit ederek yerimizde sayıklayarak kalırız.
Her ne kadar yaralarımız acılarımız çok taze iken bile felaketin ilk gününden beri tüm yayın kuruluşlarında imar izinleri müteahhitlerin uygun olmayan malzemeler kullanmaları yerel yönetimlerden merkezi yönetime kadar yapılmayan denetimler mevzuat dışı izinler vs vs. Bir çok eleştiriler tesisler dile getirilmekte ki daha çok çok uzun süre bu konular konuşulacak ama asıl işin Özü liyâkatli Ehl olmayan kişilerin hak etmediği yerlere getirip manevi Ruhi derinliğe erişememiş eğitilmemiş nefsine Esir olmuş günlük çıkar peşindeki kişilerin iş görme ve karar merciilerinden görevlendirilmeleridir.
Deprem felaketi
Topyekün ülke olarak kaideleri kurallar ilimle bilimle belirlenmiş İslam inkılâbının doğrultusunda düzen inşa etmedik mi bu felaket unutulup yaralar kabuk bağlar da mı hiçbir şeyi idrak edemeyerek aynı çarpık düzen devam eder, daha önceki felak etlerde değişmediği gibi örneğin elazığ, Van, İzmir, Marmara Ve çeşitli tüm felaketlerdeki gibi. Siyasi rantlar bol sıfırlı dövizli ihaleler ne hakka ve halka hizmet etme yerler (HAŞA) cennetten bir köşe vaatlerinle sayılmaya çalışılan sırf günlük dünyevi menfaatleri için haddi açtıkları brand çarkı devam eder. Son olarak milletçe yaşamış olduğumuz bu felak ette ki imtihanımız da yaşanan Allah cc tarafından bahsedilen mucize diye adlandırabileceğiniz bir çok kurtuluş hadiseleri vardır en Kazlardan kurtarılan kişilerin özellikle çocukların yaşamış oldukları hadiseleri anlattıklarında tarifi mümkün olmayan kelimelerin Kifayetsiz kaldığı duyguları Yaşamışızdır. Yaşıyoruz da bu kişilerle Röportaj yapılarak bölgeselleştirilip gelecek nesillerimizde oluşması gereken ruhçuluğun sağlanması için eğitim amaçlı kullanılmalıdır. Çağımızın robotlaşmış beyni yıkanmış varoluş amacını kavrayamamış olanı da yitirmiş batıl tarafından materyalist anlayışıyla kuşatılmış küllerinden dolmayı bekleyen milletimizin Ruhi Buhranına bir nebze de olsa ilaç olacaktır.
06.2.2023 tarihi 04.10 7 saat tarihinin yeniden dirilişimizin miladı olması dileklerimizle.
Hakkı rahmetine kavuşan ahrette göçen ümmeti Muhammete Allah’tan rahmet diler acılı ailelerine baş sağlığı sabırlar, yaralılara acil şifalar dilerim.
“Geçmiş olsun güzel yurdumun güzel insanları”
EMRAH SAĞLIK
Af çağrısı

Türkiye Cumhuriyeti Kamuoyu’na Duyuru 23 Yıldır Cezaevinde Yatan Mahkum ve Ceza İnfaz Sistemindeki Adaletsizlikler!!!

Ceza hukukundaki adaletsiz uygulama sonucu, Ben ve benim gibi 50 bin mahkum ve suçsuz olarak yıllardır cezaevindeler. Ben 1989 yılında 36 yıl ceza aldım ve tahliye edildim, (yaklaşık 10 yıl ceza yattım), Fakat işlemediğim bir suçtan dolayı ceza aldım ve şartlı Salı verilmem geri alındı. 36 yılı sil baştan tekrar yatırıyorlar. Onun için 23 yıldır bir fiil cezaevindeyim. Daha önce ceza yattığım 10 yılı da eklediğimde 33 yıldır aynı cezayı iki seferdir çekmiş oluyorum. Benim gibi aynı cezai durumda olan 50 bin mahkum vardır. Bunların sesi olamamayı var olan ceza hukuk sistemindeki çarpıklığın nasıl uygulandığını görünür kılma gibi bir hakkımda olamaz.

Öncelikle ceza hukuk sistemimizin Roma hukuk sisteminden geldiği için sonradan çıkan yasa lehte ise uygulanır, aleyhde ise uygulanmaz ilkesi vardır. Ben 2000 yılında içeri (cezaevine) girdim, suç tarihinde yürürlükte olupta uygulanan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu vardı. Onun için bu Tck’nın 17. Maddesine dayanarak şartlı salıverilmem geri alınıyor ve haksız yere 33 yıldır ceza yatıyorum.

Daha da 2045 yılına kadar cezaevinde yatacağım. Oysa ki 01 haziran 2005 yılında yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK ile 765 sayılı TCK’yı karşılaştırıp lehe uygulamayı yasa güvencesine alındığını ilgili kanunla açıklanmıştır. Yasaların hukuk kurallarına göre uygulanmadığından dolayı benim gibi 50 bin insan haksız yere şartlı salıverilme kararları geri alınmış ve suçsuz yere yıllardır cezaevinde yatıyorlar.

01 haziran 2005 yılında yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK lehime olduğu için 14.02.2005 yılında Osmaniye 1. Ağır ceza mahkemesince geri alınan şartlı salıverilme kararının ortadan kaldırılıp Tahliye edilmem gerekiyordu. Çünkü lehe uygulama gereği Yasa Böyle Emrediyor. Ben suç tarihinde 765 sayılı ceza yasasına tabi olup, 647 sayılı infaz yasasına görede ceza infaz ediliyorum. Lehe uygulama gereği 2005 yılında 2005 yılında, geri alınan şartlı salıverilme kararımın ortadan kalkması gerekiyor.

Af çağrısı

Şöyle’ki; Yargıtay içtihadı birleştirme kurulunun 23.02.1938 gün ve 23/9 sayılı kararı ile düzenleme yapılan 5252 sayılı yasanın 9/3.maddesi gereğince uygulama olanağı bulunan ceza hukukuna ilişkin yasanın, Leh ve Aleyhteki hükümleri ile birlikte ayrı ayrı ele alınarak somut olaya göre sonuçların değerlendirilmesi ve karşılaştırılması sonucunda Fail bakımından daha lehe sonuç veren yasanın belirlenip, son hükmün buna göre verilmesi, Lehe sonuç doğuran yasanın bir Bütün halinde uygulanması iki yasa birbirine Karıştırılmadan uygulanması gerekmektedir. Bununla birlikte 765 sayılı TCK’nın 2.madde 2. Fıkrasında bir cürüm veya kabahatin işlendiği zamanın kanunu ile sonradan neşir olunan kanun hükümleri birbirinden farklı ise failin lehinde olan kanun Tatbik ve infaz olunur denesine rağmen 5237 sayılı TCK’nın madde 2. Fıkrasında suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümlerini birbirinden farklı ise failin lehinde olan kanun uygulanır ve infaz olunur şeklinde düzenlenmiştir.

Nitekim 5237 sayılı TCK’nın 7.madde 2. Fıkrasında gerekçe : İkiden çok kanun değişmesi halinde bunlardan hangisi daha Lehte ise onun uygulanacağını belirtmek maksadıyla maddenin 2. Fıkrası kaleme alınmıştır denmektedir. Bu gerekçede birden çok kanun değişmesi halinde Lehe olan kanun uygulanması açısından kanun koyucunun iradesinin tespiti yönünden yol göstericidir. Bu itibarla 5237 sayılı TCK’da şartlı salı verilmenin geri alınmasına ilişkin bir hüküm bulunmadığından, bu kanun Lehimedir. Her ne kadar 5275 sayılı ceza infaz yasasının 107. Maddesinde Şartlı salıverilmeyi geri alma var ise de, suç tarihinde 647 sayılı infaz yasası yürürlükte olup bu yasada şartlı salıverilmenin geri alınmasına ilişkin bir düzenleme bulunmadığından infaz rejimi açısından 647 sayılı yasa Lehime olmaktadır.

 

Burada 01 haziran 2005 Tarihinde yürürlüğe giren 5275 sayılı infaz kanununun 107.maddesinin ilgili fıkrasına göre şartlar oluşmuş ise de Benim 5275 sayılı yasanın 107. Maddesi anlamında bir infaz rejimine tabi olmadığımdan 5275 sayılı yasanın 107. Maddesi uygulanmaz. Başka bir açıdan bakıldığında da 5275 sayılı kanunun 107. Maddesinin 2. Bendi gereğince cezalarımın 2/3’sini infaz kurumunda çekmedim. B bendi gereğince denetim süresine tabi tutulmadım, 9. Bendi gereğince denetim süresinde bana rehberlik edecek uzman bir kişi görevlendirilmediği gibi 5275 sayılı kanunda belirtilen infaz sırasında hakkımda uygulanacak birçok hükümden ve yararlanabileceğim haklardan yararlanmaksızın yalnızca 107. Maddesinin aleyhimde olan ilgili fıkrasını Tek başına yasanın içinden çekip alınarak uygulanmasının olanağı bulunmamaktadır.

Başka bir değişle; Maddi ceza hukukuna ilişkin 5237 sayılı TCK’da şartlı salıverilmenin geri alınmasına ilişkin bir hüküm bulunmadığından, bu yasa Lehimedir.

İnfaz yasası olarakta 647 sayılı yasada şartla salıverilmenin geri alınmasına ilişkin bir düzenleme bulunmadığından 647 sayılı yasa Lehime görünmektedir.

Af çağrısı

 

Hangi infaz statüsü Lehime ise o uygulanmalıdır. 647 sayılı infaz yasası infaz statüsü yönünden lehime olduğundan bu yasa uygulanarak Tahliye edilmem gerekiyordu.

04.11.2004 Tarihli 5252 sayılı yasanın uyum hükümlerine yoklamada bulunan madde 3-(1) mevzuata yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanun’una yapılan yoklamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanun’unda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır.

(2) mevzuatta yürürlükten kaldırılmış Türk Ceza Kanun’unun Kitap, bab ve fasıllarına yapılmış olan yoklamalar o kitap, bab ve fasıl içinde yer almış hükümlerin karşılığını oluşturan 5237 sayılı Türk Ceza Kanun’unun maddelerine yapılmış sayılır.

Görüldüğü gibi 765 sayılı TCK’ ın ve 5237 sayılı TCK’ yı karşılaştırıp Lehe uygulamayı hüküm kurmayı güvence altına aldığını belirten 5252 sayılı yasada 765 sayılı Türk Ceza Yasa’sının 107. Maddesi uygulanır diye bir yasa açıklama mantığıda yoktur.

İşte 1 Haziran 2005 yılında yürürlüğe yeni ceza yasaları girdiğinde Daha önce şartlı salıverme kararları geri alınanlara ilişkin mahkemeler farklı kararlar verip bir mağduriyetler giderilmedi ve durumumda olan 50 bin hükümlü sil baştan aynı cezayı bitirmesine rağmen Tekrar yatıyor.

Benim ve 50 bin mağdur mahkum gibi şartlı salıverilme kararı geri alınıp 1 haziran 2005 yılında yürürlüğe giren yeni yasalar sonucu Karabük Ağır Ceza Mahkemesi’nin Lehe kararında Kamuoyunun dikkatine sunmaya yarar görmekteyim.

 

Açıklama; Karabük Ağır Ceza Mahkemesi’nin Hükümlü M.Y. hakkında 10.06.2005 tarih 2005/112 Esas, 2005/97 sayılı Kararında 5237 sayılı yasa da 765 sayılı TCK’nın 17. Maddesinde olduğu gibi şartlı salıverilme bulunmadığından ve 5237 sayılı TCK’nın hak yoksunluğu yönünden de hükümlü Lehine olduğundan 765 sayılı TCK’nın 17.maddesinin uygulanmasına yer olmadığına ve infaz statüsü yönünden de 647 sayılı infaz yasası hükümlü Lehine olduğundan 5275 sayılı yasanın 107.maddesinin uygulanmasına yer olmadığına dolayısı ile şartla Tahliyenin geri alınmaya ilişkin mahkememizin 2001/07 Esas, 2003/70 sayılı karar ilamındaki geri alınmaya ilişkin hükmün 5237 sayılı TCK’nın 7.maddesi gereğince uygulama olanağı kalmadığından ŞARTLI TAHLİYE’NİN GERİ ALINMASI KARARI’NIN ORTADAN KALDIRILMASI’NA VE HÜKÜMLÜ M.Y’NİN TAHLİYESİ’NE KARAR VERİLMİŞTİR.

Görüldüğü gibi hukuki durumumla ve 50 bin mahkumun durumuyla aynı olan Karabük Ağır Ceza mahkemesinin Lehe olan kararı neden mahkemem ve 50 bin kişinin mahkemelerinde uygulanmıyor…

Af çağrısı

Karabük mahkemesi farklı, Osmaniye veya başka il mahkemeleri farklı kararlar veriyorlar. Türkiye Eyalet Federasyon sistemiyle mi yönetiliyor da biz 50 binler bilmiyoruz. Yine 15.04.2020 Tarihinde yürürlüğe giren 7242 sayılı infaz yasası Tamamen içinden çıkılmaz bir hukuk skandalıdır.

7242 sayılı infaz yasasının 48.maddesiyle 5275 sayılı infaz kanununun 107/13/a maddesi değiştirilmiş ve sonradan işlediği suçtan “iki kat” ceza denmektedir.

Böylece mahkemem geri alınan ŞARTLI SALIVERİLMEM kararını KALDIRMALIDI şimdi ben 2000 yılında suç işlemişim 2000 yılına kadar ceza kararını geriye yürüteceksin aldığım cezayı “iki kat” yapacaksın ve aleyhime şekilli sonuç oluşturup hukuka yasalara aykırı olarak beni ceza evinde TUTACAKSIN !!!

Ceza kanunlarının geriye yürümezliği ve çifte yargılama yasağı Hiç kimse işlediği zaman ulusal ve uluslararası hukuka (kanuna) göre suç sayılmayan bir fiil veya ihmalden dolayı mahkum edilemez. (İHEB m. 11/2 : KSHS m 15 AİHS m.9, İHAS m 7, AFİHHŞ m, 7/2 UCM statüsü m.22 ) AYM 38/1’e göre kimseye suçu işlediği zaman kanunda suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. Savaş, seferberlik, sıkı yönetim veya olağan üstü hallerde bile savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, suç ve cezalar geçmişe yürütülemez gibi AYM 15 ve sözleşmeler açıktır.

Durum böyleyken 15.04.2020 Tarihli 7242/48. Maddeyle getirilen değişiklik sonucu ceza kararlarını geriye yürütüp iki kat ve aleyhte şekil oluşturup 50 binlerin mağduriyeti giderilmediği gibi adeta yaralarımıza tuz basılmıştır. Yani mahkemeler uyarlama yaparken bile açık açık hata ve usule aykırı karar veriyorlar. Örneğin Ben suç tarihi olan 2000 yılında suç işledim ve tabi olduğum ceza kanunu 765 sayılı TCK’dır bu TCK’nın 70.maddesinde şöyle diyor; “Birden çok müebbet ceza halinde tek müebbet ceza infaz olunur” ve 647 sayılı infaz kanununa göre infaz etmem gereken sürede 16 yıldır Fakat ben 23 yıldır yatıyorum.

Yani mahkemeler 15.04.2020 tarihli 7242 sayılı infaz kanunun 48.maddesini uygularken 765 sayılı TCK’nın 70. Maddesini yani bu eski yasamaya ait olan davaları nasıl bir karara bağlayacaklarına dair bir mevzuatta yoktur. Hala hala mükerrire esas teşkil edildiği kararlara bakıldığında tamamen hukukun katliamıdır. Ceza yasalarımız Ağır hapis Hafif hapis diye tasnif edilmiştir.Hal böyle iken nasıl olurda daha önce alınan bir aylık ceza kararını esasa alıp Cinayet suçundan mükerrir takarsın. Normalde Ağır Ceza, Hafif ceza birbirinin karşılığı olamaz ve mükerrir’e esas alınamaz.

Af çağrısı

Geri alınan şartlı salıverilmelerde aynen böyledir. Yani ceza yasalarımız ve ceza infaz sistemimiz tamamen amaçlanan hedeflerden uzak olup kişiyi çürütme ölüme terk etme ve daha fazla suçlular ordusunu yaratmayı hedefliyor. Zira haksız yere geri alınan şartlı salıverilme kararları sonucu 50 bin mağdur hükümlü vardır. Bu çarpık infaz sisteminin kurbanı olan on binlerin aileleri de mağdur olmuşlardır.

06.02.2023 günü merkezi Kahramanmaraş olmak üzere 11 ilde yaşanan deprem sonucu evlerimiz yıkılmış, Ailelerimiz perişan olmuş kimi arkadaşlarımızın aileleri öldü. SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ’dan bizzat AF çıkarmasını istiyoruz.Bizlerde mağdur ve mazlumuz çarpık ve adaletsiz infaz sisteminin kurbanı olmuş insanlarız. Depremde çoğumuzun aileleri dışarıda kalmış hepsi de yoksul ve ekmeğe muhtaç insanlardır. Ben Şanlıurfalı olup ailemin bir kısmı Hatay İskenderun’da ve diğer kardeşlerim Urfa, Adana, Gaziantep ve ailem çocuklarımda islahiye ilçesinde kalıyorlar. Yaşanan depremde tüm ailem mağdur oldu. Hepsi soğuk havada dışarıda kalıyorlar. Bu mağduriyetimizi haykıran mahkum dernekleri vardır ancak yüz binlerce aile destek,

Hz. Ömer döneminde İslam ordusuyla Bizans ordusu arasında savaş çıkıyor ve savaşta onlarca Bizans askerleri esir düşüyor. Hemen bu esirleri yargılayıp hemen idam etmek istiyorlar, Hz. Ömer devreye girip idamlarını önlemek istiyor ve şöyle diyor; “Bunlar bizansın zoruyla savaşa katılmışlar, hepsinin bekleyen çocukları var, biz savaşı kazandık bari bu esirleri af edelim ve kalplerini feth edelim diyor ve af ediliyorlar. Onun için Hz.Ömer’in adaleti deniyor.

Yine sayın CUMHURBAŞKANIMIZDAN BU ÇIĞLIĞIMI DUYMASINI RİCA EDİYORUM.

Sayın CUMHURBAŞKANIM mağdurun ve mazlumun halini en iyi anlayan sizlersiniz. Bu yaşadığımız Deprem sonucu ailelerimiz perişan, çocuklarımıza bakacak maddi güçte olan kimsemiz yok. Hal böyle olunca bizler burada İÇERİDE akli dengemizi yitirmek üzereyiz bu acılar karşısında hangi kalp dayanır. Bu çığlığımıza karşı göstereceğiniz İNSANİ VE VİCDANİ DUYARLILIĞA OLAN İNANCIMLA SAYGILARIMIZI SUNUYORUZ.Ülkemiz büyük bir felaket yaşadı ve daha da Büyük Depremlerin geleceğini uzmanlar tarafından söyleniyor. Öncelik olarak bir affın ilan edilmesini istiyoruz SAYIN DEVLET BÜYÜKLERİMİZDEN.

Zaten Sayın CUMHURBAŞKANIMIZ olağanüstü hal ilan etti. Ulusal hayatımızı tehdit eden büyük deprem yaşadık. Bu konuda İHAS m. 15’teki “Ulusun hayatını tehdit eden diğer olağanüstü durumları” kavramını yorumlayan insan hakları Avrupa mahkemesi tüm toplumu etkileyen ve onun için bir tehlike teşkil eden bir durumun varlığı halinde yürütmenin başı veya Hükümet olağan üstü hal ilan eder ve toplumun güvenliğini sağlar o zaman, dışarıda ailelerimiz perişan olduğunu ve doğal hava şartlarına rağmen aç ve zor şartlardaki yaşamlarına karşı bizler nasıl bir trajedi yaşadığımız dikkatinize sunmak isterim. Zira yukarıda da değindiğim gibi şartlı salıverilmesi geri alınanlar sadece 50 bindir. Bizler suçsuzuz ve mağduruz sadece adaletsiz FETÖ’cü hakimlerin acımasız ve haksız kararlarının kurbanı olmuşuz.

Af çağrısı

Tüm mahkumlar ve özellikle benim gibi şartlı salıverilmesi geri alınanlar için hiçbir parti iddaları gözetmeden tüm Millet Vekillerine, Tüm Siyasi Partilere çağrımdır;

Haksız yere şartlı salıverilmem geri alındı ve 23 yıldır bir fiil cezaevindeyim, benim gibi 50 bin mahkum vardır. Sizler evinizde çocuklarınızı severken onlara baba şefkatini gösterip sevindirip mutlu olmalarını sağlıyorsunuz. Ya bizler? Yoksul garibanlar olarak yaşanan depremden dolayı çocuklarımız aç, soğuk, kış şartları ellerine geçen bir çadırla tir tir titreyerek yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Devletin veya bir hayır kurumunun uzatacakları bir çorba ile günü gelerek ve gecenin karanlığında hayal kurup Devletin Babalarını af etme gününü duygularının parantezine alıyorlar.

Mahkum olarakta; Ne günümüz gün nede gecemiz gece, kimsesiz kalan ailelerimiz çocuklarımız ve haksız yere yıllardır Cezaevinde oluşumuzda cabası.

Gözlerimiz yaşlı, 5-6 metre kareyi kilo metrelere çeviren kederli mahzun ve boynu bükük kader yolcularıyız. Ülkemizde yaşanan felaket sonucu ailelerimizin ve milyonlarca canlarımızın yaralanması, on binlerce ölümlerin olduğunu bile bile nasıl yemek yiyebiliriz, nasıl derin sohbetlere dalıp ağız dolusu güleriz! Bak yemek arabası geliyor ve kapı açılıyor iki çift karavana! mide ve bağırsaktan ibaret birer kurbanız!! Sadece DEVLETİMİZDEN bizleri üreten ve vatanımıza milletimize faydalı olma şansını tanımasını istiyoruz. Zaten yasalarımızın amacı da bu değil mi? Hani ceza yasalarımızın amacı kişiyi içeride çürütmek, öldürmek değil sosyal bilince kavuşturup toplum arasına salmaktır diye, Hal böyleyken, nasıl olurda ben aynı suçtan TEKRAR 33 YILDIR CEZAEVİNDEYİM?

Cezaevilerinde okul kayıt parası alındığı için çok mahkum okuyamıyor, zaten cezaevleri yoksul insanlarla dolu, mahkumlar okuyup hayat bilincini kazanmasının önündeki engel KAYIT PARALARIDIR. Onun için DEVLETİMİZDEN TÜM KAYIT PARALARININ MAHKUMLARDAN ALINMAMASI İÇİN YASA DÜZENLENMESİNİ İSTİYORUZ. Çünkü insan okuduğu zaman ufku gelişir, hayatına pozitif bakar suç işlemez ve insanları sever. Aynı zamanda vatanına milletine faydalı birer nefer olur. İnanıyorum ki DEVLETİMİZ BU KONUDA’DA DUYARLILIK GÖSTERECEKTİR.

Birde içeride yakalandığım Hastalıklar ve benim gibi hastalar. Ben daha önce 10 yıl yatıp 1997 yılında tahliye adildim. Ve aynı cezayı 2000 yılından buyana (23 Yıldır) yatıyorum. Bu cezaevi sürecinde, iki sefer belimden ameliyat oldum sakat durumdayım. Bağırsak (Kolon) Hastalığına yakalandım ve tıbben çözümü de yok deniliyor. Anti KOAH, ASTIM hastası da oldum. Hal böyle olunca ne sağlığım nede ömrüm bu cezayı bitirmeye müsaittir. Onun için cezaevinde ÖLMEK istemiyorum. Son bir AF istiyorum Devletimizden. Annemin Babamın mezarına gidip Fatiha okumak, bir sofinin Allaha olan aşkı gibi Milletine Vatanına faydalı olmak istiyorum.

Benim durumumda olan sadece 50 bin mahkum vardır. Birde 500 bine yakın mahkum şans bekliyor. (BİR DEFAYA MAHSUS) Af istiyor. Aileler ve akrabaları da dahil ettiğimizde 10 milyon bir kitlenin mağduriyet durumu söz konusu oluyor. Gerçekten insanlar pişman ve büyük bir af edilme duyguları içerisindeler. 2020 yılında verilen Pandemi izni ile taliye edilenler tekrar suça karışmadılar. Olduysa da yok denecek kadardır. Onun için bu kitlesel mağduriyetleri ortadan kaldırmak dışarıda yaşayan Depremden dolayı içler acısı durumda olan ailelerimizin yaralarına merhem olmak ve Denizlere sevdalı nehirler gibi ailelerimize koşmak Milletimize ve Vatanımıza faydalı olma adına AF İSTİYORUM.

MECLİSİMİZİ CUMHURBAŞKANI SARAYINI VE EMNİYET MÜDÜRLÜKLERİNİ F-16 SAVAŞ UÇAKLARIYLA BOMBALAYAN YÜZLERCE İNSANIMIZI ŞEHİT EDEN FETÖ TERÖR ÖRGÜTLERİ 3/4 YATACAKLAR, BEN VE BENİM GİBİ 50 BİNLER 4/4 YATACAKLAR, YANİ ÖMÜR BOYUNCA YATACAĞIZ.

Ben kendimi cezaevinde UNUTULMUŞ OLARAK HSSEDİYORUM. Tüm kararmamış vicdanlara sesleniyorum güneşi görmek istiyorum bana ve bizlere çok görmeyin ne olur? Önümüzdeki doğa yeşillenecek bizleri doğanın kucağına atın. Beton duvarları görmek istemiyoruz.

Yaşanan Depremde kayıp ettiğimiz canlara Allah rahmet eylesin, yaralılara şifalar dileriz. Tüm milletimizin başı sağ olsun OKUYAN tüm dostlara kalbi bizimle olan milyonlarca mahkum ailelerine ve mahkum Derneklerine saygı ve selamlarımızı yolluyoruz.

Mektup yazmak isteyen herkesin mektubu cevaplanır ve daha detaylı yazarım.

Selam ve saygılarımla

27.02.2023 / ABDULMUTTALİP ARSLAN

PATNOS L TİPİ KAPALI CEZAEVİ A-14 KOĞUŞU – AĞRI.

www.musabyasirozen.com.tr

 

Adana 1 Nolu Açık Ceza İnfaz Kurumu, Ceyhan Açık Ceza İnfaz Kurumu, Adana 2 Nolu Açık Ceza İnfaz Kurumu, Adana/Suluca Açık Ceza İnfaz Kurumu, Adıyaman Açık Ceza İnfaz Kurumu, Afyonkarahisar Kampüs Açık Ceza İnfaz Kurumu, Afyonkarahisar Açık Ceza İnfaz Kurumu, Sandıklı Açık Ceza İnfaz Kurumu, Emirdağ Açık Ceza İnfaz Kurumu, Patnos Açık Ceza İnfaz Kurumu, Gümüşhacıköy Açık Ceza İnfaz Kurumu, Ayaş Açık Ceza İnfaz Kurumu, Ankara Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kalecik Açık Ceza İnfaz Kurumu, Sincan Açık Ceza İnfaz Kurumu, Antalya Açık Ceza İnfaz Kurumu, Ardanuç Açık Ceza İnfaz Kurumu, Aydın Açık Ceza İnfaz Kurumu, Bandırma Açık Ceza İnfaz Kurumu, Balıkesir Açık Ceza İnfaz Kurumu, Batman Açık Ceza İnfaz Kurumu, Gölpazarı Açık Ceza İnfaz Kurumu, Bozüyük Açık Ceza İnfaz Kurumu, Bitlis Açık Ceza İnfaz Kurumu, Bolu Açık Ceza İnfaz Kurumu, Burdur Açık Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü, Gemlik Açık Ceza İnfaz Kurumu, Ayvacık Açık Ceza İnfaz Kurumu, Çanakkale Açık Ceza İnfaz Kurumu, İskilip Açık Ceza İnfaz Kurumu, Denizli Açık Ceza İnfaz Kurumu, Sarayköy Açık Ceza İnfaz Kurumu, Diyarbakır Açık Ceza İnfaz Kurumu, Edirne Açık Ceza İnfaz Kurumu, Elazığ Kampüs Açık Ceza İnfaz Kurumu, Erzincan Açık Ceza İnfaz Kurumu, Dumlu Açık Ceza İnfaz Kurumu, Narman Açık Ceza İnfaz Kurumu, Erzurum Açık Ceza İnfaz Kurumu, Eskişehir 2 Nolu Açık Ceza İnfaz Kurumu, Eskişehir 1 Nolu Açık Ceza İnfaz Kurumu, Gaziantep Şehitkamil Açık Ceza İnfaz Kurumu, Gaziantep Açık Ceza İnfaz Kurumu, Hatay Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kırıkhan Açık Ceza İnfaz Kurumu, Iğdır Açık Ceza İnfaz Kurumu, Maltepe Açık Ceza İnfaz Kurumu, Marmara Açık Ceza İnfaz Kurumu, İzmir Buca Açık Ceza İnfaz Kurumu, Foça Açık Ceza İnfaz Kurumu, İzmir Açık Ceza İnfaz Kurumu, Torbalı Açık Ceza İnfaz Kurumu, Türkoğlu Açık Ceza İnfaz Kurumu, Eskipazar Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kars Açık Ceza İnfaz Kurumu, Araç Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kayseri Açık Ceza İnfaz Kurumu, Keskin Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kırklareli Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kırşehir 2 Nolu Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kırşehir 1 Nolu Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kocaeli Açık Ceza İnfaz Kurumu, Ereğli (Konya) Kampüs Açık Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü, Konya Açık Ceza İnfaz Kurumu, Doğanşehir Açık Ceza İnfaz Kurumu, Manisa Açık Ceza İnfaz Kurumu, Demirci Açık Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü, Akhisar Açık Ceza İnfaz Kurumu, Tarsus Açık Ceza İnfaz Kurumu, Muğla Açık Ceza İnfaz Kurumu, Dalaman Açık Ceza İnfaz Kurumu, Niğde Açık Ceza İnfaz Kurumu, Akkuş Açık Ceza İnfaz Kurumu, Toprakkale Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kalkandere Açık Ceza İnfaz Kurumu, Sakarya Açık Ceza İnfaz Kurumu, Geyve Açık Ceza İnfaz Kurumu, Bafra Açık Ceza İnfaz Kurumu, Kavak Açık Ceza İnfaz Kurumu, Çarşamba A Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Siverek Açık Ceza İnfaz Kurumu, Şanlıurfa Açık Ceza İnfaz Kurumu, Akçakale Açık Ceza İnfaz Kurumu, Durağan Açık Ceza İnfaz Kurumu, Çorlu Açık Ceza İnfaz Kurumu, Tekirdağ Açık Ceza İnfaz Kurumu, Van Açık Ceza İnfaz Kurumu, Erciş Açık Ceza İnfaz Kurumu, Akdağmadeni Açık Ceza İnfaz Kurumu, ozgat Açık Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü, Devrek Açık Ceza İnfaz Kurumu, Erzurum E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Adana E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Afyonkarahisar E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Amasya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Antalya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Nazilli E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Aydın E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Bitlis E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Burdur E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Bursa E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Çanakkale E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Çankırı E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Elazığ E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Giresun E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Gümüşhane E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Isparta E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Ümraniye E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Kahramanmaraş E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Elbistan E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Kastamonu E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Kırklareli E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Kırşehir E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Konya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Malatya E Tipi Kapalı İnfaz Kurumu, Manisa E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Mardin E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Mersin E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Muğla E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Muş E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Nevşehir E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Niğde E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Ordu E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Şanlıurfa E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Sinop E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Sivas E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Trabzon E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Uşak E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Yozgat E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Adana F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Sincan 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Sincan 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, İzmir 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu, İzmir 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu, Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Kocaeli 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu, Kocaeli 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu, Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Ağrı Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Kızılcahamam Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Artvin Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Bartın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Batman Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Edirne Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Erzincan Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Hakkari Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Üsküdar/Paşakapısı Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Marmara Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, İzmir/Aliağa Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Kayseri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Delice Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Sulakyurt Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Vize Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Pınarhisar Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Milas Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Adana/Suluca L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Patnos L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Sincan 4 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Sincan 1 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Sincan 2 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Sincan 3 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Alanya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Balıkesir L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Gerede L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Çorum L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Edirne L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Erzincan L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Eskişehir L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Gaziantep L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Espiye L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Maltepe 1 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Maltepe 2 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Maltepe 3 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Marmara 1 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Marmara 2 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Marmara 3 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Marmara 4 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Marmara 5 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Marmara 6 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Marmara 7 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Marmara 8 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Türkoğlu 2 Nolu L Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Türkoğlu 1 Nolu L Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Kilis L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Rize L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Sakarya 2 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Sakarya 3 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Sakarya 1 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz, Adana 2 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Adana 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Afyonkarahisar 1 Nolu T Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Afyonkarahisar 2 Nolu T Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Dinar T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Bolvadin T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Doğubayazıt T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Aksaray T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Sincan T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Elmalı T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Ardahan T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Söke T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Burhaniye T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Bandırma 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Bandırma 2 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Batman T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Ahlat T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Bolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Sungurlu T Tipi Ceza İnfaz Kurumu, Denizli T Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Diyarbakır 1 Nolu T Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Diyarbakır 4 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Diyarbakır 2 Nolu T Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Diyarbakır 3 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Düzce T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Elazığ T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Erzincan T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Oltu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, İslahiye T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Nizip T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Hatay T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, İskenderun T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Yalvaç T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Ümraniye T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Metris 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Metris 2 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Menemen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, İzmir 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, İzmir 2 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, İzmir 3 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, İzmir 4 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Ödemiş T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Karabük T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Kars T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Kayseri 1 Nolu T Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Kayseri 2 Nolu T Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Keskin T Tipi Ceza İnfaz Kurumu, Kocaeli 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Kocaeli 2 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Ereğli (Konya) T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Akşehir T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Seydişehir T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tavşanlı T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Kütahya T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Akçadağ T Tipi Kapalı ve Açık Ceza İnfaz Kurumu, Manisa T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Salihli T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Akhisar T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tarsus 3 Nolu T Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tarsus 1 Nolu T Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tarsus 2 Nolu T Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Anamur T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Seydikemer-Eşen T Tipi Kapalı ve Açık Ceza İnfaz Kurumu, Osmaniye 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Osmaniye 2 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Samsun T Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Bafra T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Siverek 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Şanlıurfa 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Şanlıurfa 2 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Siverek 2 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Şırnak T Tipi Kapalı ve Açık Ceza İnfaz Kurumu, Tekirdağ 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tekirdağ 2 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Tokat T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Beşikdüzü T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Van T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Erciş A Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Yozgat 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü, Yozgat 2 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü, Boğazlıyan T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu

error: İçerik korunuyor !!!